|
|
|
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 338 |
5 Eylül 2003 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Bu pili değiştirmeli!.. |
Merhabalar,
Dün gece taktım kulağıma şarjı yattım uyudum. İşe yaradı, sabah hafif yamuk zıpkın gibi kalktım yataktan. Beyin damarlarımı açmak için suratıma su çarparken dışarıdan gelen şapırtıları da duydum bir hoş oldum. Birkaç gündür geldim geliyorum diyen yağmurla bir Eylül sabahına uyanmayı özlemişim meğerse. Pencereyi açtım temiz havayı uzun uzun içime çektim. Gözüm, önümde akıp giden yola takıldı. Tam 2 hafta önce asfalt gırgırlarıyla yarısı soyulup öylece kaderine terkedilen İstanbul'un en işlek yollarından biriydi baktığım. 2 şerit arasındaki irtifa farkının yer yer 20-30 santime kadar çıktığı, soyulduktan sonra ortada damdazlak kalan mazgallarla bezeli, arabaların slalom yapmak zorunda kaldığı bir ana cadde. Bir su engelleri eksikti Avrupa normlarında ralli pisti olması için, onu da yağan yağmur halletti sağolsun.
Koordinasyon, organizasyon, öngörü hakgetire. Bunun müsebbibi önce insan diyen adı var kendi yok müzmin muhalefet partimizin İstanbul'a serpiştirilmiş birkaç belediye başkanından biri. Belliki kabuk soyma işini bir şirkete ihale ederken büyükşehirden gelecek asfaltın kendisine azizlik edeceğini hesap edememiş. Ya da kabuk soyucular işlerini çabuk bitirmişler, her neyse. Onların naorganizasyonunun ceremesini çekmek biz sıradan vatandaşlara kalmış. Kabuk soyulup altındaki zemin yumuşayınca bu sefer su borucuları 10 metrede bir yolu dikine kazmışlar, nereye döşedikleri belli olmayan boruları gömüp üstüne etrafta ne buldularsa atmışlar, al sana 3000 metre engelli yarış pisti. Bir uyarı işareti bile koymadan kayıplara karıştıklarından hesap sormakta namümkün. Bu arada asfalt dökülmüş yolun diğer yarısında zeminden aşağıda kalan mazgal demiri çıkarılmış, mazgal yükselticilerinin gelip işlerini görebilmeleri için yolun ortasına bırakılmış. 10 gündür 1 metrekarelik 40 santim derinliğinde bir çukur ve yanında koca mazgal demiri öylece durup mazgal yükselticilerinin gelip elinden tutmasını bekliyor. Allah sizi inandırsın, Range Rover düşse çıkmak için halat atması lazım. Şimdi tüm bu sahnenin üzerine yüzlerce arabayı koyun, irili ufaklı körüklü arabaları. Kaderlerine boyun eğmiş, işine gücüne yetişmeye çalışan insanlarla dolu arabaları. Sonra curcunayı bir tahayyül edin. Şimdi birde bana bakın. Pencereyi açmış dışarıdaki temiz havayı solurken karşısında bu manzara olan beni. Az sonra arabasına binip işine gitmek için o curcuna ekibine dahil olacak beni. Sizce akşamdan taktığım şarjın dayanma olasılığı var mı? Tutmuyor işte anasını satayım tutmuyor bu kahrolasıca şarj. Pili mi değiştirmeli yoksa telefonu mu bir türlü karar veremiyorum. Var mı bir öneriniz?
Günün ilerleyen saatlerinde bir berbat haber daha. Bir değerli vatan evladı daha trafik denen illetin kurbanı olmuş. En verimli çağında yapacak daha çok şeyi varken bir yerlere yetişme uğruna hiçbiryere yetişemedi Recep Yazıcıoğlu. Şöför sekizde sekiz suçlu, arkasında taşıdığı 2 can günahsız. Saygı, sevgi hep insanlar için. Ama önce kendine saygısı olmalı insanın. Kendine, yaşama saygı ve sevgi beslemeli ki diğer insanların yaşam hakkına da saygı duysun. Yolun kabuklarını soyup soğana çevirip öylece bırakıp gitmesin, orta yeri kazıp bırakmasın, bırakacaksa güvenliğini alsın, acele edip ecele gideceğine rahvan gitsin menzile. Yazık vallahi yazık. Hiç uğruna giden canlara, heba olan mallara, yitirilen zamana, dökülen yaşlara binlerce kez yazık, yazıklar olsun!..
Sevgili Cumhur'un yazısını hafta başına saklıyordum ama hiç gündemimizden çıkmayan ama ne yazıkki alışageldiğimiz trafik sorunu bir cana daha malolunca bugün yayınlamak gereğini duydum. Cumhur'a katılıyor ben de şikayet ediyorum. Hepinize kazasız belasız çukursuz bir hafta sonu diliyorum. Hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
|
İnsan'ca : Yankı Yazgan Sahici liderlik |
|
"Sürü'yü ya da Yol'u seyrettiğinizde 'solculuğu' seviyorduysak (Solculuğun tam olarak ne olduğunu bilmemiz şart mı?) ve kendimizi 'solcu' diye tanımlamışsak, solcuymuşuzdur, duygu sözlüğümüze göre... İsmail Cem ya da Kemal Derviş'in solculuklarının ne kadar sahici olduğu tartışılıyor; kimin kendini nasıl hissettiğini belirlemek başkasına düşmez."
Yılmaz Güney ve İbrahim Tatlıses’in (ve benzerlerinin) anlattıkları hikayeler binlerce yıldır ağızdan ağıza tekrarlanıp duruyor. Ama asıl olan hikayelerinin konusu değil, onların söyleyiş ve anlatış biçimleri özel.
Yılmaz Güney, İbrahim Tatlıses ve bir çok yaratıcı kişiyi nasıl birisi olduklarından bağımsız bir şekilde hayatlarımızın kalıcı bir parçası kılan bu özellikleri, onları kendi alanlarında bir lider durumuna getirir. Ustalıkları anlattıkları hikayeyi hayatımızın içine yerleştirebilmelerinde, duymaya ihtiyacımız olanı, bizden önce farkedip bize anlatmalarında (hissedip demek daha mı uygun, durumun ne kadar “farkında” olduklarını, oldukları noktaya ulaştıklarını bir plan sonucunda bilmiyorum).... O yüzden ikisi de sahici birer insan, “içimizden biri” ama olumlu duygu hiyerarşimizdeki en yüksek mevkide...
Yılmaz Güney ve İbrahim Tatlıses’in kadın dövme, silahı yüceltme gibi eğilimlerini paylaşmaksızın, Akdeniz Akşamları’nda yüreğimiz şöyle bir hoplayabilir ve ürperebiliriz. Yol ya da İnce Cumali, anlatımındaki tutarsızlıkları düşünmemize fırsat bırakmaksızın duygularımızı tırmandırabilir. Filmin konusunu bile unuttuğumuzda, geriye kalan duygular olacaktır. O sıralardaki duygumuz her neyse, adeta bir düğmeye basılmış gibi geri gelebilir, günün birinde.
Duygu sözlüğüne göre
Bu vaktiyle çok sevdiğimiz ya da çok bayıldığımız bir kişi, bir fikir için de aynı ölçüde geçerli değil mi? Evet, fikirlere de, aslında fikirlerin kendilerine değil temsil ettiklerine bayıldığımız için kapılıyoruz, hele gençken... Eski bir aşkın, bazen aynen, hiç değişmeksizin, bazen de kin ve nefret kılığında geri dönmesi nadir bir durum değil. Yine de, şu anda o duyguları hissetmiyor olmak, vakti zamanındaki duyguların varlığını ya da sahiciliğini inkar etmeye bir vesile olmasa gerek. Örneğin, Sürü’yü ya da Yol’u seyrettiğinizde “solculuğu” seviyorduysak (solculuğun tam olarak ne olduğunu bilmemiz şart mı?) ve kendimizi “solcu” diye tanımlamışsak, solcuymuşuzdur, duygu sözlüğümüze göre.
Peki, Yılmaz Güney’in sinemasında yaptıkları bizi niye ilgilendiriyor? Evinde ya da sosyal ilişkilerinde kabadayı mı, yoksa beyefendi mi? Bunun Yol’u seyrederken bizim o filmin içindeki hikayeye kendimizi kaptırmamızla, filmde anlattığı hikayeyi ve anlatım biçimini beğenip beğenmemizle ne ilişkisi var? Hikayeyi sevip benimsediğimizde bize solculuk ve hatta komünistlik bulaşmış olur mu? Yoksa “canım, ben filmin sadece hikayesini sevmiştim” deyip işin içinden “sıyrılabilir” miyiz?
İsmail Cem ya da Kemal Derviş’in solculuklarının ne kadar sahici olduğu tartışılırken, tartışmacıların ulaşmayı beklediği iki sonuç var: Birincisi, Derviş veya Cem’e kendilerini bir daha solcu hissedemeyecekleri bazı dersler vermek; bu önceki paragraflarda cevaplandı sayılır; kimin kendini nasıl hissettiğini belirlemek başkasına düşmez. İkincisi, “halk”ın onları “solcu” kabul edip etmeyeceği. Peki, halk liderleri hakkında nasıl karar veriyor? Yılmaz Güney veya İbrahim Tatlıses hakkında nasıl karar veriyorsa, nerdeyse öyle...
Düşünün bir, Bülent Ecevit’in kapıda bekleyen gazetecilere elleriyle ikram ettiği çaylar, makam arabası olarak Renault 12 kullanmaya kalkması, sonra hastalanıp yataklara ve “tuzaklara” düşmesi, bir
çoğumuzu etkiliyor. Samimiyetinden istediğimiz kadar şüphelendiğimiz bu davranışları, Ecevit’in söyledikleri ve temsil ettikleriyle uyduğu için pek memnunuz.
“Sözü ile özü bir” olan, anlattığı hikayede verdiği mesaj ile yaptıkları ve yaşantısı çakışan bir lider olduğu için, muhalifleri bile söyleyecek söz bulamıyorlar. Aynı durum, Tayyip Erdoğan için de geçerli bence, buzdolabındaki kutu biralar onu duygu hiyerarşilerinin en tepesine yerleştirmiş olanları hiç etkilemez. Futbol oynamışlığından içi dolu olmayan konuşmalar yapmasına kadar hepsi onun temsil ettikleri ile pek güzel örtüşüyor. “Gereğinde” birasını da rakısını da içebilir, kimsenin gözünden düşmeyecektir. Boşuna telaş edip inkara yelteniyor, kendi keyfini ipotek ediyor.
Howard Gardner’ın liderlik tanımlamasında topluma önderlik eden kişilerin söylediklerini, yaşantılarıyla temsil etmeleri beklenir. Türk atasözleri sözlüklerini şöyle bir tararsanız, “ele verir talkını, kendi yutar salkımı” ya da “imamın dediğini yap, yaptığını yapma” gibi ilk bakışta banal bulunan, binlerce yılın içinden süzülüp gelmiş tariflerde de görürsünüz. Topluma anlattıkları kendi yaşantısına yansımayan liderlerin politik liderlik yapabilirliklerinden şüpheleniriz. Peşlerini bırakıveririz, (beklemediğimiz ve) yaptıklarını ya da (beklediğimiz ve) yapmadıklarını unutturan bir şeyler olana dek.
Yankı Yazgan
yanki@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
|
Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen Değmeyin Gitsin Deyimler : SU |
|
Eskiden beri severim deyimleri, kim demişse demiş işte, bilinmez kimin dediği, ne zaman dediği, hangi ruh haliyle dediği, tıpkı "Dediği dedik, çaldığı düdük !" gibi.. Ama deyim yerindeyse; "Cuk oturmuştur" bu deyimler, yani "Taşı gediğine koymuşlar" bu deyim yapıcılar. Aslında her biri birer kaşif bence ama ne yazık isimleri bilinmiyor, Ben de bilmiyorum, öğrenmek istiyorum okuluna gideceğim ama okulu yok ki bunun. Öyleyse; "Bilmiyorsun bu ..oku, git mektebinde oku" dememeli bu deyimler ! "Çattık teyellemesi kaldı" yani tam anlamıyla. Neyse karar verdim bende "Bire bin katacağım" ve deyimlerin "Altından girip üstünden çıkacağım". Çok bilinenlerin başka örneklerini bulmaya çalışacağım. Örneğin;
"Ayranı yok içmeye, atla ( tahtırevanla ) gider ..ıçmaya..." hepimiz biliriz ama aynı anlama gelen;
"Aba bulamaz etine, atlas yamar ..ötüne...",
"Ayağında donu yok, fesleğen ister başına...",
"Yağ bulamaz aşına, fesleğen sokar başına..."
gibilerini pek duymamışızdır diye düşündüm. Günümüze uyarlarsak;
"Üç otuz maaşla, viski eşliğinde taksiyle hacete gitmeyi uygun bulmuşsa donu olmayan haşmetli ..ötüne, neden chat yapacam, konu komşuya mail atacam diye bilgisayar istemesin ki önüne ..?"
"Eli işte ( aşta ), gözü oynaşta.. " yine bildiğimiz benim de pek sevdiğim bir deyim ama;
"Eliyle hamur ovalar, gözüyle dana kovalar.." diye bir şey duymamıştım doğrusu. Yoksa bu bizim ninnilerde seslendiğimiz lahanalarımızın koruyucusu meşhur bostancı olmasın ? Neyse; fazla sulandırmadan ( eşeği de bu işe hiç karıştırmadan ) bugünün deyimler konusunu SU olarak ele almak istedim. Sevgili Editörüm Führer'im ile bu konuda "havadan sudan.." konuşalım istedim ( E : Enişte, F : Führer ).
E : Editör'üm, Kahve Molası'nın "Suyu nereden geliyor ?"
F : Sana ne lem ? "Suyu mu çıktı ?" Kahve Molası'nın ?
E : Yok canım, onu demek istemedim ama "Suyuna tirit" be Editör'cüğüm .! Mesela, şu kahverengi sayfalardan bir su akıntısı olacak mı ?
F : Bol olanakların ancak serpintilerinden mi yararlanıyoruz diyorsun yani ? Unutma, "Suyunca gideceksin" Editör'ün demiştim sana, o kadar ..!
E : Elbette ağam, "Suyun başı" sen değil misin ? Ne haddimize ( içinden Führer kılıklı herif diye düşünmeden edemez ) diii mi ama ?
F : Öyle tabi, sen sen ol "Suyu bulandırma", hele kafamı hiç bulandırma ..!
E : Tamam ya, "Suyu kesilmiş değirmene dönmek" diye bir deyim var ya o anlamda söylemiştim yani !
F : Millet yaz tatilinden yeni dönüyor, ortalık şenlenecek meraklanma. Sen kendi adına konuş : "Suyunu çektin" herhalde ? Üretim katsayın ayda bire düştü nerdeyse ..
E : Oooo, bende daha ne cevherler var "Su yüzüne çıkmak" için bekliyor. Merak etme sen dostum.
F : Bence onların tamamı "Su yüzü görmemiştir" allah bilir ..!
E : Ben de "Suyu yokuşa akıtmıyorum" herhalde, soruyorum değil mi ?
F : Bir de akıtsaydın, onu bunu bırak senin yeni projelerinden vazgeçtim eski projelerinden bile ses seda yok henüz ..
E : Belki üretim tarafı somut değil ama hayallerimiz var, ne olur yani "Suyu görmeden paçaları sıvasam ?"
F : Bence sen de tükendin be Enişte, "Suyun selin kalmamış" .. Ne dersin ?
E : Hiç sanmam, bu söylediklerin benim için "Tavşanın suyunun suyu"..
F : Oğlum tamam, bak Kahve Molası artık "Suyun yüzüne çıktı". Tepemi attırma ..!
E : Sende zırt pırt "Suya sabuna dokunma" diyorsun ama yazılarımıza ..
F : "Suyu baştan ( başından ) keseceksin" elbette, mikropsunuz çoğunuz zaten, sonra ona buna bir dokunacaksınız Kahve Molası'na zarar gelecek, iyisi mi ..
E : Ama Editör'cüğüm, amacımız "Suya çizgi çekmek" değil ki ..! Etkisi olan, kalıcı bir iş yapmak istiyoruz bir adım öne çıkarken.
F : Ben anlamam, "Suya götürüp susuz getirmek" gibi bir konuma girmem doğrusu.
E : Projelerimiz "Suya düşmek" gibi bir konumda değil ama, daha bir sürü öneri gelecektir önüne kaynatmak için.
F : Kaşınma,önce seni kaynatacağım, zaten "Suyun ısınıyor" ..!
E : Hemen Adolf ruhun devreye giriyor. Biz sana; "Suyuna pirinç haşlanmaz" diyor muyuz ?
asesen@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
|
Ankara'dan : Cumhur Aydın Onları size 'şikayet' ediyorum! |
|
Şaşıracaksınız.. Gerçekleştiği tarih 1998'de, yabancı uzmanların katılımlarıyla olgunlaşan, dünyadaki en kapsamlı "Trafik Güvenliği Projesi"ydi, Türkiye'deki. Her yıl binlerce insanını karayollarında kurban veren, hemen her alanda ve özellikle trafikte bilimsel, bütüncül, planlı adımları dışlayan ülkemiz için çok önemli bir silkiniş şansı ve başlangıcı olabilirdi..
Olmadı.
Dört yıl boyunca ilgili kurumların teknik elemanlarıyla bazı bilimsel yenilikler paylaşılmasına, benzersiz önem ve içerikle uygulanabilir bir "Ulusal Trafik Proğramı" hazırlanmasına karşın..
Ne proje ne de bu Proğram devlet katına çıkamadı, yaşama yansıtılamadı, kamuoyunla paylaşılamadı. Stratejileri, ölçülebilir, izlenebilir hedefleri ile somutlaşmış eylem planları öylesine farklı hazırlanmıştı ki, gecikmeyle yitirdiklerimizin acıları sırtımızda yine de canlandırabiliriz bu bilimsel ateşi..
Yeter ki.. Şaşkın şaşkın, toz bulutu içinde dolaşırken, bu birikimi birileri bize anımsatsın ve uygulanması yönünde bir güç, bir irade oluşturabilelim.
Kim bu projeyi, emeği zamanında aydınlatmadı? Dört yıl boyunca ona-bilerek, bilmeyerek- sırtını çevirdi? Şimdi de görmezden geliyor. Kim, kimler? Kuşkusuz, medya öncelikle...
Medya mensupları..
Kendilerine israrlı bir gayretle ulaşabilme, bunları paylaşabilme çabaları olmuşken, bunlar sürerken..
Duymadık, bilmiyorduk diyemezler!
Durun hemen gülümsemeyin.. Kuşkusuz bu tepkiyi beklediğimiz 'dalga ya da dalgasını geçenler', o mantığın uzantısı yazar ve yöneticiler değil..
Trafikten bile rant elde etmeyi, bu alanda güya çalışan bazı akademisyenleri kullanarak, onlarla işbirliği yaparak; hırslarını, statülerini kollayanları da kast etmiyorum..
Tavırlarıyla, yaklaşımlarıyla sizlerde belirli bir güven oluşturmuş, hemen herkesin 'genel düzeylerinden' tatmin olduğu gazeteciler, proğramcılar.. Sözlerim onlaradır.
Diyeceksiniz ki, çok yoğunlar, ülke gündemi dolu.. Trafiğe zaman ve yer ayıramıyorlar.. Evet.. Elbet, sütunlarını, zamanlarını yılda bir kaç kez trafik güvenliğine açacaklar..
Açıyorlar da.. Ancak bizi, uzmanları dinlemiyorlar.. Gerek öncesinde ve gerekse sıcağı, sıcağına onlara bu proje, bu bilimsel kıvılcımları taşımamıza, kapılarında nöbet tutmamıza karşın oralı olmuyorlar..
Bildiklerini okuyorlar.. Kulaktan duyma verilerle, yarın görevde olmayacak bürokratları kapıştırıyorlar. Adliye muhabirleri, şöför istekleri ile, milletvekili sohbetlerini karıştırıp bulamaç yapıyorlar.. Kendilerinin görüşleriyle de sosluyorlar.
İtiraf etmeselerde onlarda bu reyting ortamında, özenli, araştırmacı davranmıyorlar..
Hayır, ilgilendikleri her konuda böyle olmayabilirler?. Ancak özellikle "trafik güvenliği"ni basite alıyorlar, önlerine koyulduğu halde bilimsel yöne, plana, gariban birikime sırt çeviriyorlar..
İsim vererek, bu Mola'yi okuyan bilmem kaç yüz, belki bin okura, dosta onları 'şikayet' ediyorum. Binlerce kaybın, mağdurun feryatları ile sınırlı da olsa bilimsel çabayı buluşturup, doğru bir sentezle kamuoyunu bilgilendirmedikleri için onları 'şikayet' ediyorum..
Olanakları varken yapmadılar.. Bir çok kez kendilerine ulaşıldı.. Bilmiyoruz, unuttuk diyemezler.. Bu bizim tercihimiz diyemezler..
Bu ülkenin hiç bir vatandaşının, özellikle de gazetecisinin, eğer öyleyseler, binbir zorlukla biraraya getirilmiş bilimsel birikime sırt çevirme, görmezden gelme ayrıcalığı yoktur, olmamalıdır..
Şimdi, onları size 'şikayet' ediyorum. Kuşkusuz teknik ve duygusal bir serzenişte bulunuyorum!
Saygı Öztürk.. Kendisine günlerce önceden "Ulusal Trafik Güvenliği Proğramı"ve bilgi notları ulaştırılmasına, proğramında trafik konusuna yer vereceği yayın günü saatlerce yalnızca bilgi verilmek için peşinden koşulmasına karşın, Proğram'ın da, sütununda bir tek cümle, satır söz etmemiştir bu çabadan. Bilimin ışığını bizlere yansıtmak yerine, Polis temsilcileriyle 'Söyleşiyi' yeğlemiştir ekranda.. Yasal hızların arttırılması önerileri geliştirerek..
Sayın Öztürk'ü 'şikayet' ediyorum..
Nursen Amuran.. Yine dosyalar dolusu bilgiyle yanında çırpınılmasına, telefonlarda izinin sürülmesine, proğramı öncesinde danışma desteği için kapısı çalınmasına karşın, iki milletvekili ve rastlantıyla yakınında bulunan bir gazeteci arkadaşıyla trafik üzerine 'Söyleşi' yapmıştır ekranlarda..
Sayın Amuran'ı da 'şikayet' ediyorum. Gazetecinin; trafiği, bütçesi bu halde olan ülkenin gazetecesinin, üstelik kapısı yumruklanırken, böyle bir tercihi olmamalıdır..
Meral Tamer. Yıllarca, hem de Trafik Güvenliği Projesi ile eş zamanlı süregelen trafikte ortak akıl projesi (TRAP)'in mimarlardan olmasına karşın, yine defalarca kendisine ulaşılmışken, büyük bir sinerji yaratılmasından nedense uzak durmuştur. Ortak Akıl'i çoğunluk bürokratlarla, dertli insanlarla, medyatik temsilcilerle sınırlı tutmuştur..
Sayın Tamer'i 'şikayet' ediyorum.. Bugün, o meydanda toplanan insanlar ve o akıl nerededir soruyorum..
Sonrasında Hıncal Uluç'u.. Ali Kırca'yı.. Kendisi de bir trafik kazasından kılpayı yaşama dönmüş olan Fikrat Bila'yı.. Yakınlarını trafik cinayetine kurban vermiş Muharrem Sarıkaya'yı size 'şikayet' ediyorum..
Zülfü Livaneli'yi, Emin Çölaşan'ı, Yavuz Baydar'ı, Oğuz Haksever ve Tayfun Talipoğlu'nu, Seynan Levent ve Mustafa Balbay'ı da sizlere, bu çerçevede 'şikayet' ediyorum..
Hepsi; bırakın araştırıp, bu konuyu gazete ve televizyon proğramlarını yönlendirerek değerlendirmelerini, birçok kez bu birikimden, trafik güvenliğine bilimsel yaklaşım gereğinden bilgilenmelerine karşın..
Seslerimiz olamadılar.. Sesimizi yükseltmemize yardımcı olmadılar..
Hapsi düzeyli, hepsi muteber, hepsi özel gazeteciler..
Neden 'bu konuda' bilime sırtlarını döndüler? Dönüyorlar..
Bunun gerekçesi olabilir mi?
Olur mu?
Cumhur
cumhur@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Misafir Kahveci : Zeynep Banur |
8 Ocak
Birileri birilerini bir şeylerden uzak tutsa artık. Birileri beni yazma çabamdan uzak tutsa mesela. Ya da birileri beni düşüncelerimden uzak tutsa ki hiç olmazsa yazabilsem. Birileri düşüncelerimi rahat bıraksa ki huzur bulsam. Birileri beni rahat bıraksa ki huzuruma kavuşsam. Huzurum? Seni ne zaman görebileceğim bir daha? Birileri bahsetmesin dijital kamera teknolojisinden. Huzurum, bir daha ne zaman sarılabileceğim sana?
Olayların gelişimine bir bakın hele... Yoksa gelişmiyorlar mı ne? Aslında gelişiyorlar denilebilir. Sonuç itibariyle zaman akmaya devam ediyor. Kocaman bir saatin içine oturtsanız beni, görebilirsiniz hayatımdan geçen saniyeleri, saatleri, günleri... Olaylar pek tabi ki gelişiyorlar. Bakın işte. Daha birkaç saat oldu sis nedeniyle bir uçak düşeli. Yoksa filmlerde söyledikleri hep yalan mı? Kuleyle pilot arasında, "yoğun sis var, inişe geçmeyin" benzeri bir konuşma da mı geçmiyor yoksa. Tabi o sırada pilotun da radardan iniş yapacağı yerdeki madenleri inceliyor olmasını bekleyebilirsiniz. Sis mi? Yani... hava kirliliği? Belki. Uçağın havaalanına düşmesinden hemen sonra gerçekleşen patlama ve yangın yüzünden ortaya çıkan dumanaltı görüntü ondan sonra iniş yapmaya çalışan uçakların görüşünü engellemiş olabilir mi?
Zaman geçiyor. Ben hiçbir şeyi paylaşma fırsatı bulamadan geçiyor. "Tamam işte, unutmadan şunu da not alayım ki paylaşabileyim" dediğim cümlecikleri yazmaya çalışırken yenileri yeşeriyor kafamın içinde. Patatesleri yazmış mıydım? Peki başımın döndüğünü? Ciddi bi' şey değil canım... Sanırım çok hızlı ayağa kalktım. Şu omzumdaki bir sivilce mi, yoksa ben yine bir yara oluşumuna mı sebep oldum? Sen burada olsan bakıp görebilirdim. Şimdiyse bilgisizliğe mahkumum. Televizyonda bir film mi başlıyor? Daha önce seyrettiğim bir şey mi? Ama tek başına da zevki çıkmıyor ki... Yanında kahve de mi olsaydı? Hem Sütbalığı ve Puf da eşlik ederler belki. Hem ses de çıkarmıyorlar, değil mi?
Birileri gözyaşlarımı benden uzak tutsa artık. Gözyaşlarımı tutmaya çalışırken kasılıp ağrıyan çeneme yazık! Huzurum. Sana ne zaman dokunabileceğim?
Zeynep Banur zeynepbanur@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Deniz Fenerinin Güncesi: Seyfullah Çalışkan |
AŞKIMI GÖZDEN GEÇİRDİM
Akşam bir kaç günün yükünü sırtıma vurup yine bana eziyet ediyor. Fincan fincan içmekten asla vazgeçemediğim çayın tadı bir acayip. Televizyon kendi halinde çalıp söylüyor. Diğer akşamlardaki gibi kendimi o aptal kutusunun akışına kaptırmak istiyorum. Başaramıyorum. Oysa tam iki gündür aralıksız kar yağıyor. Yerimden kalkıp pencereye gidiyorum. Sokak lambasının ışığı altında kar bu yılın en eşsiz gösterisine başlamış. Bu da içimin sıkıntısını dağıtmaya yetmiyor.
Aklımda durmadan, dinlenmeden, hiç susmadan bir cümle dönüp dolaşıyor. "İlişkimizi yeniden gözden geçirelim"diyor. Dört gündür bu ilişkiyi gözden geçirmeye çalışıyorum. Oysa ne sonu var ne başı. Bir türlü nereden başlayacağıma karar veremedim. İki günlük bir şey olsa tamam, ama üzerinden yıllar geçti. Siz benim yerimde olsanız ilişkinizi nasıl gözden geçirirsiniz? Ne olur bana bir yol gösterin? Yardım edin...
Küçük bir çocukken pamuk sulama zamanlarında arkı dolaşmak benim görevim olurdu. Akşama kadar bir aşağı bir yukarı ark boyunca gidip gelirdim. Toprağın iyice suya doyup çamur olduğu, neredeyse yıkılacak hale gelen yerlerini kürekle beslerdim. Tarlaya akan su biraz azalsa hemen beni gönderip "çabuk bikoşu arkı gözden geçir, gel" derlerdi. Gözden geçirmek konusunda benimde kendimce deneyimlerim var. Örneğin "iki saat sonra balığa çıkacağız. Sen önden gidip kayığı bir gözden geçir" deseler tamam. Kayığın mazotunu, lavasını, küreklerini, sintine suyunu, olta takımlarını, yemleri, ağları, çapasını, getebosları ve halatını gözden geçirirdim. Neredeyse üç yıllık bir ilişki nasıl gözden geçirilir? Bilemedim...
Son aylarda bize bir haller oldu. Çekmeyenlerin nazarı değdi. Tü tü tü... Elem tere fiş, kem gözlere şiş. Gidip nefesi kuvvetli birine mi okutsak? Türbelere horozlar mı adasak. En iyisi bir kazan helva kaynatıp fakir fukarayı sevindirmeli. Çerkez Ayşe'ye kurşunlar döktürmeli. Muska falan yaptırmış olmasalar bari. İşin yoksa Çolak Hoca'nın kapısında divane ol.
Bu bizimkisi aşk değil, mucit. Her hafta yeni bir kriz icat ediyor. Otursam aklı başında birine anlatsam derdimi dinlemez. Dinlemeye sabrı yetse bile kafası almaz, anlamaz. Görünürde her şey tıkır tıkır. İki özür dileme, canımlı, cicimli bir çift laf. Sanayiden çıkmış külüstür araba gibi yola devam. Aksıra tıksıra gitmesi iyi de. Ömrü yine bir hafta. Görenler eli ayağı düzgün bir ilişki sanır. Nasıl anlatsam bilmem ki... Dışı sizi yakar içi beni.
Şeytan diyor ki; at bir çuvalın içine götür başka bir kente bırak. Bir daha yolu çıkarıp geri gelemesin. Bir parça ekmeğe, bi cana hasret sürünsün sokaklarda. En masum tavrını takıp suratına acıma, şefkat dilensin kapı kapı. Yüreğim elvermiyor ki... Kıyamıyorum ki..
Sevgilim sana hak veriyorum. Sana güvendiğim halde, çok iyi pimpirikli erkek görüntüsü verebiliyorum. Benim imajım bozuk. Yerden göğe kadar haklısın. Aşk dediğin biraz mantıklı olmalı. Duygu dediğin ekmeğe sürülüp yenmez ki. En iyisi biz bu aşkı polise ihbar edelim. Nezarethane köşelerinde, sorgularda sürünsün. Hakim karşısında ezile büzüle ifade versin. Sokaklardaki beton suratlı bütün aşksız insanların günahları üstüne kalsın. Bütün ayrılıkların, faili meçhul ölmüş aşkların günahı boynuna asılsın. Mantıksız bir aşk olmanın kaç bucak olduğu anlasın. Sevgilinin gözlerine şiir yazmanın günahları burnundan fitil fitil gelsin.
Sevgilim, aşkımızı gözden geçirdim. Gözden geçirmekle kalmayıp bütün duyu organlarımdan geçirdim. Kaynama ve donma noktasına baktım. Elekten geçirdim, filtre ettim. Hızımı alamadım turnusol kağıdını batırdım. Yumuşaklık derecesi ve kireç oranı nedeniyle kullanıma uygun olmadığı anlaşıldı. Kısmet olursa bu bahar ÖSS sınavından da geçirip sana sonucunu bildireceğim. Akıllı, mantıklı, anlaşılır, bilimsel ve somut hiç bir nedenim olmaksızın ben hala seni seviyorum. Burada açıklayamayacağım özel nedenlerimden dolayı affımı istiyorum...
Seyfullah seyfullah@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Misafir Kahveci : Mehtap Yıldız |
KARŞILAŞMA
Kapıyı açtı, karşısındaydı.
Bir demet çiçek uzattı gülümseyerek.
- Hoş geldin dedi.
Elini uzattı, öpüştüler yanaktan iki arkadaş gibi.
- Bunlar da senin,
diyerek bir kutu pasta ile bir de zarf uzattı yanı sıra.
Arkasından;
- Seni özledim diye ekledi yavaşca.
Oturdular.. Zarfa uzandı, artık geçmişte kalan, ne umutlarla çıkılan ama sonu ayrılıkla biten o yolculuğa ait fotoğraflar döküldü önüne. Tek tek baktı hepsine, hüznünü HİSSETTİRMEK İSTEDİ, HİSSETTİREMEDİ..
Sanki aradan bir yıl geçmemiş gibi başladılar konuşmaya. Nasılsın dediler birbirlerine, geçen bir yıl özetlendi sırayla.
- Hep ben aradım, neden sen hiç aramadın dedi.
Bir anlık bir sessizlik..
Çok incindim, çok kırıldım, canım çok acıdı. Bilmiyordum birlikteliğe bakış açılarımızın bu denli farklı olduğunu, üç yıl dile kolay, alışmıştım sana, sevmiştim seni. Hiç çaba göstermeden bu kadar kolay mı kabullenilir ayrılık! DEMEK İSTERDİ, DİYEMEDİ.
Duyguların, yaşanmışların ya da yaşanacakların matematiksel hesaplar üzerine oturtulamayacağını SÖYLEMEK İSTERDİ, SÖYLEYEMEDİ.
-Aslında, kendi yanılsamam, sana değil kendi aptallığıma kızdım.
Ama bir gerçeği, senin benim ilgimi sevgimi hak etmediğin gerçeğini görmeme yaradı sözcükleri döküldü, onu incitmekten korkarcasına dudaklarının arasından usulca.. Anlaşılamayacağını, paylaşılamayacağını bile bile, çok zor günler geçirdiğini söyledi. O günlere yeniden gitti bir anda. Sesi titredi, boğuklaştı, bir hüzün geldi tıkadı boğazını, gözleri doldu, KONUŞMAK İSTERDİ, KONUŞAMADI..
Oysa birlikte almışlardı ayrılık kararını. Yolunda gitmiyordu ilişkileri. Mantık çerçevesinde bakıldığında dünyaları çok ayrı, beklentileri, umutları çok farklıydı. Yaşananlar bir düş olmaya mahkumdu. Ayrılık en doğru çözümdü... İnandı verdiği karara. beyinde başlar, beyinde biter diyordu, zaman, sadece biraz zaman..
Zaman tersine işledi, ona haksızlık yaptığını düşündü. Öyle ya da böyle sevmişti onu, değer vermişti, bir gün gelip ayrılığın kaçınılmaz olduğunu bin kere kendine tekrar etmesine rağmen, bile bile.. Duyguları ağır bastı, dayanamayıp aradı, bir şans daha verelim mi diye.
- Ben de seni seviyorum ama arkadaşça,
diyordu karşıdaki ses.
- Hiç mi dedi, hiç mi sevmedin?
- Sevmiştim ama artık değil,
dedi.
Duygularının karşılıklı olduğunu sanıyordu, yanıldığına inanmak istemedi.
Aldığı yanıtın ağırlığını kaldıramadı yüreği. Bu kadar kısa sürede tükenir miydi sevgi? Öyle değilse neden beklemişti ki bunca zamandır bunu söylemek için?
Ufaldı, küçüldü, aşağılandı ama bir anda gerçeği gördü. Acısı dizginlenemez bir öfkeye dönüştü. Bir pişmanlık, bir kullanılmışlık duygusu geldi çöreklendi yaralı yüreğine, içi daraldı.
Dostluk, arkadaşlık diyordu.
Onun gibi yaşamamış hissetmemişti ki hiç, nereden bilecekti bunun hiç de kolay olmayacağını.. Sevgili cephesinden dostluk cephesine bir çırpıda geçiş.. Kaç kişi başarmıştır ki bunu, emek ister, çaba ister.. Bunları ANLATMAK İSTERDİ, ANLATAMADI.
- Peki dedi sessizce, söylenenleri unutalım, seni bir daha hiç rahatsız etmeyeceğim.
Kapattı telefonu. Nasıl bir ilişkiydi bu? Bilinmezin getirdiği coşkuyla başlayan, gerçekler karşısında yaşanan düş kırıklıkları ile aşka dönüşemeyen, sessiz sakin bir alışkanlıktı paylaştıkları aslında.. Beraberliklerinin ilk ayrılığı son ayrılıkları olacaktı demek ki.. Bunu önceden BİLMEK İSTERDİ, BİLEMEDİ.
Kararını o an verdi. Üç yıl süren tek kişilik oyunun yorgunluğunu ve ağırlığını kaldıracak, izlerini silecek, yaralarını onaracaktı.
İç hesaplaşmalarla dolu o uzun süreç başladı sonra..
O hiçbir şey olmamış gibi arıyordu, belki farkında bile değildi öbür cephede kopan kıyametin. Kapattı kendini, çıkmadı telefonlarına.. Sesini bile duymak istemiyordu, zaten konuşacak ne kalmıştı ki..
Onarım bir hayli uzun sürdü ama hiç kolay olmadı. Aylar süren inişler, çıkışlar, acılar, mutluluklar, arayışlar.. Ama sonunda çekip çıkarmayı başardı yaşamından onu. Nasıl başlattıysa öyle de bitirdi içindeki savaşı, sessiz sedasız. Artık telefonlarına cevap verebiliyordu, geçebilmişti aşılmaz görünen duvarı. Görüşme isteği eskisi gibi rahatsız etmiyordu. Evet artık buna hazırdı, onu görebilirdi..
İşte şimdi, bir yıl önce ayrılmaya karar verdikleri o bahçede, aynı sandalyelerde yine karşılıklı oturuyorlardı. Görünüşte her şey eskisi gibiydi. Oysa ne çok şey değişmişti iç dünyalarında.. Artık yürekler, yeni sevdalara, yeni heyecanlara aralamıştı kapılarını.. Ama doğru insanın girme olasılığı neydi ki? SORMAK İSTERDİ, SORAMADI.
Dağıtmaya çalıştılar aradaki gerginliği ve soğukluğu şaka ve esprilerle.. Dost olabileceklerine ilişkin hafifleten bir huzur doldu içlerine yavaş yavaş.. İkisi de DİLE GETİRMEK İSTERDİ, GETİREMEDİ..
- Geç oldu , artık gideyim dedi.
Kapıya dek eşlik etti ona.
- Bundan böyle görüşelim,
dedi öteki, sarılmak istediğini söyledi. Kucaklaştılar.. Aralarına özenle konan yapay boşluğu artık kollarının bile kapatamayacağını ikisi de hissetti.
Burada artık söze gerek yoktu.
El sallayıp kapıyı kapattı, arkasına yaslandı.
Gözlerinden süzülen iki damla yaşa ENGEL OLMAK İSTERDİ,OLAMADI...
Mehtap Yıldız myildiz@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Fotoğraf: Şeref Bilgi
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur. Kahve Molası bugün 3.617 kahveciye doğru yola çıkmıştır. |
Yukarı
|
Mutluluk
Hiç umudum yok
Hiç düşüm hiç derinliğim
Dünyanın en mutlu insanıyım
An-lam
Tüm anlamların ötesinde
Bir ölüm var
Bulgu
Bir şiir asla bitmez
Ancak terk edilir
Tanı
Benden geriye kalan sen
Senden arta kalan ben
Artık aşk fayda etmeyecek .
Köprü
Aşk bize bu köprüleri kurduran
Yine aşk
Bu köprüleri yaktıran
Fergül Çırpan fergul@kahveciyiz.biz
<#><#><#><#><#><#><#>
Belki bir gün
Belki bir gün,
Yaşanmamışların tadının farkına varırsın..
Çekip alırsın derinlerde yittiğin dost ellerini...
Belki bir gün,
Hatıraların anarsın..
Ararsın sevdiklerini, ama bulamazsın...
Bellki bir gün,
Uyanırsın bu rüyadan,
Anlarsın,sevginin yüreğinde bıraktığı tortuları..
Belki bir gün,
Hasretleri bitirir,
Özlemlere gem vurur,
Duygularını özgürlüğe salarsın..
Belki bir gün,
Dilersin geçmişini geriye döndürmek,
Arzularsın yittiklerini yaşamayı...
Ama çok geçmiştir üzerinden..
Heyacanlar durulmuş..
Duyguların körelmiştir belkide..
Artık her canlının hazin sonu ölüm....
Seninde kara toprağa kök salmanı emretmiştir..
Belki bir gün,
Olaki anılarında benide anarsın..
Bir film şeride gibi geçersem gözlerinin önünden..
Korkma bilki ben oradayım..
Beki bir gün..
Beyninle yüreğinin kalbinde buluştuğu gibi..
Bilki ben hep ordayım,
Toprakta köksalmış bile olsam......
Osman Taplamacı otaplamaci@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
TÜBİTAK GÖZLEMEVİ
Antalya Saklıkent kış sporları ile ün yapmış bir yer. Nisan-Mayıs ayında
sabah kayak yapıp, öğleden sonra aşağıya inip denize girebilirsiniz. Dünyada
başka böyle bir yer var mıdır bilmem. Saklıkentin 6-7 km ilerisinde
Bakırlıtepe'de Tubitak'ın bir gözlemevi var. Bir adet 150, bir adet 40 cm lik
iki teleskopları var.
Tesisin inşaatı sırasında Antalyada kalıp her gün arabayla inşaat yerine
çıkan Tubitak görevlileri hergün yola çıkarken bir büfeye abone olmuşlar,
her sabah kahvaltılarını orada yapıyorlarmış. Büfe sahibiyle giderek dost
olmuşlar. Pek inşaatçıya benzemeyen bu bilimadamlarını büfeci de pek merak
edermiş. Bir gün;
-Ne iş yapıyorsunuz?
-Saklıkentin ilersinde inşaat yapıyoruz...
-Ne inşaatı?
-Gözlemevi
-Allah akıl ve fikir ihsan eylesin, ben burada Antalyanın göbeğinde bu işi
zor çeviriyorum, kim oraya gözleme yemeye gelir?
Nihayet inşaat bitmiş, teleskoplar monte edilmiş, pırıl pırıl kubbeleriyle
gözlemevi devreye girmiş.
Bir gün yönetici, aşağıdaki nizamiyeden acil durum mesajı almış. 10 kişiden
fazla köylü, atları ve eşekleriyle gelmişler yukarı çıkmak istiyorlarmış. Hemen
duruma el koyan yönetici, köylülerin lideri ile görüşmeye çalışmış;
- Neden devletimiz kimsenin yaşamadığı bu tepeye cami yaptı bilmeyiz ama
buraya kadar geldikten sonra da namazımızı kılmadan gitmeyiz... diyorlarmış.
<#><#><#><#><#><#><#>
Yukarı
|
2003-2004 ÖĞRETİM YILI BURSLARI
İyi günler,
2000 yılından bu yana devam etmekte olan Kız Öğrencilerin
Eğitimlerinin Burslarla Deteklenmesi Projesi kapsamında burs alan
öğrenci sayısı siz değerli burs verenlerin katkılarıyla 250'ye ulaştı.
Sizlerinde bildiği gibi 2002 - 2003 eğitim-öğretim yılında burs
miktarlarımız ilköğretim öğrencileri için 25 milyon, lise öğrencileri
için 40 milyon, üniversite öğrencileri için ise 60 milyondu. İçinde
bulunduğumuz ekonomik koşulları göz önünde bulundurarak 2003 - 2004
eğitim öğretim yılı için burs miktarlarını % 30 oranında
arttırılmıştır.
Veri tabanımızda bursa ihtiyacı olan 100 kız öğrenci bulunmaktadır.
Söz konusu öğrencilerin, 68 tanesi ilköğretim, 23 tanesi lise, 9
taneside ünv. öğrencisidir. Projemizi çevrenizdeki insanlara anlatarak
veri tabanımızda bulunan öğrencilerimizin eğitimlerinin burslarla
desteklenmesi konusunda bize yardımcı olabilirmisiniz?
Başta GAP BKİ Bölge Müdürlüğü, burslu öğrenciler, öğrenci aileleri ve
ÇATOM'lar adına desteğinizden dolayı hepinize çok teşekkür ediyorum.
Saygılarımla,
Adalet BUDAK
adalet@urfa.gap.gov.tr
Yukarı
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://www.merhaba.ca/
CTES olarak, 2000 yılından beri Vancouver, Kanada'da sizlerin hizmetinizdeyiz. Kanada ve Türkiye arasında eğitim alanında bir köprü görevi görerek, kaliteli ve etkili eğitim olanaklarını en ekonomik şekilde sizlerin hizmetine sunmaktayız
http://www.benotesi.com/
Benötesi Psikolojisi yani BP, öncelikle her insanın derinliklerinde, genelde bilinen, güncel hayata yansıyan yönünden daha yüce bir yönü, olduğuna inanır.
http://www.eurobasket2003.com/uk/hem.asp
Avrupa Basketbol Şampiyonası başlıyor. 12 Dev Adam'a başarılar.
http://www.sevginehri.net/kahvefali.asp
Yoruldunuz. Sıkıldınız. Şöyle güzel okkalı bir türk
kahvesini hakkettiniz değil mi? Hadi kahveyi içtiniz diyelim.
Kahve içildikten sonra fal bakmamak olmaz. İnsanoğlunun
bitmeyen merakı: Geleceği bilmek . Kahveyi fincanın hep aynı
noktasından içmişsiniz. Fincan çoktan ters çevrilmiş bile.. Tabii
önce bir dilek tutmuşsunuz. Aman dilek tutarken unutmayın
fincan başınızın üstünde saat istikametinin tersi yönünde
üç kez çevrilmeli..
akin@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
Stamp v2.4 [1.9M] W9x/2k/XP FREE
http://www.klingebiel.com/tempest/hd/Stamp.htm
Dijital fotoğraf makinası kullananlara olmazsa olmaz bir program öneriyorum buggün. Bildiğiniz gibi bu makinelerden bilgisayara yüklediğiniz resimler genellikle "DSC00001.JPG"le başlayan artan sayılarla devam eden isimler alırlar. Bu durumda hangi resmi hangi tarihte çektiğinizi unutur şaşırıp kalabilirsiniz. Oysa bu program fotoğraf makinenizden yüklediğiniz resimlere üzerindeki tarih damgalarına bağlı olarak tarih ve saat den oluşan isimler koyuyor ve istediğiniz klasöre kopyalıyor. Tasnif etmesi de saklaması da oldukça kolaylaşıyor. Ben kullanmaya başladım bile, sizlere de gönül rahatlığıyla önerebilirim.
Yukarı
|
|
|