|
|
|
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 418 |
7 Ocak 2004 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Pil bitmiş, Cem gitmiş!..!.. |
Merhabalar,
Havalar soğumuş, kar yağmış, yollar buz tutmuş, çaydanlıkta ıhlamur kararmış, yenisini yapmak için stok kalmamış, Cem yorulmuş, üstüne sigarayı da bırakmış... Eee daha ne olsun? Herşey üstüste gelince pil bitmiş, Cem gitmiş... Kalın sağlıcakla...
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
Yukarı
|
|
Ucundan Kenarından : Özlem Özdemir TOMMİKS... TEKSAS... |
|
Hakkında en ufak bilgiye sahip olmadığım bir konuydu çizgi romanlar. Bu tür şeylerin, kızların oyuncak bebek sevdası gibi bir dönem tutku ile bağlanılıp daha sonra rafa kaldırılan türden olduğunu zannederdim. Oysa pek çok insan için çizgi roman, tam anlamı ile bir tutku, eğlence ve hatta koleksiyon.
Kısa bir süre önce ilgi duymaya başladım bu konuya. Doğrusunu söylemek gerekirse beni asıl ilgilendiren çizgi roman kahramanlarından çok, çizgi roman okuyan kahramanlardı. Kim bunlar, neden roman değil de çizgi roman? Ne buldukları, aradıkları ve kendini yerine koydukları?
Çizgi roman, özellikle de ikinci el çizgi roman denilince gidilebilecek en doğru yerin Kadıköy'de, ''Kadıköy İş Merkezi''nde olduğunu öğrendim. Kadıköy Postanesinin arkasındaki sokakta bir pasaj burası, ulaşım çok kolay, üstelik pasajın hemen yanında katlı otopark bulunması da bir avantaj. Pasajdan içeri girip merdivenlerden aşağı indiğinizde tam karşınızdaki......(dükkan demeye dilim ve elim elvermiyor o yüzden sergi salonu diyeceğim) işyeri , sözettiğim mekan. Adı ''Meraklı Çizgi''. Yazımın başında da sözettiğimi gibi tam anlamı ile bir çizgi roman özürlü olduğumdan, yıllardır Tommiks ve Teksas'ı tek bir karakter ve Tommiks'in soyadını Teksas zanneden biri olarak girdim sergi SARAYINA..... Ve bu konuya yıllarını verdiği belli olan beyefendiye, hayatının sorusunu sordum.
- Pardon Tommiks Teksas arıyorum, sizde bulabileceğimi söylediler.....
Bakışından, daha önce benim gibi özürlüleri görmeye alışık, fakat pek hoşlanmadığı belli beyefendinin cevabı oldukca sert geldi.
- Hangisini arıyorsun? Tommiks mi Teksas mı? Yeni mi, İkinci el mi? Sıra numarası var mı? Serüvenin adı belli mi?
Saygıdeğer beyefendiyi ve beni lütfen gözünüzün önüne getirebilirmisiniz?
Hangisini arıyorsunuz dediğine göre, soyadı Teksas olan Tommiks dememem gerektiğini biliyorum da ne demem gerektiğini bilmiyorum. Böyle olacağını hayal bile etmemiştim ki. Ben, açıkcası şu okul önlerinde çocukların yerlere serdiği romanlardan birkaçını alıp çalışacağım diye düşünüyordum, bilsem tabii ki biraz araştırıp giderdim. Ben ne cevap vereceğimi düşünürken Beyefendi bir yandan çizgi romanları itina ile numarasına bakıp yerlerine yerleştiriyor aynı zamanda da salona giren oldukca kaliteli, halinden, tavrından iyi birer iş güç sahibi olduklarını anladığım beyler ile anlamadığım bir dilde konuşuyordu. Bu iş benim sandığım kadar basit değildi...... Daha sonradan adının Tayfun olduğunu öğrendiğim Bey'e , bir çalışma yaptığımı ve çizgi roman kahramanlarını tanımak amacıyla herbirinden birkaç tane almak istediğimi söylediğimde Tayfun Bey bana bunun oldukca büyük bir bütçe gerektirdiğini ve istersem bu konuda yazılmış kitaplardan verebileceğini anlatırken şaşkınlığım bir kat daha artmıştı. Bu konuda araştırmalar yapılıp, kitaplar yazılmış, tarihçeleri var, karakter tahlilleri yapılmış, tezler yazılmış..... Ve hepsi sözettiğim salonda mevcut. Bu konu tamamen ilgimi çekmeye başlamıştı ve bir çanta dolusu çizgi roman ile döndüm eve. Mandrake, Teks, Gordon, Zagor, Mister No, Kit Taylor, Kızılmaske, Karaoğlan, Karamurat ve Tommiks ve Teksas.......
Müthiş bir haftasonuydu......
Kızılmaske ile Tougondaların Siyah incilerini ele geçirmek isteyen, deniz ilahı Touroo ile denizaltında müthiş bir mücadele verip, ardından Mandrake ile , yörüngesinden çıkan gemisinden sürgün edilen uzaylı Qork'ü kurtararak dev bir meteorun dünyaya çarpmasını engelledim. Yorgunluğumu üzerimden atamamıştım ki, Gordon ile birlikte, dünyayı ele geçirmek isteyen Uzaylılarla savaşıp, Tommiks ile Wothan ve adamlarının eline geçen Kulver Kalesini ve Suzi'yi kurtardım. Karaoğlan ile Kurtcebe Noyan komutasında savaşa katılıp Yabgu Çayan ve askerlerini bozguna uğratmanın mutluluğu ise gerçekten görülmeye değerdi. Heyecan verici bir dünya, üçer santimetrekarelik alanlarda, inanılması güç maceralara tanık oluyorsunuz. At üzerinde mesafeler katedip, kurşun sesleri arasında yol alıyorsunuz.
Çizgi roman işi, hiç küçümsenemeyecek kadar karmaşık bir iş. Başlıbaşına bir tarih dersi, tam anlamıyla bir serüven.
Herbirinin özellikleri farklı, Karaoğlan Timuçin Han'ın adamı, kılıç, balta, kargı kullanıyor, atının adı Yağmur. Kızılmaske'nin beyaz kısrağının adı Kahraman, köpeği Şeytan. Teksas'ın kahramanı Çelik Blek ve tam bir vatansever Amerikalı, Kırmızı Ceketli İngilizler düşmanı. Tommiks en genci ama Yüzbaşı...Atının adı Napolyon, iki silahı birden kullanıyor. Ortak bazı özellikleri de var tabi, kahramanlarımızın hepsi de birbirinden yakışıklı, ve hepsinin birer can dostu var. Çelik Blek'in dostu Rodi ve Profesör, Tommiks'in Konyakçı ve Doktor, Mandrake'nin dostu Abdullah, Zagor 'un Çiko ve Kızılmaske'nin yanından ayırmadığı köpeği Şeytan. Hepsi iyiliksever, hepsi vatansever ve iyi birer savaşcı. İyilerin dostu, kötülerin düşmanı.
Çizgi romanlar, dünyalarına kadınları fazla sokmak istememişler.Çizerlerinin erkek olmasından kaynaklanıyor olabilir. Çok azında kadına rastlıyoruz ve tam anlamıyla erkek gözüyle yaratılmış kadın kahramanlar bunlar. Hepsi de itaatkar, kurtarılmayı ya da korunmayı arzulayan, hepsi hanımefendi ve tabii ki hepsi de güzel. Conan'daki Pelit ve Mandrake'nin sevgilisi Narda Güzellik Kraliçesi. Conan'da bir de Reksonya var ve o da en az Pelit kadar güzel ama Kraliçe değil. Yurtdışında basılan son çizimlerde Kızılmaske olayı oldukca entellektüel bir boyuta taşımış ve artık Birleşmiş Milletlerde çalışan Diane isimli bir sevgilisi varmış. Karaoğlan'ın sevgilileri genellikle Bizanslı ve Prenses, ve tabii ki çok güzel. Kara Murat tam anlamıyla Fatih'in fedaisi olduğundan bu işlere pek vakit ayıramıyor. Tommiks'in sevgilisi ise Kulver Kalesi'nin komutanı, Albay Brown'ın kızı Suzi. Tommiks ve Suzi arasındaki ilişki oldukca duygusal boyutta, okurken aralarında bir sevgi olduğunu anlıyorsunuz ama tek gösterge Suzi 'nin kimselere yapmayıp Tommiks'e elleriyle hazırladığı turtalar.
Merak ettiğim konu, Çizgi Romanlardan çok, okuyucusunun, Çizgi Romanlarda yaşadığı dünyaydı. Farklı bir gözle bakıyorum artık Çizgi Roman tutkunlarına. Hepsinin içinde beslediği maceraperest ruha. Saygı duyuyorum emeğe saygılarına. Anlıyorum artık, aradıklarının aslında kendi çocuklukları ve yaşayamadıkları maceralar olduğunu. Hissediyorum güzele olan sevdalarını. Ve biliyorum artık Tommiks'in soyadının Teksas olmadığını.
Özlem Özdemir
oozdemir@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
PASTORAL EFEMER : Zeki Yıldırım |
YAŞAMDA İZ BIRAKMAYA DAİR
İspanyol denizciler çizdikleri haritalar üzerine, sevdikleri kadınlar için aslında var olmayan adalar çizerlermiş. Gerçekte var olmasalar bile sevgiliye adanan bir adanın hayali çizgileri bile ne kadar anlamlıdır. Kristof Kolomb'un bir seferinde gemide su stoklarının azaldığı haberini almasıyla, haritaya bakarak en yakın görünen adadan su sağlamak için yardımcısını görevlendirmiştir. Yardımcısı gülerek, böyle bir adanın aslında var olduğunu sanmadığını, çünkü kullandıkları haritanın bir İspanyol denizci tarafından çizilmiş olabileceği ve bu adanın da sevgilisine adanmış bir ada olduğunu söyleyince gerçek ortaya çıkmıştır. Yaşam denen bu karmaşık maratonda adanmış bir şeylere sahip olmaktan öte, adanmış bir şeyler bırakabilmek, izler bırakabilmek ne kadar anlamlıdır.
Yaşamak ister ebeveynlerimizin bize sundukları bir ödül, ister çile ve sınav süreci, isterse de rastlansallığın müthiş gelişimi olsun; bir gün çürümüş bir patates çuvalı gibi toprak içinde bir çukurda sonuçlanma gerçeğini her zaman kendi içerisinde taşımaktadır. Bu kaçınılmaz eşiğine yaklaştığını bilen insanlarla konuşma şansını bulabildiyseniz, onların kaç yaşında olursa olsun, yaşamın süresiyle ilgili serzenişlerini duymuşsunuzdur. Şairin dediği gibi her ölüm, biraz erkendir; sona yaklaşan insan için yaşam denen tozlu yol bu kadar mıdır; her şey bu kadar mı sürecektir; hiçbir şey anlaşılmamıştır. Hep bu belirsiz ve asla cevabı o an verilemeyecek sorularla hüzünlü ve sonsuz ayrılık gerçekleşir. Yaşamın akıl ve güzellik yönüyle kendisine çok cömert davranmış olan ve inanılmaz hayat dolu bir dostum "Abi, mezarlığın yanından ne zaman geçsem; hep onlar oradalar, orada kalacaklar; bense buradayım, hep burada kalacağım diye, düşünmeye çalışırım. Ama biliyorum ki kendimi kandırıyorum" dediğinde sahiden diye düşünmüştüm. Zaman zaman büyüklerimizin mezarlarına gittiğimde ben de aynı düşündüğümü düşündüm. Ama onlar oralı değildi hep, ben de hep buralı olamayacağım.
Her ne kadar da ebedi gerçek ve yüzü çok soğuk olsa da, yazımın konusu ölüm değildir, aksine yaşamaya, onu anlamlandırmaya ve iz bırakmaya dairdir. Yaşam nasıl anlamlı kılınır ve nasıl iz bırakılırın cevabını birçok klişe cevapla, çok geniş cümlelerle açıklanabilir. Örneğin; çalışkan bir bilim adamıyla başlayabiliriz. Onun işi ne kadar kolay diye düşünebiliriz. Yaşam ona cömert davranmıştır. Akıllı, çalışkan, birikimlidir bilim adamı, önümüze ufuklar açar, şapkadan tavşan çıkarır gibidir. Zaten şapkası doludur, aklına geldikçe bir şeyler çıkarmaktadır ve izler bırakmaktadır. Bir ressam için, o yetenek doğuştandır, aklına geldikçe çizer ve eserler ortaya çıkar, iz bırakır yaşama. Biz müzisyen içinde durum paraleledir, ol denmiştir, olmuştur, başlamıştır kişi şakır şakır söylemeye ve çalmaya, iz bırakmaya. Bu taraftan çok kolay ve kalıtsallıkla açıklananlar, gerçeğin ne kadarını yansıtır bilmeyiz. İz bırakan bir eserin gizlediği birikimi, emeği, işgücü ve beklentilerini hiç düşünmeyiz. Bu kadarını da belki anlamlı bulabiliriz, onların iz bırakmaya hakları ve gerekçeleri vardır diye düşünürüz. Sanki hep onlar iz bırakmaya memur edilmişlerdir. Peki diğerleri bu yaşamda ha var, ha yok mudurlar. Yaşam panosunun hep gerisinde gri bir sulietler, belirsiz gölgeler olarak mı kalmalıdırlar ? Bu soruları çoğaltabiliriz. İz bırakanlar ve bırakmayanlar üzerine.
Yaşam, kalıtsal getirilerle desteklenen bir yolda, hemen herkese eşit davranmaya çalışır. Yönelme ve standardı belli oranda çevresel faktörler (yaşanılan yer, toplum, eğitim vb.) tayin etse de, kesin sınırlayıcı, belirleyici değildirler. Bunun anlamı bireyin kendi elinde de çok şey bulunduğu anlamındadır. İz bırakmayı da bu paralellikte değerlendirebiliriz. Yaşamda iz bırakanlar, bu özellikleri yönüyle bizlerden çok önemli bir farklılık sergilemez. Farklılığı oluşturan, bizlerden farklı olmalarını sağlayan yükselmeleri için gösterdikleri çabalar oluşturmaktadır. Ofisimin yer aldığı müzik öğretmenliği bölümü öğrencilerinin yaz kış sabahlara dek çalışmaları, kalıtsal becerilerin çalışma ve tecrübe ile taçlandırılmasını zorunluluğuna işaret etmektedir. Aynı şekilde resim bölümü, güzel sanatlar fakültesi öğrencilerinin uzun soluklu çabaları aynı öngörü içinde değerlendirilebilir. O halde bırakılan her küçücük izin ardında çok büyük bir birikim, emek, sabır vb. bulunmaktadır. Emeksiz, anlamsız kolay izler; karda bırakılan izler gibi ömürsüzdür. O nedenle izler kalıcı olmalıdır.
Bütün bunları kabul ederek geldiğimizi varsayarak, örneklediğimiz insanlar dışında kalanların durumlarını sorgulayalım. Yaşamda tekdüze bir role sahip, genel çizgiler içinde bir yaşam süren çoğunluk için iz bırakmak, pekte olası olmayan bir hayal mıdır?. Hayal değildir. Çünkü yaşamda gri fonların sessiz sulietleri olan çoğunluğun yaşama yönelik katkıları, işçi arıların kovandaki etkileri kadardır. İz bırakmaları ise namuslu olmak, dürüst olmak ve bu erdemleri hep sürdürerek, toplumun içebileceği bir çeşmeye dönüştürmekle gerçekleşebilmektedir. Örneğin Mevlana, Yunus Emre; salt kendi insanımızda değil tüm dünya insanlarını kalplerinde inanılmaz izler taşımaktadırlar. Nene Hatun, Kara Fatma, Gazi Emir, Taptuk Emre, İncili Çavuş, Nasrettin Hoca bu çok uzun listede ilk akla gelenler. Yalanın, kandırmanın, hilenin hükümranlığını sürdürdüğü günümüzde dürüst olmak, namuslu olmak ne kadar önemli ve gereklidir. Ancak bu erdemlere sahip olup, bunları sürdürebilmek çok zorda olsa da toplumun gönlünde İspanyol haritacıların hayali adaları gibi anlamlı izler bırakmanın temelini oluşturmaktadır. Biliyoruz ki, günümüzde basım işlerinin kolaylığı nedeniyle bir çok harita var; denizler, okyanuslar ise herkes için çizilebilecek onlarca adaların yerleşebileceği kadar geniştir.
Zeki Yıldırım
zekiyildirim@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
ANNECİĞİME
Sevgili Anneciğim,
Sana söylemek isteyip de bir türlü fırsat bulamadığım bu satırları yazmak çok garip geldi önce. Söz, bütün yazdıklarımı benden de duyacaksın.
Üç bebeden sonra, belki de hiç istemeden dünyaya getirdiğin ikizlerden biri olan ben, otuzuma ayak basmaya hazırlanırken, "İyi ki beni doğurmuşsun" diyorum. Çünkü senin yürek yarın da bir can dünyaya getirdi sayende.
Duygularımı süslemek bana göre değil.
HİSSETTİKLERİM HİSSETTİKLERİN OLSUN YETER ANNE!
Çektiğin çilelerin nakış gibi işlendiği yüzünde, sanki hep hüzün var gibi. Verdikçe çoğalan sen; şimdi yalnız mısın anne?
Seni hep evde koşuştururken hatırlıyorum da, oturup keyif yaptığın günler çok az olurdu. Yorgunluğunun farkında mısın anne?
Kendimden kaçmaya çabaladıkça, hep kendime rastlıyorum.Oysa; sen kendinden bir başkası olmayı hayal bile etmedin ömrünce. Hep içinde ayna olduğunu düşünürdüm ben de.
Saçlarına ak düşmesini ben istemedim anne! Gözlerin donuk bakıyor. Gençliğindeki gülen bal damlası nerede?
Ellerin; yemek yapan, bulaşık yıkayan, hamur açan, bazen de hırslanıp bana vuran ellerin... hâlâ soğuklar değil mi? Gerçi hiç ısıtamadın onları ama, dokunduğunda içime sıcak bir şeyler salan ellerin… Nasırlandılar mı anne!
Sesin pek yanıktır, bilirim. En çok sevdiğin türkü de "Sarı Gelin'dir aslında. Hani; "Erzurum Çarşı Pazar "diye başlar ya. Tutturdun mu bir ucundan türküleri, değmeyin gitsin keyfine. Ne oldu? Sustun be anne!
Zaman midemi bulandırıyor. Bize hiç acımıyor sanki. Geceleri ağlardım sırf bu yüzden. Rüyalarımda sen ölmüş olurdun ve ben bu acıya katlanmaya çalışırken şişmiş gözlerle uyanırdım sabaha. Ama sana bir türlü söyleyemezdim. Kulakların çınlıyor mu anne!
Komşu kadınlara inat bir suskunlukla beni hiç övmedin ikindi gezmesi sohbetlerinde. Bilirdin ki senin, senin kadar inatçı bu kızın "adam gibi adam" olacaktı günün birinde.
Üzgünüm anne! Sana süslü sözler edemedim. Yüreğini burktum biraz. Daha, sana dargın evden çıktığım sabahlarda, aklımın sende kaldığını da söyleyemedim bile. Şimdi de seni yitirme korkusu düştü içime.
Ömrünün geri kalanını can sağlığı içinde, en çok ta mutlu bir biçimde geçirmeni diliyorum anne. Yetmez mi söyle; Hadi Hakkını Helal Et Anne!
Kızın Pınar
(2001'di.)
Pınar Uslu pitircik@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Kahvecigillerden : Levent Orcan |
DÜŞ !!!
Kafam bu şehrin çarşamba pazarı gibi karmakarışık , her kafadan bir ses çıkıyor , herkes hayata ait bir şeyleri satmaya çalışıyor ! Tüm tezgahlar aynı , kirli sakallı bir çok satıcı , dillerinde aynı heceler , dudaklarında ince dumanlar , adi tütünler ! Pazara , tezgahlara , kirli dudaklara düşmüş güzellikler , satılığa çıkarılmış düşler ortasında , benlik kavgasında insanlar ! Dilenmeye alışmış avuçlardan süzülen kan ve kokusu , ağlamaklı gözler , olmayacak duaları peş peşe sıralayan dudaklar ! Kucaklarında kendilerine acınsın diye , acımasızca duyguları kirletilen çocuklar ! İri gözlerinde gözlerimle çakışan manasız bir bakış , kirli ellerde şekil bulmuş bembeyaz , yuvarlak bir çocuk yüzü kaybolmaya yüz tutmuş umutlar arasında çürük hayatının meyvelerini topluyor ! Tasvirlerin en koyusunda renk bulan gri bir hayat bizimkisi ! Tüm bu olanlardan sıyrılmak , satılık düşlerin albenisine kanmamak için nefes almak ! Böyle olmalı hayat ! Ben düşlerimi satın almadım hiçbir zaman ! Bizim düşlerimizi kimse düşlemedi şimdiye kadar ! Bu yüzden inanmıyorlar bize , bu yüzden o pazarlarda , o tezgahlarda ikinci el düşlerin peşindeler !
Kimseye açmadım sırlarımı , düşlerimi kimseye söylemedim ! Kimse bilmesin istedim , kimseler dokunmasın , kirletmesin ! Bir zamanlar söylemiştim , kendime yakın bulduğum düşlerle paylaşmaya çalışmıştım düşüncelerimi ! Oysa onların düşleri de satılıkmış , sırf benimkileri de bedelsizce almak için satmışlar kendilerini ! Sonra da aldıkları en büyük zafermiş gibi , yüzlerinde sırtlan gülüşleriyle gün bitmeden tezgahlara yetişmek için koşarak uzaklaştılar buralardan ! Belki bir kez daha kaybetmiştim bir kez daha yenilmiştim ama yeni düşlere yol almanın , yeni yolculuklara çıkmanın serüveni bitmek bilmedi hiç bir zaman ! Baştan başladım kumdan hayaller yapmaya , o denizi gri dünyanın kumsalında ! Seni tanıyana kadar bu dünyanın denizi gri , toprağı siyahtı ! Seninle hayal kurmak daha da kolaylaştı ! Kumsala teninin , denize gözlerinin rengini verdim ! Dünyamı , hayatımı seninle renklendirdim ! Şimdi senden vazgeçmemi , düşlerimi bir kez daha satmamı isteme benden ! Kendini alırsan , inan bende bir şey kalmayacak , çünkü her şeyim sensin artık ! Bırak inanmasınlar bize , bırak inanmasınlar düşlerimize , kendimizi , sevgimizi kimseye kabul ettirmek , inandırmak zorunda değiliz ! Sadece sana ve senin inancına ihtiyacım var ! Sen bana , ben sana inandıktan sonra bu düşler gerçek olacak !!!
Levent Orcan
lorcan@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Arap olayım ben de kahveciyim... : Beyhan Duffey |
Teneke Mahallesinin Benli Hicran'ı
1978 yılının soğuk bir günü yanağında küçük bir benle doğdu Hicran. Anası dedi ki ; öyle bir ayaz vardı, öyle soğuk oldu ki, aç kurtlar indi Yamanlar dağından. İşte sen o zemheride doğdun. Ama bilemem benli Hicranım Allah'ımın hangi günü doğdun. O doğunca babası sevinmedi. Er kişilere " kız olmuş " dedi ve kahveye kağıt oynamaya gitti. Bundan işte gidip bir kafa kağıdı da almadı Hicran a.
Hicran has İzmir kızı. Örnekköy Mahallesi nin gigepi. Örnekköy bir sigara igimlipi uzak Karşıyaka dan. Ama anası Hicran ı hig yanına almadı, bohgasını kaptıpı gibi, yalnız düştü Karşıyaka yollarına. Hicran kendinden üg yaş kügük erkek kardeşine bakar oldu. Ona analık etti gocuk yaşında. Elleri soğuktan yarım yarım oldu. Yine de boyundan büyük helkilerle su taşıdı sokak geşmesinden. Su taşıdı da kardeşinin boklu donlarını arap sabunuyla sakız gibi etti. Konu komşu hep parmak ısırdı onun hamaratlığına.
Bir gün mahalleye bir çeşit adamlar geldi. Bu adamlar ne babasına ne de komşudan adamlara benziyordu. Güzel giyimliydiler. Ellerinde çeşitli aletler, kağıtlar, kalemler Hicran da komşularla bir olup kapılarının önünde dikildi baktı bu kelli-felli adamlara. Adamlar toprağa ellediler. Kafa salladılar. Yamanlar Dağı'nı elleriyle göstererek uzak ettiler. Yerlere uzun uzun metreler koyup, kağıtlarına yazı yazdılar. Çeşmede ellerini yıkadılar. " Pistir " diye içmediler. Hicran'ı ve komşularını hiç görmediler. Onlardan yana hiç bakmadılar. Sonra da çekip gittiler. Onlar gidince herkes kafa sallayarak, homurdanarak tenekeden evine girdi. Kimse kimseye bir şey demedi ama Hicran bu adamları hep merak etti. Niye geldiler ki, diye kendi kendine sordu.
Mahallelerine canavarlar gibi büyük makineler geldi. Anasının çorba kepçesi gibi kepçeye benzedi içlerinden biri. Öbürü de tırrr tırrr tırrrr diye toprağı deldi. Kamyon dedikleri kum, tuğla, çimento taşıdı. Küçük küçük yapılar yapmaya başladılar. Çabuk çabuk. Hepsine beyaz kireç vurdular. Kapılarına da birer kilit asıp gittiler.
Hicran bir sabah, daha gün doğmadan uyandı. Naylonla kaplı penceresinden dışarıya baktı. Bir sürü karartı gördü. Adam, kadın, çoluk, çocuk sırtlanmış yükünü, kabını kaçağını bu beyaz kireçli evlere girdi. Gün ağarınca kalkıp kapılarının önünü süpürdü Hicran. Komşuları da. Ortalığı toz-duman kapladı. Kadınlar fısıldaştı ama kimse bilemedi gelenleri.
Mehtap abla davullu zurnalı evlendi. Adamlar havaya silah sıktı. Yetişkin kızlar yüzlerini boyadı göbek dansı etti. Hicran da çok oynadı. Başka çocuklarla birlik olup beyaz badanalı evlerden birinin penceresine taş atıp kaçtı. Sarı kafalı bir kadın pencereyi açıp " pis çingene piçleri " dedi. " Çingene piçi " ne demek diye Hicran anasına sordu. Anası da sarı kafalı kadının evinin vnünde durup avaz avaz bağırdı. Kapılarını yumrukladı, öfkeden kudurdu. " Dağdan gelmiş bağdakini kovuyor " dedi. " Çingene sana benzer bitli karı " dedi. " Alırım donumun içine, görürsün dünya kaç bucak " dedi. Herkes anasına alkış tuttu. Sarı kafalı kadın da korkusundan bir daha hiç görünmedi.
Hicran, badanalı evlerin önlerinde lastik oynayan kızlar gördü. Saçları sarı, iki örgülü. Kırmızıdan da bir entari. Yanına gidip kızın elbisesine elledi. " Ne güzelmiş. Kedi gibi de yumuşak ". " Kadifeden " dedi kız. Hicran anlamadı ama kafa sallayıp " hııı " dedi. Adım " Tülin " dedi. " Nereden geldin ? ". " Bulgaristan dan ". " Ben bir tek Karşıyaka'yı duydum ama hiç gitmedim. Oradan da uzak mı ? " " Biraz ".
Kardeşine bakmaz oldu Hicran. Kaçıp Kaçıp Tülin'e gitti. Bahgelerinde gizliden gizliye çaput bebeklerle oynadılar. Gazoz kapaklarından tencere tabak yaptılar. Küçük bez parçalarını kilim niyetine yerlere serdiler. Hayali sinilerde yemek yediler. Çocuk baktılar. Kocalarını çekiştirdiler. Hicran, akşam eve dönen anasından hep dayak yedi ama yine de söylemedi Tülin le kendi hayal evlerinin düzenini.
Tülin " ben okula gidicem " dedi. Hicran gok üzüldü. " Gelmeyecek misin bir daha " dedi. Tülin güldü. " Yok öyle değil " dedi. Hicran'a okul ne demek anlattı. Hicran da okula gitmek istedi. Anasına yalvardı. Anası onu bir güzel dövdü. Yine de susmadı. Yalvardı. Anası baktı olmayacak, babasına söyledi. Babası da bir güzel dayak attı Hicran'a. Hicran dayak arsızı oldu tutturdu, " okul da okul " diye. Günlerce yemeden içmeden kesildi, hasta düştü. Anası bohçaya gidemedi. Yalvar yakar oldu kızına ama benli Hicranına bir türlü söz geçiremedi. Gidip kocasına yalvardı. "Kız derdinden ölecek " dedi. Babası " ölsün " dedi ama yüreği elvermedi gidip kafakağıdı çıkardı Hicran'a. Memur sordu, " Ne zaman dopdu ? ", " 78 de ama bilemem hangi ay. Kıştı, çok soğuk vardı ". " O zaman 1 Ocak yazalım düz hesap olsun ". " Olsun ". 1 Ocak 1978 İzmir doğumlu, ana adı Meryem, baba adı Tacettin olan Hicran artık okula başladı
Hicran her şeyi okudu. Babasının kesekağıdı yapıp bakkala satmak igin eve getirdiği gazeteleri okudu. Tutkal niyetine kullanılan cıvık hamurlar vnünde kurudu, Hicran dayak yedi. Kapı numaralarını bildi. Mahalle adlarını okudu. Defteri kalemi hiç olmadı. Öpretmeni bir iki verdi ama sonra vermez oldu. Sağda solda eşyalarını kaybeden sınıf arkadaşları, ailelerinden korkularına " Hicran çaldı " dediler. Onlar kurtuldu, Hicran önce öğretmeninden sonra da müdürden bir güzel dayak yedi. Babası ertesi gün okula gitti. Müdür " Bu çocuk okumaz. Alın bunu okuldan boşuna başımız ağrımasın " dedi. Babası kolundan tuttuğu gibi eve getirdi Hicran'ı. İlkokul 2 terk Hicran o günden sonra bir daha okul yüzü görmedi. Ama evcilik oynadığı kilerde Tülin ona hep hikayeler okudu. O hikayelerde anka kuşlarına binip kaf dağının arkalarına gitti. Taa ki, anası gelip de onları yakalayıp Hicran'a bir temiz sopa çekinceye kadar.
Hicran Karşıyaka'nın yolunu artık iyi belledi. Siyah önlük, beyaz kurdele, beyaz yakalı gocukların teneffüslerde oradan oraya koşmalarını izledi. İstiklal Marşı söylendiği zamanlar o da hazırola geçti. " Andımız "ı ezbere bildi. Ağzında sakız, gözünde yaş gelene geçene gül satmaya uğraştı. Para getirmiyor diye babasından yine dayak yedi. Anası ona güzel diller belletti. Şalvarına soktuğu küçük bezden çıkınına demir para, bakla, nohut, nazar boncuğu koydu deniz kenarında fal açtı. Genç oğlanlar, askerler, kollarına taktıkları yeniyetme kızlara fal baktırdılar. " Kısmetin var " dedirttiler. Hicran bu dilleri iyi belledi. " Amaaan ceylan gözlü kız, gel de bir falına bakayım kısmetini söyleyeyim Kızlar omuz silkip gittiler. Hay senin ceylan gözüne sıçayım dedi. Yanağı benli, ağzı çengel sakızlı Hicran sosyete Karşıyaka sının, Bostanlısının yalı falcısı oldu. Kendi büyüdükçe yanağındaki ben de büyüyen benli Hicran ın gönlüne ateşler düştü. İçine birşeyler olmaya başladı. Kendi kendine ellerini orasına burasına sürterek " ahh..lar, ohh lar " çekti. Babası onu gördü. Kızının başına çöktü. Hicran anasına " gebeyim " dedi. Önce anasından sonra da babasından bir güzel dayak yedi. Babası onu duvardan duvara çaldı. Hicran'ın bacakları arasından kan geldi. Günlerce yatakta baygın yattı. Anası kızdı da bir tas çorba vermedi. Çok geçmedi Hicran düzeldi, olanı biteni de herkes unuttu.
Çocukluk arkadaşı Tülin'e anlattı. Yemin verdirdi. " Kimseye söylemeyesin , ölümü gör " dedi. Tülin söz verdi. Ondan aldığı Beyaz Dizi leri, renkli film, sinema dergilerini herkeslerden saklı gizli okudu. Saçları yüzleri boyalı artistler gördü. Yanağında ben olan artisti kendine benzetti. Heladaki sırı dökülmüş kırık aynada hep kendine baktı. Beğendi. Düşler kurdu. Güzel arabalara bindi. Zengin evlerde oturdu. Lokantalarda kıymalı pide yedi. Kürkler, kırmızı kadifeden elbiseler, yüksek ökgeli iskarpinler giydi.
Tülin üniversiteyi kazanıp başka bir şehre gideceğini söyledi. Hicran'a ucunda miniminnacık bir fil olan lastikten bir kolye hediye etti. " Beni unutma " dedi. Aynı gün o da evden kaçmak için kararını verdi. Herkesin uyuduğunu sandığı bir vakit, eşyalarını koyduğu naylon torbasını da alarak, ayaklarının ucunda yürüyerek teneke evlerinden gıktı. Anasının gözü açıktı ama hiç ses etmedi. İçinden " yolun agık olsun inşaallah " dedi. Hicran Karşıyaka ya vardı. Kendini durakta bekleyen dolmuşa bindi. Adam da ayı gibi onun üstüne bindi. Hicran hiç ses etmedi. Az sonra adamın söz verdiği gibi Basmane ye geldiler. " Adamlar yarın gelip seni bu otelden alacaklar " deyip gitti şoför. Oteldeki adam Hicran ın elindeki torbayı alıp, bıyıklarını da burarak odasına kadar çıkardı onu. Hicran ne kadar ağladı sızladıysa da adam iki tokat atıp suratına " kahpe " dedi. Ertesi sabah gençten bir adam gelip Hicran'ı otelden aldı. Yıldız Gazinosunun içi ışıktan pırıl pırıldı. Hicran'ın gözü kamaştı. Sonra sonra baktı ki kendi gibi kızlar, masalarda adamlar İçi biraz rahat etti. Adam onu bir masaya oturttu, garson hemen şişe getirdi. Bardaklara doldurdu. Hicran " içemem " dedi. Adam " alışırsın " dedi. Hicran alıştı. Hem de bir numaralı konsomatristi oldu Yıldız Gazinosu nun. Müşteriler adıyla arar oldular onu. Patron bu işe çok sevindi. Hicran ın yüzde onluk hakkını yüzde onbeş yaptı. Öbür kızlar kıskandı, hır çıkardı. Hicran kahkaha atıp saçlarını savurdu. Bir gün babası geldi Hicran'ın. Hicran bozuldu. Babası masaya oturttu. Hicran " içmem " dedi. İçmedi, bağırdı çağırdı. Patron ses etmedi. Babası bozuldu. " Para vereceksin " dedi. Hicran verdi. Babası hergün gelir oldu Hicran daha fazla dayanamadı ve topladı pılısını pırtısını, İstanbul a gitti.
Hicran has be has İzmir kızı. Mürekkep yalamışlığı da var. Feleğin çemberinden de kırk kere geçmişliği. Artık toy Hicran değil. İstediyse oldu istemediyse olmadı. Tuzağa gelmedi. Kararlarını kendi verdi. Zaman zaman helal süt emmemiş dürzülerin eline düştüyse de çok önemsemedi. " Hayat " deyip geçti. Tepebaşı nın, Tarlabaşı nın, Beyoğlu nun arka sokaklarındaki ucuz barları kendine mesken etti. Bir de dost hayatı. Adam esrarkeş çıktı. Kollarına jilet attı. " Beni bırakırsan yaşayamam " dedi. Esrar parası için Hicran'ı eşek sudan gelinceye kadar dövdüğü de oldu. .
Adam " gel bu gece birlikte çekelim " dedi. Hicran ses etmedi. Bugün işe de gitmedi. " Yılbaşını başbaşa kutlayalım " dedi. Hem içer de sızar. Adam sızmadı. İçti, içtikge de kudurdu. Hicran ın üstüne yürüdü. " Orospu " dedi. " Sen de pezevenksin, godoş ". Kavgaya tutuştular. Sesleri dışarılara taştı. " Ölürüm, öldürürüm " dediler. Hicran eski toy Hicran değil. Çıkardı sustalısını salladı adamın bacağına. Boğuştular. Bir o kaptı sustalıyı, bir adam .
Konu komşu şikayet etti. " Dostu var. Adam esrarkeş, kadın da genelevde çalışıyor " dediler. Polis geldi. Kimse kapıyı açmadı. Tahta kapıyı tekmelerle kırdılar. Biri kadın biri erkek iki ceset gördüler orta yerde. Kanları göl olmuş birbirine karışmış. Ambulans geldi. Doktor " ölmüş bunlar " dedi. Adli Tip doktoru Tülin yanağındaki benden ve boynundaki plastiğin ucunda sallanan filden tanıdı Hicran'ı. Kafakağıdında 1 Ocak 1978 doğumlu, Tacettin'den olma Meryem'den İzmir de doğma Hicran'ın ölüm tarihi beyaz kağıtlara şöyle yazıldı ; 1 Ocak 2003 Tarlabaşı / İstanbul.
Beyhan DUFFEY - Cidde / Suudi Arabistan duffey@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Café d'Istanbul par Mustafa Serdar Korucu |
Merhaba,
Bugün sizlerle Fransa'nın dünya müzik piyasasında hala en çok satan kadın olma unvanını elinde bulunduran, hüzünlü sesiyle dinleyenlerini etkileyen Patricia Kaas'ın son albümü "Sexe Fort"u, ardından "Son Öpücük"ün (L'ultimo Bacio) yönetmeni Gabriele Muccino'dan yine kişilikler ve duygular üzerine bir filmi "Beni Unutma"yı ve son olarak biricik editörümüz Cem'in düzenlediği "Sen Bana, Ben Sana" kampanyası aracılığıyla sevgili Fatma Sönmez'den bana gelen, bir solukta okuduğum "Akdeniz'de Bir Doğu"yu paylaşacağım.
Keyifle dinlemenizi, izlemenizi ve okumanızı dilerim.
SEXE FORT / PATRICIA KAAS :
Yüksek oktavlı zor bulunur ses rengi ve hüzünlü yüzü ile bizi sonbaharın burukluğuna götüren, şarkılarıyla da bunu pekiştiren Patricia Kaas, bambaşka bir tarz ile karşımızda. Hayranlarının hiç beklemediği bir şekilde karşılarına çıkan Fransız sanatçı, son olarak geçtiğimiz yıl "Piano Bar" ile klasik olmuş Fransız chansonlarının İngilizce versiyonları ile fırtına gibi esmişti. Her ne kadar ben ünlü chansonların orijinal hallerini daha çok seviyorsam (hatta alıştıysam) da Kaas'ın sesinden bu şarkıları dinlemek bir başka zevkti.
Müzik piyasasında daha çok romantik aşk şarkılarıyla beğeni kazanan Kaas, kadınsı yönünü biraz daha öne çıkartıyor son albümüyle. Tabii ki feminist kimliğini de koruyor bir yandan. İngilizce'de ve Fransızca'da "sex"in iki anlamı olduğu için Kaas'ın son albümü "Sexe Fort"un Türkçe'deki karşılığı "Güçlü Seks" veya "Güçlü Cinsiyet".
Paris'teki küçük tavernalarda yıllarca şarkıcılık yaptıktan sonra zirveye ulaşan Kaas, müzik kariyerinin 15. yılında bu güzel albümüyle devam ediyor yolculuğuna. Sesinin her tonunu dinleyenlerine sonuna kadar sunan sanatçı, klasik Fransız tarzından blues ve rock'a geçişler yaparak albümüne çok farklı tatlar ekliyor. 37 yaşındaki Kaas, yaşının getirdiği olgunluğu ve yaşanmışlıkları da gözler önüne seriyor.
Fransa'nın uluslararası alanda en çok satan kadın şarkıcısı unvanını senelerdir kimselere kaptırmayan Patricia Kaas'ın albümünde, Pascal Obispo, Jean-Jacques Goldman, Patrick Fiori, Franscis Cabrel, Renaud ve David Monet gibi Fransız müziğinin önemli erkek müzisyenlerinin imzası bulunuyor.
Kaas'ın yeni albümünün ilk single'ı ise albümün çıkış parçası olan "Ou sont les hommes?"a yapıldı. Birbirinden güzel parçaların bulunduğu "Sexe Fort" mutlaka dinlenilmeli.
BENİ UNUTMA (RİCORDATİ Dİ ME) :
Her insanın hayatında bastırmak zorunda kaldığı, hatta unutmaya çalıştığı pekçok tutkusu pekçok hayali vardır ve farklı nedenlerden ötürü bunlara ara verir. Ancak ya bir gün zincir vurduğumuz bu arzular serbest kalırsa neler olur? İşte bu sorunun üzerine gidiyor "Beni Unutma". Hem de bir ailenin bütün bireyleriyle birlikte.
Hepsi şu anda olduklarından çok daha başka birisi olmak istiyorlardı. Giulia başarılı bir aktris, Carlo ise romantik bir yazar. Ancak zaman herşeyi sildiği gibi bu çiftin de hayallerini süpürdü. Giulia bir lisede öğretmen oldu; Carlo ise finans şirkeinde çalışmaya başladı. Şimdiyse çiftin olgunlaşmaya başlayan iki çocuğu var. 19 yaşındaki Paolo ve 18 yaşlarındaki Valentina. Paolo, kimlik arayışına devam etmektedir ve yaşı gereği kafası çok karışıktır. Valentina ise televizyonun dışarıdan görünen renkli yüzüne kendini kaptırmış durumda olan ve bu hayaline ulaşmak için başlaması gereken yerin "show girl"lük olduğuna kendini inandırmış hırslı bir genç kızdır. Valentina'nın hırsı bu konuda ona herşeyi yaptırabilecek düzeydedir. Onun bu arzusu ailenin diğer birylerinin de tutkularını bir bir ortaya çıkartmaya başlar. Guilia, tiyatrodaki yönetmenine aşık olmaya başlayarak kendini tutkusunun esiri yaparken Carlo da lise arkadaşları ile olan buluşmasında gençlik aşkı Alessia ile karşılaşır. Alessia hala çok güzel bir kadındır ve genç adam da kendini arzularına bırakır. Yasak bir ilişki başlamıştır ancak enteresandır ki bu ilişki Carlo'nun kendine olan güvenini kendine getirecektir. Fakat aile içinde hissedilir bir gerginlik de dolanmaktadır...
İtalyan yönetmen Gabriele Muccino bir önceki filmi "Son Öpücük" (L'Ultimo Bacio) gibi yine insanların önemli noktalarına değiniyor. "Son Öpücük"te insanların belirli bir dönemdeki umutsuzca çıkış yolu arayışlarını konu alan yönetmen, son filminde ise bütün bir ailenin tutku ve hayallerini merkez alıyor. Burada özellikle dikkat edilmesi gereken bence en önemli nokta kurum olarak ailenin hayallere bir sınır getirmesi ile tutkuların sınırsızlığı arasında yaşanan paradoks.
İtalyan, Fransız, İngiliz ortak yapımı olan "Beni Unutma"nın başrollerini "Carlo" ile Fabrizio Bentivoglio, "Giulia" ile Laura Morante ve "Alessia" ile ünlü oyuncu Monica Bellucci paylaşıyor. Başrollerde gözükmesine karşın Bellucci'nin filmde çok fazla yer almaması ise dikkat çeken bir başka konu.
Senaryosunu yönetmen Gabriele Muccino'nun Heidrun Schleef ile yazdığı "Beni Unutma" 2000'li yılların İtalyan Sineması çizgisinde olan özellikle "Son Öpücük"ü beğenenlerin mutlaka gitmeleri gereken bir film.
AKDENİZ'DE BİR DOĞU / EYÜP ÖZVEREN :
Sınırların günümüzdeki kadar sert çizilmediği, vizeyle pasaportla tanışmamış olan insanların rahatlıkla heryerde ticaret yapabildiği, İkinci Dünya Savaşı'yla tamamen değişecek olan bir dünyaya, ondokuzuncu yüzyıl dünyasına gidiyoruz. Küreselleşmenin yoğunlaştığı günümüzden baktığımızda belki de ondokuzuncu yüzyıl, yirminciyüzyıla nazaran bize daha yakın diye düşünebiliyor insan bu kitabı okudukça. Çünkü bir açıdan baktığımızda, küreselleşme de bize sınırlarla yaşamadığımız günleri sunmaya çalışmıyor mu?
"Akdeniz'de Bir Doğu"da kervan ticareti ile yalnızca malların değil, hikayelerin de satıldığını, iki farklı kültürün, rasyonalizmin zirvesinde olan Avrupa ile mistik Asya'nın kaynaştığı ve bir olduğu Akdeniz'i, gözler önüne seriyor. Tabii ki bu ortamı da dönemin en çok gezen ve herkesle ilişkisi olan tüccarlar aracılığıyla hatta onların gözünden bizlere anlatıyor yazar. İlginç anektodlar ile bizlere müthiş bir tarih tablosu ortaya koyan ve Doğu'nun el değmemiş hazinelerini gösteren "Akdeniz'de Bir Doğu", dönemin Osmanlı Sultanı, Akdeniz'in yaklaşık yarısını hakimiyeti altında bulunduran Abdülhamit'ten İngiliz ve Fransız gezginlere kadar pekçok kişiliği ele alıyor. Okunması çok keyifli olan kitap, tarih meraklılarının ellerinden düşürmeyecekleri nitelikte.
http://www.kmarsiv.com/cafe.asp
serdar@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
|
2004 ÖZEL - YAY ve OĞLAK
Ailenizin Yıldız Falcısı : Nurettin Özdemir |
|
YAY (23 Kasım-20 Aralık) ( Bulutlu Havalar - Hayallerle Yaşamlar- Metodik Yaşamlara Geçişler)
Sevgili yaylar yeni yılınız sizlere ilaç gibi gelecek.. Yine de bunu açıkca söylemeliyim kullanımlar da aşırılıklara kaçmayın sakın. 2004 yılı tüm yay sakinlerine muazzam yaşam dersleri verecek. Öylesine karmakarışık duygular içinde olacaksınız ki, nasıl desem, bazen dünyaları kucaklamak herkes ile tanışmak, dost olmak isteyeceksiniz. Bazen de sevdiklerinizin sizleri boğucu ilişkilere mahkum ettiklerini düşünecek dünyalara savaşları ilan edivereceksiniz… Burçlar içinde en fazla med cezirleri yaşayacak olan siz yaylar yeni yılınız da kendinize kesinlikle hakim olmalısınız. Geçmişteki hatalarınızı unutmadan bu sene olası taşkınlıklara mahal vermemelisiniz. Nisan ayından başlamak üzere ağustos sonuna kadar sevgililerinizle ilişkileriniz hep bıçak sırtında olacaklar. Sizlerde maşallah sabit fikirlerinizden hiç ödün vermemeye yeminli olacaksınız.. Eh bu şartlar da tanrı sağlık versin demekten başka ne kalır falcınıza.. Bana kalırsa gönül bağları ile ilgili hiçbir kesin karar almamaya gayret edin, hüsranlarda boğulmanız işten bile değil inanın.. Seraplarla dolu hayatları boşverin artık yaylar.. 2005 yılında bambaşka yaşamlara merhaba diyeceksiniz.. Ekim ayında ilişkilerinizde daha bir ağırbaşlı olacak kendinize çeki düzen vereceksiniz.. Jüpiter'in sizlere vereceği enerjileri mutlaka olumlu yönlerde kullanın yaylar. Aşırı iyimserlikler ile herşeyin üstünden rahatlıkla gelebileceğinizi düşünerek hatalara düşmeyin. Ekim ayına kadar gezegenler kafalarınızı karıştıracaklar bu kesin. Evet ekim ayından itibaren nihayet planlarınızı gerçekleştirme yolunda ilerlemelere başlıyacaksınız. Nisan ayı özellikle yorucu günlerle dolu geçebilecek hatta eylül ayına çok dikkat edin. Uzun vadeli projelere ağırlık verin ve kesinlikle ayaklarınız yerlere sağlam bassınlar. Ağustos ayında önemli bir karar almadan önce uzun uzun düşünün. Alçakgönüllü olmaya gayret gösterin yaylar 2005 yılında isteklerinize ulaşabilmeniz daha kolay olacaktır..
OĞLAK (21 Aralık-19 Ocak) ( Olumlu rüzgarlar - Projelerde başarılar - Diplomasi ile dolu ilişkiler)
Sevgili oğlaklar ne güzel bir seneniz varmış sizi öyle !! Jüpiter sizlere dinamiklikleri, şansları getirecek, Uranüs gerekli değişiklikleri yaptıracak, Mars gezegeni ise sizleri ön safhalara sürükleyerek yeni yılınızın kısmetlerle ve başarılar ile dolu dolu olmasını sağlayacaklar.. 2003 yılında emellerinizi sadece düşündünüz yeni yılınız da ise onları gerçekleştirmeye müthiş kararlı olacaksınız.. Sanki bütün gezegenler VIP salonunda dizilmişler, sizlere eşlik edecekler daha ne isteyebilirsiniz semalardan oğlaklar.. Ama unutmayın üstünüze düşen görevlerde muazzam canlarım.. Satürn gezegeni bazılarınızın gönüllerinin ateşli hallerini söndürmeye bayağı kararlı yinede bunu unutmayın. Size düşen görevler ise atağa geçerek gerekli kararları almak ve bundan sonra arkanıza bakmadan ilerlemek olmalı 2004 yılında.. Unutmayın yine üstüne basarak söylüyorum Satürn'ün geçişi sırasında artık hiçbirşey eskisi gibi olmayacak. Kararlar elbette sizlere ait oğlaklar ama ne olur iyice düşünün.. Aslında sabırlı insanlarsınız oğlaklar ama bıktınız iyice bu yavaş yavaş ilerleyen işlerden, ilişkilerden, projelerden.. Mart ayı başından itibaren şaha kalkıyorsunuz. Mayıs ayında Jüpiter'in size kesinlikle arka çıkması ile kendinizi bir başka kuvvetli hissedeceksiniz.. Mayıs ayı ile eylül ayı arasında ise en olmadık projeleri düşünebilir hatta kendiniz bile şaşırabilirsiniz karşılaşacağınız sükselere.. Senenin geri kalan üç aylarında artık işleri ağırdan alabilir geride bıraktığınız zaman içerisinde katettiğiniz yolları keyifle yaşayabilirsiniz.. Bundan sonrası sizin isteklerinize kalmış olacak ve inanın haziran ayından sonra kanatlanacaksınız. 2004 senesini olumlu kullanırsanız kendinizle gurur duyarak yeni yaşamlara merhabaları yaşamanız işten bile değil oğlaklar. Herşey sizin için yeterki cüretlenin. Yıldızlar tarafından ışınlanıyorsunuz..
Nurettin Özdemir
nozdemir@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Kahve Molası bugün 4.011 kahveciye doğru yola çıkmıştır. |
Yukarı
|
SERSERİ
Koş senin artık bütün bu yollar
Savur saçlarını rüzgarlar boyu
Dağılsın gülüşün gecenin sesinde
Meltem ol,
yağmur ol
Baharlar boyu salın gözlerimde
Ama unutma
Yıllar geçse de üzerinden
Sevdan saklı bir sızıdır ellerimde...
Benden öğrendiğin ne varsa aşka dair
Bırak avuçlarına fakir çocukların
Al götür saçlarınla
bahardan
kıştan
Ve yüreğimden yana ne varsa koynunda
Bırak avuçlarına öksüz kuşların
Gözleri görmez olsun süzülen yaştan...
Her bahar dal veren çiçekler gibi
Her bahar yeniden doğur umudu
Savur gönlüne
Rüzgar ol sonra savur kendini
Karışsın küllerim senin küllerine
Ve çağır gecenin koynunda kalırsan bir gün
Çağır ben yanarım
Bensiz geçen günlerine...
Bu hüzün her gece benim yoldaşım
Bilmem hangi mezar anlatır halimi
Bilmem hangi yaralı şiir
Vursam da sensizliğin voltasına kendimi
Dökülür hatıran dallardan
Sonra çalar götürür bir yalan bedenimi
Sensiz saklandığım bu odalardan
Koş senin artık bu yollar
Savur saçlarını rüzgarlar boyu
Aşk ol,
sevda ol,
yalan ol
Zemherinin ayazıyla yansa da yüzün
Sen gülüşler boyunca hep bahar ol
İster yağmur yağsın isterse kar
Yine de unutma gül yüzlüm
Bu kentte seni hala deliler gibi seven
bir serseri var...
Ali Haydar Timisi
Yukarı
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://www.infonegocio.com/xeron/bruno/yesno.swf
Trafikte nasıl davranılacağı konusu hep sorun olmuştur. Aslında Türkiyede kanunlar tartışmaya yer vermeyecek kadar net kurallar koyduğu için, bize düşen sadece bu kurallara uymaktır diyorum. Bu animasyon sayesinde, trafik kurallarına uyarsanız başınıza neler gelebileceği konusunda fikir edinebilirsiz.
http://www.katpatuka.org/tr/index.shtml
...Katpatuka Hellen ağzında Kappadokia edilmiş adın, Med'lerce kullanılan ve Pers'lerce de aynen alınan biçimi, Herzfeld'e göre, sonundaki -uka, Ermeni dilinde halk adı, ulus adı türetmek için kullanılan ukh'un Med ağzına uydurulmuş biçimi dir; Med'ler bu bölgeyi IÖ 585'de kendi ülkelerine katmış ve onu, Ermeni dilinde taşıdığı adı (Kat-paduk) benimseyerek adlandırmışlardı...
http://worldzonepro.com/webdude/kozo.html
Edi sağolsun, bizim VADAAAAAAA'nın dayısına benzettiği hippo'cuğun başrolde oynadığı hoş bir reklam filmi. İyi eğlenceler.
http://www.denizce.com/mutlulukdersi.asp
...Eşimle birlikte önünden geçtiğimiz büyük bir alışveriş merkezinin vitrinindeki "Boşaltıyoruz" yazısını görünce, eşimi unuttum kendimi merkezin spor eşyalar bölümüne atıverdim birden. Eşim arkamdan her zamanki "huysuz koca" tavrıyla seslendi: "Hiçbir şeye gereksinimimiz yok ki" dedi...
akin@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Damak tadınıza uygun kahveler |
BrowseTo v1.0 [43k] W9x/2k/XP FREE
http://www.straightnochaser.org/goodies/aboutbrowseto.html
Bir metin içerisinde herhangibir şekilde geçen bir işlemez linki işler haline getirebildiğiniz bir mini program. Metni seçip sağ tuşa tıklamak dilediğiniz linke sıçramanız için yeterli oluyor.
Yukarı
|
|
|