|
|
|
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 400 |
10 Aralık 2003 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Bugün hakkınızı arayın!.. |
Merhabalar,
Olmadı yahu Kartal. Korkak oyun mu yoksa, rakibin becerisi mi kararsızım ama gerçekten üzüldüm. Ellibeşbin kişilik koroyla galip gelememek acı olsa gerek. Romen hoca keşke biraz daha cesur olabilseydi, ama işte olmayınca olmuyor. Başarı için biraz da şans olması lazım. Gitti paracıklar geldi UEFA. Ona da şükür.
10 trilyonluk biletlerden aldınız mı arkadaşlar? Acele edin bilet kalmaz sonra dövünürsünüz. Bakın Kartal da paracıkları kaptırdı. Şimdi onlar da telafi için gişelerin önünde kuyruğa girer maazallah. Siz siz olun, dirsek faul falan demeden öne geçip birkaç bileti kapın. Kocaman ikramiye çeyreğe çıkacakmış, ondan erken tükenirmiş. Ben medyanın yalancısıyım. Siz bana bakmayın, kesenize uygun bir bilet alıp 20 gün hayal kurun. Ben öyle yapacağım. 20 gün beylik beyliktir. Yoksa, ikramiyeyi kim kaybetmişte biz bulacağız. Benim umudum sizlerde. İçinizden birine çıkarsa şu elde kalan fincanları alır bari diye umuyorum. Umut dünyası işte!..
Hediye kampanyamıza başvurular hızla(!?) devam ediyor. Bir hafta içinde binlere ulaşmayı umuyorum. (Babababah) Amacım Türk ekonomisine bir canlılık getirmek, kendim için birşey istiyorsam namerdim. Bu arada formdaki bir soru olumsuz eleştirilere maruz kaldı. Teessüf ederim. Sanki çok meraklıydım sizin yaşınızı öğrenmeye, hıh. Benimkisi yaşa uygun hediye almak isteyenlere ışık tutmak. Şimdi kalkıp biri anneanneme Eminem CD'si alır diye korkuyorum. Yoksa başka ne ola ki, aşkolsun.
Bugün ''İnsan Hakları Günü''. Hakkımızı aramakta çokça aciz kalan bir milletin çocukları olarak bu günü iyi değerlendirmekte yarar görüyorum. En azından ne gibi haklarımız var bilelim, hiç olmazsa hakkı aramak durumunda bile bile hak aramayalım. Bu daha onurlu olur herhalde.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
|
AKIL OYUNLARI : Prof. Dr. Nevzat Tarhan Mafya dizilerine dikkat |
|
Çocuğun ilgisini uyandıran şeylerin çocuğun kişiliğine yön verdiği biliniyor.
Çocukta konuşmayı öğrenme ile birlikte kişilik ve kimlik gelişimi başlar.
Çocuğun ilgisini uyandıran popüler her şey onun kişiliğinin şekillenmesinde önemli rol oynar.
Popüler kimlikler oluşuyor
Tüketim ekonomisinin dizginlerini elinde bulunduranlar popüler kimlik oluşturarak çocukların ilgisini çekiyor ve büyük karlar elde ediyorlar.
Diğer taraftan evrensel kimlik oluşumuna hizmet ediyorlar. Yerel kültürlerin yok olması süreci böylece hızlanıyor.
TV ve bilgisayar oyunları ile dünya çocuklarının ruhları kontrol ediliyor dersek abartılı olmayacaktır. TV ve bilgisayarın büyüsel etkisini çocukların denetimini aile ve yaşadığı toplumun kontrolünden uzaklaştırıyor ve popüler kimlik oluşumuna götürüyor.
Başlıca popüler kimlik türleri, pop şarkıcıları, mafya liderleri, transseksüel kimlikler, şiddet onaylayan tiplemelerdir.
Bütün bu popüler kimlik tipleri çocuğun gelişen ruhunu etkiler.
Sonuçları:
- Suça eğilim ve saldırganlık artışı.
- Tembellik, zordan kaçmak.
- Somut zevkleri, kolaycılığı özendirmek.
- Sabırsız ve aceleciliği teşvik etmek.
- Yedi yaş altı çocuklarda gerçeği değerlendirme yetisini bozuyor.
- Bencilliği teşvik ediyor.
- Aşk, para, kahramanlık gibi özdeşimleri hızlandırıyor.
- Ayak uyduramayan çocuklarda eksiklik duyguları uyandırıyor.
- Okul başarısını düşürüyor.
- Gevşek disiplinli çocuk ortaya çıkartıyor.
- Ailenin disiplin eğitimini zorlaştırıyor.
Çözümler:
- Çocuğun şiddet içeren kahramanla özdeşleşmesinin doğru olmadığını bilmek.
- Popüler kimliği yasaklamak yerine o kimliği sorgulamayı çocuğa öğretmek.
- Dünyayı elinde tutmak isteyen ve daha çok zengin olmak isteyen kimselerin para kazanmasına alet olunulduğu bilincini ısrarla ve tekrarla vurgulamak.
- Çocuk eğlenceli hale getirilmiş bu dizileri seyrederken ona "haydi ders çalış" gibi yaklaşımlarda bulunmamak, aksi takdirde çocuk derse düşman olur.
- Çocuk ve gence daha çok zaman ayırarak, yerel kültür değerlerimizi, inanç sistemimizi ona öğretmek.
- Popüler kimlik ile özdeşleşmesinin sakıncalarını, bunların hayal ürünü olduğunu ve bunu onaylamadığınızı onunla büyük insan gibi konuşun.
- Çocuklar mafya dizilerine, bu dizideki canlandırılan karakterlere ilgi duyuyorsa endişelenmeyin. Sizin eleştirel tutumunuz ve onu sorgulatıcı yaklaşımınız bir müddet sonra onun abartılı yaklaşımını azaltacaktır.
- Çözüm yasaklama değil, soğuk kanlı, sabırlı ve yumuşak tutumlarla yönlendirmektir.
- Günümüz insanının at arabasına binmesini beklemediğimiz gibi, onun da çelik çomak oyunu ile yetinmesini bekleyemeyiz.
- Çocuk yaşadığını öğrenir, büyükleri örnek alır. Siz abartılı bu dizilere takılırsanız sözünüzün yararı olmaz.
- Tek eğlencesi böyle film ve diziler olan çocuğu uzmana götürmek gerekir.
Nevzat Tarhan
ntarhan@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
AŞK BİR OYUN : HAYATIN KENDİSİ GİBİ
Evimizin bulunduğu mahallenin oyun alanındayım... Akranlarımın gürültüyle eğlendiği bir meydanda... İçimde bir telaş var; hani oynamaktan hiç bıkmadığımız oyunlar vardır ya; yorgunluğu, çilesi, riski bol oyunlar; işte onlardan birini oynamak için yanıp tutuşuyorum...
Düşüp bir yerlerini yaralama riskinin yüksek olduğu oyunlardan biri... Başından galibini ya da mağlubunu kestiremediğin, her an ebelenme durumunda kaldığın, yüksek temposu yüzünden sorumluluklarını, derslerini, dostlarını ve aileni ihmal edebileceğin oyunlardan biri...
Hava kararmak üzere, akşam yemeği vakti yaklaşmış; lakin içimde karşı duramadığım bir oyun arzusu tepinip duruyor. Eğer oyuna başlarsam vaktinde eve gidemeyeceğim ve annemden zılgıt yiyeceğim; üstelik yarınki matematik sınavına çalışmam da gerek. Üfff yine de oynamak istiyorum... Zamanım çok az ve sorumluluklarım da umurumda değil. Kaçarım yok oynayacağım...
Önce, akşamın bu vaktinde en az benim kadar oynamaya istekli bir oyun arkadaşı bulmalıyım. Aslında benimle bu oyunu oynamak isteyen birkaç kişi hep vardır mahallede lakin dişli bir oyuncu gerek bana. Beni zorlayacak, oyuna heyecan katacak iyi bir oyuncu arıyorum.
Gözüme kestirdiklerimden birkaçını oyuna çağırıyorum. Aldığım her "cık" cevabı hevesimi kırarken vaktin daralması sabırsızlığımı çoğaltıyor. Bir an önce oyuna başlamalı zira birazdan annem balkonda görünüp asabi bir sesle eve gelmem için emirler yağdıracak.
Sonunda istediğim gibi bir oyun arkadaşı buluyorum. Vakit kaybetmeden oyun mekanını seçiyoruz. Kalp atışlarım hızlanıyor, sevinçten çıldırabilirim. Hadi artık başlayalım...
Bazen ben öne geçiyorum, bazen de o; bazen şans benden yana, bazen ondan yana lanet olası... Giderek heyecan artıyor ve zaman giderek daralıyor. Annemin beni eve çağırması artık an meselesi. Bunu bile bile devam ediyorum oyuna; annemin "bir kere de ben çağırmadan eve gelsen" diye haykırışını duyar gibiyim. Ama mutluluktan ölmek üzereyken bunun ne önemi var? Her şeyi göze aldım. Yerimde duramıyorum...
Ve annemin oyun bozan sesi, mahallenin her duvarında çınlıyor... Omuz silkip oyuna devam ediyorum. Nasılsa olan olmuş. Zılgıtı yiyeceğiz, öyle ya da böyle... Tam da havaya girmiştik. Hem ben hem de oyun arkadaşım performansımızın en üst noktasındayız. Oyunun en heyecanlı yerinde eve gidilir mi yahu? Annemin ikinci çağrısı biraz daha kükreme modunda duyuluyor. Hafif bir ürküntü yaşasam da, içimdeki arzuyu bastırmama imkan yok artık.
Tam da zevkin doruğundayken, oyun arkadaşım oyun bozanlık yapıyor. Oyuna dönmesi için ikna etmeye çalışıyorum... İkna olmuyor; belli ki sıkıldı benimle oynamaktan. Güzel bir oyun olması için, onunla oynayabilmek için vazgeçtiğim ve göze aldığım şeylerden bahsediyorum: "düştüm, yaralandım, annemin gazabına uğradım, derslerimden geri kaldım; sense mızıkçılık yaparak karşılığını verdin..." Aldırmıyor bana. Mızıtmaya kararlı. Giderek sinirleniyorum ve ağız dalaşına giriyoruz. Az önce yaşadığımız keyifli ve heyecanlı duygular yerini öfkeye bırakıyor. Topu oyun arkadaşımın suratına fırlatıp evin yolunu tutuyorum. Evde annem beni bir hışımla karşılıyor; durmadan hakaretler yağdırıyor ve bir iki tane de yapıştırıyor suratıma.
Keyfi kaçmış bir oyun, yetiştirilememiş ödevler, hayal kırıklığı ve kaybedilmiş bir oyun arkadaşıyla hayatıma kaldığı yerden devam ediyorum...
Bir zaman sonra yeniden içimde oyun oynama tutkusu yeşeriyor. Son oyunda yaşadığım olumsuzlukları unutmuş değilim. Yine de "belki bu defa iyi şeyler olur" diyerek, yeni bir oyun arkadaşı aramaya davranıyorum
Şimdi hava kararmak üzere, içimde dayanılmaz bir oyun tutkusu; birazdan annem eve çağırır; oyun oynayacak pek kimse de görünmüyor etrafta. Gözüme kestirdiğim birisi var ama oynayıp oynamamakta kararsız. Benimse ısrar edecek gücüm yok. Boynumu büktüm, taşları dizdim, topu hazırladım bekliyorum; gelirse oynayacağız, gelmezse eve gideceğim....
Aşk, oynamaktan hiç usanmadığım bir oyun; terlemekten, yaralanmaktan, düşmekten, cezalanmaktan, hayattan geri kalmaktan, yenilmekten ve yenmekten hiç usanmadığım bir oyun...
Eh bu oyunu oynamak için de erkeklere ihtiyaç var... Şimdi gel de feminist ol!
Tuba ÇİÇEK tuba@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
PASTORAL EFEMER : Zeki Yıldırım |
AZMİ BEY
-Bu anımı öğretmenliği bir meslekten ziyade gerçek yaşam biçimi olarak algılayan öğretmenlere ve 1976 Yunus Emre İlk Öğretmen Okulu Mezunlarına adıyorum-
1975 yılıydı, gelen baharla birlikte son sınavlar için hummalı bir çalışma vardı. Yatılı Öğretmen okulunun son sınıfındaydık, yaklaşık 1.5 ay sonra karne ve diplomalarımız alıp bu güzel vatanın nadide bir köşesine gidip yıllarca aldığımız eğitimin karşılığını vermeye çalışacaktık. Ne yazık ki bizlerde artan sadece göreve başlama arzusu değildi, yurdumuzu daha sonraları bir ahtopod gibi saracak siyasi ayırımcılığın tohumları orta öğretim kurumlarına yeterince atılmış ve hasadını alma arzusu bir çok arkadaşın o çocuksu gönlünü artan bir şekilde yakıp kavuruyordu. İşte o günlerden biriydi, biz akşam etüdü için sınıflara doluşmuş, ertesi günün sınavına hazırlanmaya başlamıştık. Ancak arka sıralardan gelen tartışma hepimizin dikkatini çekmişti. Tartışma ve ses tonları da gittikçe önlenemez düzeylere çıkıyordu. Sınıfımızda fikirlerini savunmada biraz daha hoş görüsüz davranan ve kendilerini o görüşlerin lideri kabul eden iki arkadaşımızdı bunlar. Hepimiz sıralarımızdan kalkıp yatıştıralım demeye kalmadan bir birine attıkları yumruk sesleri, boğuşma ve yuvarlanma sesleri ile kavganın dozuna uygun bağırtıları birbirine karışıyordu. Tam o anda kapı açıldı, biz nöbetçi öğretmendir diye telaşla kapıya bakarken okul müdürümüz Azmi bey içeri girdi. Telaş yerini korkuya, daha çok korkuya bıraktı.
Azmi bey; otoriter, disiplinli, çok az konuşan, çok fazla ortalıklarda gözükmeyen bir müdür olarak içimizde hep bir ürperti oluştururdu. Kavga eden arkadaşlar tıpkı "don" komutunu almış sanatçılar gibi dağılmış üstleri başları ve birinin eli diğerini gırtlağında olduğu halde adeta taş kesilmişlerdi. Elbet salt onlar değildi taş kesilen, bütün sınıf başları önde eğik, sus pus kalmıştı. Çünkü olayın siyasi boyutu vardı ve kavgaya yol açmıştı, hem de etüt zamanı ve ne büyük talihsizlik ki olay Azmi beyin bizzat tanık olduğu bir anda olmuştu. Eminim hemen hepimiz kavga eden iki arkadaşımızın valizlerini toplaması gerektiklerini düşünüyordu ve salt onlarla da kalmayacaktı olay. Soruşturmalar sonucunda daha çok kişinin başı ağrıyacaktı. Biz bu kaos içinde kıvranırken Azmi bey "kavga eden iki kişi kara tahtanın yanına gelsin" dedi. İki arkadaşımız başları öne eğik, adeta sürünürcesine tahtaya ulaştılar.
Azmi bey arkadaşlarımızın ikisini de kulaklarını tuttu ve gür sesiyle "Ne oluyor çocuklar neyi paylaşamadınız?" dedi ve devam etti "Koca koca adamlar oldunuz, ben yarın çocuklarım öğretmen olup bu güzel vatana hizmete başlayacak diye seviniyorum sizler bir kız yüzünden birbirinize düşünüyorsunuz.... Hadi oturun yerinize, bir daha böyle saçma konular için birbirinizi üzmeyin" dediği anda arkadaşlarımızdan biri "Ama öğretmenim olay" dediği anda Azmi bey "Bak rezile birde konuşuyor, çabuk otur yerine" dedi ve sessizce girdiği kapıdan aynı adımlarla çıktı gitti. Bütün sınıf girdiği şoktan kurtulmaya çalışıyor ve bir yandan da Müdür bey anlayamadı olayı çok şükür diye seviniyordu. Hatta bu adam anlama özürlü, salak, olayı ne kadar farklı algıladı diye işi komik düzeye bile çıkardık. Sonra iki kavga eden arkadaşlar ucuz kurtulmanın sevinci ile barıştılar, karşılıklı özür dilediler ve ne ilginçtir ki daha sonraki aylarda okul genelinde kavgalar ve olaylar oldu ama bizim sınıfta hiç kavga olmadı. Yıllar yıllar sonra, evet ben benzer bir kürsüye öğretmen olarak atandım.
Bir gün bir akşam etüdünde tam bir sınıfa ayağımı atarken geçmişte yaşadığım bu olay aklıma geldi. Gülümseyerek anıları şöyle bir turladım, birden aklıma bir şey takıldı. Yaşadığımız olayı Azmi beyin anlayamamış olduğu şeklindeki düşünce bir çok acaba çekincesi altında ezilmeye başladı. Her olayın düşündüğümde aslında Azmi beyin olayı o gün bütünüyle anladığını sonucuna daha çok yaklaşıyordum. Ama niye böyle davranmıştı ? bu soruyu günlerce düşündüm. Ta ki kavgacı arkadaşların bir akşam telefon edip yaz tatilinde çoluk çocuk size geliyoruz diye telefon edişine kadar. Evet, asıl salak ve kavrama özürlüsü olan bizdik. Azmi bey o gün olayı fazlasıyla anlamıştı ve gelişim yönünü de görebiliyordu. O gün saçma bir gerekçe yaratıp arkadaşlarımızı rencide etmeden, ceza vermeden yatıştırabilmişti. Sınıfımızda bozulmaya yüz tutan huzursuzluğu düzeltmiş, bize arkadaşlarımızı hediye etmişti. Ama bir hatası vardı, bu dersi bizzat gözümüz içine baka baka bize anlatmış ve bizim kavrayabileceğimizi düşünmüştü. Fakat ne gezer, biz onu yıllar boyu anlama özürlü olarak kabul edip alay ettik. Çünkü bu gün biliyorum ki Azmi bey o gece bizim kafamızın yettiği ölçüde davranıp arkadaşların kavga gerekçelerine göre davransaydı, çoğumuz mezun olamayacaktık, sınıfımız siyasi kavgaların sürdüğü bir arena olacaktı. Şimdi tatile gelmesini beklediğim arkadaşımı bile nefretle anıyor olacaktım.
Zeki Yıldırım
Yukarı
|
Kahvecigillerden : Hüseyin Alparslan |
İNSANI BÜTÜNÜYLE SEVMEK -II-
Kısa süreli bir iş seyahatinin dönüşüydü. Gün akşama yüzünü dönmüş , güneş vedaya hazırlanıyordu usul usul . Bütün günü aç geçirmişti . Açlık değildi onu yoran . Bir demli çay yahut bir sigara , alıp götürecekti açlığını. Bütün kasları yorgunluk emarelerini üzerinden atacak, kalan yolunu tamamlayabilecekti. Yapamadı. Arabasını park edecek bir yer aradı. Biraz önce geçtiği , yeşilliklerle bezenmiş yollar değildi karşısındaki. Kentin is kokulu caddelerindeydi. Korna sesleri , insanların telaşlı ayak seslerine karışıyordu. Amaçsızca oradan oraya koşuşturan insanları , kar sularının yükselttiği nehirlere benzetti. Akıyorlardı durmadan oradan oraya .
Arabasını park etti. Caddeden aşağıya doğru yürüdü. Kirli hava boğazını yakıyordu. Midesi bulandı. Kusacak gibi oldu. Bir ara vazgeçip yola devam etmeye karar verdi. Apartmanların arasındaki caddede yürümeye başladı.
"Sanırım her insanın kolaylıkla becerebildiği bir şeyler var." "Kimi iyi doktor , başarılı avukat, öğretmen , şarkıcı olabiliyor." Diye düşündü. Mesleğinde başarılı sayılırdı aslında. "Başarılı değilim !" diye mırıldandı. "Kentten kente savruldum yıllar boyu ." Sanki , Tutunamayanlar'ı onun için kaleme almıştı yazar. Gülümsedi. Hayatın benzerliklerle dolu olduğunu , her kentte yaşamaya değer günlerin olduğunu biliyordu. " İyi mühendis değilim ama , kolaylıkla uyum sağlarım yeni şehirlere" dedi. "Örneğin caddeye sıralı şu apartmanlardan birinde daire kiralayabilir , yeni hayata başlayabilirim" dedi. İnsanlarla tanışmak , kentlerin düzenlerine ayak uydurmak en kolayı idi onun için . "Tutunabilirim , yazar benim için mi yazmış o kitabı ! Bak sen!" diye mırıldandı.
Yemek yiyebileceği iyi bir lokanta buldu. Yemekleri sipariş verdi. "Önce çorba , kaşarlı olacak , ardından bol tereyağlı döner , ve tatlı mutlaka kaymaklı olacak" Garson gülümsedi. "Peki efendim , hizmetimizden memnun kalacaksınız" dedi. "Çayı unutmayın sakın !" Yemekten hemen sonra , demli ve sıcak olacak . Buharı tütmeli mutlaka!" dedi garsona. Masasını ayırttı. Yan masa da rezerv edilmişti. Semra hanım yazıyordu.
Bir süre daha dolaştı caddelerde. Kirli hava boğazını daha fazla yakmıştı. Hava serinlemeye başladı. Üşüdüğünü hissetti. Arabasına dönüp pardösüsünü almaya karar verdi. Vazgeçti. Lokantaya doğru hızlı adımlarla yürüdü. Kendisine ayrılan masaya oturdu. Yavaş yavaş insanlar doluşmaya başladı. Aynadan içeri giren insanlara bakıyordu. Kimi yüzlerde yorgunluk , kimi yüzlerde umursamazlık vardı.
"İnsan nasıl bir anlamla sürdürür hayatını ? Nedir yaşamaktaki maksadı ? Niçin gelmiştir , dünyaya ? Neden yaşar ve soluklanır , asma bahçelerinde ? Her gün üzerine doğan ve batan güneşe bakıp bakıp kim bilir kaç kez sordular bu soruyu kendilerine" dedi . "Belki de sormuyorlar" dedi.
Yanı başından geçenlere baktı. Çocuğunu kucağına alıp , sevgiyle kucaklayan anneye... Tereddütsüz onun için canını hiçe sayacak anneye ! "Cevaplarını biliyordur o kadın" dedi gülümseyerek. "Belki de iç güdüleri, sevgiyle kucaklatıyordur çocuğunu kim bilir !" Gülümsedi.
Kirli sarı saçları sakalına karışmış , üzerindeki ceket yırtık ve koltuk değneklerine dayanarak yürüyen bir adam girdi içeri. Zorla ilerliyordu. Yanında ise orta yaşlı ,oldukça güzel bir bayan vardı. "Lütfen oturunuz" dedi yaşlı adama. Hemen yanındaki Semra Hanım yazan masaya oturmuşlardı. Lokantayı günlerce yıkanmadığı belli olan adamın kokusu sarmıştı. "Savol kızım" ."savol" diye mırıldanıp duruyordu yaşlı adam. Genç hanım hiçbir şey söylemeden öylece bakıyordu adama. Yüzünde gülümseme belirdi. Garson yanlarına yaklaştı. "Ne alırsınız" diye sordu. Kadın, yaşlı adam dönerek ; " Önce çorba kaşarlı , bol tereyağlı döner , tatlı , ne dersiniz ?" diye sordu. Yaşlı adam mahcubiyet içerisinde "savol kızım , sen nasıl dilersen , savol" dedi.
Suskun oturdular. Çorbaları geldi. Yaşlı adam elleri titreyerek , bazen de üzerine dökerek içti çorbasını. Kaşığından dökülen çorba kirden rengi dahi belli olmayan gömleğine dökülüyordu. Mahcup ifadeyle karşısında oturan kadına bakıyordu. Kadın gülümseyerek yaşlı adamın eline dokundu. " Çocuklarınız yok mu , eviniz , eşiniz hayatta mı , bir geliriniz de mi yok". Diye peş peşe sorular soruyordu. Yaşlı adam "yok , valla yok" diye cevap yetiştiriyordu. Yemeklerini yerlerken sesleri lokantanın uğultuları arasında kayboldu.
"Tutunamayanlar'ı yazan yazar bunları da gördü mü bildi mi ?" diye söylendi. Hızlı adımlarla arabasına doğru giderken. O kadın isterse bir miktar para verip , yaşlı adamın karnının doymasını sağlayabilirdi. Ama o bunun yerine birlikte yemek yemeyi tercih etmiş , yaşlı adamın kolundan tutmuş , hiç gidemediği lokantaya götürmüştü , karşılıklı yemek yemişlerdi. Yaşlı adam , nasıl bir anlam yüklü olduğunu belki de hiçbir zaman bilemeyeceği hayatını sürdürürken , Semra hanım o lokantada yeni rezervasyonlar yapmak üzere çoktan sokaklara düşmüştü.
Hüseyin Alparslan
Yukarı
|
Kahvecigillerden : Seda Esen |
Birbirinizi sevin beni değil...
Hep şımartılan bir çocuk oldum. Çocukken ailenin tek kız bebeği olmakla başladı bu durum. Maddi olarak hep ölçüler olsa da, manevi olarak sevgisini göstermekten çekinmeyen bir ailede büyüdüm. Peki bu hale nasıl geldim?
Bu denli manevi şımarıklık, arsızlık içinde sadece gösterdiğim kadar sevgi/saygı bekledim. Beklerim. Bekleyeceğim. İnsanlar ne kolay "seni seviyorum" der. Öyle bir beklenti içinde olduğumu sanarak. Halbuki beni mutlu eden bu geyikler değil gerçek düşüncelerini duymaktır. Güvenin de tanımı budur benim için. Duyunca mutlu olduğum şeyleri sırf bunun için söylemiyorsa güvenirim o adama. Ya da duyduğumda mutsuz olacağım şeyleri söyleyebilirse bana. Ama 30 lardan gün aldığım şu yıllarda pek az kişi bu huyumun farkında olmuştur.
Büyük çoğunlukla etrafımdakiler yapmacık sevgi gösterileri ile abartı bir pozitiflik içinde dolana dursun aksi açık şekilde söylenmediği sürece ben yerimi bilirim. Sorun bu ortama girdiğimde olur. Eğreti dururum. Rahat edemem. Yerimi benimseyemem. Nedense insanlar taht istediğimi sanırlar. Oysa bir tabure yeter de artar. Çok daha özgür olurum. Keyfim taburenin konforu anlatılmaya kalkarsa kaçar.
Gerçekten sevmediğim hiçkimseye "seni seviyorum" demedim bugüne kadar. Hem dostluk hem aşk anlamında. Ve (agrasif, negatif olarak algılansam da) sevmediklerime de sevmediğimi söyledim. Son 5 yıldır abarttım bunu. Eskiden ben de kafamın genelde uyuşmadığı insanlarla görüşürdüm. %50 yi tutturmak yeterliydi. Ayşe ile sinema konuşurdum mesela. Meyhaneye, sohbete, tatile vs gitmezdim. Sinema arkadaşıydı Ayşe. Ve mutlaka ben de başkalarının Ayşe siydim. Birebir olmasa da karşılıklı oynanan bu sevgi oyununda ben de kırıttım. Gül gibi geçinirlik yaptık. Yani herkesin yaptığını yapdım. Sevdimi düşünmelerine izin verdim. Sandırdım daha doğrusu.
Biri bana "yarın ölüp gitsek, bütün bunlar anlamsız kalır" dedi. Bahanem olmayacak artık. Öldüğüm zaman arkamdan kimse "acaba benle aynı masada sevdiği için mi oturdu yoksa öyle idare mi ettik durumu" diye düşünmeyecek. Kimseye yapmacık gülümsemek yok. Kahkaha atıyorsam da içimden geliyordur. Kimse "acaba" demesin. Herkes yerini biliyor artık. Ve herkes olmasa da artık ben mutluyum. Durum budur. Artık ben yokum. Ya da asıl şimdi ben varım.
Evet, bencilliğimin tadına varıyorum. Dürüst olarak sadece bir kere üzebilirim insanları. Oysa Ayşe hala üzülüyordur...
Seda Esen Ayşe'nin biri sedaesen@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Misafir Kahveci : Ahmet Öztürk |
''O''
Birşeyler oturup yazmak istediğim demlerde hep "O" nu yazmak isterim. Çünkü öyle güzeldir ki ve öyle karanlık bir halet-i ruhiyesi var ki "O"nu sevmesem de sevmiş kadar "O" nu yazıyorum. Oysa herşey nefretle başlamamış mıydı? Gözleri beni ilk gördüğümde korkutmamış mıydı? Evet herşey böyle başlamıştı ve "O"nun gözlerindeki tatlı su derinliğinin haleli durgunluğu gene kaçakları oynatmıştı bana. Gel gör ki yazılandan kaçamaz insan. Alnımın ortasındaki yazıyı nasıl silebilirdim ki. "O" nu çok sevmiştim....
Yaşadığı o çok eski kentin kasabasını çocukluğumda da çok görmüştüm. Hatta kafamdaki sayısız yarıktan biri de o kasabadan hatıraydı. "O" nun kasabasından... Hayatımda oynadığı en önemli rol aşkla, ne kadar inşa ettiğim varsa yıkarak yeniden inşa ederek ve tekrar yıkarak olmuştu. Benimle alakasız biçimde haylaz bir çocukluk geçirmiş gördüğüm -sevdiğim- en güzel kızdı. En güzelleri hiç sevmemiştim "O" na kadar. "O"ndan sonrada sevmeyeceğim. Uykusuzluğu ve mide sancılarını "O"ndan öğrendim. Severken içimde ağlamaklı yağmurlar yağdırarak arkamı dönüp gitmeyi de "O"nunla öğrendim. "O"nu çok sevmiştim...
"O"nu elde etmek için yaklaşan sırtlanları gördükçe midemi dayanılmaz bir bulantı kaplıyor ve gözlerimin önünde yerler çamur birikintileriyle dolu karanlık ve sisli dar bir sokak canlanıyordu. Dayanamazdım gider bir köşede kusardım, öğüre öğüre, ağlaya ağlaya. "O" geçmişimle bağdaştırıp geleceğimle korku soluduğum en güzel kızdı. "O"na hiç bağıramadım. Hiç hayır diyemedim. En küçük ayrılıklarda korkunç uçurumların resmini çizdim. Şiirimi "O"nunla büyülendirebilmiştim. "O" nu çok sevmiştim...
Teni ne kadar beyazdı ve gözleri nasılda dolaşırdı bütün hücrelerimi. Dudakları şairlere ilham olacak kadar kirazdı ama ben oynayışlarını sevdim. Sevgiyi o kadar güzel yaşıyorduk ki tanımlamaya kalkıştığımızda hep ayrılıkla sonlandık. Kimseler rahat bırakmadı bizi. "O" benim kadar sevemedi o kutsal beyniyle. Hatta nadir anlarda aşkı yorumladı. Oysa "O"na Abraham Cawly'nin şu mısralarını söylemek isterdim: "Bana aşkı mı öğreteceksin? Sen git bunu kendine öğret. Ben bu konuda uzmanım elbet. Aşk tanrısı diye bir şey varsa aşkı benden öğrensin bu hayatta." Üç kere ayrıldık, dördüncü başlangıcımız dostluk üzerine oldu. Şimdi dostuz ve "O"nu sevmiyorum. Genede birşeyler oturup yazmak istediğim demlerde hep "O" nu yazmak isterim. "O"nu çok sevmiştim.
Ahmet Öztürk
Yukarı
|
Café d'Istanbul par Mustafa Serdar Korucu |
Merhaba,
Bugün sizlerle ilk olarak bir müzik efsanesinin, Sting'in son albümü "Sacred Love"ı, ardından son yıllarda atağa kalkan Japon Sineması'nın başarılı örneklerinden "Karanlık Sularda"yı ve son olarak İspanyol tarihçi Josep Fontana'nın kaleminden Avrupa'ya dair çok enteresan bir bakış açısıyla yazılmış olan "Çarpıtılmış Geçmişe Ayna : Avrupa'nın Yeniden Yorumlanması"nı paylaşacağım.
Keyifle dinlemenizi, izlemenizi ve okumanızı dilerim.
SACRED LOVE / STING :
Müziği, anlam dolu şarkı sözleri ile olduğu kadar siyasi görüşleriyle de her daim dikkatleri üzerine çeken Sting, yıllar geçse de modası asla geçmeyen birkaç isimden kesinlikle biridir. Profesyonelliğinin ilk dönemlerinde Police grubu ile çalışan sanatçı, grupla birlikte başta "Every Breath You Take", "Spread A Little Happiness" gibi pek çok hiti seslendirdi. 1982 yılında solo kariyerine başlayan Sting, "Shape Of My Heart", "Englishman In New York", "Mad About You", "Desert Rose" gibi uluslararası üne sahip pek çok parçaya sahip.
Özellikle 1999 yılında yayınladığı "Brand New Day" ile pek çok tarzı harmanlayan, birbirine yaklaştırmayı başaran 1951 Newcastle doğumlu sanatçı, her türden müzikseverin zevkle dinlediği bir isim. En son 2001 yılında canlı performanslarından oluşturduğu albümü "All This Time" ile hayranlarıyla buluşan Sting, son albümü ile müzik severlerin beklentilerini karşılıyor.
Türkiye'de yayınlandığı anda "En Çok Satan Albümler" listesine 2 numaradan giriş yapan "Sacred Love"da, 1993 yılında çıkarttığı albümü "Ten Summoner's Tales"ta da yer alan, yakın zamanda Sugababes'in "Shape" ve Craig David'in "Rise and Fall" adıyla "cover" ve "remake"lerini yaptıkları, "Leon" (Aşkın Gücü) filmine damgasını vuran "Shape Of My Heart" da bulunuyor.
Albümden çıkarttığı ilk single çalışması "Send Your Love"ın dinleyiciler ve eleştirmenler tarafından büyük beğeni toplaması üzerine Sting, albümündeki R&B'nin güçlü sesi Mary J. Blige ile düeti "Whenever I Say Your Name" adlı parçasını ikinci single'ı olarak seçti.
"Billboard" dergisi tarafından verilen en önemli başarı ödülü olan "Asrın Ödülü"ne layık görülen 14 Garmmy ödüllü Sting'in albümünde birbirinden güzel 11 parça yer alıyor.
Ayrıca üstün ses kalitesi imkanı sunan SACD (Super Audio CD) özelliği taşıyan "Sacred Love", Sting'in kutsal aşkını paylaşmak için bizleri bekliyor.
KARANLIK SULAR (HONOGURAİ MİZU NO SOKO KARA) :
Sinema izleyicisi epey uzun bir süre boyunca Hollywood sayesinde gerçek bir korku filmi izleyemez hale gelmişti. Ancak bu boşluğu Japon ve Avrupa sinemasının ürettiği korku filmleri doldurmaya başladı. Artık izleyiciler, Hollywood'un son yıllardaki "teenslasher"lı, bol kanlı, korkutmaktan çok mide bulandırıcı öğeler taşıyan filmlerinin etkisinden kurtulup Japon ve Avrupa sinemasından çıkma saf korku filmlerine yönelmeye başladı. Japon sinemasının yükselişi, ülkemizde Hollywood yeniden yapımı "Ring" ile tanıdığımız ancak bir süre sonra ülkemizdeki Japon Filmleri Haftası'nda orjinali "Ringu"yu izleme şansı bulduğumuz üçleme ile başladı. İçinde saf korkuyu barındıran bu film türün sevenlerini tatmin etmiş, Japon Sineması'na olan ilgiyi arttırmış ve yükselen bir trend haline getirmişti.
Yoshimi, küçük kızının velayetini almaya çalışan genç bir kadındır. Kendine yeni bir düzen kurmak için bir yandan karanlık ve rutubetli evine taşımaya, bir yandan da iş aramaya başlar. Anne kızın taşındıkları evde bir süre sonra garip şeyler olmaya başlar. Gizemli bir şekilde ortadan kaybolan bir kız ve onun kırmızı çantası devamlı önlerine çıkmaktadır. Dairenin tavanında nemli bir bölge belirir ve ardından duvarlardan nereden geldiği belirsiz çamurumsu sular sızmaya başlar. Zaten ruhsal dengesi altüst olmuş anne kız olanlardan büyük ölçüde etkilenecek ve Yoshimi, bir yandan ortaya çıkan bu durumla mücadele etmeye çalışırken bir yandan da karşılaştığı gerçek sonunda bu ortamdan nasıl kutulacağı üzerine bir karar vermek zorunda kalacaktır.
Film, "Ringu" gibi yeni boşanmış bir kadın ve onun küçük çocuğunun etrafında gelişiyor. Ancak iki film arasındaki farklar, filmleri birbirinden kuvvetli bir şekilde ayırabilebecek düzeyde. "Karanlık Sular"da özellikle çocukluk günlerinden kalma travmatik öğeler ağır basıyor. Çocukluk korkularının en büyüklerini barındıran karanlık ortamlar, uzun koridorlar, asansörler ve elbetteki küvet.
Klostrofobik atmosferi ile maddi dünyada kendini göstermeye çalışan saf kötülüğün büyük bir özenle anlatıldığı "Karanlık Sular", iletişimsizlik ve yalnızlık temaları üzerine güçlü bir şekilde giden bir Hideo Nakata filmi. Kendisine "Ringu" üçlemesiyle sinema sektöründe haklı bir yer edinen ve uluslararası arenada pek çok ödüle layık görülen Nakata, Hollywood'un görsel efektlerini kullanma yoluna gitmeden, doğal bir şekilde korkutmayı başarıyor. Belki de filmlerinin bu doğallığı nedeniyle daha etkili oluyor.
"Japon Filmleri Haftası"nda "Ringu" serisiyle birlikte Türk sinema severlerle buluşan "Karanlık Sular" korku filmi sevenlerini tatmin edecek türden bir yapım.
ÇARPITILMIŞ GEÇMİŞE AYNA : AVRUPA'NIN YENİDEN YORUMLANMASI / JOSEP FONTANA :
Yüzyıllar boyunca bir ütopya olarak kalan Avrupa'nın birleşmesi umudu, geçen yüzyılda büyük gelişme kaydetti. Ancak birleşmeye çalışan bu kıta, pek çok soruyu da beraberinde getirdi. Bunların içinde en önemlisi Avrupa'nın kendi geçmişini ne kadar biliyor olduğu ya da daha doğrusu ne kadar tarafsız biliyor olduğu. İşte bu sorunun üzerine cesaretle giden kitabımız, Avrupa'nın yalnızca parlak yüzünü değil madalyonun öteki yüzünü, bugüne kadarki gelişim içinde yaşanan çekişmeleri, çatışmaları ve çelişkileri de gözler önüne seriyor.
Avrupa'yı tarih süreci içinde ele alan kitap, objektif bir dille yazılmış. "Çarpıtılmış Geçmişe Ayna: Avrupa'nın Yeniden Yorumlanması" ile Avrupa'yı ilk olarak kuruluşundan alıyor, diğer toplumları küçümseyişini yorumluyor, Hristiyan kültürüyle tanıştırıyor, İslamiyet'in doğuşunun Avrupa üzerindeki etkilerini ele alıyor ve bu dini Şeytan dini olarak kabul eden bu kıtanın bakış açısını tanımlamaya çalışıyor, ardından Ortaçağ'ın karanlığından kurtarıyor, iç çatışmalardan geçirip ilerleme dönemine getiriyor ve son olarak Avrupa'nın son yüzyılda tekrar kendini gösteren kendini beğenmişliğini ırksal temellere oturtmaya çalışmasını anlatıyor.
En büyük Batı Avrupa devletleri olarak tanımlayabileceğimiz Almanya, İngiltere, İspanya, İtalya ve Fransa'nın önde gelen yayınevlerinin ortak girişimi olan "Avrupa'yı Kurmak" (The Making Of Europe) serisinin içinde olan bu kitap, İspanyol tarihçi Joseph Fontana aracılığıyla alışılagelmiş Avrupa tarih anlayışına meydan okuyan kaçırılmaması gereken bir eser.
http://www.kmarsiv.com/cafe.asp
serdar@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Fotoğraf: Şeref Bilgi
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası'nın sürekli ve sabit(!?) bir yazar kadrosu yoktur. Gazetemiz, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Bu bölüm sizlerden gelecek minik denemelere ayrılmıştır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Siz sevgili kahvecilere önemle duyurulur. Kahve Molası bugün 3.867 kahveciye doğru yola çıkmıştır. |
Yukarı
|
KIRGIN SEVGİLİ
sevişmelerde düşledim seni
ardından bir gece yarısı
seine nehrine açılan o kayıkta
annenin gitme diyen sesi
uzadıkça uzuyor karanlıkta...
geçmişteki güzel günleri anımsamak
içindeki ateşi söndürmeye yetmiyor
esrik dalgalarla boğuşurken yüreğin
sevdanın bile sözünü etmiyor...
nicedir özlediğin sulara
kapıldın işte gidiyorsun.
görüntünden gizleniyorsun
sırtını dönüp aynalara...
korkar oldun gölgenden
kendini bile ürkütüyor sesin.
uykularımın düşmanı, kırgın sevgili
bu şiiri sana yazdım bilesin...
Elif Su Alkan
Yukarı
|
Uyarıyorum!
Eve zamanından erken dönen koca karısını yatakta en iyi arkadaşlarından biri ile yakalar.
Adam, hiç tereddüt etmeden ve büyük bir soğukkanlılıkla silahını çeker arkadaşını vurur.
Bunun üzerine karısı adama çıkışır:
- "Bak seni uyarıyorum! Bu şekilde davranmaya devam edersen yakında hiç arkadaşın kalmayacak bunu bil..."
<#><#><#><#><#><#><#>
Hay sana da bastonuna da!..
Yukarı
|
Fotograf Vakfı Girişimi’nden duyuru:
FOTOGRAFLARIMIZI SATIYORUZ..
Fotoğraf Vakfı Girişimi, 20 Kasım’da İngiltere Konsolosluğu’na yönelik bombalı saldırı sonucunda ağır hasar görmüştür. Çalışmalarımızı sürdüreceğimiz yeni ofisimize geçiş sürecinde fotoğraf çevrelerinin ve fotoğraf dostlarının büyük desteğini yanımızda hissederek moral bulmaktayız.
Uğradığımız yıkımın maddi etkilerini hafifletebilmek ve yeni bir yer bulabilmek için başlattığımız ‘Fotoğraflarımızı Satıyoruz Kampanyası’na katılarak siz de destek verebilir, dayanışmanın gücünü artırabilirsiniz.
Fotoğraflar, ortalama 18x24 cm boyutlarında agrandizör baskıdır.
Kampanya dahilindeki fotoğraflar, yalnızca bu kampanya için ve talebiniz üzerine basılacak, ön yüzlerinde fotoğrafçısının imzası, arka yüzlerinde kampanya damgası ve edisyon numarası bulunacaktır.
Kampanyada yer alan fotografları
http://www.fotografvakfi.org/turkce/kampanya.asp#
adresinde görebilirsiniz.
Fotoğrafların satış fiyatını,
50.000.000 TL’yi alt sınır kabul ederek, alıcısı belirleyebilecektir.
Web sayfasından yaptığınız alım sonrası banka havalesi dekontunu aşağıdaki adrese veya faksa ulaştırdığınızda fotoğraflar belirttiğiniz adrese gönderilecektir.
Yukarı
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://www.sohbetci.com/itiraf.php
...evet itiraf ediyorum ev arkadaşımı hiç sevmiyoruuummm...ya aslında iyi bi kız ama çok şımarık kendisi kraliçe falan sanıyo bütün erkekler buna bakıyomuş...halbuki hiçte öyle degil o dünyayı nasıl bi gözle görüyo ben anlamıyorum... Yeni bir itiraf ediyorum sayfası daha.
http://www.derkenar.com/hizligazeteci/medya-incidondas.shtml
...Ve her zaman hayal kursa sonradan canı acıyan huzursuz, korkak oğlan... Dışarıda gün doğuyor; bütün o yürek hoplatan tekneler dayanılmaz güzellikleriyle çalkantısız limanlarda... Gün doğuyor, ışığını içine göm... Bütün martılar simit kırıntılarının peşisıra güvenli limanlarda. Bir tek sen oradasın, ıssız bir kayalıkta her gece yanacak, parlayacak ve söneceksin... Zaman öyle hızlı akıp gidecek ki avuçlarından, inanmayacaksın...
https://secure.benihana.com/cards/
Japon tarzı e-card göndermek istermisiniz? ...Send a personalized Benihana greeting card to friends or family and display your thoughts in the traditional Japanese culture with the art of Kanji. First choose your message from the list of occasions below. In Step 2, select a category displaying actual images from Japan then continue through Steps 3 and 4 to customize your personal greeting card...
http://www.aydalga.gen.tr/masaloyku/oyku/oyku1999/oyku9906.html
...Oturduğum yerden gökyüzüne bakıyorum. Gecenin karanlığına güvenip balkondan yıldızları izleyeceğim. Bir kaç gündür gökte bulut yok. Açık ve aydınlık ama, nedense yıldızları göremiyorum. Hepsi de yeryüzüne inmişler. Sokaklarda lamba direklerine asılmışlar. Uzaktaki yapıların camlarından sızıyorlar. Yerden göğe yükselen bir ışık kubbesi oluşturmuşlar. Sanırım gökte yalnız kalmak yıldızlara dokunmuş olmalı. İnsanlar arasındaki yaşama özlem duymuş olmalılar ki, onlar da yeryüzüne inmişler. Öyleyse, hoşgeldiler...
akin@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
Title Bar Scroller v1.1 [12k] Windows (All) FREE
http://hunterdavis.com/tbs.html
İşe yarar mı yaramaz mı karar veremediğim bir minik program. Pencerenin başlık çubuğunda dilediğiniz txt dökümanını döndüre döndüre yazıyor. Alt yazı geçer gibi okuyabiliyorsunuz. Yazının hızını font büyüklüğünü ayarlamak mümkün. Ne diyelim ilginç bir deneme. Meraklısına...
Yukarı
|
|
|