|
|
|
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 360 |
7 Ekim 2003 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : YARIN Dostlar YARIN (!?) |
Merhabalar,
Sıra geldi teskereye. Aklandık, paklandık korkacak birşeyde kalmadı. Şimdi ver elini meclis, oradan doğru Irak. Cepte çil çil dolarlar, sekizbuçuk kere maşallah. Borsa tavanda, dolar düşmüş, YO arkadaşlarıyla sarmaş dolaş. Tam sırası, vakit geçirme yaz bir teskere. El mi yaman bey mi görelim bakalım. Hangi çılgın hayır diyecekmiş şaşarım, bendime sığmaz taşarım, Irak'a doğru 'yaylalar yaylalar' der koşarım.
Zamanlama müthiş. Beklediler beklediler turnayı gözünden vurdular. Şans mı desek, dirayet mi, yetenek mi bilmem ama bu sefer golü attılar. Darısı 11 Ekim'de millilerimizin başına.
..........
Yangını görüpte yüreği sızlamayan var mıdır acaba? Güzelim Burgaz alevlere esir olmuş yanıyor. Hangi kahrolasıca ellerin ihmaliyle çıktıysa, lodosunda yardımıyla gitgide büyüyor. Haber yayına hazırlandığında kontrol altına alındı deniliyordu ama gece uzun lodos güçlü. Bir ufak kıvılcım herşeyi altüst edebilir. İstanbul'un gözbebeği Adalar'ın çehresini değiştiren bu yangınlara sebep olanlar Allahından bulsun ne diyeyim.
..........
Yayınladığımız yazıların menşe-i şehadatnamesi olmadan alınıp kullanılmasına alışmıştık. Ama bu sefer işi biraz daha büyütmüş logomuzu alıp kullanmışlar. 5 Ekim tarihli YARIN gazetesinde 'Bir Kahve Molasında ticaret' başlıklı bir haber yapmışlar. Tam ortasına da bizim logoyu adlı adınca koyuvermişler. Yani konuyla ne alaka ise başlığa uygundur deyip kullanmışlar. Böyle bedava yayıncılık olurmu yahu? İnternetten arayıp bulup, kopyalayıp kullanana kadar otur kendin birşey yap. Birileri seminervari birşey düzenlemişler de onada bir logo bulmuşlar gibi olmuş. Sağolsun bir kahveci dostumuz uyardı da farkına vardım. Adamlara hemen bir eposta döşendim ama şu saate kadar bir cevap yok. Ben şimdi onların logosunu alıp 'Ağaç Yarıcıları Genel Kurulu' logosu yapmaz mıyım? 'YARIN dostlar YARIN' Yok arkadaş bu iş böyle olmayacak. Ben yarından tezi yok fligran araştırmasına gireceğim. Serpiştireceğim oraya buraya, güneşe tutup baktığında 'YUH' yazacak.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
Başüstüne : Em.Piy.Kıd.Alb. Hakkı Mert |
Şahsıma Örütbağ'dan elmek geldi
Efendim, siz muhterem okurlarım sağ olsun, şahsıma elektronik name gönderiliyor. Muharrirlik mevzuunda şahsımın tecrübesi olmasa da, hem sizler hem de naşir, NATO standartlarını aştığımı söyleyip, teveccüh gösterdiler netekim. Sağ olsunlar, var olsunlar.
Efendim, geçen haftalardaki neşriyatta bulunan bir makalemden sonra Mustafa isimli bir muhterem okurdan elektronik name geldi. Mustafa bey elektronik namesinde aynen şunları yazmış;
"Sayın Hakkı Mert,
Sizi Örütbağ'da gördüm, bu nedenle size elmek gönderiyorum. Yazılarınız ve tarzınız çok güzel. Çalışmalarınızda başarılar
Saygılarımla"
Efendim, muhterem bir okurdan takdir almak tabi ki şahsımı mesud etti, lakin elektronik nameyi anlayamadım. Güzide memleketimizin, Edirne'den Kars'a kadar hemen her yerini görevim nedeniyle görmüş olmama rağmen Örütbağ diye bir yeri hatırlayamadım. Mustafa isimli bir zat ile, tanıştığımı da hatırlamıyorum netekim. Viranbağ'ı, Ankara'da Seyranbağlarını ve Hasbağ'ı gayet iyi bilirim ama Örütbağ'ı çıkartamadım netekim. Filhakika, elmek ne? onu da çözemedim. Bir nevi peynir gibi geldi şahsıma. Memleketimizde bir sürü güzel peynir var di mi efendim? Civil peyniri, dil peyniri, hellim peyniri, koponesti peyniri, külek peyniri var. Elmek de öyle bir şey olmalı diye düşündüm.
Efendim iyi hoş, muhterem okur bir nezaket gösterip, şahsıma peynir göndermek istemiş olabilir netekim. Şimdi muhterem okura elektronik name ile bir sual sorup, "Örütbağ neresi?" Sen de kimsin? Elmek ne? denilir mi? denilmez, ayıp olur netekim.
Tekaüte ayrılmadan önce şahsıma verdikleri, askeri haritaları açtım baktım Örütbağ'ı bulamadım netekim. Orduevine gittiğimde bizim haritacı Osman Albayı buldum. Onun bilmediği köy, kasaba ve hatta dere yoktur. "Osman albayım, sen bilirsin. Örütbağ neresi dedim?". Filhakika, O da bilemedi. "Yayla olabilir Karadeniz'de" dedi. Olur mu efendim? Yaylada kompüterin ve internetin işi ne? Daha neler.
Diğer arkadaşlar da bize katıldılar ama bir türlü ne Örütbağ'ın neresi olduğunu, ne de elmek'in ne olduğunu çözemedik. Kimi peynir dedi, kimi zeytin.
Efenim, Allahtan kompüter mühendisi olan damadım Ferit imdadıma yetişti. Torunum Zeynep ile oynarken laf arasında kahve molası elektronik mecmuasından ve muhterem okurumdan gelen elektronik nameden bahsettim.
Damadım Ferit bana karşı çok saygılıdır ama kerata başladı gülmeye. Efenim meğer Örütbağ, İnternet'in öz Türkçesiymiş. Elmek de elektronik mektup kelimelerinin kısaltılmışı yani elektronik namenin öz Türkçesiymiş.
Efenim, güzel Türkçemizi ecnebi kelimelerden arındırmak takdir edilecek bir davranış ama ecnebi bunu bulmuş adını da İnternet koymuş. Sen bulsaydın, Örütbağ deseydin di mi? Bu yaşımda bana niye bulmaca çözdürtüyorsunuz netekim.
Ayrıca istirham ediyorum şahsıma peynir göndermeyin, evde yeteri kadar var. Kızım Ebru alıyor netekim.
Baki kalın muhterem okurlar.
Hakkı Mert piyade@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Misafir Kahveci : İlker Demir |
At gözlüklerinin cinsiyeti var mı?
Yolun kıyısından yürüyorsunuz. Kendinizi yürüyüşe ya da yürürken düşündüğünüz bir konuya kaptır mış yürüyorsunuz. Arkadan emredici bir kadın sesi, 'Bi tarafta dur da yürüyek!..' dese, revaçta ya, tam da Tamer Karadağlı'nın ses tonunu taklit ederek "a'na!" demez misiniz?.
Burası hayretin her türlüsünün rahatlıkla kullanılacağı yer.. Kadın formunu korumak ya da zayıflamak için yürüyüş yapıyor. Ayaklarında son moda ve pahalı bir marka spor ayakkabı..Kafası gözleri hariç eşarpla, gövdesi spor ayakkabılarına kadar uzanan mantoyla örtülü. Kadın yürüyüş yapıyor. Bir hayli de yüksek tempoda yürüyor. Yürümüyor, yürüyüş yolunda bir kuğu yüzüşüyle süzülüyor. Hani dörtnala koşan at, binicisini zıplatır, tırısa giden de. Rahvan giden atın üstünde minicik bir çocuk olsa düşmez. Teşbihte hata olmazsa, ki öyle derler, burada da dedik, kadın rahvan koşan at gibi yürüyor, kuğunun yüzüşünden ziyade. Nasıl yürürse yürüsün, sana ne be kardeşim! Sen mi tayin edeceksin kimin nasıl yürüyeceğini!. Herhalde öyle ama, şu yandan geçişlerde ve geçilişlerdeki durumlar olmasa. Kadın geçerken de, geçilirken de, yürürken attığı terden fazla ter atıyor. Yerel yönetimin kabahatı. Yürüyüş yolunu dar yapmış. Normalde yavaş yürüyüşle üç insan yanyana yürüyebilir. Ama tempolu yürüyünce eller daha fazla sallanacağı için ancak iki kişi yürüyebilir. Belediye yolu biraz daha geniş yapsa bu kadın bu kadar eziyet çekmeyecek. Kadın her geçişte öndekini uyarmayı ihmal etmiyor:'Bi tarafa dur da, yürüyek!' Öyle ya, geçerken eli eline değiverirse! Aman Allahııım! Hiç olacak şey mi! Aklından bile geçirme sakın! Kadın son derece hazırlıklı. Sürekli tetikte yürüyor. Geçerken uyarıyor filan bir çözüm buluyor ama ya şu ondan hızlı yürüyenler yok mu, onlar insanı çileden çıkarıyor..Yanından haşırt diye geçiveriyorlar. Kıllı elleri yanındakine mi değer, omuzu mu çarpar, hiç umurlarında değil. Pisliğin biri çıkar farkında değil, kasıtsızmış numarasıyla beğendikleri, gözlerine kestirdikleri bir popoyu avuçlayabilir. Ya öyle bir durum olursa, ne olur? Düşüncesi bile ne korkunç onun için!
Bu kadın bu koşullarda yürüyüş mü yapıyor, eziyet mi çekiyor? Bu sorun bir biçimde çözülmek zorunda. Aksi asla olamaz… Kadın geçişleri ve geçilişleri uyararak, sağa, sola, en kıyıya çekilerek çözüyor. Karşıdan gelenler sanki düşman askerleri! Sanki düşman mahallenin çocukları ya da gençleri kavga çıkarmak için gıcıklık yapıyorlar. Kardeşim herkes gibi aynı yöne yürüsenize! Erkek erkeğe kolkola girmiş, aheste aheste yürüyorlar. Bir Avrupalı görse fotoğraflarını çekip Türkiye'de eşcinsellik artıyora kanıt yapacak. Üstelik ikisi de bıyıklı. Ne bilecekler bıyık Avrupa'da neliğin simgesidir. Adamlar yürüyüş yolunda yürümeyi bilmezken onu mu bilecek! Bunlara uyarı da kar etmiyor. Hani bazısı uyarılınca yürüyüş yönünü düzeltmeyi bırak, yürüyüş alanını bile terkediyor. Garipler adeta küsüyor. Ama hepsi öyle değil ki. Beş parmağın beşi bir mi? Sen uyarıyorsun, onlar da seni uyarıyor:' Kadın hamfendisi, bu yol senin babanın malı mıdır? Burası kamunundur. İsteyen istediği gibi yürür. Kanun mu var dır, senin yürüdüğün yönde yürünecek diye? Allah, allaah!' Ba'ba kamu demeyi bile bellemişler.. Otobüslerde de iki demirden tutup geçişi önleyen bunlar.. Ne yapabilirsin?. İstediğin kadar kentlilik bir kültürdür, toplu yaşamda keyfi davranışlar zarar noktasında durdurulur filan, de. Senin yaptığın keyfidir diyecek ve biraz uzatırsan üstüne yürümek için de hazırlanacaktır. Öyle ya, o kadar kadının içinde kültür, mültür deyip madara mı edeceksin onu! İlkel beni henüz gelişmekte. Değin, bırak şimdilik. Ama ya zavallı kadın nasıl spor yapacak? Karşıdan gelenlere nasıl önlem alacak.. İnsanoğlu yaratıcı. Onlar tam yanından geçerken gardını alıp geçene kadar bekliyor. Sonra yürüyüşün diğer eziyetlerine devam.
Yürüyüş yolu haremlik selamlık yapılsa, çözüm olur mu acaba? Belki olur ama birileri, yürüyüş yolumuz laiktir, laik kalacak, diye slogan atarsa ne olacak? Bir kadın için arslan sosyal demokratları sokağa dökmeye gerek var mı? Ülke insanların hazır küllenmeye yüz tutmuşken, laik anti laik diye bölmeye gerek var mı? Yok.Peki nasıl çözeceğiz güzergahı en bi bir barış içinde? Onları engelleyemezsiniz. O karşıdan gelen 'erKEK'ler, kesinlikle istedikleri yoldan yürürler ve onları yollarından döndüremezsiniz. Onlara at gözlüklerini çıkarttıramazsınız… Dolayısıyla çözüm olmaz. Bu yolda beraber yürümeyi öğrenmenin dışında çözüm yok.
Çamur değil, mayın yok, yürüyüş yolunun yanlarında. Bu zavallı kadın neden mıknatıs gibi yapıştı yürüyüş yoluna? Kendince sakıncalı yerlerde yürüyüş yolunun yanından devam etse de, tehlike geçince yürüyüş yoluna geçse olmaz mı? Olur, neden olmasın! Çözüm var tabi ki, ama at gözlüğünün cinsiyeti yok!..
İlker Demir ilkerdemir@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Gencecik Kahveci : Sevil Yaman |
BANA KÜÇÜK DER MİSİNİZ?
İnsan ne zaman ve ne kadar büyür en çok. Büyümek, yaş sayısının artması mıdır ki, bir gün insanlar "sen artık büyüdün" diye başlarlar anlatacaklarına. Hiç kimse çok sayılı yaşlarına rağmen çocuk olamaz mı? Büyümek boyunun uzaması mıdır mesela? Ya da küçükken denecek yaşlarda üzerine bırakılan sorumluluk mudur insanı büyükmüş gibi gösteren? Aslında henüz büyümemişken... Büyümek, bir zamanlar şu ablam, bu abim evleniyor derken, artık şu arkadaşım bu arkadaşım evleniyor mu demek? Nedir büyümek? Var mıdır bir görecesi? Ben büyüdüm mü?..
Onu bunu bilmem ama büyümek en çok ta küçükken kurulan hayallerde güzelmiş. Hayali güzelmiş yalnız. Küçük kalmak çok kısa süreliymiş. Kelimenin anlamı gibi küçücük, kısacık... Olgun gibi davranmak olgunlaşmadan kazandırılmış bir davranış biçimiymiş.Hem de yaşamın sonuna kadar taşınması gereken... Sanki bir bayrak teslimi gibi nesilden nesile taşınması öğütlenmiş... Oysa insan yaşı neyse onu taşımalı ve onun gerektirdiği gibi yaşamalıymış bence. Ben böyle sevebilirdim büyüme evrimini. İtiraf etmek istediğim bir şey var benim. Sıkıldığım bir şeyler var. Büyümek gibi. Çok erken başlamışım büyümeye çünkü. Bu yürümek gibi, konuşmak gibi bir şey değil ki sevineyim. Küçükken "abla" sıfatına nail olup büyümüşüm önce. Sonra bir daha. Sonra bir süre yaşım gibi yaşadığım zamanlar(okul yıllarım), bir bakmışım ki eskiden annemin görevleri arasında olanlar yavaş yavaş bana devredilmiş. Annem emekli ye terfi etmiş bazı ev işlerinde.Annemin kızı büyümüş. Sonra iş hayatı başlamış daha lise ikinci sınıftayken.öyle bir başlamış ki, benim akranlarım okullarından yeni mezun olup çalışma hayatına başlarken, ben çalışma hayatımda beşinci yılımı doldurmuşum. Henüz 21 yaşımdayken. Üzgünüm, yaşayamadığım anılarım ve kendim için...Küçüklüğüme teknik bir arızadan ötürü son verilerek, büyüdüğüm için, üzgünüm...
Yaşadığım her şeyi sevmeyi bildim. Abla olmayı, annemin arkadaşı olmayı, çalışmayı çok sevdim. Olduğum yer güzel elbet. Ve gurur verici. Çünkü bu standartları sadece ben ve tek başıma uğraşlar vererek kazandım.Olduğum yer benim eserim. Hayatın içine attılar ben yaşamayı öğrendim. Belki de hayatı tek başına, kendinle kalarak tanımak ve tanımlamak daha da güzel. Tabii ki katılmıyorum bir çocuğunun üstüne titrenip ürkek bir kedi gibi yetiştirilmesine. Ancak kültürel değerlerimiz katmadan bahsediyorum; ailelerin çocuklarından görmek istedikleri gerçekler, anne ve babalarından gördükleri gerçekler gibi olmasa keşke. Dedim ya bayrak teslimi misali. Yaptırımlarla büyütülmüşler, büyütülüyoruz.
Belki beni anlamayabilirsiniz. Belki bende mübalağa etmiş olabilirim anlatımımda. İçimdekilere kelimelerim yetmiyor oysa. Bu ne kırgınlık, ne de kızgınlık,bu bir özlemek duygusu sadece. Bu bir yaşam biçimi değil ama, biçimlenmiş bir yaşamın anlatımı.Belki de bir çoğunuzun ki gibi...
Biliyor musunuz? Bazen iş ortamında bazı tepkilerimi sevimli bulduklarında "daha küçük bu"demelerini çok seviyorum ben. Hafta sonu sabahları annemin bazen beni uyandırmak için yanıma geldiğinde "benim küçük kızım"diye sevmelerini seviyorum. Kahve Molası'ndaki sloganım: Gencecik Kahveci' yi seviyorum.
Küçük oldum elbet ama küçük gibi yaşamadım pek. Ben büyü(tül)düm biliyorum, ama içimde bir çocuk kaldı, asıl o'yum ben. O'nu fark eder miziniz? Şu günlerde küçük olmayı çok özledim. Bana küçüksün der misiniz? Beni küçük gibi sever misiniz?
Sevgiyle...
Sevil Yaman
Yukarı
|
Misafir Kahveci : Ayşe Dikci |
HERŞEYE RAĞMEN
Seni sevdim, seni birdenbire değil usul usul sevdim
"Uyandım bir sabah" gibi değil, öyle değil
Nasıl yürür özsu dal uçlarına
Ve günışığı sislerden düşsel ovalara
Seni sevdim. Artık tek mümkünüm sensin.
(Gülten AKIN)
Sen bana aitsin...
Ne istiyorum biliyor musun? Kesinlikle konuşmak değil; seni hissetmek, gözlerimi kapatmak ve senin yanımda olduğunu bilmek; nefesini duymak, kalp atışlarının ritmine kalp atışlarımın ritmini uyarlamak...
Ne istiyorum biliyor musun? En kalabalık ortamlarda bile seninle baş başa kalabilmek, ruhundaki amansız fırtınalara ortak olabilmek, can suyun olup sana hayat verebilmek...
İtirafı zor bir söz...seni seviyorum. Çılgınca, uçuruma gözü kapalı atlayacak kadar, kutup soğuğunda pencerenin altında sabahlara kadar seni bekleyecek, özleyecek kadar, bir sözün için binlerce yıl işkence çekecek kadar...
Seni seviyorum....
Canına can ekleyecek, tüm ömrümü sana heba edecek kadar...
Seni seviyorum, seni anlatacak sözcük bulamayacak kadar.
Gene ve her defasında seni seviyorum, bir gün gelecek seni terk edecek belki de öldürecek kadar...
Sen bana aitsin, bunu hissettirmelisin bana. Seni asla başkalarıyla paylaşamam, her hücren bana ait olmalı,her sözün,her adımın,her nefesin,her şeyin...
Her şeyde seni görmeliyim.Dağlara, ovalara, denizlere baktığımda kalbinin enginliğini, insanlara baktığımda gözlerinin rengini. Her gözümü kapattığımda ise bir gül bahçesi görmeliyim; senle bana ait bir bahçe,hatta rüyalarımda bile seni görmeliyim.
Her sözüm seni anlatmalı, her kelimede sen gizli olmalısın,her bakışım sana kaymalı. Ve nefesimi dikkatli kullanmalıyım,en çoğunu seninle en azını başkalarıyla paylaştığım halde bile seni sevdiğimi tüm dünyaya haykırabilmeliyim.
Dolunaylı bir gecede yakamozları izlemeliyiz denizin üzerinde, dalgalar bizi anlatmalı sabaha kadar. Ilık ılık bir rüzgar esmeli ki senin öpücüğünü benim yanağıma, benim öpücüğümü senin yanağına taşımalı.Sonra ansızın garip, hoş bir koku dolmalı içimize, bedenlerimizi hissetmemeli ruhlarımızla anlaşmalıyız. Ve sen kulağıma,dünyadaki hiçbir sese değişmeyeceğim o güzel sesinle şunu fısıldamalısın: "seni seviyorum,seni seviyorum, seni seviyorum...." ve bu sözler hoş bir nağme olup, sabaha kadar kulaklarımızda çınlamalı. Daha da güzeli uzaya karışmalı ve keşfedilinceye kadar hiç durmaksızın dönüp dolaşmalı.
Evimiz yüreklerimiz olmalı; uykumuz ise,uyku diye bir şey olmamalı ki bizim için. Hiç uyumamalıyız ki birbirimize doyabilelim.
...........
Kirpiklerinin sayısını bilmeliyim, göz renginin tonunu, saçlarının şeklini ve her mimiğini ezberlemeliyim. Ta ki hiç yanılmayıncaya dek!
Yorulduğumda başımı göğsüne koyup dünyanın en güzel musikisi olan kalp atışlarını dinlemeliyim. Sen bana bir şeyler anlatmalısın ki sesinin tüm frekanslarını kaydedebileyim.
Ellerine dokunduğumda şimşekler çakmalı, yıldırımlar düşmeli ve ben tüm ruhunu okuyabilmeliyim.
Yüzünün tüm çizgilerini ezberlemeliyim ki her yeni çizgiden haberim olsun. Hatta hücrelerinin sayısını bileyim ki ölen hücreler için yas tutayım yeni doğanlar içinse şenlik yapayım.
Seni seviyorum, acımasızlıklara, açlıklara, nefretlere, dünyanın tüm kötülüğüne rağmen.
Seni seviyorum, HERŞEYE RAĞMEN...
Ayşe Dikci adikci@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu |
"Saldırı", "Cennetin Keşfi", "Prosedür" gibi eserleri olan Harry Muslisch adlı Hollandalı yazarın kavramak ile ilgili sözlerini hiç unutamıyorum...
"Ne için okuyoruz?" sorusuna "Anlamak ve fark yaratan bir kavrayışla hayata yeniden katılmak için okuyoruz!" şeklinde bir cevap vermiş ve o hayatın hem bizim, hem de başkalarının hayatı olduğunu vurgulayarak bu anlama eyleminin ciddi bir hazırlık gerektirdiğini de sözlerine eklemişti. Anlamanın, bir konuyu derinlemesine idrak edip kavramanın, başlı başına bir duygusal yatırım süreci sonunda gerçekleştiğini, bunun için bazı konulara yaklaşırken her günkü zihinsel kimliğimizden uzaklaşmak gerektiğini belirtmek üzere şuna benzer şeyler söylüyordu bir sohbetinde...
........
Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_177.asp
Devamı var
hasmetoglu@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur. Kahve Molası bugün 3.473 kahveciye doğru yola çıkmıştır. |
Yukarı
|
MEVSİMLERDEN HEP EYLÜL
Her şeyden bıktığım anda
Seni yaşarım iliklerimde
Bilirim ki orda bir tek sen nefes alacak yer bulursun.
Aslında olay seni yaşamak mı, yoksa
Seni yaşarken içimdeki çocuğu yaşamak mı bilinmez.
Gözlerime tanıdık bir akşam çöker
Aynı bana geldiğin o buruk Eylül akşamındaki gibi bir akşam...
Anlarım ki bu gece uzun olacak...
Böyle zamanlarda her akşam aynı gelir bana
Sanki hep yanımdaymışsın gibi.
Zamansa hep Eylül'de takılı kalmıştır
İçime nefes diye yokluğunu çekerim ağır ağır
İşte ben o an yaşadığımı anlarım
Sula Özpromodos
<#><#><#><#><#><#><#>
GİDEMİYORUM
Bir adım atmak istiyorum yarınlara yapamıyorum.
Bir ümit arıyorum her güneşin batışında bulamıyorum.
İçimde hep anılar, hep geçmiş dolanıyor
Perde perde, sayfa sayfa iniyor yokluğun
Kaçmak istiyorum kaçamıyorum...
Bir an öfkeyle doluyorum, ürperiyorum düşüncenden
İsyan ediyor bütün bedenim varlığına
Kelimeler... kelimeler anlatamıyor sana olan hırsımı
Anılarım bile çoktan silmiş seni sonbahardan
Öyleyse nedir içimde duyduğum bu acı?
Bu kıvranış, bu soluk nedir yüreğimde?
Yanlış bir yolun başında yalnızlıktan boğuluyorum!
Sesinle dolu olan bu kaldırımlarda artık kayboluyorum!
Hatalarıma, varlığına, yokluğuna isyan ediyorum
Gitmek istiyorum,
Ama ardıma seni katıp da gidemiyorum...
Sula Özpromodos
Yukarı
|
BEN ONA “OK” DEDİM Mİ?
Türk dostu bir Amerikalı. Sanırım Koç Şirketleriyle ilgili bir iş yapıyor. Yanılmıyorsam “Verimlilik Danışmanı” İstanbul’a geldiğinde hep Divan Oteli’nde kalıyor. Çevresindekilerle Türkçe konuşmaya da büyük özen gösteriyor. En sevdiği şeyler ise, otelin önündeki simsiyah renkli bir “İmpala” taksiyi, özel arabası gibi kullanmak ve oldukça az konuşan Ordulu şoförüyle sohbet etmek.
Bir gün sonra, sabah uçağıyla ülkesine döneceği için, otele dönerken şoföre:
- Yarın var hava meydanı gitmek. Saat tam yedi. Ben bekliyor seni... Otel önünde.
Ertesi sabah:
Saat 07:00 Ordulu ortalıklarda yok. Amerikalı son derece tedirgin.
Saat 07:15 Amerikalı durumu resepsiyona bildiriyor.
Saat 07:17 Siyah “İmpala” salınarak otele geliyor.
diğer taksilerin durduğu yere yerleşiyor.
Otel yöneticileri kızgın:
- Adam sana saat yedi demiş. Sen niye bu kadar geciktin?
- De bakiim ona. Pen hiç, oçey temiş miyim?
<#><#><#><#><#><#><#>
Ne var olum ne bakıyong, şebek mi oynuyorg?!..
Yukarı
|
KAHVE MOLASI : Yemek Daveti
Kışa girmeden yapalım dedik bir yemek,
Yemek bahane elbet, maksat muhabbet,
* * *
Yemek dediğin değil mi bir nebze atıştırmak,
Önemli olan yazar-okur dostluğumuzu katıştırmak,
* * *
Yatışır birkaç lokma ile açlığımız nasıl olsa,
THEO Restaurant'da kadehler neşeyle dolsa,
* * *
O neşeyle sirtaki bile beklemez gönlümüz,
Felekten bir gece daha çalacaksa ömrümüz,
* * *
Belki de milli maç sonrası Bağdat Caddesi'ne çıkarız,
Kırmızı-Beyaz, Kırmızı-Beyaz diye ortalığı yıkarız,
* * *
11.Ekim.2003 - Cumartesi gecesi sıvayalım kollarımızı,
Bekliyoruz yazar-okur tüm Kahve Molası dostlarımızı...
Yemek bedeli 35 milyon olup, katılmak isteyenlerin Editör'e mail atmaları önemle rica olunur.
Son Bildirim Tarihi : 8.Ekim.2003
Yukarı
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://www.ucansupurge.org/newhtml/
...Yerel Kadın Muhabirler Ağı Projemizin yeni muhabirlerini bulmak üzere geldiğimiz Güneydoğu Anadolu'da çalışmalarımız sürüyor. Bu hafta Mardin'den sesleniyoruz ama geçen hafta Adıyaman ve Şanlıurfa'da neler yaptık, önce onları aktaracağız...
http://www.anket-online.com/raporlar/26.htm
Türkiye ve Türk insanı hakkında yapılmış olan araştırmaların sonuçlarını alabileceğiniz sağlam bir piyasa araştırma raporu. Ayrıca raporlar index sayfasına giderek diğer araştırmalar hakkında da raporları bulabilirsiniz.
http://www.ichhabkeininternet.de/flash/filme/smoke.swf
Sigara hakkında geçmiş dönemlere dair yapılmış şirin bir flash animasyon. Lütfen sigara içenleri dışlamayın. Onları sevelim ve koruyalım; çünkü bu hayatta görebileceklere pek fazla bir şey kalmadı.
http://www.siriusufo.org/index_t.asp
Gerçekten varmı? Yoksa hepsi birer uydurmamı bilinmez ama; dünya dışı varlıklarla ilgili hikayeler her geçen gün artmaya devam ediyor. Sirius Ufo Uzay Bilimleri araştırma merkezi derneği, yönetim kurulu başkanı Haktan Akdoğan bey'e saygılarımla.
akin@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
Tetrix v1.91 [5.6M] W9x/2K/XP FREE
http://www.chronos-central.com/
Fazla söze hacet var mı? Tetris işte. Ancak bunu diğerlerinden ayıran özellik, bitakım skinler kullaranak görüntüleri tamamen değiştirebiliyorsunuz. Tek kişi, iki kişi ve internet üzerinden oynayabiliyorsunuz. İnternet üzerinden oynamaya kalktığınızda biri sunucu oluyor diğerleri ona bağlanıp oynuyor. 6 kişi rahatlıkla oynayabiliyor ve aralarında chat yapabiliyorlar.
Yukarı
|
|
|