KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?

 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Kütüphane
 Kahverengi Sayfalar
 FİNCAN/SİPARİŞ
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)


PDF Versiyonu





Kahveci Soruyor?



KAHVERENGİ SAYFALAR



KAPI KOMŞULARIMIZ

Üç Nokta Anlam Platformu


Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 433

 29 Ocak 2004 - Fincanın İçindekiler

 Editör'den : Kurtçuktan Kurbana!..


Merhabalar,

Küstah kurtçuklar hız kesmeden yayılmaya devam ediyor. Bütün günü düello ederek geçirdik. Sonunda birimizin nefesi tükenecek ve pes edecek. Umarım pes eden ben olmam. Yahu bu bana bayram hediyesi olmasın? Olur mu olur, bana özel olduğu anlaşılmasın diye yedi düvele yaymıştır köfte kafalı virütik yaratıcı. Siz onu boşverin, daha geçen hafta bayram değil miydi? Hani şeker lüpletip, likör hüpletmiştik. Vakit bu geçecek tabi ama dörtnala değil de rahvan gitse, bizler de tadından azar azar nasiplensek ya, nerdee? Neyse artık geçti, n'apsan dönmez geri. Paşa paşa kurban bayramını kutlayacağız. Bundan olumsuz bir anlam çıkartmanın manası yok. Evet geldi diye zil takıp oynamıyorum ama kederden yataklara düşecek halim de yok. Benimkisi biraz hasetlik, üstüne bol garnitürlü plansızlık, cep delik cepken partal durumları. Vakte diş bilememin nedeni de bu olsa gerek, para ve vaktin aynı köşede kesiştiğine hiç şahit olmadım desem başım ağrımaz. Birini olur edersin diğeri olmaz, onu ayarlarsın diğeri su koyverir. Tabi genellikle her ikisinden de yoksun olma durumu yaşanır. Eskiden babaevi der İzmir'e doğru seyirtirdik. Hem ucuz hem de sevap dolu bayramlar yaşardık. Gel gör ki bu kısmetten de olduk. Anam babam İstanbul'a yerleşince İzmir'i rüyalarda görmeye başladık.

Yalnız söylemeden geçemeyeceğim. Oldum olası kurban bayramlarını sevmemişimdir. Adı kurban olan bir bayrama sempatiyle yaklaşmam zor oldu sanırım. Bahçe ve sokaklardaki kan gölleri de cabası. Dini vecibedir lafımız yok ama zamana uymalı uydurmalı artık. Kesilen kurban yerli yerinde kullanılacaksa amenna ama aynı apartmanda komşular arası but transferine dönüşecekse yazık. Yetkili kurumlara ödenecek kurban paralarıyla hem vecibenizi yerine getirmiş hem de kurbanı yerli yerinde kullanmış olursunuz. Son yıllarda şükür bir ilerleme var bu işte. Belediyeler çok başarılı oldukları söylenemese de kesimi denetlemek için türlü yollar icat ediyorlar. Herşeye raağmen huylu huyundan vazgeçmiyor, gene yol kenarlarında mezbahalar kuruluyor, gene ehliyetsiz kasaplar el, kol, bacak kesip acil servis kapılarında sürünüyorlar. Ancak bu sene memleketin ekonomisinden umutluyum arkadaşlar. Sanırım kurban satışları delik cepler yüzünden diplerde sürünecek, bizleri de kan tutmayacak. Ne güzel değil mi? Parasızlığın da işe yaradığı durumlar olabiliyormuş.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

 Pratisyen Kahveci : Seda Demirel


ACİL KAPISI - FARE ZEHİRİ

Akşam olmak üzereydi..
Sabahın saat 08:00 inden akşamın 16:00 sına dek sadece 15 dakikalık yemek molası için dışına çıkabildiğim Acil Servis'in duvarları üstüme üstüne taaruza geçmekteydi.. Kapıdaki desk'e yaslanmıştım.
Bir günü daha tepelememe sadece 20 dakika kalmıştı..
İçimden geçen "Yeteeeerrrrr" diye bağırarak dışarıya koşma isteğimi özenle gizliyordum..
Acil Servis hekimlerinin, dört ayda bir rotasyon olmadığı takdirde maruz kaldığı, "Burn Out Syndrom" adlı çılgınlığa eküri olmanın eşiğinde gezinmeye başlayalı neredeyse bir yıl olmuştu..
Ben ise ısrarla "Well Done Steak Syndrom" kıvamımı korumaya devam ediyordum..

Esmer mi esmer ve güzelce bir kadının sağ kolunun altına kafasını iyice sıkıştırıp içeriye çekiştirdiği bir erkek çocukla kapıdan girişini ilk gördüğümde gülümsemeden duramadım.. Aha işte dedim.. Bu yumurcak kesin bir yerlerini kesti, ya da kafasını deldi.. Şimdi de dikiş iğne korkusu ile inatçı keçiler gibi direniyor anneye..

Kadın içeriye doğru sürüklenirken başını kaldırdı.. Derin bakan koyu kahverengi gözlerini benimkinin içine dikti.. Esmerliğinden mora çalan dudaklarının arasından fısıltı halinde iki kelime döküldü..
"Fare Zehiri.."
Bir saniye sonra biri sarışın birisi de koyu esmer iki kadın olmuştuk şu oğlağı ittirip kaktıran.. Oğlak son bir direniş daha gösterdiyse de pek de beklemediğim bir sakinliğe büründü içeri girer girmez..
"Otur bakalım şu sedyeye.." diye buyurdum.. Otoriter sesler bu ufaklıklarda çoğu kez işe yarıyordu..
Oturdu.. Oldukça sakin..
Hatta gülümseyerek..
Bu gülümsemeden öte bir yüz hali idi.. Pervasızlık, umursamazlık, ama en çok da küçümseme vardı şu dudaklarda.. Bu görüntü çok kısa bir an kafamı karıştırdı.. Hızlı hareket etmek zorundaydım.. Hemşire hanımlardan birisi onu yatmaya zorlarken, bende %0.9 luk NaCl şişelerinden birini kapıp tıpasını çıkarmaya koyuldum. Bir gözümle oğlana bakmaya devam ettim.. En çok 14 yaşında olmalıydı.. Kısacık kesilmiş saçları, yeni yeni terlemiş bıyıkları, koyu esmer alnında boncuk boncuk birikmiş ter damlaları, yenmiş tırnakları, özenle seçildiği çok aşikar gömleği ve kadife pantalonu..
Gülümsüyordu hemşire hanıma..
Damar yolunu açmak için intraket(1) yerleştirilirken gözünü bile kırpmadı.. Şişe elimde yanına geldim yine..
"Ne zaman içtin fare zehirini?? Likit miydi yoksa şu buğdaya emdirilenlerden mi?"
"Zor buldum zaten.. Yiyeli de 3 saat oldu.. Eczane eczane gezdim bulana kadar, hem, ne diye bunları yapıyorsunuz ki?.. İşe yaramaz!.. Tekrar bulur yerim.." dedi çatallı bir ses..
Gözbebekleri oldukça büyümüştü.. Gözleri sanki simsiyahtı..
Gülümsüyordu..
"Biz kurtaralım da sen yine bul ye bakalım" dedim..
İnatlaşmanın alemi yoktu.. 14 yaşında ve ne yaptığını da gayet iyi bilen bir çocuk vardı karşımda..
Onu getiren hanıma dönüp, "Oğlunuz mu??"dedim..
"Hayır, ben komşusuyum.."
"Lütfen kapıdan bir acil formu alıp gelin.. İşimiz uzun sürecek.. Yatması gerekecektir.. Fare zehirinin geç dönemde ortaya çıkan oldukça öldürücü etkileri vardır.." dedim..
Yakını dışarıya çıkar çıkmaz elimdeki şişeyi burnuna doğru uzattım.
Sesimi olabilecek en yumuşak tonda tutmaya gayret ederek ve gülümseyerek "Bak, öncelikle seni kusturmayı deneyeceğim.. bir an önce ve zahmetsizce şu midende ne varsa çıksın.."
-Fare zehirinin üstüne yarım ekmek tavuk döner de yedim..
-Ölmeye çok da niyetin yokmuş..
-Yoo.. Tadı berbat.. Bir dene istersen..
-???
Çok sakindi.. Bir tuhaflığı olduğu kesindi..
Gülümsüyordu..
Gülümsemesi oldukça sinir bozucuydu..
-Ahkam kesme de şu şişeyi dik bakalım kafaya delikanlı..
Şişeyi kafasına aynı dediğim gibi dikti..
Bana mısın demedi..
-???
İkinci şişeyi bitirirken yakını tekrar içeriye girdi..
Boş şişeyi elime verip, ".. eee, başka yok mu???" diyen bir bakış fırlattı..
Buz kestim..
Gülümsüyordu..
Sinirlerim bozulmaya başladı..
Formu esmer kadının elinden alırken morumsu dudaklarının titrediğini gördüm.
Kadın çocuğa şefkatle yaklaştı.. Yüzünü okşadı.. "Canım benim.." diye fısıldadığını duydum.
Bu fısıltıyı yükleyen duygu kafamı allak bullak etti..
Göz ucumla kadına doğru bakmaya devam ederken 7.5 steril eldivenleri giymekle meşguldüm.
Hemşire hanım nazogastrik(2) sondanın ucunu açtı, elime doğru uzattı. İtina ile sondanın sterilliğini bozmadan çektim naylon korumasının içinden.
Eldivenin üzerine sıkılan furacin pomate(3) sonrası, elimde sonda ile yanına yaklaştım..
-Kusmadın.. Tek çarem kaldı, bu hortumu burnundan midene ittirmek zorundayım.. Oldukça sıkıcı ve seni üzecek bir işlem ama eğer boğazının arkasından geçerken güçlü bir şekilde yutkunursan hemen biter.. Sonra da pek bir bulantın kalmaz.. Bana lütfen yardımcı ol..
Gülümsüyordu..
Sol kolumu başının altından soktum.. Sondayı burnundan geçirmeye başlar başlamaz güçlü bir öğürtü ile mide içeriğini göğsüme çıkardı..
Sondayı çıkarıp bekledim.. Bir kısım daha çıkardı.. Yetersizdi..
Güç bela tekrar kucağıma aldığım başında artık gülümsenin izi yoktu..
Sondayı ittirmeye başladım..
-Hadi oğlum.. Hadi yutkun bakalım.. Ha gayret çocuğum.. Yok.. Elimi itme.. Bitmek üzere oğlum.. Hadi son bir kez yutkun..
-Hadi kızım.. Hadi canım benim.. Hadi Sibel'ciğim..
Sonda geçti.. Sabitledim..
Şimdi bu hortumdan midesine sıvı yollayacak ve bu yolladığım sıvıyı da geri alıp midesini iyice yıkayacaktım..
..Sibel??..
..dondum..
Dönüp daha on dakika önce benimle dalga geçercesine gülümseyen yüzüne baktım.. Sonra kıyafetlerine..
-Sana tek bir soru soracağım.. Ve tek bir kelimelik cevap istiyorum senden..
Başını salladı.. Esmer kadın artık toprak sarısıydı..
-Bunu, böyle biri olduğun için mi yaptın???
Bu sefer sadece gözlerini yumup açtı..
Ter ve gözyaşı karışmıştı birbirine..
Hortuma takılan tavuk parçaları canıma okuyordu.. Tam 2 saat midesini yıkadım..
Dışarıya çıktım.. Formu elime bile almadım.. Yakını peşimden dışarıya koştu..
-22 yaşında.. Adı Sibel.. Konfeksiyonda çalışıyor..
-Ya siz???
-Ben komşusuyum.. Ona acırım, 9 tane abisi var.. Hep döverler Sibel'i.. Diyarbakırlı ailesi.. Haber vermesek??
Sesimi çıkarmadan içeriye geri döndüm.. Bitkindi..
Bitkindim..
-Adetlerin düzenli mi, Sibel?
Yüzünde tiksinti dolu bir bakış belirdi..
-Adetlerin düzenli mi diyorum sana Sibel???
-Düzenli!
-Peki, kız arkadaşın var mı, canım?
-...
-Sevgilin var mı Sibel??
-Benim adım Murat.. Sevgilim var..
Dışarıya attım kendimi.. Şaşkındım.. Kafam allak bullak..
Sosyal hizmetleri mi arayayım derken önceliklerim geldi aklıma..

Dahiliye asistanının yanına doğru ilerledim.. Durumu anlattım..
Gözlerini pörtletti..
-Seda, ailesine haber vermek gerek..
-Biliyorum.. Ama önce yatış işlemlerini yapalım..

İçeride üstümü başımı çıkardım.. Kendi kıyafetlerimi giydim.. Mesaim biteli 3 saat olmuştu..
Oturup ayaklarımı masaya uzattım..
Bir sigara yaktım.. Ve kültablasında yanan diğer sigaramı gördüm..
Bunu ne zaman yaktım ki?.. Hatırlamak için kendimi zorladım..
Nafile..
Telefon çaldı..

-Doktor Hanım?!! Ben 2.Dahiliye Servisinden Nazlı hemşire..
Bir karışıklık var yukarıda..
Biraz önce gönderdiğiniz erkek çocuğunu kadın odasına almışlar..
Kadınlardan iki tanesi sorun çıkardı diye ben erkek koğuşuna aldım..
Şimdi de bir erkek hasta geldi, bu hastayı neden bizim odamıza aldınız diye soruyor????

1.Intraket: Hastaların venöz damarlarına yapılacak sıvı ya da ilaç girişimleri için kullanılan, iğnesi plastik bir koruma içinde damar içine yerleştirildikten sonra, iğne kısmı dışarıya çekilen ve bu plastik kısımdan gerekli müdahalenin yapıldığı materyal..
2.Nazogastrik Sonda: Burun- mide sondası
3.Furacin pomate: Anti bakteriel bir pomate.. Sondanın burundan geçirilirken kayganlık vermesi ve koruyucu amaç ile kullanılır.

Seda Demirel

Yukarı

Leyla Ayyıldız

 YazıYorum : Leyla Ayyıldız


   YOKLUĞUNDA YOKLUĞUM

-Dokunma ona!

Elimdeki kitap yere düştü. Şaşkın, şaşkın yüzüne baktım. Ellerim titreyerek, kitabı yerden aldım ve rafa, aldığım yere geri bıraktım. Sendeleyerek odadan çıktım. Kendi odama geçtim. Koltuğuma güçlükle oturdum. Göz yaşlarıma engel olamıyordum. Üst üste defalarca benzer davranışlarda bulunmuştu. Yorgundum...

Onunla tüm paylaştıklarımız geçti gözümün önünden...

İlk haftamdı. Son hastamı göndermiş, derse yetişmeye çalışıyordum. Tayin olduğumdan beri, alışamamış, söylene, söylene koşturuyordum. Eğitim binasına geçmek için asansöre binip, zemin katın düğmesine bastığımda onunla karşılaştım. 'Hoş geldiniz' dedi. 'Hoş geldiğim' o günden sonra, hiç ayrılmadık. Tüm araştırmalarımızda birbirimizi destekliyor, çok özel hastalarımızı birlikte değerlendiriyorduk. Dostlarımız ortaktı.

Anımsıyorum... Güneşli bir gün, sandviçlerimizi bahçede, ceviz ağacının altında yemiştik. Günlerdir süren durgunluğumu, bir o fark etmiş, sağaltmam için, anlatmamı sağlamıştı. Üç kez intihar deneyen hastamla epey yorulduğum bir dönemimdi. Bir profesyonel olarak ruhumu yalıtmamı güçleştiren ender hastalardandı. Kuyusunun dibi; ancak birlikte girildiği takdirde görülebiliyordu. Uykularımda dahi beni bırakmayan bir hikayesi vardı. Yakamı bırakmayan bu hikaye zayıflıklarımla yüzleşmeme zorluyor, çok hırpalıyordu. Beni kendisinin de katıldığı bir grup terapisine davet etti. Çok zor günleri birlikte atlattık.

Sonraları?... Sonraları yine tüm oyunları birlikte oynadık. Tüm görevleri birlikte yerine getirdik. Zor olan yaşamı, iki kişi olarak göğüslemenin bilinen teorik yanlışlığına rağmen, kolaycılığımıza grup terapileri dahi engel olamadı. Ne mi olduk? Etle - tırnak...

Hatta bazı boşlukları özellikle bırakır olmuştuk, nasıl olsa tamamlanacak olmalarının verdiği hazla. Oyun uzun sürdü...

Hala titriyordum. Masaya ilişti gözüm, onun hediyesi olan kalemliğe... Göz yaşlarımı burnumu çekerek sildim.

Birkaç gün sonra tayininin çıktığını duydum. Bir veda yemeği düzenledi arkadaşlar, ben de katıldım. Onun da, benim de donuktu bakışlarımız. En kurusundan bir veda idi işte...

Gitti...

Oysa yokluğu öyle vardı ki...



Araştırmalarını dergilerde görüyordum. Eşten, dosttan haberlerini alıyordum. Çok zaman geçmeden acı haberiyle sarsıldım. Ölmüştü. İlk uçağa atlayıp cenazesine yetiştim. Böyle de gidilir miydi? Daha oturup, konuşmadan, son lafımızı etmeden. Böyle de yapılır mıydı?

Cenaze dönüşünde elime bir kitap iliştirdiler. Üzerine adımı yazarak masasına bırakmış. Kitabın kapağında; içinde sadece bir masa ve sandalye bulunan boş bir oda, sırtı dönük sandalyede oturan bir kız resmi vardı. Açık oda kapısına yönelik oturuyordu. Boş bir koridora açılıyordu oda kapısı... O gün dokunmamı istemediği kitaptı bu. Ellerim titredi yine. Yapraklarını çevirdim. Renkli kalemle şu satırların altını çizmişti;

'Bugün ölüm, kanatlarını yüzüme yüzüme çarptı. Yarın, bilemedin birkaç gün sonra kapımı da çalacak. Her gece piyano dinlemeye alışmasan senin için iyi olur.'

Ah, neredesin?... 'Sevgili Berrin Cerrahoğlu'na fotoğraf için teşekkürlerimle...'

Leyla Ayyıldız
ayyildiz@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Misafir Kahveci : Celal Kılıç


Mustafa'ya Ağıt

Sabah kalkınca ilk önce yüzünü yıkadı banyodaki ibrikle.
Üşengeçliği gözlerinden okunuyordu, ama okuması için bir adet ayna mevcut değildi banyoda.
Babasının sıcak arap çöllerinde biriktirdiği para henüz aynaya ödenek ayıramayacak kadar kısıtlıydı.
Ve annesi de zaten boşuboşuna para harcamaya pekte niyetli değildi.

Mustafa ailenin ilk erkek çocuğuydu, ama en önemlisi ilk çocuğuydu.

Köyde amcasının kırdığı rekoru kıramamıştı, köyde ailesinin ataklığına henüz ayak uyduramamıştı.

Mustafa..

Sabah karın süzüle süzüle yağması ona kardan adam yapmak için açık bir davetiyeydi, davetiyeydi de ancak annesinin şerhine keskin bir otokrat çocuk edasıyla hükmetmesi için henüz erkendi.

Zira Mustafa'nın yaşı henüz ondördündeydi.

Annesi seslendi elleri yemek hazırlığında iken Mustafa'ya.

-Gel kahvaltını yap oğlum,

dedi annesi Şükriye.

Mustafa hızlıca mutfağa yöneldi, mutfak ki, ailenin yaşamasına yeterlilik sağlayan evin yegane iki odasından biriydi.

Mustafa ağır aksak odaya geçti, annesinin geleneksel sabah kahvaltılarında hazırladığı unlu tavada pişirdiği ve içinde taze peyniri gizlediği bir çeşit poaça türü ekmekti.

Mustafa hızlıca yaptı kahvaltısını kara bakarak. Ve kardan adam yapma olasılığının imkansızlığına inanarak.

Kahvaltısını yaptı ve yan odaya geçti, amcasının ona hediye ettiği bir patlar üç patlamaz tüfeğe gözü ilişti.

Yakup'la bugün pekala hayali bir avcılık oyunu oynayabilirdi. Yakup zaten böyle bir fikire dünden razıydı.

Tüfeği omuzuna aldı Mustafa ve Yakup'un evine yöneldi. Kapıyı tıkladı, Yakup'la kapıda iki üç kelime yaptıktan sonra ilk önce sumanaya gittiler, Yaban ördeği vurabilirler ihtimaliyle. Olmadı sumanadan yeterli avsal desteği alamamışlardı, sonra çubura gittiler, sonra kabana gittiler, sonra yavana geçtiler.
Henüz günün siftahını yapmamışlardı, aslında çocukların da öyle bir dertleri yoktu. Laf olsun diye, iş olsun diye, ve eğlencesine, ya da adamlık idmanlarının herhangi birine koşuyorlardı.

Sonra eski muhtarın yokuşundan çıkıyorlardı, tam orada Yakup'a bir uzun samsun uzattı Mustafa, ve az aşağıya baktı.

Üç dört metre aşağıya.

Tam orada Mustafa tarihi lafını söylemişti. Yine onunda adı Mustafa olan adamın hanımını doktora götürürlerken salla, Mustafa "sala tutmazsan salına tutmazlar" deyivermişti.

Oda anlamamıştı nasıl bir şey olduğunu bu lafın ama bir kere ağzından çıkıvermişti.

Zira o salına tuttuğu kadın iki gün önce gömülmüştü toprağa. Sal uğursuzdu belli ki.

Sonra yavaş yavaş yürüdü Mustafa yukarı doğru, yavaş yavaş yürüdü Yakup Mustafa ya doğru.

Evlerinin önünden geçtiler Yakup'la, Mustafa evin önüne bir daha baktı, hala meydan adamlığın kardan silüetine alabildiğine tahrik ediyordu Mustafayı, oysa köyün farklı yerlerinde de pekala kardan adam yapabilirlerdi, annesinin duyma ihtimali sıfırdı.

Ama çocukluk ya, yapmadı böyle bir şey Mustafa, hem kardan adamı yapmak için ilk şart, evin önünde arzı endam etmesiydi belki de Mustafa için.

Sonra yürüdüler yine Yakup'la yukarı doğru. Sabah yolu aşağı doğru yürümüşlerdi, ve şimdi yokuş çıkmak gerekiyordu. Mustafa hafiften acıkmış, hafiften üşümüş, ve bir hayli de yorulmuştu.

-Yakup, gel halamlara gidelim

dedi Mustafa..

Ve Yakup'ta kırmadı Mustafa'yı. hızlıca halalarının evine gittiler.

Akşam olmuştu. Halasının akşam sofrasına yetişmişlerdi.

Bir miktar yemek yediler sofrada. ve Mustafanın hafiften karnı ağırmaya başlamıştı,

-Hala

dedi Mustafa

-Başım ağırıyor, bana ağrı kesici verirmisin

Halası ağrı kesiciyi verdi Mustafa'ya

ve sonra tutanaklarda bu ağrı kesicinin novalgin olduğunu söyleyecekti halası Mustafa'nın.

Mustafa pek bir şey yiyememişti.

Mustafa neredeyse sobanın içine girecekti.

Öyle bir müddet ısındı Mustafa,

sessizce..

Sonra tuvalete gitti Mustafa, Yakup halasıyla konuşuyordu, ali dayı sessizce kah muhabbete katılıyor, kah Mustafa gibi sessizce susuyordu. Ama Ali dayının yaşı ve karakteri kaldırırdı bunu. Ve zaten sessiz bir adamdı.

Ama ya Mustafa.

Bir tuhaflık olmalıydı. Mustafa da en az Yakup kadar ataktı, en az onun kadar girişkendi.

dakikalar geçti..

Mustafa henüz dönmemişti gittiği yerden.

Herkesin kalbine aynı korku girmişti, ama herkes içine saklamıştı bu korkuyu ve hepsi aynı anda çıktılar odadan, ve aynı anda tuvalete giden koridora geçtiler.

Sonra halası bağırdı ilk.

Mustafaaaaaa..

Ses gelmedi içeriden. Kapıyı kırıp içeri girdiler.

Mustafa yerde upuzun yatıyordu. Donup kaldı orada Yakup.
Donup kaldı orada Mustafanın halası
donup kaldı orada Ali dayı.

Hızlıca oradan kaldırdılar Mustafayı, nefes alıyordu ama ses vermiyordu.

Köyde haber verilenlere haber verdiler.

doktora götürüyorlardı Mustafa'yı..

Yine o salla,

Mustafa'nın belki de hayatında yaptığı en son yatırımın adıydı o sal.

Ama bu seferki salınan oydu.

ve Mustafanın ağzından bu sefer çıt çıkmıyordu.

Ve o adamlık lafı ettiği yerden geçtiler hızlıca. bu sefer Yakup vardı salın altında, ama belki salın gazabına uğramamak için Yakup öyle bir laf edemiyordu. Belki korkuyordu, belki boğazı düğümleniyordu.

Ve belki giden dostun dönmeyeceğinden korkuyordu.

Hastaneye yetiştirdiler Mustafa'yı.

Aslında hastaneye yetiştirmek maharet değildi bir hastayı. Sağ teslim etmek gerekiyordu onu hastanenin hızır servislerine.

İşte onu başaramamışlardı. Orada günmü, Azrailmi, sebepmi hangisi olduğu belli olmayan bir engel aldı onlardan Mustafa'yı.

Mustafa'nın da hesap etmediği vedanın başaktörüydü Mustafa.

Yakup öksüz kaldı sonra.

Anne Mustafa'sız kaldı.

Öldü Mustafa.

Öldü yaban ördeklerinin korkusu.

Öldü Yakup'un candan yavuklusu.

Öldü kardan adamın hayali Mustafa'nın gözlerinde...

Celal Kılıç

Yukarı

 Gül Ağacı : Seren Bağcı


   BANCİ CAMPİNK

24 Temmuzz 1964, cuma, sabahın kör olmayan saatleri ... :

- Ufff… Çok canım sıkılıyor içerde, çıkmak istiyorum artık. Ne güzel bir temmuzz sabahı… Günaydın anneeeee, seni seviyorum anneeeee ! Pekala, bunu sen istedin… Pat, küt, tak, tuk…!

" Hay Allah, çocuk bi rahat dur işim gücüm var. Pek de ağırlaştı, artık gelse de rahat etsem. İnşallah ötekiler gibi sabahlara kadar ağlamaz. Zaten iki aydır uyuyamıyorum. Efendim ? Ne diyorsun ? "

- Anneeee diyorum, sana diyorum, nasıl bir evlat olacam diyorum, hele bir dışarı çıkayım söz… Hiç ağlamıyacam, gece sadece 2 kez uyanıp memeni emecem, çok uyuyup çabuk büyüyecem diyorum. Ama sen beni duymuyosun ki. Yeter yaaaa ! İmdaaattttt !! 270 gündür içerdeyim. Pat, küt, tak, tuk…!

" Karnım ağrıyo sanki ! Neyse iş miş bitti zaten. "

- Sen öyle san ! Daha yeni başlıyoruz..

" Bi şekerli sıcak su içeyim geçer, ayaklarımı üşüttüm herhalde ! "

- O da ne ? Küçük bir ışık var. Yoksa… Yoksa çıkış kapısı burası mı ?

" Hala geçmedi. Geçeceği yerde daha da sıklaşıyor. Ama doğuma daha 5-10 gün var dedi ebe anne. Doğum sancısı diil kesin. Yok yok diil… "

- Az kaldı. Biraz daha açılsa bu kapı başımı sığdırabilsem.. Bedenim çıkar zaten.

" Ayyyyyyyyyyyy !! Doğuracam mı ne ? Şükran hanımmmmmmmmmm, Şükran hanımmmmmm !!! Hele bi gelllllll ! Bana bişiler oluyor , karnımın ağrısı geçmedi, daha da sıklaştı üstelik. "

" Dur bi Ayşe hanım bakiyim sana. Aaaaa ! sen doğuruyorsun …!"

" Karnımı tutma Şükran hanım. Sanki ordan mı doğuracam ? "

" Aman dur,gözünü seviyim n'olur doğurma ben bi koşu ebe anneyi alıp geliyim. Yarım saat daha dayan ! Yeter ki biz gelmeden doğuriim deme. "

" Dur ! Gitmeden, teşti* hazırla önce. Bak banyoda. Getir salonun ortasına koy, ordaki bohçanın içinde de ütülü çarşaflar var. Onları da getir, ser içine. Çocukları da size götür. Ben sizi beklerim. "

- Evettttt gümrükteyiz ( vize sorunu yok ) azcık naz yapsam mı ki ? Cıks, yapmicam..! Zaten bugünü zor bekliyodum. A-a-a-a bu da ne hortum gibi bişi bağlamışlar göbeğime...?

" En iyisi ben şu teştin içinde duriyim ne olur ne olmaz. Böyle daha iyi. Üfff, 10 dakka oldu gideli nerde kaldı şu ebe ? Ayyyy, geliyor mu neeeee ? Suyu da geldi Allahım… ! "

- Haydi tut şu hortumu, sal kendini aşşaaa, aman dikkat ! Hadi bakiiimm hooppp ! ( İlk banci campink denemesi bizzat tarafımdan gerçekleştirilmiştir. Bkz :vivivi nokta gogıl nokta kom ) Küüüütt ! Yayları gevşekmiş neyse ucuz kurtulduk... MERHABA DÜNYAAAAAAAA..... BEN GELDİİİİMMMM !

" Aman allahım doğdu bu..! Napacam ben şimdi ? Göbeği kesilmese ölür; kim kesecek ? "

5 dakika sonra…

" Ayşe hanımm geldik. Vışşş doğurmuşsun sen, ebe anne koooşşşşş ! Olan olmuş, doğurmuş bu, göbeğini kes hemen ! Ayy ne güzel bi KIZ tombul, tombul ! "

ŞIIIIIIRRRRAAAKKKK ...!!!

- INGAAAAAAA, INGAAAAA !! N'oluyo bee ne yaptım vuruyosun popoma ? Koskoca kadınsın el kadar çocuktan ne istiyosun ? Daha 5 dakka oldu dünyaya geleli. Şimdiden pişman etmeyin adamı. O ne ? Hortumu kesiyooo. Banci campink yapamicam mı bir daha ?

Al bakalım koynuna, hadi Allah analı-babalı büyütsün, bahtından güldürsün inşaallah..

- Anneciğim göğsün ne kadar sıcakmış, kokun ne kadar da hoş. Ohhh çok huzurluyum… Ne güzel … ( Annem yeşil yeşil bakıyo bana… )

" Ebe anne, başını fena çarptı.. Bişi olmuş mudur ? "

Yok, yok bişi olmamış merak etme. Baksana açtı bile gözlerini, cin gibi maaşallah.

İçerdeyken verdiğim sözü ARSLAN'lar gibi tuttum. Annemin işini baştan beri hiç zorlaştırmadım... Her türlü zoru kendim halletmeye çalışarak... Acaba diyorum ki; 30 dakika bile sürmeyen ve daha başlarken adrenalin yüklenen yaşamım; hem çatlaklığımın, hem de hayata direncimin bir ifadesi olmasın ..?

*Teşt : Çamaşır yıkanılan büyük bakır leğen.

Seren Bağcı

Yukarı

 Kahvecigillerden : Zeycan Irmak


YOL ÇİZGİLERİ…

Ve yine yol... bütün gerekli araç-gereçlerimle beraber... Günlerdir bu yolun hayaliyle yaşarak geçirdiğim zamanın ardından, bir hayali daha gerçekleştirebilmiş olmanın zafer erinci ve iç huzuruyla... yine yol...

Ruhumun derinliklerinde uyuyan seyyah'ın bir silkinmeyle uyanışı ve etrafındaki bütün o küçük kırmızı boynuzlu, ateş gözlü şeytancıkları peleriniyle kahramanca kovalıyışı görülmeye değer...

Bu şehrin buğusundan, pusundan, üzerime burada doğup büyümüş olmanın kasvetiyle yapışan hüznünden; şehirden uzaklaştığım her kilometre taşında sıyrılıyorum. Arınıyorum. Yenileniyorum. Bir nebze kendime geliyorum.

Her yol, yeni bir kendine gelişin güncesidir...

"Bir portre.... şehirlerarası otobüsün kendine has kesifliğinde, bir kadın... yazıyor, okuyor, izliyor ve geçiyor zamanın esrikliğinden. Gidiyor... Başkaldırır gibi, yaşantısındaki ağır yüklere meydan okurcasına... Arada, camın ötesinden hızla akıp giden anlık görüntülere takılıyor. Hüzünlü mü, mutlu mu, ne hissediyor? Okunmuyor yüzünden.

Yalnızlığının temsilcisi sözcükler... bölük pörçük us'una takılan, şairlerini anımsamakta zorlandığı dizeler... geçmiş zaman kipleri... mecburmuş gibi... emir gibi, sırasını şaşırmış geçip gidiyor gözlerinin önünden. İşte o geçmiş dediğimiz uzayan ve kısalmak bilmeyen yumağın; hafif hafif, incitmekten ürkerek, yüzüne resmetmeye başladığı ince çizgiler... on yıl öncesine gidiyor, beş yıl, üç yıl, on beş yıl... An, an takılıyor ve dönüyor tekrar oturduğu otobüs koltuğunun sert ve rahatsız günceliğine... on yıl önce?... Korkardı, her şeyden. En çok da, bir gün otuzlu yaşlarda seyir etmekten hayatı... Hayat çok güzeldi ve geçmemeliydi, insan hep yirmi yaşında kalmalıydı...

Şimdi bakıyor... bakıyor ki, dedikleri kadar var... Her yaşın kendine has melodisi, rengi, gizemi, tutunduğu bir parça pamuk şekeri tadında... hayat var... Her yaşta ve her yerde. Şimdi korkmuyor, gözüpek ve cesur. tıpkı bir bağımlı gibi hasretliğine dayanamayıp çıktığı yolları var kadının... Nereye ulaşacağını kendisinin bile bilmediği keşfedilecek ücra köşeleri..."


Her yol bir amaca hizmet eder mi? Bilmiyorum. Beni bu yola neyin sürüklediğini de. Birazdan feribota geçecek otobüs. Ve ben, sigaramdan mütebessüm nefesler çekerek içimdeki bulutları dağıtan denize, martılara gülümseyeceğim...

Bir kaç yıl önce, bu kez belli bir amaç için çıktığımız yolda oldukça kalabalıktık. Güle oynaya otobüslerden inip feribotun içine dağıldık. Büyük cam bardaklarda çay içtik. Ben tost yemiştim. Geceydi. Ve denize yakamoz vuruyordu. Dışarıda tahta banklardan birine oturduk. Yanımdaydı, gözlerime bakıyordu. "Hadi bana türkü söyle" dedim. Başka kimseyle söylemekten ve dinlemekten böylesine keyif almayacağımı bildiğim türkülerimizi söyledi/söyledik. Geceydi. Yağmur çiselemeye başlamıştı. Yakamoz bulutların efkârına yenik düşmüştü. Ve kalbim, bir kez daha gerçeğini ezip geçememişti işte. Kalabalıktık, lâkin sanki yalnızca ikimizdik ve biliyorduk. Her zaman hayallerin gerçeğe dönüştürülemeyeceğini, öyle olsa bile o hayalin gerçeğin acımasız balyozları tarafından hunharca lime lime ezileceğini... biliyorduk işte.

Hay Allah! Nereden, nereye?... İnsan; biriktirdikleriyle yaşamaya alışıyor galiba. Sonra da onları atmaya bir türlü kıyamıyor. Bir yerlere istiflenmiş anılar kumanyası... Çağrışımlarla böyle apansız çıkıp geliveriyor yaşadığın an'a... Oysa sen, unuttun sanıyorsun. Yok sayıyorsun. Ama her yaşantılanan; bir gün mutlaka seninle yüzleşmek, tekrar aynı hissedişlerde, acılarda mı olduğunu kontrol etmek istercesine dikiliveriyor karşına. Bir bakıyorsun; o tazelikten, o zaman diliminin büyüsünden ve/ya acısından geriye sadece tortu kalmış. Bir de... Murathan Mungan'ın söylediği gibi "sözcükler...."

göze alırsanız eğer
kırılır
dağılır aynadan
sandığınız resimler
sözcükler kalır geriye
cam kırıklarına saklanmış
az ışıklı odalarda sözcükler
Ayna: anlam ve görüntü için sırlanmış kiler
bulur çıkarırsınız bir yerlerden
daha bulurken kararırsınız
çok önce öğrenmiştiniz : Bedel
ödenir ve kalır geriye
gerekenler


Şu an kim olduğunu anımsayamadığım başka bir şairin de dediği gibi "beni güzel hatırla..." Yaşanan ne olursa olsun, bazı anları, kişileri ve olayları güzel hatırlamayı bilmeli insan. Derin bir soluk alışın ardından o günlere dönemeyeceğini kanıksamanın tatlı-sert doygunluğuyla...

* * *

Dünya üzerinde kaç kişi; yüzlerce, milyonlarcasından kaçı, hayatın tadını çıkartmayı biliyor? Merak ediyorum. Hayat! Acımtrak bir yortu... Süreğenliğinde kaçırdığımız ne çok ayrıntı gizli. Ama ben biliyorum. Yani "hayatın tadını çıkartmayı" bilen o şanslı azınlıktan biriyim. Küstüğüm, anlamsızlaştığım, nihilist tutumlara, bunalımlara girdiğim dönemlerde; acıyı bile tel ibrişimli bir süzgeçten geçirip, tadına dokunmayı bildim. Öğrenme, keşfetme, yaşama aşkı belki bu süzgeci kullanmayı bilmekten geçiyor. Kullanmayı bilmekse, inanın hiç kolay değil. Çok zorlu süreçleri ve dönemeçleri, virajları almak gerekiyor. Yeri geldiğinde, uçurum kenarında bedeniniz boşlukta sallanırken, tırnak ucunuzla tutunabilmeyi gerektiriyor. Ve bazen kırmızı ışıkta durup beklemek yerine, cezaları ve tehlikeleri göze alarak yetişmek gerekiyor hayata...

gülebildiğin kadar mutlusun
üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
sakın bitti sanma her şeyi,
sevdiğin kadar sevileceksin.
... ...
işte budur yaşamak


diyor ya Can Yücel... bunu bilmek ve hazmetmek şart oluyor o zaman...

Bir filme konsantre olmak, bir kitabın sayfaları arasında kaybolmak, kapılıp gitmek... Gitmek... bir yerden, bir yere ulaşmak... iki nokta arasındaki mesafeyi bulmaya çalışmak...

"Yazarken değdirir gibiyim yüzümü senin yüzüne..." (F.Hüsnü Dağlarca)...

"Üşüyorum... kapama gözlerini..." (Ahmed Arif)


Satırlar arası mola yerlerinde unutmak tüm geçmişi ve gelecek düşlerini... Bir bardak kararmış çay, kekre... İçim ısınıyor, ısınıyor da... yüreğim çok üşüyor epeydir. Yüreğime kimsecikler sokulamıyor...

Yazarken dokunuyorum yaşamın el değmemiş yüzüne... bir tek yazarken soluklanıyorum seni... Peki sen kimsin? Onu bilmiyorum işte...

* * *

Yol çizgileri... kesik kesik... bazen upuzun tek şerit... Hayat gibi... bir kesik, sonra bir uzun çizgi... sonra tekrar kesik...

Hayatı bir yerinde bırakıp sonra yeniden başlamayı bilenlerdenim ben. Belki de sırf bu yüzden upuzun ve dümdüz bir çizgim olmadı hiç. Belki de yollara olan düşkünlüğüm ve vazgeçilmez zaafım buradan gelir...

Gündüz yolculuk yapmayalı ne kadar uzun zaman olmuş. Hep gidilmesi gereken adresler, gidilen adreslerde neticelenmesi zorunlu meseleler; aşka ve sevgiliye bir an evvel ulaşmak çabası ve tabii ki sancılı uykularla kazanılmaya çalışılan zaman parçacıkları...

Hep tek başına... gündüz yahut gece... Yolculuk ve yol çizgileri... Hayat gibi...

* * *

Yalnızım ve keyifliyim. Siz yalnızlığınızdan acitasyon yaratmak yerine keyif almayı bilir misiniz? Ben onu da bilirim. Elbette her zaman değil. Böyle bazen, ara sıra... Kendimi keyifli saydığımda, hayata yeniden ve yeniden başladığımda. "Her şeyi ne çok da biliyorsun?" demeyin. Benim de bilmediğim öyle çok şey var ki... yaşamadığım ilk'lerim... hepimiz gibi... Ama işte, hayata yeniden başlamak; aşka, sevgiye ve bir sürü, bir sürü şeye yeniden başlamak demek bende. Daha önceki yaşananları göz ardı etmeden, biriktirdiklerin ve deneyimlerinle beraber; yeni baştan yürümek, her keresinde daha emin adımlarla. Kolay sanmayın. Bu öyle meşakkatli ve yorucu ki... tahmin edemezsiniz.

"Eğer yeniden başlayabilseydim / İlk baharda pabuçlarımı fırlatır atardım..." (J.Luis Borges)

Hayır! ben Arjantin'li şairin dediği gibi seksenbeşime geldiğimde anlayıp hayıflanmak istemiyorum! Onun için şimdi yapıyorum ya! Aklıma estiğinde kaçıp uzaklaşmak, yalınayak yürümek, sağanak yağmurda; yoldan geçenlerin ve pencerelerin ardında kendini kuru tutan ve seni faltaşı gibi açılmış gözlerle izleyen ofis arkadaşlarına aldırmadan yağmurla dans etmek, sırılsıklam... inanın hiç zor değil... Hayatı bir çok kez silip tekrar tekrar, başka noktalardan başlayabilirim belki ama bir daha "ben" ben olarak gelmeyeceğim bu dünyaya...

* * *

Gün devşiriyor... Puslu bıraktığım bir kentten, güneşle yıkanıp devam ettim başka bir kente... Bulutların arasından hınzırca gülümsüyor şimdi kızıl-sarı huzmelerle güneş... Söz verdiğim üzere; hiç tanımadığım birinin, hikâyelerinden tanıdığım bu başka şehre, selam yolluyorum gözlerimle...

Gün... geceye hazırlanıyor... kahvenin son yudumu, ağızda dağılan o buruk telve, günün akşama karışması da böyle bir şey bende...

Kapadığım kahve fallarında yollar ve uçaklara benzettiğim figürler görünce sevinirim. İçimden bir kumru kanat çırparak havalanır, çocukça bir telaş başlar, hazırlık gelir ardından... E, canım şimdi falı yalancı mı çıkaralım di mi?... Sezen Aksu'nun "Yola çıkmalı / hemen.." şarkısı dolanır dilime...

Şimdi bulutlarda tıpkı fincandaki şekiller gibi dağılıyor önümde... şekilden şekile... biçimden biçime giriyor... sanki adı bir türlü konmamış okyanus bitkileri....

Gün batıyor... Ne zaman gün batımını izlesem, içimi hüzün kaplıyor...

Kelimelerim bitiyor....

Zeycan Irmak
Ocak.2004 İstanbul / İzmir

Yukarı

Cüneyt Göksu

 Gezgin Kahveci : Cüneyt Göksu


   Küba'dan İzlenimler - 4

"Hasta La Victoria Siempre"

Devrim Öncesi
1929
Wall Street'in çökmesiyle Küba en büyük ekonomik kriziyle başbaşa kaldı. Beraberinde, askerler hariç birçok kesimin maaşları düşürüldü, gösteri ve protestolara yasaklar getirildi.
1930 Havana'da, 'Küba Bağımsızlığı' konusunda yapılan bir toplantıyı askerler bastı; 8 öğrenci öldürüldü, diğerleri "Moskova'nın sözcüleri" oldukları gerekçesiyle tutuklandı. Anayasal haklar askıya alındı.

1934 Ülke'de artan baskılar, genel grevler ve öğrenci olayları sonucunda "Astsubay Başkaldırısı" olarak bilinen ve 1959 Devrimine kadar sürecek olan Batista darbesi gerçekleşti. Batista, 25 yıl boyunca ülkeyi, hiç bir ekonomik ve sosyal iyileşme gerçekleştirmeden, tamamen ABD'nin çıkarları doğrultusunda yönetti. Özel muhafız gücü, organize suç örgütleri ve mafya ilişkileriyle Havana, o zamanlar, "The Latin Las Vegas" olarak anılıyordu.

1943 1925'de kurulan Küba Komünist Partisi yasal hale geldi.
1945 Fidel Castro Havana Üniversitesi'ne başladı, aynı yıl Küba, Birleşmiş Milletler'e dahil oldu. 26 Temmuz 1953 Kimi öğrenci, işçi, öğretmen, kimiyse sanatçı, bazıları zengin, bazıları fakir, orta sınıftan 100 kişiydiler. 26 yaşında, hukuk fakültesi mezunu ve zengin bir çiftçinin oğlu olan genç Fidel Castro Ruz'un peşinden gittiler. 1 yıl boyunca, derslerine devam edip, işlerini yürütürken, Havana'nın zengin semtlerinden Vedado'da, gerilla eğitimlerini yaptılar. Kitaplarını satıp, arabalarını, işlerini ipotekleyip, fazla çalışarak, hiç bir dış yardım almadan, "güçlü abi"lerinden destek istemeden, 15.000 Amerikan Dolarını toplayıp, silah ve üniforma sağladılar. 26 Temmuz'da, Santiago Karnavalı'ndan sonra, adanın 2. büyük askeri üssüne saldırdılar; başaramadılar. Hayatta kalanlarsa, 5-15 yıl arasında hapis cezası aldılar. Bu girişimden geriye, Fidel'in, 76 gün kaldığı hapishanede hazırladığı ve yargılandığı mahkemede sunduğu, Amerikan ve Fransız devrimlerinden örnekleri, José Martí, Rousseau ve Balzac'tan alıntıları, insan hakları ve Amerika Bağımsızlık bildirgesinden derlenenleri içeren tarihi savunma belgesi kaldı. Savunma şu sözlerle sonlanıyordu, "Beni mahkum edebilirsiniz, ancak, tarih beni beraat ettirecektir". 15 yıla mahkum oldu.
1955 Adada yapılan kampanyalar sonuç verdi; Fidel ve arkadaşları hapisten çıkartılarak, Meksika'ya sürgüne gönderildiler.
25 Kasım 1956 Fidel Castro'nun liderliğinde, aralarında Arjantinli Che Guevara'nın da bulunduğu 81 kişi "Granma" yatıyla, adanın güneydoğusunda bir yer olan Santiago'dan karaya çıktılar. Batista'nın askerleri tarafından pusuya düşürülen bu gruptan, sadece Castro kardeşler Fidel ve Raul, Che, Camilo Cienfuegos ve bir kaç kişi Sierra Maestra dağlarına kaçabildi. 26 Temmuz hareketinin destekçileri, yeniden bir araya gelerek, bu gerilla hareketini destekleme kararı aldılar.
1957 Aralarında 14 yaşında William Soler'inde bulunduğu 4 gencin işkence görmüş cesetleri, Santiago'da, boş bir binada bulundu; onlar, "Devrim"e destek verdikleri için, bir süre önce tutuklanmıştı. 2 gün sonra, siyahlar içinde 500 kadın, Santiago Meydanı'nda "Çocuklarımızın öldürülmesini durdurun" diyerek, yürüdüler. Gerillalar ilk saldırılarını, 17 Ocak'ta yaptılar. 12 Temmuz'da yayınlanan Sierra Maestra manifestosuyla bütün Küba halkı, "zorbalık, insan hakları ihlâlleri ve polis devletine" karşı, devrimi desteklemeye çağrıldı. Haftalık bir dergi, Batista hükümetinde yer alan 20 bürokratın, İsviçre bankalarında bulunan bir milyon Amerikan Doları'nın üzerindeki hesap numaralarını açıkladı.
1950'lerin sonunda Amerikan sermayesi:
Madenlerin %90'ını,
Kamu üretiminin %80'ini,
Demiryolların %50'sini,
Şeker üretiminin %40'ını,
Banka hesaplarının %25'ini kontrol ediyordu.

1958 Batista, ABD'den bir milyon dolar askeri yardım aldı. Mart ayında avukatlar, mimarlar, mühendisler, doktorlar, işçi birlikleri, öğretim üyeleri ortak bir bildiri yayınlayarak, 26 Temmuz hareketini desteklediklerini açıkladılar. Aralık ayına gelindiğinde, gerillalar Sierra Maestra dağlarından inip Santa Clara'ya kadar gelerek, Küba'nın yarısını kontrol eder duruma gelmişlerdi.


1959 1 Ocak'ta, Che Guevara ve Camilo Cienfuegos öncülüğündeki Devrim güçleri Havana'nın kontrolünü ele geçirdiler. Batista, ailesi ve yakınları adadan kaçtılar. Batista'nın kaldırdığı 1940 Anayasası yeniden yürürlüğe girdi. ABD kurulan hükümeti, resmi olarak tanıdığını açıkladı. Che, Kahire'de, Sovyetler Birliği'yle ilk resmi teması gerçekleştirdi. Fidel, Amerikan Ulusal Gazeteciler Birliği'nin davetlisi olarak, ABD'yi ziyaret etti. 25 Ekim'de, "3 Komutan"dan biri olan Camilo Cienfuegos uçak kazasında öldü.



Devrim Sonrası ve günümüz…
1960 ABD Başkanı Eisenhower, Küba'ya yapılan petrol dağıtımını durdurdu ve Küba karşıtı paramiliter güçleri destekledi.
19 Nisan Sovyetler Birliği'nden gönderilen ham petrol adaya ulaştı.
7 Haziran Shell, Esso ve Texaco, Sovyet petrolünü rafine etmeyi reddetti.
29 Haziran
Shell, Esso ve Texaco rafinerileri devletleştirildi.
3 Temmuz ABD, Küba'dan şeker alımına son verdi.
5 Temmuz Küba'daki bütün ABD kurumları ve bankaları devletleştirildi.
8 Temmuz Sovyetler Birliği, Çin ve Küba şeker alımı konusunda 5 yıllık bir anlaşma imzaladı.
19 Ekim ABD resmi ilişkilerini kesti ve ambargo başladı.
1961 Ekvator Devlet Başkanı, ABD'nin, ülkesinin borçlarının silinmesi karşılığında, Küba'yla diplomatik ilişkilerin kesilmesini istediğini, açıkladı. CIA ajanı Carlos Antonio Rodriquez Havana'da yakalandı.

Domuzlar Körfezi Çıkartması Fidel'in 1959'daki ilk ABD ziyareti sırasında, Richard M. Nixon bu planın sunumunu yaptı. Fidel için, "komünist değilse bile öyle davranıyor" değerlendirmesinde bulunmuştu. Dwight D. Eisenhower İşgal Planını planladı, 4 Milyon dolarlık bir bütçe öngördü; fakat 3 günlük savaşın maliyeti 46 Milyon dolardı.

John F. Kennedy 1961'de şeçildiğinde, bu planı onaylamak zorunda kaldı; çünkü, seçim kampanyası sırasında, özellikle Kübalı sürgünlere, "Komünizm'e her fırsatta karşı çıkacağım" sözünü vermişti, artık geri dönüş olamazdı. Plan, CIA tarafından sahneye kondu. 14 Nisan'da, ABD yanlısı diktatör Luis Somoza yönetimindeki Nikaragua'dan kalkan 6 gemi, Küba'ya doğru yola çıktı. 15 Nisan 1961'de, Küba şehirleri, kimliksiz uçaklar tarafından bombalandı. Birleşmiş Milletler'e sunulan raporla, bu uçakların logoları çıkartılmış Amerikan uçakları olduğu, fotoğraflarla kanıtlandı. Giron ve Larga plajlarından başlayan ilk çıkartmada, Küba'lı pilot Enrique Carreras, Amiral gemisi ve bir destek gemisini batırdı. Aynı saatlerde Sovyet büyükelçisi Zorin, "Küba yalnız değildir" açıklamasını yapıyordu. Khrushchev ise, Kennedy'ye yazdığı mektupta, "Küba'ya saldıranların, ABD topraklarında eğitildiği, ABD silahlarıyla donatıldığı, Küba şehirlerini bombalayan uçakların ABD uçakları olduğu çok açıktır. Sovyetler Birliği olarak bu savaşta Küba halkının ve hükümetinin yanında olacağız' diyordu.



Bu açıklamalardan sonra, çıkartma yapan ilk birliklere verilen destek kesildi. Sadece 72 saat süren işgalin sonunda, 1197 işgalci tutuklandı; bunlardan 200'ü, Batista'nın ordusundan kalan askerlerdi. İlk ateş bir CIA ajanı tarafından açıldı. İlk ölen Kübalı gönüllü bir öğretmendi. 4 Amerikan pilotu ve 100'den fazla işgalci öldürüldü. Bir ABD Senatörü, Birleşmiş Milletler'de, herkesin gözü önünde, yalan söyledi. Bir ABD Başkanı bütün dünyanın gözü önünde, utanılacak duruma düştü. Sonuç olarak, bağımsızlığı için 460 yıldır mücadele veren bu küçük ülke, ABD emperyalizmine karşı ilk zaferini kazandı.







1 Mayıs 1961 Domuzlar Körfezi'nden sadece 2 hafta sonra, Havana Devrim Meydanı'nda yapılan 1 Mayıs gösterilerinde, Fidel Sosyalist Küba'yı dünyaya duyurdu.





1962 ABD ambargosu, diğer ülkelerden ithal edilen ve Küba malzemesi kullanılarak üretilen ürünler dahil olacak şekilde genişletildi. Yiyecek kıtlığı ve beraberinde karne kullanımı başladı. 29 Mayıs'ta Havana'ya gizlice gelen Sovyet Delegasyonu, Küba'ya yerleştirilecek nükleer füzeler hakkında görüşmeler yaptı. 8 ve 15 Eylül'de MRBM füzeleri sevk edildi. 27 Eylül'de, Havana'da, 5 CIA ajanı suikast yapmak üzereyken yakalandı. 14 Ekim'de, ABD U2 casus uçakları Küba'ya yerleştirilen Sovyet nükleer füzelerini görüntüledi ve Füze Krizi başladı. Başkan Kennedy hemen bütün füzelerin sökülmesini istedi, Kruschev. Türkiye'de bulunan aynı özellikteki Jupiter füzelerinin sökülmesi koşuluyla anlaşma sağladı. Nükleer savaş, her iki liderin soğukkanlı davranışıyla önlendi. 24 Kasım'da, Domuzlar Körfezi sırasında yakalanan esirler, 53 Milyon dolar değerindeki ilaç ve bebek maması karşılığında geri gönderildi.
1963 17 Kasım'da, Fransız bir gazeteciyle yaptığı röportajda Başkan Kennedy, "Fidel'le anlaşmaya hazır olduğunu ve ambargoyu kaldırmak istediğini" söyledi. Soyyetler Birliği'nin, Küba üzerinden Latin Amerika'da oynadığı rolden dolayı üzgün olduğunu da ekledi. Başkan Kennedy bir suikast sonucu, 22 Kasım'da öldürüldü.
1964 Küba karşıtları, Che'nin Birleşmiş Milletler'de yaptığı bir konuşma sırasında, binaya bombalı saldırı düzenlediler.
1965 Che, diğer Latin Amerika ülkelerinde devrimi yaymak için, Küba'yı terketti.
1966 Sovyetler Birliği'yle, 91 Milyon dolarlık yeni bir kredi anlaşması imzalandı. ABD 1959'dan sonra ülkeye gelenlere "oturma izni" vereceğini açıkladı. ABD Hava Kuvvetleri pilotu Everett Jackson, Las Villas'daki devrim karşıtlarına silah sevkiyatı yaparken yakalandı.
1967 9 Ekim'de Che Guevara, Bolivya'da yakalandı ve bir gün sonra öldürüldü.
1970 Başlatılan ulusal kampanyayla Küba tarihinin en büyük şeker hasatı gerçekleştirildi. Bu tarihte, Küba ticaretinin %85'ini Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku ülkeleri oluşturuyordu.
1972 New York'da, Küba'yla kültürel ve akademik değişim sağlanması için bir merkez kuruldu. Fidel, 63 gün süren Afrika, Avrupa ve Sovyetler Birliği gezisine çıktı. Küba ve ABD arasında, uçak kaçırma olaylarında beraber hareket edilmesi konusunda bir anlaşma imzalandı.




1974 Sovyet lideri Brezhnev, 1 haftalık ziyaret için Küba'ya geldi. Diplomatik ilişkilerin kesilmesinden beri ilk defa, 2 ABD senatörü Küba'yı ziyaret etti.




1975 ABD, diğer ülkelerin ürettiği ürünlerin Küba'ya satılması konusundaki ambargoyu kaldırdı. Küba, Angola'nın Güney Afrika işgaline karşılık verdiği bağımsızlık savaşına asker gönderdi. ABD senatosu, 1960 - 1965 arasında, Castro'nun öldürülmesi için 8 CIA girişimi olduğunu açıkladı.
1977 Carter, ABD vatandaşlarının Küba'ya seyahat engelini ortadan kaldırdı.
1978 Fidel, Guantanamo körfezindeki ABD askeri üssünün kapatılmasını istedi. Bu çağrıdan hemen sonra, Birleşmiş Milletler'deki Küba ve Sovyet Misyonu, Küba karşıtları tarafından bombalandı.
1979 ABD vatandaşı olmuş Küba'lıların, Küba'daki ailelerini ziyaret etmesi için anlaşma yapıldı. 1 yıl içinde 100.000 ziyaret gerçekleşti.
1980 Çiftçilere, devlete verdikleri mahsulün fazlasını, serbest fiyatla satma hakkı verildi. 1 Nisan'da, Peru Büyükelçiliği'ne bir minibüsle giren 12 kişi sığınma hakkı istedi; görevli bir askeri öldüren sığınmacılara karşılık, Fidel canlı yayında yaptığı konuşmada, ülkeden gitmek isteyenlerin Peru Büyükelçiliği'ne sığınabileceğini söyledi, 7000 kişi başvurdu! 21 Nisan'da yapılan yeni bir duyuruyla, ülkeyi terketmek isteyen herkesin, Mariel Liman'ından çıkabileceği duyuruldu; 125.000 kişi, mülteci olarak ABD'ye geçti.
1982 ABD Başkanı Reagan yeniden Küba'ya seyahat yasağını yeniden başlattı.
1984 ABD'yle yapılan bir anlaşmayla, 1980'de Maiel'den ülkeyi terk eden 125.000 Küba'lıdan 2.746'sının ülkeye dönmesine izin verildi.
1987 Küba'da, bebek ölümleri binde 13 olarak açıklandı. Bu, Güney Amerika'daki en düşük orandı; hatta, ABD'den bile düşüktü!
1989 Berlin duvarı yıkıldı.
1990 Castro karşıtı yayın yapan TV Marti, Miami'den yayına başladı. Küba'lı kadınlar toplam iş gücünün %38'ine ulaştı. Ülke çapında, çalışan kadınlar için, 1100 adet, çocuk bakım merkezi kuruldu.
1991 Sovyet askerleri Küba'dan ayrıldı. Komünist Parti'de kadın oranı %21,5'a yükseldi. Küba ve Kanada arasında elektronik posta bağlantısı kuruldu. Sovyetler Birliği dağıldı ve yıllık 6 Milyar Dolar tutarındaki subvansiyon sona erdi.
1994 Meksika Telefon Şirketi'yle, Telekom altyapısının iyileştirilmesi konusunda anlaşma yapıldı.
1995 InterNIC, Küba'ya, Class B internet adresi sağladı. Birleşmiş Milletler'de, ambargonun kaldırılması için yapılan oylamada, 117 olumlu oya karşı 3 olumsuz oy çıktı. Ambargo yanlısı ülkeler, ABD, İsrail ve Özbekistan'dı.
1996 www.cubaweb.cu adresli ilk resmi Küba Web sitesi açıldı. Brothers To The Rescue isimli Castro karşıtı bir grup ABD'den havalandı; Havana üzerinde 2 defa uçarak, halkı ayaklanmaya davet eden bildiriler attılar. Küba hükümeti, bu uçuşların engellenmesi konusunda ABD'yi uyardı. Bildiri dağıtan uçaklar, 24 Şubat'da uluslararası sularda düşürüldü. Başkan Clinton, Küba'da yatırım yapanların ABD'ye girişini engelleyen kanunu onayladı. Birleşmiş Milletler'de 5. defa yapılan ambargonun kaldırılmasına yönelik oylamada 137 olumlu, 3 olumsuz oy çıktı. Papa, Fidel'in Vatikan ziyaretinde, Küba davetini kabul etti.
1997 Havana'nın en modern ve turistik oteli olan Melia Cohiba'da, Vedado bölgesindeki bir restoran ve bazı gece klüplerinde, bir dizi terörist patlama oldu. 5 ay sonra El Salvador'lu Raul Ernesto Cruz Leon yakalandı. 1998 Papa John Paul II Küba'yı ziyaret etti. Pentagon hazırladığı raporda, Küba'nın "ABD'nin Ulusal Güvenliği" için bir tehlike oluşturmadığını ve adayla ilişkilerin yeniden kurulabileceğini söyledi. New York Times'da çıkan bir makalede, Eylül 1997'de yakalanan Raul Ernesto Cruz Leon'un, ABD tarafından finanse edilen, CANF (Cuban-American National Foundation) adına çalışan biri olduğu, adada da halen gizli çalışan başka bazı kişilerin varlığından söz edildi.
1999 Devrimin 40. yılı kutlandı. Clinton yönetimine sunulan bir raporda, Küba ambargosunun hafifletilmesi gerektiği, Irak'ın bile petrol karşılığı Amerikan malı ilaç ve yiyecek alabildiğinden bahsedildi. Birleşmiş Milletler'de, Ambargo'nun kalkması için yapılan sekizinci oylamada 155 olumlu, 2 olumsuz oy çıktı; ABD ve İsrail!
2000 Dallas Morning News ve Chicago Tribune gazeteleri Havana'da büro açtılar. Rus Lider Vladimir Putin adayı ziyaret etti.
2001
Küba Devlet Başkanı Fidel Castro, Norveç tarafından 2001 Nobel Barış ödülüne aday gösterildi. Diğer adaylar, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan, eski ABD Başkanı Jimmy Carter, Richard Holbrookee ve Japon tarihçi Saburo Ienaga'ydı. 8 Amerikalı öğrenci burslu olarak Havana Üniversitesi'nde, tıpkı 4000 Latin Amerikalı burslu öğrenci gibi, tıp okumaya başladı. Eski ABD Genel Sağlık Servisi Başkanı, 2 günlük ziyaretinden sonra hazırladığı raporda, "Küba'nın önleyici sağlık sisteminin ABD'den daha iyi olduğunu, ancak, hasta bakımının ABD'de daha iyi olduğunu" belirtti. Birleşmiş Milletler'de, Ambargo'nun kaldırılması için 10. defa yapılan oylamada, 167 olumlu, 2 olumsuz oy çıktı; ABD ve İsrail! Ambargo tarihinde ilk defa, Küba Hükümeti tarafından ABD'den alınan mallar, 16 Aralık'ta Havana limanına ulaştı.

2002 2000 ABD vatandaşı, 6 Kongre üyesi, Illinois Valisi ve eski Başkan Jimmy Carter Küba'yı ziyaret ettiler. Carter, Genetik Mühendisliği ve Bioteknoloji Merkezi'nde yaptığı konuşmada, Küba'yı biyolojik silah üretmekle suçlayanları yalanladı; yapılan konuşma, Küba ulusal televizyondan canlı yayınlandı. Latin Grammy Ödülüne aday Küba'lı müzisyenler ABD vize vermediği için, ödül törenine katılamadı.

Havana'da yapılan yiyecek fuarında, Minnesota Valisi şöyle diyordu "Ambargo artık kalkmalıdır, onlarla ticaret yapamazsak, nasıl Kapitalizm'e geçirebiliriz!"

2003 İç hat seferi yapan bir uçak, Miami'ye kaçırıldı. Uçaklar Küba'ya geri verilmedi; satılarak, parası Küba hükümetine karşı açılan davalarda kullanıldı. Havana'da bir gemiyi ABD'ye kaçırmaya çalışanlar yakalandı ve kurşuna dizilerek idam edildi.

Arkası yarın...

Cüneyt Göksu
cuneytgoksu@kahveciyiz.biz
Fotoğraflar: Serpil Yıldız

Yukarı

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,578,578,578,578,578,578,578,578,57
              445 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 Dost Meclisi


Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir.
Kahve Molası bugün 4.101 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 Tadımlık Şiirler


ZAMAN

Bazen zamanı kendi akışına bırakmak gerekir
Nasıl ki baharda çiçekler açıyorsa
Nasıl ki güneş batınca yıldızlar parlıyorsa gökyüzünde
Tıpkı onun gibi...
Belki yelkovan akrebin üzerinde durur
Belki de her seferinde onu görmezden gelip yoluna devam eder.
Bilinmez. !
Umutla beslenen bu topraklarda
Belki yeni bir gül biter ,yüreğime renk katar
Belki de içimdeki tüm umut kırıntılarını talan eder
Ben zamanı kendi haline bıraktım
Ve tüm umudum o SANİYELER !

Cem Doyuran

Yukarı

 Biraz Gülümseyin




Yıkarken değil sıkarken öldü misali!...

Yukarı

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://rumeliturk.tripod.com/kultur/tulum.htm
Tulum üflemeli bir Türk Halk çalgısıdır. Deri kısmı, Nav ve Ağızlık olmak üzere üç kısımdan oluşmaktadır. Deri kısmına hava depolanır ve koltuk altından bastırılarak Nav kısmına hava gitmesi sağlanır... Biraz ses biraz nefes...

http://www.paperfolding.com/
Çocukluğumda babam öğretmişti kağıttan kayık yapmayı. Suyun üstünde süzülerek yüzdüğünü görünce ne kadar mutlu olmuştum. Sonradan öğrendimki kağıt katlamak bir sanatmış ve origami diyorlarmış bu sanata. Meraklısı için origami.

http://www.folklorkurumu.org
Bir toplumun kültürüne ait gerek maddi, gerek manevi kültürlerini araştırıp usulüne göre saptayan ve bunlarla ilgili olarak genel konu ve kaidelere varmak isteyen bir bilimdir.( Masallar , efsaneler , türküler , maniler , destanlar , ağıtlar , deyimler...)

http://www.queendom.com/
Genellikle hafta sonları okuduğumuz magazin içerikli gazetelerde rastlarız testlere: Acaba eşim beni aldatıyormu, cool'muyum yoksa uyuz'un teki mi gibi sorulara cevaplar ararız. Konuyu sanal ortama taşıyan bu test web sayfasını tavsiye ediyorum.

akin@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Damak tadınıza uygun kahveler


FontRenamer [52k] W9x/2k/XP FREE
http://www.neuber.com/free/fontrenamer/index.html
Font klasörünüzdeki font isimlerine baktığınızda, anlaşılmaz isimlerle karşılaşırsınız. Neyin ne olduğu anlamak içinde akla karayı seçersiniz. Bu minik program font klasörünüzdeki tüm font dosya isimlerini esas font adlarıyla değiştiriyor. Merak etmeyin fontlarınıza hiçbirşey olmuyor, sadece tanımak kolaylaşıyor. Grafikle uğraşanların işine çok yarıyacaktır eminim.

Yukarı

http://kmarsiv.com/sayilar/20040129.asp
ISSN: 1303-8923
29 Ocak 2004 - ©2002/04-kmarsiv.com
istanbullife.com
Kahve Molası MS Internet Explorer 4.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri