KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?

 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Kütüphane
 Kahverengi Sayfalar
 FİNCAN/SİPARİŞ
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)


PDF Versiyonu





Kahveci Soruyor?



KAHVERENGİ SAYFALAR



KAPI KOMŞULARIMIZ

Üç Nokta Anlam Platformu


Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 440

 13 Şubat 2004 - Fincanın İçindekiler

 Editör'den : AZ KALSIN STAR OLACAAADIM!...


Merhabalar,

Yarın sevgililerarası paslaşma günü. Bir bütün yıl sevgi sözcüklerinden nasibini alamamış sevgililerin zorunlu hatırlanma, çiçeklere gömülme, velhasıl gönül alma günü. Uyanıklar için de güzel bir fırsat. Bir gün gösterecekleri ihtimamın bir bütün yılı kurtaracağını akıllarının bir kenarında tutmalılar. En azından başa kakma, nankörlükle suçlama gibi silahların rahatlıkla kullanılabilmesine olanak sağlayacaktır. Konunun taraflarca bu açılardan değerlendirilip, gerekli önlemlerin alınmasını saygı ve sevgi ile hatırlatırım. Bu soğuk ve karlı kış gününde hoş vakit geçirebileceğiniz bir sayı hazırlamaya çalıştım. Sevgililer gününü çeşitli açılardan ele alan birbirinden güzel yazılara geçmeden önce dün verdiğim sözü yerine getirmem gerekiyor galiba. Haydi hayırlısı...

Ortalık star bulma yaşatma derneklerinin faaliyetleri ile çalkalanırken yıllar önce başımdan geçenleri sizlere anlatmaya karar verdim. Bu kararı vermemde, geçen sürenin devlet arşivlerine ulaşabilme süresine denk düşmesinin ve geçen yıllar içinde edindiğim kayış suratımın rolü büyük pek tabi. Yani okuyacağınız hikayenin çeşitli yerlerinde müstehzi bir tavırla kıkır kıkır gülebilir, yuh be gibi takdir nidalarını bol keseden atabilirsiniz. Açıyoruz kutuyu bir kere...

Zaman, yirmili yaşlarımın başları, netekim paşamın henüz devlet başkanı olduğu, tek televizyon ve tek radyodan feyz alındığı zaman. Ne iş olursa yaparım abi tavrıyla karşıma çıkan her öneriye sıcacık bir tavırla balıklama atladığım devirler. Havadan azot ve kristal büfe hamburgeri ile beslendiğim ama vitamine hiç gerek duymadan günde 20 saat koşturabildiğim bir dönem. Okulun bitmesine birkaç ders kalmış, okula öğlen beslenme ve top oynama dışında uğramadığım, aldığım 1 yıllık eğitimin sonunda tiyatroda oyuncu, sahne amiri, ışıkçı, sesçi, yer gösterici olarak çalıştığım zamanlar. Yirmili yaşlarını süren her yağız Anadolu delikanlısı gibi bıyıklarım, ortadan ayrılmış saçlarım ve teatral karizmam sayesinde seyirciler arasında takdir gören bir çağdayım. Tevazuya gerek yok, bir keresinde kızın biri saçıma asılmış, kopardığı bir tutam saçı cüzdanına itinayla yerleştirmişti. Yaaa.... Ama tanınma kapasitem tiyatro seyicisi ile sınırlı. Ne kendimi gösterebileceğim bir sitcom'um var ne de tek başıma şakıyabileceğim stand up'ım. Bir kedim bile yok. Ortada star arayan da yok işin kötüsü.

Ancak su uyur magazin basını uyumaz derler ya, derler mi hakikaten? Zamanın 2 büyük haftalık magazin gazetesinden biri olan 'Haftanın Sesi' yememiş içmemiş bir 'Sinema Starı Bulma' yarışması tertip etmiş. Şimdiki aydınlarımızın popstara gösterdiği ilginin(!?) aynısını ben de o yarışmaya gösteriyorum o zamanlar. Boru mu? Ben koca bir üniversiteli tiyatrocu, onlar sinema artizi arıyorlar, ne işim olur benim onlarla? Hıhh..

Artize bak artize! Sezon bitmek üzere, 1 ay sonra İzmir'e turneye gideceğiz, bir akşam sevgili patronum Ali beni yanına çağırdı. 'Haftanın Sesi' yarışma düzenledi biliyorsun.' 'Heee biliyom' 'Hah işte sen ona katılacaksın.' 'Hayda Ali Abi nerden çıktı bu ya? Ne işim var benim onlarla?' 'İtiraz yok, benden oyunculuk gücü de olan yakışıklı önermemi istediler, tipim değilsin ama bilirsin severim seni, ben de seni seçtim, adını bildirdim bile adamlara, yarın gidip görüşeceksin.' 'Anaaa... altımıza ettik.... Abi bak hatırın için giderim ama gözüm tutmazsa dönerim bak.' 'Tamam git, beğenmezsen katılmazsın. Ha yalnız giderken birkaç resmini götür, şöyle boydan falan da olsun.' 'Ya abi yarına kadar nerde resim çektiricem ben ya? Hayret bişeysin.' Tesadüf bu ya, o sırada tiyatroda İzmir için fotoğraflar çekiliyor. 'Git herife söyle senin birkaç parça resmini çeksin, yarına da yetiştirsin.' Yalvar yakar adamı razı ettim, tarandım, giyindim çektirdim fotoları, ertesi sabah elimdeydi şipşaklar. Yollandım gittim Cağaloğlu'na. Siz bilmezsiniz o zamanlar bütün gazeteler oradaydı. Hürriyet'ten çıkar Milliyet'e girerdiniz. Bir odada 8 dergi çıktığını görür küçük dilinizi yutardınız. Bir hanın 5. katında buldum Haftanın Sesi'ni. Şimdi adını unuttuğum bayan yayın yönetmeni ve sinema yazarı Agah Özgüç beni bekliyorlar. O ana kadar 200 kadar başvuru olmuş, aralarında iyilerde varmış ama tiyatro geçmişi olan birilerini de aralarına katmak istiyorlarmış, kız erkek onar finalist tespit edip finalde yarıştıracaklarmış, ilk üç dereceye gireceklere birer film anlaşması hazırmış, jüride kimler varmış kimler.

Karşımda kaşarlı, ağzı iyi laf yapan bir bayan yönetmen ve aklı başında bir büyük sinema yazarı olunca herzamanki gibi en şapşal halime bürünüvermiş ve herşeye peki deyivermişim. Bir ay içinde ilk elemeyi resimlerden yapmışlar beni de kontenjandan finalist yazmışlar bile. Bu arada biz İzmir'e gitmiş turne oyunlarına başlamışız. Adımız artize çıkmış, herkesin diline düşmüşüz. Sonunda haber geldi. 1 hafta boyunca finaller var atla gel dediler. Jüri üyeleri ile teketek görüşme yapılacak, deneme filmleri çekilecek,vs.vs. 'Yok' dedim 'Ben gelemem, oyunum var. Tam programı verin, benim işleri bir güne sıkıştırın, 1 gün ön hazırlık için gelir dönerim sonra bir günde final için gelirim bu iş biter.' dedim. Peki dediler. 'Ama dedim uçak biletlerimi de isterim.' 'Aman iyi al.' dediler. Ne yaptıysam adamları caydıramadım vesselam.

Gün geldi, geçtik kamera karşısına, önce tek tek sonra çifter çifter kısa birer oyun oynadık. Bana göre, benden başka en az 4-5 tane harbi yakışıklı delikanlı var ama gel gör ki oyun tecrübeleri yok. Sonradan öğrendiğime göre bu bölümde birinci olmuşum. Pehhh... Partnerim kızcağız da sinema birinci güzeli olmuştu dikkatinizi çekerim. Partnerleri bizzat seçtiğimizden beğenimin ne düzeyde olduğu ortaya çıkıyor. Hehhehh... Sıra geldi teketek jüri faslına. Tabi o zaman Armağan kısa donla sokakta oynuyor. O nedenle benim karşımda Serpil Çakmaklı. Vallahi de billahi de Serpil Çakmaklı. 15-20 dakika sohbet ediyoruz, kesin seninle bir film çekeceğim diyor, ayrılıyoruz. Sonradan öğreniyorum, pek sevmiş beni. Akşam İzmir'de oyundayım yeniden. 1 hafta sonra haber geliyor. Final Etap Marmara'da uç gel diyorlar. Alışık olmadığımdan üstüme giyecek bir takım elbisem bile yok. Gidiyor birşeyler alıyorum hemen, siyah kırçıllı krem bir ceket, siyah pantolon, fırfırlı bir gömlek ve papyon kravat. Giyindiğimde Doğa Bey'den farkım yok hani. Ne olur ne olmaz diyor yanıma mayomu da alıp biniyorum uçağa. Olur ya, belki mayolu bir geçişte isterler.

Ve final. 9 yağız delikanlı ve ben ile 10 tane Türkan Şoray. Vallahi hatırladığım kadarıyla hepsi birer Şoray'dı. Etap Marmara'nın balo salonu bizim için düzenlenmiş ama seyirci yok. Bir kamera kayıt yapıyor ama neden bilmiyorum. TV yok ki yayınlansın. Dizilmişiz jürinin karşısına adımız okunsun ileri çıkalım diye bekliyoruz. Jüride kimler var kimler. Serpil Çakmaklı, Kadir İnanır, Agah Özgüç, Attila Dorsay ve şimdi adını hatırlayamadığım 3-5 kişi daha. Yani boru değil, sıkı bir jüri. Çağırıyorlar, salına salına gidiyor, sağdan sola, soldan sağa dönüyor, kıkırdıyoruz. Onlar soruyor biz cevap veriyoruz, derken çile bitiyor, kuliste beklemeye başlıyoruz. Jüri değerlendirmesini bitirip bizi tekrar karşısına diziyor. Beşinciden başlayarak sonuçları bir kız bir erkek olarak açıklamaya başlıyorlar. Sıra 'Üçüncü Erkek Sinema Güzeli'ne gelince dünya susuyor, Serpil şakıyor. 'Üçüncü Cem Özbaturrrrr' Heyo heyo 'Üçüncü Erkek Sinema Güzeli' olmuşum yahu. Ünvan konusunda bazı şüphelerim var ama buna benzer birşeydi eminim. Birinci erkek Kenan Mirzalıoğlu'na 5 çekecek kadar yakışıklı Mehmet isimli bir manken arkadaştı. Birinci kız da Türkan Şoray'ların en uzun ve alımlısı. Denildiğine göre ikinciliği boy farkıyla kaybetmişim, 10 santim daha uzun olaymışım ikincilik benimmiş.

