|
|
|
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 389 |
18 Kasım 2003 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Öksüz ve yetim(?!) |
İyi haftalar,
Dün nedenleri yarına yani bugüne bırakalım demiştim. Görülen o ki nedenler ve sorumlular hakkında epeyce yol alındı bile. Bu tür eylemlerde ciddi olursanız sonuca ulaşmak hiçte zor olmuyor. Çünkü faili meçhul yaratmak gibi bir problemleri yok katillerin. Yaptıkları işten gurur duyanlar ve o gururla beslenen şer yuvaları silahı tutan eller bilinsin istiyorlar zaten. Olan beyni yıkanıp kimvurduya giden, kendileriyle birlikte onlarca canı alan akılsızlara oluyor. Umarım tüm ayrıntılara kısa sürede ulaşılır ve bu şer yuvalarının zevkten dört köşe olmalarının önüne set çekilir.
Önümüz bayram ve upuzun bir tatilimiz var. Bugün gazeteleri açtığınızda sayfalarca tur ilanıyla karşılacaksınız. Anketimizde tatile gitmeyi düşünenlerin sayısı fazla olmamakla birlikte, albenili ilanların akılları çelecebileceğini düşünmekte yersiz değil herhalde. Yurtdışı turlar için geç kalınsa da yurtiçi turları değerlendirmek isteyen kahveciler olabilir aramızda. Aynı bölgeye giden onlarca turdan hangisinde karar kılmalı sorusuna yanıt arayanlar için bugün güzel bir yazımız var. Yakın gelecekte turizm sektörünün duayenlerinden olmaya aday sevgili Cem Polatoğlu'nun bilgilendirici ve uyarıcı yazısını dikkatlice okumanızı öneriyorum. Bugün olmasa da birgün mutlaka işinize yarayacaktır.
Fincanlarımız için bir haftada toplam 26 kahveciden 79 adet sipariş aldım. Gösterdiğiniz yoğun ilgi için öksüz ve yetim fincanlar adına hepinize teker teker teşekkür ederim. Sağolun varolun!..
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
|
Sahne Tozu : C.Parkan Özturan TURNE FOTOĞRAFLARI (2) |
|
Sabahın er saatleri, Osman abim karşımda yıkılmadan dimdik ayakta duruyor, ben ondan daha dimdikim. Yıkılmacasına içiyoruz ama kimsede bir feraset yok. Oysa Osman abim yıkılsa bende biraz kestirme şansına sahip olacağım. Yok, Nuh ile peygamberin aynı kişi olduğuna ikna olmak istemeyen Osman Gidişoğlu, gerçek hayatında "r"leri söyleyerek, komser Enwright'tan daha sıkı içebiliyor. Düşmüyor da düşmüyor. Osman abimin canı sağolsun. İçeriz o zaman ne yapalım.
Kadeh kaldırıyoruz, Ankara'nın varoşlarına. Ankara bundan memnunsuz, bir uzaylıymışız gibi izliyor bizi. Çok takmıyoruz Ankara'nın bu haline. Seferiyiz anasını satayım. Bir turnedir en nihayeti. İşte geldik gidiyoruz. Hoşça kal günlüğüm gibi bir durumdayız. Ankara'dan bize ne. Biz Fatih Sultan Mehmet olarak giriyoruz Ankara'nın denizsiz böğrüne.
Yahu aniden istasyonun bağrına bayrak saplamak zorunda kalırsak, valizler unutulmasın koltuğun yanında. Açılmış çanta var mıdır? Biraz izin istenip, valizlere bakılmaya gidiliyor. On saat kadardır boşadığım valizlerim yerli yerinde. Tekrar Osman abinin yanına dönecekken, bir teren görevlisi, "hoş geldiniz Ankara'mıza" diyor. Ne kadar hoş olduğumuzu ve ne kadar geldiğimizi bilemiyorum, olayların bilincinde değilim. Fakat anlayamadığım nokta şu, bu adam nereden Ankaralı oluyor. İstanbul Ankara arasında gidip geliyor. Nerden baksan hiçbir yerli değil. Tam bir yerli olacakken, kalkıp gidiyor tren. Hiçbir yerli olamıyorlar, tiyatrocular gibi. Adamın suratına baktıkça kendi yüzümü görüyorum. Bir trenci hüznü var yüzümde. Ait olamamanın hüznü. Bir kimsesizlik ve yalnızlık kaygısı.
Canı sağolsun trenci abimin, "bak pasocı geliyor" abim kadar. İkisi de her geldikleri yerden, bir sevinç taşısınlar yeterli. Sevinç yoksa hayat tükeniyor, inliyor gözlerimizin sıradışı mermeri. İçi acıyor insanın. Bir anlamda hayat onların ellerinde. Trenci abimin canı sağolsun, filozofluğun alemi yok. "Hoşbulduk" diyorum içim sıcak, trenci abimin gözlerinin en derinine bakarak. Bir anlamda günyadın, nasılsın, her şey gönlünce olsun, anlamına gelen bir hoşbulduk bu. Trenci abim, kabul ediyor ve alıyor selamımı. Kırık kalmış bir gülücük kalıyor ağzımızın kenarında, onu da yalnızlıklarımızın içine koyup geçişiyoruz.
Tren durur Ankara'nın garında. Trenden inerken dikkat et, o çalan düdük, karşı perondan kalkacak ve başka bir memlekete gidecek olan doğu ekspresinin geri dön diye bağıran sesidir. Şaşırma, o başka insanlar, aynı nüfus kağıdını taşıdığın vatandaşlarıdır. Her gördüğünde yadırgarsın, sıcaklarını bırakıp, minnacık kalana kadar giderler uzaklara.
Her tren yolu bir otel odasına çıkar
Arkası ömür boyu yalnızlıklar
Kasaplar çarşısından et alamazsın
Otel odasında piknik tüple tencere kaynatamazsın
Mutfağı yoktur bulaşık yıkayamazsın
Yalancı bir evde, yalancıktan yaşarsın
Hiç şarkısı yapılmaz otel odalarının
Çok sessizdir, sedası olmaz otel akşamlarının.
İndik trenden, adeta yeniden binmek için, belki de biri geri dön diye seslensin için. Bir daha trene binip attalara gidişin şüpheli, çünkü mezarın her gittiğin yerde olabilir, belki biraz da denizcisin,trenci olmaktan başka. Ve kimse geri dön demez sana. Kimse şahitliğini kabul etmez, kız vermez. Sen sökerek alırsın hayatı, belki de hayat sana izin verdiği için.
Kale otelin döner kapısından, takılarak giriyoruz içeri. Bu çıkıntı, bu halsiz ve yorgun valizlerden. Yine bir 300'lü odama yerleşiyorum. Çantamdan kaynatıcımı, kahvemi, tatlandırıcımı çıkarıyorum. Room servise kahve söylemek yasak bize. Turne para biriktirme yeridir. "Ekistralara" meydan vermemek gerek. Sıkmak zorundasın kendini ki, işsiz geçen yaz günlerinde sıkılmamak için.
Bir rahip gibi yaşar tiyatrocu. Çişe giderken bile dikkatli ve ölçülü olmak zorundasın. Her şeyi yapmadan önce saatlerce hesaplamalısın. "Yeter be" deme şansın yoktur. Oyunculuk bir yaşam biçimidir, bir dünya görüşü. Bu yüzden mankenlerden tiyatrocu olmaz. Onlarda tiyatrocu olsun diye vardır oyuncular. Şimdilik halkıma anlatamıyorum, aslında tiyatroyu yapan oyuncular.
Kahvemi yudumluyorum, çok heyecanlıyım. İlk kez başka bir tiyatroyla Ankara'dayım. Alışmışım Ankara seyircisinden "afferin" ya da "bravo" almaya. Bu seferde başarabilecek miyim kaygılarım var.
Oynarken, söylediğim bir lafa kahkaha kıyamet gülmesini çok seviyorum seyircilerin. Yada kulağımı yaslamış seyirciye oynarken, mırıl mırıl, "çok güzel oynuyo, çok güzel oynuyo" fısıltısı, sevinçten gözlerimi doldurur. O zaman Sabancı dan daha zenginim, en Oscar'lı benim, bir an kendimden sıyrılıp, Marlon Brando kimmiş.
Ustam diyor ki, "ödül basur gibidir, her götte bulunur", ama anlayamıyorum, bizler çok ödül aldık, hadi beni geç, o zaman ustam kim?
Kalkıp duşa gireceğim. Bu saatten sonra uyunmaz. Uyursam sersem gibi olurum. Alnım dik çıkmalıyım sahneye, ve dimdik inmeye çalışırım. Uyuyamam, uyku tutmaz. Ne var bütün geceler benim, gece den sabahlara kadar uyurum. Açtım valizlerimi artık, yerleştim onbeş günlük evime. Aldım havlularımı, banyoya gireceğim. Telefon çaldı. Arayan PO:
-Görüşecek miyiz?
-Elbette.
-Etrafın doludur şimdi senin.
-Evet, Tarık Akan'ım ya ben.. Bütün Ankaralılar, donları çıkarmışlar sallıyorlar Parkan.. Parkan.. Parkan...
-Yani öyle değil...
-E ne? Öğlen yemeğinde buluşalım o zaman..
-Buluşamayız.
-E akşam mı buluşacağız? Ben matine sure oynuyorum yalnız onikiye on kala bitiyor.
-Yok akşam da gelemem..
-E o zaman?
-Bilmiyorum.
-Ben hiç bilmiyorum...
-Sen ne yapacaksın akşam?
-Açıksa Kuğulu Parka gideceğim. Özledim orayı. Rakı içip, kuğuları seyredeceğim. Kuğular turnede.. Dertleşeceğiz. Belkide birbirimze günlüklerimiz okuruz. Uyarına gelirse, birkaç mısra düşürürüz karşılıklı. Sonra odama gelir, biraz yazar, biraz okur ve yatarım.
-Belki yarın..
-Sen bilirsin. Benim bir dahlim olamıyor. Sen kafana göre ayarla.
-Ha yani beni görmek istemiyorsun.
-Allahallah.. Ne alakası var.
-E o zaman..
-Kavga etmek istemiyorum. Enerjim yok...
Şak dedi kapadı telefonu yüzüme.. Canı sağolsun. Tiyatro yapamayacağım zannederken, turneye bile çıkmışım. Hiçbir şey canımı sıkamaz. Hiçbir şey umurumda değil.
Duşa girdim. Tanrı'm!.. En büyük mucizelerden biri su. Sıcacık hatta birazda kaynar su vücuduma yayıldıkça yüzüm gülüyorum. Akan suyla birlikte tüm sıkıntılarım gidiyor. Otel suyu sıcak, otel odası sıcak. Aslında hiçte fena değil galiba bu otel odaları. Oğlum olmasa hiç özlemeyecekmişim gibi geliyor. Anaaa! Duştan çıkınca oğlumu arayayım, özlemiştir beni, benim onu özlediğimden çok. İnşallah bir skoda bulabilirim. Bu turne dönüşü keşke bir skoda bulsam. Bugünlerde istediği tek şey. Bari böyle de olsa sevindirsem, yüzü gülse azıcık yavrumun.
Duştan çıktım. Uzandım yatağıma. Bir sigara yaktım. Elim telefonda. Telefonu kaldırdım. Daha elimi hiçbir şeye sürmeden, karşımdan biri konuşuyor. Teknolojinin gözünü seveyim, telefonu dokunmatik yapmışlar.
-Parkan bey, misafiriniz var.
Allahallah.. Kim acaba? Daha Ankara'ya "intisab" edemeden, Ankara bize geldi.
-Kimmiş?
-Avukatınız efendim?
Allahallah.. Rana ne arıyor burada? Olur a! Ankara' da işi vardır, her tarafta afişlerimiz var. Onları görüp gelmiştir. Oh yahu ne güzel. İstanbul'da göremediğim avukatım, Ankara'da beni ziyarete geliyor. Avukatım aynı zamanda arkadaşım. Eski oyuncudur. Bütün işlerimi arkadaşlık adına bedava yapar. İnsan gibi insandır. Ben avukatımla görüşmeyeceğim de kimle görüşeceğim.
-Odaya gelsin... diyorum. Üstüme başıma bir şeyler giyip, bekliyorum. Kapı çalıyor. Gidip kapıyı açıyorum. O da nesi... Gelen Rana değil.. E sen kimsin Avukat....
C.Parkan Özturan
parkan@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Kesme Şeker : Mehtap Yıldız |
URFA NOTLARI - II
BİR HAKKI TANIDIM
O özel insanlardan biriydi Hakkı.. Seneler önceki geliş gidişlerimde lokal hizmetlerinde tanıdığım ve hep sevecenlikle anımsadığım Hakkı'mı gittiğim gece yarısı lokalin önünde bana hoş geldin demek için beklerken gördüm kaç yıl sonra.. Aslında "anlatılmaz yaşanır "deyişi en çok da Hakkı'ya yakışırdı.
Orta boylarda, kara kalın kalın kaşları, aynı siyahlıktaki saçları, cin gibi kocaman bakışları, iyi kalpliliği, yardım severliği, açık sözlülüğü, işine duyduğu saygı ve sevgisi, çalışkanlığı, heyecanı, saman alevi gibi ani parlamaları ve aynı hızla yumuşaması, isyankarlığı, affetmezliği ile güzeller güzeli bir yurdum insanı..
Yıllar onu da değiştirmiş, büyütmüş, olgunlaştırmıştı biraz.. Buradan giderken bana " Hakkı ile iyi geçinirsen orada barınabilirsin" demişlerdi yarı şaka yarı ciddi.. Gülüp geçmiştim buna böyle bir sorunumun olmayacağına duyduğum inançla..
Kampüsteki sosyal tesisin işletmesinden sorumluydu Hakkı. İş dışındaki yaşamımızın büyük bölümünü sosyal tesiste Hakkı'nın elinden çay kahve içerek, hep bir telaşla, ağız dolusu anlattıklarını dinleyerek geçirirdik.
Hakkı'nın işi akşam üstü beşte başlar ama o dörde doğru gelir. Yaz kış dinlemez sıvar paçaları kolları, birkaç günde bir özellikle dijitürk'de maç yayını olduğu günlerin arkasından önce salondaki halıları silmeye başlar. Gerçi önlem olarak zemine eski gazeteleri sermeyi ihmal etmez ama yine de içi rahat etmez. Hızını alamaz, hortumu ve süpürgeyi kaptığı gibi başlar o koca bahçeyi yıkamaya. Örtüler çırpılır, masalar sandalyeler silinir, özenle akşama hazırlanır tesis.
Çocuk denecek yaştan beri GAP'ta çalıştığını mutfağının duvarlarını santim santim kaplayan, orada çalışan ya da yolu düşen ünlü ünsüz şahsiyetlerle birlikte çektirdiği fotoğraflardan kolaylıkla anlayabilirsiniz. Ama sevdiklerine yer verir duvarlarında, sevmediklerine asla.. Kimler yoktur ki bunlar arasında; İbrahim Tatlıses, Ebru Gündeş, Süleyman Demirel.. Billur Kalkavan da bunlardan biridir. Bir bölge ziyaretinde Hakkı'yı tanımış ve yanında alıp götürmek isteyecek kadar sevmiştir. Gitmemiştir tabi Hakkım, ama bu öyküyü ballandıra ballandıra tekrar tekrar öyle bir anlatır ki dinlemeye doyamazsınız. Doysanız bile kaçış yoktur, zorunlu olarak yine dinleyeceksinizdir.
Bir köşede özel konukları geldiğinde ve tabi ki canı istediğinde yanmaya hazır nargilesi, ortada bakır sini üzerine özenle dizilmiş bisküvi çeşitleri, ahşap raflara sıralanmış gofret ve çikolata çeşitleri, raflarda dantelalı naylon örtülerin üzerine boy boy dizilmiş sıklıkla çamaşır suyunda temizlenen bardakları ile her zaman açık otuz yedi ekran televizyonda gündüzleri Kral TV, akşamları eski Türk filmleri ile Hakkı'nın dünyasıdır mutfağı ve sizi de sıcacık sarar.
Orada patron Hakkı'dır. Öyle kaptırmış, öyle inanmıştır ki orada olmazsa olmayacağına, kendisini Sosyal Tesis Genel Koordinatörü olarak tanıtır. Öyle de havalıdır Hakkım, ama ona çok yakışır bu havalar...
Hakkı'yı görmezsem hep bir şeylerin eksik kaldığını hissederdim. Akşam iş çıkışı onu mutlaka yoklardım, şirin mutfağında oturur çoğunlukla hemen ocağa sürdüğü sade kahvemi keyifle içerdim. Bazen kahve, günün yorgunluğunu attıracak bir bardak biraya dönüşürdü. Yanında ikram edecek bir tabak çekirdek ya da fıstığı anında bulur buluşturur önüme koyardı. Sıkıntımı, üzüntümü, sevincimi hemen anlardı.. En iyi arkadaşlarımdan biriydi Hakkı.. Bir yandan da dinlerdim onu, her zaman anlatacak bir şeyleri bulunurdu. Yanından ayrılırken gündüzün tüm ağırlığını, stresini de orada bırakır, içimi dolduran insan olmanın, olabilmenin sevinci ile tutardım misafirhanedeki iki göz evimin yolunu.
Akşam yine misafir olurduk Hakkı'ya, hem zaten gidecek başka bir yer yoktur ki.. Yine önce masada kimden hoşlanıyorsa kahvelerin şeker durumu çoğunlukla ona göre ayarlanır. Daha iki yudum alırız almayız, bir bakarız bir tepsi dolusu çayla karşımızda. İtirazsız onu da içeriz,
on dakika geçmez ikinci servisler başlar. Bu kez çeşit de artmıştır, oralet, zahter, ada çayı, nane limon, ne ararsan var. Kimsede içecek hal kalmayınca da çeker tepsiyi önüne, kalan çayları bir tane bile kalmayıncaya dek sıra ile bir yudumda bitirir. Bu ritüel gece onbir buçuğa dek devam eder. O saatte Hakkı'nın tok sesi gelir:
- "Gidiyoriiiiiiiz".
Ve arkasından ışıklar söndürülür bir bir. İsterseniz gitmeyin, artık gitmek şart olmuştur.
Urfa koşullarında bir cennettir kampüs. Yemyeşil çimenleri, görkemli ağaçları, renk renk gülleri, botanik bahçesi, ceylanları, cins cins güvercinleri, tavukları horozları ile bu cenneti en iyi şekilde değerlendirmek de evli çiftlere düşer. Çocukların yetişmesi için kusursuz bir ortam olduğunu düşündüklerinden olsa gerek, doğum grafiği sürekli yükselme eğilimindedir. Birler iki, ikiler üç olur. Önce kucaklarda ve arabalarda görürsünüz onları, ilk adımlarını attıktan sonra da hep bahçede. Etraf çoluk çocuk kaynar, bizimkilerin yanına aynı mekanı paylaştığımız DSİ lojmanları çocuklarını da ekleyince, ortaya bir çocuk ordusu çıkar. Dur durak bilmez yaramazlıklarını sevimlilikleri örtse de, zaman zaman komik manzaralar çıkar ortaya. Kovalamacanın heyecanına kaptırıp ofis koridorlarında da koşuşturmaya başlarlar. Ya da çalışan anneler pencerelerden, balkondan bağırırlar "kızım- oğlum yapma!!" diye. Hele hafta sonlarında, kampüsü piknik alanı olarak da kullanan diğer personelin çocukları da eklenir mevcut nüfusa. Değmeyin keyiflerine, ortalığı birbirine katarlar ama bir tek bölgeye öyle çok kolay kolay yaklaşamazlar. Hakkı'nın sorumluluğundaki Sosyal Tesis'e.. Bütün kampüs çocukları annelerinden babalarından korkmadıkları kadar korkarlar Hakkı'dan. O da en ciddi yüz ifadesini takınır, en otoriter sesini bas tonlarda kullanır onları kovalarken, ya da bağırırken. . Hiçbir anne baba da benim çocuğuma neden öyle davranıyorsun demez. Bilirler ki Hakkı kızıyorsa mutlaka haklı bir yanı vardır.
Baharla birlikte Cumartesi sabahları ciğer partileri düzenler Hakkı'm. Ciğerler en iyi ciğerciden bir gün önceden alınır. Sabah erkenden yıkayıp tabaklara doldurduğu nane, maydonoz, dilimlenmiş turp, kuru soğan, domates ve salatalıktan oluşan tamamlayıcılar, açık havada birleştirilmiş masalara özenle dizilir. Kimyon, pul biber, tuz ve sürahilerle buz gibi ayran tabi ki olmazsa olmazlardan. Bir yandan da çay demlenir bir köşede kaçağın en halisinden.
Hakkı mangalı yakmıştır, lokalden yardımcı arkadaşlar da gelir yardıma. Bir yanda şişte ciğerler döner, diğer yanda biberler közlenirken sessizce gelir boş bulduğumuz yerlere oturur sıramızı bekleriz. Hakkı gözleriyle not alır gelenleri ve hiç haksızlık yapmaz. Sabah servisi ile gelen bir kucak açık ekmekle ciğer keyfi başlar. Sorar hakkım kaç şiş diye ve sonra da dağıtıma başlar. Gözümüz dönmüşcesine yeriz Urfa'nın en leziz ciğerini, biz yediğimizin sayısını unuturuz Hakkı'm unutmaz. Bir yanda elinde kağıt kalem cin gibi gözleriyle tıkır tıkır not alır, kim ne yedi ne içti. Arkasından gelsin güzelim çaylar, oooohh.
Sanmayın ki Hakkı bu işten para kazanır, borçlarımızı lokal sorumlusuna devreder, yemek ücretlerine eklenerek ay başında maaşlarımızdan kesilir. O bütün bunları kendi deyişi ile bizi "kaynaştırmak" için yapar. Ama bir süre sonra huysuz birileri mutlaka onun canını sıkar ve hevesi kaçıverir Hakkı'nın, yapsa da eski şevki kalmamıştır artık.
Ne çok anımız var Hakkı'yla anlatmakla bitmez. Hiç unutamadıklarımdan birisi de şehrin biraz dışındaki mağaraya sıra gecesine giderken bizimkilerin bir arkadaşının kırmızı üstü açık kırmızı BMW spor arabasında kızların ortasına keyifle kurulmuş Hakkı ile şehrin ortasından geçerken yaşadığımız absürd tablo ve daha neler neler.
Zoraki gittiğim Urfa'dan ayrılırken sevdiğim diğer sevdiklerimin yanı sıra Hakkımdan ayrılmak da çok zor geldi. Şimdilerde çoook özlediğim insanlardan biri de Hakkı.
Sen çok yaşa emi Hakkı'm, gözlerindeki ışık, içindeki insan sıcaklığı hiç eksilmesin. Hep öyle canlı, neşeli ve dost kal SEVGİLİ ARKADAŞIM BENİM...
Fotoğraflar: Selin Kaplan
Mehtap Yıldız myildiz@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
HAYAT AKILLI DEĞİL BİZ NEDEN OLALIM Kİ?
Akıllı değil hayat; ne zaman ne yapacağı belli olmuyor; ne zaman güldüreceği, ne zaman ağlatacağı, ne zaman öldüreceği... Eh, o bizimle eğlenirken bizim elimiz armut mu toplayacak? Doğrusunu isterseniz, beni bozar bu pasivizm! Bir şekilde yaşantıma müdahale etmeliyim. Yoksa hasedimden çatlarım valla.
Evet, akıllı durmuyor, iki dakika delikanlı olmuyor hayat. Hiç durmadan korkular, tecrübeler, deneyler, yıkımlar ve coşkular sunuyor bize. Biz de bunları biriktirip, eldeki verilerden yaşantımıza bir şekil veriyoruz.
Küçük deneyler yapıyoruz, sonuçlarını bekliyoruz ve sonuçlara göre kararlar alıyoruz. Büyük denemelereyse korkularımız izin vermiyor. Acıdan, kırılmaktan, aldatılmaktan, yenilmekten ne kadar çok korkuyoruz...
Oysa yaşam denen şey; ne deneyleri, ne sonuçlarını ne de karar verme sürelerini bekleyecek kadar uzun değil. Kaçıp gidiyor işte! Ucundan kıyısından yakalayabiliyorsan ne ala; yakalayamıyorsan derdine yan.
* * *
Hayat deli bir oyundur. Çılgın bir hızla ve sen ne olup bittiğini anlamadan akıp gider. Her nedense, bu oyunda kazanan tarafın 'akıllı insanlar' olduğu düşünülür. Saçma! 'Akıllı insanlar'ın aşkı mutsuzdur... Paraları vardır ama işlerinde endişe içindedirler... Mantık evliliği yaparlar ama tutku yoktur... Paralı, kariyer sahibi, başarılı arkadaşları vardır ama dostları yoktur; yalnızdır onlar... Anlatacak ilginç öyküleri yoktur; sıradan, güvenli ve huzurlu bir yaşamdan öykü mü çıkar Alla'sen?
Akıllıdırlar ama simetrik ve monoton bir yaşam içinde, gol atmadan ve durmadan kalelerini savunarak debelenip dururlar. Konforlarından, paralarından, güvencelerinden vazgeçemedikleri için, özgün bir dünya kuramazlar kendilerine ve çevrelerine.
Durmadan savunma halindedirler. Sevgililerine, arkadaşlarına, patronlarına, çalışanlarına kendilerini savunmakla geçer hayatları. Yaşamın deliliğinden tırsarlar ve durmadan acıya karşı savunmada kalırlar... Savunma yapmaktan imanları gevrer ve atak yapmaya halleri kalmaz. Yani, kendi yaşamlarına müdahil bile olamazlar.
Senecca'nın da dediği gibi; "vazgeçmeye hazır ve istekli olanlar dışında hiç kimse hayatın gerçek tadını alamaz". Önyargılardan, deneylerden, sıradan mutluluklardan, huzurdan, güvende olmaktan, paradan ve kariyerden vazgeçmeden otantik bir hayatı yakalamak olası mıdır? Sanmıyorum.
* * *
Hayatınızda köklü değişiklikler yapmak için yeterince cesaretiniz var mı? Bir şehirden başka bir şehre taşınıp, yeniden hayatınıza yön verecek, eğitimini aldığınız ve yıllardır çalıştığınız meslekten vazgeçip tamamen farklı bir sektöre geçecek, alışkanlıklarınızdan, ailenizin size sağladığı güven ortamından, dostlarınızdan, lükslerinizden vazgeçecek kadar cesur musunuz?
Haydaaaa! "Neden durup dururken böyle bir maceraya atılayım ki?" diyebilirsiniz. Siz homurdana durun, ben böyle bir maceraya atılmak üzereyim.
Eh bugüne kadar hep size çalıştım. Özellikle erkekler, onlar için girdiğim riskleri gözardı edemez herhalde. Kadınların kaotik dünyalarını açık edeceğim, erkekleri aydınlatacağım diye hemcinslerimin hışmına uğradım. Lakin bugün kendime çalışıp, biraz içimi dökeceğim sevgili okur.
Ankara'da ikamet ettiğimi hepiniz biliyorsunuz artık. Şirket sahibi bir şehir plancısı olduğumu da biliyorsunuz. (Bilmiyorsanız da şimdi öğrendiniz işte.) İnsanın kendi kendinin patronu olmasının bütün nimetlerinden sonuna kadar faydalandığımı da tahmin edersiniz herhalde. Yoksa öyle tembelliğe övgüler düzmek, tembelliği alkışlamak haddime miydi?
Bundan epeyce bir zaman önce, bir İstanbul seyahatim sırasında, "ben bu şehirde yaşamalı ve medya sektöründe çalışmalıyım" diye bir cümle kurdum içimden. Daha bu cümlenin sonuna gelmeden de: "Ah haaa, ayvayı yedik. Kafaya takarsa, kaçarı yok, anında eyleme geçer bizim kız" diye devam ettim kendimle konuşmaya. Tabi ki korktuğum başıma geldi ve bir anlık heyecanla kurulan bu cümle, beynime kazındı.
Eşe dosta haber salındı, iş ilanları takip edildi, İstanbul ziyaretleri sıklaştı ve artık 'Tuba'nın İstanbul'a göç etme projesi'nden herkes haberdar oldu.
Yakın arkadaşlarımın bir kısmı ve aile üyeleri, önceleri panik oldu, sonra da "bu kız ölse ofisindeki lükslerinden vazgeçmez" tesellisiyle ciddiye almadılar dediklerimi. Lakin, ben artık başka bir şey konuşamaz olduğumda "eyvah, bu kız ciddi galiba" demeye başladılar. Şu sıralar yakın çevremdeki insanların bir çoğu beni destekliyor gibi. Beni tanıyanlar kafaya taktıysam, hiçbir şeyin beni vazgeçiremeyeceğini bildiğinden, çaresiz kabullendiler belki de... Onların da kanına girdim anlayacağınız.
Kafam karışık elbette. Hatta korktuğumu bile söyleyebilirim. Özgürlüğüme düşkünüm, birilerinin emri altında çalışmam zor olacak. Hele de altı yıllık bir patronluğun ardından, patron gölgesinde çalışmak beni epeyce zorlayacak. Sonra, para harcamasını da bilmem. Cebimde olanı anında bitirir, ertesi günü düşünmem. Tasarruf, ayağını yorganına göre uzatma, hesabını bilme gibi erdemlere bu yaşıma kadar sahip olamadım. Bundan sonrası için de umutlanmamalıyım diye düşünüyorum. Haytalık, serserilik, tembellik de işin cabası. E peki nasıl olacak bu işler? Bilmiyorum...
Bildiğim tek şey var: o da Tuba'nın peşinden gitmediğim zamanlarda mutsuz olduğum. Tuba "kalk gidelim İstanbul'a, sektör değiştirelim, Ankara'da yaşayacaklarını tükettin, yeni bir şeyler inşa edelim" diyorsa, bir bildiği vardır ve onun peşine düşmekten başka çaresi de yoktur bu işin. Bugüne kadar böyle gördüm, böyle yaşadım ve aksini denediğimde eksik kaldım.
Evet, kafam çingene bohçası gibi.. Kendime söz dinletemiyorum. Korkuyorum ama bir o kadar da heyecanlı ve hevesliyim.
Cervantes, Don Kişot'a şunları söyletirken benimle aynı kaygıları taşıyordu herhalde: "Hangisini tercih ederdin; akıllı deliliği mi, aptalca akıllılığı mı?"
Ben çoktan deliliği seçtim. Elbette 'akıllı deliliği' seçtim. Deliliğim, aklın ve gerçeklerin inkarı değil; onlara rağmen tercih edilmiş bir delilik. Üstelik severim Tuba'yı.. Onun sürprizlerini ve yaşantıma kattığı keyifleri severim. Delidir, melidir; arada kafamı karıştırır ama iyi kızdır vesselam...
Nasılsa hayat deli; ne zaman ne yapacağı belli olmuyor... Korkunun ecele faydası yoksa; ölüm geldiğinde ben burada kahkahalarla eğleniyor olacağım ve uysal uysal teslim olacağım ona. Mutlu aşk yoksa, bu aşkın suçu değil; her defasında aşka yenileceğim. Kurulu bir düzenden vazgeçip, yeni bir düzen tutturmaya çalışmak maceraysa, adrenalinin keyfini çıkarırım ben de...
O halde serbest bırakalım karanlık odalardan tutkuları.... Hadi!
Tuba ÇİÇEK tuba@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Oğlum ve Ben : Burcu Künteci |
LOHUSA MEVLİDİ KOMEDİSİ :o)
Geçen gün Ece Arar’ın hamilelik güncesinde okuyunca aklıma geldi lohusa
mevlidim. O, arkadaşının mevlidinde terlik ve başörtü getirmeyip ayağı ve
başı açık dolaşan tek kişi olduğunu yazıyordu.
Ben de kendi mevlidimde en çok eğlenen kişiydim. Bir mevlide ilk defa
katılıyordum ve baş aktris, kraliçe, günün konusu bendim!
En baştan geceliğim ve sabahlığım olay olmuştu. Çanakkale’de yavruağzı
gecelikle mevlit yapan ilk ve tek lohusaydım. Lohusa mevlitinde beyaz
gecelik giyilirmiş ve biz (annemle - ben) bunu ancak mevlit günü
öğrendik.
Aylar öncesinden mevlitte giyeceğim geceliğin konusu hep açıldı. Kimse de
bize beyaz olsun demeyince annem de benim isteğime uygun kısa kollu,
yavruağzı, saten bir gecelik – sabahlık takımı almış neredeyse İstanbul’un
bütün mağazalarını dolaşıp.
Mevlit günü görümcem elime kutu içinde şık ve şuh beyaz bir takım
tutuşturdu ve “mevlitte bunu giyeceksin” dedi. Benim cevabım da “ölürüm de
bunu giymem” olunca ufak çaplı bir kriz yaşandı. Benim misler gibi yavruağzı
geceliğime kocam “sana hiç yakışmadı” gibi bir yorum yapınca da ben hüngür
hüngür ağlamaya başladım. Ben yatak odasında bunalıma girmiş ağlarken kapı
çalındı ve masallardaki zor zamanlarda yetişen iyilik perileri gibi ablam
içeri giriverdi. Bana sürpriz yapıp Fethiye’den hem mevlide katılmak hem de
beni ve bebeği görmek için gelmişti ama sihirli değneğini Fethiye’de
unutmuştu. Bir posta da ona sarılıp ağladım ve yavruağzı geceliğimi
üzerimden çıkarmadan kraliçeler gibi, süslenip püslenip, başıma da kırmızı
kurdele geçirilmiş tacımı takıp yatağıma kuruldum.
Oğlum 10 temmuzda doğduğundan ve biz mevlidi bir hafta sonra yaptığımızdan
evin içi kaynama noktasındaydı. Benim kutu gibi iki oda bir salon ev
neredeyse tuvalete kadar dolmuştu. Bir kısmını hayatımda ilk defa gördüğüm
adlarını bile bilmediğim kadınlar (kayınvalidemin eşi –
dostu)
gelip duruyordu.
Herkes sıkış tıkış otururken yer bulamayanlar da yerlerde bağdaş kurmuşken
ben yatağıma yayılmış etrafıma bakınıyordum. Kadınların bir kısmı
gelinlerini çekiştiriyor, bir kısmı ne yemek yaptığından bahsediyor, bir
kısmı son dedikoduları birbirine aktarıyor derken dualar başladı. Herkes
sustu. Tam o sırada oğlum ağlamaya başladı. Yatağından alıp kucağıma
verdiler. Oğluşumun karnı acıkmıştı. Bir o göğüs bir bu göğüs derken emdikçe
emdi bu sırada o sessizlikte oldukça gürültülü bir biçimde gaz çıkararak (
evin her tarafından hatta kapılar bacalar açık olduğundan sokaktan bile
duyulmuştur eminim) altını kirletti.
Kafamdaki başörtü ikide bir gözlerimin üzerine düşüyor ve ben bağlamasını
beceremediğimden sık sık açılıyordu. Başörtüsüyle savaşıp önümü zor görerek
bir sis perdesi içinde oğlumun altını değiştirdim. Etrafımdaki ciddiyet
sinirlerimi bozduğundan olacak gülme isteğim arttıkça artmıştı ve sürekli
gülümsüyordum (arkamdan ya çok güler yüzlü ya da çok fingirdek
demişlerdir:o)).
Dualar bitti el öpme faslı başladı. Hamileliğimi öğrendiğim andan
itibaren düz pabuç giydiğimden yatağın yanına bırakılan yüksek
topuklu terlikleri görünce iyice bir söylendim - içimden-. Terlikleri giydim ama
neredeyse on aydır yerle sıfır mesafede yürüyen birine 10 cm topuk yüksek
geldi tabi ki ve attığım her adımla ayağım terlikten kaydığından bir
yükselip bir alçalarak yürümeye başladım.
El öpmeye yaşlılardan başlamak lazım biliyordum ama nerede yer varsa bir
yaşlı oturtmuşlar araya gençleri sıkıştırıp balıkları istiflemişler. Her bir
yaşlıya tek tek ulaşmam için evin içinde dört dönmem gerekiyor. Baktım
olacak gibi değil en yakınımdaki yaşlının elini öptüm sonra sıradan devam
ettim yüzümdeki sırıtmayı gizlemeye çalışarak.
İlk defa böyle bir olaya katıldığım için her şey bana ilginç geliyordu.
Acemiliğim de sanki alnımda koca koca harflerle yazıyordu:o) tavuklu pilav
yenildikten sonra ev birden boşaldı.
İşin en güzel yönü gelen onlarca paketi açmak oldu. Veeee biz bize
kaldıktan sonra aile içi dedikoduları: “Aaaa bilmem kim hanım getire getire
bunu mu getirmiş? Ben onun torununa altın asmıştım. Şu hanım da hakikatli
çıktı ben onun kızının mevlidine gidememiştim...” benim yorumlarım ise
bambaşkaydı:
“şu tam oğluma göre, şunu kışa giyer ancak, bunu beğenmedim evde giydireyim
en iyisi, bu çok güzelmiş tam gezmeklik...” tabii bu yorumların hepsini yine
içimden sessiz sedasız yapıyordum.
Mevlit sonunda benim yüzüne bile bakmadan dolabın bir köşesine attığım
beyaz takım ise kayınvalidem tarafından arandı bulundu ve mağazaya iade
edildi. Son dakikada getirip “bunu giyeceksin” dedikleri bir şeyi gerçekten
ölsem de giymezdim zaten dünyanın en güzel geceliği bile olsa.
Anne bile olsam inatçılık ve “sana zorla yaptırılmaya çalışılan bir şeyi
asla yapma” huyum değişmemişti anlayacağınız.
Sevgilerimle...
A.Burcu Künteci
Yukarı
|
KAHVE-TUR : Cem Polatoğlu |
Tatile mi çıkıyorsunuz? Öyleyse,...
Tatilin ne kadar önemli olduğunu hiç düşündünüz mü?
Bazılarımız için yılda bir kez, bazılarımız için iki, üç kez, bazılarımız için ise; iki, üç yılda bir kez yaşadığımız tatillerimiz, aylar öncesinden düşlerini kurduğumuz, çok ama çok mutlu olmayı beklediğimiz anlardır ve zamana bağlı her şey gibi; yaşanırlar ve biterler. Ne elbise gibi önceden prova olanağımız vardır, ne de " rengi attı; götürüp değiştireyim" deme şansımız...
Öyleyse ne yapmalı?
İşin uzmanı dururken...
Ekmeği kendiniz yapıyor, doktor yerine üfürükçüye gidiyor, ilacı nalburiyeden alıyorsanız; tatilinizi kendi başınıza veya otobüs yazıhanesi ile düzenleyebilirsiniz!
Uçak biletinizi kendiniz alacak, oteli hiç görmeden gazetedeki resminden seçecek, çevre gezilerinde taksiciden yardım alacak, ören yerinde kapıcı sayesinde bilgilenecek iseniz size hayatta başarılar...
Tatil organizasyonu ciddi iştir!
Tatil organizasyonu önemli teknik bilgi gerektiren bir iştir. Tatil, ulaşım, konaklama, bilgilendirme ve gezi gibi unsurları içeren bir olgudur. Doğru planlama ve doğru zamanlama, konunun profesyonelleri tarafından yapılır. Tatilinizi, sizin adınıza, sizin istem ve beklentilerinize göre organize edecek profesyonel işletmeler, seyahat acentalarıdır. Seyahat acentaları, deneyimli personel ve sorumlu yöneticiler eliyle hizmet verirler. Organizsayonlarında yer alan tüm hizmetlerden size karşı sorumludurlar. Seyahat acentaları tüm hizmetleri ile TÜRSAB ve Turizm Bakanlığı denetimindedirler.
İşletme belgesine dikkat!
Seyahat acentalarının yasal olup olmadıkları nasıl anlaşılır? Her seyahat acentasının kapısında seyahat acentası olduğunu gösteren ve Türsab amblemini taşıyan sarı pirinçten bir levha bulunmak zorundadır. Ayrıca seyahat acentaları bürolarında görünen bir yerde seyahat acentası işletme belgesi asılı olmalıdır. Türsab üyelik belgesi de bulunan yerin yasal bir seyahat acentası olup olmadığını anlamanıza yardım edecektir.
Kavunu dibini koklayarak alıyorsunuz, Peki, tatilinizi nasıl satın alacaksınız?
Seyahat acentası ürünleri ile ilgili bilgileri ilanlar, reklamlar ve broşürlerle duyururlar. İlan ve reklamlarda tanıtılan ürünün tüm özellikleri yer almaz. Ancak, özellik olarak belirtilen tüm unsurlar seyahat acentasının siz tüketiciye karşı sorumluluğundadır. Broşürler genellikle ilan ve reklamdan çok daha ayrıntılıdır. Broşürdeki tüm bilgiler seyahat acentası tarafından doğruluğu garanti edilmiş bilgilerdir. Tercihinizi yapacağınız tatil paketine ait broşürü alın ve saklayın.
Seyahat acentalarının önemli hizmetlerinden biri de enformasyondur. Siz, seyahat acentası yetkilisine tatil tercihlerinizi belirtin ve onun bu konudaki fikrini alın. Kitlesel paket tatillerin dışında. Size özel, istediğiniz gibi bir organizasyon yapabilirler. Broşür ile belirtilen unsurlar dışında bir tatile karar kıldı iseniz, ya da size bröşür bilgileri dışında başkaca bilgiler verildi ise, bunları yazılı olarak isteyin.
Sözleşmenizi yanınızda bulundurunuz.
Tatilinizi seçtiniz ve rezervasyonunuzu yaptırdınız. Ödediğiniz bedel karşılığı bir makbuz aldınız. Bu makbuzun yanısıra size rezervasyonunuzu belirten, içinde ulaşım, konaklama tarihleri ve şekilleri belirtilen bir başka belge daha verilecektir. Bu belgeye "Voucher" denir. Kimi zaman bu belgede sadece konaklama bilgileri yer alır. Özellikle ulaşım kendiniz tarafından organize ediliyorsa bu belge, ilgili konaklama tesisine giriş yaparken size gerekli olacak ve bir sureti tesise teslim edilecektir.
Eğer gezi şartlarını, özellikle iptal şartlarını ve diğer hususları belirten bir sözleşme, seyahat acentası yetkilisi ile sizin tarafınızdan imzalandı ise...
Böyle bir sözleşmenin imzalanması halinde bir suretini siz de alın ve saklayın. Bazen, gezi şartları broşürlerin arkalarında veya voucherin arka yüzünde yer alır. Bu şartları okuyun ve buna göre davranın. Unutmayın ki; özellikle grup seyahatler bir ya da bir kaç kişinin mazeret ya da istemlerine göre değiştirilemezler. Hele hele ulaşım uçak ile ise, bu konuda uluslararası sivil havacılık kuralları karşısında seyahat acentasının dahi yapabileceği pek bir şey yoktur.
Nereye ne zaman gideceğinizi ve seyahat planını ayrıntısıyla sorunuz.
Satın aldığınız tatile ait broşürü iyi inceleyin. Merak ettiğiniz her konuyu seyahat acentanıza sorun. Özellikle hareketin hangi gün, saat kaçta olduğunu bir kez daha kontrol edin. Saat 24'ten sonraki hareketlerde tarihin değişeceğini unutmayın. Hareketin hangi gün olduğunu ayrıntılı olarak sorun ve not edin.
Gideceğiniz yeri ve iklimi, alış-veriş, spor olanakları gibi konuları seyahat acentanızdan öğrenebilirsiniz. Ulaşımı kendiniz gerçekleştiriyorsanız, gidilecek tesisin bulunduğu yeri çok iyi öğrenmek, nasıl gidileceği konusunda seyahat acentanızdan bilgi almak, size zaman kazandıracaktır.
Seyahatinizden Memnun Değilseniz...
Tatil tarihi geldi, siz tatil yerine geldiniz ve birden pembe hayalleriniz söndü! Ne yapmalısınız?
İşte seyahat acentası ile tatile çıkmanın en önemli farklarından biri burada başlıyor... Eğer tatilinizi seyahat acentası olmayan kişi ya da kuruluşla organize ettiyseniz, bir barda su eşliğinde gelecek yıl yapacağınız tatili planlayarak avunabilirsiniz.
Bilinçli ve çağdaş bir tüketici olarak tatilinizi seyahat acentasından aldınız. Buna rağmen bir şeyler kötü gidiyor... ne yapacaksınız?
Bu sizin tatiliniz! Bir şeyler ters gitse de mutlu olmaya çalışın. Ters giden şeylerin sorumluluğu sizde değilse, tersliklere karşı mutlu olmaya çalışmanız sizin haklarınızı azaltmayacak. Ya da ne kadar öfkeli ve mutsuz görünürseniz talepleriniz o ölçüde haklılılık kazanmayacak. İlk yapacağınız şey, sizi hayal kırıklığına uğratan nedeni doğru tesbit etmek!
Memnuniyetsizliğinize neden olan sorunları doğru belirleyiniz.
Bu iş için şu sorulara cevap arayınız:
* Seyahat acentasının bana verdiği bilgiler doğru mu?
* Tesis olması gereken nitelikte mi?
* Seyahat acentasınca taahüt edilen hizmetleri alıyor muyum?
* Hizmet(işletme) kalitesi olması gereken nitelikte mi?
* Eksik olan ne?
Özellikle son soruya vereceğiniz cevap çok önemlidir. Bu cevabın somut olmasına dikkat edin. Somut olarak eksikliği tesbit ettiniz. Örneğin, broşürde otel odalarında TV görünüyordu, ama sizin odanızda yok!
Adım adım yapılması gerekenler:
1-Tesbit ettiğiniz eksikliğin giderilmesini isteyin!
Bu isteminizi öncelikle eksikliğin yaşandığı tesis işletmesinden istemek yerinde olacaktır. Eğer tesiste seyahat acentası sorumlusu varsa, eksikliğin giderilmesini ondan da isteyebilirsiniz. İsteğinizin karşılanmaması halinde bunun yazılı olarak kendinize bildirilmesini sağlayın.
2-Eksikliği en kısa sürede seyahat acentanıza bildirin!
Eksikliği, açık ve somut olarak derhal seyahat acentanıza bildirin. Telefon, faks ile veya tesiste bulunan seyahat acentanızın görevlisine yapacağınız bildirim sonucunda eksikliğin giderilmesi sağlanacak ya da bu eksikliğin sorumlusu tesis işletmesine yapılacak ödemeden gerekli kesinti yapılacak ve bu bedel size ödenecektir. Unutmayın: seyahat acentanıza bildirmeden, eksikliği tesise extra bir bedel ödeyerek gidermeye çalışmanız halinde, bu bedelin size aynen geri ödenmesi ciddi gecikmelere yol açabilir. Çünkü, siz bu durumda eksikliğin sorumlusundan bu bedelin tahsilini güçleştirmiş olursunuz.
3-Seyahat acentanızla görüşmeden tesisi terk etmeyin!
Tesis, sizin kalamayacağınız kadar kötü durumda ya da tesis dolu olduğu için sizi alamıyor. Seyahat acentanızla görüşmeden kendi başınıza hareket etmeyin. Seyahat acentanız ihbarınız sonucu çözüm üretecektir. Bu çözüme uygun davranın! Bu sorun nedeniyle uğradığınız sıkıntıya ilişkin haklarınız yok olmayacaktır. Size önerilen çözüm üretilmedi ise siz kendi başınıza hareket edebilir ve zararınızın tazminini isteyebilirsiniz.
4- Rahatsızlığınızı belgeleyin!
Sizi rahatsız eden her şeyi, açık olarak yazdığınız bir tutanağı bu hususları gören kişilere imzalatın. Özellikle tesis işletmecisi ve seyahat acentası temsilcisinin imzaları bulunması yerinde olacaktır. Tutanağın bir suretini saklayın ve diğer suretini seyahat acentanıza mümkünse tatil bitmeden veya en geç tatil bitiminden sonraki bir hafta içinde teslim edin.
5-Şikayetiniz karşığında, varsa talebinizi bildirin!
Şikayetinizin giderilmemesi halinde tatilinizin bitiminde seyahat acentanız ile yaptığınız görüşmede talebinizi bildirin ve seyahat acentanızın buna karşı size sunacağı öneriyi değerlendirin. Yaşanan bir olumsuzluğun çok iyi bir ilişkinin başlangıcı olabileceğini aklınızdan çıkarmayın. Seyahat acentaları, tüketicilerini "misafir" olarak tanımlarlar. Sizin memnuniyetiniz onların gerçek kazançlarıdır. Haklı taleplerinizin değerlendirileceğini göz önüne alarak talebinizi somut olarak iletin!
6-TÜRSAB'a başvurun!
Sorununuza seyahat acenatnız ile bir çözüm bulamadığınız takdirde, Türkiye Seyahat Acentaları Birliği bünyesindeki "tüketici sorunları bölümüne" başvurabilirsiniz. Başvurunuz derhal değerlendirilmeye alınacak, seyahat acentanızla çözüm bulunması için Türsab yetkilileri temas edeceklerdir.
Türsab bünyesinde profesyonellerin görev yaptığı tüketici sorunları bölümü, uzman seyahat acentalarının yer aldığı tüketici-otel- acenta-rehber ilişkileri komisyonu ve Türsab Tahkim Kurulu sizlerin sorunlarının çözümü için çalışmaktadır.
7-Tahkim Kurulu'nda talebiniz sonuca bağlanır!
Talebinizin tüketici sorunları bölümü ve tüketici komisyonu tarafından çözüme kavuşturulmaması veya bulunan çözümlerin seyahat acentası tarafından kabul edilmemesi halinde, Türsab bünyesinde uzman hukukçu ve seyahat acentalarından oluşan hakem heyetine dava açabilirsiniz. Adli yargıda, yani adliyelerde bulunan hukuk mahkemelerinde açılacak tazminat veya alacak davası ile aynı nitelikteki sonucu verecek olan bu davanız bir iki ayla ifade edilebilecek çok kısa sürede sonuca bağlanacaktır. Tahkim Kurulu'nun kararı tıpkı mahkeme kararı gibi icra dairesine ibraz edilip borçlu hakkında işlem yapılır.
Tüm bu süreç içinde seyahat acentasının seyahat acentalığı vakar ve haysiyetine, meslek ahlak ilkelerine uygun davranmadığı tesbit edildiği takdirde, ilgili seyahat acentası hakkında disiplin kovuşturması yapılıp gerekli ceza da verilecektir.
Bir kez daha hatırlatalım:
Seyahat acentası ile yaptığınız tatilden memnun değilseniz: Sizin memnuniyetiniz için uğraşacak olanlar, seyahat acentanız ve TÜRSAB'tır.
Cem Polatoğlu http://www.baracudatour.com
Yukarı
|
Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur. Kahve Molası bugün 3.763 kahveciye doğru yola çıkmıştır. |
Yukarı
|
EŞİME...
Gönül yaylam,dert ortağım,herşeyim
Dağların başını neyleyim sensiz
Bakar iken gözümdeki bebeğim
Anlamsız yaşını neyleyim sensiz
Su gibi karıştı mazim mazine
Eş bulunmaz ayrılıktan hazine
Ölürken başımı koysam dizine
Ben can telaşını neyleyim sensiz
Tüm tabipler yüreğimi yarsınlar
Her bir köşesinde sana varsınlar
Bedenimi bez kefene sarsınlar
Boş mezar taşını neyleyim sensiz
Mahzuni der Çiçek sensizlik beter
Boş ocakta kuru hayaller tüter
Dünyada dert yeyip içerim yeter
Ekmeğini aşını neyleyim sensiz
Mahzuni Gül
Yukarı
|
İnanması zor ama gerçek!...
Yukarı
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://www.turkcemuzik.com
Türkçe şarkılara ait şarkı sözleri, akorlar, midi ve mp3 formatındaki dökümanlar için araştırma yaparken danışabileceğiniz bir kaynak. Tek olumsuz tarafı, mp3 indirmek için üye olmanız gerekiyor. Eee bunun neresi problem demeyin; çünkü üyelik ücretli.
http://www.kadinlar.com
...7'den 77'ye tüm bayanların rahatlıkla okuyabileceği bir web sayfası. ...Deniz içinde yapılacak düzenli ve sistemik egzersizler vücudun şeklinin mükemmele doğru geliştirir. Her gün göğüs hizasındaki sularda özellikle bacakların öne, arkaya ve yanlara açılması ile yapılacak egzersizler çok yararlıdır... Ve daha fazlası için.
http://www.sevivon.com/cocukkosesi/masallar/klasik/keman_calmak.htm
...Çocuklar, bugün size kemanımla bir şeyler çalacağım. Bana göre, dünyada keman çalmayı bilmekten daha iyi, daha güzel hiçbir şey yoktur. Yanıldığımı mı düşünüyorsunuz? Sizi bilmem, ama ben kendimi bildiğimden beri bir kemanım olmasını isterdim ve müzisyenlere adeta tapardım! Köyde bir düğün olduğunu duyar duymaz, müzisyenleri selamlamak için oraya koşan ilk ben olurdum. Bas kemanın arkasına geçer, en kalın telini çeker – buuum!..
http://www.bilimkurgu2000.com/Kitaplar/KitapBolum/DunyayaDusenAdam.asp
...Üç kilometrelik bir yürüyüşten sonra bir kente ulaştı. Girişteki bir levhanın üzerinde, HANEYVILLE, nüfus : 1400 yazılıydı. İyi bir ortalamaydı bu. Daha erkendi - "bu üç kilometrelik yolu yapmak için sabahı seçmişti, çünkü daha serin oluyordu ve sokaklar da bomboştu. Tüm bu yeniliklerden şaşırmış, sinirli ve biraz da ürkek bir biçimde yeni doğan günün solgun ışığında bir kaç sokak geçti. Yapacağı şeyi düşünmemeye çabalıyordu. Bunu, zaten yeterince kafasında tasarlamıştı...
akin@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
Winsonar 2003 3.04.03 [2084KB] 98/ME/2000/XP FREE
http://www.mywebattack.com/gnomeapp.php?id=105111
Bilgimiz dışında bilgisayarımızda çalışan programları gözlemleyen ve bunları güvenli yada şüpheli diye ayırabilen bir yardımcı program. Saldırıların yoğunlaştığı günlerde işinize mutlaka yarayacaktır. Bir kenarda tutmanızda yarar var.
Yukarı
|
|
|