|
|
|
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 341 |
10 Eylül 2003 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Diş Figürlü Necefli Maşrapa!.. |
Merhabalar,
Bizim Kahve Molası adeta benim günlüğüm olmuşda haberim yokmuş. Şöyle bir taradım, karnım ağrısa yazmışım, dişim tutsa yazmışım, gezmeye gitmiş yazmışım. Özel hayat diye birşey kalmamış. 2 gündür bir garip diş ağrısı çekmekteyim. Tabiki sürpriz falan değil. Tıp literatüründe buna dense dense "gayri kabili rücu akut mazo sendromu" denir. Taa 21 Kasım 2002'de sizlere dişimde oluşan kovuktan sözetmişim. Arada geçmiş 10 ay, ben bir dişçiye gitmemişim. Yuh olsun bana. O kovuk olmuş bir mağara, yetmemiş yanındakilere komşuculuğa gitmek için dehlizler kazmış, sanırsın Saddam saklanmak için yeraltına inmiş. Mağara oluşumuna maruz kalan dişte sinir falan hakgetire de dehliz kazıp ulaştığı sağlam dişler isyan bayrağını çekmiş. Yüzümün sağ tarafı bende değil Bodrum'da tatilde sanki. Korku yüzünden bu hale getirdiğim dişlerime bir özür borcum var. İlk fırsatta, yani önümüzdeki 10 ay içinde, koltuğa oturup yıkama yağlama yaptıracağıma and içerim. Bak sevgili dişim verdim sözü haydi bırak artık sızım sızım sızlanmayı da şu molayı sağ salim bitirip yollayayım. Şakası bir yana. Hani öyle beni yerlerde süründürecek kadar ağrımıyor ama arada bir kendini hissetmemi istediğinde tüm konsantrasyonumu da bozmaktan geri kalmıyor. Evde bulduğum yegane ağrı kesici olan apranax'tan 2 tane yuvarladım ama gözüm kalanlarda. 5-10 tane daha içsem rahatlarmıyım yoksa diş yoluna gitti niyazi mi olurum onun ayırdına varamıyorum. Gelin ben bu diş muhabbetini burada keseyim ve sizleri bugünkü molayla başbaşa bırakayım. Hem biliyor musunuz, sol el sağ yanak üzerinde baskı uygularken, açıkta kalan sağ el ile hem klavyeyi hem de fareyi idare etmek epeyce güç oluyor. Bilmem anlatabildim mi? Hayırlı sabahlar...
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
|
AKIL OYUNLARI : Prof. Dr. Nevzat Tarhan NARSİSİSTİK RUH HALİ |
|
Narsisistik kişiliğin ana teması büyüklük duyguları, başkalarını anlayamama ve başkalarının değerlendirmelerine aşırı duyarlılıktır.
Kendilerini özel ve önemli görürler, sıradan bir insan olmaktan çok korkarlar. Kendilerinin özel olduğunu göstermek için çabalarlar. Tıpkı köpek balıklarının boğulmamak için devamlı yüzmek zorunda oldukları gibi narsisistler de depresyonun derinliklerinde boğulmamak için övgüyle beslenir özel olduğu hissini hep yaşamak isterler.
Temel Özellikleri
1 Kendilerinin önemine ilişkin büyüklük duyguları taşırlar, başarı ve yeteneklerini abartırlar.
2 Kendilerini özel ve önemli görürler, hep saygı görmeyi beklerler.
3 Hayal dünyalarında güç, başarı, şöhret, para, güzellik ve aşk ön plandadır.
4 Övgü ile beslenirler, iltifat edilmesi için ortam hazırlarlar.
5 Eleştiriye aşırı duyarlıdırlar. Eleştiriye iyi amaçlı eleştiri bile olsa aşağılanmış olma, öfke ve utanç duyguları ile tepki verirler.
6 Menfaatçidirler. Kişiler arası ilişkileri kendi çıkarlarına kullanırlar. Kendi amaçlarına ulaşmak için hile ve aldatmayı normal kabul ederler.
7 Kendilerinin ancak özel kişiler tarafından anlaşılabileceği kadar özel olduklarını düşünürler.
8 Empati yapamazlar. Başkalarının ne hissettiğini, ihtiyaçlarını anlayamaz ve hissedemezler. Arkadaşı hasta olup randevuya gelemezse kızar, şaşırır onu anlayamaz.
9 Kin, öfke, kıskançlık duyguları fazladır. Acıma, affetme gibi duyguları kendi çıkarlarına göre hisseder ve kullanırlar.
10 Hak duygusu hep kendine yöneliktir. Hak kazandığı, kayırılması gerektiği, sırada beklememesi gerektiği, hep kendisine ayrıcalık yapılması gerektiği beklentisi içindedirler.
11 Büyük ideallerine kavuştuklarında gerçek kişilikleri daha çok ortaya çıkar. Her masada farklı konuşmak durumlara göre ilkeleri değiştirmek yaşam felsefeleridir.
Narsisistlerin Korkuları ve Başarıları
Mezarlıkta ıslık çalarak geçmek pek çok kimsenin yaptığı şeydir. Gerçekte son derece korkuyordur. Fakat korkmuyor taklidi yapmak zorundadır. İşte bunun gibi narsisistlerin bir kısmı eksiklik, aşağılık duygularını bastırmak için kendilerine güveniyor rolü yaparlar. Fakat bu rolü içselleştirdikleri için güvenli gözükürler.
Korku ile güven arasında zihinsel duvar çok incedir, her an yer değiştirebilir. Amacı bir insandan daha fazla bir şey olduğunu ispatlamak olan bir kişi düşününüz. Bu kişinin en büyük korkusu sıradan bir kişi olmaktır. Dünyada en büyük ve değerli şey olarak kendilerini hissettikleri için bunu kanıtlama çabası içinde çırpınırlar, çok çalışırlar. Bunun için yetenekli ve iddialıdırlar. Bilim, sanat, spor, politika, komutanlık, liderlik ve ticaret gibi rekabet edilen her şeyi bu kişiler keşfederler dersek abartılı olmaz. Bu kişileri dengelemeye çalışan din adamlarının azizlik ve velayet derecelerinin artması da insanlığa ikinci faydalarıdır.
Narsisist insanların yaptıkları işlerden hoşlanırız ama kişiliklerinden nefret ederiz. Liderlerin pek çoğu narsisistdir. Hitler canlı bir örnektir. Liderlik ile narsisistlik ince bir duvarla ayrılır. Liderlik bittiğinde narsizm başlar. Liderlerin çevresindeki dalkavuklar onların içlerindeki narsisit yönlerini beslerler, büyütürler ve onları narsisist canavar yaparlar.
Bunun için demokrasi insanlığın geldiği en ileri olgunluk düzeyi oldu. Çünkü demokraside muhalefet vardır. Eleştiri açıkça yapılır. Böyle bir lider narsisistlik eğilimindeyse onun hatalarının, yanlışlarının, zayıf taraflarının söylenebilmesi sorumlulukla dengelemeyi sağlar. Tarihte başarılı olmuş ve sevilen liderlerin arkalarında onu sorgulayan ve sorumlu davranmaya yönlendiren manevi bir liderin olması tesadüfi değildir. Eski Yunan'da Sokrates, Aristoteles, bizden Akşemseddin ve Şeyh Edepali gibi kişileri sayabiliriz.
Öncelik İçgüdüsü Taşırlar
Bir narsisist kendisi için iyi olanın tek iyi ve tek yol olduğuna inanıyor ve vazgeçmiyorsa onun hata yapmasını beklemek fakat onaylamadığınızı belli etmekten başka yapacak bir şey yoktur.
İnsan da içgüdüsel olarak ilk ve evvela kendini sevmek, kendi ihtiyaçlarına öncelik verme duygusu vardır. Başkalarını düşünmek, başkalarının ihtiyaçlarını önemsemek egomuzun hoşuna gitmez. Ancak insan gibi yaşamak için egomuzun bu yönünü dengelememiz gerekir "önce can sonra canan" adil bir duygu değildir. Önce doğrular ve ilkeler can veya canan hoşlansa da hoşlanmasa da diyebilmek bilgece davranıştır.
Narsisist kişilerin başkalarının ihtiyaçlarını, arzularını, yeteneklerini, isteklerini görme kabiliyetleri gelişmemiştir. Bu sebeple empati yoksunluğu onları sevenlere acı çektirir. Onları sevenler kimliksiz olmak zorundadırlar.
Ben merkezci narsisistleri seven pek çok eş veya kişi onların kendilerini sevmeme nedenini araştırırlar ancak bulamazlar. Kusurları kendilerinde ararlar. Böyle narsisistlerin sevgilileri hayatlarını mahvederler. Büyük çapkınların, büyük politikacıların önemli kısmı narsisisttir. Bir şeye ihtiyaçları olduğu zaman empatiye sahipmiş gibi davranır ve rol yaparlar. Etkileyici, çarpıcı, rol yapıcı davranışlarını çoğu zaman farkında olmadan gerçekleştirirler. Alçakgönüllü rolü oynarken bile egolarını parlatmaktadırlar. İkiyüzlülükten farklı yönleri, bu davranışları kişiliklerinin gereği olarak yaparlar.
Satışı İyi Yaparlar
İnsanları etkileme,göz boyama konusunda çok başarılıdırlar.Karşı taraftaki kişinin neyi duymak istediğini çok iyi fark ederler.Hayranlık duygusu uyandırıncaya kadar işe devam ederler.İleri narsisistler hayranlık duygusu uyandırdığı kişiyi artık yok sayar,küçümser.
Kendilerini övmekten utanmazlar.Zeki narsisistler gizli övünmeyi çok yaparlar.Toplantılarda soru sorarken en az konuşmacı kadar çok şey bildiklerini göstererek yorumlar yaparlar.Kendisiyle dalga geçiyor rolü bile oynayabilirler eğer alkış getirecekse.
Ünlü kişileri etkilediklerini sözleri arasına sıkıştırırlar.Çevre tarafından akıllı ve yetenekli olarak bilinirler.İlk tanışmalarda çok etkileyicidirler.Uzun beraberlikte bencil ve çıkarcı yapıları nedeniyle kendilerinden nefret ettirirler.Fakat elde ettikleri güç,para,şöhretle insanları kendilerine bağlarlar.
Vitrinleri dolu ama gönülleri boş olan böyle kişilere nasıl davranacağınızı yazımızın sonunda okuyacaksınız.
Çok Çalışırlar
En büyük korkuları sıradan olmak olduğu için ve kendilerini üstün görmeye devam etmek amacıyla,başarılı olmak zorundadırlar.Çalışıp zafer kutlamak en büyük doyumlarıdır.
Çoğu işkoliktir, ne istediğini bilir amacına kitlenir. Amerikan Kapitalizmi yaratıcılığı ve üretimi arttırmak için bu kişilik özelliğini teşvik ediyor.Para, şöhret, güç getiren işler çok sistemin motoru oluyor. Adil olmayan çabaların, toplumda zayıfların ezilmesi sonucunu doğurarak sosyal barışı zedeleyeceğini söylemeye gerek var mı ?
Adil Değildirler
Kendilerini özel olarak gördüklerinden herkes için geçerli kuralların kendileri için geçerli olmadığına inanırlar. Hukukta "adalet zayıf sineklerin takıldığı, kuvvetli sineklerin delip geçtiği bir ağdır" şeklinde bir söz vardır. Bu söz narsisistik ahlak sahibi kişiler için söylenmiş olsa gerek.
Her yerde kırmızı halı ile karşılanmak isterler. Bu olmazsa bozulurlar ve acımadan bozarlar.
Eğitimli olmayan narsisistlere sıra beklemek, kuyruğa girmek, çevrelerini temiz bırakmak, trafikte öne geçmek zevk verir. Kuralları ustaca atlatmak insanları enayi yerine koymak, başkalarını kullanmak onlara keyif verir. Böyle davranışları başkalarına anlatmak ise onlar için ayrı bir zevktir.
Yarışmacıdırlar
Narsisistik özellikteki kişiler rekabeti severler. İhtiraslı ve doyumsuz yapıları nedeniyle hep ölesiye mücadele ederler. Hiyerarşiyi çok iyi bilirler. Giyimleri, kullandıkları araba, kiminle birlikte göründükleri, yaşadıkları yerler tesadüfi seçimler değildir. Bir şeyi sevgi için yapmayı, aşık olmayı aptalca görürler. Güç ve statü takıntıları nedeniyle kazanmak için ellerinden ne gelirse yaparlar. Hile ve yalan amaca ulaşmak için gerekirse kullanılacaktır. Machiavelli'nin felsefesi çok hoşlarına gider. "Gayeye ulaşmak için her yol caizdir" düşüncesi onlar için rehber olmuştur.
Hile ve yalanı kullanma eğilimleri onları en tepede tutmaya götürebilir. Fakat balonları söndüğünde de narsisistik yaralanma yaşarlar. Düşünmeden yaşamlarına son vermeye karar verebilirler. Kendilerine göre yaşam sebepleri ortadan kalkmıştır. Kuyunun dibinde yaşamaktansa ölmek daha doğrudur onlara göre. İyi yarışmacı ama kaybetmeyi bilmeyen bu kişiler mutlu olamazlar.
Eleştiriye Tahammülsüzdürler
Hata yapmaktan çok korktukları için hatalarının söylenmesini hemen kişiselleştirirler. En basit eleştiriyi kişiliklerine yapılmış bir müdahale, onlara atılan bir ok gibi görürler. Kendilerini aşağılanmış gibi hissederler bu onları çok sıkar.
Kendi hataları konusunda objektif davranabilme becerisi kazanamadıkları için eleştiride ısrar ederseniz sizi suçlamaya başlayacaktır. Sizin yanıldığınızı ispat etme çabası ilk yapacağı şeydir. Eğer haklıysanız sizi küçük düşürerek tatmin olma yolunu seçecektir. Bu haliyle narsisisti zavallı bir çocuğa benzetebiliriz. Eleştiriyi kendisine haksız bir saldırı gibi algılıyor doğru-yanlış ikileminden geçirmiyor ve nefret uyandırıyor.
Narsisistik kişi ile ilişki kurmak zorunda iseniz kararlı ve tutarlı olmalısınız. Ne istediğinizi tam olarak bilmelisiniz. Pazarlık yapmadan karar vermemelisiniz. Böyle insanlarla sağlamcı iş yapmak, bedeli peşin almak gerekir, yoksa çok incinirsiniz.
Yardım Sevmezler
Narsisist kişiler kendi çıkarlarının söz konusu olmadığı bir şeyi yaptıkları pek görülmüş değildir. İnsanların çıkarları onların çıkarları ile çatışmadıkça çok uyumlu çalışırlar.
En büyük tutkuları ve fantezileri dünyanın en akıllı, en yetenekli, en iyisi olduklarına inanmalarıdır. Yardım ederken kendi isimlerinin geçmesi, heykellerinin dikilmesi, şirketlerinin başında adlarının yazması paradokslarıdır. Kendilerine iyi dedirttirmek için yardım ederler. Bu nedenle gizli yardımı onlara yaptıramazsınız. Bu tarz yardımlar bunların egolarını cilalar. Kimliklerini belirtmeyen yardıma onları zorlamak ego eğitimleri için gereklidir.
İlk Aşkları Kendileridir
Yaşadıkları diğer paradoks da sevecen görünmeleridir. Sevgi doludurlar, insanları rahatlatırlar. Sizi sevdiklerini sizi düşündüklerini zannetmeyiniz. Onlar sizdeki çıkarlarını severler. Sevgileri hep koşullu sevgidir. Aşık oldukları, koşulsuz sevdikleri tek varlık kendileridir. Çıkarı yoksa en yakınını bile umursamazlar. Aynaya baktıklarında kendilerini görmezler hayallerindeki kişiyi görürler. "Ayna ayna söyle var mı benden daha güzeli" narsizmin simgesi olmuştur.
Tatminsizdirler
Sıradan insan olmak korkuları,hep daha çok şey istemeleri,yetinme duygularının olmaması onların hırslı olmalarına neden olur.
Kendilerinin gerçek sınırlarını bilemezler. Kendilerini bir bütünün parçası gibi görmedikleri ve her şeyi kontrol edebilecekleri duygusu sürekli gerilimde olmalarına neden olur. Küçük bir düzensizliği, eleştiriyi ve hatayı tehdit olarak algılarlar.
İnsanların ona hep haksızlık yaptıklarını düşünmelerini, onu memnun etmek için yeterince çaba harcamadığını inanmaları onları gerer.
Kendilerinden ve başkalarından beklenti standartları yüksektir. Bu sebeple sık sık sinirlenirler.
İnsanların istek ve emirlerini kasten unuttuklarını düşünürse huysuzlukları artar.
Canları sıkıldığı zaman herkesinde canını sıkarlar. Kazanamadıkları zaman çok öfkelenirler, psikolojik terör havası doğururlar.
Depresyona girme eşikleri çok düşüktür. Kızgın, sinir bozucu, ruh karartıcı halleri sık yaşarlar. Depresyondadırlar fakat kabul etmezler. Depresyonu örtülü şekilde yaşarlar. Öfkelilik, içki-sigaraya düşme, unutkanlık, bedensel arazlar şeklinde maskelenmiş depresyonla hekime zorla başvururlar.
Mutlu olmayan, gergin, öfkeli, incitici ve küstah halleri nedeniyle zor insanlardır. Doymayı bilmezler çünkü psikolojik olarak açgözlüdürler.
Güçlü İnsanlar Yanlarında Barınamaz
Narsisist kişiler kendilerinden çok emindirler. Bu kendilerinden emin ve güvenli halleri bunlardan kuşku duyan kişiler için çok çekicidir.
Narsisistler birisini yanlarına almak istedikleri zaman onu kendilerinin gezegendeki en iyi ikinci insan gibi hissetmelerini sağlarlar. Böyle üstün bir insana yakın olmanın minnettarlığı ile elinden gelen her şeyi yapan ikinci adamlar narsisist kişinin en önemli yardımcılarıdır.
Minnet ve vefa duyguları pek yoktur. Daha az şey yapıp daha çok isterler, minnet duygusunu başkalarından beklerler. Başkaları iyi insan olmak için vermelidirler ve böylece sömürmeye devam ederler.
Huysuzlanırlar ve hata yaparlar. Böylece narsisist kişi onları tükürür atar. Güçlü kişiler narsisistik kişinin kendilerini kullandığını hemen fark eder, ilkelerini ortaya koyar. Böylece yolları hemen ayrılır. Zayıf kişiler sürekli vererek ilişkiyi devam ettirirler. Aldıkları psikolojik tatmin onları yanlarında tutar. Kimliksiz kalmayı kabullenirlerse beraberlik sürer gider.
BİR TEST
"Doğru cevaplar narsisistik özelliği gösterir."
1. Büyük, ünlü, zengin olma hayalleri vardır. Bu hayaller gerçekleşmiş gibi davranır.
2. Kendisini önemli bir kişi görür. Gerçekte de akıllı ve yeteneklidir.
3. Bu insan yaşıtlarından daha fazla şey başarmıştır.
4. Başkalarını kolayca karalar.
5. Başkalarının kusurları ile ilgilenmek hoşuna gider.
6. İsteği yapılmayınca sinirlenir, gerekçeyi önemsemez.
7. Kendi hatalarının farkına varmazlar.
8. Hatasını kabul etmek zorunda kalırsa kolayca depresyona girer, abartılı kötü duygular gösterir.
9. Kendinden daha iyi tanınan ve bilinen insanların hiç de o kadar büyük olmadıklarını söylemeye çalışır.
10. Amacına ulaşmak için başkalarını kullanmanın yolunu bulur.
11. Her şeyi kategorize ederek kendisi için en önemliye öncelik verir.
12. Görüştüğü, yaşadığı kişilerde çok seçicidir.
13. Giyim ve kullandığı arabada özel olduğunu hissettirir.
14. Başkalarından bir çıkarı olmadıkça onların duygularına, düşüncelerine aldırmaz.
15. Sorumluluklarına sahip çıkması istendiğinde kendisini baskı altında hisseder.
16. Kendisini özel hissettiği için kuralların kendilerine göre düzenlenmesini ister.
17. Bir toplantıda soru sorarken konuşmacıdan fazla bildiğini göstererek yorumlar yapar.
18. Sık sık yanlış anlaşıldığından yakınır.
19. Sık sık kendisine haksızlık yapıldığından söz eder.
20. İnsanlar başarılarını sever fakat kişiliklerini sevmez.
21. Rekabeti yarışmayı severler fakat kaybetmeye tahammülsüzdür.
22. Eleştirildiklerinde kendilerinin kıskanıldığını düşünür.
23. Ona göre idealine uymayan şeylerin değeri yoktur.
24. Başarı, güç, zenginlik ünlü olmak konuları birinci derecede ilgi alanlarıdır.
NARSİSİSTLERE NASIL DAVRANILMALI ?
Birincisi oldukları gibi kabul edilmeleri, ikincisi başınızdan atıp kurtulmalı. Eğer ikisi mümkün değilse onlara değişmeyi öğretmek olan zor yolu seçeceksiniz.
Onlara değişme motivasyonu sağlayacak iki önemli şey vardır.
Biricisi; değer verdikleri şeyin kaybının çok yakın olduğunu hissetmeleri.
İkincisi; ciddi olduğunuza inanmalarıdır.
Duyarsızdırlar ama aptal değillerdir. İyi bir destek planı yaparak ilgilerini çekmek mümkün olacaktır.
Mümkünse kararlı ve tutarlılığınızı göstererek onun hatalarını madde madde yazıya dökünüz. Açık ültimatom yegane şanstır.
Bazı Öneriler
1. Eleştirisel düşünün. Onların göz boyayıcı olduğunu unutmayın.İlgi alanlarınıza girerek sizi etkilemelerini böyle önlersiniz.
2. Kendi amacınızı bilin. Kendisini tanıyan bir kişiyi hiçbir narsisist kullanamaz. Karşılıklı çıkar ilişkisi içinde kalırlar.
3. Hemen karar vermeyin. Büyük fikirler başlangıçta çarpıcıdır fakat abartılı fikirler doğrulanmalıdır. Başkalarına danışın.
4. Narsisistler kendi egolarından daha büyük bir şeyin olmadığı dünyada yaşamak zorundadırlar. Siz büyük bir şeyin parçası olmaktan mutlu olduğunuzu onlara hissettirin.
5. Söze göre değil davranışa göre hareket edin. Narsisistik kişi ile yaşamak ve uğraşmak zorunda iseniz kararlı ve tutarlı olmak zorundasınız. Bunu ilişkinin ilk başında kabul ettirmelisiniz. Narsisistlerin çoğu zora gelmeyi sevmezler yan çizerler, hedef ve menfaatlerini değiştirirler. Para değeri, iş bitirme süresi net olarak belirlenmelidir.Narsisistik kişiyi denetlemezseniz büyük risk altındasınız demektir. Sözlerinden kolayca dönebilirler çünkü tek kutsalları kendi çıkarlarıdır.
6. Empatiyi anlayamazlar ama empatideki kendi çıkarları ile yüzleştirerek empatik davranmaları sağlanabilir.
7. Öfkeli narsisiste saldırgan davranırsanız birden mazlum olabilmek konusunda inanılmaz potansiyel gösterirler. Haklıyken haksız duruma düşersiniz.
8. Kendi sınırlarınızı belirleyin. Kendilerini kral gibi görürler. Sokaktaki kedi gibidirler. Verdiğiniz yiyecek bittiğinde arkalarına bakmadan çekip giderler. Nankör davranışlarını onaylamadığınızı hissettirin ama kavga ile sonuç alamazsınız. Bedel ödemesini beklemeyin.
9. İşler sarpa sarınca mutsuzlaşırlar böylece yakalarını kurtarmaya çalışırlar. Bu hallerine aldanmayın. Suçlarını huysuzluğunu haliyle her şeyi itiraf eder gibi kendilerini suçlarlar. O anda sakin olun ama değişeceğini düşünmeyin.
10. Narsisist övgü ödülünü zor bir şey başardığı zaman almalıdır. Kesinlikle kişiliği övülmemeli, yaptığı davranış övülmelidir. Zor iş yapmada övgü yapmayı daha çok isterler.
11. Eleştiri onun için kolayca kötü kullanılacak silaha dönüşebilir. Eleştirdiğinizde sizi pişman edebilir. Eleştiriyi yüzde yüz haklı olmadan yapmayın, doğaçlama eleştirmeyin, eleştirirken amacınızı iyi belirleyin. Eleştiriye başlamadan önce iyi anını bekleyin, izin alarak eleştireceğinizi söyleyin. Kişiliğini değil davranışını eleştirin. Sen dili ile değil ben dili ile konuşun. Yoksa kolayca savunmaya geçecektir. Suçlayıcı ve yargılayıcı sözler yerine nötr sözler kullanın. Önemli bir konuşmaya hazırlanıyor gibi hazırlanmadan eleştiriye başlamayın. Ona daima çıkış yolu bırakın. "Belki ben yanılıyorum ......." gibi söze başlayın. Hemen cevap beklemediğinizi, daha sonra tekrar konuşabileceğinizi anlatın.
Narsisist kişilerin yapmaları gereken en önemli şey dünyanın geri kalanlarıyla ilişki kurmalarını öğrenmeleridir. Çevrenin kararlı, tutarlı tutumu ile bu kişilerin ruhları gelişip egolarının boyuna ulaşır. Empatiyi öğrenmek zor iştir.
Öğrenmeleri gereken ikinci şeyde her istediklerinin kendi menfaatlerine olmadığıdır.
Eğer siz narsisist iseniz bunu fark etmeniz yüzde elli başarı demektir. Başkalarını anlamak ve değerlendirmek, eleştiriyi dinlemek, kendinizden söz etmemeye çalışmak kimliğinizi belirtmeden yardım etmek, yardım sever faaliyetlere kendinizi katmak amaçlarınız olsun.
İyi insan olmak için kişilik gelişim çabasına katılın yine başaramıyorsanız profesyonel yardım alın.
Nevzat Tarhan
ntarhan@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Mektebişahane : Rana Aslanbay Aydın |
TRAJİ-KOMİK BİR DEPREM HİKAYESİ
Öfffff, tanrım bu ne sıcak bir gece, yatağın içinde dönüp duruyor ama bir türlü uyuyabileceğim serinlikte bir çarşaf köşesi bulamıyorum. Terimle ıslanmış yastığımdan ateş fışkırıyor sanki. Boynum öylesine ıslak ki, yastığın üzerinde barınamıyor, ha bire sağa sola kayıyor. Olmuyor, olmuyor, uyku tutmuyor... Ne koyunlar kaldı saymadığım ne de diğer hayvan çeşitleri... Pencere ardına kadar açık. Dışardan görünme endişesi duymadan perdeyi bile açtım, olası bir rüzgar kırıntısına engel olmamak için. Ama boşuna... Bir de yüzüstü mü yatsam acaba, belki bu sefer denk gelir uyku-sıcak-beden üçlemesi. Neyseki yatak geniş, bu gece eve çok geç gelen eşimin yerini oğlum kapıvermiş de, küçük bedenine değmeden yatmak zor olmuyor.
Bu ne sesi, rüzgar mı çıkıyor ne? O kadar bekledim rüzgarı, ama neden serinletmiyor, neden ürpertiyor içimi? Yok yok, bu başka bir şey, fırtına mı çıktı ne? Uğultusu geliyor ama bu uğultu çok derinden geliyor... Pencere çarpacak galiba, bu nasıl da ani bir değişiklik, hava sapıttı iyice...
Ooooo, hayır, olamaz, DEPREM bu, evet evet DEPREM bu... Çocukluğumun korkulu rüyası... Kabuslarımın efendisi... Ben, ayaklı Richter, nasıl oldu da bunu hemen anlamadım... Beklemeli miyim biraz, yoksa hemen fırlamalı mıyım? Oğlum var, oğlum var, onu saklamam gerek. Gel bi-tanem gel seni korumalıyım, seni korumalıyım.......
Birden derinlerden gelen bir sesle kendime geldim; "anne boğulacağım neredeyse, sıkma beni, rahat bırak" . Can havliyle nasıl da sıkı sarılmışım bebeğime, nefes alamaz hale getirmişim onu...
Bu arada birden bire kapıdan içeriye beyaz iç çamaşırı ile bir adam dalıyor, kocam bu, "kalkın, kalkın deprem oluyor" diye bağırırken ona çok bilmiş bir tavırla "evet, sakin ol, panik yapmadan karar verelim" diye sesleniyorum ama galiba bu sesi benden başka kimse duyamıyor. Evin her köşesinden sesler geliyor ama en çok pencerenin çarpışı ve o ürpertici uğultuyu duyuyorum.
İç çamaşırlı adam gerisin geri odadan fırlıyor, bir saniye sonra geri dönüp, yatağın ayakucu tarafına dizilmiş olan gardrop modüllerinden birine, Leonardo Da Vinci'nin Modulo'su gibi, gerilerek yapışıyor. Dolaplar öylesine duvara vuruyor ve gürültü yapıyor ki, sanırım üzerimize devrilmesine engel olmaya çalışıyor.
Evin erkeği, aile babası, koca adam, bir bildiği olsa gerek, hemen ona yardıma koşmalıyım. Nefessiz bıraktığım oğlumu bırakıp bu kez de gardroba yapışıyorum. Yanyana iki ayrı gardrop modülüne yapışmış bir şekilde dururken aklıma giyinmek geliyor. (kimbilir arkadan ne kadar uyumlu bir çift görüntüsü çizmekte idik) Eşime ve oğluma "giyinin çabuk" diye emrediyorum. Karşı konulmaz bu emre oğlum hemen uyuyor. Neredeyse gardropla tekvücut olan sevgili kocam, koparılırcasına dolaptan ayrılıyor ve yine oda kapısından kayboluyor. Ben de salona bakmalıyım, bir ses de oradan geldi çünkü... Koşarak salona gidip raftan düşüp kırılan iki parça seramik heykelime üzülemiyorum bile, aklım kırıkların batmamasında... Hemen ayakkabılarımı ayağıma geçiriyor ve eşim ve oğluma bir kez daha kükrüyorum; "ayakkabı giyin hemen, seramikler kırılmış". Bu emrime de sorgusuz sualsiz oğlum uyuyor sadece.
Bu arada bir kapı açılma sesi arkadan da karşı dairenin kapısından gelen yumruklama seslerini anlamaya çalışarak kapıya koştuğumda, iç çamaşırlı adamın hâlâ iç çamaşırı ile, ama karşı dairenin kapısını yumruklamakta olduğunu görünce, kolundan tuttuğum gibi bizim eve doğru savurmaya yelteniyorum ama ağır geliyor, itelemekle yetiniyorum. (Karşı dairenin kapısı açılsa idi acaba ev sahibi gördüğü manzara karşısında ne düşünürdü acaba?) Giyinmekle ilgili emirlerimi bir kez daha yineliyorum. "Jim'e haber verelim, Jim korkmuştur, yukarıda yatıyor, korkmuştur" diye anlamsız bir cümle kuruyor ama onu dinlemiyorum tekrarlıyorum emrimi; "çabuk giyin".
Bu kez başardım galiba, bir kaç saniye içinde giyinmiş bir adam antrede beliriyor, oğlum ise "anne bu t-shirt ile bu şort uydu mu" diye bir cümle kuruyor. Bu çocuk ne zaman bu kadar süslü oldu ki..... Bağırmaktan başka çarem kalmadı. Acele etmeliyiz... Tanrım biri büyük biri küçük ama iki erkekle başa çıkmak ne kadar zor... "Çabuk olun, çabuk olun, arabaya koşun" diye bağırıyorum.
Merdivenleri nasıl indiğimizi hatırlamıyorum, inerken elektrikler kesiliyor, neyseki ikinci kattayız, yolumuz çok uzun değil. Sokağa ulaştığımızda sokakta yalnız olduğumuzu görüyorum. Saatlerce sürdüğünü sandığım hazırlık safhasını mahallede ilk bitiren biz olmuşuz meğer. Nihayet giyinmiş olan kocama baktığımda, direksiyonu ona emanet edemeyeceğimi hissediyorum birden. İkisini de tıkarcasına arabaya bindirip, bizim sokaktan fırlarcasına çıkıyorum, Fenerbahçe sahiline doğru. Amacım ne, amacım stadyuma doğru gitmek. Geniş bir alan bulmak. Bu arada yanımdaki koltuktan hep aynı sesi duyuyorum; "şu sokağa sapsana, Tophane şuracıkta, korkmuştur onlar, bakmam gerek".
Birden anlıyorum olan biteni; on gündür gecesini gündüzüne katarak bir sempozyum organizasyonu ile meşgul olan sevgili kocam, sorumlu olduğu yabancı misafirlerin, Tophane'deki misafir evinde kurtarılmayı beklediğini görüyor rüyasında, gözü açık, benimle irtibat kuruyor ama hala uyuyor. İşte o anda paniğe kapılıyorum, bir tokat atsam uyanır mı diye hızlı bir fikir geçiyor kafamdan ama ya o da bana bir tokatla cevap verirse diye düşünerek vazgeçiyorum. Bir şey yapmam lazım, ne yapsam acaba, ne yapsam acaba... Avazım çıktığı kadar bağırıyorum "uyan artık, uyan artık".
Veee başardım, uyuyan güzelden bir şaşkınlık ifadesi geliyor şimdi "ha, ne oldu, neredeyiz?"
Ohhh, neyse... Bu ne ağır bir sorumluluktu böyle, üç kişilik sorumluluk bir kişiye çok fazla, hem de deprem fobisi olan bir kişiye.
1999 Gölcük depreminde kaybettiğimiz binlerce kişi anısına......
Rana Aslanbay Aydın rana@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Hariçten Gazel Okuyan Kahveci: Sait Elibol |
Mototren gelmez ola, düdüğünü çalmaz ola...
Yaşamın renkleri çoğu zaman sıkıcı rutinin içinden çıkma cesaretini gösterebildiğimizde karşımıza çıkar. Düşünceyi eyleme dönüştürmeyi becerebildik mi, işte o anda değişim yakalanmıştır. Ben de bir şeyleri değiştirmek adına hadi bu sefer de Denizli'den İzmir'e trenle gideyim dedim. Hoş; ilk değişimi zorunlu olarak yürüyüşümde yaptım zaten. Fabrikada çocukların; ''Abi sensiz olmuyor vallahi!'' gazına gelip, kırkından sonra hala top oynayacağım diye tutturunca olanlar oldu. Yan bağlar zedelendiği için (öff, futbol terimine bakın siz!) onbeş gündür topallayarak yürüyorum.
Bir önceki akşam üzeri gara uğrayıp tren hareket saatlerine baktığımda saat sabahın beş bilmem kaçında kalkan ilk treni gözüme kestiremediğim için altı onüçte kalkan ikincisini seçtim.
Yıllar yılıdır vücudum sabah kalkma konusunda çalar saat gibidir, hiç şaşmaz. Ben gene de garantici bir adam olduğumdan saati beşe kurdum, ancak her zaman olduğu gibi saat çalmadan birkaç dakika önce uyandım. Duş, traş falan derken lafı uzatmayalım, kendimi saat beş otuzda gara atıverdim (dedim ya garanticiyim diye). Ortalık zifiri karanlık ve sanki gece yarısı, gişenin birisi açılmış, içeride varoluş nedenini henüz bulamamış asık suratlı bir hanım görevli. Parayı alınca küçük sert kartondan bir bilet uzattı ve üzerindeki numarayı bir deftere yazdı. Herhalde boş kalmasın diye icat edilmiş bir bürokrasi olsa gerek.
Trenin, pardon mototrenin, hareket saatinin yaklaşmasıyla ve ortalığın aydınlanmaya başlamasıyla birlikte tek tük yolcular de gelmeye başladı. Bir kaçı görevlilerle selamlaştığına göre müdavimlerden olsa gerek. İki vagondan oluşan mototren yanaşır yanaşmaz ilk yolcu olarak kendimi hızla ilk vagonun sol ön pencere kenarı bir koltuğuna atıverdim (dedim ya garanticiyim diye). Saat tam altı onüçte mototren hareket edince hayretlerim bir anda üstteki açık pencereden rayların arasına saçılıverdi, çünkü böylesi tam zamanında bir kalkışı hiç beklemiyordum ve kelimenin tam anlamıyla dumura uğradım.
Kalkıştan sonra Kuzeybatı'ya gitmemiz gerektiğini düşünürken tam tersi yöne gittiğimizi farkettim. -Adam sen de, makinistten iyi mi bileceksin yolu, adam hergün gidip geliyor, otur oturduğun yerde! Hem zaten devletin mototreni, kim nereye kaçırsın ki?-
İlk durak Goncalı, Pamukkale yolu üzerinde hafta içi sakin, hafta sonu hareketli bir mesire yeri. Almanyalı Ferit'in yeri Mangallı Bahçe favorimdir. Kuzu şişi de nefistir. Hava iyice aydınlandı, hızlanarak uzunca bir süre yol alıyoruz. Tarlalarda kadınlar çalışmaya başladılar bile (erkekler kahvede sabah yoklamasına mı yetişiyorlar, yoksa hala bir yerlerinde pireler mi uçuşuyor?). Sol tarafta uzun yıllardır Bursa dışında rastlamadığım üç dört ağaç Beurre Clairgeau armudu görüyorum. Kışlık, çok lezzetli bir armuttur. İkinci durağı merak ve heyecan içinde beklerken kumanda odasındaki mükellef kahvaltıya gözüm ilişiyor birden. Taze ekmek, peynir, siyah zeytin, reçel ve çaydan oluşan kahvaltının ortakları da epey fazla. Makinist, kondüktör, yolculardan birisi veya sivil giyimli bir görevli, dördüncüsü de makinist yardımcısı (ona bu ünvanı ben veriyorum).
İkinci durağımız Sarayköy. Beş altı yolcu biniyor buradan, çok uzağa gitmeyecekleri hallerinden belli. Güneşi arkamıza alıp devam ediyoruz yolumuza ritmik bir tıkırtı eşliğinde. Kahvaltı faslı bitince makinist dışındaki görevliler uyku durumuna geçmek üzere ilk iki sıradaki koltuklara çörekleniverdiler yavaştan. Sessizliği bozan tek şey tantanı olmayan geçitlere yaklaştığımızda avaz avaz bağıran trenin düdüğü. Düdük değil havalı korna mübarek. Belki de işin raconu bu, tehlikeli bir durumun olmaması için makinist hiç durmadan çalıyor. Buharkent'e yaklaştığımızı karayoluna yakın giderken yerden fışkıran buharı görünce anlıyorum. Yol kenarlarında incir ağaçları, güneş bugün biraz hafifmeşrep, bir sağdan bir soldan görünüyor. Sabah serinliği geçip hava da ısınmaya başladığından iyiden iyiye bir uyku bastırdı.
Horsunlu'dayız, gözkapaklarım külçe, gözlerim kapanıyor, daha fazla dayanamayacağım. Biraz uyusam ne kaçırırım ki?
Gözlerimi açtığımda Selçuk' a geldiğimizi anlıyorum. Makinist ve diğerleri mototrenden inince yolcular da hemen hareket etmeyeceğimizi anladılar ki ikişer-üçer mototrenden uzaklaşmaya ve istasyona gidip açık havada beklemeye başladılar. Belli ki karşıdan gelecek treni bekliyoruz. Ben de insem mi? (Yok yok, bir terslik olur da tren hareket eder, dedim ya garanticiyim diye) Neredeyse yarım saat oluyor ineceğim artık, ne olursa olsun canım. Buz gibi yarım litre soğuk su ve küçük bir paket bisküvi ile kendime geliyorum.
Aslında trenler yavaş gitmezler ancak tek hat olmasından dolayı birbirlerini beklerler. Ama neden biz bekliyoruz ki? Bu teknik sorunun yanıtını yetkililere bırakmak en doğrusu, hem kendim seçmedim mi mototrenle yolculuğu canım? Kimse kolumdan tutup zorlamadı ya, gerilmenin ne lüzumu var şimdi?
Masallardaki gibi, ben diyeyim otuz beş dakika, siz deyin kırk beş dakika sonra karşıdan gelen tren geçip gidince hareket ettik. Çoğunluğun tipik tren yolcusu olduğu belli, deneyimli olduklarından hiç homurtu, zırıltı, gürültü, kuruntu, uğultu, mırıltı, daraltı, sıkıntı yaratmadan bu gecikmeyi doğal karşıladılar.
Sabahın altısında başlayan yolculuğumuz tam bir saatlik gecikmeyle öğlen on ikide Basmane garında sona erdi. Trenden inerken şeytan kulağıma eğilip: 'Akşam Ankara'ya Mavi Tren'le mi gideceksin?''diye sormaz mı!..
Sait Elibol elibol@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Café d'Istanbul par Mustafa Serdar Korucu |
Merhaba
Bugün sizlerle ilk olarak Türkiye'de asla olamayacak olan bir diva konserinin şarkılarından oluşan "Divas Las Vegas"ı ardından bir Hollywood klasiği haline dönüşen "Terminatör"ün son bölümü "Terminatör 3: Makinelerin Yükselişi"ni ve son olarak Eski İstanbul'a ışık tutan bir kitabı "Lara Feneri: Çakıp Sönen Anıları"nı paylaşacağım.
Zevkle dinlemenizi, izlemenizi ve okumanızı dilerim
DIVAS LAS VEGAS :
Dünyanın eğlence ve kumar merkezlerinden olan Las Vegas, Amerika'nın kavurucu çöllerinden birinin ortasında insan eliyle yaratılmış bir vahadır adeta. Bu muhteşem şehirde yapılan bir vakıf yararına verilen konserde dünya müzik piyasasının divaları buluştu. Divalar arasında kimler yok ki? "Titanic" soundtrack'i ile dünyaya açılmış olan özellikle slow şarkıların divası Celine Dion, geçen yıllarla şarap misali kıymetlenen ve asla eskimeyen Cher, country müziği dünya listelerine sokan Dixie Chicks, "Ojos Asi"den beri dünyayı oryantal ezgilerle oynatmayı başaran Shakira, misafir sanatçılar olarak katılan zenci sesli sarışın Anastacia ve Fleetwood Mac'in efsanevi bayan vokalisti Stevie Nicks. Albümde, Celine Dion ve Anastacia'nın düetinden "You Shook Me All Night Long"u, Cher'in önceki albümlerinden "Believe"i ve son albümünden "This Is A Song For The Lonely"i, Shakira'dan "Underneath Your Clothes"u, Dixie Chicks ve Stevie Nicks'ten "Landslide"ı, Anastacia'dan "One Day In Your Life"ı, Celine Dion'dan "I'm Alive"ı ve "A New Day Has Come"ı canlı performansları ile bulabilirsiniz. Albümün sonunda Anastacia'nın "Jailhouse Rock"ı, Shakira'nın "Always On My Mind"ı, Cher'in"Heartbreak Hotel"i ve son olarak Celine Dion'un "Can't Help Falling In Love"ı seslendirdiği bir finali de dinleyebilirsiniz.
Muhteşem düetlere ve şarkılara ev sahipliği yapan Las Vegas'tan gelen bu albüm kaçırılmaz.
TERMİNATÖR 3: MAKİNELERİN YÜKSELİŞİ (TERMINATOR 3: RISE OF THE MACHINES) :
İnsanlar hep sonlarının kendi elleriyle yarattıkları bir şeyden geleceğinden korkarlar. Bu korkuyu fırsat bilen Hollywood da bunun üzerine pek çok film yapmıştır. Deneyler sonucu oluşmuş ölümcül virüsler, Frankestein gibi insan eliyle yaratılmış yaratıklar, hep bu korkunun göstergesidir. Terminatör bu işe biraz da felsefe katarak elimizle yaratmış olduğumuz robotların ele geçirdiği, insan ırkını yok etmeyi amaçladığı bir dünyayı anlatıyor bize.
1984'te, ilki vizyon girmiş olan "Terminatör", makinelerin hakim olduğu, insan neslinin bu hakimiyete isyan ettiği bir kare ile 2029 yılında başlıyordu. John Connor, liderliğindeki asi insan grubu makinelerin hakimiyetine son vermeye kararlıydı. Buna karşı makineler de insanlığın son ümidi olarak görülen John Connor'ı geçmişte, daha annesi Sarah Connor'ın karnındayken öldüreceklerdi. Bunun için insan görümündeki ilk "Terminatör"ü geçmişe yolladılar. İlk kötü "Terminatör", Arnold Schwarzenegger'di. Fakat Sarah, gelecekteki insanların gönderdiği Kyle Reese sayesinde hayatta kaldı ve oğlu John Connor'ı doğurdu.
1991 yılındaki ikinci filmde senaryo on yıl ileriye gitti. Yeni yokedici çok daha gelişmiş bir "Terminatör" olan T-1000'di. İnsanlığın yolladığı ve bu kez de Arnold'ın canlandırdığı iyi robot ise yeni gönderilen makineden eski bir modeldi. İyi robotumuz Arnold, bu sefer John Connor'ı T-1000'in elinden kurtarmıştı.
Skynet'in gelişmiş makinelerinin kendi bilinçlerini kazandıkları gün olmasına karşın 29 Ağustos 1997 tarihi geldiğinde her hangi bir olay olmamıştır. Bunun üzerine Skynet, Terminatör 3'de de makineler yine John Connor'ı yok etmek için bir robot yolluyor. Yeni robot T-X de T-1000 gibi sıvılaşabilen bir metalden yapılmış ancak bir önceki yok ediciden çok çok daha güçlü ve yeni silahları var. Bütün makineleri kontrol edebiliyor, ışın yollayabiliyor ve vücudunu istediği silaha dönüştürebiliyor. Ayrıca T-X bir kadın.
John Connor'ın ne evi, ne kredi kartı ne de bir işi vardır. Annesi Sarah Connor lösemiye yakalanmış ve ölmüştür. T-X ise hem John'un hem de gelecekteki karısı Kate'in peşindedir. İnsanlar T-X'i durdurabilmek için T-800'ü yani Arnold'ı göndermişlerdir Aksiyonla soslanmış bir macera, kıyasıya bir mücadele onları beklemektedir.
Terminatör ilk çıktığında, düşük bütçesine rağmen Matrix etkisi yaratmıştı bütün dünyada. Ancak Terminatör taşıdığı felsefeyi kaybetmiş gibi görünüyor ve artık bir alışkanlık olmaktan ileri gidemiyor. Matrix kadar abartılı olmayan aksiyon sahneleri izleyiciyi olaya daha çok kilitlese de bu da bir yerde tıkanıyor. James Cameron'ın yönetmenliğini onun yanında bir çömez sayabileceğimiz John Mostow'a bırakması bu filmin eksilerinden. Bütün olumsuzluklarına rağmen geçmişine olan saygımızdan ve aksiyon sahnelerinden dolayı izlenebilecek bir film.
LARA FENERİ ÇAKIP SÖNEN ANILAR / ALİ H. NEYZİ :
BBC'de Türkçe çevirmenlik ve spikerlik yapmış olan ayrıca Shakespeare, Kafka ve Mamet'ten çevirileri bulunan Ali H. Neyzi'nin anıları geliyor bu seferde karşımıza. Kitap temel olarak Ali H. Neyzi'nin Amerika'da eğitimini sürdüren ilk gözağrısı olan torunu Nurunisa Neyzi'ye gönderdiği e-maillerden oluşuyor. Bu yaz çıkan anı kitapları arasında farkını açıkça ortaya koyan "Lara Feneri", bizi eski İstanbul'da bir gezintiye çıkarıyor. Günümüzde Kurtuluş Caddesi olarak bilinen eski Tatavla'dan, çok dilli bir aristokrat bir ailenin Osmanlı'nın son yılları ve genç cumhuriyet dönemlerinde başlarından geçenlere, Kanlıca'da ıstakoz avından, pek çoğu artık olmayan köşklerde geçen yaşamlara kadar pek çok şeyin bulunduğu bu kitapta, yurtdışından Londra ve Amsterdam günleri de var. Ve tabii ki o döneme ilişkin edebiyat ve müzik dünyasının durumu. Ayrıca Ali H. Neyzi'nin geçen hafta "Anılar" adlı kitabını sizlerle paylaştığım anneannesi Şaire Leyla Saz Hanımefendi'ye ilişkin anıların da bulunduğu bu kitap, anı kitaplarından hoşlanan ya da Eski İstanbul'u merak edenler için okunması gereken bir kitap.
serdar@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Affetmemenin Dayanılmaz Ağırlığı
Bir lise öğretmeni günün birinde derste öğrencilerine bir teklifte bulunur: “Bir hayat deneyimine katılmak ister misiniz?”
Öğrenciler çok sevdikleri hocalarının bu teklifini tereddütsüz kabul ederler. “O zaman” der öğretmen. “Bundan sonra ne dersem yapacağınıza da söz verin.” Öğrenciler bunu da yaparlar. “Şimdi yarınki ödevinize hazır olun. Yarın hepiniz birer plastik torba ve beşer kilo patates getireceksiniz!”
Öğrenciler, bu işten pek birşey anlamamışlardır. Ama, ertesi sabah hepsinin sıralarının üzerinde patatesler ve torbalar hazırdır. Kendisine meraklı gözlerle bakan öğrencilerine şöyle der öğretmen:
“Şimdi, bugüne dek affetmeyi istemediğiniz her kişi için bir patates alın, o kişinin adını o patatesin üzerine yazıp torbanın içine koyun.”
Bazı öğrenciler torbalarına üçer–beşer tane patates koyarken, bazılarının torbası neredeyse ağzına kadar dolmuştur.
Öğretmen, kendisine “Peki şimdi ne olacak?” der gibi bakan öğrencilerine ikinci açıklamasını yapar:
“Bir hafta boyunca nereye giderseniz gidin, bu torbaları yanınızda taşıyacaksınız. Yattığınız yatakta, bindiğiniz otobüste, okuldayken sıranızın üstünde.. hep yanınızda olacaklar.”
Aradan bir hafta geçmiştir. Hocaları sınıfa girer girmez, denileni yapmış olan öğrenciler şikayete başlarlar:
– “Hocam, bu kadar ağır torbayı her yere taşımak çok zor.”
– “Hocam, patatesler kokmaya başladı. Vallahi, insanlar tuhaf gözlerle bakıyorlar bana artık.”
– “Hem sıkıldık, hem yorulduk...”
Öğretmen gülümseyerek öğrencilerine şu dersi verir:
“Görüyorsunuz ki, affetmeyerek asıl kendimizi cezalandırıyoruz. Kendimizi ruhumuzda ağır yükler taşımaya mahkûm ediyoruz. Affetmeyi karşımızdaki kişiye bir ihsan olarak düşünüyoruz, halbuki affetmek en başta kendimize yaptığımız bir iyiliktir..
Teşekkürler Hatice Şen Özköse <#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur. Kahve Molası bugün 3.643 kahveciye doğru yola çıkmıştır. |
Yukarı
|
GÖZYAŞIYLA
SÖNER Mİ YANGIN
gözyaşıyla söner mi yangın
ey ölüm
ben ne aptalım
okunur mu yolladığım mektup
tutuşmuş bir kalemle yazdığım
dağıldı oyuncak atımın boncukları
bütün çeşmeleri kurudu sokağımın
kapladı göğün yüzünü
kara bir örümceğin ağı
halden anlar mı acaba güneş
ama o hiç sokak çocuğu olmadı
uyumadı kaldırımda
farelerle yanyana
şair de olmadı hiç
beyaz ince bir dizeyle
bağlanmadı ay ışığına
bütün sayfaları uçtu hayatımın
sonunda mürekkebimle sulandı
ortanca saksıları
bir de sözlüğü olacaktı aşkın
sanırım eskiciye satıldı
ya kentim
daha yeni doğmuştu
acaba çingeneler mi çaldı ey ölüm
ben çok aptalım
arıyorum boş yere
kendi küllerime gömdüğüm ışığı
Melisa GÜRPINAR
<#><#><#><#><#><#><#>
YIRTILAN DUYGULAR
tümü de birbirine benziyor
sevdiklerimin
yıldızların yüzleri
ve bütün sayfaları
güneş takviminin
duyguların yırtılırken
çıkardığı sesler
hep aynı
inanır mısınız
bir kır gezintisine
kiminle olsa
gidebilirim
gibi geliyor bana
ve gidiyorum da
çünkü kalmıyor ki bir sorun
rüzgarla aranızda
bir şeytan uçurtması gibi
gözlerinizi yumup
parçalandıktan sonra
Melisa GÜRPINAR
Yukarı
|
El yazısı
Kızın babası erkek çocuğun babası ile konuşmaktadır:
- Sizin oğlan bizim duvara işemiş.
- Çocuktur, ne olur ki?
- İyi ama, çişiyle bizim kızın adını yazmış.
- Demek ki, bizim oğlan senin kızı seviyor.
Kızın babası hiddetlenerek:
- İyi ama birader, yazı bizim kızın el yazısı..
<#><#><#><#><#><#><#>
Bu hale nasıl gelinir bileniniz var mı?..
Yukarı
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://www.hezarfen.net/paralax/ucnargil.htm
Bir tane nargile hikayesi, hem de Sami Aksoğan'ın hatırası. ...İstanbul Saydam Günleri organizasyonu bu yıl beş fotoğrafçıdan "Nargile" teması üstüne birer saydam gösterisi hazırlamalarını istemişti. Onlar da sağolsunlar hazırlamışlar. İzleyici de bunları toplu halde seyretti. Ertesi gün gri ve yağmurlu bir gündü...
http://www.tarsusrehberi.com/index.php
Tarsusluların internetteki ortak mekanı olarak kendisini tanımlayan ilginç bir web sayfası. ...Tarsusrehberi olarak İstanbuldaki bilişim fuarını ziyaret ettik. Fuardaki muhteşem ortak gerçekten çok etkileyiciydi. Çok büyük bir fuar. Standlarda 2 dk dursanız bile dolaşmanız en az 3 saatinizi alır. Tabi bu ilgi alanınıza göre değişir. Yerli ve yabancı firmalar hem ürünlerini hemde hizmetlerini tanıttıkları bu fuarda şunu görmek çok etkileyiciydi...
http://www.nethaber.com/haber/haberler/0,1082,95264_7,00.html
...Kayısı çekirdeğinde bulunan 'amygdaline' adlı madde, insan vücuduna girdiği anda hidrojen siyanüre dönüşüyor ve öldürücü olabiliyor. Afyon Kocatepe Üniversitesi (AKÜ) Tıp Fakültesi Öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Tevfik Demir, birçok vatandaşın bu durumundan haberdar olmadığını ve kayısı çekirdeğini çerez diye kırıp yediğini söyledi...
http://www.turkishtime.org/16/123_3_tr.asp
Nargilemin marpuç'u ...Okuduğumuz gazetelerde hep aynı tarih yazıyor, ama zaman üç, beş, belki de on beş koldan akıyor. Resmi işlemlerde “uyruğu” hanesinde hangi ülkenin adını andığınız da önemli, bulunduğunuz ülkenin hangi coğrafya parçasında olduğu da. Dedenizin dedesinden öğrendikleri, babanızın aylık geliri, sizin seçtiğiniz ve seçemediğiniz bir yığın şey belirliyor hangi zamanda aktığınızı. Bir de mekanların, nesnelerin, alışkanlıkların, zevklerin zamanı var. Diyelim nargileden bahsediyoruz...
akin@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
Fast Explorer v2.0.4.210 [562k] W9x/2k/XP FREE
http://thesoftpro.tripod.com/downloads/fe/
Fas Explorer, sağ tuşladığınızda karşınıza çıkan "Context Menu" ye dilediğinizce eklemeler yapmanıza yarıyor. Örneğin bir resmin üzerine gelip sağ tıkladınızda bilgisayarınızda kurulu birkaç editör programdan birini seçerek açabiliyorsunuz. Bu sadece küçük bir örnekti. Yüklediğinizce epeyce iş yaptığını göreceksiniz. Ücretsiz bir sitede olduğundan yüklemek için biraz uğraşmanız gerekebilir. Herkese tavsiye edilir.
Yukarı
|
|
|