KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?

 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Kütüphane
 Kahverengi Sayfalar
 FİNCAN/SİPARİŞ
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)


PDF Versiyonu





Kahveci Soruyor?



KAHVERENGİ SAYFALAR



KAPI KOMŞULARIMIZ

Üç Nokta Anlam Platformu


Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 354

 29 Eylül 2003 - Fincanın İçindekiler

 Editör'den : Teşekkürler kızlar...


İyi haftalar,

Geçtiğimiz hafta bir küçük yavrunun eğitim dramı ile çalkalandı güzel memleketim. Bu hafta da aynı çalkantı süreceğe benzer. Cuma günkü yazımda konuya farklı bir açıdan yaklaşmış ve o ana kadar hiçkimsenin dillendiremediği bir konuya değinmiştim. Diğer ana babaların yerine koymuştum kendimi. Aynı gün Vatan gazetesinde Deniz Arman da aynı doğrultuda bir yazıyı kaleme almıştı. Genelde tüm köşe yazarları küçük yavrunun haklarını savunurken bir kişinin diğerlerini de haklı bulması haftasonunda epeyce eleştiri aldı. Arman dünkü yazısında bu konuda yalnız kaldığını ve buna alışık olduğunu da söylemeden geçememiş. Anlaşıldığı üzere Arman Kahve Molası okuru değil:-)) Sakın ola sana ne oluyor demeyin, alınırım. Ne yani bizde koskoca kahveci camiasının sesiyiz, az mı? (Bak hala gülüyorlar) Bizim molayı ona okutmanın bir yolunu bulmalı, ama nasıl? Neyse sulandırmadan konuya girelim.

Dün gazetelerde yeralan haberler işin vehametini gözler önüne sermesi açısından çok önemliydi. Günahsız bir yavrunun okuma dileğine çözüm üretemeyen, ürettiklerini söyledikleri çözümlerin uygulama imkanı olmayan yetkililerle, aymazlığın sorumsuzluğun bir başka boyutunu daha ortaya koyuyordu sevgili büyüklerimiz. Çünkü verdikleri raporun gerçekleri tam olarak yansıtmadığıda ortaya çıktı. Bu durumda hem günahsız yavruyu sonu belirsiz bir karanlığa itiyorlar hem de diğer çocukları ve ana babaları risk olmadığına inandırarak bir aldatmacaya kurban ediyorlar. Normalde 50-100 Ga/Ml seviyesinde olması gereken virüs miktarı 13.000 ler seviyesindeymiş. Bu rakamlar ne anlam ifade ediyor bilmiyorum ama önemli olmalı ki, Türk Alman Sağlık Vakfı minik yavruyu tedavi etmek üzere Almanya'ya davet ediyor. Burada, hiçbir sakıncası yok normal çocuklar gibi okula gider denilen çocuk aslında yoğun tedaviye muhtaç. Bunu anlayabilen varsa söylesin lütfen. Kara gün dostu Kızılay'ımızın eliyle şırıngalanan mikropu örtbas etme telaşıyla mini yavruların hayatı ile oynamak ne demek ola ki? İki kelimeyle, sorumsuzluğun dikalası. Eğer bunlar doğru ise o çocuklarını bu günahsız yavru ile aynı sınıfta okutmak istemeyen ana babalara söyleyecek hiçbir lafınız olamaz. Ne sizin ne de bizlerin...

..........

Avrupa Şampiyonu olamadık ama tadından yenmez bir ikincilikle süsledik voleybolu. Son maçta ki umursamaz oyunun tamamen psikolojik olduğuna inanıyorum. Hedeflerinin final oynamak olduğunu söylemişlerdi ve hedeflerine ulaştılar. İşte o anda duyulan doymuşluk onların maça asılmasına engel oldu. Voleybol gibi hızlı oynanan sporlarda oyuncu psikolojisi çok önemli. Eminim eğer hedefleri şampiyon olmak olsaydı maça asılır ve şampiyon olurlardı. Oysa hepsi maçın biran evvel bitip kutlamalara geçilmesini ister gibiydiler. Herşeye rağmen bu güzelliği bizlere yaşattıkları için onlara binlerce kez teşekkürler.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

Yukarı

Mehmet Emin Arı

 Aklımda Gezintiler : Mehmet Emin Arı


   Işığı dinlemek

Eskimoların yazılmamış geleneklerine uygun olarak bütün kabile yaşlı adamın çevresinde bir çember olacak şekilde birleşmişti. Herkes gelmişti. Zamanında kendisi de bir çok kere bu vedalaşmaya gelmişti ya. Bu sefer uğurlanan olacaktı, uğurlayan değil. Yüzünde sakin bir gülümsemeyle herkese tek, tek baktı. Kimilerinin sadece elini tuttu, kimisini kucakladı.

Hiçbir şeyin farkında olamayacak yaştaki küçük torununu kucağına aldı, soğuktan kızarmış burnunu kendi burnuna sürttü ve onu kokladı. Sonra gülümseyerek annesine geri verdi.

Vedalaşmalar bitince yorgun kollarını havaya kaldırdı, öylece tuttu bir süre. Kalabalıktan birkaç kişi sessizce ağlıyordu. Ağlayanlara anlayışla baktı ve ağır adımlarla kıyıda çıkıntı yapmış buzun üstüne doğru yavaşça yürüdü.

Bunun üstüne gelince yavaşça oturdu ve bağdaş kurdu. Elinde büyük bir mızrağı tutan adama bakıp yavaşça "Tamam" der gibi başını salladı. Genç adam tam mızrağı ile buzu itecekken, kalabalıktan fırlayan bir kadın elindeki ufak bir torbayla koşturarak yanlarına geldi. Bir şey demeden elini kaldırdı. Genç adam durdu.

Kadın elindeki torbayı iki eliyle tutarak, buz tanrısına bir şey sunar gibi yaşlı adama uzattı. Buruk bir gülümseme her ikisinin yüzüne yayıldı. Yaşlı adam iki eliyle torbayı alıp önüne koydu ve başını salladı.

Kadın doğrulmadan geriye bir iki adım attı. Güçlü iki kol mızrağı kullanarak büyükçe buz parçasını denize doğru itti. Buz parçası hafif bir çatırtıyla kıyıdan koptu.

Buzun çıkardığı çatırdama sesi çok azdı, belli belirsiz duyulmuştu ama sanki ürkütücü bir çığlık kopmuş gibi hemen herkes kısa bir süre için gözünü kapadı.

Kim çığlık atmıştı?

Sakin dalgalar buzdan yapılmış ufacık sandalı yavaşça açıklara götürürken, yaşlı adam sabit gözlerle geride kalanlara baktı. Yüzünde, bir duyguyu anlatan bir ifade yoktu. Öylece bakıyordu. Yarım daire haline gelmiş kalabalık da gözden kayboluncaya kadar orada durdular. Hiç hareket etmeden ve hiçbir ses çıkarmadan ufukta yavaşça kaybolan adama baktılar. Arada esen keskin ve soğuk rüzgar saçlarını savurmasa, onların hepsini donmuş sanırdınız.

Denizin üzerindeki yaşlı adam bir nokta haline gelinceye kadar kıpırtısız durdular. Sonra o nokta da gözden silindi. Ama onlar hala öylece duruyorlardı. Neden sonra yaşlı adamın torununun ağlaması sessizliği böldü. Birden hepsi yavaşça hareketlendi ve ağır, ağır, buzdan yapılmış evlerine doğru yürümeye başladılar. Aralarından bazıları, bir iki kere geriye dönüp baktı. Gördükleri sonsuz mavi bir okyanus ve üzerindeki buzlardı ama yaşlı adam yoktu artık.

Yaşlı adama torba içinde su ve tütsülenmiş balık getiren kadın hala kıyıda duruyordu. Gözleri sabitlenmiş, en son gördüğü noktaya bakıyordu. Kadın birden bir çığlık attı. Acı bir çığlıktı bu. Bütün buzlar ve bütün kutup parça, parça oldu. Kadın da parçalandı ve yere döküldü.

Ama buzdan yapılmış evlerine doğru yavaşça yürüyenlerden hiç biri dönüp bakmadı. Kadının çığlığı buzlardan oluşmuş dağlardan yankılandıktan sonra birden kesildi. Geride sadece ayakların altında ezilen karın sesi ve denizden esen rüzgarın tuhaf şarkısı kaldı.

--0--

Ellerini kalın postun içinde birleştirmiş yaşlı adam artık göremediği karadan gelen bir çığlık duydu. Ne kadar yaşlı olursa olsun hala bir avcının kulaklarına sahipti. Gözlerine inen bulanık bulutlar geldi geleli artık çok iyi göremiyordu ama kulakları onu asla yanıltmazdı. Ama sanki, etrafını saran sakin dalgalarla kendi kendiyle konuşur gibi duran denizin her yerinden geliyordu gibiydi çığlık. Sağdan, soldan ve sonsuzluğa kadar uzanan denizin bir ötesinden, her yerden geliyordu çığlık.

Çığlık çok keskindi, ayakları güçsüz kalmadan önce kovaladığı avlarda kullandığı mızrak uçları kadar keskindi. Mızrakla yaralanan hayvanların çıkardığı hayat sesi kadar keskindi. Çığlığın kanatması için tene değmesi yetiyordu ama yaşlı adamın hiçbir yeri kanamadı. Tuhaf ama denizin her yerinden gelen bu çığlık onun içini ısıttı.

"Deniz beni selamlıyor" dedi sesli olarak. Aslında biliyordu çığlığın nereden geldiğini ve kime gittiğini ama böyle düşünmek istemişti. Gözünü kapadı. Rüzgarın ve dalgaların sesini dinledi bir süre. Anlamıştı, çığlık kendi içinden geliyordu. Kendi içindeki sonsuz denizden geliyordu çığlık. Kendi içindeki sonsuz denizin kenarında duran bir kadından geliyordu çığlık ve kadın denizdi.

İçini ısıtan çığlık kıyıya vuran dalgalar gibi kayboldu. Önce etrafa baktı, sonra da üzerinde bağdaş kurup oturduğu buz parçasına. Torunu doğunca gözlerine gelip yerleşen bulutlardan sonra bir başkaydı dünya. Çizgiler, yüzler ve uzaklıklar arasındaki farklar azalmıştı. Her yer maviydi. Biraz ötede, uzakta büyük buz parçaları gördü. Uzaktan seçemiyordu. Karaltılar vardı üstünde, bir hayvan yada bir başka bir şey? Emin olamadı.

"Yol arkadaşlarım" dedi içinden. Sonra sesli tekrarladı, "yol arkadaşlarım".

Sonra tekrar buz parçasına baktı. Ellerini kalın kürkün içinden çıkartıp buz parçasına dokundu.

Kayığım dedi içinden, sonra sesli tekrarladı, "kayığım".

Ne zaman erirdi? Bilemezdi ki. Kıyıdaki buz uzantıları ince olurdu genellikle. Belki gökyüzünde iki güneş eskiyince, belki de buzdan yapılmış iglio içindeki ateşin gece sönmesi kadar bir zamanda. Kim bilir...

Aslında çok da önemsemiyordu. Kayık erimeden o denizde çoktan eriyecekti. Buzdan kayığı denizde eriyip gitmeden o kendini sulara bırakacaktı zaten. Yeteri kadar yaşamıştı, daha fazla yaşamak istemiyordu. Sadece ama sadece kendine veda etmek istiyordu.

Biliyordu. Kendisi genç bir avcıyken, buna benzer bir buz parçasının üstüne sakince ve deniz kadar geniş bir kabullenişle oturan yaşlıların hiç birisi bir daha geri dönmemişti.

Kendisi de geri dönmeyecekti...

Elini biraz uzatıp soğuk suya daldırdı ve ıslak elini yüzüne sürdü. Serin tuzlu su hoşuna gitmişti.

Ama artık bir şeyden hoşlanmak istemiyordu. Veda etmesi gerekti her şeye, hoşlanmalara da. Çoktan yapmıştı bunu ama işte biraz kalmış.

Çok değil iki güneş zamanı öncesinde, buzdan yapılmış kulübenin içinde yanan ateşin duvarlarda yaptığı tuhaf ışık oyunlarına bakarken anlamıştı bunu. Tembel ateşin ışığı buzdan duvarlarda ona bir şey anlatmıştı. Sarı ışık buzun üstüne düşünce enerji dolu, bilge bir mavi oluyordu. Sabaha kadar ışığı dinledi ve içindeki sesi gördü. Işığın ona anlattıklarını büyük bir dikkatle dinledi. Tıpkı, küçük bir çocukken, buz tanrısının Eskimoları nasıl yarattığını anlatan dedesini dinler gibi ışığı dinledi. Buz tanrısı bir parça buz aldı eline ve nefesini verip onu ısıttı. Isınan buza "konuş" dedi. Buz konuştu. Böyle yaratılmışlardı.

Çocukluğundan kalan anıların böyle aklına gelivermesi onu şaşırttı. Eskiden, avının peşinde elinde mızrakla tutkuyla koştuğu zamanlarda hayatı hiç düşünmezdi. Bir avcı düşünmez ki, sadece yaşar. Buz tanrısının ona verdiği güç gövdesinden gitti gideli düşünür olmuştu hayatı. Her gün her yeri aydınlatan ışığı da yeni görmüştü.

Bir şeyler anlatıyordu ışık. Buzdan duvarlarda kendini bölüyor, sonra başka bir yerde topluyordu. Uzun bir çizgiden, neşeli bir yuvarlağa, sonra da peşinde koştuğu bir hayvanın şekline bürünüyordu. Işık her şeydi, her şeyde ışık.

Kulübenin içinde uyuyanların sesleri bile bölememişti ışığın konuşmasını. Torunu ağladı, annesi uyanıp sarıldı ve torunu tekrar uyudu. Buzlar tanrısın yarattığı evrende sadece yaşlı adam ve ışık vardı.

Ateş söndü, bilge mavi ışık kayboldu.

Anlamıştı, artık gitmeliydi.

Sabah olunca "gitmek istiyorum" demişti oğluna. Bir parça tütsülenmiş balık ister gibi sakince söylemişti.

Oğlu bir şey demeden baktı ona. Sanki bunu diyen babası değil de, asla karşı koyamayacağı buz tanrısı gibi başını öne eğdi. Buz tanrısı babasının ağzından konuşmuştu. Başka kim bu kadar sakin ve bilgece konuşabilirdi ki?

Oğluyla konuşalı daha iki güneş eskimişti gökyüzünde. Kendi yaşamını düşündü, kaç güneş eskimişti gökyüzünde. Çok güneş eskitmişti, parmaklarının sayısından fazla, sürüler halinde yüzen balıklar kadar çok.

Kendi babası söylemişti, güneş eskiyince bir sürü yıldız oluyordu.. Sonra ertesi gün başka bir güneş gelirdi ve o da eskiyip yıldızlara bölünürdü. Hayat buydu.

Hayatında eskittiği son güneşi ufka doğru yavaşça düşerken baktı, kararlıydı, artık bir güneş daha eskitmek istemiyordu.

Sakin denizden gelen huzursuz bir dalga buzdan kayığını hafifçe salladı. Bir an için alabora olacağını sandı ama hiç bir şey olmadı. Sadece sallandı ve önündeki torba denize düştü.

Uzanıp torbayı almak için uğraşmadı. Torba bir süre yanı başında ona eşlik etti ve sonra o da uzaklaştı. Bir an, torbanın içinde ne var diye merak etti. Merak duygusunu da kenara bıraktı.

Birden bir şeyi fark etti. Buzdan kayığı sallanıp alabora olunca hiç korkmamıştı. "demek ki" dedi içinden, "kendime çoktan veda etmişim".

Buzdan kayığının birden hızlandığını fark etti. Bir akıntı onu yakalamıştı. Ufak girdaplar başlamıştı etrafında. Yuvarlak su çizgilerini gözlere yerleşen bulutların ardından hayal, meyal seçebiliyordu. Girdapların bir tanesinin içine düştü. Buzdan kayığı kendi etrafında hızla dönmeye başladı. Bu çok hoşuna gitti. Bütün bir dünya kendi etrafında dönüyordu. Neşeli bir kahkaha attı.

Sonra buzdan kayık birden nereden geldiği belli olmayan bir sisin içine giriverdi. Koyu bir sisti bu. Gözlerinin önünden hiç gitmeyen bulutların ardında koyu bir beyazlık. Uzaktaki güneş bile ışığını azaltmıştı. Karanlık değildi ama ışık utangaç olmuştu. Belirsiz bir mesafeden ona bakıyordu.

Akıntının küçük anaforları kayboldu. Dönmüyordu artık.

Ufak bir çatırdama duydu. Kayığı eriyordu ve bir buz parçası ayrılmıştı. Eliyle kayığının etrafını yokladı. Keskin bir kenarı fark etti. Eli denizle buluştu ve üşüdü.

"Tuhaf" diye geçirdi içinden. Bir Eskimo olarak ilk kez hissediyor gibiydi soğuğu. Çok uzun zaman sonra tekrar üşümüştü. Geçmişini, ilk kez üşüdüğünü hissettiği anı düşündü ama hatırlayamadı. Çocukluğuna dair çok silik bir anı gibiydi. Belki buzdan yapılmış kulübenin içinde çıplak bir çocukken, annesinin dalgınlığından faydalanıp dışarı fırladığında üşümüştü.

Beyazdı soğuk, bembeyaz. Bunu biliyordu. Peki sıcağın rengi neydi? Ateşin göbeğindeki parıltı mı? Yok, yok daha koyu bir renkti sıcak. Güneş mi? O da olabilirdi ama sıcağın rengini tarif etmeye yetmiyordu. Karısının yüzü geldi aklına, seviştikten sonra yüzüne vuran renk. Sıcak oydu işte.

Birden sisin içinden çıktı ve güneş göründü.

Yaşamının son güneşi de yavaşça eskidi. Gökyüzünde yıldızlara bölündü. Başını kaldırıp yıldızlara baktı. Ne kadar çoktular. Nasıl oluyordu da eskiyen bir güneş bu kadar yıldız olabiliyordu? Nasıl oluyordu da sabahları yeni bir güneş çıkıyordu ufuktan?

Avcı olmayı bırakalı beri sorduğu sorulardı. "Yaşam bitince sorular başlıyor" dedi kendi kendine. Artık soru sormanın bir anlamı yoktu. Bak işte dalıvermişti yine sorulara ve ölmeyi unutmuştu.

"gitmeliyim" dedi seslice. Kendini buzdan kayığın üstünden denize bırakacakken bir ses geldi uzaktan. Biraz ilerideydi. İki mızrak atımı mesafede. Havaya neşeyle sıçrayan suyun sesiydi bu. Hemen anlamıştı.

"Bir balina olmalı" dedi içinden. Belki de bir balina ailesi, baba balina, anne balina, yavru balina.

Yanlarına gelmelerini istedi. Cılız bir sesle, annesinin ona çocukken öğrettiği balina şarkısını söylemeye başladı. Balinaların bir şarkısı vardı zaten.

Gözünü kapadı, şarkıyı söyleye devam etti. Onu duyarlardı, biliyordu. Ne kadar uzak olursa olsun, her balina bu şarkıyı duyardı.

Ufak buzdan kayığına bir şey çarptı, sarsıldı. Gözünü açtı. Bir balina gelmişti yanına işte. Buna hiç şaşırmadı. Balinaların geleceğini biliyordu. Ötekiler de hemen yakınlarda bir yerde olmalıydı.

Elini uzatıp hemen yanı başında duran balinaya dokundu. Dokunur dokunmaz balina su püskürttü. Yavaşça yağlı deriyi okşadı. Neşeli bir fıskiye biraz ötesinde gökyüzüne doğru sıçradı, yaşlı adamı ıslattı.

Sıcaktı su, sımsıcak. Karısının yüzünü hatırladı birden. Seviştikten sonra yüzüne gelen o rengi anımsadı. Kendini ıslatan suyun rengiyle aynıydı.

Kalan son enerjisiyle buzdan kayığının üzerinde doğrulmaya çalıştı. Ayakları iyice uyuşmuştu, hissetmiyordu. Elini dizine koyup, zorlukla doğruldu ve yığılır gibi kendini balinanın üstüne attı.

Bir an için düşecek gibi oldu ama büyük gövdenin üstünde tutunmayı becerdi. Sonra yüzükoyun balinanın üstüne uzandı. Ayakları suyun içinde kalmıştı ama başı ve gövdesi yukarıdaydı. Yaşlı elleriyle büyük gövdeye sıkıca sarıldı. Tıpkı soğuktan burnu kızaran bir bebekken annesine sarıldığı gibi.

Balina hiç kıpırdamadan yaşlı adamın tutunmasını bekledi bir süre ve yüzmeye başladı. Kuyruğu sakin vuruşlarla denizi geriye itiyordu.

Yaşlı adam başını kaldırdı ve gülümseyerek yaşamının son güneşinden arta kalan yıldızlara baktı.

Sonra tekrar balinaların şarkısını söylemeye başladı.

Balina su püskürttü hafifçe. Yaşlı adam ıslandı. Sıcağın rengi üstüne sindi ve bu renkle ısındı. Balina ve göremediği diğer balinalar yavaşça yüzüyorlardı.

Kaç balina vardı bilmiyordu yaşlı adam. Büyük bir aileydi ve o da onlardan biriydi. Önemli olan buydu. O yaşlı bir balinaydı.

Hızlandılar. Tüm bir balina ailesi, bilinmeyen bir yere yere doğru, neşeli balina şarkısını söyleyerek hızla yüzüyorlardı.

Yaşlı adam başını kaldırıp tekrar gökyüzüne baktı. Tüm yıldızlar başının üstünden akıp gidiyorlardı. Şarkısını daha yüksek sesle ve daha neşeyle söylemeye başladı. Neredeyse bağırıyordu. Öylesine mutluydu ki. Bazen şarkısını kesip kahkahalarla gülüyor, sonra kaldığı yerden tekrar devam ediyordu. Balinalar da kahkahasının bitmesini bekleyip ona katılıyorlardı.

Nereye gidiyorlardı? Bu coşkulu aile, bu coşkulu şarkı nereye gidiyordu?

"Dünyanın bittiği yere götürüyorlar beni. Hep merak ettiğim o uzak yere" dedi içinden.

Tutunmaktan kolları epey yorulmuştu. Az kalmıştı dünyanın bittiği yere, biliyordu. Tekrar sıkıca sarıldı balina kardeşine. Başını yasladı, bir süre onun kalp atışlarını dinledi. Balinaların şarkısı, büyük gövdelerin suyu yararken çıkardığı zarif ses ve büyük bir kalbin sesi onu mutlu etti.

Balina durdu ama hala şarkı söylüyordu. İşte, dünyanın bittiği yere gelmişlerdi. Yaşlı adam başını kaldırdı, gökyüzüne baktı. Son eskittiği güneşten olma gökten bir yıldız yere düştü. Daha önce geceleri düşen yıldızlardan çok görmüştü. Bu onun yıldızıydı. Son eskittiği güneşinin yıldızı.

"Hazırım" dedi balinaya fısıltıyla.

Tüm bir balina ailesi onun sözünü duydu. Şarkıları sustu. Hepsi derin bir nefes alıp daldılar. Yaşlı adam da onlarla birlikte son nefesini aldı ve kollarında kalan son güçle balinaya sıkıca sarıldı.

Derinlere, çok derinlere doğru gittiler. Çok derinlerde bir yerde, mavi bir ışığın içinde sıcaklığın renginde başka bir ışık vardı. Yaşlı adamın nefesi tükendikçe sıcaklığın rengi büyüdü, büyüdü ve mavi ışığı kapladı. Hemen hatırladı bu ışığı. Buzdan kulübesinin içinde, herkes uyurken dinlediği ışıktı bu. Koskocaman, sıcaklığın renginde bir ışık. Işığın içinde kayboldu.

Gördüğü en son şey de bu ışık oldu.

Balinalar tekrar su yüzüne çıktılar. Dünyanın bittiği yerden geri döndüler.

--0--

Deniz kıyısında duran kadın gökten düşen yıldızı gördü. Uzakta, çok uzakta, dünyanın bittiği yerdeydi. Düşen yıldızı tutacakmış gibi elini uzattı ama geç kalmıştı.Yapacak bir şey yoktu. Hafifçe gülümsedi ve elini salladı.

Ve sonra içinde sıcaklığın rengindeki ateşin yandığı buzdan kulübelerin olduğu yere doğru yürümeye başladı. Gecenin sessizliğinde, balinalardan öğrendiği şarkıyı söyleyen rüzgarın ve kadının ayakları altında ezilen karın çıkardığı sesten başka hiçbir şey duyulmuyordu.

Mehmet Emin Arı
http://www.eminari.com

Yukarı

 Entel Kahveci: Mustafa Uyal


ŞARKILAR NEYİ SÖYLER...

Şarkılar seni söyler, Dillerde nağme adın.. diye gider, nasıl oluyorsa “Huysuz ve Tatlı” bir kadına yazılmış bu mükemmel şarkı. Hepimiz hayret bir şekilde ezbere biliriz tüm sözlerini ve geçişlerini..kendi hesabıma ben Türk Sanat müziği meraklısı olmadığım halde hep bu güftenin hedefindeki kadını merak etmişimdir, ayrıca şu elden ele gezen küçük cezveyi ve nice simgeleşmiş bilinmez sevgiliyi olduğu gibi . Bildiklerimiz de var tabii . Mesela Karantinalı Despina’nın hikayesini Timur Selçuk sesledirdiğinde Despinanın Yunan işgali sırasında İzmirde yaşayan bir dansöz olup, hala İzmirde yaşayan Tütün ve Üzüm taciri köklü bir ailenin atası olan Muammer bey ile pek sıkı fıkı oduğu halde İzmiri işgal eden Yunan donanmasının komutanı Albay Zafirou ile derhal işi pişirdiğini ve Muammer beyi perişan ettiğini bilmez miyiz? Ya da İlhan Şeşen’in Sumru Yavrucuk’a Neler oluyor bize ? diye seslendiğini, Veya Sezen Aksu’nun “Sarı Odalarda” basının açıkladığına göre “olum” dediği adamın Sinan Çetin olduğunu? Magazin olduk vesselam. Ama magazin kısmı bir yana konulursa bir şarkıda kimin kime ne dediğini bilmek bazan sıradan müzik çağırışımlarına çok daha fazla renk ve anlam katabiliyor. Timur Selçuk’un yorumuyla Nazım Hikmet’in oğluna Varnadan seslandiği “Memet” ile Erol Evgin’in “Şoför Mehmet”ini aynı renklerde dinleyebilmek mümkün mü?

Bu takıntıyla yola çıkınca insan neler öğreniyor neler..Ne hikayeler gizli her şarkının arkasında veya notalarının arasında. Ben bildiğim bir kaçını paylaşmak istedim . Muhakkak bazılarını Sizler de bilirsiniz , bilmediklerimiz varsa da biz de onları duymak isteriz.

Önce gerçekten tüm hayallerimizi yıkan örnekler var. Eros Ramazotti’nin “Cosa Della Vita”sı gibi . Yaz akşamlarında millet birbirine iyice sokulup Ramazotti’nin derin sesinde yoğrulan İtalyancanın büyüsüyle “ işte bizim şarkımız “ falan derken Eros Ramazotti’nin hayatının ne kadar perişan geçtiğini, ailesinin yoksulluğundan dem vurduğunu hani neredeyse “jiletlik” bir şeyler söylediğini bilseler ne yaparlardı acaba? Cat Stevens’ın yani günümüz Yusuf İslam’ının unutulmaz parçasında ” Sad Lisa” yı kapının hemen yanındaki köşede oturan ve her an evi terk etmeye hazır üzgün ve kırgın bir genç kadın olarak algılayan bizlerin bu şarkının Cat Stevens’ın bütün gün uyukluyan kedisi için yazıldığını öğrendiğimiz gün şaşırdığımızdan fazla şaşırırlar mıydı? Veya Art Garfunkel’ın muhteşem “Bright Eyes”ının ormanda yaşayan hayvanlara, Beatles’ın “Martha My Dear”ının Paul’un çoban köpeğine yazıldığını bilmek onları rahatlatır mıydı. Yani hayvanlara yönelik bir şey yazacaksan kabul ama bunu neden Sevgili Barış Manço gibi “Arkadaşım Eşşekk” gibi yapmazsın da tutar ayışığında dinlenecek, kemanlarla süslü , göz göze diz dize melodileriyle bizi yerden yere vurarak yaparsın işte o bir garip.

Neyse bu tür melodilerle yerden yere vurulan sadece bizler değiliz Roberta Flack “Killing Me softly with his song” diye listelere vurduğunda nasıl bir deprem yaratmıştı hatırlar mısınız ? (Yani 40 yaş grubu siz öne çıkın lutfen..) . Bu yeteneğine şarkılar yazılan adam ise bir sevgili değil bir başka şarkıcı. Vincent’ta Van Gogh’u , “American Pie”da Folk ilahları Arlo ve oğlu Woody Guthrie’yi anlatan Don Mc Lean. Meğer Roberta Flack ona çarpılmış biz Robertaya .Bunlar romantik yaklaşımlı bir iki örnek idi. Öte yandan hayatın acı gerçekleri ile ilgili problemleri anlatan parçalar da vardı. Mesela Hurricane filminde Rubin Carter adlı boksörün ırk ayrımcılığı ve ön yargı yüzünden başına gelenler, hayatının elinden çalınması anlatılıyordu tıpkı yıllar önce Bob Dylan’ın aynı adlı şarkısında olduğu gibi. Kahveciler bu öyküyü başka bir arkadaşımızın satırlarından iyi hatırlayacaklar. Bob Dylan da satır satır aynı hikayeyi anlatmıştı. O başkalarına ağıt yakarken Joan Baez ise o Bob Dylan’la ağdalı bir aşk ve nişanlılık dönemi bittikten sonra “Diamonds and Rust” adlı parçasında uzun uzun sitem etmişti. Artık onun “Kutsal Meryem” sesli aşkı olmadığını ve onu Pırlantalar kadar değerli zannederken sadece “pas” olduğunu keşfettiğini ima eder. Bu ara her konserinde ve “Children and all that Jazz” parçasında da Bob Dylan’ın devrik vurgulamalarıyla şarkı söylemesini de mükemmel taklit ederek dalgasını geçer durur. Bu ikili protest folkun, Newport , Woodstock gibi kült festivallerin önemli tipleridir Tıpkı bir zamanların müthiş dörtlüsü Crosby Stills Nash and Young gibi.. Onlar en derin yorumlarından birini Nixon aleyhinde gösteriler sırasında Polisin ateş açması sonucu 4 öğrencinin öldüğü Ohio Kent Üniversitesi olaylarını anlattıkları “Ohio” ile ortaya koymuştu. Bu büyük protest parça 1968 kuşağı ve sempatizanlarını- ki bu ikinci grup aynı zamanda o günkü diskoları dolduran tüm gençleri de kapsıyordu, herkesi saygı duruşuna geçirirdi. Hala arada bir de olsa bir Amerikada bir barda veya kafede çalınsa o zaman hayatta olmayan gencecik Amerikalıların dahi sessizleştiğini, biraz daha yaşlıların saygı duruşuna geçtiğini görmek olasıdır. ( BKZ. Kahve Molası 2 nisan 2003/ 4 mayısta Bağdat DÜŞER Mİ?)

Elton John yani Sir Elton John ise başka bir fenomen genellikle beste yapan ve söz yazarlığını Bernie Taupin ’e yaptıran Sir duygularuyla yaşayan biri...“Song For Guy”ı ekibinin getir götür işlerini yapan bir kurye gencin ölümü üzerine yazmış ve bunu en az 4 albümüne almıştı, Prenses Diananın ölümünde alelacele revize ederek Goodbye England’s Rose diye söylediği Candle in The Wind ise bilindiği gibi Marylin Monroe için yazılmış bir Baladdı. Ama Elton John’un en son polemik konusu olan parçası Blue Eyes oldu. Bu şarkıyı Paul Newman’a olan aşkı (!) için yazdığı söylentileri çıktı , Elton John ne yalanladı ne doğruladı ama Paul Newman eski tüfek olarak sert bir çıkış yaparak Selçuk Erdem karikatürlerinde olduğu gibi “Hadi Len” vari bir yaklaşım gösterince konu acilen kapandı . Ne de olsa aykırılık var, kolay değil. Bu tür cinsellik temaları içeren şarkılar arasında hemen aklımıza gelen lerden birisi Leonard Cohen’in Janis Joplin ile yaşadığı sert ilişkiyi nerdeyse detaylı olarak anlattığı “Chelsea Hotel No 2” . Burada Cohen “bana yakışıklı erkekleri tercih ettiğini ama benim için bir istisna yapacağını söyledin” derken hafif gururludur. Sebebini tahmin edersiniz ama Serge Gainsbourge İle Jane Birkin'in net bir teşhir vakası sayılabilecek , efektleri yatakta kaydedilmiş "Je t'aime moi non plus" ünü saymazsak gelmiş geçmiş en seksi şarkılara iki kült aday vardır birisi Rolling Stones’un tahrik dolu “ Angie” si, diğeri ise Yasak bir ilişkinin anlatıldığı Billy Paul’ün “Me and Mrs Jones” u. Aslında bütün şarkılar bir anlamda bir çağrı, bir serenat değil midir sevilene ve tüm serenatların sonunda hedef aynı değil midir? Yani Sinatra “ Doo Bee Doo Bee Doooo “ derken o iki yabancının geceye yabancı başladıklarını ama çok (!) samimi bitirdiklerini mi kastediyor bilinmez ama Tüm şarkıların bazen sevimsiz platformlarda bile olsa insanları birbirine yaklaştırmak için yazıldığını düşünmek güzel...

Mustafa Uyal

Yukarı

 Deniz Fenerinin Güncesi: Seyfullah Çalışkan


BANA SESİNİ BIRAK

Sen akıp geçeni zaman mı sanıyorsun? Yanılıyorsun, özleminde soluklandığım. Bu gün, yarın diye akıp gideni günler mi sanıyorsun? Gözlerine deli divane olduğum. Ömrümüz geçiyor yazın ardındaki hazan gibi. Kaç sabah kaldı elimizde, karanlığın ardında kaç güneş? Düşlerimi gözlerinle çarptım, özlemlerimi umutlarımla. Sonuç hep imkansız çıktı, hep hasret. Elde iki bahar olsun istedim, üstüne altı tane de yaz koyalım. Onluk bozdum, içim karardı.

Keşke bu gün seni hiç görmeseydim. Kalın sesli, asık yüzlü radyo bültenlerinden yapılan basın açıklamasından alınmış gibiydi bütün cümlelerin. İçinde senden bir ses aradım, senden bin nefes aradım bulamadım. Bütün umutlarım yarında seni bekliyor. Bütün saatlerimi sana kurdum. Sakın unutma, bana gelmeden bir kez kendine bak. Ama benim sana baktığım gibi, ürpererek...

Acılı bir hüzün yerleşmesin düşlerime, şimdi zamanı değil. Ayrılıklar bu mevsim ölüm gibidir. Derin çukurlarda karanlıktır yedi kat. Dayanamam... Düşünmek bile üşütür beni, kanım çekilir, aklım yiter. Gelirken bir demet gülüş getir bana.

Bu telefondaki ses senin olamaz. Bir yanlışlık olmalı. Telefonda konuşan sen miydin? Bana ilk defa “yeşil gözlüm” demedin. Adım ne kadar sahipsiz çıkıyordu dudaklarından. Buzdan bir rüzgar değdi tenime. Soğuk bir sokakta hissettim kendimi. Kimsesiz ve çaresiz bir çocuktum. Sanki bilmediğim bir kitaptan bölümler okuyordun bana. Durmadan, soluklanmadan, yutkunmadan asker adımlarıyla geçiyordu sesin. Sen bitirdin, telefon elimde kaldı. Söylediklerinin çoğunu anlayamadım, belirsizliklerde asılı kaldım.

Bunun infazı gelip çatmış idamdan ne farkı var? Paltomu giymek, ayakkabılarımı bağlamak, sokağa çıkmak istemiyorum. Telefon etsem, hastayım desem, gitmesen. Bir gün daha ertelesem, bir gün sonraya. Bu gece belki kıyamet kopar, dünya durur. Çekip gitsem bu kentten. Hemen şimdi, ilk otobüse binip gitsem. Bir daha hiç dönmesem. Bütün adreslerimi yaksam, bütün telefonlardan daha uzağa kaçsam. Boşuna çareler bunlar, boş düşünceler. Ne fark eder. Ha bu gün ha yarın. Bir ölümün çaresi yok bir de ayrılığın. Geliyorum sevgilim, sana geliyorum, isteksizce ve zoraki. Binlerce keşkem var, milyonlarca pişmanlığım.

Titriyor muyum? Hayır soğuktan falan değil. Biriktirdiğim bütün düşleri söküyorsun dişlerimi söker gibi. İçim acıyor onun için. Gözlerim seğiriyor, yine ellerimi koyacak yer bulamıyorum. Bu kaçıncı çaresizlik, kaçıncı ölüm. Kaçtığım karabasanların, uykusuz gecelerin beni fırlatıp atmaya bir türlü usanmadığı, aynı yer.

Yine mi boran, karlar mı savruldu yoluma? Kime gitmeli, nasıl etmeli. Nasıl aklımdan çıkarayım şimdi seni?

Kendine iyi bak. Güzel günlerimiz de oldu seninle. Belki sevmeyi öğrendim ama seni yüreğimde tutamadım. Gitsen bile; hatta şimdi tükenmiş olsa da bütün sevgin, seni sevmek, tanımak bahar tadındaydı. Bakışların kuş cıvıltısıyla doldururdu sokaklarımı. Anlıyorum, büyü bozuldu, bir rüyadan belki şimdi uyandık. Haklısın, biliyorum ama kabullenmek zor. Sen bana aldırma olur mu? Birkaç gün geçsin üstünden. Kendime gelirim, meraklanma. Hiçbir şey açıklama, anlatma, boş ver. Bilmek istemiyorum... Her cümlen içimdeki yalnızlığı büyütüyor ve çaresizliği. Sen git artık, akşam iniyor sokaklara, bak hava da iyice soğudu. Git artık, yeter...

Kızgın mıyım, öfke mi dolu, insanlardan ve yaşamdan nefret mi ediyorum? Hayır, hiç biri değil. Sığınacak bir yer arıyorum, gidecek bir arkadaş. Hiç bir şey hissetmiyorum. Sadece çok üşüyorum, sıcacık bir soba yanında uzanmak istiyorum.

Çok eskilerden, çocukluğumdan bir bayram arifesi akşamı. Yeni bir pantolon almış babam, bir çift lastik ayakkabı. Kucağımda bayramlıklarım, rüyalarda çalkanarak uyuyorum. Bir türlü sabah olmuyor, bayram gelmiyor. Babam camiden dönse bayram başlayacak. Bayramlıklarımı çoktan giydim, saçlarımı taradım. Bayram sevinci çocukları sokakta bekliyordu. Sokağa koştum, yüreğim maviliğe ilk defa kanat açan kuş gibiydi. Babama koştum... Kollarına varamadan savruldum, ayağım taşa mı takıldı? Anlayamadım. Dizim kanıyordu. Babam acımı dindirmek istercesine sarıldı. Dizime baktı. Ağlıyordum, kanayan dizime değil, dizi yırtılan pantolonum acıyordu. Yarım kalan sevincim acıyordu. Sevgilim ayrıldığımıza ağlamıyorum. Çaresizliğim acıyor, gidişinle içimde bıraktığın karanlık ağlıyor.

Güller Beni Anlar

Seyfullah
seyfullah@kahveciyiz.biz

Yukarı

 YILDIZINIZ KIPIR KIPIR, YA SİZ?

Ailenizin Yıldız Falcısı : Nurettin Özdemir

KOÇ   (21 Mart-20 Nisan)
Sevgili koçlar Venüs bu hafta yine size misafir. Dolayısı ile ilişkileriniz bir o kadar renkli. Yinede ailevi sorunların altında fazla ezilmeyelim lütfen..Cuma gününe dikkat edin. Sevdiklerinizi öylesine amansız duygu bombardımanına tutmadan itidalle severseniz haftanızın duygusal tansiyonuda düşer diyorum. Duydunuzmu koçlar ?...

İş hayatınızda bu hafta sakın olun koçlar. Bu aralar eliniz pek kuvvetli olmayabilir. Kapalı kapıları parçalamaya gerek yok ve herkeside düelloya davet etmenin sırası hiç değil. Bir geçiş dönemindesiniz.

Geçen hafta saatli bomba gibiydiniz bu haftada korkarım patlamaya ramak var. Gevşetin cendereyi koçlar.

BOĞA   (21 Nisan-20 Mayıs)
Geçen haftayı güzel güzel yudumladınız derken bu hafta yine parlıyorsunuz boğalar. Çevrenize ilham veriyorsunuz inanın.. Bu hafta yıldızlar yine boğaların üstüne titremekte şevkatle.Gizemli sevgiler sizin ve çok seviliyorsunuz.. Benden söylemesi, sizleri kevgire döndürecek aşklardan kaçının. Hani sükseniz çok ya bu aralar, n'olur n'olmaz...

Turizm dalında ve sanatlar başta olmak üzere yaratıcılık gerektiren mesleklerde büyük başarılar söz konusu boğalar. Ufak aksaklıklar kendiliğinden kaybolacak ve hedefinize emin adımlarla devam edeceksiniz. Projelerde özellikle parasal sorunlar aşılacak merak etmeyin.

Formunuz daha nasıl olabilirki boğalar allahaşkına !! Üstelik böyle yıldızlardan torpilli olursanız..

İKİZLER   (21 Mayıs-21 Haziran)
Bu hafta yine bir taraflara müthiş kaçış planlarınız var ikizler.. geçen haftadan beri. Kaçamadınızmı yoksa ! Şaka bir yana birşeyler oluyor sizin aşk hayatlarınızda, yada hayalini yaşıyorsunuz. Aşırı oynamayın hayallerle, illüzyonlar pusuda ve bunu unutmadan çarşamba gününe dikkat edin. Eminseniz kendinizden celallenin, ya bitsin ya bitsin deyin ve kesin şu ipi. Boynunuza halat olmuş neredeyse...

Aman gözünüzü sevim ikizler iş hayatınızda sürpriz gelişmelere dikkat bu hafta. Anlaşmalara, imzalara ve iş vaatlerine ihtimam gösterin. Son pişmanlık... Haydi ekimi bekleyin, az kaldı.

Formunuz geçen haftaya nazaran bir hayli yüksek ikizler. Stressiz olmuyor değil mi ?

YENGEÇ   (22 Haziran-22 Temmuz)
Sevgili yengeçler yuvanıza o kadar düşkünsünüzki. Hani ara sıra aklınızdan başka yörelere demir atmayı düşünsenizde o bağlılık sizi tutuyor. Aşk hayatınızda birazcık fantezi bir lüks olmayacak, mevsime has monotonluğu yenelim yengeçler.Çevrenizi şenlendirin bi zahmet...

İşleriniz sizleri bir sarmalamış, yani bu kadar olur. Bütün projeler, iş ortaklıkları, yatırım olanakları olumlu yöndeler. 2004 koşa koşa sizlere geliyor, açın kollarınızı, kazanacaksınız.

Formunuz ise mesleğinizdeki tempoya bağlı. Ara sıra moraller sıfırlanırsa kaçın hemen bir yerlere.

ASLAN   (23 Temmuz-22 Ağustos)
Arslanlar bırakın şimdi şu hafiften kükremeleri. Tamam son haftalardaki uyurgezerliğinizden eser kalmadı, ama sevdiklerinizinde cumburlop size ayak uydurmalari şart mı...Anlayışınıza ve biraz zamana ihtiyaçları var, lütfederseniz... Nezih insanlarla tanışabilirsiniz bu hafta. Ekim ayında ise aşklarınızı yeniden keşfedeceksiniz. O zamana kadar hırçınlık yok, oldumu arslanlar.

Sakin sakin düşünün ve değiştirmeyi istediğiniz konumları, koşulları, zamanı geldikçe değiştirin. Ortam uygun ama yeterki siz hız ile aceleciliği birbirine karıştırmayın. Yeni imkanlar kapınızı çalacak hazırlıklı olun arslanlar.

Formunuz gittikçe yükseliyor. Bazen kendinizi yorgun hissetseniz de bu daha çok her şeyde mükemmeli aradığınızdan. Ekstradan stres yüklemeyin durup dururken, allah allah...

BAŞAK   (23 Ağustos-22 Eylül)
Peki başaklar geçen hafta bir silkelendiniz , sonra ne oldu ?.. Birşeyler olduysa harika. Aksi takdirde bu hafta mutlaka olmalı. Nasılmı ? Yüreğinizle ama korkularınızla değil. Yeni bir yaşama göz kırpıyorsanız beyninizdeki güvensizlik duygularını yok edin, onlar sizin heveslerinizi tarumar etmeden...

Hafta sonu daha uyumlu olacak sizin için başaklar. Profesyonel uğraşılarınızda yenilikler muhtemel. Esasında çok istiyorsunuz bunu çünkü psikolojik açıdan rahatlıyacağınızın farkındasınız.

Ruhunuzun sesini iyi dinlemiş olmalısınız ki bu hafta formunuz hiçte fena değil. Aman bozmayın bu hassas dengeyi, özellikle iş hayatınızda oldumu başaklar.Cebinizin deliklerinde büyüme var ! Dikkat...

TERAZİ   (23 Eylül-22 Ekim)
Kalbiniz patlıyacak heyecandan. Hele bir durun nefes alın terazi bekarları. Geçen hafta Venüs ziyaretteydi bu hafta da Satürn gelince meseleler ciddiyet kazanmaya başladı birden. Yaa, kolay mı aşklar..

Haftaya gayet olumlu başlıyorsunuz, kendinize hakim olursanız bu hafta bayağı şanslı sayılırsınız. Mesleğinizde başarılar sizi bekliyor.

Formunuza dikkat edin çünkü haftanın getireceği çoşkular sizi yorabilir. Yoga yapanlarınız varsa bilmeyenlere öğretsin, teraziler paylaşın huzuru.

AKREP   (23 Ekim-22 Kasım)
Geldik bizim meşhur akreplere... Hafta sonunuz nasıl geçti akrepler, nefes alabildinizmi bari...Gönüller ateş almış yanıyor desem abartmış olmam yani... Neyse darısı diğer burçların başına. Unutuyordum, bekar olanlarınız zaten gönüllerinin sultanını biliyorlar.Bilmem anlatabildim mi?...

Her ne kadar projelerinizde başarı ihtimalleri yüksek olsada, siz siz olun azami ihtiyat gösterin sevgili akrepler. Fransızların bir sözü vardır, akıl verenler çoğu zaman ödeyenler değildir diye. Ortaklıklarda para mevzuuna hassas durun derim. Bunun haricinde başarılar sizi bekliyor.

Formunuzda müthiş. Sosyal yaşam ve işte kalp atışları zenitte olunca formunuz dipsiz kuyularda seyredecek değil herhalde !! Tepe tepe kullanın ! Ricam, öbür burçlarada biraz bıraksaydınız...

YAY   (23 Kasım-20 Aralık)
Ouf ouf ortalık karışık yaylar, ne oldu yine... En sonda söylenecekleri en başta mi söylediniz ? Sevgiler(!) hassas dengelerde, yangın çıkabilir her an... Aralıkta doğanlar tam tersine bayram havası içindeler, al işte...

Iş ilişkilerinde kimseyi karşınıza almayın, gereksiz gurur uğraşıları başka bir şey değil. Harcamalarda dikkatli olun yaylar. Cumayı bekleseniz.

Formunuz çıkışta tamam ama sinirler halen yatışmış değil. Soğutun...

OĞLAK   (21 Aralık-19 Ocak)
Aşklarda bitmeyen kuruntulara yer vermeyin artık oğlaklar. Gidip birde sizi sevenlerin başının etini yemeyin durduk yerde, of be !. Halbuki haftanız size güzel sürprizler hazırlamış. Haftanın ilk günleri açın oğlaklar gönülleri.

Her ne kadar iş hayatınızda zelzeleler vuku buluyorsa da sizin iyiliğiniz için desem beni dövmezseniz demi oğlaklar ! Haydi siz uyumlu olun amirlerinizle, sorumluluklarda artıyor bu arada.Başarılar da, inanın.

Formunuz ise alınganlığınızla orantılı... Herşeyden nem kapmasanız olmaz mı.. Dinlendirin zihninizi oğlaklar tatillere daha çok var...

KOVA   (20 Ocak-18 Şubat)
Kovalar aşkı siz mi unuttunuz yoksa aşk mı sizi unuttu, artık kim kime tın tına. Eh insaf yani, dünyada tek başınıza mı yaşıyorsunuz, sevgiliniz mosturalık mı ? Haydi dostlar dört dörtlük aşklardan vazgeçtik gönlünüzdekileri barim hakkını vere vere yaşayın. Bekar kovalar öyle bir aşka çarpacaklar ki.., gerisini siz yaşayın artık canım.

Iş hayatınız renkli mi renkli. Yine de tedbirleri elden bırakmayın çünkü bu aralar parasal konularda ortam güçlüklerle dolu. Mesleki başarılar sizlerin olabilir. Zaten 2004' de değişimler sizi bekliyor, o zamana kadar işlerinize çeki düzen verin, bu yeterli olacak.

Hafta sonuna kendinizle randevu alın, hayli ihtiyaciniz var.

BALIK   (19 Şubat-20 Mart)
Bu hafta bir başka güzel sevgili balıklar.Geçen haftanın zincirleri halen kopmadı ise bu hafta tenefüse çıkıyorsunuz, nefesler derinden lütfen. Içinizdeki muazzam heyelanlar henüz bitmedi, onlar sizi yüceltmek için. Bu bir, ikincisi kendi çizdiğiniz yol çetrefelli de olsa dönüşü olmayan bir yol. Şunu da söylim hemen, ekim ayı cicim ayı olacak.Aşklar gümbür gümbür yaşanacak, hazırmısınız gerçekten. Değilseniz yine farketmez, yıldızlar sizin peşinizide illaki bırakmıyacak. Yazın bir köşeye... Işiniz de ilişkiler daha bir olumlu. Para muslukları açılıyor nihayet balıklar, faydalanın. Meslek arayışlarında inançla ilerleyin. İnanın iyi yoldasınız, içinize doğdu zaten, biliyorum. Cengaver balıklar savaşa devam, şimdiye kadar yıkılmadınız daha da kimse deviremez sizleri, kendinizden başka... Formunuz iyidir, iyidir. Her fırsatta kendinizle sinir savaşlarına girmeseniz olmuyor değilmi... Ah balıklar şahesersiniz ama... Sevgili Kahve Molacı' larım nur dolu olsun yaşadığınız her an. Hak ediyorsunuz.

Nurettin Özdemir
nozdemir@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_171.asp

Devamı var

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Dost Meclisi



Fotoğraf: Şeref Bilgi

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 3.735 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 Tadımlık Şiirler


GERÇEĞİN ZAMANI

Koğuşun kırık penceresinden sırtıma vuran
soğuk kadar tehlikeli boğuk bir sese
kendimi verdiğimde uykum geliyor
ancak gelecek zamana ulaşamayan bir bedenin
uykusu
ışık sönünce
lekeli hayatımın
serüvenine sığındığım
gece yarıları

uykumun hep bir yerlerinde
senin yüzünle uyanıyorum
uzandığım
ve sevişerek çoğaldığım senle
geleceğimizi daha çok sevmeye
ve gerçeğin zamanını görmeye başlıyorum
kadınım
yaşama kendimle başlayıp seninle son vermek
bilmem ne kadar doğru bir tercih
belki de zamanın pençesinde ki zor bir av

üşüyorum ve hastayım
çaresiz bir çocuk kadar ağlamaklı
soğuk ranzamın üstünde bir kara bulut ürpertisi
düşlerimi bile
kana bulamış bir mevsimin içinde
sanki uzayıp ta bitmeyecekmiş bakışlarımı
birisi bozduğunda
uyanıyorum ve her günün akışına seninle dalıyorum
karışık ve sınırsız günlere alışmak
ne güzelmiş de
bir süre ertelemenin verdiği acı
onu siliveriyor ansızın
seni nöbetlemek kulübenin etrafındaki
voltalarda
soğuk rüzgarın sert çarpışlarında ovaladım
uyuşan parmaklarımı
bilsen ne zor tek başına
seni nöbetlemek gür ve boğuk bir sesle
alışamadım yokluğuna vazgeçilmezlerden daha yoğun
sevemedim son ayrılışımda seni
kendime saydığım küfürlerde boğuluyorum
acıyla nefrete bulanmış bir alınganlıkla
kısık bir sesle Nazım'ın şiirini
hecelerken
parça parça sarmaladığım sevdamla
sana uzanıyorum yüksekten
limanın gürültülü gemi ve makine sesleriyle

kadınım seni çok mu çok özlüyorum
uzun bir günün son saatlerinde

Kürşat Ural

Yukarı

 Biraz Gülümseyin




Keşke bu kadar kolay olaydı!..

Yukarı

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.aids.com/
2002 yılı içerisinde sadece AIDS sebepli yaklaşık 3.1 milyon kadın, erkek ve çocuk öldü. AIDS'in şaka olmadığını; ama bilinçsizce davranıldığında hem sosyal, hem de bedensel olarak daha da ciddi zararlara yol açabileceğini bilmek gerekiyor. Lütfen öğrenelim ve daha bilinçli bir toplum olmak için çevremizi bu konuda bilinçlendirelim. "Toplumlara zarar veren en tehlikeli hastalık cehalettir"

http://www.delphikitabi.com/nostalji.asp
...Eski DOS günlerini özlüyor musunuz ? Programınız 3-5 saniyede çalışır, menü açılır ve kullanıcı başlar okumaya: Kayıt eklemek için F1 tuşuna, Arama yapmak için F2 tuşuna... Lütfen adınızı giriniz ... Devam etmek için herhangi bir tuşa basınız ...

http://www.hi-fi-turkey.com/2el.htm
Hi-Fi konusunda bilgi alabileceğiniz ve kendi bilgilerinizi paylaşabileceğiniz sağlam bir web sayfası. Bu seçtiğim sayfa ikinci el ürün alırken nelere dikkat etmemiz gerektiğini anlatıyor. Ayrıca elinizdeki cihazları satmak için de ilan verebilirsiniz. Site'nin en hoş tarafı tamamen bağımsız olması.

http://www.nako.com.tr/modeller.htm
Kış kapıya dayandı. Kazak örmeyi sevenler için modellerin bulunduğu bir web adresi veriyorum. Kolay gelsin

akin@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Damak tadınıza uygun kahveler


ADSLKeepAlive v2.4 [2.6M] W2k/XP FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=107075
ADSL Hat kullanan şanslı kullanıcılardan biri iseniz bu programı yükleyip saklamanızda yarar olabilir. ADSL hatların en büyük handikapı hat kesildiğinde aynen telefon arar gibi yeniden bağlanılması gereğidir. Bazende telefon hatlarında yaşanan kesilmelerden etkilenmekte ve data transferi sıfıra yaklaşmaktadır. Bu durumda yapılması gereken hattı kesip tekrar bağlanmak olmaktadır. İşte bu program bu işleri otomatik olarak halleden bir özelliğe sahip. Ayrıca değişen IP numarasınıda sizlere email aracılığı ile göndermek gibi bir özelliği var. Eğer evdeki bilgisayarınızı gerektiğinde bağlanmak üzere açık tutuyorsanız bu programı kullanmanızı şiddetle öneririm. Yalnız unutulmması gereken, bu programın sadece ADSL hatta direkt bağlı olan ve RAS kullanan makinelerde kullanılması. Router aracılığı ile kullanılan ADSL hatlarda işe yaramıyor.

Yukarı

http://kmarsiv.com/sayilar/20030929.asp
ISSN: 1303-8923
26 Eylül 2003 - ©2002/03-kmarsiv.com
istanbullife.com
Kahve Molası MS Internet Explorer 4.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri