KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?

 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Kütüphane
 Kahverengi Sayfalar
 FİNCAN/SİPARİŞ
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)


PDF Versiyonu





Kahveci Soruyor?



KAHVERENGİ SAYFALAR



KAPI KOMŞULARIMIZ

Üç Nokta Anlam Platformu


Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 358

 3 Ekim 2003 - Fincanın İçindekiler

 Editör'den : Masal diyarı!...


Merhabalar,

"Dağ dağa küsmüş dağın haberi olmamış." Büyüklerimiz meclisi açmış, biri konuşmuş, biri esnemiş. Ne şiş yansın ne kebap demiş biri, diğeri anlayan anlar koçum demiş. İrtica bitmiş, köktendinciler peydah olmuş. Zarf aynı zarfta kılıfın rengi değişmiş. Biri aman ha orda türban var ben gitmem demiş, öbürü dün dündür bugün birlik beraberlik günüdür, şen olasın Anadolu demiş. Gidenler ağız kulaklarında yemiş içmiş eğlenmiş, gitmeyenler evde kalıp TV seyretmiş. "Dağ dağa küsmüş dağın haberi olmamış".

Cafer'in bezi unutulunca seçimin içine edilmiş, yeniden yapsakda mı saklasak, yapmasakda mı aklansak denmiş. Herkes seçime dünden hazırmış ama sandığın çivisi batarmış. Biri üçyüzyetmişle gidip dörtyüzyetmişle dönermiş, birdiğeri altmış sandalyemi kimselere yedirtmem dermiş. Dilin kemiği, atmanın da sonu yokmuş. Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yemez, çivi çiviyi söker, pilavdan dönenin kaşığı kırılsın dermiş. Maç arası az ajitasyon "in", yandım Allah yar bana bir eğlence medet "out" muş. Burası Türkiye, burdan çıkış yokmuş, oynayanlar ben sen o biz siz onlarmışşşş.......

............

Namus bekçisi kesilen medyamıza güle güle bir hal oluyorum vallahi. Pınar kızımız eşeğin kulağına su kaçırıp arkadaşıyla sinemaya gidince demedikleri kalmadı ya, ona gülüyorum işte. Al işte çocuklarda duydu, atsana kızı diziden diye senaristi bir dövmedikleri kaldı. Size ne koçum. Dizi zaten ununu eleyip eleğini duvara asmış. Ne istersiniz elin güzelinden. Kedinin uzanamadığı et misali, bir taze zirveye çıkmaya görsün, yakala açıklarını, at çamuru, elini yüzünü yıkamaya çalışırsa da kes suyu. Bu mu yahu gazetecilik? Bırakın tazeyle oynamayı, siz gidin bulun kendinize kaşarlanmış tost severleri. Baksanıza hazır ve nazır sizden gelecek uyarıyı bekliyorlar. "Yüksel'cim soldan profil verir misin? Seni daha mağdur gösteriyor o tarafın."

...........

Kahve Molası'na interaktif özellik katınca başlarda epeyce tedirgin olmuştum. Bir elim işteyken sol gözüm yorumlarda ajanlık yapıyordum. Sonra baktım ki, millet eline sağlık demekten, arada bir de haklı eleştirilerde bulunmaktan öteye gitmiyor. Yorumlar üçbin küsura ulaşınca kestim ajanlık etmeyi. Ancak bir süredir internetin sanal efeleri yorumlarıyla renk katmaya başladılar Kahve Molasına. Sevgili dostlar binbir emekle sizlere hazırlamaya çalıştığım bu gazetenin olmazsa olmazlarından biride yazarlarımız. İçlerinden kopup gelenlerle, bana güvenip, bir adım öne çıkma cesaretini gösteren arkadaşlarımı birkaç densize yem etmeye hiç niyetim yok. Sanal kimlikleriyle gizlenip, içerik ile ilgili yorum yapacağına, yazarların saçı başı ile ilgilenen arkadaşlara sesleniyorum. Nedir istediğiniz? Amacınız insanları küstürüp bir daha yazı yazmalarını engellemekse bravo size. Burada yazı yazan hiçkimse yazar olduğu iddiasında değil, bunu bilesiniz. "Yazar" sıfatı benim tarafımdan onlara verilmiş birer teşekkür payesi. Hele birde dikkat çekmek için yazı yazıyor demiyor musunuz? Hayret size. Evet ya dikkat çekmek için yazıyorlar. Sen nasıl ki çıkıntı olmak kaygısıyla edep sınırlarını aşan bir biçimde sözde yorumda bulunuyorsan, onlar da yazı yazarak bizlerin dikkatini çekmek istiyorlar. Ben de Türkiye'nin dikkatini çekmek için birbuçuk yıldır hergün Kahve Molası'nı yayınlıyorum. "İşte bu benim" diyebilmek yürek işidir. Yüreğiniz elveriyorsa daha iyisini yazar bizden hakkettiğiniz alkışı alırsınız. Hayır ben okurum ve eleştiririm diyorsanız ona da amenna. Ama amacınız insanları bezdirmekse orada durun lütfen. Yürekli insanlara gölge etmeyin yeter.

Yazar arkadaşlarıma da birkaç sözüm var. Bu yürekliliği gösterip en büyük adımı attınız. Karşılığında alacağınız her türlü eleştiriye karşı durma meziyetine sahip olduğunuzu zaten gösterdiniz. Lütfen konu dışı yorumlara cevap vererek densizlerin ekmeğine yağ sürmeyin. Küsüp vazgeçmek yerine, kalıp daha iyilerini yapmak için gayret gösterin. Sizleri okumaktan zevk alan yüzlerce Kahve Molası dostunun olduğunu aklınızdan sakın ola çıkarmayın. Beğenenlerin olduğu kadar beğenmeyenlerinde olabileceğini, bunun da çok doğal olduğunu unutmayın.

Abone sayımızda ki azalış bazılarınızın dikkatini çekecektir. Bu toplu halde bir istifa olayı değil, benim yaptığım nacizane bir sonbahar temizliğidir. Bize virüslü muamelesi yapan "ttnet.net.tr", en az 3 kere posta kutusu dolu olduğundan geri dönen özellikle "hotmail" "yahoo" ve "mynet" adresli abonelerimizin aboneliklerini askıya almak zorunda kaldım. Yaklaşık 270 civarında adres bu işten nasibini aldı. Bu arkadaşlarımız, yeniden abone olunması durumunda postalama listesine derhal dahil edileceklerdir. Bu arada Enişte'mizden gelen birgüzel haberi sizlerle "Kıraathane Panosu"nda paylaşmak istedim. 11 Ekim Cumartesi akşamı bizleri biraraya getirmek için gerekli düzenlemeler yapılmış. Katılmak isteyen dostların müdüriyetimize müracaat etmeleri bizleri son derece mutlu edecektir, önemle duyurulur. Hepinize az yağışlı, sağlıklı ve sağduyulu bir haftasonu diliyorum. Hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

Yukarı

 KAHVE KREMALARI


40.ANTALYA FİLM FESTİVALİ

Merhaba Sevgili Dostlar,

Bugün sizlere Antalya`dan yazıyorum. Basında da yer aldığı gibi, bu yıl festivalin 40. yılı kutlanıyor. Bildiğiniz üzere Antalya Film Festivali, bir anlamda iç piyasaya dönük olmakla birlikte ulusal sinemanın kalbi olma özelligini de taşır. Antalyalılar da 40 yıldır konuklarını Ekim`in ilk haftası ağırlamaktan büyük mutluluk duyarlar.

Her yıl olduğu gibi bu yılda Antalya`da Ulusal yarışmada Derviş Zaim`in yönettiği, geçtiğimiz günlerde Venedik Film Festivali`inde ödül kazanan `Çamur` (bu arada bugün tüm Türkiye`de gösterime girdi.) ve yine benim çok sevdiğim bir yönetmen Zeki Demirkubuz`un , beklediğim filmi `Bekleme Odası', bunun yanısıra geçen yıl gişe rekoru ile damgasını vurmuş olan `O şimdi asker` ve yine merakla beklediğim Reis Çelik`in `İnat Hikayeleri`, Ömer Kavur`un `Karşılaşma` yine geçen sezon izlediğimiz `Kolay para`, ve Ümit Cin Güven`in 'Metropol Kabusu' filmleri var.

Bu yıl; burada çok tarihi bir olay daha gerçekleşiyor, yani, Türk Sinema Kurultayı yapılıyor. Türk sinemasının önündeki tüm engeller, yaşanan sıkıntılar tartışılıyor. Eteklerimizde olanları ya da olmayanları döküyoruz. Bildiriler hazırlanıyor ve okunuyor, komisyonlar sabahtan akşama kadar çalışıyorlar... Ne dersiniz sevgili dostlar, sizce sinemamız kurtulacak mı?

Bu arada burada Titanik Oteli`inde kalıyoruz, Titanik fikrinden yola çıkılmış ama, bildiğimiz `herşey dahil` otellerden... Ancak geçen yıl burayı sadece temelinin üzerinde duran bazı kalaslardan ibaret görmüş biri olarak, bu yıl içinde yaşıyor olmak beni bayağı heyecanlandırdı. Bu kadar hız şaşırtıcı, oteli yapanları kutluyorum...

Antalya oldukça hoş bir iklim yaşıyor, festival şehrin incisi gibi ve Antalyalılar konuklarına her yerde sevgiyle sarılıyorlar...

Ne diyeyim nice Altın Portakallara...

Sevgiyle kalın,

Zeynep Özbatur

Yukarı

Yankı Yazgan

 İnsan'ca : Yankı Yazgan


   Babalığın sıvı, katı ve gaz hâlleri

Çizgisel Yankı'lar

"Bir baba, bir bebeğin hayatındaki "esas" rolünü ne zaman oynamaya başlar? Yok, işin "esas" başlangıcını kastetmiyorum. O, rolün en kolay kısmı. Yukarıdaki soruya yuvarlak bir cevap olarak verilebilecek "babanın kendini baba gibi hissettiği zaman" denen o zaman, ne zaman?"

Babaların baba olduklarını hissetmeye başladıkları zaman için, ortalama iki yaş deniyor. İnanılmaz derecede uzun gelen bu zaman diliminde, babalar ne yapıyorlar? Biz babalar, ne yapıyoruz? İki yılın içinde tutumlarımızı pekiştirdiğimiz, karakterimizle ve o zamana değin yaşadıklarımızla uyumlu, çocuğumuzun tarzına yakın bir "stil" geliştirirken hangi yollardan geçiyor, ne hâllere giriyoruz?

Basitleştirmeye katlanabilirseniz, topu topu bir kaç çeşit tutumumuz var: Birisi, durup, beklemek. Ne olduğunu anlamaya çalışarak, ne yapacağımızı belirlemek. Durup, bebekten gelen sinyali dinlediğimizde, ritmimizi ona göre ayarlıyor, o'na göre hareket ediyoruz.

O bakıyorsa, biz de ona bakıyoruz. Gıdıkladığımızda gülüyorsa, gıdıklıyoruz. Gıdıklamamızdan ya da kulağına üflememizden rahatsız olduğunu hissettiriyorsa, o hareketimizi kesiyoruz oracıkta. Bu yolla, âdeta, içinde olduğu kaba göre şekil alan bir maddeye dönüşebiliyoruz. Buna "sıvısal" babalık ya da babalığın sıvı hâli denebilir, hâliyle.

Bebeğin tavrı donuk ve durgunsa, biz de öyle oluyoruz, ilk tepki öyle. Sıvısalsak eğer, hemen üstüne gitmek yerine, onun küçük bir sinyalini kollayıp, o anda atlayabiliyoruz. Bu küçük zaman aralıklarını iyi kullanabildiğimiz ölçüde, bebeğin zaman içinde değişiveren ruh hâline uygun adımlar atmayı pek iyi beceriveririz.

Sıvısal olmayan bir baba böyle bir durumla karşılaştığında, ne yapabilir? Babalığın "katı" hâlini yaşıyorsa eğer, bebeğin gülümsemesini bekler ve bebekten beklediği belli adımlar atılmamış olursa, kılını kımıldatmayabilir. Bebecik de köşesinde duran, ne yapacağını bilemez cinstense, "katı" halli baba ile karşılıklı köşelerde öylece dururlar.

Uçucu ve kaçıcı tipte bir babaysa eğer, sinyal-minyal beklemeden bodoslama dalıverir bebeğin dünyasına, kendi canlı ve neşeliyse eğer o gün, bebeğin de otomatik olarak öyle olacağı beklentisiyle âdetâ. Bu tip babalığa da, babalığın "gaz" hâli diyelim. Sıvısal babalığın saydıklarım arasında en makbulü olduğu kanısındayım. Bebekle o meşhur dansı en iyi yapabilenler, bebeğin ihtiyaçlarını yakından gözleyen ve bazı ihtiyaçları doğmadan hissedip proaktif davranan babalar.

Ama hepimizin ayrı, kendine özgü kişilik yapıları var. Bu yapılara denk düşmeyen davranışlara kendimizi ne kadar zorlayabiliriz? Sıvı ya da gaz ya da katı hâlde oluşumuz, babalık öncesindeki/yanındaki stillerimizle yakından ilişkili. Bize babalık ve annelik edenlerin stilleri, onların bize hediyesi genlerimiz, çocuklarımızın anneleri, hepsi bu sıvı/gaz/katı hâllerimizin editörleri...

Kocalığımızın hâlleri ile babalığımızın hâlleri arasında çarpıcı benzerlikler bulursak, şaşırmayalım. Kocalığı gaz hâlinde olup da, babalığı sıvı hâlde olan varsa eğer aramızda, bir dakika, burada bir çelişki var ve neden, diye çıkıverir birisi aradan. Katı hâlden pek bahis yok, dikkat ettiyseniz.

(“Devlet Baba,Tabiat Ana” adlı deneme kitabımdan nakil)

Yankı Yazgan
yanki@kahveciyiz.biz

Yukarı

Cumhur Aydın

 Ankara'dan : Cumhur Aydın


   Başkentte boğazınıza düğümlenenler..

1980'lerin başında ilk kez İzmir'den Ankara'ya geldiğimde bu Anadolu Kentini garipsemiş, hemen geri dönme planları yapmıştım. Sarı yaprakların birer ikişer yerlere döküldüğü bir Eylül günüydü..

Güneş yarım yamalak yüzünü gösteriyor, gündüz neyse de sabah ve akşam üşünüyordu burada.. Sakarya'da Yeni Asır satan tek gazetecide öğle civarı İzmir haberlerini bekleyip, ne de çok mahsunlaştım.

Geçen Pazar yine bir Sonbahar akşamı, üniversitenin güzelim stadyumu, Mehveş Emeç-Yavuz Bingöl birlikteliğine hazırlanırken, gençler güneşin son demleriyle ele ele dolaşırlarken, bir topun peşinden koştururlarken, yirmi yıl öncesine gittim kuşkusuz..

Zaman akmıştır, geriye dönüş yoktur.. Ancak yine de içinizden geçer.. Şimdi şu esintide sarı yapraklar altında, hışırtılar içinde yürümek, yürümek vardı diye düşünürsünüz.. Konseri birlikte dinlemek vardı.. Yurda yürümek.. Ya da şehire yollanmak.. Körüklüler, otobüs özel yolundan Emek'e, Dikimevi'ne ulaşırken, bu kenti buğulu camlardan azcık gözlemlemek vardı diye iç geçirirsiniz..

Yıllar yılları kovaladı elbet. Sizde değiştiğiniz, yaşadığınız mekanlarda.. Biz bu kente alıştık, hatta çok sevdik.. Hep derler ya, bir öğrenci ve bürokrat kenti olarak biraz sessiz, biraz ölçülü, seviyeli ola geldi.. Burada sevindik, burada acılandık.. Burada heyecanlandık, burada düşler, planlar kurduk.. Ev'lendik, çocuklandık..

Ancak itiraf edelim ki; yolsuzluklar, bazı yönetici tayfasının kural tanımazlıkları, hem bizlerden, hem ülkeden, hem de Ankaramızdan çok şeyler alıp götürdü. Efsanevi Başkan Dolakay'dan, yeni Başkanlara uzanan süreç; kentin, ülkenin nasıl 'çehre' değiştirdiğinin de bir göstergesiydi aslında.

Karşıdan karşıya geçmek için ışıkları bekleyen gravatlılardan, Türkiye'nin en fazla orman kanunun geçerli olduğu trafik ortamına geçiş bu süreçte oldu. Güzelim Bahçelievler'in yokuluşu, Çayyolunun çoğunluk yeni yetme zenginlerle dolduruluşu, dört bir köşenin gecekondularla çevrelenmesi de bu sırada oldu. Ayaküstü bira içilen piknikler kapandı, soluklandığımız alanlar daraldı. Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Ahmet Taner Kışlalı, Doğan Öz ve daha niceleri bu kentin sokaklarında öldürüldüler..

Ankara daha az sevilesi, daha az yaşanılası bir yer oldu.. Ancak biz yine de bu kentte, bir ulusun Kurtuluş Savaşının yönetildiğini, devrimlerin kotarıldığını da unutmadık. Şu anki Meclis, bir süredir yaşanılanlar nedeniyle belki de haketmediği kadar soğuk geliyorsa da insana; çevrelerindeki tüm alaturkalıklara karşın, Ulus'ta birinci ve ikinci Meclislerin önünden yürüyebilmek bir o kadar heyecan verici hala. Artık Anıtkabir Ankara'nın dört bir köşesinden görülemiyor ancak beklenmedik bir anda, bir sokak köşesini dönerken Atatürk'ün gözlerinin Yücetepe'den size baktığını hissedebiliyorsunuz yine de..

Bizim ufaklıkla, keyifli bir sekiz saatlik meydan muharabesi şeklinde geçen bayanlar voleybol yarı final maçlarını izleyip, yorgun ama mutlu eve dönerken ne kadar da az once fısıldadığım gibi çelişik duygular içindeydim..

Ben, ülkenin tüm sıkıntılarına karşın O'nun son birkaç yıldır tanık olduğu başarıları gözlemlemek için kırk yıl baklemiştim. Bunları göremeyip göçüp gidenler de vardı..

2000'de Galatasaray'ın Avrupa Şampiyonu oluşunu, Efes Pilsen'in kulupler basketbol'da en iyi dört takım arasına kalışını yaşadık. 2001'de yine Ankara'da da yürekten desteklediğimiz Erkek Basketbol Ulusal Takımımız Avrupa ikinciliğine uzandı. Ertesi yıl bu kez, futbolda Ulusal Takım Dünya Kupası üçüncülüğünü kazandı. Nihayet bu yıl, Süreyya Ayhan'la Bayan Voleybol Ulusal Takımımız Avrupa ikincisi oldu..

Kuşkusuz bunlar spor'da ilk usa geliverenler.. Sanatla edebiyatla az haşır neşirliğimiz süredursun, kaç yıldır İstanbul'un, Ankara'nın sokakları düzeyli film, müzik festivalleri, kitap fuarlarıyla renkleniyor.. İzmir ve diğer bazı Anadolu kentleri de bu hareketlenmeden nasiplerini alıyorlar. Siyah beyaz televizyonların başında, çekirdek eşliğinde Eurovizyon sonuçlarına kahırlandığımız günlerden, birinciliğimizi alkışladığımız günlere uzandık..

Ancak.. Karışık duygular içindeydim dediydim ya.. Spor salonundan Kızılay'a geldiğimizde karşılaştığımız manzara kızlarımızla yükselen sevincimizi boğazımızda düğümleyiverdi işte. Yeni kredi dilimleriyle asker gönderme değerlendirmelerinin birlikte yürütüldüğü ülke de bizim ülkemizdi. İşte o ülkenin başkentinde birçoğu plansız, bilim ve teknik dışı, gereksiz inşa edilen kavşakların hemen tüm maliyeti devletin sırtına yüklenmiş, son on yılda 2 milyar doları aşan hazine desteği bu abur cubura yatırılmıştı. Yetkililer gırtlağına kadar borca batmış ülkenin bu 'hovardalıklarını' havai fişek ve ağdalı konserlerle kutluyorlardı..

Yüreğiniz burulmaz mı? Tıpkı şampiyon kızlarımızı kucaklayıp öpemeyen bazı yöneticilerin yüzlerine bakarken burulduğu gibi.. Tıpkı birkaç ay önce Dünya'nın gözünü çevirdiği Felsefe Kongresi ile gelin için alınan özel izinle gerçekleşen beşbin davetlili 'düğünün' yan yana yapılmasına şaşırıp kaldığınız gibi..

Biz Ankaralılar, artık Cumhurbaşkanlığı Konutunun kenarından göğsümüz kabararak geçiyoruz. Dün geçtiğimiz gibi. Hukukçu, Cumhuriyetçi kimliğiyle bir Cumhurbaşkanı ne kadar yakışırsa Atatürk'ün ülkesine, başkentine, başarılı sporcularına o kadar yakışıyor Sayın Sezer..

Ancak biliyoruz ki, birkaç gün içinde bir başka göz bebeğimiz Meclisimiz açılacak ve bazı kuşkular beyninize yeniden olanca yoğunlukları ile akmayı sürdürecek. Demokrasi tanımından başlayarak, üniversitelerin özerkliği ve bilim üretimi'ni; yerel yönetimler, kamu reformu adı altında merkezi, bütünü küçük parçalara ayırıp, birikimsiz, kimi özel hedefli yerele teslim etme yönünde planları; hukuğu siyasallaştırma çabalarını yeniden yeniden tartışacağız..

Bu çelişkiler içinde.. Sevincinizde, kıvancınızda kursağınızda kalacak!

Cumhur
cumhur@kahveciyiz.biz

Yukarı

Ahmet Şeşen

 Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


   Milli Piyango İdaresi Sunar : Bir Hikayemiz Var

Eski radyo programlarından birisi idi başlıkta sözü edilen bu slogan. Ve ben hiç kaçırmazdım bu programı ve içinde anlatılan öyküleri dinlemekten de çok keyif alırdım. Genellikle skeç biçiminde anlatılırdı hikaye, yeri geldiğinde birkaç efekt serpiştirilirdi, anlatan ve seslendirenler ayrı ayrı belirtilirdi. Eminim yaşıtlarım rahatlıkla hatırlayacaklardır bu radyo günlerini, ne de olsa tıpkı beniim gibi onlar da TV çocukları olarak büyümediler.

Üniversite yıllarımın çoğu zamanı Cağaloğlu sokaklarında geçmişti. Eskilerin ünlü yayınevlerinden Varlık ile o zamanlar tanışmış ve bir dolu kitabını da satın alabilmiştim. Kitapları bir A4 kağıdının yarısı büyüklüğünde olurdu genellikle ( ya da benim elimdekiler böyle ). İtalyan cep fotoromanları büyüklüğündeydi bu kitaplar ve kızlar benim onlardan okuduğumu sanıp yanlışlıkla takas teklifinde bile bulunurlardı. Varlık yayınlarının kitapları sayesinde bir çok ünlü yazar ile tanışmış ve onları okuyabilme şansı elde edebilmiştim.

Bu kitapların arasında karşıma O'Henry takma adıyla yazan Amerikalı bir yazar çıkmasın mı ? Hele öykülerini okudukça; "Aaa ! Ben bunu biliyorum !" gibi sesler çıkarmaya başlamaz mıyım ? "Yahu, bu bizim Milli Piyango İdaresi öyküleri değil mi ?" demem hiç zor olmadı elbette. Genelikle sürprizlerle dolu bir anlatım şekli var idi O'Henry amcamın. Severdim kısaca...

"Koca'cığım .. Şu TV'yi açar mısın ? Az sonra sayısal loto çekilişi var."
- Başlatma şimdi loto'na da toto'na da ..! Ben sayısal bir konuyu izliyorum...
"Her hafta aynı konu zaten. Kaç kaç maçın bari ? Ne zaman bitecek ?"
- Konuşturma beni ya bitecek birazdan ! Hem teletext yayınından alırız sonuçları. Zaten her hafta oynuyorsun ama nedense bize bir türlü yol, su ve elektrik olarak dönemedi şu sayılar bize ..!
"Tepemi attırma..! Senin izlediğin maçların sayısal sonuçlarının bize bir olumlu sonucu var mı ?"
- Skor bizim takımdan yana ise var elbette olumlu katkısı.. Keyifleniyorum işte ! Sen ise her hafta mutsuz, 3'de kaldım, 4'te kaldım, oysa bizim takım 3 veya 4 atarsa değmeyin keyfime .. Daha 5 tutturduğunu göremedik Hanım'cığım..
"Sen o müthiş futbol kültürünle Spor-Toto'dan para kazandıramadın ama aile bütçesine. Biz sana bir şey demedik yıllarca, dövündün durdun 12'de kaldım 11'de kaldım diye.. Neydi o bir aralar da Kazı-Kazan muhabbetin var idi. Kazıya kazıya başında saç bırakmadın sonunda.."
- Her ayın 9'unda 19'unda ve de 29'unda da biletleriniz eksik olmuyordu ama bu kel adam sayesinde canım. Servet ödedim be 25 senedir senin için, nankör kadın ..! Her ay 3 bilet, amortiden başka ne gösterdin karşılığında ?
"Ne var ? Barım yok, pavyonum yok, tek eğlencem bunlar işte..!"
- Elimden sayısal bir kaza çıkacak şimdi, yok bir de zamparalık yapaydın da kıraydım 3-5 yerinden kolunu, bacağını.. Barı, pavyonu yokmuş.. Lafa bak ..! Hah işte, senin vıdı-vıdına da yedik golü..! Hay allahım ya ! Bi sus be kadın...
"Ne var ya ? Ben attım sanki o golü size ? Hem zaten 3-0 dan 3-1 olmuş, maç da bitti sayılır, yendiniz işte, iyi bari mutlu bir surat seyredeceğiz bu hafta, oley ..!"
- Pek değil canım, Skor-Toto'da 3-0 yeneriz işaretlemiştim, gitti paracıklar..
"Fanatiksin oğlum sen, ne var 3-1 yazsan, kendi takımın diye 3-0 yazıyorsun, allah bilir düşmanı olduğun takıma da 1-0 yenilsinler diye işaretlemişsindir. Duygularına göre oynuyorsun haliyle kazanamazsın işte..!"
- Sorma.. Hem de 3-0 yenmiş adiler..! Hem Spor-Toto yattı hem de Spor-Loto bu durumda..
"Hadi, çevir kanalı da öğrenelim sayısal sonuçlarını."
- ..... Eee ? Kaçta kaldık bu hafta canım ? 2 mi desem 3 mü ?
"İnanmıyorum ya ..! Bir rakamla kaçırmışız 5+1'i.. Bu durumda... 5+1 yerine 5-1 oluyoruz.."
- Hadi be ! Böyle hesap mı olur ? 4'de kaldım denir.. Yine de güzel espri idi.. Ne veriyorlarmış bu muhteşem 4 karşılığında ?
"1 milyar bile etmiyormuş, neyse buna da şükür, senin dırdırından kurtuldum ya ..! Artık aile bütçesine katkıda bulunan biri var karşında, yap bir kahve de getir bakalım önüme.."

Ertesi sabah, gazetelerden milli piyango sonuçlarına da bakılır, şans bu ya 1 milyar civarında da oradan kazanılmıştır. Aile bir nebze olsun sevindirik olur ve tutarlar Milli Piyango'nun yolunu :

Sn. Sevindirik Ailesi, gazete okumaz mısınız, haber dinlemez misiniz siz kuzum ? Sayısal Loto'da olsun, Milli Piyango biletinizde olsun kazanmışsınız bu doğru, itiraz da etmiyoruz.. Ama size kazandıklarınızı para olarak ve-re-mi-yo-ruzzzz. Anlamıyor veya anlamak istemiyorsunuz. Bir sürü seçenek sunuyorum size para yerine hiç birini kabul etmiyorsunuz. Çamaşır makinası, bulaşık makinası, televizyon, buzdolabı gibi beyaz eşyalar diyorum, burun kıvırıyorsunuz. Araba lastiği, hisse senedi, ev, araba, kasko, hayat, sağlık sigortalarınızı yapalım diyorum ona da dudak büküyorsunuz. Oysa ne kadar basit, bakın bir daha anlatayım... Milli Piyango'nun ve de dolayısıyla tüm şans oyunlarının yeni sahipleri artık Sa-Koç oldu..! Para yerine bu ürünler var, yerseniz..! Sahi, size Migros veya CarrefourSa hediye çeki de sunabileceğimizi söylemeyi unutmuşum.. Veya Kredi Kartı da verebiliriz, hatta üzerine kazandığınız ikramiyeleri bonus olaraktan yükleyebiliriz... Hani yani, karar veremediniz ise ne alayım diye demiştim... Para yok kısaca... Bilmem anlatabildim mi Sn. Sevindirik Ailesi ? Ne o, pek sevindirik olamadınız sanki ? Ne fark eder ki, zaten kazandığınız paraları da dolaylı yoldan bize harcamıyor musunuz ?

2002 senesinde 433 trilyon lira hasılat elde edilmiş ve bunun 206 trilyon lirası da Sayısal Loto'dan geliyormuş ( Gazeteler'den ). Koç gibi dalarımSA desenize şuna..!

asesen@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Firari: Faik Karaege


Yapmak, yapabilmek, zevk almak !

Hayatınızda hiç "Keşke şunu da yapsaydım" dediğiniz olmadı mı? Benim çok olmuştur. Ya maddi ya da manevi imkansızlıklardan yapamamış, yaptıklarımdan ise büyük zevk almışımdır. Yaptıklarımdan sizlere tavsiye edeceklerim ve de yapamayıp sıraya koyduklarımı kısaca özetleyerek sizlerle paylaşmak istedim. Sonrada, sizlerin yapılmasını tavsiye edeceklerinizi yorumlarınızdan öğrenmek istiyorum. Yapılabilecek türden, maddiyata dayalı olmayan tavsiyeler tercihimdir (Maldiv adalarına git gibi olmasın yani). Şimdiden teşekkürler.

Bir yemeği tatmadan, tadı hakkında bir yorum yapamayacak isek, bazı şeyleri de yapmadan nasıl bir zevk verebileceğini bilemeyiz. Yapmadınız ise muhakkak bir gün denemenizi tavsiye edeceklerimin listesidir : (sıralama önem sırasına göre değil, aklıma geliş sırasına göredir.)

  • Uçurtma uçurtmadıysanız mutlaka bir gün deneyin. (Havanın hafif rüzgarlı olmasında ve de yanınıza bir yardımcı almanızda fayda vardır. Uçurtmayı birisinin karşıdan tutması gerekir. Şart değil ama daha kolay olur.)
  • Balık tutmadıysanız mutlaka bir gün balığa çıkın. ( Sandalla ve de bu işi bilen birileriyle çıkmakta fayda vardır. Hatta sahici bir balıkçı teknesiyle açıklarda denerseniz daha da güzel. Sahilden de zevk almanız olası tabii.)
  • Kayak yapmadınız ise mutlaka yapınız. (Yapamam diye bir şey olamaz, küçücük veletler yaparda biz yapamaz mıyız? Laf aramızda onlar daha iyi yapıyorlar. Aslında hayatım boyunca kaymaya ya 3 ya da 5 defa gittim. Ama kaymaya çabalarken zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz. Kayın yani.)
  • Dağlarda bayırlarda dolaşmadınız ise dolaşın. (Yani tracking yapmadınız ise iyi bir rehberle daha zevkli olmakta. Rehberle kaybolmak ise daha da zevkli. Sırt çantası taşımak sorun olabiliyor. Akşama döndüğünüzdeki yorgunluk her şeye bedel.)
  • Bisiklete binmediniz ise binin. (Sahilde bisiklet yolu olursa daha iyi, veya bir orman içinde büyük zevk.)
  • Sabaha kadar kumar oynamadınız ise sevmeseniz de bir kerecik oynayın. (Kazanıp kaybetmek önemli olmasın. Çok büyük paralar dönmesin, ciddi bir oyun da olmasın. Öteki türlüsü zevk olmaktan ziyade stres olabilir. Her ne kadar bazıları onunda zevk olduğunu söylese de.)
  • Evlenmediniz ise mutlaka en az bir kere evlenin. (Birisiyle bir şeyleri/her şeyleri paylaşmanın ne kadar güzel/kötü olduğunu başka türlü öğrenmeniz mümkün değil. Hem sonra "Bekara karı boşaması kolay" diye aşağılanmaktan da kurtulursunuz.)
  • Aşık olmadınız ise mutlaka bir defa olun. (Elinizde olmasa da bir defa deneyin. Alışkanlık haline getirip çok sık olmamaya çalışın. Ve de aşık olacağınız o şanslı kişinin ömür boyu eşiniz olmasına dikkat edin. Aşık olduğunuz kişi de size aşık olursa daha iyi olur.)
  • Çocuk yapmadınız ise mutlaka en az bir tane yapın. (Birden fazlası daha da eğlenceli. Her yaşları ayrı bir güzellik. Büyüttükçe, "Yahu bunların ikisi de aynı evde büyüdü ama niye bu kadar farklılar" diye de hayret etmeniz büyük zevk. İkiden fazlası nasıl oluyor bilemeyeceğim.)
  • Kapodokya'ya gidip çanak çömlek yapma masasına oturmadınız ise olmadı işte. (Hatta o ilk eserinizi saklamanızı tavsiye ederim, hatıra diye. Ben saklamadım da.)
  • Herhangi bir güzel sanatla uğraşmadınız ise kesinlikle bir gün bir şeyler yapmayı deneyin. (Boncuk dizin, resim-heykel yapın, gitar çalın (ben çalamıyorum ama iyi dinlerim)................ )
  • Herhangi bir hayvan beslemediniz, onun sevgisini göremediniz ise hayatınız boşa geçmiş demektir. (Sevginin ne olduğunu en iyi anlamanın yolu. Kedi, köpek, balık, kuş hiç fark etmez hemen bir tane edinin)
  • Boş vakitlerinizde bilmece çözün. (Takıldığınız yerleri İzmir'deki Şemsi abiye sorun. Adresini Enişte'den alabilirsiniz.)
  • Halı sahada futbol oynayın. (Bir saatin hiç bir şey düşünmeden nasıl geçtiğine hayret edin. Normal yaşantıda uysal, sakin olarak tanıdığınız insanların bir saat içinde nasıl canavara dönüştüğüne de şahit olmak mümkün. Bunun için oynamak gerekmez, seyretmekte yeterli.)
  • Yağmurda yürüyün. Hafif hafif ıslanmanın zevki bir başkadır. (Gideceğiniz yer ev olsun. Güzel bir duş, sıcak bir yuva.)
  • Çocuğunuz ile kardan adam yapın. (Havuçtan burnu, kömürden gözleri ve de elinde süpürgesi olsun.)
  • Açık havada yıldızların altında uyumadınız ise uyuyun. (Bir yaz tatiline çadırla çıkmış ve çadırın sahibi arkadaş yarı yoldan dönmüştü (25 sene kadar önce). Bize bu zevki tatma fırsatı verdiği için teşekkürler ona. )
Zevk almak, bulunduğunuz ortam ve yanınızdaki insanlarla bire bir ilgilidir. Onun için, bunları yaparken yanınızda da sevdiğiniz biri veya birilerinin bulunmasına dikkat ederseniz aldığınız zevkin yanınızdakilerin sayısı kadar katlanacağı kesindir.

Yapamadıklarımın ve bir gün yapmayı düşündüklerimin listesi.
  • Mavi yolculuğa çıkmak. (Bu yaşa geldik, hala ha bu yaz ha öteki yaz deyip fırsat bulamıyoruz.)
  • Bisiklete binip, sırt çantasını alıp köy köy, kasaba kasaba dolaşarak uzun bir tatile çıkmak. (peki peki, bisiklet olmayıp motosiklet de olabilir.)
  • Paraşütle atlamak. (Yüksekten korkarım ama arkadan bir iten olur herhalde.)
  • Dalgıçlık eğitimi almak. (Deniz altını, kıyıdan gözlük ve şinorkel ile incelediğim kadarı ile muhteşem. Bir de eğitim alsam kimse tutamaz beni.)
  • Kaptanlık ehliyeti almak. (Denizi daha çok sevdiğim belli oluyor.)
  • 1500 parçalı boz-yap'ı bir günde bitirmeye çalışmak. (Bütün gün yapmaya uğraştığınızı düşünebiliyor musunuz.)
  • Emekli olup küçük bir deniz kasabasında bahçe içinde bir evde huzur içinde yaşamı noktalamak. (Bu da artık yavaş yavaş yaşlandığımızın açık bir kanıtı olsa gerek.)
  • Maldiv adalarında 15 günlük bir tatil yapmak. (Yazmadan yapamadım işte.)
Şöyle bir bakınca yapabildiklerim yapamadıklarımın yanında bayağı az kaldı. Yapamadıklarıma sizin önerdiklerinizi ekleyinceye kadar ne mutlu bana desenize.

Sizin listenizde durum nasıl acaba?

F.Karaege
faik@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_175.asp

Devamı var

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Dost Meclisi


Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 3.473 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 Tadımlık Şiirler


...

Bak camdaki yağmur damlasında
Boğulup gittin yine!
Bilirim içinde vakitsiz bir sonbahar
Ah! O uçurumların en derini
Düştün sen yine kendine

Mehmet Emin Arı

<#><#><#><#><#><#><#>

SADECE ÇIPLAK GİRİN KOYNUMA

Bu gece insanların ruhlarına girmeliyim kadınım
sevdamın kara hançerini saplamalıyım kalplerine
dudaklarına saçmalıyım
dökülen kara lekeli kanlı saçlarının
üzerinde tepinmeliyim sabaha kadar

hadi kaçalım kaçamak serseriliklerden uzağa
gözlerin ve saçların olmadığı
bir sen bir ben
birde onlar
onlar ki
kaçamak doğurgan aşklarını birbirine satanlar
gözlerini oyan ve saçlarını kestirenler
zerdüştün kusmuğunda boğulan müritleri
yani sen
yani ben
yani onlar
vücutlarını böğürtlenlerle boyayanlar
ıslak ve saçık
kaçık beyinleriyle dans edenler
üzerime yürümeyin sakın
ellerimle dokuduğum kefenleri istemeyin benden
ağır ağır sözlerimi asmayın
boyunlarınıza kulaklarınıza
hazırlamayın kendinizi bu ıslak geceye
sadece çıplak girin koynuma
yalnızca sen yine de sen kadınım
kolay değil ama ne yapayım

Kürşat Ural

Yukarı

 Biraz Gülümseyin


CAMCI

Kadının evinde cam kırılmıştı. Camcıyı aradı ve sipariş verdi. Yarım saat sonra zil çaldı. Kadın megafondan seslendi:
- Kim o?
- Camcı bea..
Kadın kapıyı açtı ve camın takılacağı yeri gösterdi. Beş dakika sonra yine zil çaldı.
- Kim o?
- Camcı bea..
- Yanlışlık var. Az önce bir camcı gelmişti.
- Düştük bea..

<#><#><#><#><#><#><#>



Kurbağa mı? Yoksa At mı? (Optik illüzyon)

Yukarı

 Kıraathane Panosu


KAHVE MOLASI : Yemek Daveti

Kışa girmeden yapalım dedik bir yemek,
Yemek bahane elbet, maksat muhabbet,
* * *
Yemek dediğin değil mi bir nebze atıştırmak,
Önemli olan yazar-okur dostluğumuzu katıştırmak,
* * *
Yatışır birkaç lokma ile açlığımız nasıl olsa,
THEO Restaurant'da kadehler neşeyle dolsa,
* * *
O neşeyle sirtaki bile beklemez gönlümüz,
Felekten bir gece daha çalacaksa ömrümüz,
* * *
Belki de milli maç sonrası Bağdat Caddesi'ne çıkarız,
Kırmızı-Beyaz, Kırmızı-Beyaz diye ortalığı yıkarız,
* * *
11.Ekim.2003 - Cumartesi gecesi sıvayalım kollarımızı,
Bekliyoruz yazar-okur tüm Kahve Molası dostlarımızı...

Yemek bedeli 35 milyon olup, katılmak isteyenlerin Editör'e mail atmaları önemle rica olunur.

Son Bildirim Tarihi : 8.Ekim.2003

Yukarı

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.ritsumei.ac.jp/~akitaoka/saishin-e.html
Hani bazı resimler vardır. Düz çizgiler olduğu halde sadece renk farklılıklarından dolayı eğri veya kesik kesik gördüğümüz yada sabit olduğu halde hareketliymiş gibi algıladığımız resimler. Bu görsel illüzyonlar'ın toplu olarak arşivlendiği bir web sayfasının adresini veriyorum sizlere.

http://www.pro-j.com/gulmece/fikraust.htm
...Anne ile kızı bir tuhafiyeye giderler. Birkaç ürün aldıktan sonra hesabı ödemek için kasaya giderler. Kasadaki adam kızdan çok hoşlanır ve "Borcumuz ne kadar" diyen kıza "İki öpücük" der. Kız da "Anne bir zahmet borcumuzu ödeyiver"...

http://www.arseiam.com/fx/55.htm
Siz hiç deve'ye bindinizmi? Ben bir defa binmiştim ve bir daha binmemek gerektiğini düşünüyorum. Her an üzerinden düşecekmiş gibi sallanarak seyahat etmek pek bana göre değil. Bu kısa yolda bir deve simülasyonuyla karşılaşacaksınız. Mouse yardımıyla aktif duruma getiriyorsunuz.

http://www.barcodeart.com/art/clock/clock.html
Web sayfanızda veya özel çalışmalarınızda kullanabileceğiniz barkod görünümlü saat çalışması. Bilgisayar'ınıza indirebilmeniz için de kısayol verilmiş.

akin@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Damak tadınıza uygun kahveler


LaunchIt v2.2 [56k] W98/2K/XP FREE
http://www.skinnables.org/~Namheul/index.php?page=apps&app=LaunchIt
Sık kullandığınız programları gruplandırıp bir popup menü haline getirebiliyorsunuz. Örneğin internetle ilgili programları bir grup altında toplayıp İnternet ikonu ile ilişkilendiriyorsunuz. Daha sonra o ikonun üzerine geldiğinizde popup açılıyor ve isteğiniz programa hızla erişiyorsunuz. Oldukça iyi düşünülmüş hayatı kolaylaştıran programcıklardan biri. Her seviyede kullanıcıya hitap ediyor.

Yukarı

http://kmarsiv.com/sayilar/20031003.asp
ISSN: 1303-8923
3 Ekim 2003 - ©2002/03-kmarsiv.com
istanbullife.com
Kahve Molası MS Internet Explorer 4.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri