|  | 
    |  |   |   
    | | Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 348 | 
 
| |  19 Eylül 2003 - Fincanın İçindekiler | 
 |    
| |  Editör'den : Sözüm söz!.. | 
 Merhabalar,
 
 Bir güne ekleyebileceğim kullanmayıpda bir kenara ayırdığınız birkaç fazla saatiniz var mı? Varsa lütfen bana yollayın. Oldum olası saatlerle barışık yaşamayı beceremedim. Ya yorgan kısa geldi, ya da ben uzun kaldım, bir türlü başı ayağına denk düşüremedim. Sabah başlayan maraton şu saat geldi hala bitmedi. Birkaç saat sonra yeni bir engelli koşuya çıkacağım. Şu 24 saati kim icat ettiyse Allah'ından bulsun. Halbuki şuna artı eksi 2 saat hakkı tanınsaydı da arzumuza uygun uzatıp kısaltabilseydik ya şu mereti. Gündüzden sarkan bir işle uğraştım gece boyu. Molayı yollayabilirsem sizlere sağ salim, devam edeceğim sarkan ipin ucunu düğümlemeye. Hikaye de vardı sizlere anlatacak. Ama tren kaçtı. Az daha oyalanırsam Mola badem olacak ben de tuzsuz kabak çekirdeği. Affedin beni olur mu? İnşallah gün gelecek, devran dönecek, Kahve Molası bir güne sığacak ve bir sonraki günlerden borç alınan saatler birer birer geri ödenecek. Necefli maşrapalar dolaba girecek, vişne şerbetleri yudumlanacak. Söz mü, söz...
 
 Dünkü yazılar hakkında ilginç tartışmalar yaşandı. Bu konuda bana iletmek istedikleriniz olabileceğini düşünüyorum. Varsa eğer buraya yazın. Belki benimde sizlere söyleyecek bir iki dost kelamım olur.
 
 Pazar günü vakit bulursanız 'Bugün deniz daha temiz' demek için sahillere koşun. Bu anlamlı kampanyanın detaylarını öğrenmek için en üstteki reklam olmayan ilana bir tıklayın. Pazartesi günü buluşabilmek üzere hepimize haftasonunda çoşku, sevinç ve fazladan 2 saat diliyorum. Hoşçakalın.
 
 Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...
 Cem Özbatur Yukarı |    
    | | 
    |  |  İnsan'ca : Yankı Yazgan  Bir hayat hikayesi olarak evrim
 |  | 
 
  
 "Evrim sürecine bakıp, gelişim evreleri ve aşamalar hakkındaki teorilere göz atıldığında, bir mantık zinciri dikkat çekiyor. Her aşamada, o aşamaya uygun beyin değişiklikleri ortaya çıkıyor. Sonra o değişiklik, daha farklı yaşantıların yürütülmesine elveriyor. Canlı, hayat tarzını değiştiriyor."
 
 Beyni büyük olanın, aklı da mı büyük olurmuş? Evrim sürecinin içerisinde altmış milyon yıl geriye gittiğimizde, insan ile ilişkili ilk canlılardan prosimian’da başlayan bir büyüme eğilimi hep gözlenegelmiş. Canlılar aleminin seçkin üyelerine has bir özellik sayılan bu beyin büyümesinin ardındaki itici güçlerin evrim çizgisi içerisindeki farklılaşmaların da nedeni olduğu düşünülebilir.
 
 İki milyon yıl kadar önce, homo cinsi (bizinki!) ortaya çıktığında, en büyük marifeti, taştan aletler yapabilmesiymiş. Bu nedenle, homo habilis adını alan ‘ilk insan’, tıpkı ‘ilk insan öncülü’ sayılan, insanla maymun arasındaki güney maymunu gibi ufak tefek, kıllı, kaşı gözüne yakın birisiymiş. Bu fosillere bakıldığında ‘büyük beyinlilik’ özelliğinin, ayırıcı bir nitelik olduğu görülüyor.
 
 Homo habilis’in ardından gelen homo erectus’la devam eden beyin büyümesi, 100.000 yıl önce (şimdiki) homo sapiens’in belirişiyle yaklaşık 1400 santimetreküplük bir hacimde somutlaşmış.
 
 Vücuduna oranla en büyük beyne sahip olan insanların, beyinlerinin hızla büyümesinde, alet kullanmanın, avlanmanın ve konuşmanın rolü olduğu öne sürülür.Ancak bu faaliyetlerin ne kadarının, sadece insana özgü olduğu tartışılabilir. Beyinleri hızla büyüyen canlıların içerisinde, insan en ileri noktada olmakla birlikte, maymunsu genel adı ile anabileceğimiz pek çok canlı ile aynı özellikleri paylaşıyor.
 
 Maymunsular da alet üretir
 
 Bu gün yapılan maymun araştırmalarında, onların da alet üreterek, kullanabildikleri görülüyor. Et yeme ve avlanma, pek çok canlıda olduğu gibi maymunlarda da grup halinde hareket etmeyi doğurmuş. Konuşma gibi ileri düzeyde bir faaliyet şeklinde olmasa da çeşitli işaretlerin kullanıldığı iletişim biçimlerine pek çok canlıda rastlayabiliyoruz.
 
 İnsan beyninin gelişiminde etken sayılan bu özelliklerin, ‘evrim komşumuz’ maymunun başta geldiği çeşitli canlılarda da bulunması, beynin büyümesinin ardındaki itici gücün, insan ve maymunlar içinde yer aldığı daha geniş bir canlı grubuna özgü olabileceğini düşündürüyor. İnsan beyninin diğer komşularından daha çok gelişmişliğini, maymunlarda da temel örgülerini gördüğümüz, sürdürdüğü girift toplumsal hayata bağlayanlardan, bir başka yazıda söz etmiştim.
 
 Beynimizin, sıçrayıcı bir ilerleme yapmasında etkili temel özellikleri paylaştığımız maymunlarla yollarımız, tam olarak nerede ayrılıyor?
 
 Bu sorunun kesin cevabını bulmaktan ziyade, yolların ayrılmamış olduğu dönemden kalma davranış örüntüleri ile beyin arasındaki ilişkiler, psikiyatriyi ve davranış bilimlerini daha çok ilgilendiriyor.
 
 Ancak evrim sürecine bakıp, gelişim evreleri ve aşamalar hakkındaki teorilere göz atıldığında, bir mantık zinciri dikkat çekiyor. Her aşamada, o aşamaya uygun beyin değişiklikleri ortaya çıkıyor (görme keskinliği gerektiren ‘ağaçta yaşama’ döneminde oksipital lobun belirginleşmesi gibi). Sonra o değişiklik, daha farklı yaşantıların yürütülmesine elveriyor. Canlı, hayat tarzını değiştiriyor. Beyindeki yapılanma, bu sefer yeni tarzın zorlamalarına göre bir yön alıyor. Sözgelimi, elini kullanarak alet yapan homo habilis, duygu ve hareketleri eşgüdümleyen beyin bölgesi açısından , kendisinden bir öncekini böylece aşabiliyor. Beynin bu gelişmiş parçası yeni bir dönemde işine yarıyor ve yeni bir kimlik için beyninin başka bir bölgesini işletmeye başlıyor. Böylece, dış koşullara diğer canlılardan daha farklı bir biçimde dayanabilmesini sağlayan araç- gereci yapabiliyor. Gelişmiş beynin “ihsan ettiği” yetenekleri ile doğanın acımasız koşullarına direnerek sağ kalabilen homo hangisiyse, konuşuyor, daha karmaşık toplumsal yapılar kuruyor. Sonunda bugünkü toplumsal hayatın içindeki insan haline dönüşüyor. Geliştirdiği uygarlığın nimetlerinden yararlanmaktan çok, zararlarından korunmakla zamanı geçirmeye başlıyor.
 
 Evrensel ve zaman aşırı
 
 Olayların başı, gelişimi ve bir acı tatlı sona bağlanmasından ibaret gibi gözüken evrensel ve zaman aşırı bir yanı olduğuna dikkat çeken paleoantropolog Misia Landau, evrim teorilerinin bir “öykü” gibi değerlendirilmesini öneriyor. Evrim sürecinde, insanın geçtiği dönemlerin sırası, çeşitli bilginlere göre değişiyor.Yani, “önce et yedi sonra da alet yaptı ve beyninde büyük bir gelişme ortaya çıktı” mı; yoksa “beyni zaten bütün primatlar gibi büyümekteydi de, sürdürdüğü toplumsal hayatın karmaşıklığı ölçüsünde bir gelişme hızı gösterdi” mi? Bu dizilişler, öncelik ve sonralık, konunun uzmanı bir kişi tarafından daha iyi açıklanabilir. Ancak benim “giriş, serim, düğüm, sonuç” gibi yorumladığım öykü benzeri gelişimi, Landau daha yapısal bir çözümlemeye tabi tutmuş.
 
 Landau’nun savı, evrimin de insanın anlattığı öykülerdeki (efsaneler, masallar) ana başlıklara göre teorileştirildiği.
 
 Öyküyü, kahramanın az çok dingin bir hayat sürdürdüğü dönemden başlatıyor. Sözgelimi, ağaçlar üstünde yaşanan zaman... Kahramanımız henüz insan değilse de insanın bir adım evveli. Üstelik ufak tefek ve güçsüz, ama farklı. Landau, “işte, Kül kedisi ya da çirkin ördek yavrusu", diyor.
 
 Kahraman, bir nedenle ağaçtan yere iniyor. Çeşitli bilginler beynin büyümesini, dış koşulları ve kahramanın (yerden ayakta duruşa) doğrulabilme yeteneği kazanmasını, bu değişikliğe neden olarak gösteriyor. Böylece yere inen kahramanımız, öykülerdeki “yola koyulma” aşamasına geçebiliyor. Çıktığı yolda çeşitli tehlikelerle sınanan kahramanımız, bu “ateşle imtihan”ları atlattığı ölçüde insanlaşır. Dış dünyaya karşı koyabilen kahramanımız, fiziksel zayıflığını telafi edecek bir dizi özellikle donanır. Adeta “ihsan eylenen” bu (Darwin’e göre ahlak, Osborne’a göre alet yapımı, Keith’e göre akıl) özellikler,yeni sınavlara doğru yol alan kahramanımıza yön verir. Çevreyle ve türdeşleriyle ilişki / çatışma içerisinde kahramanımız uygarlığın “taşlarını dizmeye” başlar. Ancak pek çok öyküde olduğu gibi, kendisini oluşturan kahramanı yutmaya hazırlanır. İnsan uygarlığın getirdiği tehditlerle yüz yüzedir.
 
 Öykü burada bitiyor. Landau’nun yaptığı; bildiğimiz, küçüklükten beri dinleyegeldiğimiz öykülerdeki ana kişi ve olayların yerine, evrimin öznelerini ve gelişme evrelerini koymak... Kuşaklar boyu anlatılan öykü, masal ve efsanelerin kimilerinin evrim ‘öyküsü’nün, (başka kahramanlar ve olaylarla, ama aynı diziliş ve yapılanışla) tekrarı olduğu düşüncesi, ilk bakışta kuru ve indirgemeci gözüküyor. Ama her dilde, farklı zamanlarda üretilmiş birbirine çok benzeyen masalları ve efsaneleri düşündüğümde, olmayacak bir şey gibi gözükmüyor. Her bir hayatta ayrı ayrı ve yeni baştan üretilen, farklı özneli ve farklı olaylı, ama yapıları birbirine çok benzeyen Oidipus öykülerini aklıma getirince, “evrim öyküsü, hep anlattığımız ve tek tek silbaştan yaşadığımız bir öykü” gibi gözüküyor...
 
 Yankı Yazgan
 yanki@kahveciyiz.biz
 Yukarı |    
    | | 
    |  |  Ankara'dan : Cumhur Aydın  Samsun'dan Truva'ya
 |  | 
 Günümüzden tam yirmi binyıl önce, Lascaux'da insanlığın ilk resimleri çizilmiş. Yazının ortaya çıkışı içinse, onyedi bin yıl daha beklemek gerekmiş. Anadolu'daki ilk yerleşim izleri günümüzden 8500 yıl öncesine Çatalhöyük'e uzanıyor. Burada bulunanlara benzer bazı simgesel şekiller daha sonra değişik uygarlıklarda biçimlenecek ve nihayet Mezopotamya'da Sümerlilerle yazıya dönüşecektir. Araştırmacılara göre, tarihin Sümerlilerle başladığı söylenemez ama uygarlık kesinlikle onlarla başlamıştır.
 
 Server Tanilli'nin "Yüzyılların Gerçeği ve Mirası" eserinin İlk Çağ'ın anlatıldığı birinci cildinde, eski doğu halklarının bütün insanlık tarihi üzerinde büyük etkileri olan köklü uygarlıklar yarattığı vurgulanır. Bunlar içinde ilk akla gelenler Mısır ve Mezopotamya ile Filistin ve Suriye'de kurulanlardır. Tanilli'nin satırlarıyla, "Onların yarattıkları, Eski Yunan ve Roma'ya geçti; Modern Avrupa Halkları da onlar aracılığıyla aldılar, alacaklarını.."
 
 Avrupa Birliği'nin harcındaki yapı taşları ve bizim adaylığımız tartışıladursun, görebildiğimiz kadarıyla Batı uygarlığının ilk izleri ve kaynağı da ayrı ve ilginç bir inceleme konusu oluyor, son yıllarda. Bu "özel" ve bizi de fazlasıyla ilgilendirmesi gereken tartışmanın odağındaki eski kent ise "bizim" Troia (Truva)..
 
 Bu kez de Özgen Acar'ın satırlarına refere ederek soralım: "Anadolu'da 25 bin kadar höyük olduğu düşünülüyor. Troia, bu binlerce höyükten ve belki de en küçüklerinden biri. Peki, ne oldu da bu küçük höyük, birdenbire güncel ve ciddi tartışmaların odağına oturuverdi bir süredir?"
 
 Troia'yı şimdi gündeme taşıyan son on beş yıldır bu bölgede kazılar yürüten Alman arkeoloji profesörü Dr. Manfred Korfmann'ın değişik ifadelere göre "devrimsel nitelikli" buluntuları.
 
 Ancak burayı ilk meşhur eden ünlü İlyada ve Odysseia destanı yazarı İzmirli hemşerimiz Homeros. Homeros'un yapıtları sonradan Batı kültürünün miladı kabul edilirken, Batı'nın kendi uygarlığının kökeninin Homeros'un Troia'sına ve destanların dili de dahil diğer bazı izlerle Yunanistan'a bağlanması da bu yorumlarla gelişiyor..
 
 Şimdi, önce arkeoloji dünyasını sarsan, sonra da daha geniş etkileri olacağı savlanan Prof. Karfmann'in kazı bulgularına dayanarak söylediklerine bakalım: "Troia, antik Yunan kültürüne değil, bilinmeyen çok eski bir Anadolu kültürüne aittir. Bunun gerekçelerini de verir Alman araştırmacı.
 
 Diyelim ki şöyle düşünüyorsunuz: Tüm uygarlıklar birbirlerinden etkilenmiştir bunda şaşılacak bir şey yok.. Haklısınız ancak Avrupa'lı -Doğu'lu tartışmasının, Batı Uygarlığının sınırlarını yorumlamanın yalnızca entellektuel merakın ötesinde etkileri olacağını düşünüyor değişik çevreler..
 
 Koffmann Nisan 2002'de İstanbul'da verdiği konferansta, "Gerçi Anadolu, Mezopotamya ve bugünkü Suriye topraklarında yeşeren yüksek kültürlerden etkilenmiştir ama Cilalı Taş ve Tunç Devirlerinden beri hep Avrupa ile bağı olmuştur." yorumunu işler. Ona göre, Avrupa'yı Avrupa yapan Yunan/Roma kültürünün bir ayağı hep Anadolu'da olmuştur. Yunan mucizesini gerçekleştiren düşünürler Anadolu'lu değil midir?. Roma'nın ana şehri Roma'yı doğuran Troia değil midir? İstanbul'u kuran Megaralılar, ona ikinci bir yaşam veren Romalılar olmamış mıdır? Üçüncü Roma sayılan Ortodoks Hıristiyan Moskova'nın ana şehri de İstanbul değil midir? Anadolu 800 yıl Roma/Yunan kültürü içinde yaşadıktan sonra, 1000 yılda Avrupa/Hristiyan kültürünün bir parçası olmamış mıdır?
 
 Gelelim yine aynı konuda Celal Şengör'ün söylediklerine. Ona göre Avrupa'yı Avrupa yapan esas öğe bir Ortadoğu, yani Asya mitolojisi olan Hristiyanlik değil, Anadolu'nun batı sahillerinde iki Milet'li, Tales ve Anaksimandros tarafindan icat edilmiş olan, gözleme ve gözlemlerin eleştirel, akılcı irdelenmesiyle ortaya çıkan yorumlara dayanan doğa bilimleridir. Daha sonra gene Anadolu'nun batı sahillerinde gelişen ve doğa bilimlerini temel alan Anaksimenes, Ksenofanes, Heraklitos, Anaksagoras gibi büyük bilimci ve düşünürlerin Avrupa uygarlığının düşünsel temellerini atarlar.
 
 Peki,Yunan uygarlığını etkileyen doğu ve özellikle Anadolu, "Batı Uygarlığı" olarak anılan yarışta neden ve nasıl geri kalmıştır? Büyük arkeolog Ekrem Akurgal'a göre, doğuda sanat iki boyutluluğunun ötesine binlerce yıl geçememişti, örneğin tiyatro, monolog tarzına saplanıp kalmıştı. Toplum yönetimi hep çeşitli despotluklar şeklindeydi. Özgürlük yoktu. Bilim ise hiç yoktu..
 
 Bu tezi,yine Şengör'un satırlarından izlemeyi sürdürelim. "Muazzam Asur, Babil arkeolojik gözlemleri, gözlemle kontrol edilebilecek bir kuramsal çatı geliştirememiş, geometrik bazı çıkarımları bulan Mısır, bunları kalfaların kullandığı pratik bilgiden çıkarıp, evrensel gerçekler iddia eden teoremler haline getirememişti. Kısacası, doğuda herşey dine saplanıp kalmıştı.."
 
 Yunanlı'nın farkı, doğunun zengin kültürel öğelerini alıp, bunları büyük ölçüde din bağını kopararak uygarlığın temellerini atmış olmasıydı. Doğunun asla icat edemediği ve yüzyıllardır benimseyemediği "Batı mucizesi" denen şey, gözleme dayanan eleştirel aklın keşfiydi.
 
 Ah, benim güzel Anadolum.. Her zamanki gibi iki derede, bir tepede kalmışsın. Bir yanda batıda, mucizenin mimari İyonya halkına ev sahipliği yapmışsın. Ekmek, şarap,zeytinyağı kullanmışsın..
 
 Diğer yanda, doğu da Mezopotamya'da doğu kültürü'ne kucak açmışsın.. Osmanlı ile çok geniş toplulukları, uygarlıkların izlerini harmanlamışsınn.. Pirinç, şeker, tereyağı, kuyruk yaği tüketir olmuşsun.. Sanatın değişik dallarında yetkin eserler bağrında ortaya çıkarken, bilime sırtını dönmüşsün. Matbaa da gecikmenin, uygarlıkta gecikme olduğunu ayırt edememişsin.
 
 Derken, Mustafa Kemal'le yeniden batıya yönlendirilmiş omurgan. Bu süreçte, yalnızca bir bağımsızlık destanını yaşamamış, oluşan yüzlerce yıllık uygarlık faz farkını, aydınlanma devrimini gerçekleştirerek kapatma yoluna girmişsin.
 
 Bakmayın siz Avrupa uygarlığının din birliğine bağlanma çabalarına, bunu burada eleştirenlerin akıllarındaki karışıklığa.. İki taraflı niyet gizlemelerle süren "Birliğe kapaklanma koşusu"ndaki garabetleri eleştirenlere dudak kıvırmayalım..
 
 Uygarlık yürüyüşü tarih boyunca hiç durmamış.. Bu toz duman da dağılacak..
 
 Ve o zaman,  Samsun'da başlatılan yürüyüşün yüzünün Truva'ya dönük olduğu, asıl yönlenmenin o zaman gerçekleştiği daha iyi anlaşılacak..
 
 O yürüyüşün bugunkü gerçek temsilcilerinin şimdiki kaygıları da..
 
 Cumhur
 cumhur@kahveciyiz.biz
 Yukarı |    
    | |  Gönülden Kahveci : Aylin Çukur  | 
 ZEHİRLİSİN
 
 O kadar yorgun ve bitkin,ve bir o kadar çaresizken bir elin uzanmasını istiyorum bu biçare diye haykıran hayatıma! Çoğu zaman mutlu, güçlü ve kararlı maskelerin ardına saklansakta koyuverir zaman içinde  artık gizlenmeye katlanamayan gerçekliğimiz! Yılgın ve bir ölünün ağırlığında olan bedenimiz destek görmek ister hareket etmek için...
 
 Bu halimizi gören kim olsa yardım eder zaten; çok geç olmadan sıcak bir bakış, tatlı bir gülümseme ve içten bir ses tonu ile ''hadi'' diyerek uzanan el,bizi çeker alır tüm duygusal yoksunluğumuzdan...
 
 Şimdi ne var geriye baktığımızda elimizde kalan?! Dimağımızdan silinmeyecek kadar büyük bir hayal kırıklığı mı bizi  etkisi altına alan?! Oysa ne gerek var tüm karanlık anları şuursuzca hatırımıza kazımaya?! Yardım eli uzandı ya, gerisi hikaye... Bırakmaz bizi, terkedemez o yalvarışlarımıza!
 
 Yok artık geçmişe geri dönmek! Bulunca kaybolmuş seni kendinde, geçmişin zehrini akıtmak gerek ve ''ZEHİRLİSİN'' diyerek sünger çekmek sağır edebilecek kadar güçlü geçmişten gelen çağrılara!
 
 AYLİN ÇUKUR
 acukur@kahveciyiz.biz
 Yukarı |     
    | 
 
    | Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
 Kahve Molası bugün 3.699 kahveciye doğru yola çıkmıştır.
 |  Yukarı |    
    | ŞİMDİDEN BİR HATIRASIN
 
 Şimdiden Bir Hatırasın
 Bulutsa, tozsa, uçarsa
 Bütün (aşklar) paranteze alınsın
 Rüzgar çanısın, rüzgarın diline dolanırsın
 Ne bir şarkısın,
 ne de dillerde nağme adın
 Artık bazı şarkılar kadar yarılısın
 Günler izmarit diplerinde biriksin
 O zaman mutlaka bir trenle gelirsin
 Köpüklerdensin, mavisin, sakinsin
 istesen suyun tenine bitişirsin
 ellerimi bıraktım, artık buna sana yazsın
 İçimde iki yaşlı balık varsa,
 İçimde biri pulsuz, iki balık varsa
 Biri senden, gelirsen ve yok edersen
 Bunu yazmak istiyorum sana
 Sonra postalamak istiyorum
 Pulsuz bir zarfla
 Hiçbir mektup artık ikna etmiyor beni hayata
 Bu kırmızı oyalarla saçlarımda
 Beyaz bir tülbent gibi kalırsam
 tenimde, süzemediğim tortularla
 Gün olur sararırsa sayfalarda
 Bıraktım ellerimi, sana bunu yazsın
 Şimdiden bir hatırlasın
 Kırık kalplerle süslü bir sayfaysan
 Camsan, saydamsan, beni kırarsan
 Simlerimle sevişirim seninle
 O süslü sayfaların üzerinde
 İçimde mutlu iki yıl varsa,
 İçimde biri simli iki kadın varsa
 Sen, gelirsen ve yok edersen
 Bunu yazmak istiyorum sana
 sonra postalamak istiyorum
 Simli bir yılbaşı kartıyla
 Hiçbir mektup artık beni, ikna etmiyor hayata
 
 Didem Madak
 
 <#><#><#><#><#><#><#>
 
 AŞKTAN N'ANLARSINIZ BAYIM
 
 Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca
 Alt katında uyumayı bir ranzanın
 üst katında çocukluğum...
 Kağıttan gemiler yaptım kalbimden
 Ki hiçbiri karşıya ulaşmazdı.
 Aşk diyorsunuz,
 limanı olanın aşkı olmaz ki bayım!
 Allahla samimi oldum geçen üç yıl boyunca
 Havı dökülmüş yerlerine yüzümün
 Büyük bir aşk yamadım.
 Hayır
 Yüzüme nur inmedi, yüzüm nura indi bayım
 Gözyaşlarım bitse tespih tanelerim vardı
 Tespih tanelerim bitse gözyaşlarım...
 Saydım insanın doksandokuz tane yalnızlığı vardı.
 Aşk diyorsunuz ya
 Ben istemenin allahını bilirim bayım!
 Çok şey öğrendim geçen üç yol boyunca
 Balkona yorgun çamaşırlar asmayı
 Ki uçlarından çile damlardı.
 Güneşte nane kurutmayı...
 Ben acılarımın başını
 evcimen telaşlarla okşadım bayım
 Bir pardesüm bile oldu
 İçinde kaybolduğum
 İnsan kaybolmayı ister mi?
 Ben işte istedim bayım.
 Uzaklara gittim
 Uzaklar sana gelmez, sen uzaklara gidersin
 Uzaklar seni ister,
 Bak uzaklar da aşktan anlar bayım!
 Süt içtim acım hafiflesin diye
 Çikolata yedim bi köşeye çekilip
 Zehrimi alsın diye
 Sizin hiç bilmediğiniz, bilmeyeceğiniz
 İlahiler öğrendim
 Siz zehir nedir bilmezsiniz
 Zehir aşkı bilir oysa bayım!
 Ben işte mirac gecelerinde
 Bir peygamberin kanatlarında teselli aradım
 Birlikte yere inebileceğim bir dost aradım
 uyuyan ve acılı yüzünde kardeşimin
 Bir şiir aradım
 Geçen üç yıl boyunca
 Yüzü dövmeli kadınların yüzünde yüzümü aradım
 ülkem olmayan ülkemi
 kayboluşumu aradım
 Bulmak o kadar kolay olmasa gerek diye düşünmüştüm
 Bi ters bi yüz kazaklar ördüm
 Haroşa bir hayat bırakmak için
 Bırakmak o kadar kolay omasa gerek diye düşünmüştüm
 Kimi gün öylesine yalnızdım
 Derdimi annemin fotoğrafına anlattım
 Annem
 Ki beyaz bir kadındır, ölüsünü şiirle yıkadım
 Bi gölgeyi sevmek ne demektir bilmezsiniz siz bayım
 Öldüğü gece terliklerindeki izleri okşadım.
 Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca
 Acının ortasında acısız olmayı
 Kalbim ucu kararmış bir tahta kaşık gibiydi bayım
 Kendimin ucunu kenar mahallelere taşıdım
 Aşk diyorsunuz ya,
 İşte orda durun bayım
 Islak unutulmuş bir taş bezi gibi kalakaldım
 Kendimin ucunda
 Öyle ıslak,
 Öyle kötü kokan
 Yırtık ve perişan
 Siz aşkı ne bilirsiniz bayım
 Aşkı aşk bilir yalnız
 
 Didem Madak
 
 Yukarı |    
    | Olmaz ya oldu diyelim;
 
 Düşünün bir sabah memleket halinde kalkıyoruz ve bir de bakıyoruz ki 
tüm dünya sular altında kalmış. Su üstünde kalan tek kara parçası var. O da Türkiye. Koca gezegende bizden başka kimse kalmamış. Dünya nüfusu 70 milyon.
 Buyrun bakalım ilk tepkiler ne olurdu dersiniz ?.....
 
 - `Ulen tam da `Uluslararası ilişkiler` bölümünü kazandıydık, şansa bak!`
 
 -`İhracatımızın düşmesi, hatta bitmesi ekonomik göstergeleri de olumsuz etkiliyor haliyle...`
 
 -`Artık turizm patlasa patlasa içimizde patlar abi!`
 
 -`Sevgili Ağrılı hemşehrilerim, artık dünyanın en yüksek tepesi bizim ilimizin hudutları içinde. Hepimize kutlu olsun!!`
 
 -`Burdur olarak ülke olmak istiyoruz dersek çok mu garip karşılanır Vali Bey?...`
 
 `Aaa! Yavru vatan da gitmiş... Olsun... Bizde bu azim bu sevgi varken yine yavrularız.... Rauf Bey bugünleri görseydi keşke...`
 
 -`Bakanlar Kurulu kararı ile kara sularımızı 12 bin mile çıkarıyoruz...`
 
 -`Türk`ün Türk`ten başka dostu yok derlerdi de...inanmazdım`
 
 -`Stratejik açıdan da bi önemimiz kalmadı. Ne açıdan övünücez peki biz şimdi!`
 
 -`Ulan tam da NBA`da draft edildiydim. şansa bak...`
 
 -`Aziz Bey, Rüştü yüzme biliyordu değil mi?`
 
 -`Biz demiştik ama Ortega`nın futbol hayatını bitiririz diye...`
 
 -`Başkent Ankara`nın ismini de Anakara olarak değiştirelim oldu olacak...`
 
 -`Apo`nun ağlaması durmak bilmiyor efendim...`
 
 -`Tayyip Bey müjde müjde! Dünyada bizdekiler dışında at kalmadı  efendim...`
 
 -`Abi yemişim Halikarnas`ını, Barlar sokağını! Bodrum Helga`sız Emma`sız çekilir mi şimdi yaa!`
 
 -`Kurt hikayesi artık inandırıcı olmaz. Tarih kitaplarında da değişiklik yapmak lazım şimdi.
 
 - 'Yaz bakalım: Orta-Asya Denizi`nden Anadolu`ya gelirken Türkler`e bir yunus yol gösterdi...`
 
 -`Heyooo!! Dünya Coğrafyası`ndan yırttık oğlum! Dersler boş geçecek.`
 
 -`Ah be Orhan Abi! Batsın bu dünya deyip durdun! Bilmiyo musun Türk`e bişey olmaz.. Al buyur! Kaldık bi başımıza işte!`
 
 -`Duydun mu Miralay Suphi Bey, düşmanın tamamı denize dökülmüş sonunda...`
 
 -`Ben şimdi nereme sokucam bu Green Card`ı leenn?`
 
 -`Abi Edirne`den Ardahan`a gidilir mi be? Dünyanın yolu!!!`
 
 -`Çekilişte gemiyle dünya seyahati mi kazanmışım? Gidin başkasıyla kafa bulun len..`
 
 -Ulen şimdi işin yoksa 4 yılda bir Olimpiyat düzenle dur.`
 
 -`Amma balık yeriz artık bee!!`
 
 Alp Kahyaoğlu'na teşekkürler
 <#><#><#><#><#><#><#>
 
 
  Cem Yılmaz mı ne?Yukarı |   
    | |  İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan | 
 http://www.geocities.com/asksevgisiir/guzelsozler/guzelsozler.htm
 Başkalarıyla paylaşmak istediğiniz güzel sözleriniz veya şiirleriniz varsa, duvar yazıları mantığıyla hazırlanmış olan bu sayfaları kullanabilirsiniz. ...gecemidir insana hüzün veren insanlarmıdır hüzünlenmek icin geceyi bekleyen.gecemidir düşündüren yoksa benmiyim seni düşünmek için geceyi bekleyen...gecemidir insana hüzün veren insanlarmıdır hüzünlenmek icin geceyi bekleyen.gecemidir düşündüren yoksa benmiyim seni düşünmek için geceyi bekleyen...
 
 http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/kitaplar/turkiye2002/index.html
 Almanak Türkiye'nin web üzerinde yayınlanmış bir nüshası. ...Türkiye'nin başlıca sanayi merkezi olan Marmara bölgesinde halk geçimini sanayi, ticaret ve turizmden sağlar. İstanbul-Bursa-İzmit ekseni bölgedeki en gelişmiş sanayi alanıdır. Bölgede üretilen başlıca sanayi malları arasında işlenmiş gıda, dokuma, hazır giyim, çimento, kağıt, petrokimya ürünleri, otomobil...
 
 http://www.istanbul.com.tr/istanbul_muzik_dbkonserler.asp?sid=2084
 İstanbulda neler oluyor takipediyormusunuz. Yaşam klavuzunuz için tıklayabilirsiniz. Mesela: ...Ünlü piyanist Mehveş Emeç ve Türk Halk Müziği Sanatçısı Yavuz Bingöl, 18 Eylül Perşembe günü saat 21:00`de Harbiye Açıkhava Tiyatrosu`nda bir konser verecekler. Burak Kut konsere konuk sanatçı olarak katılacak...
 
 http://www.carbon.org/
 ...Our mission is to support efforts to introduce simplified hydroponics to reduce hunger and poverty. We are a dedicated to making a difference by developing and sharing our knowledge and skills of simplified hydroponics to reduce hunger and malnutrition and reduce impact on earth's resources...
 
 akin@kahveciyiz.biz
 Yukarı |   
    | |  Damak tadınıza uygun kahveler  | 
 NetSignet v1.51a [702k] W98/2k/XP FREE
 http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=106143
 İyi düşünülmüş bir Favori kısayollar düzenleyicisi. Her cins tarayıcı ile uymlu çalışan bu program Internet Explorer içinse bir araç çubuğu oluşturabiliyor. Değişik klasörler yaratmak, HTML olarak bir raporunu almak gibi özellikleri var. Çokça kısayolu olanlara önerilir.
 Yukarı |  |    |