KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?

 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Kütüphane
 Kahverengi Sayfalar
 FİNCAN/SİPARİŞ
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)


PDF Versiyonu





Kahveci Soruyor?



KAHVERENGİ SAYFALAR



KAPI KOMŞULARIMIZ

Üç Nokta Anlam Platformu


Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 343

 12 Eylül 2003 - Fincanın İçindekiler

 Editör'den : Gül-üm ben-im!..


Merhabalar,

Canımmm, kimbilir nasıldır şimdi? Herhalde hala kendine gelememiştir. Resmini gördüm, o şen şakrak lokum gitmiş yerine karton kutusu kalmış. Olacak şey mi? Sen o herife mi kaldın be gülüm? Ne işin vardı o sapığın koynunda? Hoş nereden bileceksin herifin teşhirci olduğunu. Gönül bu işte, ota da konar .oka da. Sen üzme canını dadıcım, baksana herifin tezgahından geçmeyen kalmamış. Yanına uzananlarla, tesis yetersizliğinden onun yatağını tercih edenlerin hepsini bir güzel artist etmiş. Rejisörün yatak odası dedikleri bu mu acep? Yok canım onlar kendi nefslerini köreltmeye çalışmışlar sadece ama bu herif kendi kıçı eşliğinde şaheserler yaratmış, elbet günü gelir lazım olur diyede zulaya atmış. Röntgenci desen değil, insan kendi güreşini röntgenler mi? Hadi diyelim bir fantezi uğruna yaptın, yalnız kaldıkça da taktın seyrettin. İyi de kendi namahremini nasıl pazarlarsın be sapık. Hadi sen pazarladın, ya onu satın alıp işbitirmede kullananlara ne demeli bilmem ki? Kızdım yahu, vallahi çok kızdım. Heryerde dadımın erotik filmi konuşuluyor. Kimsenin sapık İlyası sorguladığı yok. Ellerinden gelse herifi "Cesur Yürek"le bir tutacaklar. Hep deriz ya, Allah kimseyi birtakım medyanın diline düşürmesin diye. E gene diyelim, tam sırası. Allah kimseyi.... Kurban dadımın tez zamanda bu vartayı atlatmasını diliyor, önünde aslan gibi editörler dururken bir sapığın oyununa gelmesini şiddetle kınıyor, karton kutunun biranevvel tekrar lokumla dolması için dualar ediyorum.

Bugün sizlere erkek egemen bir Kahve Molası hazırlamışım. Mışım diyorum çünkü ancak bitince farkına vardım. Halbuki araya birkaç manolya, karanfil serpiştirseymişim ya. Olsun varsın bu seferlikte böyle selamlık olsun. Haftaya karma tedrisata geçer kendimizi affettiririz nasılsa. Az yağmurlu çok neşeli bir hafta sonu diliyorum hepimize.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

Yukarı

Yankı Yazgan

 İnsan'ca : Yankı Yazgan


   Parmak izine bakarak beyin falı

Çizgisel Yankı'lar

"Geçmişte yaşananların izini sürenler arasında bilimsel meraklılara da rastlanıyor. Avuç içine değil de, parmak ucuna bakıyorlar. Parmak izinde 'önceki hayatın' izini süren araştırmacılar neyin peşindeler? Önceki hayat'tan kastım, doğumdan önceki, ana karnındaki hayat."

Benzer ikizlerden birini hasta yapıp, diğerlerini koruyan etkenler neler? Şizofreniyi araştıran bilim adamları, parmak izi farklılıklarının beyin gelişimini etkileyen unsurlar hakkında ipucu olduğunu düşünüyor.

Falcılar avucumuzda ne görüyorlar? Ne zaman evleneceğiz, ne kadar yaşayacağız, başımıza ne işler gelecek… Avuç içindeki geleceğe akıl erdirmek ayrı mesele, ama ellerimizde geçmişin bir şekilde boy gösterdiği malum. Ekseni çarpılmış serçe parmağı, bir basket maçında kırılmıştı. Nasırlar, kazma-kürek sallamanın izleri; etleri yenmiş parmaklar sıkıntılı bir saatten kalma. Geçmişte yaşananların izini sürenler arasında bilimsel meraklılara da rastlanıyor. Avuç içine değil de, parmak ucuna bakıyorlar. Parmak izinde "önceki hayatın" izini süren araştırmacılar neyin peşindeler?

"Önceki hayat"tan kastım, doğumdan önceki, ana karnındaki hayat. Parmak ucundaki deri kişiye özgü karakteristiklerine gebeliğin üçüncü ayı ile altıncı ayı arasında ulaşıyor. Bir daha da değişmiyor. Aynı dönem beyin gelişmesi açısından da çok önemli. Sinir hücrelerinin beyin bağ dokusu içinde yayılıp yerleşmeleri, parmak izlerinin gelişip, değişmezlik kazanmasıyla eşzamanlı.
"PARMAK İZİ" beyinin gelişimini aydınlatıyor.

Bu eşzamanlılık ne işe yarıyor ? Varsayalım: Eğer doğum öncesi dönemde beyin yapısını bozabilecek bir olay olmuşsa, bunun hücresel gelişimin en yoğun olduğu (3.-6. ay) döneme raslaması büyük olasılık. Öyleyse kişilerin parmak izlerini incelersek, beyin gelişimini bozmuş "olay"ın izini bulmamız mümkün. Örneğin, bir çok araştırmacı şizofrenideki beyin yapısı değişikliklerinin anne karnındaki 3.-6. ayda olduğunu öne sürüyor. Bu dönemde gelişen diğer dokularda da bir değişiklik olması beklenmez mi? O zaman herkes şizofreniklerin parmak izlerine seyirtiyor. Kıvrımları, büklümleri saymaya başlıyor. Eğer şizofrenide görülen beyin yapısı değişikliği, "önceki hayat" ta olduysa, parmak izindeki kıvrımların sayısında da bir anormallik olsa gerek! Hevesleri kursaklarda bırakan bir şeyi unutuyorlar. Anormal parmak izi diye bir şey yok. Parmak izinden beyin falına bakma projesi bir süre tarihe karışıyor.

"Anormal parmak izi" ne demek ki zaten? Normal'in ölçütlerinin kimsenin kafasında net olmadığı bir dünyada, anormal'in peşine düşmek pek akıl işi değil. Bunu özellikle davranışlardaki anormalliği düşünerek söylüyorum. Normal grup içerisinde büyük değişkenlik gösteren her şey gibi, parmak izinin anormalini bulmak, gerçekleştirilmesi güç bir hedefe dönüştü.

Arkansas'tan (ABD) bir grubun akıl ettiği bir yöntem parmak izinden beyin gelişmesine giden yolu tekrar açtı. Yöntemin varsayımı basit: hayata belli bir genetik şifre ile yüklenmiş olarak başlıyoruz. Bu şifrenin öngördüğü sınırlar çerçevesinde gelişip, çeşitli özelliklerimizi geliştiriyoruz. Anne karnındaki maruz kaldığımız dış etkiler (örneğin, annenin sigara ya da alkol içmesi) ile başlayıp, tuvalet terbiyemize değin uzatılabilecek bir "çevresel etkenler" zinciri ise "türlü-çeşitliliğimiz"den sorumlu.

Eğer bu varsayım doğru ise, anormal'I tanımlamak için bir yol var: baştaki genetik şifrenin biçtiği ana çizgilerden ne kadar uzaklaşmışsınız, ona bakmak.. Bunun için de ayrı genetik şifreyi taşıyan birisi ile (kim acaba?) karşılaştırmak. Aradaki farklar, döllenme gerçekleştikten sonra ne olup bittiyse onu yansıtacaklar. Aynı düşünce zincirinin doğal sonucu olarak, en uygun karşılaştırma kişisi o insanın ikizi olacaktır. Daha doğrusu, aynı genetik şifreyi taşıyan tek yumurta (benzer) ikizi…

Normal ve anormal ikizler

Sadece "anormal parmak izi" için değil, her tip davranış için bu araştırma stratejisini uygulayanlar var. Hayata başlarkenki programdan, "ne kadar uzaklaşmak anormallik sayılır?" sorusunun cevabını böyle bulabileceğini düşünenler pek çok… Diyelim ki, ikizlerden birisinde şizofreni var, diğerinde ise herhangi bir ruhsal hastalık yok. Varsayım şu: ikizler arasında genetik hiç bir fark yok. Hayata aynı noktadan başlıyorlar. Ama, anne karnına düştükten sonra olan-bitenler, başlarından geçenler ikizlerin (ikisinin birden değil de) birisinin hasta oluşunda rol oynuyor. O zaman, bu ikizler arsında bulunabilecek yapısal farklılıklar (özellikle beyinde) hastalığın gelişimine ilişkin ipuçları olabilirler. Bu sadece şizofreni için sözkonusu değil; hemen her özelliğin genetik ve epigenetik yönünü anlamak için bir yöntem. Epigenetikten kastım, genetik kodun hangi bölümlerinin ve ne şekilde çözüleceğini belirleyen sonraki olayların genetik yapı üzerine etkisi...

Beyindeki önemli gelişmelerin olduğu sırada gelişen parmak izi, aynı genetik şifreyi taşıyan (ve hasta olmayan ) ikiz kardeşinkinden önemli farklılıklar gösteriyorsa, hasta kardeşteki beyin gelişiminin tam da o sırada bozulmuş olacağı söylenebilir. Arkansas'taki araştırmacıların bulgusu, şizofreniye yol açan sürecin anne karnındaki 3.-6. aylara denk düştüğü. Kanıtları, tek yumurta ikizi iki kardeşten şizofrenisi olanın parmak izi, hasta olmayanınkinden çok farklı…. Şimdi bu öngörünün dolaysız yöntemlerle doğrulanmasına sıra gelecek.

Bir tür dedektif hikayesi

Araştırma stratejileri, bulgular arasındaki bağların kurulup yeni varsayımların üretilmesi, bilginin kendisi giderek karmaşıklaşırken, bir takım bilinmeyenleri de "malûm"a dönüştürmesi bana dedektif hikayelerini çağrıştırıyor. Her dedektif hikayesinde olduğu gibi mükemmel gözüken olay örgüsü, bir varsayım da içeriyor.

"Parmak izi" hikayesindeki tartışabilir bir çok varsayımdan birisi, ikizlerin genetik yapılarının tıpatıp olduğu. Ana çizgileriyle doğru gözükse de, bu tıpatıplığın mutlak olmadığına ilişkin pek çok bilgi var. Genlerin vücudumuzu, beynimizi ve dolayısıyla hayatımızı şekilendirmelerini yönlendiren karmaşık denetim mekanizmaları ikizler arasında bile tıpatıp, birebir benzerliğin olanaksız olabileceğini düşündürüyor. Ama, pratik bir anlamı var mı bu farklılıkların, henüz belli değil.

Bir başka pürüz ise, şizofrenisi olan bir kişinin tıpatıp ikizinde "hiç bir şey" olmaması olasılığının düşüklüğü. Alışılmadık ya da "anormal" davranışların hastalık ünvanına layık olması o kadar kolay değil; aynı genetik yapı farklı hayat tarzları içerisinde farkı şekillerde ortaya çıkabiliyor. Diyelim ki, ikizlerden birisinde şizofreni var. Diğerinde ise, bariz bir ruhsal hastalık yok, ama okuma güçlüğü, dile ilişkin çeşitli zorluklar var. Her bir ikiz eşinde görülen ruhsal durum, aynı genetik şifrenin farklı çözülmesi sonucu oluşmuş problemler olabilir. Dolayısıyla ikinci ikizde de aynı "parmak izi" anormalliği görülebilir. O zaman birinci ikizde olmayıp, ikinci ikizde olan bir şeyin peşine düşüp, belli bir genetik şifrenin nasıl olup da şizofreniye dönüşmediği, ikinci ikizi ne ve nasıl koruyor, o anlaşılabilir.

Bütün bu "ama" ve "fakat"lar uzatabilir; güzelim detektif hikayesinin tadını-tuzunu kaçırmak pahasına… Yine de "parmak izi"ni sürüp, beyninin gelişim günlüğüne ulaşmak, çok çekici bir konu. İkizler birbirine benzer, ama parmak izleri birbirine benzemeyebilir…

Yankı Yazgan
yanki@kahveciyiz.biz

Yukarı

Cumhur Aydın

 Ankara'dan : Cumhur Aydın


   Bozkırı Yeşertenler

Dr. Uğur Ersoy, ellili yılların sonlarında henüz 27 yaşındayken Rektör Yardımcısı olarak idari görevler de üstlendiği Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nin (ODTÜ) kuruluş yıllarını kaleme aldığı kitaba 'Bozkırı Yeşertenler' adını koymuş..

Bilenler bilir; ODTÜ, hem yerleşkesi hem de kendisine ait alanlardaki ağaçlarıyla, Ankara'nın en yeşil bölgesidir. Oysaki yarım asır önce bu alanlar uçsuz bucaksız bozkırın parçasıydılar. Kuşkusuz Uğur Hoca, bu değişikliği yalnızca bitki örtüsündeki farklılaşmayla vurgulamıyor satırlarında.. Yeni fidanların kök salmasıyla; iyi eğitimli genç kuşakların yetişmesi, uluslararası ölçekte bir bilim yapma ve araştırma düşüncesinin yeşermesini de ifade ediyor..

ODTÜ'nün kuruluş yılları öyküsü, aslında çoktandır unuttuğumuz, zorluklar, sıkıntılar içinden bir büyük sıçrama yapmanın ve bunu, sanılanın aksine, temelde Türk insanıyla başarmanın da öyküsüdür aslında.. Onun kitaba kısa notlarla serpiştirilmiş, umulur ki ileride daha detaylı anlatılacak; sonraki, özellikle son yirmi yıllık öyküsü ise, başardıklarımızı, yarattıklarımızı sonradan nasıl zayıflattığımızın, özgünü; özgüveni nasıl yaraladığımızın öyküsü olduğu gibi.

ODTÜ'nün kuruluşu ve yücelişi elbette bir kaç kişinin çabalarıyla sınırlandırılamaz.. Ancak olmassa olmazların da altını çizmek, onlara özel bir sayfa ayırmak gerekir. Uğur Ersoy Hoca, birçokları gibi özellikle kuruluş yıllarının hemen ertesinde birer yıldız gibi parlayan Mustafa Parlar ve Kemal Kurdaş gibi efsane isimleri anıp, ilk Türk rektör Turhan Feyzioğlu ve ilk Mütevelli Heyetinden Demokrat Parti Milletvekili Ahmet Tokuş'a özel vurgular yaptıktan sonra, Amiral Gemisi Kaptanı olarak rahmetli Vecdi Diker'i işaret ediyor.

Kim Vecdi Diker? Ersoy, O'nu 'Hayal gücü sınır tanımayan bir eylem adamı' olarak anımsamış, tanımlamış. Çünkü Hoca'da, diğer yakın tarihi sorgulayanlar gibi ayni kanıdadır: Üniversitenin yapısına tuğla koyanlar çoktur ama ODTÜ fikrinin mimarı Sayın Vecdi Diker'dir. Birleşmiş Milletlerin desteğinde bir Şehircilik Okulu kurulması düşüncesi, O'nun bitmez tükenmez enerjisi, geniş ufku ve gayretleri sonucunda uluslararası nitelikte, İngilizce eğitim yapacak, klasik sistemin dışında yer alacak nitelikli bir üniversite düşüncesine evrilmiştir.

Vecdi Diker, yalnızca ODTÜ ile sembolleşmedi. Diker, 1950'de Karayolları Genel Müdürlüğü'nün kuruluşunda da çok önemli katkılarda bulundu ve ilk Genel Müdür olarak görev yaptı. Vecdi Diker Türk Otomotiv Endüstrisinin de ilk tohumlarının atılışında, fikir, yürek ve emek adamı olarak büyük hizmetler verdi.

Sayın Diker'i, adının kazındığı ODTÜ'de görev yaparak simgesel olarak selamladıktan sonra; bir diğer göz nuru Karayolları Genel Müdürlüğü'nde görev yapmak ve hatta 1990'lı yılların ortasında doksanlı yaşlarına merdiven dayamış bu genç delikanlıyı dinlemek, eleştirilerini almak, katıldığı kurum içi toplantılarda beraber olma ayrıcalıklarını ben de yaşadım. Vecdi Diker yaşamının son günlerinde bile, meslektaşlarını bir araya getirmek, onları canlandırmak, bilimsel düşünmeye zorlamak ve ülkenin kaygılarını yüreklerinde hissetmelerini sağlamak gibi amaçlarla zorlu, tempolu koşuşturmalar içindeydi.

Kuşkusuz bir yazı kurmacasının çerçevesinde ancak olabildiğince onunla somutlaştırmaya çalışarak, bu özel insanların bu bitmez tükenmez enerjilerini, daha güzel, güçlü Türkiye hayallerini, bozkırları yeşertme azimlerini neyle ve nasıl açıklamalı?

Öncelikle sağlam bir kişilik, iyi bir eğitimin altlarını çizmeli.. Dünyayı tanımak, gelişmeleri izlemeyi anmalı. Hemen sonrasında Türkiye'nin, genç Cumhuriyet'in mutlaka ayakları üstünde durması gerektiğine olan sarsılmaz inançlarına, bir tek kişinin bile çok şeyi değiştirebileceğine olan azimlerine değmeli.. Dünyaya sırt çevirmeden ama kimseden size el atmasını ve hatta kurtarmasını beklemeden, once kendine güvenmek.. Düşler görmek, bu düşleri gerçeğe dönüştürmek için çabalamak, mutlaka ama mutlaka başarılı olmak, bunu istemek..

Hocam, Sayın Uğur Ersoy'un Evrim Yayınevi'den çıkan 'Bozkırı Yeşertenler' öyküsünü okumanızı, azcıkta başucunuzda tutmanızı öneririm. Bakmayın siz, Uğur Hoca'nın kendini çoğunluk tanık, anlatıcı konumunda tutmasına, bu alçakgönüllüğü O'nu da kamuyoyunca çok bilinmeyen bu 'özel insanlar' grubunun kahramanları arasında görmemezi engellemiyor, kuşkusuz..

Belki yıllardır sıkışıp, çöküp kalmamızın; yeni açılımlar, atılımlar yaratamamamızın ardında, böyle sağlam kişilikli, eğitimli, ufuklu, dürüst, vatansever 'özel insanlarımızın' daha da azalması ve hatta olanları utakaka etmemizin de büyük payı var.. Kendine, kendimize güvenmeyi nicedir unuttuk? Bir boş, saf böbürlenme olarak değil ama, dünyayı tanıyan çağdaş ülkeseverleri nicedir selamlamadık? Kendimiz için bu kaygıyı duymadık?

Bozkırı yeşertmeyi de, yeşertenleri de; bozkırın yeşerebileceğine olan inancı da nicedir ıskaladık açıkçası.. Tam tersine, çoğunluk yeşermişleri bozkıra çevirenlerin, bunun planlarını yapanların peşinde, başkalarının bizi kurtarmasını bekliyoruz..

Üstelikte günümüzü gün ederek!

Cumhur
cumhur@kahveciyiz.biz

Yukarı

Mehmet Emin Arı

 Aklımda Gezintiler : Mehmet Emin Arı


   Evrim teorisi

En büyük mucize mucizelerin olmayışıdır
Henri Poincarre

Bundan yaklaşık bir yıl önce, Carl Sagan'ın yazdığı Cosmos kitabının belgesel çekilmiş halini televizyondan izliyordum. Belgeseli sunan Sagan (belgeselin yayın tarihinden çok daha önce ölmüştü) ilginç bir örnek verdi. Japonya'da bir gölde yaşayan yengeçler inanılmaz derecede samuraylara benziyordu. Bir yengeci alıp gösterdi ve hemen arkasından eski bir samuray resmi ekranda belirdi. Benzerlik şaşkınlık vericiydi. Yörenin efsanelerine göre, yüzyıllar önce bir grup samuray kendilerinden kat, kat güçlü bir orduya karşı kahramanca savaşmışlar fakat sonuçta yenilip ölmüşler ve gölde kaybolmuşlar. Şimdi tam hatırlamıyorum ama gölün bulunduğu yörenin inançlarına göre bu yengeçler aslında o samurayların ta kendisiydi ya da onların ruhunu taşıyordu.

Sagan bunları söyledikten sonra elinde tuttuğu yengeci göle bıraktı. Bu benzerlik ve kahramanlık hikayesi beni çok etkilemişti. Yengeçlerin kahramanca duruşu, eski samurayların gösterişi ve yiğitliği, anlatılan efsanenin gerçek gibi durması ve diğer ayrıntılar yan, yana gelince neredeyse şiirsel bir şey çıkıyordu ortaya. Epey etkilenmiştim.

Fakat Sagan kendinden emin bir gülüşle bu büyüyü bir anda bozuverdi. Samurayların ruhu aslında yengeçlere falan geçmemişti. Yörenin insanları geçimlerini balıkçılıktan kazanıyorlardı ve tabi ki yengeçte tutuyorlardı. Çocukluktan beri duydukları efsanenin etkisiyle, samuraylara benzeyen yengeçleri tuttukları zaman duydukları saygı ve belki de korkudan dolayı tekrar göle atıyorlardı. Tabi diğer sıradan yengeçler bu tür bir ayrıcalığa sahip değildi. Sonuç olarak balıkçılar bilincinde olmadan doğal bir seleksiyonu yapay olarak gerçekleştiriyorlardı. Samuraylara benzeyen yengeçler sürekli olarak göle atıldıkları için popülasyonları artmış ve zaman içinde efsane onları, aynı zamanda onlar da efsaneyi çoğaltmıştı.

İçinde masalı, efsanesi ve tabi ki şiiri de olmayan basit, yalın, bilimsel ve tabi ki doğru bir açıklama. Bu açıklamadan sonra ben de hayal kırıklığına uğramıştım ama Sagan'ın basit, doğru ve tabi ki bilimsel açıklamasını gönülsüzce kabul etmek zorunda kalmıştım çünkü doğruydu.

Bu ilginç olay beni düşündürtmüştü. Nedense yengeçlerle ortak noktamız varmış gibi hissettim.

İnsanoğlu olarak kendi varoluşumuzu açıklamak için bilinen tarih boyunca sayısız açıklama, din, efsane ve teori ürettik. Darvin 'in temelini attığı Evrim teorisi bunlardan sadece biridir. Her ne kadar bir çok eksiği olsa da evrim teorisi kendi içinde tutarlılığı olan bilimsel bir teoridir.

Bilimin ortaya koyduğu diğer teoriler bu kadar şiddetli tepki almazken, karşı çıkanlar tarafından evrim teorisi neredeyse şeytanın bir icadı, büyük bir komplonun ta kendisi ya da parçası olarak gösterilmeye çalışılmaktadır. Diğer taraftan ise, evrim teorisine inananlar, her ne kadar bir teori olmasına rağmen, bilimsel bir yaklaşımı bir kenara bırakıp yeni bir inanç sistemi gibi benimsemişlerdir. Özellikle bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan insanlarla dolu ülkemizde, insanlar bulundukları sosyo-ekonomik duruma ve politik görüşe bağlı olarak, takım tutar gibi ya evrimci olmakta ya da yaratılışçı.

Evrim teorisine gösterilen bu aşırı tepkinin nedeni, nesnel değil tamamıyla psikolojiktir. Evrim teorisine inanmak yada onun önermelerinden bazılarını kabul etmek, dinsizlikle ve hatta küfür içinde olmakla bir tutulmaktadır.

Anlayacağınız iş evrim teorisine gelince cepheler çok sert ve keskindir çünkü teori doğrudan zülfiyara dokunmaktadır.

Evrim teorisine karşı gösterilen bu şiddetli tepkiyi anlamak kolaydır. Psikolojik olarak insanoğlu evrim teorisine henüz hazır değildir. Nedenleri ve amaçları sadece kendi tarafından bilinen yüce bir yaratıcının en çok değer verdiği ve evreni onun için yarattığı seçkin bir varlık olarak bir anda değil de, bir amino asit çorbasının rastlantısal oluşumlarından biri olduğumuzu söyler evrim teorisi. Yaratılışa göre tüm bir evren, dünya üzerindeki tüm bitkiler ve hayvanlar bize hizmet etmek için yaratılmıştır. Dünyanın efendisi ve büyü evren filminin esas oğlanıyızdır. Evrim teorisine göre ise bu hiç de öyle değildir. İnsan sadece evrim koşusunda başarılı olmuş bir türdür, o kadar. Hamamböcekleri de aynı başarıyı göstermiş ve günümüze kadar gelmişlerdir.

İşin tuhaf tarafı, evrim yok diyen insanlar günlük yaşamdaki karşılarına çıkan mikro evrimsel süreçleri çok doğal kabul etmekte ve en ufak bir itirazda bulunmamaktadırlar. Bir elmanın, elma olması için belirli gelişim süreçlerinden geçmesi gerektiğini kabul ederler. Önce tomurcuk, ardından çiçek ve daha sonra meyve olma basamaklarını hiç itirazları olmaz. Bebeklerin leylekler tarafından getirilmediğini ve elmaların dallarda bir gecede ortaya çıkmayacağını biliriz. Fakat iş insanın oluşumuna gelince bu sıradan kabullenişi bir kenara atar ve insanın bir anda ışınlanmış gibi ortaya çıktığına inanırız.

Hemen sesinizi yükseltip itirazda bulunmayın. Önce sakin ve sağduyulu bir şekilde teoriye bir göz atalım. Teoriye karşı var olan önyargıları inceleyelim.

Bilinen önyargılar içinde en yaygın olanın aksine, evrim teorisi tanrı tanımaz ve küfür içinde olan bir görüş değildir. Eldeki verileri kullanarak oluşturulmuş bir insan oluşumu modelidir. Biyolojik bir varlık olarak insanın oluşuna dair bir resim ortaya koyar. Bu resmi de elindeki verilerden yola çıkarak oluşturmuştur. Veriler eksiktir ve yetersizdir, teorinin kendisinin de bir çok büyük eksiği vardır. Adı üstünde, teori. İnsanın oluşumuna dair kesin bir resim sunmaz ama yine de tarihte görülen en tutarlı ve gerçekçi modelidir.

Evrim teorisi sadece insanın oluşumuna dair bir model öneri sürer. Teori hiçbir zaman Tanrı'nın varlığı ve yokluğuna dair bir şey söylememiştir. Evrim teorisinin ateist bir düşünce olduğu fikri, sadece onun öne sürdüğü model ile dinlerin öne sürdüğü model arasındaki çatışmadan kaynaklanmaktadır. Bilim hiçbir zaman Tanrının varlığını ya da yokluğunu tartışmaz çünkü bu bilimsel açıdan tartışılabilecek, ispat edilebilecek yada çürütülebilecek bir şey değildir. Bu aklı aşan bir kavrayışın işidir.

Tarih boyunca bilim, sadece din adına söylenen gerçek olmayan önermeleri çürütmüştür. Örneğin dünyanın olmadığını, evrenin merkezinde yer almadığını ve kilisenin eskiden söylediği gibi evrenin yaşının 4 bin yıl olmadığını artık biliyoruz. Olimpus dağında Zeus'un oturmadığını bütün dağcılar bilir. Tufandan kurtulmak için tüm türleri bir gemiye koymak isterseniz ve bu güne kadar sayılabilmiş hayvan türü sayısının bir milyonu aştığı gerçeğini dikkate alırsanız, yapacağınız geminin büyüklüğünü varın siz hesaplayın (ortalama 5 kg dan 75 bin kişiyi taşıyabilecek bir gemi) vs.

Dinlerin söylediğinden farklı bir model önermesi evrim teorisini ateist yapmayacağı gibi, hem bir Tanrının varlığını hem de evrim teorisini birlikte kabul etmek gayet de mümkündür. En azından benim için bu böyle. Dedikleri gibi, "Tanrının kendine özgü ve bize açık olmayan yolları vardır".

Bir diğer önyargı ise, evrim teorisinin aslında dini yıkmak için ortaya atılmış büyük bir komplonun parçası olduğudur. Bu tartışılmaya değmeyecek kadar saçma bir önermedir. Başta Darvin olmak üzere, teoriyi oluşturanların hepsi bilim insanlarıydı. Sanıldığının aksine, evrim teorisinin en büyük düşmanı ona bilimsel olmayan karalamalarla karşı çıkanlar değil, bilakis onu bilimsel yoldan kıyasıya eleştiren diğer bilim adamlarıdır.

Bilim eldeki verilerler, evrim teorisinin yanlış olduğunu görürse hep yaptığı gibi çöpe atacaktır ve yeni bir teori bulunacaktır. Bilim tarihi çöpe atılmış teorilerle doludur ama evrim teorisi henüz çöpe atılmamıştır, bilakis eksik parçaların yerine gelmesiyle daha da güçlenmektedir.

Tekrar evrim teorisine karşı gösterilen psikolojik direnç mekanizmalarına dönelim. Bana göre basit mekanizma şudur; birey olarak insanın gelişimi ile insanoğlunun gelişimi büyük benzerlikler gösterir. Bebek, kendini ve çevresini tüm bir bütün içinde birleştirir. Tıpkı insanoğlunun ilk bilinçlenme aşamalarında olduğu gibi. Daha sonra benlik bilinci geliştikçe kendini ve "dışarıyı" ayırt eder. Benlik bilinciyle birlikte narsizmi de gelişir. Çok özel ve değerli olduğunu sanır. Sonra olgunlaşır ve kendi nesnel değerinin farkına varır. Birey gibi, insan türü de gelişimini ve büyümesini sürdüren bir türdür ama hala başlangıç aşamasındadır. Bir yeni yetmenin kendini beğenmişliği ve aynı zamanda güvensizliği içindedir. Evrim teorisi ne derse desin, ortaya ne kanıt koyarsa koysun, İnsan egosu, doğal olarak sonsuz denilebilecek evrende bir toz zerresi olmak yerine, filmin esas oğlanı olmayı tercih edecektir.

Bu durumda insan türüne sorabileceğimiz soru şudur; içinde 1000000000000000000000 (10 üzeri 21) adet yıldız bulunan evrenin (kişi başına 2500 milyar yıldız) sadece insan için yaratıldığı önermesini nasıl açıklarsınız? Yada bize çok benzeyen insanımsılar neden yok oldu ve günümüze gelemedi? Dinozorlardan neden kimse bahsetmiyor? vs.

Ama kendi kişisel inancıma göre Tanrı vardır fakat dinlerde anlatıldığı gibi ne Zeus, ne yaşarken dişi apse yapan Ramses, ne de yarattıklarını imtihana tutan bir yargıç değildir.

O, şu an için biz insanların hayal edemeyeceğimi ve kavrayamayacağımız bir yerde ve şekilde... belki de hiç bilemeyeceğiz, kim bilir...

Not: ileri okuma ve bilgi için;
* Carl Sagan, "Karanlık bir dünyada bilimin mum ışığı" Tubitak Popüler Bilim Kitapları
* Dinazorların Sessiz Gecesi, Heimar Von Ditruf
* Richard Dawkins, "Kör saatçi"

Mehmet Emin Arı
http://www.eminari.com

Yukarı

Ahmet Şeşen

 Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


   Rock'n Coke -2

Pazartesi günü öğleden sonra evine dönebildi bizim koca dana festivalden, 14 saat deliksiz uyuyunca anladık halden, demek kesildi kerata hem ayaktan hem elden... Bu hafta biraz saatler şaşırdı, dinleyemedik bir türlü festivalin izlerini, devrisi gün devrisi gün derken dün gece anlattırabildik nihayet ..!

Öncelikle mükemmel bir organizasyon yapmış adamlar, o kocaman Hazerfan Havaalanı dedikleri tarlayı çok düzenli parsellemişler. Kocaman bir dikdörtgen düşünün dedi oğlan, kısa kenarın tam ortasından içeri girilebiliyor, girişin sol ve sağ tarafları kamp alanı olarak ayrılmış, yatıya gelenler çadırlarını buralara kurmuşlar ve kamp bileti olmayan bu alana giremiyormuş. Toplam 1000'e yakın çadır varmış dediğine göre. Dikdörtgenin büyük kenarının ortasına pist kurulmuş, müthiş ses düzeniyle en uzak mesafedeki çadırdan ( ki bizimki çadırını oraya kurmuş ) bile rahatlıkla müziği duyabilirmişiz.

Büyük kenarın devamındaki köşeye de bir dans pisti kurmuşlar DJ eşliğinde. İki gün boyunca 15:00 - 16:00 gibi başlıyormuş DJ'ler ve değişe değişe 12 saat kesintisiz dans. Kah ortaya geçip grupların konserlerini dinliyorsun, kah kenar bölüme gidip DJ eşliğinde pistte tepiniyorsun.. İlginç olan bu bölümde çalan müzikler hiç bir taraftan dinlenemiyormuş, akustiğe breh breh ..!

Görevli de olunabilirmiş meğerse, arkadaşlarından bazılarını kamp görevlisi, giriş görevlisi olarak da görünce şaşırmış bizimkisi. En saf durum da girişte kimlik bölümünde başına gelmiş oğlanın. Bir de bakmış kapı görevlisi arkadaşı, ayak üstü sohbet felan derken, kimlik sorulmamış buna, meğerse 18 yaş üstüne başka renk bileklik, 18 yaş altına başka renk bileklik veriyorlarmış, bu renk durumuna göre de alkol satın alabiliyor veya alamıyorsunmuş. Oğlan bilekliğini takmış tam içeri girecekken kapı görevlisi arkadaşı : - Demek sende 18'i bitirdin ha ! deyince, bizimki : "Yoo, 18'e girdim, bitirmedim daha !" cevabıyla şraaakk değiştirivermişler bilekliğin rengini..!

"Kızlar daha çok DJ tarafında olduğundan zamanımın çoğunu pistte geçirdim, fazla takılmadım konser tarafına" dedi, babasının oğlu diye söylendim içimden bakmadan suratına.. Ne çiş problemi olmuş ne de tuvalet öğrendim bu arada ancak uyku tulumuyla pek rahat etmiş çadırında gecenin soğuğuna rağmen, iyi ki satın almışım dedim zihnimden, kredi kartının ödemesi gelince sorarım ben sana diye başka bir ses geldi öteki beynimden, zamanı gelince açarsın beni Yeni Camii önüne sesi gelmez mi mendilimden ?

Akbank, sponsorluğu boşuna üstlenmemiş, Hazerfan'da hiç bir şey para ile satılmıyormuş, önce gidip Akbank chip kart alıyorsunuz, sonra chip'inizi doldurmak için önce Sakıp'ın cebine para bayılıyorsunuz, sonra karnınızı chip'inizden düşerek doyurup konser alanına yayılıyorsunuz ! Şimdi, sıkı dur Editör'üm Führer'im, bunları uzun uzun sana fikir versin diye yazdım ama işte sana chip'ini doldurma ve de artık Kahve Molası'ndan para kazanma yöntemi sunuyorum, bu kıyağımı da unutma ..!

Abone yaparken para almıyorsun, devam, sonra günün yazı başlıkları ve yazarları çıkıyor burada da para pul yok ama diyelim bir yazıyı okumak üzere mouse'u çift tıklatıyorum hemen bir pencere açıyorsun Adolf olarak görünüyorsun :
"Chip kart varsa devam aksi halde lütfen taze kart alınız"

uyarı mesajı ile okuru kart almaya davet ediyorsun. Diyelim kart alındı, ve okur bir yazarın yazısını seçti hemen karşısına dikiliyorsun :
"Chip kartınız boooooşşşş, lütfen doldurunuz"

mesajı ile cebini pardon chip'ini dolduruyorsun, paralar senin cebe geldikten sonra yazarların yazılarını güncel döviz kurları üzerinden ayarlıyorsun, diyelim benim yazımı mı okumak istedi okur, derhal benim hesaba ilgili miktarı 15 gün sonrası için havale ediyorsun, bu kadar basit. Sonra 15 gün işletiyorsun parayı, fazla açma sakın arayı, böylece bir yıl sonra dikersin sarayı...

Ahhh ! Ne vuruyorsun be, nasıl kapatacam ben bu yarayı ?

asesen@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Komikçi Kahveci : Turgut Ankara


VUSLAT İLE FERİT DENİZDE

-Offf abi çok sıcak ya, terden yapış yapış oldum valla.
-Valla benim de yerimden kalkacak halim yok Ferit.
-Abi, evin su işini halletmemiz lazım. Çekilmez yoksa bu sıcaklar.
-Para mı var oğlum halledecek?
-Ne yapacaz peki bu sıcaklarda, kokarca gibi oluruz valla.
-Hadi kalk Emirgan'a gidelim, denize gireriz.
-Yok abi ben tırsarım boğazda denize girmekten.
-Olmaz bir şey, kollarım ben seni.
-Zaten mayomuz da yok abi.
-Sanki otel havuzuna gidiyor herif. Oğlum millet mayoyla mı giriyor sanki?
-Ayıp olur abi, eşşek kadar adamlarız.
-Ben gidiyorum, sen ister gel, ister gelme.
-Tamam tamam... Bekle havlu alalım bari yanımıza.
-Ferit lan, şu bakkaldan margarin alsaydık.
-Niye ki?
-Sırtımıza filan süreriz işte.
-Abi o yağ başka, bu başka.
-İkisi de yağ ulan işte. Ne farkeder git bir paket kap gel.
-Off abi.
-Oflama gene... İki tane de ekmek al, yağdan süreriz üzerine.
-Tamam tamam.

(yirmi dakika sonra.)
-Abi gözünü seveyim otobüse binelim.
-Ne var, yürüyoruz işte.
-Abi, abuk sabuk şeylere dünyanın parasını veriyorsun, bize gelince tık yok valla.
-Para mı var lan! Biletlerin fotokopileri de bitti zaten. Yürü hadi az kaldı.

(Yer Emirgan)
-Abi öldüm valla. Beynime güneş geçti.
-Geldik oğlum işte.
-Burası da halk plajı gibi, şu kalabalığa bak.
-Gel şuraya oturalım.
-Ben dayanamıyacağım hemen giriyorum valla.
-Ohooo!!! Denizden korkana bak, benden önce giriyor.
-Abi gel gel! Su çok güzel.
-Geliyoruuummm! Hobareeeey...
-Abi dağıttın valla ortalığı, yavaş ol biraz ya.
-Oy oy dondum. Soktun beni buz gibi suya. Dur atmasana su, hişt dövecem bak.
-Hihihi!!!
- Atma diyom bak sana.
-Hihihi!!!
-Ulan sen istedin.
-Abi aşkolsun ya, ne sokuyon kafamı suyun içine?
-Şaka yapıyoruz herhalde.
-Balık mıyım abi, ben nasıl tutayım nefesimi o kadar?
-Olmaz bir şey, aç bakayım bacaklarını arasından geçecem.
-Açtım abi geç.
-Hoop bulp blup gulp...
-Ne oldu abi?
-Ne kapatıyon lan bacaklarını?
-Sen bana yaparken iyi değil mi?
-Ben çıkıyorum oğlum, güneşleneceğim.
-Tamam abi sen çık.

(Vuslat abi karada, Ferit denizde günün tadını çıkarmaktadırlar.)
-Ferit gel buraya. Hadi biraz yağ sürüver sırtıma.
-Geldim abi.
-Oh beee! Ne iyi etmişizde gelmişiz valla.
-Yat abi sen, ben yağını süreyim.
-İyice sür ya, bi güzel yanayım.
-Abi yumurta da kırayım mı üzerine. Yağda yumurta yeriz işte.
-Dalga geçme. Zaten bir dahaki gelişimizde Sana ekmek üstü alacağım, o daha güzel.
-Abi sen bu yağın işe yarayacağına emin misin?
-Tabi oğlum, ikisi de aynı yağ. Ha güneş yağı, ha margarin ne farkeder?
-Peki abi .

(Saatler saatleri kovalar.)
-Abi hadi geç oldu gidelim artık.
-Of piştim valla ben. Denize girelim de ondan sonra gideriz.
-Tamam abi.
-Ohhh iyi geldi valla, bu sefer su buz gibiymiş.
-Abi istakoz gibi olmuşsun valla.
-Yok be oğlum, bana bir şey olmaz.
-Hadi yeter abi, çıkalım artık.
-Tamam geldim.
-Havlumuz nerede bizim?
-Buraya koymuştum abi.
-Allah allah, rüzgardan uçmuş mu yoksa?
-Abi giysiler de yok.
-Ne diyon oğlum sen?
-Valla yok abi ne yapacağız şimdi?
-Ana... Yağı götürmüş şerefsizler!
-Abi eve nasıl gideceğiz böyle, sen yağı düşünüyorsun?
-Gideceğiz oğlum ne yapalım, başka şansımız yok.
-Utanırım abi .
-Yürü hadi, konuşma fazla.

(Yola koyulurlar.)
-Abi bütün millet bize bakıyor.
-Denizden yüzerek Beşiktaş'a kadar gitsek, oradan yürüsek.
-Abi biz o akıntıya bir kapılırsak, kendimizi Sinop'ta buluruz valla.
-Yürü o zaman ne yapayım ben?
-Abi bu arada harbiden kıpkırmızı olmuşsun sen.
-Sus, zaten canım çok acımaya başladı.
-Abi itfaiye arabası gibi oldun valla.
-Sus be oğlum dalga geçme.
-Abi var ya, şimdi yandık bak polis geldi.
-Ne geziyorsunuz böyle?
-Abi biz denize geldiydik, elbiseleri çalmışlar.
-Kimlikleri gösterin bakayım, eylemmi yapıyorsunuz yoksa?
-Kimlikler de gitti abi.
-Bu niye kendini kırmızıya boyamış?
-Yok abi o güneşten böyle oldu.
-Kardeşim dolaşmayın böyle ortalıkta, üzerinize bir şeyler giyin.
-Eve gidiyoruz biz de.
-Nerede sizin eviniz?
-Tarlabaşı'nda.
-Binin arabaya ulan, ne çok çekiyoruz sizden biz ya?

(Tarlabaşı'na varırlar.)
-Hadi çabuk evinize, dolaşmayın böyle ortalıkta.
-Sağolun memur bey.
-Ferit şu bakkaldan bi yoğurt al.
-Ben girmem abi bu halde, gir sen al.
-Hadi oğlum bırak zevzekliği, acayip canım acıyor zaten.
-Off ya!
-Sür Ferit, her yere sür çok canım yanıyor valla.
-Dur abi sürüyorum işte. Daldırma yoğurda öyle parmaklarını, yiyeceğiz heralde biz ondan.
-Ne yapayım parmak uçlarım bile yanıyor.
-Dedik dimi sana sürme o yağı diye. Öğlen yağda yumurta gibiydin, şimdi de yoğurtlu Vuslat kızartması oldun.
-Canım yanıyo Ferit, hep senin yüzünden.
-Abi ben ne yaptım gene yaaa.

Turgut Ankara
turgutankara@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_161.asp

Devamı var

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Dost Meclisi



<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 3.643 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 Tadımlık Şiirler


...

Gözlerimde fer'imsin..
Bedenimde ten'imsin...
Beynimde divane dolaşan düşüncelerim..
En yoğun hissiyatımda meşgalem..
Kulaklarımda tatlı bir nağmem..
Kitapsız okuduğum hayat hikayem...
Huzurlu ve mutlu olman tek gayem..
Unutamadığım sevdiğimsin sen...

Damarlarımda ılık ılık süzelen kanımsın..
Yüreğimi parselleyen canımsın..
Ruhumdaki tatlı sıkıntım,
Gece karanlığımda esen ılık rüzgarım,
Rüyalarımdaki aşk prensesim,
Haykıramadığım kara sevdam..
Unutamadığım aşkımsın sen...

Kalbim heycanla çırpınıyor sen diye,
Sana seni seviyorum diyen dilim ;
Hala sayıklıyor sen sen diye,
Sana bakan gözlerim yasta şimdi ,
Sevdiği sen'i göremiyor diye,
Unutma canımda canımsın sen..
Benliğimde özenle sakladığım..
Unutamadığım...
Unutmak istemediğim çaresiz sevdiğimsin sen..


Osman Taplamacı

<#><#><#><#><#><#><#>

...

Kara çarşaflar giymiş gök yüzü yine..
Pamuk pamuk beyaz bulutlarım yok artık..
Işıl ışıl göz kamaştıran,
İçimi ferahlatan güneşim saklanmış..
Hüzün rüzgarları sessizce dolaşmaya çıkmış..
Mutluluk dağlarım yok artık...
Gözlerinin rengini kaybetmiş gözlerim..
Sevda ateşim harlı yangınlara dönüşmüş...
Duygularım serin bir şelale gibi çağlamıyor..
Kulaklarım duymuyor serin sesini...
İçimdeki sevdan yok artık...

Osman Taplamacı
otaplamaci@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Biraz Gülümseyin


Köpecik

Adamın birisi Afrika'da safariye çıkarken yanına minik köpeğini de almış. Minik köpek bir gün ormanda dolaşıp, kelebekleri kovalar, çiçekleri koklarken kaybolduğunu fark etmiş. Ne yapacağını düşünürken bir de bakmış ki karşıdan bir leopar geliyor ve belli ki günlük yiyeceğini arıyor. "Şimdi başım dertte" diye düşünmüş minik köpek.

Etrafına bakmış yerde kemik parçalarını görmüş. Hemen arkasını leoparın geldiği yer dönerek kemikleri kemirmeye başlamış, bu arada da arkadaki hareketi kestirmeye çalışıyormuş. Leopar tam saldıracakken minik köpek kendi kendine konuşmuş;
"Ne kadar lezzetli bir leoparmış. Acaba etrafta bundan bir tane daha var mı ?"

Bunu duyan leopar bir anda donmuş kalmış ve en yakındaki ağaca tırmanmış.
"Tam zamanında kurtardım yoksa bu köpeğe yem olacaktım" diye düşünmüş.

Bütün bunlar olup biterken bir başka ağacın üstündeki bir maymun olanları izliyormuş. Bildiklerini kullanarak bundan sonra leopardan kurtulabileceğini düşünmüş. Leoparın yanına giderek neler olduğunu anlatmış. Leopar çok sinirlenmiş ve maymuna;
"Atla sırtıma, gidip şunu yakalayalım" demiş.

Bir süre sonra minik köpek leoparın sırtında maymunla birlikte süratle kendisine yaklaştığını fark etmiş. "Şimdi ne yapacağım" diye düşünürken, kaçmaya da teşebbüs etmemiş. Bunun yerine arkasını leoparın geldiği yöne dönerek, kemikleri kemirmeye devam etmiş. Tam leopar saldıracakken yine kendi kendine konuşmuş;
"Bu aptal maymun nerede kaldı ? Yarım saat önce bir leopar daha getirsin diye gönderdim hala haber yok ..!"

<#><#><#><#><#><#><#>



Sıkıysa şimdi almasın Tatlıses FM'i!..

Yukarı

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.fashionshowroom.com/spring2002/hanniballaguna/photos.htm
Dünyaca ünlü modacı “Hannibal Laguna” tarafından tasarlanan kıyafetlerin resimlerinin de arşiv kayıtlarında bulunduğu, sağlam bir moda arşivi.

http://www.ofistv.com
Sadece internet ortamında yayın yapan ve sadece iş saatleri içerisinde canlı olarak seyredebileceğiniz bir tv kanalı. Spordan, politikaya kadar ilgi duyduğunuz ve gündemi belirleyen her konuda bilgi alabileceğiniz bu kanal’ı izlemenizi tavsiye ediyorum.

http://www.psikiyatrist.net/testkaygi.htm
Beck kaygı ölçeği ile, kaygısal seviye ölçümü ... Aşağıdaki ölçek 1988 yılında Beck ve arkadaşlarınca oluşturulmuş ve ilk olarak 1993 yılında M. Ulusoy tarafından Türkçe'ye çevrilerek ilk kez kullanılmaya başlanmıştır. Aşağıdaki Kaygı yada endişe belirtilerini bu günü de kapsayarak son bir hafta içinde ne ölçüde ölçüde yaşadığınızı işaretleyiniz ...

http://www.muzisyenlerkulubu.com/
Adı üstünde müzisyenler kulübü. Müzik tutkunuysanız ihtiyaç duyduğunuz bir çok bilgiye bu sayfalardan ulaşabilirsiniz. Mesela gitar için şarkı sözleri ve akorlar’a ihtiyacınız var. Kaynak burada..

akin@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Damak tadınıza uygun kahveler


CloseToRunXP v1.5 beta 3 [267k] WinXP FREE
http://www.geocities.com/gallus/
Sadece XP de kullanılabilecek bu programla yüksek bellek isteyen programlarınızı çalıştırmaya kaltığınızda sorun yaşamayacaksınız. Önceden belirlediğiniz ve çalışmakta olan programları siz oyuna başlarken kapatıyor, siz çıktıktan sonra tekrar açıyor. Bellek problemleri yaşayanlar ne demek istediğimi anlamışlardır. Arada birde olsa yüksek bellek isteyen program kullananlara tavsiye olunur.

Yukarı

http://kmarsiv.com/sayilar/20030912.asp
ISSN: 1303-8923
12 Eylül 2003 - ©2002/03-kmarsiv.com
istanbullife.com
Kahve Molası MS Internet Explorer 4.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri