KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?

 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Kütüphane
 Kahverengi Sayfalar
 FİNCAN/SİPARİŞ
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)


PDF Versiyonu





Kahveci Soruyor?



KAHVERENGİ SAYFALAR



KAPI KOMŞULARIMIZ

Üç Nokta Anlam Platformu


Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 361

 8 Ekim 2003 - Fincanın İçindekiler

 Editör'den : İçimiz fesat n'apalım?!..


Merhabalar,

Dünkü yazımda teskere mi tezkere mi derken teskerede karar kılmışım ama yanlış yapmışım. Hoş oylamadan sonra tezkere kabul görünce mehmetçikler 'Gel teskere gel teskere' demeye başladıklarından anlam da bir farklılık olmamış. Geçir tezkereyi yolla Irak'a, ver teskereyi dönsün ana kucağına. Sonuç sürpriz olmadı sanırım pekçoğumuz için. Gidişat belliydi zaten. İlk iki oylamada yüreğinin sesini dinleyenler son oylamaya paranın sesi eşliğinde geldiklerinden direnme gücünü bulamadılar zahir. Hele birde seçim iptaliyle koltuktan olma tehlikesini yaşayınca 'Aman ha' deyip sevgili başkanlarına selam durdular. Hayırlı uğurlu olsun. Atın tek nalını buldular sevindirik oldular, geride 3 nal birde at var. Ne nereye gideceğimiz belli, ne de bizi davul zurna karşılayacak kılıç kalkan ekibi var. Geçici Irak hükümeti Türk asker'inin gelişini oybirliği ile reddetmiş. Vay başımıza gelenler. Biz adamlar için onca iyilik düşünelim, onların ettiğine bakın. Kardeşim sizin yaptığınız savaş etiğine sığar mı?

Tezkere çıkarılmaya çalışılırken Burgazada yanmaya devam ediyordu. O güzelim adanın yarı yeşili yok oldu dile kolay. Yanan evler, yıkılan yuvalar, sönen ocaklar, içler acısı bir manzara. Bunun bir sorumlusu olmalı, olmalı da kim olmalı? Çöp dedik olmadı. Çöp alanının etrafı yemyeşil duruyor. Kozalak dedik oda olmadı. Çatlayan kozalaklar 6 tane ahşap evi atlayıp aradaki betonarme evi yakınca kozalak balonuda patladı kanımca. Geriye kala kala kahrolasıca eller kalıyor ki işte asıl acı olan da bu. İşimiz karanlık senaryolar üretmek olduğundan hemen aklımıza birtakım alicengiz oyunları geliyor doğal olarak. Şöyle bir düşünelim. Şimdilik sümen altı edilerek unutturulmaya çalışılan ama ilk fırsatta aynı haliyle tekrar pişirilip önümüze getirilecek nurtopu gibi bir orman kanunumuz var biliyorsunuz. Hani şu kimlere nereleri peşkeş çekeceği belli olmayan kanundan dem vuruyorum. Rivayetleri muhtelif bu kanunu beyninizin bir yerinde tutun şimdi. Sonra birkaç gün önceye dönün. YSK tüm başvuruları reddedene kadar birilerinin en azından tedirgin olduğu 3 Kasım sahtekarlığını hatırlayın. Biranda başvurular reddediliyor tüm tedirginlikler bitiyor, bu hükümetin koltuğu sağlama alınıyor, çıkaracağını söylediği kanunların gerçekleşme olasılığı artıyor ve birtakım karanlık kafalar derin bir 'Ohhh' çekiyor. Hemen akabinde haftabaşı sözleşmiş gibi güzel memleketimin 11 ayrı yerinde orman yangınları başlıyor. Burgazada da kurbanlar arasında. Siz olsanız o beyninizin bir kenarında tuttuğunuz orman kanunundan medet uman orman ayılarının bu yangınların müsebbibi olduğunu düşünmezmisiniz? Düşünürsünüz, düşünmelisiniz de... Diyeceksiniz ki yahu adamlar bir tarih belirlediler, o tarihten sonra kullanılamaz hale gelen orman alanları kanun kapsamı dışında kalacak. Ha ben de size dayanamaz nah kalacak dersem lütfen kızmayın. Elinizi vicdanınıza koyunda bir düşünün. Bu memlekette kimin ettiği yanına kar kalmadı. O alanların tekrar eski haline dönmesi için 50 yıl lazım, o zamana kadar oralara ne gecekondular ne gündüzkonakları dikilirde ruhumuz duymaz, haksız mıyım? Dedikya işimiz buluttan nem kapmak. Bende bu zamanda çıkan yangınlardan işkillendim arkadaş. Yanılıyor olmaya da dünden razıyım!...

..........

Şu yemek işi gene ilgisizlikten yatak döşek yatıyor.Görünüşe göre 25-30 kişilik bir grup halinde felekten bir gece çalınacak. Oysa asıl amaç hergün internet aracılığıyla görüştüğümüz kahvecileri aramızda görmekti. Bir sorun var ama anlayabilmiş değilim. Bu konuda şaka yollu bir ankette açtım, bakalım sonuçlar ne gösterecek. Bu arada bir sevgili kahvecinin isteğine uyarak, şu ana kadar yemeğe katılacağını bildiren kahveci yazar dostlarımızı sizlere söyleyeyim istiyorum. Belki hayranları sırf onlarla tanışmak üzere aramıza katılırda biz de sahiban oluruz. Efendim o gece, Ahmet Altan, Ahmet Şeşen, Mehtap Akdeniz, Tanju Akdeniz, Ebru Kargın, Serpil Yıldız, Mehtap Yıldız, Cüneyt Göksu, Filiz Kaya, Akın Ceylan, Leyla Ayyıldız, Sait Elibol, Ayşe Nur Doksat, Işık Etkin, Aycan Sağlam ve bendeniz cennet kuşu orada olacağız. Liste önümde olmadığından atladıklarım olabilir kusura bakmasınlar. Bu arada Mehmet Emin Arı, Hasan Yüksel, Mustafa Uyal, Yankı Yazgan, Zeynep Özbatur gibi dostları da aramıza katmak için çalışmalarımız sürüyor. Eğer tarih tutarsa Fransa'dan Suna Keleşoğlu'da bizlerle olacak. İstanbul'da olupta bizlerle birlikte olamayacak yazar dostlara sitem etme hakkımızı saklı tutarak hepinizi bu akşama kadar kararınızı verip aramıza katılmaya çağırıyorum.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

Yukarı

Rana Aslanbay

 Mektebişahane : Rana Aslanbay Aydın


   PORTRELER : ZEYTİN

Yeni bir günün sabahında, yataktan neşe içinde kalkmak ile somurtarak kalkmak arasındaki o ince çizgide insanı en çok yönlendiren şey sanırım uyku ile uyanıklık arasında olunan dönemde dış dünyadan uyku dünyasına sızmakta olan seslerin niceliği.

Görmekte olduğunuz rüyanın, dış dünya sesleri ile biçimlenmekte olduğu anda, göz kapaklarınızı aşmaya çalışan pırıltılı-güneşli bir ışık bile olsa, kulağınıza ulaşan mutsuz ve karamsar sesler, bütün gününüzü olumsuza doğru göndermez mi? Ya tam tersi; yani o anda kulağınıza gelen kahkaha sesleri... İşte bunun tadına doyum olmaz. Bir de düşünün ki her sabah bu kahkaha sesleri ile uyanıyorsunuz, evde neşeli bir koşuşun ayak seslerini duyuyor ve bu neşeye bir an önce katılabilmek için yataktan fırlıyorsunuz. Ve bütün bunları yaratan minicik, simsiyah ve tüylü bir yaratık.

Bir Aralık gecesi, soğuktan kaçıp sığındığı paspasın üzerinde bulup, karnını doyurduktan sonra evimize yerleşmesini engelleyemediğimiz minyon ve sevimli yaratık. Kapı eşiğinden içeri adım attığı andan itibaren, alışılagelmiş "insanın hayvanı sevmesi eylemini" tam tersine çevirmiş ve sokaktan kurtarılmanın verdiği minnettarlıkla insanı seven ve bunu muhtelif biçimlerde abartılı hale getiren Zeytin'imiz.

Sabahları uyanışımız, işten eve dönüşümüz gibi durumları sevinmek ve bize olan sevgisini belirtmek için bahane haline getiren, bizi sevmesinden zaman zaman yorgun düştüğümüz, evimizin dördüncü ferdi.

İşte yine Zeytin'li bir sabah daha; gözümü açmadan önce evin benden önce uyanan ferdleriyle olan didişme, şakalaşma sesleri, ardından Zeytin'in, gördüğü ilgi sonucu sevinçten ne yapacağını bilemez bir halde sağa sola koşarken parkelerde kayması ve bir yerlere çarpması sonucu çıkan sesler...

Bu kadarı zaten yeterince komik iken, ikinci darbe gözümü açtığım anda, bu anı nasıl anladığı bilinmez, yerden üzerime sıçrayıp daha havada iken hırıldamaya başlaması ve üzerime düştüğü anda da burnumu yalamaya başlaması ile geliyor. Hadi gel de mutsuz umutsuz ve karamsar kalk bakalım yataktan. Gerçi tabii ki bu özlenecek bir durum değil ama yine de insan hayatında, ciddi olarak kalkıp, ciddi ciddi hazırlanıp, yine ciddi bir toplantıya gitmek üzere evden çıkması gerekebiliyor.

Lakiiiin bizim evimizde bu mümkün değil. Sabah evden çıkmayı başardığımızda bir komedi filminden çıkmış ve gülmekten karnımız ağrımış gibi deşarj olmuş ve gevşemiş buluyoruz kendimizi. Minik tüylü ve sevgi dolu stres topumuz güne iyi başlamamızın ve akşamına da iyi bitirmemizin baş sorumlusu.

Şimdi diyeceksiniz ki "e bari biz de bir kedi alalım eve" ama iş bu kadar kolay değil. Kendimi bildim bileli farklı veya aynı zaman sürecinde bir bazen iki ve hatta bir keresinde toplam 9 adet hayvanla (1 kurt köpeği + 1 anne kedi + 5 yavru kedi + 1 kanarya ve 1 balık) birlikte yaşadım ama, yine en az bu kadar komik ve dejenere kurt köpeğim dışında, böylesine eğlenceli bir hayvanım daha olmadı. Hele hele Zeytin öncesinde, görüntü olarak son derece alımlı, kaliteli ve pahalı siyam kedimiz Siyami, evde yaşadığı 3 hafta içinde evi temizlik(?), düzen ve koku açısından tamamiyle farklı bir hale getirmek başarısını gösterince, evimizi dezenfekte etmek zorunda kalmış ve hayvan maceramıza son versek mi acaba diye düşünmeye başlamıştık.

Ama olan oldu ve bir Aralık gecesi bu küçük hanım gelip evimize yerleşti, bize sormadı bile. Artık 4 kişilik, bol gürültülü ama çok neşeli bir aileyiz.

Rana Aslanbay Aydın
rana@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Misafir Kahveci : Aysın Koşan


BU ARALAR

Geçenlerde Ortaköy sahilinde duvara oturmuş denizi seyrediyordum. Pek çoğunuzun yaptığı gibi bir yandan suyun altında olan biteni keşfetmeye çalışırken öte yandan da deriiin düşüncelerin rüzgarıyla doldurmuştum aklımın yelkenini.

Çok sayılmayacak bir yaştayım. İyi kötü pek çok şey yaşadım ve biliyorum ki bunların arasında yaşamadıklarımın sayısı hayli fazla. Aralarında yaşanılası olanlardan çok hiç bir zaman deneyimlemek istemeyeceklerim de var elbet....

Uzun zamandır bir türkü tuturmuş gidiyormuşum. Etrafımdakilere de öğretmişim bir vakit nakarat kısmını. Onlarda bana eşlik eder dururlarmış. Bir günde hayatım 180 derece değişti. Aslında bu kadar büyük bir değişimin içinde olduğumu anlamam neredeyse 6 ayımı aldı. Ben sadece mavi ve tonlarını idrak ettiğimi zannediyordum bu süre zarfında oysa şimdi şimdi farkediyorum gelinciğin kırmızısını, yaprağın yeşilini, toprağın kokusunu.......da algıladığımı. Bunları anlıyormusun gerçekten acaba ? dedi bir ses ben kayanın dibinden çıkan yengeci seyrederken. Bilmem? (son zamanlarda çok sık kullandığım bir kelime oldu bu da... bilmem! ) Anlıyor muyum acep?. : -)

Ne zor bir soru? Şu an'ın gerçeği ile geleceğin gerçeğini bilebilir mi insan. Aynı noktaya bakıp hep aynı şeyi görebilir mi acaba? Ya da görmesi midir doğru olan? Bu herşey için geçerli midir? Yani gerçek hiç değişmeden hep aynı mı kalır? Ben her seferinde o şeyi herşeyiyle görebilir, algılar ve doğrulayabilir miyim? Zaman zaman içinde bulunduğum duygusal veya mantıksal bakış açımla duruma göreyle yontmuyor muyumdur gerçekleri? Bu arada Gerçek her ne ise tabii.. Değişmeyen tek şey değişimdi hani. Koskoca kainat değişiyor da iyi - kötü mü değişmeyecek. Biraz sosyoloji tarihine bakılsa tüm kıvraklığıyla masanın ortasında dans ediyor olmayacakmı bu yanağı benli kırmızı güllü GERÇEK isimli çingene.

Tüm bunlar ve tabii ki ardından gelen kelimeler beyinimin içinde sıkışıklık yaratmaya başlamıştı bile. Koladan alınan yuduma sigara(lar) da eşlik ama ne çare. Başladı işte o ağırlık hissi omuzlarımın üstünde yine . Belim büküldü sanki. Neye inanacağım ben?? Bir ben vardım ki bildiği doğrulardan vazgeçmem diyen. Aşk parantezinde doğrular kayboldu bir an değişti herşeyim. Bilim denen istatistik topluluğuna mı sırtımı yaslamalı seansları 100 dolar olan psikiyatristlerin koltuğunda yoksa Tibet 'te yaşayanlara mı sığınmalı.... derken suyun içinde diklemesine hareket eden birşey gördüm. Yaw... dedim, şu işe bak sen bulmaca çözerken, offf çok şükür derken, ....... mıç, o da gelsin burada İst. 'un tam orta yerinde sahile doğru tüm anarşistliğiyle yüzsün iyi mi?.. işte hayat bu ! mu demeli yani. Sanırım o sırada gözüme ilişti içe doğru bir kuyruğun varlığı. Daha neler, yani mok kuyruk taktı gidiyor mu boğaz sularında egeye doğru derken burnunu farkettim o şeyin.

Eh arkadaşlar ne diyeyim... denizanaları-poşet ve türlü çöpleri görmeye alıştığım bu sularda böyle bir şey göreceğim aklıma hiç gelmedi. Ama a-ha orada yüzüyordu işte. Evet evet o bir denizatıydı. İnanılır gibi değil. Ben ki ne çok düşkünüm böyle şeylere görünce tanıyamadım işte. Zor tuttum kendimi sevinçten çığlık atmamak için. Neee Aysın nereye mi gidiyor? Hani omuzlarım ağırlaşmıştı hayata dair düşündüklerimle. Ne olacaktı bu haller mi?.. Walla geçti gitti. Şu parmak kadar olan masalsı şey bile tüm pisliğimize, tüm özensizliğimize, varoluş adı altında tüm bencilliğimize.... rağmen Ortaköy ün sularında hayatta kalmış. Umut totosuna bir kuyruk tatmış acıkda burnu uzamış yüzüyor bu sahilde... Siz kızıldenizin ikiye ayrılmasını bekleye durun, bana benim gördüğüm mucize yeter de artar bile... : -))))

Hepinize tatlı uykular şu saatte. E benimde öteki alemlere gitme zamanım gelmiş de geçiyor bile!!

AYSIN (Aysu)
aysin@kahveciyiz.biz

Yukarı

Mehtap Akdeniz

 Ters Köşe : Mehtap Akdeniz


   Yorum Yaz-Oku

'Yorum Yaz/Oku' fırsatından önceki zamanlarda başka başka okurların yolladığı maillerde bana gelen sorular ve verdiğim cevaplarından oluşan kısa bir söyleşi var aşağıda. Kuşkusuz bütün yazışmalar aşağıdaki gibi değil, bolca dertleşme, birbirimizi doğru anlamaya bolca çaba ile dolu pek çok satır gitti geldi okur yazarlar arasında.

Soru ve cevaplara sadık kalarak derlediğim bu yazıyı; vakti zamanında 'Yorum Yaz/Oku' bölümünden mahrum okurlarıma ve 'Yorum Yaz/Oku' bölümü maduru yazarlara ithaf ediyorum.

Soru: Resminiz niye ters?
Cevap: Dikkat çekmek için.

Soru: Kıskançlık bilimsel olarak kabul gören bir duygudur, bilemem haberiniz var mı? Size bilimsel kitaplar okumanızı öneririm.
Cevap: Benim tepemi attırmayın, öyle bir yazı yazarım ki, bir tarafa kıskançlık nedir bilmeyeni (yani beni); bir tarafa da kıskançlıktan gebereni (yani seni) koyarım. Sonunda bütün kıskançlar olarak iyot gibi açıkta kalıp topluca bilimsel olursunuz.

Soru: Nasıl bu kadar içten olabiliyorsunuz?
Cevap: Bazen içimden kendimle konuşmak geliyor, hem konuşup hem yazınca sonuç böyle oluyor..

Soru: Olayları çıplak gözle görebiliyorsunuz gerçek hayatta her zaman böyle misiniz?..
Cevap: Her zaman değil, genelde banyo yaparken çıplak olurum, yıkanırken de kendi kendimle konuşurum ancak; duşta yazamıyorum.

Soru: Epeydir bu siteye aboneyim, ilk kez bir yazınızı okudum. Merak ettim. İnsanları bazı davranış ve duygularından dolayı yargılayıp, alay etme hakkını nereden buluyorsunuz?
Cevap: Benimkisi bir nevi cahil cesareti, sen beni okumamaya devam et.

Soru: Yazılarınızda kullandığınız pek çok kelimeyi TDK sözlüklerinde bulamıyorum? Bir yazının 'yazı' olması için bazı kurallara uygun olması gerekmez mi?
Cevap: Bu bir mesleki deformasyon. Kısa ve çarpıcı anlatım mecburiyetinden mütevelli, genelde reklamcılarda görülür. Halkıma kazandırdığım pek çok kelime ve slogan var. En ünlüsü 'Lay lay loom'dur. Bir dergide hikayesi çıktı vakti zamanında. (İnanmıyorsan Zeynep Özbatur'a sor). Bir yazının 'yazı' olması için ne gerekir bilemem ama benim için 'okunması' yeterli.

Soru: Nasıl yıldız olunur?
Cevap: Işık saçarak. (M.E. Arı'nın dediği gibi: Çatlaklar iyidir, ışığı sızdırırlar).

Soru: Sizi neşeli, deli dolu, gürültülü ve enerjik biri olarak düşünüyorum, her zaman böyle misiniz?
Cevap: Evet her zaman öyle olduğum söylenebilir. (Yalana bak!)

Soru: Günlük tutuyorum..İleride sizin gibi güzel şeyler yazabilir miyim acaba? Yazmaya nasıl başladınız?
Cevap:Günlük tutmayarak. Aşk mektupları yazarak oldum denebilir. Komşunun oğlu olan hariç, sevdiklerim hep başka şehirlerdeydi. Ayrıca lisede kızlara izdivaç garantili aşk mektubu yazardım. Hepsi yazıştığım çocuklarla evlendi.

Soru: Bugün çıkan yazınızı okudum. Kaç prensi kurbağaya çevirdiniz sayabildiniz mi?
Cevap: Eksilmesinler diye hiç saymadım.

Soru: Yazılarınızın her biri bir kitap olabilir. Kitap yazmayı düşünüyor musunuz?
Cevap: Evet düşünüyorum, adı bile hemen hemen belli 'Ne haliniz varsa görün!'. Komaya girdikten sonra baskıya verilmesi şartıyla, yazacağım.

Soru: Sevgiliniz var mı?
Cevap: Bilmiyorum.

Soru: Size değilse bile, kaleminize hayranım..Hikayeleriniz gerçek mi?..
Cevap: Ben de size değilse bile ifadenize hayranım.

Soru: Bugünkü yazınızdaki erkeklere bakışınız harikaydı. Ben ve oğlum size çok teşekkür ederiz.
Cevap: Bana teşekkür edeceğinize, yazıyı evdekine okutun da size iyi baksın.

Soru: Bu siteyi nişanlım tavsiye etti, sizi mutlaka okumam gerektiğini söyledi. Bütün yazılarınızı defalarca okudum. Sizi çok sevdim, ama içimi kemiren bir şey var... Ne olur beni affedin. Nişanlım sizin ona aşık olduğunuzu söylüyor.. Gerçi artık ayrıldık.. Önemi de yok, isterseniz cevap bile vermeyin...
Cevap: (İçimi okudu zahir yazımı okuyacağına). Benim de içimi kemiren bir şey var. Ben birine aşığım ve niye benim bundan yine haberim yok?. Nişanlın tüymek için sana kıvırmış. Şimdi hemen gidiyorsun bir çift zil alıyorsun ve çıkı çıkı yapıyorsun tamammı güzelim..

Bir dakika telefon çalıyor..

- Alo!
- Alo! Bu saatte sizi rahatsız ettiğim için özür dilerim.. Telefonunuzu çok uzun araştırmalardan sonra buldum.. Bu yazıları yazan kadının sesini duymak istedim izniniz olursa tabi.
- Alooooo!!!!!!!! İyi duydun mu?
- Rahatsız ettiysem özür dilerim, hemen kapatabilirim.
- İzninizle biraz ters konuşacağım... Burası umumi telefon değil, ev telefonu. Evimin telefonunu bu evde yaşayanlar tarafından tanınan ve/veya numarayı benden alan kişilerin dışındakiler arayamaz. İyi geceler sayın okur, sana telefonumu ben söyleyene kadar da okur noktasında dur...
KÜTTTT!!!!
YUHHHH!!! Sonra mail atmış özür mözür ıvır zıvır..
Bak şimdi tepem attı bundan sonraki sorulara ters ters cevaplar vereceğim..

Soru: Sadık bir okuyucunuzum. Bu gün beni çok şaşırttınız.. Sizin müslüman bir militan olabileceğinizi hiç düşünmemiştim.
Cevap: Dua et okurum, sen sadece şaşırmışsın, ben oracığa yığıldım.

Soru: Sizin hayata bakışınızda önemli rol oynayan birileri var mı? Varsa kimler?
Cevap: Çocukluğumda mahalleden Canavar Fatması, yeni yetmeliğimde teypten Erkin Koray, gençliğimde üniversiteden felsefe profösörüm Ahmet Arslan etkiledi beni. Şimdilerde ise yazdıklarımı okudukça kendimden etkileniyorum.

Soru: Yazınızdan çok iyi bir reikici olduğunuz anlaşılıyor. Meditasyonu nereden öğrendiniz?
Cevap: Bir yazı ve yazarı nasıl bu kadar yanlış anlaşılabilir? Okuduğunu doğru anlamayana bir ben çarparım bir de yer çarpar, redört'ü, medibeş'i nereden öğrendiğimi anlarsın.

Soru: Size benzemek isterdim, sizin gibi olmak için ne yapabilirim..
Cevap: Estetik operasyon.

Soru: Sizinle sık sık yazışabilir miyiz?
Cevap: Kahvemolası'na yazı yazmayı tercih ederim.


Beni mail yolu ile öven, yeren, geren, yol gösteren ve seven herkese sonsuz sevgilerimle...

Mehtap Akdeniz
mehtap@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Café d'Istanbul par Mustafa Serdar Korucu


Merhaba,

Bugün sizlerle ilk olarak Türkiye'de çok tanınmamasına karşın Batı'da büyük hayranlık uyandıran sufi müziğini dünyaya dinleten Ömer Faruk Tekbilek'in son albümü "Alif"i, ardından Fransız sinemasının II. Dünya Savaşı'na bambaşka bir açıdan yaklaşan "Herkes Kendi Yoluna"yı ve son olarak ünlü yazarımız Nedim Gürsel'in ilk kitabı olma özelliğini taşıyan "Uzun Sürmüş Bir Yaz"ı paylaşacağım.

Keyifle dinlemenizi, izlemenizi ve okumanızı dilerim.

ALİF / ÖMER FARUK TEKBİLEK :

Kültürümüzün önemli bir parçasını oluşturmasına rağmen ne yazık ki ülkemizde gereken önemin verilmediğine inandığım sufi müziğinin ustası, World Music ve caz sevenlerin yakından tanıdığı Ömer Faruk Tekbilek, "Dance Into Eternity"nin üzerinden iki yıl geçtikten sonra son çalışması "Alif"i çıkarttı. Özellikle Avrupa ve Amerika'da "en ünlü Ortadoğulu müzisyen" olarak anılan Tekbilek, mistik müziğin bugüne kadarki en önemli temsilcilerinden biri olarak kabul ediliyor. Ünlü sanatçı, Ofra Haza, Nusret Fateh Ali Khan, Don Chery, Simon Shaheen, Karl Berger, Brian Keane gibi dünyanın en ünlü caz ve etnik müzik sanatçılarıyla pek çok çalışmaya imza attı. Batının çok da tanımadığı melodilere sahip Türk müziğinin eşsiz enstrümanları bendir, bağlama, def ve tanburu müziğinde sıkça kullanan Tekbilek, ayrıca neyzen olarak da haklı bir üne sahip. Müziğine doğadan sesleri de ekleyen ünlü sanatçının Briane Keane ile yaptığı "Beyond The Sky", "Mystical Garden" ve "One Truth" albümleri Batı'da olduğu kadar Türkiye'de de belirli bir kesimin ilgisini çekmişti ve bence mutlaka dinlenmesi gerekir. Amerika'nın en iyi prodüktörleri arasında gösterilen Steve Shehon ile yaptığı son albümü "Alif" önceki çalışmalarından daha farklı bir sounda sahip olmasına karşın kesinlikle hayranlarını tatmin edebilen bir çalışma.

2001 Akbank Caz Festivali çerçevesinde Türkiye'de ilk kez canlı performansını izlediğimiz Ömer Faruk Tekbilek'e son albümü "Alif"de Yunanistan'dan Glykeria, Bulgaristan'dan Galina Durmushliyska, Türkiye'den Suzy, İsrail'den Zahava Ben, İran'dan Mamek Khadem ve İspanya'dan Jose Antonio Rodriguez eşlik ediyor. Türk bir babaya, Mısırlı bir anneye sahip olan Adana doğumlu Tekbilek, son albümü ile bizleri birbirinden farklı kültürler arasında gezintiye çıkartıyor.

Arap müziğini Arap stilinde, Türk müziğini de Türk stilinde çalması ile dikkatleri üzerine çeken sanatçının albümündeki 12 şarkıda sevginin her türlüsü yerini alıyor: Tanrısal sevgi, romantik sevgi ve hayat sevgisi. "Alif"in (elif) bildiğimiz gibi hem Arap alfabesinin ilk harfi hem de Allah'ın Arapça yazımındaki ilk harf olması nedeniyle Tekbilek'teki yeri ayrı.

"Dulger" ile Doğu Anadolu'nun folklorik bir Sufi şarkısını, "Gardener" ile Doğu Anadolu'dan bir Sufi aşk şarkısını, "Laundry Girl" ile 9/8'lik bir tempoyla geleneksel Mısır ezgilerini, "Dark Eyes" ile geleneksel Bulgar melodilerini, "Shinanay" ile popüler Türk-Yunan motiflerini, "Don't Cry My Love" ile Orta Anadolu'nun müziğini, albüme adını veren parça olan "Alif" ile Türkiye'den Sufi potporisini, "Dadash" ile 6/8lik tempoyla Doğu Anadolu potporisini, "Take A Flight"ta Orta Doğu'dan Hicaz makamını, "Ya Bouy"da Farid-al Atrash'ın yazdığı ünlü bir şarkının enstrümental aranjmanını, "Lachin"de Azerbaycan'dan bir aşk şarkısını ve "Forbidden Love" ile de iyi bilinen bir İsrail şarkısını bulabilirsiniz. "Buddha Bar" serilerinde de dinleme şansını yakaladığımız Tekbilek'i henüz dinlemeyenleriniz varsa tanışmanın tam zamanı.

HERKES KENDİ YOLUNA (BON VOYAGE) :

Tarih boyunca bütün insanlığı II. Dünya Savaşı kadar etkileyen, dünyanın kaderini değiştiren bir dönem olduğunu zannetmiyorum. Bu savaşın farklı dönemlerini anlatan pek çok film beyaz perdemize uğramış olmasına karşın "Herkes Kendi Yoluna"nın büyük bir farkı var. "Piyanist", "Sophie'nin Seçimi", "Schindler'in Listesi" ve "Hayat Güzeldir"de daha çok Yahudiler üzerindeki soykırım ön plandayken bu filmde, savaşın Fransa cephesi eğlenceli bir yol filmine dönüştürülerek bize farklı bir perspektif sunuluyor.

"Herkes Kendi Yoluna" bizi savaşın Nazilerin lehine ilerlediği bir döneme, 1940 yazına götürüyor. Yani, Almanya'nın I. Dünya Savaşı'nın rövanşını almak için Kıta Avrupası'nda savaş çığlıkları atarak Fransa'ya saldırma kararı aldığı, bunun üzerine Fransa'nın bu tehdide karşı yapacak çok fazla şeyinin olmadığı ve ülkenin kalbi Paris'in işgal edildiği, bu şehirdeki pek çok kişinin Fransa'nın daha küçük şehirlerine kaçmaya karar verdiği kaotik bir dönem.

Frederick Oger, savaş başlamadan önce sevdiği kadının işlediği bir suçu örtbas etmeye çalışırken hapse atılmıştır. Ancak Alman işgali sırasında çıkan kargaşadan dolayı hapisten kaçmayı başarır. Sevdiği kadın Viviane Denvers ise erkekleri kendine oyuncak etmeyi ve kirli işlerine maşa olarak kullanmayı seven ünlü bir aktristir. O da herkesin yaptığı gibi Paris'ten kaçarak Bordeaux'ya gitmiştir. Frederick, uğruna hapise girdiği kadını bulmak için Bodeaux'ya gitmeye karar verir. Ancak Viviane, Frederick hapse girdikten sonra boş durmamıştır ve İç İşleri Bakanı Jean-Etienne Beaufort'la birliktedir. Bunu öğrenen genç adam yıkılır ancak yolculuk sırasında Camille adlı asistan bir genç kızla tanışır. Bu genç kız Frederick'in zaten altüst olmuş olan hayatını daha çok karıştıracaktır. Çünkü genç kızın yanında çalıştığı profesörün elinde Almanlar'ın eline geçmemesi gereken gizli bir silah vardır.

"Cyrano de Bergerac" ve "Çatıdaki Süvari"den (Le Hussard sur le toit) hatırlayacağımız Fransız sinemasının ünlü yönetmeni Jean-Paul Rappeneau'dan İkinci Dünya Savaşı'nı farklı bir şekilde anlatmasıyla dikkatleri üzerine çeken "Herkes Kendi Yoluna", Isabelle Adjani ve Gerard Depardieu gibi uluslararası iki isim ile Virgine Ledoyen, Grégori Derangere gibi genç yıldızları buluşturan kaçırılmaması gereken bir Fransız filmi.

UZUN SÜRMÜŞ BİR YAZ / NEDİM GÜRSEL :

12 Mart 1972. Türkiye karanlık günler içinde. Yurdun her yerinde çatışmalar, üniversite kapatmalar yaşanıyor. Sivil halk, sokağa çıkmakta bile tereddüt yaşıyor. Türkiye'nin anarşi, kardeş kavgası, sosyal huzursuzluk içine girmeye başladığına inanan Türk Silahlı Kuvvetleri yönetime el koyuyor; Demirel hükümeti istifa ediyor. Ordu ülkenin yönetimine geçiyor. Askeri yargıtaylar kuruluyor ve pek çok ölüm cezası veriliyor. İşte Nedim Gürsel böyle parçalanan hayatlarla örülü bir ortam içinde ilk kitabını yazmaya başlıyor. Ayrıca bu kitap, "Sevgilim İstanbul", "Boğaz Kesen", "Gemiler de Gitti", "Öğleden Sonra Aşk" gibi kitapları edebiyatımıza kazandıran ve kitapları 12 dile çevrilen ünlü yazarımızın ilk kitabı olma özelliğini de taşıyor.

"Uzun Sürmüş Bir Yaz", 1972-1975 arasındaki iki öyküyü konu almasına karşın ikinci öykü, içinde altı farklı öyküyü içeriyor. Kitap, Nedim Gürsel'in bu basım için yazdığı "İlk kitabım: Uzun Sürmüş Bir Yaz" ve "Kesin Sonucu Sürekli Ertelenen Bir Dava" gibi konu başlıklarıyla zenginleşiyor. Gürsel bu başlıklar altında, ilk kitabı için bugünkü düşüncelerini ve kitap hakkında açılan dava hakkındaki yorumunu kaleme alıyor. 1976 Türkiye Dil Kurumu Öykü Ödülü'nü kazanan "Uzun Sürmüş Bir Yaz"ı eğer önceden okuma şansı bulamadıysanız bu basımını kaçırmamanızı öneririm.

serdar@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı


"Saldırı", "Cennetin Keşfi", "Prosedür" gibi eserleri olan Harry Muslisch adlı Hollandalı yazarın kavramak ile ilgili sözlerini hiç unutamıyorum...

"Ne için okuyoruz?" sorusuna "Anlamak ve fark yaratan bir kavrayışla hayata yeniden katılmak için okuyoruz!" şeklinde bir cevap vermiş ve o hayatın hem bizim, hem de başkalarının hayatı olduğunu vurgulayarak bu anlama eyleminin ciddi bir hazırlık gerektirdiğini de sözlerine eklemişti. Anlamanın, bir konuyu derinlemesine idrak edip kavramanın, başlı başına bir duygusal yatırım süreci sonunda gerçekleştiğini, bunun için bazı konulara yaklaşırken her günkü zihinsel kimliğimizden uzaklaşmak gerektiğini belirtmek üzere şuna benzer şeyler söylüyordu bir sohbetinde...

........

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, devamını ve önceki sayılarını aşağıdaki adresten tek tıklamayla okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın...
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_177.asp

Devamı var

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Dost Meclisi



Fotoğraf: Şeref Bilgi

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur.
Kahve Molası bugün 3.496 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 Tadımlık Şiirler


GÖKKUBBE

Gökkubbe yasta sanki,
Yıldızlar ve ay
Karabulutlar arkasına saklanmışlar
Yine yağmur yağıyor,
Ilgıt ılgıt değil..
Deli rüzgarları almış arkasına..
Penceremden ürkerek bakıyorum
Yırtılmış gökten yeryüzüne doğru akan..
Şimşek ve gök gürültüsü bombardımanına..
Korkuyorum..
Her çakan şimşek
Böğrüme saplanan bıçak gibi
Parlayarak yırtıyor karanlığı...
Kirpiklerim istem dışı her kapanışında..
Tüm yaşamım geçiyor gözüm önünden..
Yumak yumak,acı ,tatlı ve karmaşık bir hüzün bulutu..
Mutluluğum ...!!
Yok denecek kadar az..ama..
Tüm mutsuz ve umutsuzluklarımı yenecek kadar çok..
Gözlerimi açtığımda..
Gökyüzündeki doğanın kendiyle hesaplaşması bitecekti..
Hüzüm bulutlarım bir damla göz yaşı olup
Yanaklarımdan süzüldü..
Bekliyordum penceremde...
Sabah olacaktı..
O'karabasan dolu gökyüzünden güneş doğacak..
Yanaklarımdan süzülen göz yaşlarım kuruyacaktı.

Osman Taplamacı

<#><#><#><#><#><#><#>

Eylüldür...

Eylüldür...
Yaz ötesi
Kış berisi
Bir tarla faresi uğurlar
Göçmen kuşları
“görüşürüz seneye
dalda yeşil yine gülümseyince”
Kanatlar açılır şehvetle
“Hadi mavi okyanus var ileride...”

Eylüldür
Düğün dernek zamanı
Bir kırmızı kurdele düşer
Gelinin belinden
Bebeğin adı damlar
Utangaç gözlerinden

Eylüldür...
Hamsilerin Lazca gümüşi adı
Suyun altından akar binlerce yıldız
Hepsi Karadeniz dalgınlığı.

Eylüldür...
Şairin herkesten saklı
hiç bilinmeyen adı
Görünce yerde bir sarı yaprak
Eylül usulca okşar
unutkan başak saçlarını

Mehmet Emin Arı

Yukarı

 Biraz Gülümseyin


LAZ BAKKAL

Temel ile Ali İksen (Türkçe’de Ali İhsan okunur) memleketten kalkıp İstanbul’a gelmişler. Maksatları bir kasap dükkânı açıp ekonomiye katkıda bulunmak. (Neden balıkçı dükkânı değil, bunu ben de bilmiyorum) Büyük fedakârlıklarla ellerindeki parayla güzelce bir dükkân tutmuşlar, dekore ettirmişler ve Ali İksen demiş ki Temel’e:
- La Temel, müşteri gibi dolan da gel, antrenman edelim. Pazartesiye tükkani açacağuz.

Temel çıkmış dışarı, müşteri gibi dolanmış, Ali İksen bu arada sıkıntıdan patlıyor, derken girmiş kapıdan içeri:
- Hayirli olsun yeni tükkaninuz, pen sizden altı şişe bira, pir de ekmek isteyrum.

Ali İksen kudurmuş:
- La get, sen manyak misun, piz purda kasap tükkanı açtık, pakkal teğul. Geç tezgahin arkasına, pen keleceğum şimdi. Antrenman edeceğuz! Çıkmış ve çıktığı gibi de girmiş dükkandan içeri.

- Hayirli olsun yeni kasap tükkaninuz. Pen sizden yarim kilo kuşpaşı et, yarim kilo da köftelik kiyma rica eteyrum.

Temel cevap vermiş:
- Poş şişeleri getirdin mu?

denizce.com

<#><#><#><#><#><#><#>



Yorumsuz:-))

Yukarı

 Kıraathane Panosu


KAHVE MOLASI : Yemek Daveti

Kışa girmeden yapalım dedik bir yemek,
Yemek bahane elbet, maksat muhabbet,
* * *
Yemek dediğin değil mi bir nebze atıştırmak,
Önemli olan yazar-okur dostluğumuzu katıştırmak,
* * *
Yatışır birkaç lokma ile açlığımız nasıl olsa,
THEO Restaurant'da kadehler neşeyle dolsa,
* * *
O neşeyle sirtaki bile beklemez gönlümüz,
Felekten bir gece daha çalacaksa ömrümüz,
* * *
Belki de milli maç sonrası Bağdat Caddesi'ne çıkarız,
Kırmızı-Beyaz, Kırmızı-Beyaz diye ortalığı yıkarız,
* * *
11.Ekim.2003 - Cumartesi gecesi sıvayalım kollarımızı,
Bekliyoruz yazar-okur tüm Kahve Molası dostlarımızı...

Yemek bedeli 35 milyon olup, katılmak isteyenlerin Editör'e mail atmaları önemle rica olunur.

Son Bildirim Tarihi : 8.Ekim.2003

Yukarı

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.ritsumei.ac.jp/~akitaoka/saishin-e.html
Hani bazı resimler vardır. Düz çizgiler olduğu halde sadece renk farklılıklarından dolayı eğri veya kesik kesik gördüğümüz yada sabit olduğu halde hareketliymiş gibi algıladığımız resimler. Bu görsel illüzyonlar'ın toplu olarak arşivlendiği bir web sayfasının adresini veriyorum sizlere.

http://www.pro-j.com/gulmece/fikraust.htm
...Anne ile kızı bir tuhafiyeye giderler. Birkaç ürün aldıktan sonra hesabı ödemek için kasaya giderler. Kasadaki adam kızdan çok hoşlanır ve "Borcumuz ne kadar" diyen kıza "İki öpücük" der. Kız da "Anne bir zahmet borcumuzu ödeyiver"...

http://www.arseiam.com/fx/55.htm
Siz hiç deve'ye bindinizmi? Ben bir defa binmiştim ve bir daha binmemek gerektiğini düşünüyorum. Her an üzerinden düşecekmiş gibi sallanarak seyahat etmek pek bana göre değil. Bu kısa yolda bir deve simülasyonuyla karşılaşacaksınız. Mouse yardımıyla aktif duruma getiriyorsunuz.

http://www.barcodeart.com/art/clock/clock.html
Web sayfanızda veya özel çalışmalarınızda kullanabileceğiniz barkod görünümlü saat çalışması. Bilgisayar'ınıza indirebilmeniz için de kısayol verilmiş.

akin@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Damak tadınıza uygun kahveler


InstantGet v1.42 [950k] W98/2k/XP FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=107056
Download Manager. Yükleme işlemlerinizi hızlandırmak ve düzenlemek üzere planlanmış güzel bir program. Yüklediğiniz dosyayı birkaç parçaya bölerek yüklüyor ve böylece bağlantınızı maksimum düzeyde kullanabiliyor. Ayırca pekçok hoş fonksiyonu da bünyesinde barındıryor. Fazla büyük değil, bence yükleyip deneyin.

Yukarı

http://kmarsiv.com/sayilar/20031008.asp
ISSN: 1303-8923
8 Ekim 2003 - ©2002/03-kmarsiv.com
istanbullife.com
Kahve Molası MS Internet Explorer 4.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri