|
|
|
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 359 |
6 Ekim 2003 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Ben Evleniyorum(!?) |
İyi haftalar,
Kışa girmeye az kala harika bir haftasonu geçirdik. Pırıl pırıl ve sıcacık. İstanbullu öğrenciler bir gün uzayan tatilin tadını pek güzel çıkartacaklar. Onlar adına seviniyorum da, ben bu işin nedenini senelerdir anlayamamışımdır. Ne diye güzelim memleketimin her yeri kurtuluş gününü kutlarken bir tek İstanbuL'da o gün okullar tatil olur? Bir bilen açıklarsa mutlu olacağım inanın.
.....
Beklenen kararda tahmin edildiği üzere çıktı, hepbirlikte rahatladık!.. Biz hatayı bir kere yaparız, yaptıkmı da aslanlar gibi arkasında dururuz diyen YSK'nın değerli üyeleri bire karşı altı oyla tüm başvuruları reddederek sahtekarlığa şapka çıkardı. Biz de şeriatın kestiği parmak acımaz deyip karşılıklıklı oh'laştık. Şu 3 Kasım seçimleri tarihe hangi özelliği ile yazılacak bilemiyorum. Maşallah derya gibi, ne ararsan var. Tarih kitapları birkaç sayfa ayırsalar bile yetmeyeceğe benziyor. Daha birinci yıldayız önümüzde üç dört yılı daha var oynanacak. Ölmez sağ kalırsak ileride anar anar güleriz fena mı?
.....
Haftasonunu 2 yeni programı seyrederek değerlendirdim(!?!) Birincisi, Show TV'nin elinden kaçırdığı bebegeye rakip hazırladığı gudubet çöpçatan yarışması 'Ben evleniyorum' (Evlenemez olasın emi), diğeri de Kanal D'nin nisbeten daha ciddi 'Popstar' yarışması. Kurallarını bir türlü öğrenemediğim ilk yarışmada 3 garip kız sabah akşam 9 tane herifi dikizleyip içlerinden birini gözlerine kestiriyor. Amma velakin erkekler kızları ömrübillah görmüyor. Son hafta sanırım arda kalanlar halvet olacak ve işi bitirecekler. Akabinde kallavi ödüllü bir evlilik onları bekliyor. Yani kızların ikisi ile heriflerin sekizi elenecek. Sona kalanlar evlenecek. Erkekleri seyirciler eliyor, kızlar nasıl elenecek bilmiyorum. Maksat belli de, buna alet olanların niyetleri ne ola onu anlayamadım. Evlilik gibi ciddi bir müesseseyi çocuk oyuncağına çevirip 2 genç insanı hediye almak umuduyla evlendireceksin ve kuvvetle muhtemeldir ki bir iki yıl içinde boşanacak bir çekirdek aile yaratacaksın. İnanın bayılıyorum ben bu TV'lerin yaratıcılığına. Bayılıyorum da ayıldığımda da bir hoş oluyorum. Millete pompalanan şöhret olma, kolay yoldan para kazanma umutları ile süslenen ve uhdesindeki telefon şirketi aracılığıyla para kazanma ameliyesine vallah billah şapka çıkarıyorum. Ama bakın şuraya yazıyorum, bu yarışma tutacak, evde kalmış kızlarımıza parasızlıktan evlenemeyen erkeklerimize yeni bir umut kapısı açılacak. Cem dediydi dersiniz:-))
Nispeten daha ciddi ikinci yarışmayı ise hayranlıkla izledim inanın. O nasıl bir medeni cesarettir ki, insanı en aşağılayıcı tavırlarıyla seyredip değerlendiren dört ünlünün karşısına geçip şarkı söylemeye çalışıyorlar. Vallahi bravo. Biz burada insanları yazmaya teşvik etmek için hababam dil dökelim anca bu kadar meyva toplayalım. Adamlar döve söve onbinlerce aday bulsunlar. Yok yok farz oldu artık. En yakın zamanda bir Kahve Molası TV açılacak. Prezentabıl yazarlar seçilecek. Herbirine 'Popyazar' payesi verilecek. İhtiyaç fazlası Popyazarlar diğer TV lere stajyer olarak gönderilecek.
11 Ekim yemeğini sizlere birkez daha hatırlatmak istiyorum. Lütfen gelmeyi arzu edenler parmaklarını biranevvel kaldırsınlar. Hepinize güzel bir hafta diliyorum.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
SENDROMUNUZ MU VAR, DERDİNİZ VAR
Pozitif ve naçiz yazarınız, bu hafta 'bir kısım sendroma' muhalefet yapacak. Yeryüzündeki bütün sendromların üstesinden geldiğimi düşünmenizi istemem ama birçok sendromumu eğittiğimi söyleyebilirim. Tavsiye ederim; kuş gibi hafifliyorsunuz sendromlarınızı kulak arkası ettiğinizde!
Mesela Pazartesi sendromu diye bir şey vardır. Ya da tatil sonrası mesaiye ve okula başlama sendromu... Hazır yaz tatilinden çıkmışken gündemi de yakalamış oluruz değil mi? (Yani şimdi benim köşe yazarlarından neyim eksik? Onlar gündemi yakalar da ben kondisyonsuz muyum? Tembeliz, miskiniz, sigara tüketimini abartmışız ama evelallah eski sporcuyuz; iş başa düşünce sprinter oluruz icabında...)
Doğrusunu isterseniz, benim bu Pazartesi sendromu ve tatil sonrası işbaşı ya da dersbaşı yapma gibi sendromlarımı eğitmeme pek gerek kalmadı. Olanca tembelliğime rağmen, bunlardan edinemedim bir türlü. Zira ben her zaman aktif, dinamik, heyecanlı bir sokak kuşuydum. Şimdi beni ayıplayanlar olacaktır ama, benim bünye genellikle Pazar, bayram, seyran, yılbaşı vs. gibi tatillere sendrom üretmiştir. (Ayrıksı otuyum ya.. cinsim ya!)
Ehli keyif bir serseri olduğumdan olsa gerek, yaptığım her işten zevk almanın yollarını aramışımdır. Okulsa haylazlık, işse tembellik... Haz almıyorsam, ya kuralları ihlal ederim ya da terk-i diyar eylerim. Ne üniversite öncesinde ne de üniversite yıllarında okula gitmek azap olmadı benim için mesela. Okulu her zaman bir eğlence mekanı olarak gördüm. Hademelerle aynı saatte okula gidip, okulu en son terk eden öğrenci oldum her daim.
Keza iş hayatım da aynı şekilde sürdü, sürüyor, sürecek... Keyif alacağım işleri seçtiğim ve çalışırken eğlendiğim için, hiçbir zaman Pazartesi sendromu yaşamadım, yaşamıyorum.. Bilakis, evde geçen tatil zamanlarını 'offlaya pufflaya' ve saatin yelkovanıyla savaşarak geçiriyorum..
Lakin, yerkürenin her yerinde insanlar bir kısım günlere anlamlar yüklüyorlar. Sonra da psikolojilerini buna göre ayar ediyorlar. 'Pazartesileri buhran geçer, Cumartesi geceleri eğlenilir, Cuma günleri tatil arifesidir miskinleşilir' gibi... Hal böyle olunca, kendini yalnız hissediyorsunuz tabii. Sendromlular bir yana, sen bir yana düşüyorsun. Mesela Pazartesi sabahları ben böyle 'lay lay lom' kıvamında eşe dosta mesaj atıyor, telefon ediyorum ama karşı taraftan bunluğu abartılmış bir tepki alıyorum:
- Hiç bana bulaşma bugün Tuba, sinirlerim tepemde zaten, bi de senin maymunluğunu çekemem.
- Ne oldu yahu? Bi problem mi var?
- Nasıl yani? Senin takvimlerden haberin yok mu? Bugün Pazartesi.. 24 saat delikanlı ol da sendrom yap, hadi bakiim!
- Peki!?
Buyrun buradan yakın. Yok kardeşim benim sendromum, mendromum. Zorla mı?
Sanıyorum 80'li yılların Pazarları hepimizin aklında aynı şekilde yer etmiştir: temizlik, banyo, çamaşır ve (hepsinden alası) Pazar Konseri günü... Sabah 10 sularında kahvaltı yapılır, Voltran denen o anlamsız çizgi film seyredilir (TV'nin TRT'den ibaret olduğu yıllardan bahsediyorum. Evet yakaladınız! 30 yaşındayım ve birazdan 30 yaş sendromuna da değineceğim). Voltran'ın ardından Pazar sineması (muhtemelen bir western filmidir) izlenir ve hemen banyo sırasına girilir. Zira az sonra Pazar Konseri başlayacaktır. Bari konser bitene kadar banyo işi de aradan çıksındır.
(Bu arada TRT'nin sunumuyla Pazar Konseri seyreden bir çocuk ya da gencin klasik müzik sevmesinin imkanlar dahilinde olmadığını belirtmeden geçemeyeceğim. Zira şahsen çocukluğumdan anımsadığım en gri ve sıkıcı zamanlar, Pazar günlerinin Pazar Konseri anlarıdır. Kabus gibi çökerdi üstüme... Sen tut bir kuşağı TRT anlayışıyla, Pazar Konseri işkencesine tabi tut, sonra da 'neden bu gençlik arabeskçi ya da popçu oldu anlayamıyorum vallahi' diye sosyolojik tespitler yapmak için saçını başını yol. İşte söylüyorum size ey aydınlar! Halen pop müzik dinliyor olmamın faili TRT'nin alaca karanlık kuşağı kıvamında sunduğu Pazar Konseri'dir. Tutuklayın!)
Her neyse... Banyoydu, temizlikti, çamaşırdı, Pazar konseriydi derken anne gerilmiştir. Hele bir de anne çalışıyorsa, eyvahlar olsundur! Bütün işler bir güne sığdırılmış ve akşam yemeği yetişmeyecek diye telaş yapılmıştır. İşte bu sebeplerle gergin, puslu, gri ve sıkıcı anımsarım Pazar günlerini.
Pazartesi ise yeni umutlara ve heyecanlara gebedir. Okul yıllarında, -artık güncel yavuklu kimse o sırada: Murat, Gürcan, Cengiz, Volkan.. aaah ah- (muhtemelen okuldan biridir), onu görmenin de günüdür Pazartesi. 2 günlük tatilin ardından sevgiliyle vuslat... Hey gidi günler heyyy! Sevilmez mi Pazartesi yahu? Bu yüzden de oldum olası, Pazartesileri büyük bir coşkuyla karşıladım, karşılarım, karşılayacağım.. Benim olayım budur yani!
Eh Pazar konserlerinden, Voltran'lardan bahsedince 'ortayaşlandığımız' da tescillendi. Gerçi daha önceki yazılarımda bunu defalarca deşifre etmiş olmalıyım ama hazır mevzu açılmışken bir de ortayaş (ya da 30 yaş) sendromuna değinelim. Ne dersiniz?
Delikanlı çağlarda, yaşam doğaçlama yaşanır. Yaşamanın amatörüdür insan. Belki de bu yüzden kıymetlidir gençlik yılları. Coşkuyu da, hüznü de, aşkı da, dostluğu da 'Allah ne verdiyse' kıvamında, sonuna kadar yaşarsın. Duygulara müdahale edecek tecrübe ve donanım henüz bünyede tesis edilmemiştir.
Lakin yaş ilerledikçe iş, güç, gelecek, kariyer, evlilik vs. gibi kaygılar eklenir bünyeye. 'Ekmek elden su gölden' devri geçmiştir. Hal böyle olunca, akışına bırakılmaz duygular. En azından duygulanımlara harcanan mesaiden çalıp, kariyere, işe, güce yoğunlaşılır. Duygular ertelenir.
Sen kariyerinle ve geleceğini şekillendirmekle boğuşurken psikolojin, fizyolojin, ilişkilerin, beklentilerin, hazların da boyut değiştirmiştir. Bünye 30'lu yaşlardadır ama ihmal ettiğin bilinçaltın hala 20'li yaşlardadır. İşte, bünye ile bilinçaltının çatıştığı noktada başlar 30 yaş ya da ortayaş sendromu. Kariyer planlaması az biraz rayına oturduğunda, birden bilinçaltının çığlığı gelir derinlerden: "Beni geçmişte unuttun uleyyyn! Aylardır sesimi duyuracağım diye ses tellerimi paraladım, bi dur, bi nefes al.." felan diye feryat etmektedir kendileri.
Üstelik tıpkı sen gibi, dostların da aynı süreçten geçmektedir. Bir zamanın delikanlı bünyeleri yeni bir işleyişe adapte olmuştur ve bu süreç es geçilmiş, farkına varmadan yaşanmıştır. Bünye durumu hazmedemeden, harala gürele içinde adapte olmaya çabalarken, bilinçaltı da hala geçmişte, öğrencilik yıllarında takılı kalmıştır. Durumu çaktığında panik olursun. 'Ulen nasıl geldik buralara' diyerek kafayı kırarsın ama olan olmuştur bir kere. Yeni mevsimin ve alışkanlıklarına barışmaktan, bunun hazzını yakalamaktan başka çaresi de yoktur bu işin.
Kendinizi iyi hissedesiniz diye söylüyorum; 'ortayaş sendromu'nu ben de yaşadım. Kısa zamanda atlattım ama yaşadım yani. Vallahi de yaşadım, billahi de yaşadım.. Yalanım varsa, çıtırsız kalayım. (Büyük yemin ettim be!)Eh bir parça rahatladıysanız, ben ufak ufak kaçayım. Siz de sendromlarınıza iyi bakınız, aman gözünüz gibi saklayınız onları! Maazallah sendromsuz kalır da, boşluğa düşersiniz!!!
Tuba ÇİÇEK tuba@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Deniz Fenerinin Güncesi: Seyfullah Çalışkan |
BİR GARİP SEHERDEYİM
Dışarıda deli bir yağmur yağıyor. İri, kocaman damlalar rüzgarla suratınıza çarptığında canınızı acıtıyor. Her zaman aklımı başımdan alan yağmur bu gün keyifle ıslanarak işin tadını çıkarmama izin vermedi. Canım yemek yemek, çalışmak, yazmak hatta uyumak bile istemiyor. Büyülenmiş gibi pencereden saatlerdir yağmura bakıyorum. Oysa içimde birikmiş kelimeler, söylemek istediğim cümleler var. Yaşam insanı tahrik ediyor, anlatmaya zorluyor. İnsanların size karşı gösterdikleri tepkilere “Hayır sandığınız gibi değil,yanılıyorsunuz işte”demek istiyorsunuz.
Yaşadığım kent, yaşamı paylaştığım insanlar, yaşadığım zaman bana yabancı. Bu hisse herkes sık sık kapılıyor. Keşke dünyaya daha erken gelseydim. Yada daha on beş yıl kadar geç gelseydim hayıflanmalarını bilirsiniz. Benim hissettiğim, söylemek istediğim tam olarak böyle bir yakınma değil. Ben algılamak, hissetmek ve paylaşmak adına yanlış zamanda, yanlış mekanda ve yanlış ilişkiler içindeyim. En çok söylemek, bıkmadan usanmadan tekrarlamak istediğim cümle ne biliyor musunuz? “Üzgünüm, ben oynamıyorum. Yeter artık, benden bu kadar...” Ben sizin gördüğünüz renkleri algılamıyorum, ağzınızdaki tadları, burnunuza ulaşan kokuları duymuyorum. Belki sadece biraz farklıyım... Farklı olmak istediğim için, ilginç olarak nitelenmek istediğim için değil. Çünkü bu bir özür gibi, kusur gibi ... Düzeltmek için elimden hiçbir şey gelmiyor. Kabullenip onunla uzlaşmaya çalışıyorum.
Yakın arkadaşlarımdan biri doktora gitmemi önerdi. Haklı olduğuna inanıyorum. Ama üşeniyorum, üstelik hiç tanımadığım birine çocukluğumdan başlayarak bütün yaşamımı anlatmak bana çok anlamsız geliyor. Cinsel yaşantımın, çocuklukta yaşadığım olumsuzlukların, örtülmüş, saklanmış ve kaçılmış istenmedik olayların çözümlenmesi benim sıkıntılarımdan sıyrılmamı nasıl sağlayacak ? Psikoloji bilimi sağlıklı insan tanımlamazmış. Herkesin öyle veya baş edemediği sıkıntıları olurmuş. Kaçtıkları, anımsamak istemedikleri, kendi içinde en derinlere atarak gizledikleri olaylar başka gerginliklerin yaratıcısı sayılırmış. İtirazım falan yok, bunların hepsi akıllı laflar. İnanmazsan kitabın adı Asma Kabağı, sayfa seksen yedi. Ben onu bunu bilmem, kitaplar beni anlamazlar...
İşin bir de öteki tarafı var. Bu psikoterapist hasta ilişkisi bana hep komik çağrışımlar yapar. Benim aklımdan hep olmadık şeytanlıklar geçer. Bana sorulan sorulara oturup akıllı uslu yanıtlar veremem. En fazla beş dakika içinde cıvıtıp kendi kendimi makaraya sararım. İşi dalgaya almak eğlenceli olsa bile saygısızlık olur. İnsan kendisiyle dalga geçmek için kalın kalın kitaplar okumaktan gözleri bozulmuş birine niye para versin ki? Kıskançlık mıdır bilmem ayrıca bu adamlara gıcık olurum. Canım kardeşim, bu her şeyi bilen ve insanları çok iyi anlayan pozlarınızı hiç sevmiyorum. Dünyanın bin bir çeşit hali var. İnsanların ne yaşadıklarını, ne hissettiklerini bilmeye okuduğun kitaplar yeter mi? Bu bilgiç, halden anlar ve her kele merhem sayılan sorularınızdan nefret ediyorum.
Şimdi gitsem, “doktorum ne sen sor ne ben söyleyeyim. Artık kızlar bana hiç yüz vermiyor. İlgisizlikten bunalıma girdim, aman bana bir çare” desem ne yanıt verecek? Türk filmlerinde olduğu gibi moda kıyafetler almamı mı önerecek? Kendime yeni ve çekici erkek biçimi yapma mı söyleyecek. Sosyal etkinliklere katıl, danslı , müzikli eğlence yerlerine git, sinemalara, barlara açık hava konserlerine takıl mı diyecek. Birileriyle tanışmak için kalabalık bir cadde de gün boyu volta atmayı önerirse gülerim. Size mantıklı gelebilir. Çünkü filmlerde telaşla bir yerlere yetişmeye çalışan esas kızın paketleri veya kitapları hep yerlere savrulur. Sokağın nöbetçi yakışıklısı yere saçılanları toplamak için yardıma koşar. Nihayet olan olur ve tanışırlar...
Bunlar sadece filmlerde olur. Bana inanmamış gözlerle bakmayın. Bizim de bir bildiğimiz, cürümümüz kadar anılarımız var. Elindeki poşetleri yere düşüren bir kadınla yıllar önce karşılaşmıştım. Yuvarlanan domateslerin peşinden en iyi nasıl koşulur, caddeye yuvarlananlar niçin alınmaz o gün öğrendim. Arabanın altında domatesle birlikte ezilmekten kıl payı kurtuldum. Kahramanlığım ve atlattığım tehlikeler bile hiçbir işe yaramadı. Kızla tanışmak şöyle dursun bir kez teşekkür bile etmedi. Poşeti kaptığı gibi kalabalığa karışıp kayboldu.
Psikoterapistler hakkında hiçbir şey bilmediğimi kabul ediyorum. Belki hiçbir öneride bulunmayacaktır. Anlattığım yöntemler yalnızlıktan geberen bir erkeği amacına ulaştırmayacaktır. Şimdi moda Akdeniz ve Ege sahillerindeki turistik yörelere takılmak. Televizyon programları her akşam oralardaki eğlence mekanlarını ve çılgın geceleri gösteriyor. Ortalık cıvıl cıvıl kız kaynıyormuş. Sanki Boğazda lüfer akını, palamut akını var. Hiç zahmetsiz, at oltanı, uzat çaparını sandaldan yeter. Sarışın mı istersin, esmer mi, sıska mı istersin, etli butlu mu? Herkese, her beğeniye uygun kız arkadaş bulunuyormuş.
Kız arkadaş falan işin muhabbet kısmı. Erkekler ya kızlardan ya arabadan yada futboldan konuşur. At yarışı, borsa gibi yollarla kolayca köşeyi dönme düşleri kuranların sayısı da epey kabarıktır. Çok kazandıran kağıt bir türlü yakalanamaz ve bütün koşular son ayakta yatsa bile yine de sohbeti yaygındır. En azından oturup “ben sana dedim, şu kağıdı alalım diye ama dinletemedim. Alsaydık şimdi köşeydik oğlum. Beş yüz bin liraya kıyıp son ayağa Katırcan’ı yazsaydık götürmüştük yüz yetmiş milyarı şimdi. Ben nerden bileyim o eşeğin son ayağı alacağını.” diye birlikte hayıflananların sayısı küçümsenir gibi değil.
Psikiyatrist falan bahane ama son günlerde çok bunaldım. Herkes diline bir Eylül dolamış sıkıntısına bahane arıyor. Sonbahar gelince insana hüzün çökermiş. Yaz aşkları sona erdiği için eylül çok fazla hüzün yüklüymüş. Kim ne derse desin, sonbahara haksızlık edemem. Bütün ihtişamı ile gelsin, yağmurlarıyla gelsin, binlerce rengini çıkarıp torbasından, ormanları kış gelmeden dilediğince boyasın. Sakın kimseye söylemeyin ama galiba ben yaşlanıyorum. Eski resimler benimle daha içten konuşur oldu. Suskunluğun, hüznün hiç bilmediğim lezzetlerini algılar oldum. Aramızda kalsın ama bana bir haller oldu. Son zamanlar yerde miyim, gökte miyim, içte miyim, dışta mıyım, yoksa düşte miyim bilemez oldum.
Seyfullah seyfullah@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Misafir Kahveci : Nurgül Eryeşil |
GASP EDİLMİŞ BİR AŞK...
Şu an ne engel ki ...
Benim olan her şeyi kanatmama ..
Şu an ne engel ki sana , bana....
Yol ne kadar uzarsa !! inan bana
O kadar bitkin, o kadar ben olmaktan uzak olacağım...
Başkasından devraldığın bir aşkla çok uzağa gidemezsin,
Ve anlayamazsın asla bir başkasının gözlerindeki
Ruhun göçüp gittiğini
O zaman her şeye rağmen yüzüme örtmene izin verdiğim gözlerinin
Kör olduğunu anlayacağım....
Şu an ne engel ki benim olan her şeyi kanatmama
Özgürüz :çünkü alışmadık henüz bir birimize....
Cebine koyduğun içinde ben olan o beyaz kağıdın üstüne,
Bir sürü sevda karalanmıştı bir zamanlar...
Doğru....
Haklısın....
Ama şu an engel değil artık hiçbir şey benim olanların üstünü karalamama...
Biliyorum....
Bir kalbi üç beden taşırsa lanetlenir ...
Lanetli bir kalbin var ... anlasana...
Ruhu göçmüş bir çift gözle
Körebe oynarsın ancak
Bu ''oyuna'' sakın inanma!!!!!!
Başkasından gasp edilmiş bir aşkla çok uzağa gidilmez.... Anlasana...
Bir beden üç kalbi taşıyamaz, lanetlerim....
Gördüğüm tüm rüyalar, görenden daha yalancı...
Benim rüyalarım yalan çıktı...
Benim rüyalarım yalancıktandı...
Haklısın....
Evet, sen haklısın...
Ama ruhu çoktan göçmüş bir çift gözle sevişirken
beni anlayacaksın...
Şu an ne engel ki üçümüzün gözlerini kanatıncaya kadar ağlatmama...
Benim gözlerim çocukluğumdan beri parlar...
Ağladıkça parlar...
Ben başka yöne çeviririm gözlerimi, yine parlar...
Ama gözlerinin ruhu çoktan göç etmiş olan
Asla acımaz sana....
Yüreğinin siciline bir gasp daha işlenir en fazla,
Sonra basar gider...
Ya sen ?
Sen ne olacaksın?
Daha da utanacaksın gözlerinden,
Ve benim rüyalarımın yolunu dahi bulamayacaksın...
Yol çok uzarsa unutma ,,,
Akşamları uyuyamayacaksın....
Nurgül Eryeşil
Yukarı
|
Hariçten Gazel Okuyan Kahveci: Sait Elibol |
Üstün Bir İstanbul'da Pazar
Bugün İstanbul yoğun bir Pazar yaşadı benimle. Eh, yanında bir de Arnavutköy aşığı ve dünya gezgini dostu olunca başka ne isteyebilir ki insan? 8. Uluslararası İstanbul Bienali kapsamında sergilenen yapıtlarla başladık güne. Önce Karaköy Salıpazarındaki Defterdar yokuşunda bulunan Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezine geldik. Burada Filistin'li sanatçı Emily Jacir'in kendi yurtlarına siyasi nedenlerle gidemeyen yurttaşlarının dileklerinden bazılarını gerçekleştirdiğini gösteren fotoğraflar serginin en güzel kısmıydı. İnsanların hırs ve bencilliklerinin diğerlerini ne denli aşağıladığını, ezilmişliği, çaresizliği, yıkılmışlığı, ümitsizliği gördüm. İşte kimi Kahire'de, kimi Kaliforniya'da, kimi Londra'da, kimi de Riyad'da yaşayan Filistinlilerin istekleri.
...Annemle babamın köyünde su için...Filistin'deki toprağa nar tohumu ekin...Beyt Lahya'ya gidip ailemin, özellikle de kardeşimin çocuklarını fotoğrafını getirin bana...Hiç yüzünü görmeden telefonda konuştuğum Doğu Kudüs'teki Filistin'li kızla çıkın...Kudüs'te Cafer tatlıcısında künefe yiyin...
İkinci durağımız Denizcilik İşletmeleri antrepoları. Üstünkörü gezmek bile iki saatimizi alıyor. Biraz aşağılık duygusuyla geziyorum burayı yapıtların bazılarını anlamakta zorlanınca. Ne de olsa yaşamımın ilk bienal ziyareti ve ben de sanatçı falan olmadığıma göre bazı eserleri saçma, bazılarını edepsiz, bazılarını gereksiz, bazılarını da güzel bulmam anormal olmasa gerek.
...Keşke yağmurda ıslanmasak, karda üşümesek, hiç parasız kalmasak, öğün atlayınca acıkmasak, düşünce canımız yanmasa-ah ne güzel olurdu!.. Kim Beom.
Yerebatan Sarnıcındayız. Sarnıç ziyaretçileriyle bienali gezenler birbirine karışmış. Olsun varsın, herkes günün tadını çıkarıyor.
Pazar sabahının kuvvetli kahvaltısı etkisini kaybetti, mideye takviye zamanı geldi de geçiyor. Adres belli değil, besbelli. Taklitlerinden sakınılması gereken Selim Usta'nın Sultan Ahmet köftecisi. Sirkeli piyaz ve taze ekmekle yapılan açılışı nefis köfte ve ılık irmik helvası izliyor.
Uzun yıllar önce gezilen Aya Sofya müzesindeyiz bu sefer.Hava çok güzel, böyle olunca da müze binlerce turistin istilasına uğramış durumda. Giriş ücretinin yabancılara on beş milyon, Türklere de indirimli (!) üç milyon olmasını anlayamadım. Bunun bir tür ırkçılık olduğunu düşündüğümü farkında olmadan sesli bir şekilde ifade edince önümdeki delikanlıdan itiraz geldi. İçeride titiz bir restorasyon çalışmaları sürüyor. Müzenin üst galerisinde bienalin son bölümüne ait eserleri gördük. Burada kadınların meyve ve sebzelerle erkeklere karşı kullanmak için tasarladıkları silahların fotoğrafları çarpıcıydı. Umalım ki yeryüzündeki tüm silahlar meyve ve sebzelerden yapılsın.
Sağ bacağımda üç aydır devam eden ağrılar bu kadar yürüyüş ve yorgunluktan sonra doğal olarak varlığını hissettirmeye başlayınca rahmetli Çelik Gülersoy'un restore ettiği pek çok yapıttan birisi olan Yeşil Ev'de bir ''Kahve Molası'' vermek artık farz oldu. Onca koşuşturmanın, telaşın, karmaşıklığın ve kalabalığın içinde, hatta ortasında kendi halindeliğini yaşayan bu güzel mekanın sakin bahçesindeyiz. Üç beş masanın etrafında bizim gibi hafta sonu gezgini insanlar oturmakta.
Yarım saat kadar soluklandıktan sonra son durağımız olan Haliç'teki Rahmi Koç müzesine doğru yoldayız. Önce küçük bir program değişikliği yapıp Pier Loti'ye çıkmak üzere yolumuzu değiştiriyoruz ancak bu değişiklikten yolun aşırı yoğun olmasından dolayı hemen vazgeçiyoruz. Rahmi Koç müzesini şöyle sindirerek gezmek birkaç saatlik iş değil. En azından yarım gün ayırmak gerekiyor. Biz bu meseleyi hızlandırılmış tur ile çözüme kavuşturuyoruz.
Sonunda normal bir Pazar günü yapılabilecek olanların iki belki de üç katını yapmanın verdiği yorgunlukla ve İstanbul'u işgal etmenin zafer duygusu içerisinde eve atıyoruz kendimizi. Vakit darlığının stresi ve bu yazıyı yarından tezi yok size ulaştırmanın heyecanıyla hemen oturuyorum yazmaya. Yetiştiremeyeceğim galiba. Panikliyorum. Vazgeçmek yok. Yazmaya devam et. Ödün verme, karar verdin bir kere. Oh be! Oldu işte. Bitti sonunda.
Sait Elibol elibol@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
|
YILDIZINIZ KIPIR KIPIR, YA SİZ? Ailenizin Yıldız Falcısı : Nurettin Özdemir |
|
KOÇ (21 Mart-20 Nisan) Sevgili koçlar son haftalardaki o kasavetli günler geride kalmak üzere. Sevgililerinizle, ailenizle daha uyumlu günlere kavuşuyorsunuz. Birde şu manevi baskılardan kendinizi kurtarabilseniz.
İşinizde engellere aldırmayın siz siz olun pür dikkat yolunuza devam. Başarılar yolda koçlar.
Formunuz daha iyi olabilir. Şu stresi bir atabilsek, rahatlasak...
BOĞA (21 Nisan-20 Mayıs) Bu üçüncü haftadır aşk hayatınız romantizmin doruklarından inmiyor. Gezegeniniz Venüs ne kadar çok seviyor sizi öyle.Hafta başı gönüller dopdolu. Sakın aile fertleri ile takışmayın bu arada.
İş hayatınızda projelerinizi gerçekleştirmenin tam zamanı, özellikle güzel sanatlarda. Geçen hafta söylediğim gibi profesyonel güzellikler sizlerin olacak yine bu hafta.
Formunuz gayet iyi . Sevgileri dolu dolu yaşamanız yüzünüzde tatlı tebessümler yaratmış. Böyle devam edin boğalar.
İKİZLER (21 Mayıs-21 Haziran) Bu hafta sevgiler tam sizin sevdiğiniz cinsten, yani delice.. Tutuştunuz yine ikizler, yaşam idealinizde bu değilmi zaten. Sizlere daima ihtimam gösterilmesini seversiniz ya, bu hafta yaşadınız.
Aşklar sevgiler yolunda olunca iş ilişkilerinizde tam gaz..Yinede sağı solu hırpalamadan önem taşıyan projelerinize konsantre olun. Harcamalara dikkat etseniz biraz ...
Bu hafta gezintiler kısa da olsalar dostlarınızın sıcak ilgileri ile katlanınca formunuza form katacak.
YENGEÇ (22 Haziran-22 Temmuz) Son günlerin yaşattığı zor dönemeçlerin etkisi ile sinirleriniz bilenmiş olabilir. Aşın bunları, kabahat hep diğerlerinde değil canım. Haydi cazibeniz muhteşem bu hafta sonu. Bir projeniz var mı ?
Cazibeniz iş hayatınızda da beklenmedik avantajlar getirecek size yengeçler. Cuma gününü yazın bir köşeye.
Zihninizi hırpalamayın olmadık şeylerle, geleceğe ümitle bakın bu daha çok önemli, duydunuzmu...
ASLAN (23 Temmuz-22 Ağustos) Gezegeniniz Güneş sizlere enerji yüklemekte yeniden. Sevgililerinizle görülecek hesaplarınız var, ay aay... Tartışın, sevişin, ve bitsin bu fuzuli dertler. Ateşli sevgiler yolda. Hani şu meşhur atak planlarınız var ya...
Sosyal ilişkilerinizde öyle emin adımlarla ilerliyorsunuz ki. Arslanlar tuttu yine dünyayı kucaklama nöbetleriniz... Böyle zamanlarda dozer gibisiniz maşallah...Salı günü başlıyor arenada güreşler !
Arslanlar, eğer bir banka sahibi değilseniz harcamaları dizginlemenin zamanı geldi! Yoksa uçuruma yaklaştınız, benden söylemesi. Yeni ev döşeyenler lükse kaçmadan olmuyormu bu işler canlarım !
BAŞAK (23 Ağustos-22 Eylül) Geçen hafta belirttiğim değişiklikler etkilerini gösteriyor artık. Gölgede kalmış anlaşmazlıkları hallediyorsunuz ve gönlünüz bir başka rahatlayacak.. Hafta sonu müthiş geliyor.
Parasal konularda hafta güzel başlıyor, bir kısmetiniz çıkabilir başaklar. Borcunuz varsa hafta içinde bu konuyu halledeceksiniz. Temkinliliğin ve başarının el ele yürüyeceği bu hafta sevinçler sizinle.
Kendinizi düşünün biraz, şöyle bir havalanın, gönlünüz oksijenlensin. Rahat bırakın kendinizi.
TERAZİ (23 Eylül-22 Ekim) Teraziler cıvıl cıvıl aşklara ne dersiniz. Bu hafta büyük sükseniz var emin olun. Venüs özellikle geldi kalplerinizi kıpırdatmaya, ya siz hazırmısınız. Üstelik bütün ekim ayı sürecek bu sevgiler fırtınası.
İş hayatınızda sabırsız olmayın, kimseyi karşınıza almayın. Şeflerinizle arenaya inmeyin teraziler. Sorumluluklarınız gittikçe çoğalmakta ve bu da tansiyonu haliyle yükseltiyor ama yolunuz açık.
Formunuz yerinde fakat sinirlerinize biraz hakim olsanız ne güzel olacak teraziler.
AKREP (23 Ekim-22 Kasım) Savaş gezegeni Mars ve 10 ekimden sonra size misafir gelen aşklar kraliçesi Venüs gönülleri kasıp kavuracaklar. Hem aşklar hem çekişmeler sonra yeniden barış hamleleri ! Ne haftaymış bu ya...
Güven duyduğunuz insanlara tedirginliklerinizi anlatmaktan çekinmeyin. Yoksa içinizdeki sesi dinleyin bu hafta akrepler, profesyonel ilişkilerinizde ihtiyacını hissedeceksiniz.
Formunuz ise daha iyi olabilir. Sindirim sisteminize ihtimam gösterin. Son günler bayağı sinirlisiniz. Yoksa değişiklikler veya taşınmalar bazılarınızı yordu mu...
YAY (23 Kasım-20 Aralık) Duygularda pek önemli bir gelişme yok bu hafta yaylar. Sakin sakin yaşıyorsunuz aşklarınızı. Şimdilik !...
En önemlisi bu hafta profesyonel ilişkilerde. Engelli koşu atletleri gibi tonik olmalısınız ve bu kapasite bu hafta sizlerde bolca var. Öyleyse yarış başlıyor projelerinize inançla sarılın.
Yine sinir sistemi ayaklandı yaylar... Önce kendinize dönme dolap sorular sormaktan vazgeçin. Ailenize sarılın, kaynaşın, dipsiz kuyulara inmeye vaktiniz olmaz. Anlatabildimmi...
OĞLAK (21 Aralık-19 Ocak) Sevdim, seviyorum, seveceğim... Venüs size de misafir bu hafta ve aşkın cilvelerini size de sunuyor. Ancaak aşkı bitmez tükenmez sorularınızla kötürüm ederseniz sonradan ağlamak yok.
Bu hafta güzel başarıları ama tansiyonlarıda aynı anda yaşıyacaksınız. Uyumlu olmanız gerekiyor eğer başarıyı istiyorsanız. Rahat sayılırsınız yinede, hani doğuştan titizlik var ya...
Oğlaklar önünüze gelen her insani terslemeyin, derdiniz ne olaki. Tansiyonlarınızı kronik strese dönüştürmeyin ne iş yerinde nede aile içinde.
KOVA (20 Ocak-18 Şubat) Yine aşklar, o sıcak duygular sizleri sarmalamakta bir kaç haftadır kovalar. Beklenmedik aşklara dikkat diyorum açın gönül kanallarını.
Bu hafta çok şanslısınız inanın. Yalnız bu hafta değil zaten tüm ekim ayı size uğurlu gelecek. Yeni kontratlar imzalanacak, projeler gerçekleşecek, özellikle kreatif mesleklerde faaliyet gösteriyorsanız..
Yorgunlukları hafife almayın kovalar. Bunun üstüne birde stresde bindirirse mevsim rahatsızlıkları sizi gafil avlıyabilir.
BALIK (19 Şubat-20 Mart) Aşklar, sevgilerin o haz veren valsları, heyecanlar, hepsi bu hafta sizde balıklar.Çevrenizde zaten seviliyorsunuz ve bu hafta tapılacaksınız. Daha neler neler var. Eh bunlarıda artık siz yaşayın, doyasıya doyasıya. İçinizdeki derin depremlere rağmen yolunuza devam balıklar...
Fikirler üretin yeni atılımlar için. Tam zamanı balıklar çünkü enerjiler pupa yelken... Bu enerjileri mutlaka olumlu kullanın. Birçok şeyler eskisi gibi olmayabilir.
Eylül ayının getirdiği özellikle sosyal güçlükler bir hayli stresi yükseltmiş. Ama manevi güç muazzam.
Sevgili müdavimler, ekim ayının bütün burç ve sakinlerine bitmek tükenmek bilmeyen enerjiler getirmesini diliyorum. Nurlu ve saadet dolu günler sizlerin olsun...
Nurettin Özdemir
nozdemir@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur. Kahve Molası bugün 3.489 kahveciye doğru yola çıkmıştır. |
Yukarı
|
ABARTILI DALGANMA
Derinliksiz yaşanır
bazan hayat
yani şöyle yüzünden,
yani düşünmeden,
yani öylesine
fiziksel bir gereklilik neticesi
bir nefeslik oksijen
Bir düzyazıdan daha engebesiz
Öyle sığ,
yalın,
öyle namesiz
Kuru kuruya okunan bir şiir
zaman
Bazen bir kargaşa pazarında
geçer hayat
Bir sahneden öbürüne koşarsın
apar topar yanar ışık
Oynamaya başlarsın
Biran panikler biran şaşarsın
Okuduğun öğrendiğin
hiçbirşeye benzemez zaman
Senaryosu evvelden yazılı
bir oyun sandığın hayat
Doğaçlama yapmaktadır
Korkarsın.
Nilay Bozok
<#><#><#><#><#><#><#>
...
Gökkubbe yasta sanki,
Yıldızlar ve ay
Karabulutlar arkasına saklanmışlar
Yine yağmur yağıyor,
Ilgıt ılgıt değil..
Deli rüzgarları almış arkasına..
Penceremden ürkerek bakıyorum
Yırtılmış gökten yeryüzüne doğru akan..
Şimşek ve gök gürültüsü bombardımanına..
Korkuyorum..
Her çakan şimşek
Böğrüme saplanan bıçak gibi
Parlayarak yırtıyor karanlığı...
Kirpiklerim istem dışı her kapanışında..
Tüm yaşamım geçiyor gözüm önünden..
Yumak yumak,acı ,tatlı ve karmaşık bir hüzün bulutu..
Mutluluğum ...!!
Yok denecek kadar az..ama..
Tüm mutsuz ve umutsuzluklarımı yenecek kadar çok..
Gözlerimi açtığımda..
Gökyüzündeki doğanın kendiyle hesaplaşması bitecekti..
Hüzüm bulutlarım bir damla göz yaşı olup
Yanaklarımdan süzüldü..
Bekliyordum penceremde...
Sabah olacaktı..
O'karabasan dolu gökyüzünden güneş doğacak..
Yanaklarımdan süzülen göz yaşlarım kuruyacaktı.
Osman Taplamacı
Yukarı
|
AKIL HASTANESİ MÜŞTERİ HİZMETLERİ MÜDÜRLÜĞÜ
Günaydın! İyi günler, Bakırköy Akıl ve Sinir Hastalıkları Hastanesini aradığınız için
teşekkürler. For english please dial ....
- Eğer takıntılarınız varsa, devamlı olarak 1'e basın...
- Eğer çok kişilikli iseniz 2, 3 ve 4 e basın...
- Eğer travma sonrası sinir bozukluğundan şikayetçiyseniz,
5'e basın ama çooook yaaavaaaaş ve diiikkaaaaatliiiiiiiceeeee...
- Eğer ikilemlerden şikayetçiyseniz, 6'ya basın. Şimdi 9'a basın,
şimdi 6ya basın ve şimdi 9'a basın...
- Eğer gaipten sesler duyuyorsanız 7'ye basın,
telefonunuz ana gemiye yönlendirilecektir......
- Eğer kısa süreli hafıza kaybından şikayetçiyseniz, 8 e basın,
8 e basın, 8 e basın, 8 e basın, 8 e basın, 8 e basın, 8 e basın,
8 e basın, 8 e basın.....
- Eğer şizofreni şikayetiniz varsa dikkatlice dinleyin.
Kısık bir ses size hangi numaraya basmanız gerektiğini söyleyecektir...
- Eğer sinir bozukluğundan şikayetçiyseniz,
müşteri temsilcisi cevap verene kadar diyez tuşuna basarak oyalanın...
- Eğer Uyuşturucu ya da Alkol bağımlısıysanız,
birinden sizin yerinize yıldız tuşuna basmasını rica edin...
- Eğer depresyondan şikayetçiyseniz, tuşa basmaya
zahmet etmeyin size zaten kimse yardım edemez...
- Eğer Paranoyaksanız, hiçbir tuşa basmanıza gerek yok...
Kim olduğunuzu, ne istediğinizi ve size nasıl ulaşabileceğimizi biliyoruz...
- Eğer Aşağılık kompleksiniz varsa, lütfen telefonu kapatın
çünkü tüm operatörlerimiz şu an meşgul ve hiçbiri size zaman ayıramaz...
denizce.com
<#><#><#><#><#><#><#>
Yaratıcılığın sonu yok ki, ota da konuyor işte böyle ..ka da!..
Yukarı
|
KAHVE MOLASI : Yemek Daveti
Kışa girmeden yapalım dedik bir yemek,
Yemek bahane elbet, maksat muhabbet,
* * *
Yemek dediğin değil mi bir nebze atıştırmak,
Önemli olan yazar-okur dostluğumuzu katıştırmak,
* * *
Yatışır birkaç lokma ile açlığımız nasıl olsa,
THEO Restaurant'da kadehler neşeyle dolsa,
* * *
O neşeyle sirtaki bile beklemez gönlümüz,
Felekten bir gece daha çalacaksa ömrümüz,
* * *
Belki de milli maç sonrası Bağdat Caddesi'ne çıkarız,
Kırmızı-Beyaz, Kırmızı-Beyaz diye ortalığı yıkarız,
* * *
11.Ekim.2003 - Cumartesi gecesi sıvayalım kollarımızı,
Bekliyoruz yazar-okur tüm Kahve Molası dostlarımızı...
Yemek bedeli 35 milyon olup, katılmak isteyenlerin Editör'e mail atmaları önemle rica olunur.
Son Bildirim Tarihi : 8.Ekim.2003
Yukarı
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://www.ucansupurge.org/newhtml/
...Yerel Kadın Muhabirler Ağı Projemizin yeni muhabirlerini bulmak üzere geldiğimiz Güneydoğu Anadolu'da çalışmalarımız sürüyor. Bu hafta Mardin'den sesleniyoruz ama geçen hafta Adıyaman ve Şanlıurfa'da neler yaptık, önce onları aktaracağız...
http://www.anket-online.com/raporlar/26.htm
Türkiye ve Türk insanı hakkında yapılmış olan araştırmaların sonuçlarını alabileceğiniz sağlam bir piyasa araştırma raporu. Ayrıca raporlar index sayfasına giderek diğer araştırmalar hakkında da raporları bulabilirsiniz.
http://www.ichhabkeininternet.de/flash/filme/smoke.swf
Sigara hakkında geçmiş dönemlere dair yapılmış şirin bir flash animasyon. Lütfen sigara içenleri dışlamayın. Onları sevelim ve koruyalım; çünkü bu hayatta görebileceklere pek fazla bir şey kalmadı.
http://www.siriusufo.org/index_t.asp
Gerçekten varmı? Yoksa hepsi birer uydurmamı bilinmez ama; dünya dışı varlıklarla ilgili hikayeler her geçen gün artmaya devam ediyor. Sirius Ufo Uzay Bilimleri araştırma merkezi derneği, yönetim kurulu başkanı Haktan Akdoğan bey'e saygılarımla.
akin@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
Cryptainer LE v3.2 [2.1M] W98/2k/XP FREE
http://www.cypherix.co.uk/download/cryle.exe
Gizli dosyalarınızı belli bir yerde toplu olarak korumak için geliştirilmiş bir program. Yarattığı sanal bir sürücü içine koyduğunuz dosyaları şifre olmaksızın açmak mümkün olmuyor. Oldukça güvenli gibi görünüyor. Bedava sürüm ancak 5MB lık sürücüye izin veriyor ama üzülmeyin dilediğiniz kadar sürücü yaratma olanağınız var. Özellikle birden çok kimsenin erişebildiği bilgisayarları kullananlara tavsiye olunur.
Yukarı
|
|
|