Sonra. Sonra hiçbirşey olmadı. Birinciler bile film çeviremediler. Bana 2 tane fotoroman teklifi geldi, ki o zamanlar cep fotoromanlar revaçtaydı, elimin tersiyle itiverdim. Geleneksel olması planlanan sinema güzeli yarışması ilk ve son oldu. Haftanın Sesi birkaç yıl içinde kapandı gitti. Kahramanımız büyüdü Kahve Molası'na editör oldu. O günlerden elimde kalan tekbir kare fotoğrafın olmaması ise tam bir garabet. Boy boy resimlerimizin çıktığı Haftanın Sesi gazetelerini bile saklamamışız. Bu konuyla ilgili elimdeki tek delil, annemim İzmir'de sakladığı plaket olarak elime tutuşturulan içi yazılı kocaman bakır bir tabak. Bir gidişimde bakacağım içine. Şu ünvanı doğru dürüst öğrenmem gerek, yoksa adımız sinema güzeli üçüncüsü olarak tarihe bakır harflerle yazılacak.

Yaa işte böyle. Bizi böyle görüp karamürsel sepeti sandıysanız size aşkolsun. Biz de zamanında star olmak için fırsat değerlendirmeye çalışmıştık. Zamanı pek uygun değilmiş olmadı amma hor görmeyin AZ KALSIN STAR OLACAAADIM!... Fazla gevezelik ettim affola, haftasonunuz bal börek ola...

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

ÖzlemÖzdemir

 Ucundan Kenarından : Özlem Özdemir


   Bir ''Sevgililer Günü'' Yazısı...

İnsanlığın varoluşundan buyana var olan bir konu Sevgi. Karşılıklı, karşılıksız, annenin evladına, öğrencinin öğretmenine, hastanın doktoruna, Tanrı'ya ve burada sayfalar dolusu örnek verilebilecek türde yaşanan bir konu Sevgi. Dinlerin çıkış sebebi, yeni hayatların başlangıç noktası.. Dolayısıyla Sevgi konulu bir yazı yazmayacağım. Daha doğrusu sevgi konulu bir yazıyı bir sayfada sunabilme becerisine sahip olmadığımı düşünüyorum. Yazmak istediğim, sevgi ve inanç bağlantısı. Yazımın çıkış noktası Goethe'nin ''Sevmek İnanmaktır'' sözü. Yazının sonunda sizi getirmek istediğim yer, büyük bir sevginin en derin noktası.

Dinler Tarihi incelendiğinde, hepsinin temelinde yatan düşüncenin Tanrı sevgisi olduğu görülmekte. Hepsinin çıkış noktası, Tanrı'yı sevmek ve O'na inanmak. Sevgi ve inanç bir arada, seviyorsan aynı zamanda inanıyorsun. Neye olduğu sana bağlı!

İlk görüşte aşka inancı en az olanı bile dize getirecek büyüklükte bir aşk hikayesi biliyorum. Duyduğum, okuduğum, gördüğüm bir hikaye değil bu. Yaşadığım ve şükürler olsun ki hala yaşıyor olduğum, ölene kadar da yaşamak istediğim bir aşkın hikayesi. O'nu ilk gördüğümde başka bir kadının kollarındaydı...... Yani ilk görüşte aşkın başladığı saniyelerde O başkasının, üstelik de başka bir kadının kollarındaydı. Ben O'nu başka bir kadının kollarından aldım. Hiç pişman değilim, bugün olsa yine aynı şeyi hiç düşünmeden yaparım. Çünkü şu an çok mutluyum, herkesin yaşamak isteyeceği bir sevgi yaşıyorum ve muhteşem bir sevgiliye sahibim. Çünkü inanıyorum, O'nun sevgisi ile yüceldiğime, verdiğim sevgimin, dünyanın bütün nimetleri olarak bana geri döndüğüne inanıyorum. Seviyorum, çünkü birbirimizin hayatında çok önemli ve geniş bir yer tuttuğumuza inanıyorum.

Seviyorum, sevgili olmanın yanı sıra çok iyi iki arkadaş olduğumuza inanıyorum. Aynı şeylerden zevk almasak bile, asgari müşterekte buluşup zevk almayı başarabilecek iki iyi arkadaşız biz. İyi günde, kötü günde birbirine destek olan iki iyi arkadaşız.

Seviyorum, çünkü bizim aramızda anlamsız kaprislere yer yok. Kimin canı aramak istiyorsa o arar, kim seviyorsa anında söyler, kim öpmek istiyorsa anında öper. Duygular apaçık ortadadır bizim sevgimizde. Seviyorum, çünkü Onunla daha güçlü olduğuma inanıyorum. O yanımdayken, üstesinden gelemeyeceğim zorluk olmadığına inanıyorum. Onunla güçlüyüm. O hayatıma girdiğinden beri ayaklarım yere daha sağlam basıyor. Seviyorum, çünkü O'nu göğsüme yasladığımda daha rahat nefes alıyorum. Hayatı daha derin çekiyorum içime, içime çektiğim havanın kokusu O'nun kokusuyla karışınca her gün baharı yaşıyorum.

Seviyorum, çünkü, sevdiğim için değil, sevilmeye değer bulunduğum için sevildiğime inanıyorum. Hayatında benden başka pek çok insan olduğu halde, bana, gözleriyle değil, yüreğiyle bakmasından anlıyorum.

Seviyorum, çünkü O'nun hayatımın neşesi olduğuna inanıyorum. Bir gülüşü, bir dokunuşu, ufacık bir öpüşü ile bütün sıkıntılarımı unutturabilen sihirli bir değnek O.

Seviyorum ve herkesin yaşamasın istediğim bir sevgi yaşıyorum. Uyurken özlediğim, resmine bakarak konuştuğum, elini elime her alışımda Tanrı'ya şükrettiğim bir sevgi yaşıyorum.

O'na, hastane odasında yanıma getiren hemşirenin kucağında gördüğüm günden beri aşığım. İlk gördüğüm an sevinçten ağladığım o günden beri dizginlenemez bir sevginin içindeyim. Elimi tutuşu, gözlerime bakışı, göğsüme yatışı içimi ısıtan , herkesin yaşamasını istediğim bir sevginin içindeyim.

Kiminle olduğunu önemli değil. Anne, baba, evlat, arkadaş, önemli olan, sevgili olarak seçeceğiniz kişinin verilen sevginin kıymetini bilmesi. .

Anlayabilecek yaşta olsaydı, O'na bir sepet dolusu nergis, çok güzel ambalajlanmış bir kutu çikolata, içinden bir parça seçilip, O'nun için alınmış özel bir CD ya da daha önce okuduğum ve okumasını istediğim yerlerin altını çizdiğim bir kitap gönderirdim. Çünkü O da bir bayan ve her bayanın hoşuna gideceğini bildiğim bu hediyeler ile O'nu mutlu ederdim. Ama henüz çok küçük, şimdilik burnuna kondurulacak küçük bir öpücük ile kutlayacağız ''Sevgililer Günümüzü''

Herkesin ''Sevgililer Günü'' kutlu olsun.

Özlem Özdemir
oozdemir@kahveciyiz.biz

Yukarı

Cumhur Aydın

 Ankara'dan : Cumhur Aydın


   Abi idare et!

İster şarklılığımıza, ister uyanık geçinmemize bağlayın. Dilerseniz üretmeden tüketme alışkanlıklarının yarattığı bir "Abi idare et" mantığıyla ilişkilendirin.

Ancak kural ister gibi görünüp, kuralsızlıktan sebeplenme yaklaşımını bir açıklayın bakalım.

Örneğin, yasaların hep başkalarına geçerli olmasını talep etmeyi konuşalım.

Gelin kendimizi kuşkusuz bazı haklı gerekçelerimiz, çoğunluk çıkarlarımız nedeniyle, sıklıkla kuralları, yasaları delmede mazur göstermenin nasıl bir şey olduğunu tartışalım.

Azcık üstüne gittiğinizde de, "Herkes yapıyor, biz yaptık mı suç oldu?" dan başlıyarak, "Demokrasi ve halk" nutuklarına kadar dallanan yorumlarla karşılaşıveririz.

Şu Beşiktaş - Samsunspor futbol maçına bakınız. Değişik otoritelerce hakem Cem Papila'nın çok başarılı bir yönetim gösterdiği yazıldı, çizildi. Hakemin Beşiktaş'lı 5 oyuncuya kırmızı kart göstererek tümüyle kuralları doğru ve yansız uyguladığında da birleşti otoriteler. Aslında ortalama bir futbol bilgisiyle maçı izlediyseniz, siz de bu yorumlara katılırdınız olasılıkla.

Şimdi bir de Beşiktaş cephesine bakalım. Diğer takımlarda farklı değil. En azından maç sonrası; teknik direktöründen idarecesine, taraftarından futbolcusuna, ortaya konan yaklaşımları anımsayalım.

Şimdiye kadar kuralsızlık kural oldu ya. Tersi bir durum var !

'Beşiktaş'a komplo kurulmuştur. Hakem kararlarında haklı olabilir ama fazla cesurdu! Neden her maçta bu kadar hassas kurallar izlenmiyor? Bizi mi buldu? Bu oyunu bozarız, dünyayı da başlarına yıkarız!'

Bakar mısınız? Futbolcunun, teknik elemanın hataları, gereksiz hırçınlıkları bir yana bırakılmış. Tümüyle dışarıda sorumlular arama üzerine oturmuş bir bakış. Ancak yorumların daha ilginç tarafı hakemle ilgili olanları.

Haklı ama neden bize uygulandı? Biraz daha "hoşgörü"yle bakamaz mıydı?

Söze dökülmüyor ancak söylenmek istenen şu aslında:

"Şimdiye kadar olduğu gibi azcık görmemezlikten gelinemez miydi bazı kural dışı davranışlar, idare edilemez miydi?"

Bana inanın, geçen Cuma'ya yönelik yazımın taslağında buraya kadar gelmiştim... Sonrasında bayram nedeniyle yayınlanmayacağız notu ulaşınca, ben de bir soluklanayım istedim.

Derken... Bayramın ikinci günü Konya'da Zümrüt Apartmanı deprem bile olmaksızın çöküverdi ve 100 insana mezar oldu. Acı ki ne acı...

Benim yazımın, bence başına son derece uyumlu devamı da böylece geliverdi!

Yine gazetelere baktık, TV'leri izledik. Konuşan konuşana. Çoğunluk her zaman olduğu gibi 'üst kat kurtuldu, o gece hava sisliydi' gibi sansasyon gariplikler peşinde. Eh bir de suçlu bulunacak ya, hemencecik mütahiti derdest edip, getirin.

Oysa. Başta yerel ve merkezi yöneticiler; ilgililer ve hatta o apartmanda oturanlar, kısaca hepimiz burada da baştan sona bir "Abi idare et" mantığının sonucunu yaşadığımızı bilmiyor muyuz?

Örneğin bütün kentlerde yapıların önemlice bir bölümünün ruhsatsız olduğunu bilmiyor muyuz?

Nasıl oluyor bu? Çünkü yıllardır sürdürülen ranta dayalı 'talan ekonomisi', idareyi belirlemede önemli bir rol oynuyor. Kaçak yapılara af yaratacak partiyi, belediyeyi, en azından bu beklentilerle, yönetime getirmiyor muyuz? Neredeyse her dönem yaşanan aflarla hangi kuralsızlıklar, kanunsuzluklar af ediliyor sanıyor sunuz?

Peki; bütün yerleşim yerlerinde ruhsatlı da olsa birçok yapının gerek proje onay, gerek uygulama ve gerekse denetim aşamalarında, 'durumun nasıl idare edildiğini' bilmiyor muyuz?

Önce fazla kat ve rant yaratma uğruna imar planlarıyla oynanıyor. 'Falanca dönem belediye, şu gruplar için yaptı. Ne yani biz yapmayacak mıyız?' Eh, bu değişiklikten trilyonlar kazanılmayacak mı? Bunun bir karşılığı olacak elbet. Azcık destek. Cebime de, partimin gelecek dönem iktidarına da...

İnşaat sırasında da 'Durum idare ediliyor'. Öyle ya herkes yapıyor, bir şey olmuyor da bize niçin olsun efendim? Biraz sıkılaşma olursa; partiden, parayla, tehditle, emsal göstererek sustururuz.

Denetim... Geçiniz efendim. Her bina denetleniyor mu? Üstelik bunun daha ciddi yasal sorumluluğu, bu konunun deprem bölgelerinde önemli olduğunu otuzbin kişiyi öldürdükten sonra anladığımız için yalnız o bölgelerde geçerli. Diğer bölgelerde de çok ölüm olunca düşüneceğiz. Öyle değil mi?

Hele bu dolapların karşısında olun ve direnin. Ne ihale, ne para... Ne ruhsat ne huzur... Bakın bakalım işinizi yapabiliyor musunuz, yaparsanız da ayakta kalabiliyor musunuz?

Bütün bunları, biz normal vatandaşlar da dahil hepimiz bilmiyor muyuz? Gayrimenkul alırken, ruhsat ayarlarken biz de 'Durumun idare edilmesi'; yasalar bir yana, şimdilik, bu sefer 'Bize özgü bir uygulama' peşinde olmuyor muyuz?

Üretim yerine 'hazıra konma'...

Planlama yerine 'fırsatçılık'...

Toplum yararı yerine 'kişisel talan'...

Oktay Ekinci'nin deyişiyle, demokrasi deyince de 'imar hırsızlığı özgürlüğü'anlıyoruz.

Öyle ya. 'Milli irade'nin bir bölümü işine geldiğinde "abi idare et" diyor !

Şu Hakem Papila ile bitirelim. Yıllar öncesinden, 'Bizim memurumuz- bile- işini bilir.' dönemini anlatan o güzelim filmde, 'parayı götürmediğine' bir türlü inanılmayan, başına türlü işler gelen ve ancak sonunda çalmadığı anlaşılan mutemet Şener Şen'e nasıl sesleniyordu çevresi ?

'Namusluymuş namussuz !'

Cumhur

Yukarı

Mehtap Akdeniz

 Ters Köşe : Mehtap Akdeniz


   Kadınların güllü günü

Özel günlerde ve bayramlarda yazı yazmak geleneğime uygun olarak; günün mana ve önemine dair bir yazı yazmak için masaya oturduğumda hayli zorlandığımı itiraf etmek zorundayım. Sevgililer günü için ne yazılabilir diye düşünüp işin içinden çıkamayınca ve her yazdığım yazı az sonra okuyacağınızdan daha berbat çıktıkça; bir çıkış yolu bulabilmek umudu ile nette gezinti bile yaptım. Gördüğüm şu oldu: basın da benim gibi çaresiz kalmış, ne yazacağını şaşırmış. Alışveriş ve aşk mekanlarnın reklamlarına yer vererek olayı son derece ticari bir hale sokmuş, konu amacını tamamen aşmış, kutlanacak bir gün olmaktan çıkmış; kadınların altın günü halini almış.

'Fırsat bu fırsat, Kahvemolası aracılığı ile sevgiline sesleniver; iki cilalı söz yaz, adamın gönlünü al', diyebilirsiniz. Benim kutlanması ve cilalanması gereken; sıfatı sevgili olan biri hayatımda olsaydı, emin olun bu fırsatı kaçırmazdım.

Peki, sevgilin var mı? dediğinizi duyar gibiyim. Bu soruya her zaman cevabım aynı olmuştur. Cevap veriyorum; 'Bilmiyorum'.

Bilmediğim şey, birinin var olup olmadığı değil; kelimenin takabül ettiği anlama uygun birinin olup olmadığı. Sevgili kelimesi, benim algıma göre 'hafif' bir anlama tekabül ettiğinden sevgilim var veya yok demek hayatımdaki insana haksızlıkmış gibi geliyor. Ve bu kelimenin anlamını tam bilemediğimden, hayatımda bu anlama tam denk gelen biri var mı gerçekten bilmiyorum. Mesela şunu gayet iyi biliyorum; 'Sevgili' sıfatı benim hayatıma aldığıma hafif kalmalı. Bu sevgili kelimesine niye bu kadar zaman harcıyorum ki? Zaten sevgililik müesesesini de hiç ciddiye almam. Biz eski toprak kadınlarız, donunu yıkamadığımız adama kendimizi adayamayız vesselam. Sevgili falan anlamayız biz. Kafamız almaz böyle fanfinfon işleri.

Bendeki sevgili algılaması böyle olunca, oldum olası şu sevgililer gününe de pek sinir olurum.

Sevgililer gününe kendini kaptırmış olan kadın okurlarıma bir şey soracağım kendimi tutamayıp. Hani yani maksat bir yanlış algım varsa kendimi düzeltmek için gerçekten.

Söyleyin Allah aşkına, sevgililer günü dendiğinde herhangi bir erkek elektiriği alan var mı aranızda? Erkek elektiriği almadan bir erkekle bu özel gün geçer mi? Bir demet gül ile kapıda bekleşen binlerce erkekten birine sahip olmanın neresi özel? Hediye almanın aşkınızla ne alakası var? Bu kadar kadınsı bir günde erkekle işiniz ne?

Sevgililer gününe kendini kaptıran erkekler okurlarım, size de yakıştırmıyorum bu kırmızı güllü kız gününü; açıkçası efemine buluyorum böyle günleri kutlarken sizi. (Oh! en zorunu söyledim, kurtuldum).

Tarihlerin oyununa gelmeyin kızlar. Ondört Şubat'ın, onbeş Şubat'tan farkı ne? Tarihin oyununa gelmeyin baylar. Valentine's beyin hikayesine dikkatlice bakınca öldürülmesindeki gizden, (yeterince fesatsanız) hafif efemine bir koku almıyor musunuz siz de?
Başka sorum yok...

Böyle diyorum da ben ne yapıyorum? Tabiki sevgililer gününü -tamamen tesadüfi olarak- zaman zaman kutlayabiliyorum. Kiminle mi? 'Böyle bir günde acayip kaçacak ama bişi diyeceğim; gelirken bir kalıp beyaz peynir getirsene' diyebileceğim bir Efe ile.

Sevgiliniz için çok gerekliyse kutlayın tabii, siz bana bakmayın. Benimki sadece kadınca bir his, elbette ki en nihayetinde doğrusunu siz bilirsiniz.

Mehtap Akdeniz
mehtap@kahveciyiz.biz

Yukarı

Ahmet Şeşen

 Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen


   Lütfiye ve Lütfü

Sayın Lütfiye Hn. dikkatine,
Mahalle Parkı, 13.02.2002, 11:15 Bahse Konu Olunan Vuku : Takma Dişler Hk.

Pek Muhterem Lütfiye Hanımefendi... Biliyorsunuz ki; 41 yılı geçkin bir vakittir gül gibi geçinirken bu sabah nedense bir anda dellenmiştiniz ve bu minvalde kendimi bir anda mahalle parkında ve bittabii ki soğuğun içinde buluvermiştim. Tam titremeye başlamıştım lakin dişlerimin takırdamadığını farkettim. Malumaliniz pür telaş içinde haneden ayrılmam sebebi hikmetiyle bazı teçhizatı yanıma alamadım. Bu sebeple lutfedip takma dişlerimi bakkalın çırağıyla gönderebilirseniz pek mütehassis olacağım. Binaenaleyh; kıymetli zamanınızı almaktan son derece müteessir olmakla beraber, takma dişsizliğin ne denli zor bir durum olduğunu sizin de takdir edeceğinizi ümit etmekteyim. Affınıza sığınarak; şayet bir mendile sararak gönderebilmeniz ahvalinde size olan minnetimin ziyadesiyle artacağını arz-ı hürmet ederim efendim...

Saygı ve muhabbetlerimle, Lütfü

Not : Takma dişler baş ucumdaki komodinin üzerindedir. Teslimat adresi köşedeki internet kayfedir ( Soğuktan takırdamamak için kendimi zor attım )
* * *
Sayın Lütfü Bey dikkatine,
Huzur Dolu Ev ( Bu arada bırakın mahalle parkı gibi acındırık pozları ), 13.02.2004, 11:35
Bahse Konu Olan Vuku : Malumaliniz

Aziz Lütfü Bey, evvela 43 sene dile kolay değil ( Bak, yazı ile #kırküç# ...! Bilmem anladınız mı ? Öyle işinize geldiği gibi baştan savma 41 küsur filan değil ) huzur dolu yaşadığınız hanenizi terketmenizin sebebi hikmetinin ben olmadığını hatırlatmak isterim. Takma dişlerinizi unutmuş olmanız ve dolayısıyla zor durumda kalmış bulunmanızı teessürle müşahade ettim. Lakin her zamanki unutkanlığınız ve vurdum-duymazlığınızla giderken benim gözlüklerimi de çantanıza koyduğunuzu tespit etmiş bulunuyorum. İzninizle, istirhamım o ki; o uyuşuk kıçınızı kayfe köşelerinden ( hele hele son demlerimizde çet adı altında hanedeki bilgisayarın başından kalkmadığınızı da pekala bilerek ) kaldırıp evvel emirde bakkalın çırağı ile gözlüğümü yollamanız zarureti hasıl olmuştur. Gözlüğümün şahsıma intikali neticesinde pek tabii ki kıymetli takma dişlerinizi tarafınıza yollayacağım. Yirmibeşinci seneyi devriyede de ( ahım şahım bir armağan gibi ) getirdiğiniz o cartlak pembe tahta mücevher kutusuyla göndermemin daha yerinde olacağı kanaatindeyim. Hem takma dişleriniz mendilin içinde kırılabilir mazallah, hem de nasılsa içini dolduramadığınız kutu bir hayra geçer hiç olmazsa ..!

Muhabbete gerek yok, saygılarımla, Lutfiye ( U ile Ü değil, 43 senedir öğrenemediniz gitti ! )
* * *
Sayın LUtfiye Hn. dikkatine ( tamam U olsun, huysuzluk ücrete tabi değil nasılsa ! ),
İnternet kayfe ( aynı zamanda Teslimat Adresi ), 13.02.2002, 11:45
Bahse Konu Olunan Vuku : Takma Dişler Hk.

Mektunuzu aldım, teveccüh buyurmuşsunuz efendim. Amma velakin üslubunuzda da meşhur sivri dilinizde de herhangi bir değişiklik sözkonusu değil ( bakirelik soyadınızın da LAKLAK olduğu zaten malum ! ). Muhterem Hanımefendi, internet kayfeyi 2 saatliğine icara verdiklerinden kıçımı kaldıramıyorum maalesef. Velakin; bakkalın çırağına pencerenizden hitabınız akabinde uzun sürmeyecektir çocuğun size dönüşü ( hatta o cırtlak sesinize tüm mahallenin pencerelere akın edeceğine de hiç şüphem yoktur ! ). Bu minvalde takma dişlerimi evveliyatta sizin yollamanız daha münsaipdir. Neyle gönderirseniz gönderiniz efendim.. 33 senelik memuriyetim her ne kadar o çingene pembesi mücevherat kutunuzu dolduramasa da çok şükür çorba tencereniz hep kaynamıştır ( nankör ! ). Oysa öğlen yemeği vakti gelmektedir ve bir çorba dahi içemeyecek durumda bulunduğumu bilmem arz edebiliyor muyum ? Takma dişlerin ehemmiyetine binaen, gözlüğünüzün kıymeti harbiyesi bile yoktur, kıyaslanmamalıdır. Mevzuya aklı-seliminizle bakacağınızdan eminim efendim...

Hürmetler benden, Lütfü
* * *
Sayın Lütfü Bey dikkatine,
Gül gibi Haneden, Gül gibi Zevceniz, 13.02.2004, 11:55
Asıl Bahis Konusu : Yakın Gözlüklerim

Nasıl yoktur ? Asıl kıymeti harbiyesi olmayan sizin takma dişlerinizdir efendim. Gözlüğüm olmadan takma dişlerinizi nasıl göreceğim üstelik ? Yazdığınız gibi olmadığını bilirsiniz, neyi nereye doğru düzgün koymuşsunuzdur ki takma dişlerinizi şıpın işi komodinin üzerinde bulayım ? Asıl kıymeti harbiyesi olmayan sizin nankörlüğünüzdür ! O çorbaları 43 senedir size sevgi kaşığımla pişirdiğimdir. Saçlarımı süpürge yaparak üstelik. Bugüne dek hangi takdiri gösterdiniz karşılığında bazen "Eline sağlık" o kadar, o bile "Tuzu mu eksik ?" biçiminde dahi vuku bulmuştur. Çok mu zor bir Sevgililer Günü'mü kutlamanız ? Elalem ne beyanatlar veriyor Kahve Molası'nda.. Siz de yazın efendim, siz de..! Dilinizi mi yuttunuz ? Evet, bekarlığımda bir LAKLAK idim belki, evlenince ne oldum dersiniz ? SUSKUN... Bence yanlış koymuş dedeniz soyadını, DUTYEMİŞBÜLBÜL olsaydı daha münasip olurdu size.. Ama bakıyorum internette çeneniz maşallah mevcut..

Ahh ah ! Gözlüğüm olsa da bir çorba pişirebilsem.. Lutfiye
* * *
Sayın Lutfiye Hn. dikkatine ( Nam-ı diğer 43 yıllık Şenşakrak'ım, Hane'min Bülbül'ü ),
İnternet kayfe ( Kıçımı kaldırmak üzereyim ), 13.02.2002, 12:05
Konu : Çorba mı dedin ? Hiiiii ...! Mercimek olsa keşke !

Sevgili Lutfiye Hanımefendi'ciğim... Bir anda dikkatimi celbetti ki bilgisayardaki tarihler henüz 13 Şubat'ı gösteriyor efendim ..! Yani; Sevgililer Günü'müz yarın Bilbül'üm.. Neden sabah sabah bunu hatırlamadın diye kahvaltımızı berbat ettik, haybeye biribirimizi rencide ettik ? Yaşlandık Lutfiye kabul et artık, ne sen eski Letafet ne ben eski Latif.. Sahi, çorba hazırsa ekmeği kapıp geleyim.. Hııı mı ?

Lütfü'cüğün...
* * *
Sayın Lütfü Bey dikkatine ( Nam-ı diğer evimin direği, Gönlümün tek sahibi ),
43 yıllık Meleği'nin olduğu Hane'n, 13.02.2004, 12:15
Konu : Güllerimi Getirmeyi Unutma ..!

Mevzuyu uzatma, kap ekmeği, güllerimi getirmeyi de ihmal etme, mercimekleri ısladım bile, pek sevdiğin çorba için.. Kıpkırmısı olsun güller.. :))))

Lutfiye'ciğin kurban olsun sana...
* * *
Lutfiye'mmmmmmm dikkatine,
Çiçekçi, 13.02.2002, 12:05
Konu : Suyun Isıtılması Hk.

Kıs Lutfiye, çorbadan vazgeçsek diyorum ama hazır mercimekleri ıslamışken... Fırına sürmeye ne dersin ? Ben de çiçekçiden sonra eczaneye mi uğrasam, viyagra diye birşeylerden söz ediyorlardı kayfede.. En iyisi sen suyu ısıt her ihtimale karşı.. Bunca yıldan sonra başarırsak banyo, başaramazsak çorba yaparız...

Az sonraaaaa yanında olacak Lütfi...

asesen@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Arap olayım ben de kahveciyim... : Beyhan Duffey


Rumuz : Artık Dayanamıyom, Sevgililer Gününde Gel...

Çok saygıdeğer büyüğüm, değerli insan, gaste patronu sayın Cem The Edit. Şu değersiz satırlarıma başlamadan önce, affinıza sığınarak, kıymetli zamanınızı alacak olduğumdan dolayı şimdiden özür dilerim abiciğim. ( Kusura bakmayın, gastenizdeki fotoğrafınızı gördüm size çok kanım kaynadı abiciğim. Bu yüzden size "abi" diye hitap edişime kızma. Bir de abi sizin soyadınız The Edit, yabancısınız, Almansınız galiba. Çok memnun oldum. Çünkü yabancı insanlar bizden daha çok okumuş oluyorlar ve o yüzden sen benim derdimi çok iyi anlarsınız )

Abiciğim size bir internet kafeden yazıyorum ve bir saati iki buçuk milyon. Takdir edersiniz ki devir ekonomi devri ve bu yüzden size uzun uzun yazıp zamanınızı boşyere almak istemem. Ben bu makinayı kullanmayı bilmediğimden arkadaşım Seyfullah yazma konusunda bana yardımcı oluyor. Eğer bir hatamız olursa şimdiden affet abi. Arkadaşım Seyfullah'da selam söyleyip ellerinizden öpüyor...

Cem abi, ben bu gasteyi bugüne kadar hiç duymamıştım. Ta ki Arabistan'daki ablam geçen bayramda telefon edip de bana senden ve gastenden bahsedinceye kadar. Seyfullah da ailesini görmeye Erzurum'a gidince, yalnız başıma size yazamadım. Ben sandım ki sizin gaste gastecilerde de satılır. Bütün Kızılay'ı, Ulus'u dolaştım ama bulamadım. Sonra Seyfullah ( arkadaşım, simdi size yazan yani ) Erzurum'dan dönünce ona söyledim o da çalışkan çocuktur, elektronikten çok iyi anlar abi hemen buldu sizi. Hala benim aklım almış değil seni kim nasıl okuyor ama ben yine de bir umut diye bu mektubu yazıyorum sana.

Abi benim adım Murat Düztaban. 27 yaşında, Kayseri doğumluyum. ( Hemşehriyiz sennen abi ) Kızılay'da meşhur "Rıza Usta'nın Yeri"nde şef garsonum abi. Bu işi daha önce çalıştığım dönerci ustam Sedat Usta'nın çok büyük referansıynan buldum. İki aydır burda çalışmaktayım. Şimdilik bahşişlerle birlikte maaşım yetiyor sayılır. Ama üç aylık deneme süresi dolunca maaşım da artacak abi. Beni burada müşteriler de, patron ve komiler de cok sevdiler abi. İyi çocuğumdur, kendimi sevdirmesini bilirim, çok da kozmopolitanımdır. Seyranbağlarında iki katlı gecekondumuz var. Bir katında biz öbür katında da ablam Mehtap iki çocuğuyla kira vermeden oturur. Çok şükür geçimimiz yerindedir. Dokuz kardeşin yedincisiyim ben abi. Benim büyüklerim hep evlenip çoluk çocuğa karışmıştır. Ablam Mehtap biraz deli kadındır. Mazaallah bizim sülalede boşanmak diye birşey yoktur ama ablamın deli kanı tutunca ille de boşanmak istedi bizde daha da kudurmasın diye ses etmedik abi. Yani terstir biraz anlayacağın. En küçüğümüz kızdır. Adı Ebru. Ben o bacımı herkesten çok severim. Hem o akıllı kızdır, içimizde en çok okuyan odur. Şimdi orta sonda. Güzel güzel hikayeler uydurur. Neresinden de uydurur bilmem ama inşallah kısmet olursa yazdıklarını sana getirelim gastende yayınlarsınız değil mi ? Bir ablam Istanbul'a gelin gitmiştir. Eniştemiz yabancı sayılmaz, akrabadandır. Kadıköyünde nalbur dükkanı vardır. İnşaat malzemelerine ihtiyacın olursa benim adımı ver ona git abi, elinden gelenı ardına koymaz. Mert adamdır. Hem Kadıköyünde nalburcu Ahmet, Şeşen'ler İnşaat diye kime sorarsan gösterir. Bir acı kahvesini içersin. O da senin gibi kafa adamdır. Bak abi kalıbımı basarım siz onnan çok iyi anlaşırsın. Bir de abi sağda solda çok adamımız vardır. Arkası sağlam insanlarız. Mesela bir doktor hanım vardır tanıdığımız, sosyal sigortalar kurumu hastanesinde Acil Servisci. Bir telefonla "tık" işimiz tamam, hastanede yerimiz anında hazırdır. Aslına bakarsan genç ve güzel bir hanımdır ya, biraz kafadan çatlak. Ya da abi kafası çok işliyo desek daha doğru olur. Keşke doktor olmasaydı vallaha kendime eş alırdım onu. Başkalarının yalancısıyız, derler ki masasının üstü tomar tomar kağıtlarla doluymuş, her bulduğu boşlukta habire bişeyler yazıyomuş abi. Denizin dibine neyin falan da iniyomuş. Bize çok böylesi. Neyse , lafı uzatıyom diye kızma bana çünkü ben açık konuşmayı seven insanımdır. Yalan dolanla işim olmaz o yüzden mertçe yazıyom sana.

Abi ailemizin durumu gereği orta ikiden terkim. Okuyamadım. Ama beni de öyle kara cahil sanmayasın. Üniversite bitirmiş pek çok kılkuyruktan daha çok işler kafam. İngilizce de çat pat bilirim. Dedim ya, bizim lokantaya senin gibi çok turist gelir. Hav ar yu, velkam, ver ar yu from, do yu layk törkiş demeyi felan da bilirim. Onlardan çok da bahşiş koparırım. Hatta arasıra hesabı şisirdiğim olur ki çok görme abi patronun gözüne girmek içindir, yoksa benim cebime girmez o paralar. Haram yemem. Bizim mahallede de garsonluk camiasında da öyle namazında niyazında çok insan olmadığından namaz kılmam abi. Ama ramazanımı tutarım, bayram namazını, cenaze namazı neyin kılarım. Annem dini bütün müslüman kadındır, beş vakit namazındadır. İnşaallah biz de ilerde yaşlanınca felan kılacağız işte...

Abi asıl meseleye geleyim. Dedim ya 27 yaşındayım diye. Bekarım abi. Çok yakışıklı sayılmam ama güzel adamımdır. Biraz boydan kısayım. Ama pantolonun paçalarını biraz uzun tutup altına da yumurta topuk giyiyorum pek belli olmuyor boyumun kısalığı. Geçen yıl mahallemizde bir kıza delikanlıca aşık oldum abi. Bigün pazarda yakalayıp koluna yapıştım. Annemi gönderecem, bana var dedim. Aşüfte güzel mi güzel. Saç baş, kaş göz, boy pos o biçim. Adı Leyla. Ay kadar parlak, yıldızlar kadar uzak. Rüyalarımdan çıkmıyor. "Sana mı kaldım La garson parçası" deyip saçlarını savurarak yanımdan gitti. Dua etsin kadınlara karşı kibarımdır yoksa bir tokatta bitirirdim işini. Gerçi ben naz yapıyordur diye aldırmayıp peşinden biraz dolaştım ya nafile, bir kaç ay sonra bir mimara kaçtı. Ondan da başka bir gönül maceram olmadı abi. Bizim mahale gençlerinin hepsinin birer kırığı var bi ben böyle kadersizim abi. Ne olur başkalarına söyleme, yazının bu kısmını okuduktan sonra çıkar, daha bi siftahım bile yoktur abi, allah için... ( Abi burda Seyfullah bıyık altından gülüyo, suratını dağıtacağım imanıma o olacak... )

Güzel abiciğim, esrarım, kumarım, sigaram yoktur. Duydum ki sen de sigarayı bırakmışsın ama iki de bir gözünde tüter eşe dosta dert yanarmışsın "sigarayı özledim" diye. Etme be abiciğim. Ciğerlerine yasık değil mi ? Hem de parana. İçme su zıkkımı. Bak efendiden de bi adama benziyorsunuz. Gasteye de patron olmuşsun. O kadar para kazanıyorsunuz, sigara içip de kendini bööle zehirler ve tahtalıköyü erken boylarsan o paracıkları da yiyemezsin be güzel abim. Aramızda kalsın benim Arabistan'daki ablam; ( kocası orda berberdir. Durumları da iyi. İki sene içinde Seyranbağlarından arsa aldılar da onlar da bi kondu dikecekler yakında ) tava, tencere, kap kaçak, cezve fincan falan sattığını da söyledi. Ama der ki ticaret kafan hiç yokmuş abi, en yakınındaki dostuna bile "lütfen" diyomuşsun. Böyle iki tane bile fincan satamazsın. "Alacaksınız" diyeceksin o kadar. Hatta adreslerine postalayıp, sürpriz yapıp almak zorunda felan bırakabilirsin. Güzel abiciğim, eğer az sonra sizden isteyecegim dileğimi yerine getirirsen sana söz o fincanlardan iki düzüne alacağım.

Abiciğim asıl konuya geliyorum çünkü internet süremiz dolmak üzere. Eğer yazımızı bitiremeden süremiz dolarsa, şimdiden bize yapacağın iyilik için teşekkur eder, kıymetli ellerinden öperiz.

Abiciğim malum önümüz sevgililer günü. Şunun şurasında ne kaldi ki ? Yaklaşık on yıldır her sevgililer gününü bir umutla geçiririm. Dünya güzeli bir meleğin elini tuttuğumu, kalbimin güm güm attığını hayal ederek. İşte abiciğim uzun lafın kısası şudur ki, senin gastende Tuba diye bir hanımefendi varmış. Arabistandaki ablamın dediğine göre garsonlardan da çok hoşlanıyomuş. Yaşı da gençmiş. Ben de çok yaşlı sayılmam değil mi abiciğim ? Gerçi o hanımefendi ille de 25 olsun diyomuş ama ben de iki fazlayım, ne çıkar ki bundan ? Sana bütün hayat hikayemi bütün gerçekliğiynen anlattım abi, atladıklarım olursa onu da daha sonra konuşuruz. Ama bu Tuba hanımefendi ile aramızı yapabilirseniz çok sevaba geçecek abi. Yıllardır ben kendime uygun bir eş ararken meğersem o eş ( kadere bakin ki ) sizin gastende fellik fellik beni arar dururmuş. Sende mevcutsa abi, bir de fotoğrafını yollarsanız çok sevinirim. Anneme göstermek için yani. Niyetim ciddidir. Evlenip o hanımefendiyi evinin kadını yaparım, hem benim maaşım yeter geçimimize. Sizin gasetende de çalışmaz artık. Elini sıcak sudan sovuk suya değdirtmem.

Abi internet süremiz doluyo, Seyfullah çalışkan çocuktur dedik ama parmakları delik deşik olmadan huzurdan çekilelim. Abi sen bu işleri iyi bilirsin, mürekkep yalamış adamsın, yanlış bişeyler yazdıysak oralarını sil çıkar, bu isteğimi de Tuba hanımefendiye ilet abi. Dört gözle cevabını bekliyor olacağım. Eğer bu işi şu mübarek sevgililer gününden önce yaparsan güzel abim, çoluğunun çocuğunun hayrını göresin, Allah tuttuğunu altın etsin, Allah ne muradın varsa versin abiciğim. Hadi bi güzellik yapıver de bu sevgililer gününü de yalnız geçirmeyelim abiciğim. Hadi gözünün yağını yiyeyim. Hadi abiciğim...

Mektubumuza burda son verirken Seyfullah da ben de tekrar mübarek ellerinden öperiz. Allah hayırlı müşteriler versin sana. Unutmadan yolun bizim lokantaya düşerse abi, yengeyi, çoluk çocuğu da al, bendensin abi. Sözü bile olmaz. Sağlıcakla, hürmetle kal abiciğim. Düğüne de bekleriz.
Hemşehrin Murat...

Not : Sevgili The Edit abiciğim, Tuba hanımefendiye benim adıma yazacağınız tanışma mektubunun altına şu şiirimi de eklerseniz çok mesut ve bahtiyar olacağım.

T ulumbadan çektim suyu
U zaktan sevdim nazlı kuğuyu
B ir kelam ettim bizim lokantadan
A rtık bekletme garsonunu çatlatmadan

Ç orba yaptım demişsin
İ çine de bade ezmişsin
Ç ok naz etme de he de şimdi
E rken kalkan yol aıir demiş atalar
K açma benden meleğim, Çıtır Garson'un yakalar....

Sevgililer Gününüzün beyaz atlü prensi Garson Murat Düztaban kulunuz...( Açık adresimi ve telefon numaramı patronunuz The Edit Beyden alabilirsiniz Tuba hanım. Gözüm telefonda, aklım yolda, kalbim sesinizde olacak... )

Beyhan DUFFEY - Cidde / Suudi Arabistan
duffey@kahveciyiz.biz

Yukarı

 KONTRA MİZANA : Tamer Soysal


GÜL İLE BÜLBÜL'ÜN AŞKI

"Gül gül dedi bülbüle, bülbül gülmedi gitti
Bülbül güle, gül bülbüle, yar olmadı gitti."


Efsaneye göre; "Bir zamanlar bütün güller kartopu gibi beyazmış. Olacak bu ya, aşk günün birinde bülbülün kapısını çalmış. Bülbül güllerden birine aşık olmuş. Bülbül aşkından divane olmuş, gül ise nazlı ve merhametsizmiş. Gül, bülbüle hiç yüz vermezmiş. Gül, aşığının kendisini ne kadar sevdiğini göstermesi için dalına konmasına izin verir ve onun eşsiz nağmelerini dinlermiş. Ancak, gül bülbülün aşk sarhoşluğundan yararlanarak, dikenlerini bülbüle batırır ve bağrını kanatır. Böylece, bülbülün aşkını reddetmiştir. Bülbül canından vazgeçmiş aşkı uğruna. Öyle bir hale gelmiş ki diken göğsüne batsın da kalbini yaralasın istemiş. Böylece bülbülün kanı, gülün dikenlerine akar ve gülün goncasına ulaşır. Gülün, ak yaprakları kırmızıya boyanmış. Güle kırmızı rengini veren işte bülbülün aşkı için akıttığı bu kanıdır. Yoksa gülde bu kırmızı güzellik olmazdı. Öte yandan, bülbülün haykırışlarına aldırmayan gül, aslında seveninin kanına susamış, susuzluğunu bu yolla gidermeye çalışan ve böyle güzelleşen bir sevgili konumundadır. Burada aşkın en önemli özelliği olan koyu bir lirizm vardır. O gün bu gündür kırmızı gül tutkulu aşkın sembolü olarak anılmış ve hafızalara kazılmıştır."

Sevgi ve aşk doğuda pek çok hikaye de ve pek çok şiirde en coşkun halleriyle örneklendirilmiştir. Sevginin ve aşkın özünde paylaşım ve fedakarlık bulunur. Birde bugünün dünyasında ki hep benci anlayışı düşünelim. Herkesin kendi derdine düştüğü, bana dokunmayan yılanın bin yaşasın dendiği bir ortamda, paylaşım temeline dayalı aşkın ve sevginin ne kadar gerçek olabileceğini düşünelim. Mercan Dede "Aşkın haricinde herşey dedikodudan ibarettir" diyor. Birde bugün ki toplumsal yapımıza bakalım. Dedikodunun haricinde olan şeylerin azınlıkta kaldığı bir yapı görüyoruz. En çok seyredilen programlar dahi dedikodu üzerine yapılanlar oluyor. Böylesi bir ortamda herşey aşkın sınırları dışında cereyan ediyor, görünüyor.

14 Şubat "Saint Valantine Day" olarak tüm dünyada kutlanıyor. Yani Aziz Valantine Günü olarak kutlanıyor. Hikayenin kökeni ise Yunan mitolojisine dek uzanıyor. Yunanca söz anlamına gelen 'mthos" sözcüğünden gelen mitoloji, toplumların ilkel dönemlerde doğa üstü güçleri açıklamak için uydurdukları masallar ve öyküler. Örneğin gök gürlemesi ve şimşek çakması, tanrının kızgınlığı şeklinde yorumlanıyordu. Bu mitlerden birisine göre ormanlarda, kayalarda ve mağaralarda yaşayan ve sürülerin, çobanların ve kırların tanrısı olan Pan, bereketin sembolü idi. Pan, yarı insan, yarı keçidir. Pan tanrısı, Roma mitolojisine isim değiştirerek geçmiştir. Oradaki ismi ise Faunus'dur. Roma mitolojisinde, Orta Asya Türk Destanlarına benzer şekilde Roma'nın kurucuları bir dişi kurt tarafından emzirilerek büyütülen Romus ve Romulus kardeşlerdir. Bu dönemlerde bizdeki bahar bayramı Nevruz'a benzer şekilde Romalılar, Şubat ayının ortasını baharın başlangıcı sayarak, kutlamalar yapıyorlardı. Bu kutlamaları, bereket tanrıları Faunus ile kurucuları kabul ettikleri Romus ve Romulus kardeşlere adamışlardı. Bu şenliklere "Lupi=kurt" kökeninden gelen "Lupercalia" şenlikleri adı veriliyordu. Lupercelia festivali, Luperci rahiplerin Roma'nın kurucuları Romus ve Romulus'un dişi kurt tarafından emzirildiği kabul edilen kutsal mağaranın önünde buluşmasıyla başlardı. Daha sonra rahipler, bereket için bir keçi ve arınma için bir köpek kurban ederler. Daha sonra gençler keçinin derisini ince ince keserler ve kurban kanını sürerek sokaklara çıkarlar. Kadınlara da bu deriyi sürerler. Kadınlar için bu daha doğurgan olacakları anlamına gelir. Ne de olsa bereket şenlikleridir bu kutlamalar. Efsaneye göre, akşama doğru kentteki bütün kadınlar kocaman bir kase içine isimlerini atarlar ve kentin bekar erkekleri de buradan isimlerin seçtikleri kadınlar ile yıl boyunca beraber olurlar. Ancak Roma İmparatoru II. Cladius, savaş zamanında ordunun daha çok savaşçıya ihtiyacı olduğunu söyleyerek genç askerlerin evlenmesini yasakladı. Ancak bu yasağa rağmen, Valentin isimli bir rahib gizlice bazı savaşçıları evlendirmeye devam etti. Bunu duyan imparator, Valentin'i 15 Şubat "Lupercalia" şenliklerinden bir gün önce 14 Şubat 270 tarihinde idam ettirdi. Yine efsaneye göre Valantin, hapishanede idam gününü beklerken, gardiyanın kızına aşık oldu. Ona ölüme gitmeden, bir mektup yazdı ve sonuna da "From your Valantine" yazılı bir kart bıraktı.Lupercalia şenlikleri MS 494 yılına kadar devam etti. Bu tarihte Papa Gelasius, birliktelikleri ahlak dışı bularak, yasakladı. Ancak Valentin'in mektubu unutulmadı. MS. 495 yıllarında Valentin, Aziz (Saint) ilan edildi. Bu gün hristiyanlık dini usulleriyle çiftlerin bir araya getirildiği ve Valentin'in mektubu ile sembolleşen gün ilan edildi. İşte o gün bugündür, bugün "Sevgililer Günü" olarak kutlanmakta. Tabi, herşeyin metalaştığı, kapitalizmin vahşileştiği bir dönemde, bu gün tüketim çılgınlığı için hiç kaçırılmayacak bir fırsat olarak düşünülerek, daha da artarak devam etmekte. İnsanların bir konu üzerinde uzlaşmaları kadar güzel birşey yok. Bu yönüyle herhangi bir tarihin aşka olmasa da "sevgililere" ithaf edilmesi güzel. Ancak ne kökenindeki mitoslara dayanan rivayetler ne de bu güzel günün tüketim çılgınlığına dönüşen kutlanma şeklini doğru bulmuyorum. Tüketimin içine elbette önce sevgi ve aşkın alet edilmesi, birer meta düzeyine indirgenmesi de giriyor. Aşkın olmazsa olmazları olan paylaşım, fedakarlık ve vefa gibi güzellikleri unuttuğumuz bir dönemde, insanlar ne kadar kolay şekilde birbirlerine kırmızı gül takdim eder hale geldi. Keşke bütün insanlar birbirlerine hediyeler, çiçekler verse, bunda bir yanlışlık yok. Ancak aşk adı altında, tamamen şekli olan ve tüketim ortamı içinde formata uyma gereğini yerine getirerek güller verilmesi, sevgiyi şekli ve basit bir imgeye bürümekten başka birşeye yol açmıyor. Elbetteki bir genelleme yapıyoruz. Herkesin duygularını yargılamak gibi bir iddiam yok.

Batı'da aşk deyince akla gelen simge "Romeo ile Jüliet". "Başka" dediğimiz vakit alacağımız yanıt, uzun bir düşünme olacaktır. Oysa Doğu'da aşk deyince aklımıza hemen bir hamlede "Leyla ile Mecnun", "Kerem ile Aslı", "Ferhat ile Şirin", "Arzu ile Kamber", "Tahir ile Zühre" ve "Yusuf ile Züleyha" geliverir. Batı aşkı, Doğu'ya göre daha karşılıklı algılamıştır. Elbette, aşk tüm dünyada evrenseldir, değişmez. Ancak, aşkın ve sevginin işleniş şekilleri Doğu'da ve Batı'da farklı olmuştur. Batı edebiyatında aşk, arzu ve ihtiras düzeyine indirgenmiştir. Madam Bovary örneğinde olduğu gibi. Oysa Klasik Doğu Edebiyatında aşk, tutku, arayış ve vuslattır. Leyla ile Mecnun doğu'da 1500 yıldır işlenen bir temadır. Romeo ile Jüliet ise 500 yıldır işlenen bir temadır. Mecnun'a "adın ne?" diye sorarlar. "Leyla" diye cevap verir. Bir gün yine Mecnun'a "Leyla ölmedi mi" derler. "Hayır, Leyla kalbimde yaşıyor ölmedi, Leyla benim" diye karşılık verir.

Doğu, aşkı daha coşkun yaşar. Batı aşkı kapitalizme mahkum eder. Kapitalizmin herşeyi tüketime yönelik kullanması ayrı bir konu. Herşey alışkanlığa dönüştürülüyor. Anneler günleri, Babalar günleri bunlarda tüketiliyor. Ancak burada sevgililer gününde daha önemlisi şu ki, eğer aşkın, sevginin ya da sevgililerin bir günü olacaksa, bu günü belirlemek, Batı'dan daha çok Doğu'ya yakışırdı. Batı'nın batıl inançlarından doğmuş rivayetlere değil, doğunun her yerinden aşk fışkıran topraklarına yakışırdı. Örneğin, bütün dünya'nın benimsediği isimlerden olan Mevlana'nın doğum tarihini veya ölüm tarihini, sevgililer günü olarak kutlayabilirdik.

Neyse, tekrar aşka dönelim, yine Yunan mitolojisine dönelim. Yunan mitolojisinde, başlangıçta iki cinsiyet yokmuş, bir bedende iki cinsiyet varmış. Ancak Tanrı Zeus, insanlara kızmış ve demiş ki " kadın ve erkek, diye insanı ikiye ayırdık ve gelişigüzel yeryüzüne savurduk, bundan sonra sizin cezanı odur ki, her bir parça kendi parçasını arasın." O zaman bu zaman, pek az insan kendinden ayrılan parçasını bulmuş. Belki de bunca koşturmaca, bunca acı kendi parçamızı bulabilmek uğrunadır. Kimbilir, bu parçayı bulana dek kimlerin parçalarına güller veriyoruz. Belki de Attila İlhan'ın mükemmel ifadesi ile "Ne kadınlar Sevdim Zaten Yoktular"... Yani, kurguladığımız bir şeyi arıyoruz belki de... Ve belki de zaten yoklar...Zaten Attila İlhan aynı şiirinde devam ediyor "gerçek değildiler birer umuttular, eski bir şarkı belki bir şiir, ne kadınlar sevdim zaten yoktular, böyle bir sevmek görülmemiştir"

Eleştirel tavra tekrar dönersek, Prof. İskender Pala'nın çok güzel bir benzetmesi var: "Teknokrat dünya insanları o hale getirdi ki, kafaları test, mideleri tost dolu bir nesil çıktı karşımıza; mekanik ilişkiler kurulabilecek anlamsız bir hale dönüştürdüler sonra hayatı. Test ile tost arasında sıkışıp kalan bu gençliğin asıl ihtiyacı olan şey, bazen elinde bir gül ile mehtabın doğuşunu seyretmek idi, bazen yoldaki bir çiçeği okşayıp baharı solumaktı. Ancak baharın nasıl gelip geçtiğini fark etmeden yaşıyor şimdi çocuklarımız, üzerine bastıran bir dünyada, bir teknoloji veya koşturmaca içinde, kendini hissetmeden yaşıyor..." Halimiz, bundan daha güzel tanımlanır mı, bilmiyorum. Kültür ile medeniyet kavramlarını her zaman karıştırmışızdır. Kültürü de medeniyet gibi düşünerek hep ithal ettik. Oysa aşk kültürümüzde var. Düşünsel, zihinsel ve duygusal parametrelerimizi yitirdiğimiz için, aşkı sembollerde arar hale geldik. Rekabete ve yarışmaya dayalı, sürekli somut verilerle düşünmeye endekslendirilen ve midelerinde tost, kafalarında test dolan bir nesili dönüştürmeliyiz artık. Paylaşımı, vefayı, karşılıksızlığı ve güzelliği aşılamalıyız.
Yine Doğu'dan bir beyit ile yazıma son veriyorum:

"Her gece uyurken son şey sensin
Uyandığımda da ilk şey yine sensin"


Sevgiyle,

Tamer Soysal
tsoysal@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Rüzgar : Özlem Mavioğlu


Evet, özledim seni

"Özledim. Özlemedim. Özledim. Özlemedim. Özledim. Özlemedim. Özledim... " Niye itiraf etmekten kaçınıyorum ki ? Korkuyor muyum yoksa ? Seni özledim desem kaybedecek neyim var ki, hiç bir kazanmışlığım yokken. Onu ürkütmekten mi korkuyorum yoksa... Ya o hiç bu açıdan bakmadıysa bana, özlemim onu benden uzaklaştırmaya kalkarsa. Sanki sadece bu mu korkum, itiraf etmeliyim artık, ona bir kimlik kazandırma telaşına düşmekten korkuyorum asıl. Düşünüyorum da, aslında onu mevcut kimliklere de sığdıramıyorum. Bazen arkadaşım, çoğu zaman dostum, bazen aşık olmak istediğim adam, ama hiç bir zaman bir ömrü paylaşmak ister miyim diye düşünmedim.

Kafam çok karışık bu aralar. Neden bu kadar meraksız, neden beni tanımak için hiç ısrar etmiyor, yoksa, yoksa beni, hakkımda düşünmeye değer bulmuyor mu... Ama, ama ben onu bu kadar merak ederken, tanımak isterken, yaralayıcı bu durum. Onun adına düşünmeye başlamak da korkutuyor beni.

Platonik bir aşk olabilir mi benimkisi. Yok canım, yüzünü görmediğim, sesini bile duymadığım biri o. Sözcükleri paylaştığım, cümlelerine omzu edasıyla yaslandığım biri o. Zorlamanın gereği yok, sanal dünyadaki tek dostum o benim, yanıbaşımdakine bile güvenemezken, güvendiğim o benim...

Özlem Mavioğlu

Yukarı

KIRKYAMA

 KIRKYAMA HİKAYELERİ : KMKYHT

   KADININ RUHUNDAKİ GİZLERDİ BİR MAHALLEYE YANSIYANLAR :
   Filiz Güner Mercanköşk

Müşerref uyandığında yaşlılar evine giderken, yolunun üzerindeki Selçuk'lara da uğrayarak, bir kahve içmeyi planlamıştı. Bu kahve sohbetleri, üç günlük dünyanın tantanaları arasında pek keyifli oluyordu. Yüzünü yıkamak için banyoya yöneldi. Pencereden dolmakta olan güneş ışıkları, içinde tuhaf bir heyecan dalgası oluşturdu. Kusto Sami geldi aklına. Gülümsedi. En yakınlarından bile, nasıl da saklamayı becermişlerdi ilişkilerini. Aşk nelere kaadirdi. Aynaya baktı. Alnında ve gözlerinin altında beliren çizgiler ilk kez bu kadar gözüne batmış ve canını sıkmıştı. Yarım kalmış bir aşkın hayallerinde gezinirken, yıllar geçmiş ve yaşlandığının farkına varamamıştı. Şeftali rengi gömleği, mavi gözlerini daha da belirginleştirmiş ve ona çok yakışmıştı. Dışarı çıkmak üzere kapıyı açtığında yerde bir zarf gördü. Aysel'den gelen mektubu, bir çırpıda merakla açtı.

Sevgili Müşerref,

Bunca zaman seninle çok şey paylaştık. Yaşlılar evini bu günlere taşırken gösterdiğin yardımları ve azmi ne kadar takdir etsem azdır. Mahalledeki insanlar arasında hakkımda en çok bilgiye sahip olan sensin. Neredeyse en güvendiğim de. Bu kez seninle hallice dertleşmeyi, sırlarımı paylaşmayı istiyorum. Galiba yaşlandıkça ben de duygusallaşmaya başladım. Biliyor musun, hala çoklarının yüreğini hoplatacak kadar güzel ve çekiciyim. Yıllandıkça güzelleşen şaraplar gibiyim anlayacağın:))) Belki içten içe kızıyorsundur bana, kendimle bu kadar övündüğüm için. Aysel'i herkes, erkeklerin hayallerini rüyalarını süsleyen bir aşüfte olarak biliyor sadece. Bilmedikleri, düşünmedikleri yahut görmezden geldikleri bir şey var. Aysel'in bunların ötesinde aynı zamanda bir kadın olduğu. Böylesi bir kadın olmak sanıldığı kadar basit bir iş değil arkadaşım. Benim de acılarım, hayallerim oldu. Kaç erkek tenime dokunma arzusuyla tutuşan, şehvet dolu anlar hayal etmek yerine; komşu evlerden birinin önünden geçerken bir gül koparıp vermeyi, oturup sohbet etmeyi hayal etti benimle. İstemezdim öyle çiçekçilerden özenle hazırlanmış buketler göndersinler... Bir gün otobüste karşıma orta yaşlı bir bey oturdu. Elinde bir buket gül vardı. Adama gözüm iliştikçe değişik senaryolar kurguladım. Kimdi o şanslı kadın? Belki eşine bir kavga sonunda gönül alma niyetiyle götürüyordu elindekileri? Belki... Belki... Neler geldi aklıma bir bilsen.... Gülüyorsundur şimdi.. İlahi Aysel, bir çiçeği sorun etmeye ne gerek var, kaç kadın senin yerinde olmak isterdi biliyor musun diyerek?. Bir mektubunda varlığını bir yana bırak, hayalin bile kaç erkeği aşık, kaç kadını mutsuz kılıyor dediğini unutmuş değilim. Beni anlayabilir misin bilmem. Bir kez olsun gözlerime sevgiyle bakarak, sadece ve sadece bir çiçek vermek için kapımı çalanım olmadı. Güzel çiçekleri pahalı hediyeleri gönderenlerse, hep karşılığında bir şey isteyenlerdi. Bana çok aşık olan erkekler var ya hani, nelerden hoşlanabileceğimi düşünmek ve beni tanımak yerine, fevri kahramanlıklar gösterdiler. Kendilerine zarar vermekten öteye geçemedi çabaları. Bunu benim gönlümü kazanmak için değil, birlikte olabilmek adına, yani kendileri için yaptılar. Mesela çoğunuz bilmezsiniz ciddi bir kitap kurdu olduğumu ne yazık ki. İşte gerçekler acı ve çıplak bir şekilde yerlerde sürünüyor gördüğün üzere. Hazır kitap dedim, yeri gelmişken onu da söyleyeyim, bende kalmasın. Öğrencilik zamanlarımızdı. Selçuk, Sami, Zafer, Muzaffer ve ben okuldan çıkmıştık. Eh o zamanlar erkek gibi kızdım bilirsin. Sonra Selçuk'a karşı kalbimde inceden inceden sızılar başladı. Anlaşılmayan ve karşılık görmeyen duygularımla ilk aşk acılarını çektiğim o gün ani bir karar aldım. Bundan sonra her şey çok farklı olacaktı. O sıralar dedemin özel eşyalarıyla dolu kutusunu karıştırıyordum. Benden başka ilgilenen yoktu zaten evde bu eşyalarla. Gizli bilgilerin muhafaza edildiği bir bölüm gibiydi burası. Toz bağlamış dosyaları kurcalarken elime bir kitap geçti. O zaman ellerim böyle öjeli değildi, tek örgüyle toparladığım saçlarımla, yüzüm bu halinden ne kadar uzak, hayattan ne denli habersizdi... İlginçtir ki ilk sayfalarda okuduklarım, yaşadığım duygulara birebir uyuyordu. Romandaki esas kız, çektiği aşk acısıyla bundan sonra çok farklı bir insan olmaya karar verdi ve harekete geçti. Aklıma bir cinlik geldi ve ben de aynı şekilde davranmaya karar verdim. Kitabın müridi oldum gönüllüce.. Orada ne yazılıysa aynısını yapmaya koyuldum. Karşılaştığım gerçekler beni şaşırtmakla kalmayıp, bu yolda ilerleme konusunda tetikledi. Günden güne heyecanım artıyordu. Aysel'in hayatının hemen hemen tamamı aslında o kitabın kendisidir. Mahallede benimle ilgili olaylar ve sonuçları benim için bilindik ve tahmin edilebilir olmasına karşın, mahalleli için tamamen o zamanın, hayatın getirdiği sürprizler ve cilvelerden ibaretti. Elbette yanıldığım veya beklediğim sonucun tamamen gerçekleşmediği oluyordu, fakat gerçekleşenler yanında bunlar çok önemsiz kalıyordu. Zafer'in ölümüne neden olan olay, tasarladığım şekilde gelişti. Sonuçsa ummadığım ve beni de üzen bir şekilde acı oldu. İtiraf etmeliyim ki arzulanan, hayran olunan, elde edilemeyen kadın olmak çoğu zaman gurur ve güç verdi bana. Fakat hiç bir zaman, yerimde olmak isteyenlerin tasavvur ettiği ölçüde mutlu olmadım ben. Çoğu zaman yerimde olmak isteyenlerin, yerinde olmayı çok arzuladığımı hiç bilmeyecek kadınlar. Sevdiğim adamla evlenip, evimin kadını olmak nasıl olurdu acaba? İçimdeki şuh ve maceraperest ruh sıkılıp, fırlar mıydı olduğu yerden, bunların cevabını hiç bir zaman bilemeyeceğim?

Nasıl olur, tüm bunlar tasarlanmış bir oyun, bir kitabın taklidi miydı? Her şey bu kadar basit mi? Bunu nasıl yapabilir bir insan dediğini duyuyorum sanki. Hayat insana her şeyin mümkün olabileceğini gösteriyor yaşadıkça. İnsan zaman zaman çok basit, zaman zamansa bir o kadar karmaşık olabiliyor. Bazı şeyleri uzaktan duyumsamak ile, yaşayarak anlamak oldukça farklı olsa gerek. Eleştirme beni ne olur. Yerimde olmanı ister miydim beni anlaman için? İstemezdim herhalde. Uzaktan hoş gelen davulun sesi yanıltmasın seni. Eğer kitabı merak ettiysen ismini veremeyeceğim üzgünüm. Ancak şöyle bir şey yapabilirim eğer istersen. Kimseye bundan bahsetmeyeceğine söz verirsen, kitabı kendim vereceğim sana. Yakında Türkiye'ye gelmeyi planlıyoruz Rıdvan'la. O zaman görüşürüz ve kitabı teslim ederim elceğizlerimle:))) Ha ha haayy.. İşte böyle. Senin yerinde olsam kitabı kendi çocuklarımın bulamayacakları, okuyamayacakları bir yere saklardım. Tehlikeli ounlara sevkediyor, biliyorsun artık:)))) Belki Sami de çkmış olur döndüğümüzde. Kuyumcu Kamil'in başına gelenleri biliyorum. Rahmet dilemekten başka yapılabilecek bir şey yok. Yaşlılar evi yaptığım en iyi işlerden biri oldu sanırım. İlerde çok faydasını göreceğimize inanıyorum. Ve Selçuk... Ona gelince... Ondan istediğimi gerçekleştirdi sana yardım etmekle. Fakat o da gönlümdeki gibi sevmeyi beceremedi beni. Ona bir sürprizim olacak geldiğimde.

Sevgiyle ve mutlu kal, sevgili dostum,
Aysel

Müşerref okuduklarını hazmetmeye çalıştı. Aysel sandığı kadar umarsız ve de mutlu biri değildi demek. Hayat öyle gerektirmiş, o da gerekeni yapmıştı. Yaptıklarına kedisi de alıştıktan sonra, doğal bir davranış biçimi halini almıştı her şey. (Aysel'in kitabında, Kusto Sami'nin annesiyle birlikte olduğu gibi, Aysel'in kızını da yatağa atmayı hedefleyip üç kuşaklık tek çapkın olma hayali yazılı olsaydı, neler olurdu acaba? Mahallenin halini düşünmek bile ürkütüyor beni.) Bir kitapla olacak iş miydi bunlar? Bu Aysel ne acayip kadındı böyle. Yine bir şeyler tezgahlıyor anlaşılan.

Müşerref Selçuk'un evine geldiğinde onu güllerle uğraşırken buldu. Bir şarkı yankılanıyordu odada.

Bilir misin bu şehirde sana aşık biri var
Gözünde yaş ve kalbinde inceden bir sızı var,
Sana adanmış hayatı,
Umurunda olmasa da,
Bu şehirde sana aşık, sana tapan biri var.


-Yine çiçeklerinle meşgulsun bakıyorum.
-Evet Müşerref, zevk alıyor ve dinleniyorum bu işi yaparken.
-Ben de vakit ayırırsın, bir kahve içeriz diye heveslenmiştim.
-Ne demek, zevkle. Sunaaa!!! Hayatımmm!!! Falcı bacı geldi. O güzel ellerinden yapıver bi yandan çarklı da içip, maaşlarımıza zam var mı öğrenelim.
-Hep hayır diyordum son zamanlarda kahve teklifine. Bu kez içelim dedim, ancak uygun olabildim de. Biliyor musun Aysel yakında geliyormuş. Sana da bir sürprizi varmış.
-Ne, ne dedin? Aysel mi geliyormuş?

Adını duyar duymaz bir garip oldu, buruklaştı, heyecanlandı Selçuk. Hele bir de kendisine sürprizi olduğunu duyunca başlı başına tuhaf bir telaşa kapıldı. Yanında duran koltuğa, güçlükle bıraktı kendini.

-Demek sürprizi var, geliyor demek ha? Neymiş acaba? Aysel, Aysel geliyor demek.

O sırada Suna kahvelerle içeri girdi ve Selçuk'un Aysel'i sayıkladığını duydu.

-Aysel mi geliyor dedi, rahatsızlığını belli etmemeye çalışarak. Zaten hiç gitmemiştiki diye geçirdi içinden.

Filiz Güner Mercanköşk

Devamı varrr...

KIRKYAMA Hikayelerinin tamamını aşağıdaki adreste bulabilirsiniz:

http://www.kmarsiv.com/xfiles/ozel/kirkyama.asp

Yukarı

 Dost Meclisi


Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir.
Kahve Molası bugün 4.143 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 Tadımlık Şiirler


Ayrılık

Yağmur damlası gibiydi ayrılık,
Doyasıya içmeyi bekleyen kuru toprak gibi bekledim seni.

Kimi zaman sevgi hafif uçuk bir yaz rüzgarı oldu yüreğimi ısıtan.
Ama, o kar beyaz yalnızlığım hep kapladı sevgilerimi,

Kimi zaman damla oldu sevgilerim
Buz gibi tükenmişliğimde dondu gitti

Yağmur damlası gibi ayrıldık
Yağmur gibi coşkulu
Son damla kadar hüzünlü

Doyasıya içmeyi bekleyen kuru toprak gibi
Özledim seni.

Tarık Gandur

Yukarı

 Biraz Gülümseyin




Yorumsuz!!...

Yukarı

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.oursworld.net/ingilizce-ders/eglence-okuma/funny-names.htm
...Havaalanı Anons Memuru Verdiğim Kağıttan Mikrofona Okudu: Encin Siizar... Yani, O Anda Sanki Havaalanında Hayat Durdu. Herkes Dönmüş, Adı "Lokomotif", Soyadı "Sezar" Olan Kişiyi Kimin Aradığına, Yani Bana Bakıyordu... Tahmin Edeceğiniz Üzere, Arkadaşın Adı "Engin Sezer" di. Kulakları Çınlasın... Eğlencelik ingilizce isimler için ekteki kısayolu tıklayın.

http://cornerofalicia.330.ca/jennifer/in.htm
Jennifer Lopez severmisiniz? ...Jennifer Lopez 24 Temmuz 1969da New York'un bir mahallesi olan Bronx'ta doğdu. Puerto Rico soyundan olması onun show dünyasına girmesini kolaylaştırmıştı çünkü; Ricky Martin ve Enrique Iglesias'ın öncülük ettiği ve 90ların sonlarına doğru başlayan Latin Pop yıldızı dalgası tüm dünyayı etkisi altına almıştı...

http://www.papatya.com/komigazin/cgi-bin/text/cizgifilmyasalari.html
Çizgi filmlerin de bazı yasaları olduğunu biliyormuydunuz? İşte size bir kaç örnek: ...Havada askıda kalan bir kimse bu durumun farkına varıncaya kadar asılı kalmaya devam eder. Daffy Duck ilerdeki çayıra koşarken uçurumun kenarından geçerek boşluğa gelir. Bir süre havada kalır, bu arada kendi kendine de konuşmaktadır. Derken ansızın aşağıya bakıverir. İşte o an olanlar olur ve bildiğimiz ½ gt2 prensibi işe karışır...

http://www.meteor.gov.tr/
Havaların son durumu hakkında her kafadan farklı bir ses çıkıyor. Herkes başımıza meteorolog kesildi bu günlerde. Bilgiyi en doğru kanaldan; yani kaynağından almak isteyenlerin başvurabileceği en güvenilir kaynak.

akin@kahveciyiz.biz

Yukarı

http://kmarsiv.com/sayilar/20040213.asp
ISSN: 1303-8923
13 Şubat 2004 - ©2002/04-kmarsiv.com
istanbullife.com
Kahve Molası MS Internet Explorer 4.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri