KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?

 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Kütüphane
 Kahverengi Sayfalar
 FİNCAN/SİPARİŞ
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)


PDF Versiyonu





Kahveci Soruyor?



KAHVERENGİ SAYFALAR



KAPI KOMŞULARIMIZ

Üç Nokta Anlam Platformu


Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 356

 1 Ekim 2003 - Fincanın İçindekiler

 Editör'den : Kuma gömülü kafalar...


Merhabalar,

Gene yakaladık 2 ucu ..klu değneyi tam ortasından. İllaki de bir ucundan tutacağız. Ortadan tutmaya devam ettikçe karizma pötükare çarşafa dönecek. Oysa bize öğretmişlerdi, YSK'nın aldığı karar nihai olup tartışılmaz diye. Anlaşılan o da kuyruklu yalanmış. Tartışılır ki ne tartışılır. 3 Kasım öncesi medyanın yaptığı ihbar üzerine alelacele yapılan bir araştırmadan sonra seçimlere katılma oluru alan bir parti, daha sonra başsavcının açtığı dava üzerine sahtekar damgası yiyor ve asıl süreç ondan sonra başlıyor. İptal mi edilsin? Edilmesin oylar yok mu sayılsın? Hiçbirşey olmamış gibi mi davranılsın? Olmuşu kabul edip sineye mi çekilsin? Bunlar ve benzeri bir sürü sorunun cevabı YSK'nın vereceği karara bağlı. Komik olan da suçlu da, hakim de aynı kurum. Kurumda suç olmaz şahıslarda kusur aranır deniliyorsa, şahıslarda aynı. Bir tanesi babayiğitlik edip istifa edemedi. Demek ki neymiş, koltuk sadece siyasilerin gerilerine yapışık değil, bürokratlarında vazgeçilmeziymiş.

Genel Başkan olmadığı halde oy pusulasına yazılan isim, çalınan sandıklar, iptal edilen il sonuçları, yeniden yapılan seçimle milletvekili seçilen genel başkan, önce seçime kabul edilen sonra ne işin var senin seçimde denilen parti, o partiye verilen ve yok sayılması muhtemel 2 milyona yakın oy ve bilemediğimiz bir sürü kırmızı noktalı lekeyle anılan bir 3 Kasım Genel Seçimi. Ve o genel seçimle işbaşına gelen, memleketimin en problemli döneminde karar yetkisine sahip bir hükümet. Anayasayı değiştirme hakkını bile elinde bulunduran tek başına bir iktidar. Vay ki Vay... Karar ne olursa olsun tatmin olmayacak kesimlerin yaygarasını ayyuka çıkaracak bir sürece girdik velhasıl. Hayırlara vesile olsun. Konu siyasiler için bir iktidar meydan muharebesi ancak biz sıradan vatandaşlar için durulan krize sokulmaya çalışılan çomak gibi. Seçimin tamamen iptalinin getireceği sonuçları ancak sıradan vatandaş tahmin edebiliyor sanki. Bıçak sırtında yürümeye çalışan ekonominin iptal sonrası alacağı vaziyet korkunun temeli. Diğer yanda hakkının yendiğini savunan meclis dışı partiler ve onların sayın yöneticileri. Seçimlerden 1 yıl sonra ayaklarına gelen bu kısmeti tepmemeye kesin kararlılar. Durum o ki, benim halimi düşünen bir Allahın kulu yok. Herşeye alıştığımız gibi ona da alışır, üstüne bir bardak soğuk suyu lıkır lıkır içeriz diye düşünüyorlar zahir. Anladık hukuka karşı gelmek sahtekarlığa geç demek olmaz. Ama sahtekarlığa ben göz yummadım ki sayın büyüklerim. Siz başınızı kuma gömdünüz, şimdi de kalkmış arka ayaklarınızla toprağı düzlemeye çalışıyorsunuz. Ama hala kafanız kumun içinde haberiniz yok. Allah bize dayanma kuvveti, sabır versin ne diyeyim?!..

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

Yukarı

 Rengarenk: Tuba Çiçek


CİN ALİ DAĞITTI

Cin Ali'yi duymayanınız var mı? Hani şu çöpten çocuk... Hani topu Suna'ya atınca "tut Suna tut" diyen saf Cin Ali! Atlara ot veren, topacını döndüren, kuzusunu pek bi seven; Milli Eğitim Bakanlığının en popüler elemanı...

Cin Ali'nin en popüler macerası topaç hikayesidir; hatırlarsınız mutlaka. Dayısı Cin Ali'ye bir topaç alır ve bu, hadise haline getirilir. Cin Ali ve dayısı bahçede topaç çevirirken aralarında şöyle talihsiz bir diyalog da geçer:

- Bak dayı, topacım döndü!
- Aferin Cin Ali. Topacın güzel döndü. Kırbacı iyi vur.

Yani bizim Ali öyle bir 'cin' ki, bir hamlede topacı çevirebiliyor ve dayısının takdirini kazanıyor... Kırbaç meselesi kafanızı karıştırmasın. Durum, tamamen masum bir laf salatasından ibaret. Tamam... Dayısı yetişkin, kırbaç fantezisinden felan haberdar olacak yaşta lakin, o da en az Ali kadar 'cinoğlu cin'.

Hikayedeki ilginçlikler Cin Ali ile dayısının diyalogları ve kırbaç fantezisiyle bitmiyor. Bizim cinler bahçede topaç çevirirken, mahallenin çocukları olan Kaya, Çetin ve Can hadiseyi görüp arkadaşlarının mutluluğunu paylaşmak arzusuyla yanıp tutuşuyorlar. 'Sevimli bir telaş içinde' evlerine koşarak, topaçlarını kaptıkları gibi soluğu Cin Ali'nin yanında alıyorlar. Sonrası malum: "kırbacını iyi vur Can; topacım ne güzel dönüyor Cin; çevir Kaya çevir; kırbaçla Cin kırbaçla" gibi absürdite ötesi muhabbetler.

Hafızanızı biraz zorlarsanız, bu "toplu topaç çevirme" eylemine sonradan, Çetin'in eşek kadar ağabeyinin katıldığını da anımsarsınız... Yani hadi Cin Ali'nin dayısını anladık, genetik bir takım arızalar var. Lakin Çetin'in 'karı-kız' peşinde koşması gereken ağabeyine ne demeli? Cin Ali ve enteresan komşuları...

Bir de "Cin Ali ile Berber Fil" hikayesi vardır ki; benim favorim bu hikayedir... Efendim, bizim Cin ve babası sokakta dolaşırken, 'berber fil'in anonsunu duyarlar. Bönlük ötesi konuşmalar ve spekülasyonlar yaparak eve gidip, evdekileri de meraka gark ederler. Bütün aile meraktan geberirken, ailenin reisi olan baba, berber fil için bilet alır ve hep birlikte berber fili görmeye giderler.

"Aaaa meğer bir sirk gösterisinden ibaretmiş... Sirk çadırı da ne kadar büyükmüş... Lay lay looom.... Ciniz biz ciniz..." gibi cümleler eşliğinde sirk gösterisini izlerler. Yani toptan cin bir aile bunlar. Anne, baba, abla, dayı ve Cin Ali... Genetik bir cinlik söz konusu...

* * *

İlkokul çağındaki çocukları -güya- cinlik, puştluk ve yaramazlıktan uzak tutmak mantığıyla yaratılmış bön, çevik ve aynı zamanda çöp bir kardeşimizdir Cin Ali... Tam bir ebleh işi yani... Üstelik yapılışı da çok kolay: bir adet yuvarlak, beş adet de çubuktan oluşuyor. Yuvarlağı tepeye koyup, çubukları da münasip yerlere yerleştirince işte sana muhteşem Cin Ali!

Makarnadan, undan değil; Cin Ali okuma serisinden dolayı bön kalmış bir milletiz vesselam... En azından Cin Ali serisiyle okuma yazma öğrenen nesillerin 'cin' olma gibi bir şansları çok düşük; ne dersiniz?

Cin Ali'nin yazarı ve çizeri olan Rasim Kaygusuz 1989 yılında öldü ama Cin Ali hala dimdik ayakta. Belli ki gideceği yol uzun, misyonu da çok büyük! Emekliye ayrılacağı da yok gibi görünüyor. Lakin şimdiki çocukları çöpten ve saf bir Ali ile kandırmak olası gibi görünmüyor. Bilişim çağındaki değişimin hızına Cin Ali'nin yetişmesi imkanlar dahilinde değil gibi...

Nihayet yayıncılar da mevzuya uyanmış, bilgisayar, internet, cep telefonu ve elektronik oyuncakların kurdu olan çocukların dikkatini, Cin Ali'nin topacıyla, kuzusuyla, berber filiyle çekemeyeceklerini anlamışlar. Mustafa Delioğlu'nun 'image maker'lığında Cin Ali baştan yaratılıyormuş. Umarım, namına yakışır bir Cin Ali yaratabilirler de, çocukları hayal kırıklığına uğratmazlar.

Hep söylerim, yaramazlık zeka göstergesidir. Bu yüzden benim önerim yaramaz bir Cin Ali tiplemesi. Hiperaktif, haylaz, asi, serseri, cin gibi bir Cin Ali... Eh Ali böyle olunca hikayeler de değişecektir tabi. "Cin Ali İnternette, Cin Ali Hacker, Cin Ali Suna'yı SMS'le Taciz Etti, Cin Ali Pop Yıldızı, Cin Ali Dağıttı..." gibi!

Gene haddimi aştım! Akıllı, uslu birileri uyanmadan, ben sıvışayım... Sıvışmadan önce bir kuple de şarkı patlatayım....

Ağzıma acı biber sürün benim
Sürmezseniz daha söylerim
Çatlarım söylemezsem
Tersini söylersek belki de olur düzü
Biz dağıtmazsak dağıtacaklar sürümüzü
Dizildik sıra sıra
Uygun adım bölük bölük
Sıkıldık iyilikten yaşasın kötülük

(Söz/Müzik: Sezen Aksu - Solist: Yonca Evcimik) MERSİ...

Tuba ÇİÇEK
tuba@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Misafir Kahveci : Yelda Özsunar


ÇİVİ -2-

Çivi’nin öyküsünü merak mı ediyordunuz?, Gerçekleri kim mi biliyordu? Tabii ki eski Hongkong’ lu dostum Edmund!. Ama bir dakika hemen onun sırrına ulaşamazsınız... Sırlara ulaşmak bir emek gerektirir. Aranmadan bulunmuş bir sır hiç duydunuz mu? Nasıl bir emek mi.. Önce işe dünyanın bize en uzak köşelerinden birinde birinde doğmuş Çin asıllı bir batılıyı tanıyarak başlayalım. Edmund bir batılı gibi yetiştirilmişti. Çok iyi açık ve hemen hemen aksansız bir İngilizce’si vardı. Bu onu, diğer Çinlilerden daha farklı ve bize daha yakın yapardı. Ama benimle hiç paylaşmadığı, söylese de aklımda tutamadığım bir Çinli ismi; hiç anlamadığım Çin harflerinden yazdığı mektupları ve arasıra etraftaki diğer Çinlilerle dalıverdiği anlaşılamaz sohbetleri vardı. Madalyonun iki yüzü gibiydi. Garip bir madalyon... Bir yüzü cam, diğer yüzü tahta gibi...

Onu evimize yemeğe çağırdım. Davetimiz ve içtenliğimizden çok etkilenmiş olmalı ki bize gelirken hediye olarak portakal suyu getirdi (Boston da yaşayan birçok yabancı gibi biz de portakal sularını çok beğenirdik ). Akşam yemeğimizde o günlerde pişirmeyi çok sevdiğim somon balığı eşliğinde onun dünyasına daldık.

Çok küçükken ailesi ile birlikte Avustralya’ ya göç etmişlerdi. Orada büyümüştü. Kocaman bir çocukluk tek bir cümleye sıkıştırılmıştı. Çok çalışmıştı...Yaşadıkları yeni topraklara kiralarını öder gibi çalışan ve o topraklara ancak çok çalışarak ait olabileceğine inanan tüm göçmenler gibi, tüm yabancılar gibi... Çünkü çok çalışmak acılarını dindiren ve onları yalnızlıktan uzaklaştıran en iyi kurtuluş yoluydu. Çok çalışıp Avustralya’da doktor oldu. Ama köklerinden daha fazla uzak kalmaya dayanamayan bir sarmaşık gibiydi. Kopsaydı kuruyacaktı. Yeşil ve canlı kalmak istemişti. Ancak öyle çiçek açabilirdi. Kendini tekrar Hongkong’a fırlatmıştı. Kendi benzerlerinin arasına... Bir süre sonra da Boston’daki bir hastaneye yeni şeyler görmek amacıyla gelmişti.

O gece biraz hüzünlüydü. O sabahki buruk olayı anlatmak istiyordu. Sabah çok erken kalkıp seminer dinlemek üzere yola koyulmuştu. Çok erken olduğundan henüz seminer salonuna kimse gelmemişti. O da en öne oturuverdi. Sonradan gelen ve arkada oturmak zorunda kalan bir asistan, önlere oturma hakkının ancak o hastanede çalışanların olduğunu söylemişti. Edmund çok kırılmıştı. Bu bir batılı için çok doğal bir gerçekti. Ama Edmund, alçak gönüllülüğün misafirperverliğin ve vericiliğin, insanın temiz olması gibi erdem sayıldığı doğulu bir topluma ait hissediyordu kendini. Hem kırgın hem öfkeliydi. Gitme zamanı gelmişti. Ayağa kalktı. Sıcaktan ve duygulardan yumuşamış bedeni birden soğuyup sertleşti. Boston’ un soğuk gecesine doğru ilerledi.

Yelda Özsunar
yelda@kahveciyiz.biz

Yukarı

Meryem Uçar Kayalı

 Lacivert Yazıyorum : Meryem Uçar Kayalı


   70'li yıllar ve çocukluğum

Çocukluğumun hatırladığım ilk zamanlarını gerçekten hatırlıyor muyum yoksa büyüdükçe dinlediğim anlatılanlar silsilesi hayalgücümü mü yanıltıyor bilemiyorum.

Doğduğum şehrin ben doğduğum zamanlarını hatırlamıyorum. Ben henüz yaşımı doldurmamışken babamın tayini çıkmış çünkü. Eskişehir'den Diyarbakır'a gitmişiz. Yaklaşık yedi yıl sonra tekrar döndüğümüzdeki halini hatırlıyorum Eskişehir'in..

Lojman çocuğuydum ben, hani şu "şanslı" olanlardan. Doğmadan önce ebeveynlerimizi seçemiyoruz tabii ki ve bu yüzden kimi çocuk şanslı kimi çocuk şanssız oluyor. Yoo yoo yanlış anlamayın; her anne baba özeldir ve her çocuk anne babası açısından şanslıdır genel olarak. Benim demek istediğim "şans" sadece ebeveynlerimizin bize sağlayabildikleri yetişme şartları ve ortamları.

Benim hafızamda kalan ayrıntılara göre Diyarbakır güzeldi. Aslında Diyarbakır'daki lojman güzeldi desem daha doğru, şehirde hiç oturmadım ki orada. En net hatırladığım şey "uçak sesleri" idi. Ben o seslerle büyüdüm. Lojman hava üssünün içindeydi. Balkonda otururken babalarımızın işlerini yapmalarını izlerdik kare kare canlı yayın gibi. Gittikçe hızlanan ve birden havalanan uçaklarla birlikte hareket ederdi kafalarımız. Henüz ölümün ya da büyüklerimizin şu "şehit" lik dedikleri şeyin ne olduğunu bilecek yaşta değildik.

Kaç kez bunu yaşadım hatırlamıyorum ama birkaç kez lojmanın çok yakınlarının, hatta bazen tam da ortasının duman bulutları içinde kaldığına şahit olduk. Etrafta panikle koşuşturan kadınlar, çalan sirenler, itfaiye, ambulans..vs.. Literatüre ve tarihe "eğitim zaiyatı", bizim belleklerimize ise "şehit" olarak kaydedilen iş kazaları gelirdi kimilerimizin babalarının başına. Sonra o arkadaşlarımız "giderler"di...

Şehit olmak hem güzel hem acı birşeydi; büyüklerimizin konuşmalarından bunu öğrenmiştik.. Bir de her akşam (çoğu zaman gece) babam geldiğinde "bugün de sağ salim geldi" diyerek öpüp öyle yatmayı öğrendik o yıllarda.

Sanırım ben o zamanlar öğrendim yüksek sesle konuşmayı, ya da o zamanlar öğrendim sesimin ayarını yapamamayı.. Sürekli uçak uğultusu ile büyüyünce insan ses ayarı yapamıyor sanırım:)

Babamın gece uçuşu olmadığı zamanlarda, lojmanın içinde yürüyüş yapardık. Bir süs havuzu vardı. Ne severdim o havuzu.. Hele sonbaharda içinde yüzen yaprakları seyretmeye bayılırdım. Bir gün kendimden geçmişim ki, havuzun içinde buluverdim kendimi. O zaman üsteğmen olan bir "amca" kurtarmış beni. Yıllar sonra bir gün ya bir kampta ya da yine tayin olduğumuz (tayin olan babamdı aslında ama biz ailecek sahiplenirdik hep bu "tayin" olayını) bir yerde o "amca" ile denk geldiğimizde, bana sormuşlardı hatırlayıp hatırlamadığımı. "biliyormusun kızım bu "amca" kim".. Tamam olayı hatırlıyordum ama ne yüzünü ne de ismini hatırlamıyordum ki o "amca"nın. Laf aramızda, şimdi babam bile hatırlamıyor:)

Çocukluğumdan hatırladığım ve yakın zamana kadar da devam eden bir isim karmaşası vardı.

Diyarbakır'daki ilk yılımızda babama kamp çıkmış ve beni de aldıkları gibi İstanbul Cevizli kampına gitmişler. Sevimli bir bebekmişim, gerçi bebekler hep öyle değiller midir ki? Gelen geçen beni sever ve adımı sorarmış annemle babama. "Meryem" derlermiş ama herkes gene de beni hep "Meltem" diye severmiş. Bizimkiler orada karar almışlar, bir kızları daha olursa adını Meltem koyacaklarmış. O sıralarda kızkardeşimin bir cenin olarak annemin karnında olduğundan haberleri yokmuş henüz. Sonraları ismim hep şaşırıldı ve bana hep "Meltem" diye hitap edildi. Üstelik annemle babam bu şaşkınlar kervanının başını çekiyorlardı. Hatta artık bana ismimle hitap edildiğinde hiç üzerime alınmaz olmuştum. Öyle ya; benim adım Meryem değil, Meltem di ya!

Kızkardeşimin ve benim yaş aramız az olduğundan ve çok yaramaz çocuklar olduğumuzdan, rahmetli annemi çok bezdirmişiz. Babam "yok bu böyle olmayacak, bakıcı tutalım bari" demiş. İki bakıcı birden tutmuşlar. Ayrım olmayacak ya! Severdim bakıcımı; benim ablam kardeşimin ablasından güzeldi üstelik !!!

Meryem Uçar Kayalı
meryem@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Café d'Istanbul par Mustafa Serdar Korucu


Merhaba,

Bugün sizlerle ilk olarak İtalya'nın dünya müzik piyasasına sunduğu, aşk şarkılarının bence en önemli seslerinden Eros Ramazotti'nin son albümü 9 (Nove)'yi, ardından Audrey Tautou'nun Türk kızını canlandırdığı ve uluslararası göçe değinen "Kirli Tatlı Şeyler"i ve son olarak Mehmet Coral'ın pek çok insanın en büyük tutkusu olan uçmayı odak noktası yapan ve onu tarihle harmanlayan son kitabı "Zamanın Ve Düşüncelerin Sınırlarında Uçarken"i paylaşacağım.

Keyifle dinlemenizi, izlemenizi ve okumanızı dilerim.

9 (NOVE) / EROS RAMAZZOTTİ :

Pek çoğumuz özel hayatımızda yaşadığımız olumsuz olayları, iş yaşantımıza yansıtırız. Bunun pek de profesyonelce bir davranış olmadığını bilsek de ister istemez duygularımız aklımızın önüne geçer. Ancak bazı sektörlerde duygular ön plandandır ve bunların karşıdakilere hissettirilmesi gerekir. Müzik sektörü, bu tür işlerin en önde gelenlerindendir. Bu sektörde olan birisi için en büyük deşarj kaynağı kendi alanında ürettikleridir.

Son albümünün üzerinden iki yıl geçen Eros Ramazotti, karısından ayrılışı ve annesinin ölümü ile yaşadığı duygu birikimini bu albüme dökmüş. Ünlü filozof Nietche'nin dediği gibi "Bizi öldürmeyen şey güçlendirir." Ramazotti de karşılaştığı buhranlardan sıyrılarak karşımıza daha güçlü bir şekilde çıkmış. Ünlü sanatçının dokuzuncu albümü olması nedeniyle "9 / Nove" adını verdiği son albümü, her zamanki Eros Ramazotti formatında ve yine aşk temalı. Sevginin her türünü barındıran bu albümde cafcaflı sözler yerine daha yalın bir anlatım ve akıcı melodiler tercih edilerek dinleyiciye sade ama duygu yüklü bir dünyanın kapıları açılmış. Toplam on üç parçadan oluşan "9 / Nove"de, "Un'emozione per Sempre", "Canzone per lei"," Non ti prometto niente", "C'è una melodia", "Un attimo di pace" insanı en çok etkileyen şarkılar.

KİRLİ TATLI ŞEYLER (DIRTY PRETTY THINGS) :

İnsanlar, tarih boyunca pek çok nedenden ötürü ülkelerinden ayrılmak zorunda kalmış ve başka ülkelere göç etmişlerdir. Özellikle 17. ve 18. yüzyıllarda hızlanan göç olgusu, geçirdiğimiz iki dünya savaşı sonrasında şekillenen dünyamızda artık daha çok ekonomik ve siyasi temelli olarak gelişmektedir. "Kirli Tatlı Şeyler", üçüncü dünya ülkelerinden (AB'ye üye olmaya çalışmasına rağmen Türkiye dahil), gelişmiş ülkelere olan göçü ve göç eden insanları, kültürel - sosyal açıdan mercek altına alan bir film.

Filmin ilk karesi bir otel odasında başlıyor ve buradan hareket ediyor. Filmlerde otel odalarının kullanılması bana her zaman çok hoş gelmiştir. Çünkü beyaz perde, insanların yaşadıklarını göstermekte ne kadar usta ise, otel odaları da bir o kadar yaşanmışlıklarla doludur. Bizim konuk olduğumuz bu otel ise toplumun en alt sınıfı olarak kabul edebileceğimiz göçmenlerin kaldığı ve yaşamla mücadele etmeye çalıştıkları bir yer. Bu izbe oteldeki bir odada kalan Şenay, "annesi gibi olmamak için" Türkiye'den (büyük olasılıkla doğu illerimizden birinden) İngiltere'nin en multikültürel şehri olan Londra'ya göç eden, otelde temizlikçilik yapan, geldiği bu yabancı ülkede yapayalnız bir genç kızdır. Müslümanlığı nedeniyle bakire olduğu film boyunca sık sık gözümüze sokulan, kırılgan görünümlü bu genç kızın oda arkadaşı ve yakınlaştığı tek kişi Nijerya'dan kaçak olarak göç etmiş olan, geçmişinde işlemediği bir suçu barındıran, taksicilik ve komilik yaparak hayatını kazanan Okwe'dir. İkilinin hayatı bir telefon ile başlarına gelecek olan bir olayla karışacak ve yer altı dünyasının gizli güçlerinden birlikte kaçmaya çalışacaklardır.

Filmin benim gözümde en büyük handikabı kişiliklerin ya çok iyi, ya da çok kötü olarak siyah-beyaz çizilmesi ve gerçek hayattaki gri karakterlerin oluşturulmaması. Bu senaryo bizlere Yeşilçam filmleriyle Latin Amerika kökenli pembe dizileri anımsatsa da oyuncu kadrosu çok güçlü olduğu için bunu görmezden gelebiliyorsunuz. "Amelié" filmi ile yüreklerimizi ısıtan Audrey Tautou "Kirli Tatlı Şeyler" ile her türlü filmde oynayabileceğini ispatlarcasına mükemmel bir oyun çıkartıyor. Anadili dışında oynadığı ilk filmde İngilizce'yi Türk aksanıyla konuşması hanesine bir artı daha ekliyor. Audrey Tautou'ya "Amistad"daki rolüyle akıllarımıza kazınan Chiwetel Ejiofor, başarılı bir performansla eşlik ediyor. Filmin öne çıkan bir diğer karakteri ise her olayın arkasında parmağı olan, kötü kalpli Sneaky. Bu kötü adam rolünü ise "Harry, İyiliğinizi İsteyen Bir Dost" ile hatırlayabileceğimiz Katalan kökenli İspanyol asıllı Fransız Sergi Lopez üstleniyor.

"Dangerous Liaisons" (Tehlikeli İlişkiler), 'The Grifters" (Gizli İlişkiler), "Accidental Hero', 'High Fidelity' (Sensiz Olmaz) gibi filmleri Hollywood'a kazandıran Stephen Frears, "Sammy ve Rosie İşi Pişirdi", "Benim Güzel Çamaşırhanem", "Karavan" gibi filmlerle toplumun alt tabakasına ayna tutmaya "Kirli Tatlı Şeyler" ile geri dönmüşe benziyor. Usta yönetmen bu son filminde Londra'nın kültürel mozaiğini daha geniş bir açıdan çekmek için Türk, Nijeryalı, Rus, Çinli, Somalili, Hırvat gibi birbirlerinden farklı kültürleri filminde bir araya getiriyor. Bu film, toplumun alt tabakasını merak edenler ve göçün insani boyutlarını görmek isteyenler için kaçırılmaz.

ZAMANIN VE DÜŞÜNCELERİN SINIRLARINDA UÇARKEN / MEHMET CORAL :

İnsanoğlu, kendisinin özünde olmayan ve ustaca yapamadığı hareketleri yapan hayvanlara imrenerek bakmış ve onların zorlanmadan yaptıkları iç güdüsel hareketleri yapmaya çalışmıştır. Bunların içinde, en zorlanarak ve geç başardığı ise uçmaktır. Belki de bu yüzden uçmak, özgürlüğü simgelemiş ve insanoğlu için bir tutku haline gelmiştir. Bu tutkuyu Mehmet Coral'ın usta kaleminden okumak da büyük bir keyif bizim için.

"Bizans'ta Kayıp Zaman" ile bizleri fetihten önceki Konstantinopolis'e yolculuğa çıkaran, ardından "Konstantiniye' nin Yitik Günceleri" aracılığıyla İstanbul'un fetihten sonraki Osmanlılaşmasını anlatan ve "İzmir 13 Eylül 1922"de Megali İdea gibi bir ütopya sonucu iki halkın yaşadıklarıyla İzmir'deki büyük yangını bizlere kendi eşsiz bir perspektifinden sunan Mehmet Coral'dan uçarak yaptığımız bir yolculuk bu kitap. Coral, pek çok kitabında olduğu gibi yine geniş tarih bilgisi ile karşımıza çıkıyor ve son kitabında tarihle uçmayı eşsiz bir şekilde harmanlıyor.

"Zamanın Ve Düşüncelerin Sınırlarında Uçarken", Türkiye'den başlayan yolculuk boyunca ABD, Fransa, İtalya, İspanya, Hollanda, Mısır, Yunanistan, Çek Cumhuriyeti,Güney Afrika, Meksika ve Peru'yu da kapsayan pek çok mekan sunduğu gibi çok farklı zaman dilimlerini de getiriyor bizlere. Mitolojik kahramanların ve tarihi olayların da süslediği bu yolculukta eğer siz de Mehmet Coral ile birlikte olmak istiyorsanız bu kitap kaçırılmaz.

serdar@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_173.asp

Devamı var

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Dost Meclisi


YANILDIM MI ?

Gözlerini ışıltılı bir bahar sabahı sanırdım,
Sanki seninle açardım gözlerimi dünyaya,
Bir beyaz gülcesine sana uzatırdım yapraklarımı,
Bana bakardın ,beni seyrederdin bahar bakışlarınla usulca, Gözlerin güneşimdi.......... Kaybolduğum zaman karanlıklarda , Çaresizliği yoldaş edindiğim anlarımda, Yollarıma pırıltılı ışıklar serpen, yıldızımdı. Biliyorum, kahrolası bir rüyaydı değil mi, Yine unuttum.....

Gülümsemeni, kırmızı gül tomurcuklarına benzetirdim,
Her sevdiğini söylediğinde ,
Değişirdi gözlerinin rengi, utanırdın, sonra gülümserdin, Seninleyken benimde gülerdi bakışlarım,
konuşurdu dudaklarım, Gönlümde güller açardı anlatamazdım, Susardım hep susardım........ Ve kim bilir
belki şimdi bu yüzden konuşuyor, Şu kahrolası dudaklarım........

Seni kimseye anlatamadığım bir sır sanırdım,
Bir roman kahramanı belki,
Şimdi Beyaz atını, devler mi çaldı senin,
Neden böyle uzaksın kalbime ,neden bu çaresiz kalışın,
Hiçbir şey sormayışın......
Bir perin vardı , kanatlarını kırdın...
Bir gülün vardı yapraklarını kopardın ..
Hani ben senin meleğindim neden böyle yalnız bıraktın....

Anlamak imkansız şimdi büyülü gözlerini,
Acı sözler söyleyip,ruhumu parçalayan dudaklarını,
Şu Allah'ın belası seven kalbi,
Oysa ,oysa bir zamanlar ,seni ben,
Canımın yarısı gibi iyi tanırdım.........
Hayır daha fazla sürmeyecek bu Polyana’cılık,
Daha fazla dayanamayacak ağlayan kalbim gülümsemeye,
Konuştuğum yeter son kere söyleyeceğim:
‘seni ben canım gibi sevdim ve sen benim ruh eşimdin’

VE SEVGİYİ ANCAK GÜÇLÜ KARAKTERLER TAŞIYABİLİR

Hülya Ateş

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 3.753 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 Tadımlık Şiirler


BODRUM,BALIKÇI,AŞKIN

Kadehte kalan son rakı
Gece çökmüş her yere
Kulaklarımıza sinen tek ses
Yaşlı balıkcının söylediği
Hüzünlü aşk şarkısı
O da sevmiş bir zamanlar
Sevmiş ki hem de delicesine
Bağlanmış rum kızı Eleni ye
Ne deniz dinlemiş ne derya balıkcının aşkı
Ama nafile
Dinledim tekrar tekrar gözlerim yaşlı
Balıkcının aşkını
Gece çökmüştü üzerimize
Ellerimizde bir kadeh rakı
Kulaklarımıza sinen tek ses
Dalgalar ve o eski şarkı
Birden sen geldin aklıma
İçimde bir şeyler burkuldu
Haykırdım içimden
Uzun bir aradan sonra ilk kez
Ben seni seviyorum diye
Yine haykıracaktım ki
Bir şeyler düğümlendi boğazımda
Tek bir söz bile çıkmadı
Kadehte kalan son yudum rakıyı
Diktim kafama
Bu da senin şerefine be sevgilim
Her ne kadar söyleyemediysem de
Senin sevgin hala kalbimde

İrem Tara

<#><#><#><#><#><#><#>

GÜNLÜK *
              * Bir delinin ajandasından alınmıştır.

Bir delinin günlüğünde anlatılan kadını
sevdim iki karaktere bürünüp çılgınlaşıp

Parlak entarisini o yana bu yana sallayıp duran
bu mahalle görüntüsünde ki orospu kırıntısı
bir gün gelip erkeği tanıyacak
ve ondan nefret edecekti
belki de beni hiç sevmeyecekti
hep erkeklerle oynayıp
onlarla yarışma ve onları yenme hırsı
daha da sağlamlaştırdı inadımı

o beni hep deli diye çağırırdı
alaysı gözlerinin arkasında ki
parlayan şehveti bilemezdi
farkında olmadığı görüntüsünü gizleyemezdi
onu hep sevdim iki karaktere bürünüp çılgınlaşıp
her neyse zamanı kovaladık ve geldik
acılarımızı ve anılarımızı taşıdık geleceğe

onu kovdular mahalleden
çünkü onu benden başka kimse sevmezdi
belleğime kazıdığım o gözleri
benden başka kimse de sevmedi

Kürşat Ural

Yukarı

 Biraz Gülümseyin


KTÜRK USÜLÜ İHALE

"Kapının Tamiri"
Meclis Genel Kurul Salonu'nun giriş kapısının tamiri gerekiyormuş.
Konuyla ilgili bürokrat, iki ayrı firmadan marangoz davet ederek kapıyı göstermiş, fiyat istemiş.

Birinci marangoz:
- 500 milyon liraya olur bu iş, demiş... 200 milyon malzeme, 200 milyon işçilik, 100 milyon da kâr...

Bürokrat ikinci marangoza dönmüş:
- Siz aynı işi kaça yaparsınız?
- 2,5 milyar lira...

- Nasıl olur bu kadar fiyat farkı?...
- 1 milyar bana, 1 milyar size, demiş ikinci marangoz, 500 milyonu da bu arkadaşa veririz kapıyı yapar..

<#><#><#><#><#><#><#>



Resimde ki alıkları bulabilir misiniz?..

Yukarı

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.turkishpub.com/raki/en_guzel_mezeler.asp
Harika bir meze kaynağı. Oldukça geniş bir liste var. Değişik tad arayanların mutlaka ziyaret etmeleri gerekir. Ayrıca sitede çok daha geniş bir yemek kültürü arşivine ulaşmak mümkün.

http://www.world-calendar.com/
Epeyce bir ülkenin takvim detayları ile donatılmış bir site. Resmi bayramlar, tatiller, hepsi işlenmiş. Türkiye ile ilgili bilgiler doğru olarak girilmiş. Belki işinize yarar, bir bakın isterseniz.

http://story.news.yahoo.com/news?tmpl=story&cid=74&e=8&u=/cmp/13100775
Gerçekleri öğrenmek sizin de hakkınız. Microsoft'un bazı tarihlerde Linux ile çalışmalar yaptığı duyulmuştur. Yahoo'nun web sitesinden belgeleriyle: ...Microsoft changed its DNS settings on Friday so that requests for www.microsoft.com no longer resolve to machines on Microsoft's own network, but instead are handled by the Akamai caching system, which runs Linux...

http://www.elevatormoods.com/
Bir asansör en fazla ne kadar ilgi çekebilirki? İçinde asansör geçen ve hatta bir asansör'ün başrol oynadığı o kadar çok film varki. Bence dikkatli olmakta fayda var. Benden söylemesi...

akin@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Damak tadınıza uygun kahveler


FreeProxy v3.50 [3.6M] W98/2k/XP FREE
http://www.alphalink.com.au/~gregr/freeproxy.zip
Bedava Proxy arayanlara güzel bir alternatif. Hemen her türlü protokolü destekliyor. HTTP, POP, SMTP, FTP, SOCKS5,vs. ICQ ve Messenger ile sorunsuz çalışıyor. İnternet bağlantısını paylaşmak isteyenlere tavsiye edilir.

Yukarı

http://kmarsiv.com/sayilar/20031001.asp
ISSN: 1303-8923
1 Ekim 2003 - ©2002/03-kmarsiv.com
istanbullife.com
Kahve Molası MS Internet Explorer 4.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri