KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?

 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Kütüphane
 Kahverengi Sayfalar
 FİNCAN/SİPARİŞ
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)


PDF Versiyonu





Kahveci Soruyor?



KAHVERENGİ SAYFALAR



KAPI KOMŞULARIMIZ

Üç Nokta Anlam Platformu


Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 342

 12 Eylül 2003 - Fincanın İçindekiler

 Editör'den : Canım Günlüğüm!..


Benim canım günlüğüm,

Bugün günlerden 11 Eylül 2003 Perşembe. O hain saldırının üzerinden tam 2 yıl geçti, kaidesinden vurulasıca bin Laden halen firarda. Arada Saddam'ı devirdiler ama kaide sağlammış yerinde duruyor. Müttefikimiz, dostumuz, canımız, başımız, buşumuz onları uçan kuşun kanadında araya dursun kaideli militanlar ve cumhuriyet muhafızları benim ağzımın içinde yuvalandılar haberleri yok. Hani dün senin kırçıllı sayfalarına not düşmüştüm, hatırlar mısın? Komşuculuk oynayan mağara adamları dişlerarası yolculuğa çıkmıştıda hani, benimde dişlerim sızım sızım sızlıyordu ya. Hah işte, yaşasın artık dişim falan sızlamıyor canımcım günlüğümcüm. O sızıdan eser kalmadı. Artık çene kemiklerim ağrıyor çeneee... Dedikya militan ve muhafızlar bir olup ağzıma doluşunca yer kalmadı zahir, dişleri terkedip çene kemiklerimin içlerine doğru ilerlemeye başladılar. Ama sağolsunlar bu sayede milimetrekareye düşen sızı miktarı azaldığından daha az rahatsız ediyorlar gibi. Onlar az ağrıtıyorda benim çivi çiviyi söker diyerek çeneme attığım yumruklardan canım yanmaya başladı neyleyim.

Benim canım topluma açık günlüğüm, dün karaladıklarımı okuyan onlarca kahveci dostumdan, geçmiş olsun, oh olsun, torba dolsun mesajları aldım. Sağolsunlar varolsunlar. Dişçi tavsiye edenler, telefonunu verenler, tarif edenler, yetinmeyip kroki çizenler, hepsi tekmili birden posta kutuma doluşmuşlardı. Ancak son durum göz önüne alınınca, dişçi yerine bir ortopediste yada estetikçiye mi gitsem diyorum. Yamulan çenemi dişçiden ziyade ancak onlar halledebilirler gibime geliyor. Bu arada tedavi olmak için söz vermek zorunda da kaldım biliyor musun? Beni can evimden vurdular. Çaresizdim teslim oldum. Üşenmedim oturdum dişçiler için bir "Cem kullanma talimatı" yazdım. İlk olarak, bana dişçiden korkan kedi muamelesi kesinlikle yapılmayacak. Sonra sırasıyla, ağzımın içi görüldükten sonra hiçbir şekilde "Aaa neden bukadar beklediniz?" diye sorulmayacak. Mümkünse erken teşhis konulmuş gripal enfeksiyonluymuşum gibi davranılacak ve "Ooo erken gelmişsiniz, gelmeseymişsinizde olurmuş, topu topu 3 diş teslim olmuş, daha geride aslanlar gibi düvüşen 26 dişiniz var." denilecek. İğne yerine fısfıs kullanılacak, yada tam anestezi altında çekme, oyma ve doldurma işlemleri yapılacak. Sürekli gülümsenerek sırtım sıvazlanacak. Elini kolunu ısırdığımda kesinlikle bağırılıp konsantrasyonum bozulmayacak. Ya işte böyle benim canım kahve kokulu günlüğüm. Eğer bu kullanma talimatına harfiyen uyacak birini bulursam hemen gidip teslim olacağım. Aksi takdirde kendi kendini nakavt eden ilk boksör olarak tarihe geçeceğim.

Dün başımıza neler geldi bir bilsen benim canımın içi günlüğüm. Bilsen de bana da söylesen. Anlaşılamayan bir nedenle 7 saat teneffüse çıktı bizim sunucu. 11 Eylül mikropları bana erken mi bulaştı acaba diye çok korktum önceleri. Ama baktım değilmiş. Şüpheler bir hack vakası sinyali veriyor. Eee hep Ayşenur'un bilgisayarının beyni buruşacak değil ya, bu seferde bizimkinin ütüye ihtiyacı oldu işte. Şimdilik kırışıp buruşmadan gidiyor, haydi hayırlısı.

Günlüğümcüm, fırsat bulmuşken bizim geri dönen molaları şöyle bir karıştırdım. Bir de ne göreyim. ttnet.net.tr adreslerine yolladığım tüm molalar aidsli ilan edilmiş ve bana geri gönderilmiş. Bu nasıl ttnet se, text olarak yollanılan epostalarda bile mikrop bulmayı becermişya helal olsun ona. Hayır bizim mola önemli değil, nasılsa siteye girip okurlar ama ya diğerleri. Bu adresleri kullanan dost ahbap ve arkadaşlarımızı uyarmamız gerekiyor benim tatlı dilli, kaymaklı günlüğüm. Kimbilir ne kadar epostaya aidsli damgası vurmuştur bunlar. Duyduğuma göre Garanti Bankasının yolladığı dekontlarıda virütiksin diyerek geri yolluyorlarmış. Güvenlik diye diye işin suyunu çıkarmışlar anlaşılan. Şunların kulaklarını çekmeli yada Ahmet Vardar'a şikayet etmeli sevgili günlüğüm. Haydi artık bana müsade. Yarın gene karalarım seni mendeburrr.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

Yukarı

Ahmet Şeşen

 Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


   Rock'n Coke -1

İzin alma devri sanırım yavaş yavaş eriyor sona, her geçen gün biraz daha büyüyor zira bizim koca dana, ister o yana koy ister bu yana, "gidebilir miyim ?" sözcüklerini son bir kaç senedir aşkolsun duyana... Yeni diyalog şu şekilde oluşmaya başladı bizim evde :

"Biz arkadaşlarla filanca yere gidiyormuşuz ..!"
- Hadi yaa ! Senin için de sürpriz oldu yani ha oğlum ? Şaşırmışsındır herhalde böööle pat diye damdan düşer gibi söylenince arkadaşların.. Allah bilir, yarın gibi çok da yakın bir süre var sanırım önümüzde ?"

"Evet ya ! Az önce öööle dedi arkadaşlar, bende şaşırdım hakketen !"
- Ne plansız bir gençlik bu anlamadım gitti. Plandan vazcaydık diyelim, kimse anasına danasına danışmayacak mı bu konuyu ? Hani izin var mı gibilerinden...

"Baba ne gerek var allasen protokol işlerine ? İstiyorsun ki taslağı hazırlayalım, her türlü detayı yazı eşliğinde onay için imzanıza getirelim, kim uğraşacak ya ?"
- Veto korkusu var anlaşılan ! Yemezler, ben anlamam, getir bakalım detayları önüme hukuki açıdan inceleyeyim..!

"Yok yaaa ! Aylarca sürüncemede kalır konu walla masanda, hayır birşey değil biz çoktan o filanca yere gitmiş gelmiş oluruz baba'cığım, o bakımdan dedim yani !"
- Kanun hükmünde kararname gibi geliyor zaten konular önüme, benden önce altyapısı hazırlanıyor, ön izinler alınıyor, Maliye Bakanlığı hesabına parayı bile havale etmiş oluyor, benimkisi de laf ola beri gele..! İskele babası mıyım lem burada ?

"Yok canım, daha neler baba'cığım, alınganlık etme..!"
- ( Ha şunu bileydin gibi mi bakıyor gözleri, paranoya mı yoksa benimkisi ) Diyelim ki izin vermedim ne olacak ?

"Olur mu ama baba, bütün kankalar he demişiz, şimdi karizmamızı çızacan mı yani ?"
- Çızıyorum işte ! Otur oturduğun yerde..! Hayrola ? Nereye ? Bu fosforlu kalem ne ? Niye veriyorsun bu A4 kağıdını ? Haydaaa, ne yazıyorsun o kağıda öyle kocaman kocaman : OĞLUNUN KARİZMASI... Ne lem bu ? "Baba'cığım, arkadaşlar kapıda bekliyor, sen rahat rahat çızasın diye getirdim, hadi bana eyvallah, gecikmem merak etme, her zamanki gibi gelirim, öptüm, byeeee..!"

Bu kez böyle olmadı gerçekten ( 4 Eylül - Çarşamba akşamı teyze kızımların evinde )

- Her yerde şu Rock'n Coke muhabbeti var oğlum, sende bir numara yok..?
"İyi ki hatırlattın, arkadaşlar gidiyor, ben daha karar vermedim..!"
- Haydaaa, iyi ki sormuşuz yani, millet gece yatısına filan kalacakmış..!
"Bende istiyorum ama malzeme yok..!

Bizim deprem çadırımız var 2 kişilik, hemen şurada buyrun.. Demez mi teyze kızı..?

- Hafta sonu yağmur var diyorlar, hem sonra uyku tulumu, yere sermek için mat, onlar ne olacak ?
"Eee ! Baba dediğin işte bu noktada çıkıyor ortaya.. Yaparsın bir kıyak artık..! Bir de bilet işi varmış, internet üzerinden alamazsan yarın, Cuma günü hallederim ben"

Başladık çalışmaya önce bilet işinden, internet üzerinden, önce form doldurulacakmış iyi güzel ama pek uzun 5.sayfaya geldik sonunda :
"Bir hata oluştu, geri dön tuşuna basınız, teşekkür ederiz.."

Ben bir hata yapmadım ki diyorum kendi kendime, kek miyiz lem formunuzda ne var ne yok doldurduk, kredi kart numarasının ilk 12 hanesi dahil, annenizin kızlık soyadı, en sevdiğiniz renk ( ipucu sorusu ), adresler, telefonlar,... Peki bakalım geri döndük, tekrar enter tuşu :
"Bir hata oluştu, geri dön tuşuna basınız, teşekkür ederiz.."

Hay senin gözüne, kaşına ve de tuşuna e mi ? Neyse, sinirlenme tekrar deneriz, du bakalım gibilerinden teskin edici laflar söyledim kendi kendime.. Akşama kadar dene, dene, bir de bütün bilgiler gitmiş mi sana, bari ilk 4 sayfayı bir kenara saklasaydınız ? Seninki de laf yani be oğlum, her siteyi Kahve Molası gibi tıkır tıkır çalışır zannediyorsun ( Führer kılıklı da olsa, Adolf ruhu da taşısa kimse eline su dökemez walla şu Editör'ümün )..

Sonuçta; üye olmamaya karar verdim, alt tarafı bilete bir x koyacağız, bin dereden su getirttiler, vazgeçtim şarap çanağından cayananın, en iyisi paşa paşa gideyim de uyku tulumunu alayım dedim şu koca dananın... Satıcı çocuğa :

- Bunun içine sığar mı ? dedim bizim dana... Biseksensekiz ?
"12 dev adamın her biri sığar..!" dedi, merak etmeyiniz, buyrun xxx milyon'luk kredi kartı slipiniz..!"

( İskele babası gibi geldi nedense tipiniz ) dediğini hisseder gibi oldum içimden ama takmadım kafaya, yazıyı noktalarken haber geldi, gitmişler, çadır kurulmuş başlamışlar safaya, pek merak ettiğim bir konu da çişleri gelince nasıl gidecekler helaya ? Neyse, inşallah sağ-salim dönsün yarın dana, yazarım devamını haftaya...

asesen@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Cafe Azur : Suna Keleşoğlu


Grasse

Merhaba,

Penceremden ışıklarını gördüğüm şehre ne kadar uzakmışım...

Çok olmadı, yaşamaya yeni başladığım bu şehri hep bir mola yeri gibi görmüşüm. Uzun otobüs yolculuklarından sonra dinlenilen terminal bankları gibi. Yolumu hep bir iş için düşürdüğüm şehirle yüzleşmeye daha çok zaman var belki.

Ben sadece otobüs durağında tesadüfen tanıştığım yaşlı bayanın düşlerini hatırlamaya çalışacağım. Henüz yağmurlar başlamamıştı, daha sıcaklardan da kavrulmamıştık. Yeni bir yerlerde yaşamaya alışmanın yabancısıydım sadece. En yakın markete ulaşma, en yakın otobüs durağını keşfetme telaşı vardı.

Eteklerindeki ağaçların arasına evleri serpiştirmiş şehir silueti bile görünmüyordu daha penceremden. Pencereler sonuna kadar açıktı ama ben daha başımı kaldırıp bakmamıştım.

Bir arkadaşın yolunu beklerken otobüs durağında, bir şehri keşfetmeye çalışacağımı ise hiç ummazdım.
Oysa dışarıdan zaman zaman gelen çiçek kokuları bu şehri anlatabilirdi. Buraya turist olarak yolu düşenlerin bile unuttuğu bir şehrin hikayesi mi var şu geceye düşen siluette?

Bir zamanlar buralar yemyeşildi diye anlatırken gözlerini, şimdi otel olarak kullanılan görkemli binaya dikmişti. Güneşin hafifçe değdiği yüzündeki kırışıklıklar ile pembe dudak boyası öyle tezattı ki.

Gözlerindeki aydınlık ve dudaklarının titreyen heyecanına bakıp, çiçek desenli elbisesi içinde incecik duran bu kadını gencecik bir kıza benzetebilirdim. Yıllar değmeseydi yüzüne, heyecanı daha dün gibiydi...

Ben buralarda doğdum dedi, kilise çanlarının arasından kulelerin yükseldiği eski şehri göstererek.
Şimdiki gibi bozulmamıştı buralar dedi kısıp gözlerini...
Adı gibi yemyeşildi ve bir parfüm cennetiydi Grasse dedi. Sonra belli ki taa o günlere gitti. Gözlerinde kiraz toplayan bir kız çocuğunun gülümsemesi, ellerinde lavanta kokuları. Biz yeni geldik buralara dedim. Ama yolum çok sık düştüğü için bilirim bu şehri dedim.

Biz şehrin eteklerine yerleşiyoruz, o taa kalbinde doğmuş.

Buralarda portakal çiçeklerinin kokusu vardı, sonra şu dağlardan gelirdi çiçekler ve lavantalar diye devam etti. Kendi öyküsünü ve gençlik parfümlerini hatırlayarak. Şimdi dedikçe içi acıyordu besbelli. Zamanında bu bölgenin parfüm ve dolayısıyla da ekonomi kenti, şimdilerde eski sokaklarında gezinen kedileri ve rutubet kokusunu hatırlatıyordu bana. Denizi tepelerinden seyreden bu şehir unutulmuşluğu ve kirlenmişliği anlatıyordu taş yollarında. Oysa ne çok hikayesi vardı, tıpkı bu yanımda gençliğini hatırlayan yaşlı kadın gibi ne çok asil ev sahibi.

Şimdilerde turistleri çekebilmek adına hala devam eden parfüm üretimi, şehri canlandıran üç parfüm şirketi ve sokak arası atölyeleri dışında bir de müzedeki eski fotoğrafları kalmış, dünyanın dört bir yanından gelen çiçek kokularının. Bir de şimdilerde burayı mekan tutmuşların bilmedikleri tarihi. Yaşlı kadın konuşuyordu, ne çok biriktirmişti ya da ne çok yaşamış. Bazen kaçırdım sözcüklerini, gözlerim tepelerdeki ağaçlarda doğduğum küçük şehrin boz tepelerinde buldum kendimi.

Şimdi penceremden siluetini sevmeye başladığım şehir, yitip gidiyor ve giderek kirletiliyor olsa da tarihinin sayfalarındaki parıltılı öyküleri dinlemek için otobüs duraklarında mola vereceğim tüm aydınlık yaşlı yüzlerin yanında. Onlara eskiyi hatırlatırken gözlerindeki parıltılara bakıp her şehri değerli kılan anıların peşinden yeni öyküler yazacağım. Ve artık karanlık ve pis sokaklarında çekinmeden gezinirken bu şehrin,parfüm işçilerinin çiçek kokularına karışan seslerinde eski şarkılarını dinleyeceğim.

Ve burada doğmamış olup buralı olmanın keyifli yanlarını bulmaya çalışacağım. Bir zamanlar okuduğum bir kitaptaki gibi sadece şehirleri değil, sadece sevdiklerim yaşadığı için bazı şehirleri de seveceğim.
Tıpkı burası gibi...

SunA.K.
sunak@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Şifacı Kahveci : Ayşe Nur Doksat


İYİ BAYRAMLAR (*)

Güzel miydi, değil miydi, bilmiyorum. Çok renkli, çok hareketli bir rüya gördüm dün gece.

Mevsimlerden iki arada bir derede idi. Kah pırıl pırıl güneş açıyordu, kah gokyüzünü pembe bulutlar öbek öbek kaplıyor, kah bana bardaktan boşanırcasına yağmurlar yağdırıyordu. Kah ürperiyordum soğuğa çalan serinde, kah hafiften bir ateş basıyordu sıcağa çalan ılıman iklimde. Bir mevsim öncesinde kendindeki renklerden başka renklerle de "renkahenk" olan yapraklar, elifler kendinde renklerle çoşkuna durmuş, kainatın tüm renklerine şarkılarla kafa tutuyordu. Sarı kopmuştu yeşilden, kırmızı sarıyı katmıştı toprağa, pembe ile beyaz uykuya çekilmişti de kokuları karışmıştı sanki dala budağa.

Yere düşen yaprak damarlarında abeceydi.

Nasil ki her ilkbaharın başlangıcında kendimi şeffaf duru kardelen bir gölde buluyorsam rüyalarımda, her sonbaharın başlangıcında kaynağı nerde belirsiz bir şelalenin son döküldüğü durulukta bulduğum gibi buldum bu rüyada da.

Kalabalıktı. Hem de çok. Alabalığın alalığına ala ala katacak kadar kalabalıktı. Kalabalıktı, fakat sanki sırf beyaz başörtü kara başlarda, ıpıssızdı ortalık.

"Karşılama değil bu, olsa olsa bir uğurlama" diye uyandım apansız. Soluklandım. Soluklanmalıydım, çünkü uğurlayacaktım.

"Hayırdır" dedim de gömdüm başımı başyastığımın en dip bucağına.

Müzik vardı. Notalarını çıkartmaya çalıştım, ne lazımsa? Hangi çalgıyı denedim? Hatırlamıyorum. Telli değildi galiba. Üflemeli belki. Üflediğim delikten girip, bilmediğim o yolu kateden nefesim, bir başka uca varana dek parmaklarımin vurmalı hakimiyetine maruz kalıp da çıkıyordu dışarı. Ses bu oluyordu. Müzik bundan dedim.

Tuhaf bir rüyaydı gördüğüm. Ben dahil kimsenin duymadığı gümbür gümbür davullar vardı azmış da çalan. Davulun üflendiğini hiç bilmemiştim. Rüyada olur böyle şeyler. Bilirsiniz. Davul üflenir, ney vurulur, kanun rüzgara teslim olur. Ud sanki dilin ucunda. Klarineti gözler teslim alır.

Kalabalıktı, hem de çok kalabalıktı. Gelmiş geçmiş tüm panayırlara taş çıkartırcasına.

Dönme dolaplar ışıl ışıl dönüyordu. Atlı karınca yorgundu. Komik aynalar kendilerine vurgundu. Korku odaları, kıkırdamaya gelenleri ayıklıyordu. Dondurmacının son üç top sadesi kalmıştı. Keten helvacı şerbetçi ile hesaplaşmaktaydı. Soytarılar yedi püskülleriyle yedi kat yerin dibindeki madenleri bu kata çıkartmaya durmuşlardı. Herşey karmakarışıktı. Öylesine karmakarışıktı ki, lezzetleri lezzet lezzete tamamlayıp damakta bırakmaya yaraşırdı.

Rüya bu ya, baharatları koklaya koklaya bir et yemeği yapmaya koyuldum o anda bizim mutfakta. Ufak mutfakta. O koku buna, bu koku ona. Tozlanmış saf kavanozunda, kaynar suya karışmışında, buhara tutulmuşunda çeşit çeşit baharatıyla. Tazesi başyastığımın altınında.

En cok feslegen ugrastirdi beni ruyamda.

Kekik hep tazeydi, Nuh dedi Peygamber demedi. Nanenin meselelerini ne siz sorun ne ben söyleyeyim. Reyhan, hangi kılıkta bilinmez, iki arada bir derede buram buram burnumda. Zerdeçal hep mistik alemden çalan. Ya fesleğen.... Fesleğen ciddi bir meseleydi.

Uyandım. Televizyon açık kalmış. Saçına tecrübeli ak bir hanım, çorba tarifi veriyor en şifalısından. Hafif tereddütlü haliyle tekrar tekrar yağından, tuzundan, ateşin harından dem vuruyor.

Hatırladım o zaman, sabaha ayan bir vakitte.

Zaman geçmiş toprağa yaprak karışalı.

Rüya işte. Başyastığımın derininde.

İyi bayramlar!

(*) Birşeyler daha yapabilmenin huzuruna erişmemize yüreğiyle destek olan Soner Olgun'a sevgi ve dostlukla.

ANur
anur@kahveciyiz.biz

Yukarı

Ebru Kargın

 Günden Kalanlar : Ebru Kargın


   BİR YAZARI " GERÇEK " OKUMAK...

"Biliyor musun ?" dedi, elimdeki kitaba bakarak. "Neyi ?" dedim. Gözüyle elimde ki kitabı işaret ederek, " Kurtuluş' ta oturuyormuş " dedi. Sessizlik oldu birden. " Ama Kurtuluş' un neresinde hiç bilmiyorum tabi " dedi.

Kurtuluş ha... Kurtuluş... Nereden icap etti şimdi de, bunu söyledi bana... Aklımın içinde ki lastik top zıplıyor gene; Kur - tu - luş ... Vukuat sirenleri çalıyor... Hay Allah... Yok yok, yapmam öyle şey, yapar mıyım yoksa ? Yaparım, yapmam, ya- pa - rım... Yaparım ve suçsuz da olurum. Bir web sitesi falan olur, mail adresi yada yok ama. Yayın evinin bile yok. Hakkım var, yaparım.

- Tamam yazdım çok teşekkür ederim.
- Bak dediğin gibi değil mi Ebru, mektup yazacaksın yani ?
- Tabi ki mektup yazacağım, başka ne yapabilirim ki...
- Tamam da neden yayınevine yollamadın ?
- Dedim ya ulaştırmıyorlar...
- Peki peki güveniyorum sana.
- Merak etme kimseye söylemem hadi hoşça kal.
- Tamam hoşça kal.

......

Evetttt. Artık amacıma ulaşmak üzereyim. Elimde tek bir sarı gül, sapından tutuyorum. Sırtımda ki çantada çok ağır kamburum çıkacak....Kolay olmadı adresi bulmak, uğraştırdı epey. Neyse artık şu elimdeki küçük kağıtta yazıyor nihayet. Ya, neden daha önce akıl edemedim ki ? Edemedim işte.

Evi bulmak ta zor, karışık bir semt benim için. Hah ! İşte burası. Bir daha kontrol edeyim; ..... sokak tamam,....... no tamam, ........ apartmanı tamam işte doğru. Yaklaşıyorum kapıya e zil de isim yok. Herhalde olmaz delirdim ben. Kapıcının ziline basıyorum bende. 40 yaşlarında ki apartman görevlisi geliyor yanıma.

- Buyrun....
- Eeee M..... M...... burada mı oturuyor acaba ?
- Siz kimsiniz ?
- Ben eski bir arkadaşıyım ( olmadı tabi aramızda ki yaş farkını düşünemedim, saçmaaa )
- Eski bir arkadaşı mı ? Yoo burada öyle biri oturmuyor.
- Peki baştan alalım. Arkadaşı falan değilim. İçeri girmem lazım lütfen ...
- Tanıyorsa sizi haber vereyim.
- Hayır tanımıyor.
- Tamam girin. 4.kat sol daire.
- Teşekkür ederim.

Asansörle 4. kata çıkıp dairenin önüne geliyorum. Derin bir nefes alıyorum. Kapıyı çalıyorum. Açan yok. Bir daha çalıyorum. İçerden ayak sesleri geliyor ve kapı yarım açılıyor. Beni göremeyeceği şekilde kapının açılış yönüne göre geride duruyorum. Tahmin ettiğim kadar heyecanlanmıyorum. Elimdeki gülü, kapı aralığından ona doğru uzatıyorum, alıyor.

- Kimsiniz ?
- Benim ( Hala geride duruyorum )
- İyi de kimsiniz peki ?
- Benim adım Ebru, zararsızım ve konuşmamız lazım.
- Konu nedir ve kimsiniz ?
- Dedim ya adım Ebru, beni tanımıyorsunuz.

Kapıyı açıp, öne doğru çıkıyor. Saçlar dağınık, sakallar var yüzünde. Garip ev terlikleri, şöyle eski tiplerden, bollaşmış bir eşofman altı ve siyah bir tişört var üstünde. Şaşkın gözlerle, yaramazlık yapmış kız çocuklarının yakalanması halinde yüzlerine yerleşen, süt dökmüş kedi ifadeli yüzüme bakıyor. Tepeden tırnağa süzüyor beni haklı olarak. Hırlı mıyım, hırsız mıyım, deli miyim neyim ? Evet, de- li - yim...

- Apartman kapısı hep kapalıdır.
- Çocuklar açık unutmuş olmalılar.
- Neyse nedir konu ?
- Konuşmamız lazım içeri alın beni.
- Kusura bakmayın ama işim var.
- Sadece 15 dakika yeter bana, 16. dakikada yokum söz. Sözüm sözdür.
- Tamam hadi girin içeri ama, dediğiniz gibi unutmayın.
- Tamam merak etmeyin.

O önde ben arkada içeri giriyoruz. Geniş bir salona geçiyoruz. Çok dağınık bir yer. Yerde kağıtlar kitaplar ve cd. ler var. Uyurken kullanılanlardan koltukta bir yastık, sarı bir pike var. Perdeler açık, bir cephe komple cam. Duvarda tablolar var, daha çok modern resim tarzında. En ilginç olanı, bir salona göre çok fazla sayıda abajur bulunması. Karışık bir yer havası veriyor tüm bunlar. Tekli koltuğa oturuyor.

- Ayakta mı duracaksın ? Çok dağınık, en iyisi bulduğun bir yere otur, çay falan istersen mutfaktan al.
- Onunla vakit kaybedemem.
- Evet seni dinliyorum.

Dediğini yapıyor, boş bulduğum ona yakın olan koltuğa oturup, sırtımdaki çantayı yere koyuyorum. Gül elinde hala, ama teşekkür etmiyor. Oturduğum yerden kalkıp, yere, çantamın yanına yerleşiyorum. Çantamın içinde bulunan kitapları çıkartıyorum üçer beşer... Bana bakıyor...
İlk çıkarttığım beş tanesini çok sevdiğim turuncu kalemimle birlikte götürüp kucağına bırakıyorum.

- Hadi imzalamaya başla.
- Eyvah, hepsini mi ?
- Evet, tek tek hepsini, lütfen...
- Tamam tamam hadi sen çıkar kalanlarını da...

Hepsini çıkartıyorum.Bu güne kadar yayımlanmış tüm kitaplarını önüne seriyorum. Gözleri açılıyor.

- Kürtçe yazılı olanı da almışsın, kürtçe biliyor musun ?
- Hayır bilmiyorum ama aldım işte. Bir arkadaşıma okutmuştum.
- Koleksiyonları da almışsın...
- Evet dedim ya hepsini. Hiç biri korsan değil. Hayatta almam korsan kitap.
- İmzaladıklarımı yere koyuyorum, karışmasın.
- Tamam ben takip ediyorum karışmaz. Kaç dakikam kaldı ? Yarım kalan olmasın.
- 9 Dakika ( saate bakıp söylüyor )

Hepsi bittiğinde 4,5 dakikam kalmış ve benim yapmak istediğim iki şey var daha. Keşke 30 dakika deseydim. Ama bu defa da süreyi uzun bulabilirdi. 4,5 dakikaya hangisi sığar karar veremiyorum bir türlü.

- İki şey daha var ama, zaman az kaldı karar vermem lazım hangisi acaba ?
- Kısa olanı seç o zaman.

Yerde çok masum gibi duran kocaman çantamdan, defterimi çıkarıp, uzatıyorum ona.

- Bu ne ?
- Defterrrr
- Onu anladım ne için yani ?
- Bu defter benim aklımın içine düşmüş insanlara ait. Bir şeyler yazmaları için.
- İyi de bu defterin içi boş. Bir şey yok ki yazılmış
- Neyse ne bir ara yazılır, hadi sen yaz. Başlık at şöyle olsun; Ebru Kargın 'ın en sevdiği yazardan... Ha bir de şu kalemle...
- Hadi buna da tamam. Ebru Kaygı'nın en...
- Karrrrgınnnn R ile sonunda da N var.
- Tamam yazıyorum.

Yazdı ve imza attı. Uç uç böcekli, kırmızı cilt kapaklı defterimi bana uzattı. Kitaplarımı ve defterimi özenle çantama yerleştirdim. Oturduğum yerden ayağa kalkıp, çantamı sırtıma taktım yeniden. Gitme zamanı, vakit doldu.

- Çok teşekkür ederim, beni içeri aldığın ve katlandığın için. Sözümü tuttum ama. Bir şey daha vardı ama, vakit kalmadı, sağlık olsun bu kadarı da çok mutlu etti beni. Gerçekten çok teşekkür ederim.
- Tamam bak ne yapalım. Ben misafircilik oyunlarından anlamam pek. Sen de benden yeterince küçük olduğuna göre, çayları sen yapacaksın bu durumda.
- Ciddi misin ? Tamam hemen yaparım mutfak nerede ?
- Kapıdan çıkınca sağa dön görürsün. Benim kine şeker atma.

İki fincan sallama çay ile geri döndüm. Onunkini eline tutuşturdum, kendiminkini yere koydum, çantamın yanına. Ve yere oturdum.

- Hani bir şey daha var ya, zaman kalmadığı için yapamadığım.
- Evet

Çantamın içinden onun yazıları ile ilgili aldığım notların yazılı olduğu kağıtlarımı çıkardım. Kısacık bir göz attım.

- Yeni bir imza töreni değildir umarım ?
- Yok değil merak etme. Bunlar yazılarında bulunan ve aklıma takılan şeyler. Şimdi sana onları soracağım.
- Mesela ne ?
- Mesela .................................... Bu satırlarda ifade etmek istediğin şeyin anlaşılan gibi olmadığını biliyorum. Yani çok daha başka bir şey öyle değil mi ?
- Aslında evet .......................

Tüm sorularıma yanıt verdi samimiyetle. Bir yarım saat daha geçti. Ben artık biliyordum ve daha iyi anlıyordum. Deminden beri çok ifadeli gibi durmayan yüzü artık çok şey anlatıyordu.

- Çok teşekkür ederim her şey için. Bu çok önemliydi benim için.
- Sorun değil, ben de teşekkür ederim sana, bana, her yazarın kolay başına gelmeyecek bir şey yaşattığın için.
- Bir de gül için teşekkür et o zaman
- Gül içinde teşekkür ederim.
- Tamam önemli değil. Hoşça kal
- Haa sırada kim var şimdi.
- Hiç kimse. Daha doğrusu Sezen Aksu.
- Hayır şey için söylüyorum, evine damdan girmeyi düşündüğün biri varsa eğer, herkes benim kadar soğuk kanlı çıkmayabilir polislik olabilirsin dikkat et.
- Tamam. Hoşça kal.

.....

Birkaç gün sonra bir arkadaşımla bir şeyler yiyip sohbet etmek için İstiklal Caddesinde bir yerde oturuyoruz. Siparişimiz verdik, şarabımızı söyledik. Tesadüf ya bulunduğumuz restorana M.M. ve iki arkadaşı geldi. Masaya oturdular. Arkadaşım bana, " aaa Ebru bak kim geldi buraya" diyerek M. M.' a baktı. O sırada M. M. ile göz göze geldik ve bana oturduğu yerden gülümseyerek, eliyle selam verdi. Gözleri kocaman açılmış ve durumu fark etmiş arkadaşım şaşkın şaşkın bakakaldı.

- Ebru, o seni nereden tanıyor ?
- Bilmem, ben onu nereden tanıyorum ki ?

Ebru Kargın
ekargin@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_160.asp

Devamı var

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Dost Meclisi


DİKKAT : EDEBİ SALDIRI UYARISI

Yahut da insanlık tarihinin en büyük fikir alışverişi için çağrı...

Perşembe 11 Eylül 2003, GMT 13.46'da (Türkiye - yaz - saatiyle 16.46) "kitapların salıverilmesi" şeklinde büyük bir edebî saldırı bekleniyor.

Kitap fikir alışverişinin sembolüdür. 11 Eylül Perşembe günü çok sevdiğiniz, dünyaya bakışınızı değiştiren bir kitap alın yanınıza. Üzerine artık küçük bir not mu, bir şiir mi yazarsınız, bir resim mi yaparsınız... o kitabı salıverin gitsin. Bir yol kenarına, bir parktaki sıranın üzerine, metroda, bir kafede, bir otobüs durağında bırakın... başka bir okurla buluşsun.

Bu uğursuz tarihi değiştirin. Dünyaya düşündüklerinizi bu şekilde duyurun.

New York, Brüksel, San Fransisco, Paris, Floransa, İstanbul ve diğer şehirler...

Dünyanın (bize katılan) her köşesinde, 11 EYLÜL PERŞEMBE günü, binlerce isimsiz insan, filozoflar, sanatçılar, yazarlar, her dinden, her inançtan binlerce insan, sevdikleri bir kitabı bir başkasıyla paylaşmak için, sokakta bir yerde salıverecekler.

11 Eylül'de siz de bir kitabı tabiata salın gitsin.

11 Eylül kitapları...
Les livres du 11 Septembre
I libri dell' 11 Settembre
Los libros del 11 de Setiembre
Septembre 11 books...

Komandolarımız şehirlere dağılacak, kitap dağıtmak ya da akıl hastanelerine, hapishanelere, evsizleri ağırlayan sığınma evlerine, fabrikalara, garlara, bakanlıklara, elçiliklere... birer kitap bırakmak için.

Haydi, sizler de en akla gelmez yeri ve şekli bulun.

11 Eylül olumsuzluğun zirvesiydi, karanlığın zaferiydi.

11 Eylül'ü aydınlığın, paylaşmanın, yaratıcılığın, hediyenin, gülümsemenin ve duyguların günü haline getirelim.

ÖNEMLİ NOT: Suç ortaklarının sayısı ne kadar çok olursa, bu "edebî saldırının" elebaşları o kadar başarılı sayacaklar kendilerini.

Yaşları, cinsiyetleri, işleri güçleri ne olursa olsun... Tanıdığınız herkesle paylaşın bu mesajı...

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 3.643 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 Tadımlık Şiirler


"ADA ŞİİRLERİ"NDEN

Sahipsiz bir kedi yavrusuna benzer
kapımda bekleşen
geçmiş günler.
Gece gündüz yalvarıp inlerler,
evine girmek isterler sözcüklerin.
Bense çoktan yitirdim
anı defterlerimi,
bir mezarın üstüne
basıp geçen başkalarıymış
meğer dilimden düşmeyenler.
İşte o perili bahçede
bir bostan kuyusu var.
Atılmış içine
eski bir kentten dökülen renkler.
Vapur dumanlarıyla
el yazması sayfalar bile
sarılıp birbirlerine
ağır uykulara gömülmüşler.
Denizden gelen esinti,
ölü bir sevgilinin eli gibi düşlerdeki,
değiyor ya da değmiyor da
üşümüş bedenlerine sanki.
Alaturka şarkılar çalınıyor
kuyunun dibinde,
an içinde eriyip gidiyor ezgi.
Eskiciye satılan tablo da burada,
- pembe bluzlu kız gül topluyor
yüzünde tasasız
ve yaldızlı bir gülümsemeyle -
belli ki sonsuzluğun kokusu sinmiş
boyanın ömrüne.
Ya çalınmış kameriye?
Karlar altında uzun bir kış geçirircesine
o zaten alışkın terk edilmeye.
Uzaktan gelen horoz sesleri,
düşürülmüş bir mendil ve hıçkırıklar...
Mümkün değil artık kaçabilmek
geride kalan hayatlardan,
ayna kırıkları gibi saçılıp
kalbimin derinliklerine,
her gün yeni bir yangın çıkarırken zaman

Melisa GÜRPINAR

<#><#><#><#><#><#><#>

"ADA ŞİİRLERİ"NDEN

Ve böylece,
hayatım
bir istiridye gibi
kapayıverdi kapılarını
derinliklere günün birinde.
O pembe inciye ulaşamadan
ömrümde bir kez bile,
sanki bir sessizlik kilitlendi üstüme.
Belki de yaşlandım,
her yanım dua
ve çengelli iğne diye...
Düş satıyorum genç kızlara,
ölülerin göğsüne
koymak için kör bıçak,
lamba fitili vesaire,
şimdi adanın arkasında
köy köy gezerek.
Yaz ha bitti ha bitecek.
Sam yeli,
sıcak bir ekmeği
ikiye bölmüşcesine
ruhundan üflüyor yüzüme.
Ah kimbilir kaç şişe
zeytinyağı alacağım var
geçmiş yazlardan
ve kaç ölçek kimbilir
gözyaşı borcum birikti geleceğe.
Biliyorum
bitmeyecek bu sürgün,
sular gene yükselmede yüreğimde.
Neyse ki,
şiirden dul kalan
kadınlara adadığım
kar çiçekleri
açacak diyor falcılar bu kış
deniz fenerinin dibinde.

Melisa GÜRPINAR

Yukarı

 Biraz Gülümseyin


Anlayış

75 yaşlarındaki bir kadın check-up için doktora gider. Doktor ona, daha fazla kardiyovasküler aktiviteye ihtiyacı olduğunu söyler ve haftada en azından 3 kez cinsel ilişkide bulunmasını tavsiye eder. Bir parça mahçup olan kadın doktora;
"Lütfen kocama söyleyin" der.
Doktor bekleme odasına gider ve karısının haftada 3 kez seks yapmaya ihtiyacı olduğunu adama söyler. 80 yaşlarındaki adam sorar;
"Hangi günler?"
Doktor yanıtlar;
"Pazartesi, Çarşamba ve Cuma en ideali olur."
Adam;
"Pazartesi ve Çarşamba günleri onu ben getirebilirim, ancak Cuma günleri otobüsle gelmesi gerekecek."

<#><#><#><#><#><#><#>



Trajikomik!..

Yukarı

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.aliagaekspres.com.tr/
Aliağa express isimli yerel ve sanal bir gazete. Doğal olarak yöreye ait haberlerin derlendiği güzel bir kaynak.

http://www.madblast.com/view.cfm?type=FunFlash&display=2526
Tanrı’nın dünyamız üzerinde yarattığı ve sanatsal bir gözle bakıldığında insan’ı hayretlere düşüren doğa güzelliklerine farklı bir bakış açısı. “The Art of God”

http://www.archetypal.com/light.htm
Görsel çalışmalarını gerçekten beğendiğim bir web sayfası ... Bir baykuş ötüp, gecenin boşluğuna yankısını bırakıyor, İşte başlıyoruz tekrardan, farklı ezgi, aynı ahenk. Gözlerimi kapıyorum, hafifliyorum, ruhum istekle karışıyor doğanın ritmine. Yaşamak ne güzel şey !.. Bu şiir başka bir siteden alınma fakat bu kısayol için daha uygun olduğunu düşünüyorum.

http://cryofanancientsoul.sitemynet.com/ASC/id1.htm
...Arkasında bir çıtırtı duydu. Kafasını yukarı doğru kaldırarak havayı kokladı. Bir güz tavşanı . Akşam yemeği . Avını yakalamak için harekete geçti yaratık. Tavşanın önünden geçişini gördü. Peşine takıldı. Gözünü boz renki yumuşak kürkten ayırmadan takip etti ormanın derinliklerine doğru. Takip uzadıkça yaratık bu tavşanın normalden hızlı koştuğunu farketti. Kendi de hızlı koşardı. Ama bugün avı ondan hızlıydı...

akin@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Damak tadınıza uygun kahveler


POPFile v0.19.1 [2.5M] W98/2k/XP FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=107015
Posta Sunucunuzla Posta programınız arasında güvenlik nedeniyle kullanabileceğiniz bir program. Yüklüyor ve çalışmaya bırakıyorsunuz. Sizin kullanımıza göre kendi kurallarını yaratıyor ve bazı işlemleri sizin yerinize hallediyor. İstenmeyen mesajların silinmesi gibi. Tabiki herşeyi manuel olarak dizayn etmek olası. Çokça eposta ile uğraşanlara tavsiye olunur.

Yukarı

http://kmarsiv.com/sayilar/20030911.asp
ISSN: 1303-8923
11 Eylül 2003 - ©2002/03-kmarsiv.com
istanbullife.com
Kahve Molası MS Internet Explorer 4.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri