KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?

 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Kütüphane
 Kahverengi Sayfalar
 FİNCAN/SİPARİŞ
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)


PDF Versiyonu





Kahveci Soruyor?



KAHVERENGİ SAYFALAR



KAPI KOMŞULARIMIZ

Üç Nokta Anlam Platformu


Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 447

 24 Şubat 2004 - Fincanın İçindekiler

 Editör'den : Bir delinin hatıra defteri!..


Merhabalar,

Delinin biri kuyuya bir taş atmış cümle akıllı çıkaramış. Burada deli ben akıllı sizler oluyorsunuz benim canlarım. Sevgili iktidarım büyükşehir belediye başkanlarını açıklamış, edilecek tonla laf var ama ben onu bir kenara bırakıp saçma sapan bir konuda konuşmak zorundayım. Saçma sapan diyorum çünkü aradan 2 yıl geçtiği halde ben hala Kahve Molası anlatmalıyım ve bu bana saçma geliyor. 'Ainesi iştir kişinin lafa bakılmaz' demiş atalarımız ne de güzel demişler. Ben konuşmak yerine iş yapmayı seviyorum. O zaman siz de benim yaptıklarımla ilgilenin söylediklerimle değil... dermişimmm:-)) Yapılanlar ortada olup gene de yanlış anlamalar varsa söylenenlerin de önemi vardır tabi canım. Onun için siz beni az dinleyin hele...

KM bugün 447.sayısına ulaştı. 2 yıldır hemen hergün durdurak bilmeden üretmeye çalışıyorum. Ama ne ürettiğimi anlamamakta ısrarcı olan pekçok arkadaşımın olduğunu da üzüntüyle izliyorum. Herşeyden önce KM bir web sitesi olmanın ötesinde bir e-gazete. Dolayısıyla karşılaştırılabileceği bir rakibi yok. Rakipsizliği sadece gazete olmasından değil, düzenli ve sürekli olmasından da kaynaklanıyor. Çizgisinin değişmemesi, itilip kakılmasına rağmen sağa sola sapmaması birer artı puan. Ancak en büyük özelliği, yaptığı işten gurur duyan, sonuçtan ziyadesiyle memnun olan, kendini bu konuda rakipsiz belleyen bir megaloman editörünün olması. Dediğim dedik çaldığım düdük diyerek asan kesen, yazarları maymuna çeviren bir editör. Hem de sade editör değil aynı zamanda KM'nin sahibi, müdürü ve de amelesi. Kendince geliştirdiği(!?) demokrasi anlayışını, yarı şeffaf kurallarla uygulamaya çalışan bir garip adam. Yaaa...

Başlarda sipariş üzerine rica minnet yazdırdığım yazılardan bugün günde ortalama 10-15 yazının biriktiği bir rahatlığa ulaştım. Artık seçme, eleme, öpüp, koklama gibi melekelerimi kullanma şansını bulabiliyorum. Gelen yazıların artması yanında nitelik olarakta tatminkar olması ayrı bir sevinç konusu. Ancak günde en fazla 6-7 adet yazıyı değerlendirebildiğimden, günün anlam ve önemine binaen türlü ebatta elek kullanabiliyorum. Bu da haklı haksız bazı dostları rahatsız ediyor farkındayım. Ama napalım işin kuralı bu.

Yukarıda dediklerimden arda kalan ise şu an okumakta olduğunuz KM. İçeriğini sağlayan yazarları, konu çeşitliliği, sitedeki interaktif ortamları ile olabildiğince açık bir sanal ortam. Gelelim yazının başındaki delinin ettiğine. Bir yazısında yorumlara cevap vermekten kaçındığını belirtmiş ama bu durumdan rahatsız olanlara özel olarak cevap verebileceğini söylemişti deli. Bazı akıllılar ise maden bulmuş gibi sevinmiş, 'işte senin demokrasi anlayışın bu, sıkıştın mı kaçıyorsun, şeffaf olsana be adam' deyivermişti. Buluttan nem kapan bu dostlarımı anlayışla karşılayıp, ağzım onlar kadar ağdalı laf etmeyi beceremediğinden tam allaha havale edip gidecektim birden şeytan dürttü ikinci taşı atıverdim. Yazarları aslanlar gibi tanıtalım dedim, bu sefer de gizliliğe helal getirmiş oldum. Hey Allahım sen benim aklıma mukayyet ol. Gördünüz mü? Deli saçması bir yazı oldu. Şimdi siz bunu bırakın aşağıdaki yorumlara bakın. Kaç akıllı taş çıkartmaya debelenecek görün. Ama lütfen anladıklarınızı bana da anlatın ki ne dediklerini anlayabileyim.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

Cumhur Aydın

 Not Defteri : Hasan Kaya


   Çocuklar Suçluyuz

Aşağıda okuyacaklarınız, Diyarbakır 75. Yıl Çocuk ve Gençlik Merkezi'nin hazırladığı, Sokak Çocukları Rehabilitasyon Merkezi Derneği'nin yayımladığı "Düşler ve Sokak" kitabı için çocukların yazdıkları metinlerden alınmıştır...

B.S (11) 4. sınıf çöp toplayıcısı
Bazı çocuklar zengin ama bazıları fakir. Bunun nedeni bazı aileler 10-15 çocuk doğurur. Bundan dolayı bizi çalıştırmak zorunda kullanmışlardır. Biz bir gün çalışırken çocuklar benimle alay ediyorlardı. Çünkü ben çöp topluyordum. Benim de kalbim çok kırıldı. Elle çöpçülük yapmak istemiyorum dedim. Ve annem de çekirdekçilik yap dedi. Ben çekirdekçilik yapıyordum. Her gün eve geç saatte gidiyordum. Eve geç gittiğim için ödevlerime çalışamıyordum. Ve çekirdek satmaya devam ediyordum. Ama çekirdek satmayı hiç istemiyordum. Ama fakir olduğumuz için yerine getiriyordum. Bunun nedeni çok çocuk yaşıyordu. Sonra da bize bakamıyorlar. Hepimiz hasta olursak hangimize ilaç alacaklar? Okulda kitap istiyorlar. Hangimize kitap defter alacaklar? Bundan çalışmak zorunda kalıyoruz.

Baver (11) - selpak satıcısı 5. sınıf
Ben çok şanssız insanım. Bizim mali durumumuz kötü olduğu için ben çalışıyorum. Ben niye diğer çocuklar gibi bisiklete binmiyorum? Ben de diğer çocuklar gibi çalışmamak istiyorum. Rüyamda çok zengin olmuştuk. Ben çok sevinmiştim. Ama sabah olmuştu. Annem beni uyandırdığında beni selpağa gönderdi. Ben yine işe gitmeye devam ettim.

Ş.S. (10) - 4. sınıf
Babam öldüğü için bize bakacak kimse yok. Ben de çöp topluyorum 3 yıldır. Çünkü çöp toplamazsak açlıktan ölürüz. Annem bizi çöpe göndermek istemiyor. Bazen gönderirken ağlıyor ama ne yapalım? Babam olsaydı ben çöp toplamazdım. Çöp toplarken utanıyorum. Erkek çöpçüler bana laf atıyorlar terbiyesizler.

M.N. (14)
En büyük hayalim okula gitmek. Ve öğretmen olmak istiyorum. Eğer nedenini sorarsanız en sevdiğim içindir. Çünkü ben okula gidemedim ama açık ilköğretimde okumayı deneyeceğim. (...) Bir de bir ricam var. Ben özürlüyüm. Doğuştan özürlüyüm. Ayaklarımı ameliyat etmelerini istiyorum. Savaşa hayır!

A.G. (9)- ayakkabı boyacısı 3. sınıf
Ben cennete gitmek istiyorum. Orada kuşlar, kelebekler, güzel renkli çiçekler mis gibi kokuyor. Orada elma, portakal, muz, kivi, her türlü meyve yemek istiyorum. Benim bisikletim olmasını istiyorum. Güzel masallar okumak isterim. Boyacılık işini artık hiç yapmak istemiyorum. Oturup dinlenmek istiyorum. Orada güzelcene yatıp uyumak istiyorum. Kitaplar okumak istiyorum. Okulumu bitirirsem doktor olmak istiyorum. Hastaları iyi yapmak istiyorum. Dışarıda kar yağıyor üşüyorum.


Okudunuz değil mi? Peki ne düşünüyorsunuz diye sorsam bana kızarmısınız. Kızarsanız kızın bende kızıyorum. Size ve kendime. Aslında buna hakkım yok biliyorum. Ülkenin yaşadıklarından sorumlu olan ne sizsiniz ne de benim. Ama suçun birazı da bizde. Hiç kaçmaya çalışmadan itiraf ediyorum. Suçluyum... Gelin siz de kaçmayın. Çocukluğumuz sokaklarda itilip kakılıyor. Ellerimiz üşüyor. Düşlerimizde bir teneke soba yanıyor... Hep yarı tok kalktığımız sofralarda bıraktığımız ekmek kırıntıları arkamızdan ağlıyor. Üşüdüğümde, çok üşüdüğümde hep içine düştüğüm mangal gelir aklıma. İki kaşım arasında açılan derin yaradan akan sıcak kan ve kucakladığım ateşin sıcaklığı ile ısınırım. Siz yaralarınızı sevdiniz mi hiç, yaranıza basıp ayağa kalktınız mı ? Anam görüp de üzülür diye şişmemesi için acımın üstüne basarak yürüdüm falaka sonrası...

Peki siz su sattınız mı bir top sahasında, kocaman abilerin içip de parasını vermediği...
Kek sattınız mı ? "Kek taze kek" demenin ne kadar zor olduğunu bilir misiniz ? Bu üç sözcük bağazınıza düğümlenir. Avazınız çıktığı kadar bağırsanız da çıkamaz sesiniz. Evet utanır insan. Yaşıtlarında bir gözü, saklanır kendi içine. Sesiniz derine kaçar bulamazsınız. Diyarbekirli çocukları benim gibi görmeniz, benim kadar sevmeniz mümkünmü bilmiyorum. Herkes bildiğince yüreğinin büyüklüğünce sever... Size haksızlık edecek değilim. Biliyorum siz de sevdiniz o çocukları, siz de okuyunca üzüldünüz, belki de ağlamaklı oldunuz. Ve bu yüzden sizi de seviyorum. Evet seviyorum yalan değil...

Ah çocuklar, uykunuzda sayıklamalarınıza uyanıyorum. Yüreğim bir sızıya asılı kalıyor. Gözlerim doluyor. Yok, artık korkmuyorum ağladığımı ve ağlamak üzere olduğumu söylemekten. Beni göz yaşlarımla görmenizden utanıyorum. Bu da bir yiğitlik belki... Adı batsın yiğitliğin.

Çocukların düşleri var... Sizin de oldu. Benim en büyük düşüm bir beyaz ata binip rüzgarla yarışmaktı. Geceleri kabus olur sonsuza kayan bir yıldız gibi yokluğa, bir boşluğa düşerdim. Uzanan hiç bir eli tutamaz kayardım derin boşluğa. Ağlardım. Sesime uyanırdı ev. Çığlığım çarpar bana dönerdi kerpiç duvarlardan. Kapıda Polat (kopeğim) diker kulaklarını, beni duyar duymaz başlardı havlamaya...

Çocukların ağlamaklı sözleri özlemlerimi kışkırtıyor. Çocukluğuma çağırıyor beni. Birden korkuyorum. Çocukluğumun karabasanlarına dönmek istemiyorum. Korkuyorum... Çünkü; bu çocuklar sevgiye ne kadar açsa, cinayete de o kadar yakınlar... "A.G. Ben cennete gitmek istiyorum. Orada kuşlar, kelebekler, güzel renkli çiçekler mis gibi kokuyor." Aslında A.G. bir şey daha diyor. "Ölümden korkmuyorum. Ölüm kurtuluş."
Ne oldu? Tüyleriniz diken diken oldu birden. Korkuyorsunuz... Bu masum sözlerden korkuyorsunuz. Haklısınız da...

Paranoya bu diyesim geliyor. Öcülerle büyütüldük ondan. Yok yok bu çocuklar yapmaz böyle şeyler... Baksanıza ne kadar masum ve ne kadar içtenler. Ama çöp toplamak ağırlarına gidiyor. İnciniyorlar. Çaresizlik yakalarına yapışmış başka bir çıkış yolu bırakmıyor. Ölüm bile kolay bu yaşamdan. Masum gülüşler cennete saklanıyor. Korkuyorum işte... Bu sevdiğimiz, bu yüreğimizi sızlatan çocuklar, yarın öbür gün lanet yağdırdığımız "cani", "canlı bomba" olurlar diye korkuyorum... Şu Bingöllü çocukları anımsadınız değil mi ? Nede çok benziyorlar bir birlerine... Korkularımız benziyor değil mi ?

Biliyorum hiç söylemeyin, korkunuz kendiniz için değil. O bir kamyon dolusu bomba patlarken yakında olmak kaygısı hiç değil. Bir sevdiğimizi kaybetme korkusu da değil... Ama bütün bunlarda olabilir... Bu yüzden korkmak da ayıp değil.

Çocukluğumuzu yaşamadık, çocuklarımıza sahip çıkamadık.

Suçluyuz.

Yeni bir yıl yeni umutlar yeşertmeye yetecek mi bilmiyorum ama yinde yeni yılda yeni umutlar olsun. Gülen çocuklar, haksızlıkların olmadığı bir dünya ve herkesin ortak istenci olan güzel değerler güç kazansın. Acılarımız eskimiş umutlarımız yenilenmiş olsun...

Sevgilerimle....

Hasan Kaya

Yukarı

 Kahvecigillerden : Funda Güven


ÇABUK OL DA GİDELİM

Asansörden duyuluyordu telefonun sesi, bu saatte de evde kimse olmazdı ki. Israrla çalıyor ve o çaldıkça ben, kendine hayırsız bu hantal asansörün içinde telaşlanıyordum.
Bir elimde çantam diğer elimde okul kitaplarım; Anayasa Hukuku, Siyaset Bilimi vs.
Alelacele açtım kapıyı, ayakkabılarla daldım içeri, kararlıyım bu telefona bakılacak!
Elimdekileri bile bırakmadan kaptım telefonu.

Seda'nın sesi titriyordu. Yolunda gitmeyen bir şeyler vardı belli ki, kötü bir haber verecekti.
Sevgilisinden mi ayrılmıştı acaba ? Annesi ve babası boşanmaya mı karar vermişlerdi ? Ne de olsa onların boşanmaktan bahsetmeye başlamaları gündemimizin en önemli konusuydu şu sıralar. Arkadaşımızın annesi ve babası boşanmayı düşünüyordu ve Seda mutsuzdu.

Yoksa yine kendisini aldatan sersem sevgilisi yüzünden intihara teşebbüs etmiş ve hastaneden mi arıyordu bizi?

Neydi bu kızın sesini böyle titreten?

"Duymadın mı" diye sordu bana

"Neyi duymadım mı?"

"İnanmıyorum"

"Seda konuşsana ne oldu"

"Serdar kaza geçirmiş"

"Ne kazası, trafik mi?"

"Evet"

"Bir şey olmuş mu? Gerçi Serdar alışıktır kazalara, bu ilk değil, son da olmaz eminim"

"........"

"Bir şey olmuş mu" diye sordum tekrar.

Serdar'a bir şey olmadığından o kadar emindim ki, beklediğim cevap yaklaşık şöyle bir şeydi:
"Kafası yarılmış" ya da ne biliyim "Araba gitmiş ama Serdar iyi"

Ama yine de sordum bir şey olup olmadığını

"ölmüş" diyor Seda. Evet, ağzından çıkan zavallı bir sözcük "ölmüş"

"Serdar ölmüş"

Olamaz ki, olamazdı ki...ölüm de neydi?

iki gün önce birlikteydik, "kendine iyi bak" demiştim ayrılırken. Arabasındaki kaseti bana hediye etmişti o kasetteki şarkıları çok seviyorum diye. Sonra söz vermişti kendisine iyi bakacağına, söz vermişti.

Olamazdı, daha çok gençti, çok yakışıklıydı, planları vardı, henüz askere gitmemişti, anlatacak bir sürü şeyimiz vardı birbirimize ve daha fazla anı biriktirecektik ilerde anlatıp gülmek için. Bu hikayenin güzel bir sonu olmalıydı böyle yarım kalamazdı. Bu son değildi işte, bu son değildi!

Çok severdi araba kullanmayı, atlardık arabasına dolaşırdık tüm İstanbul'u. Bir kıza aşıktı, yürümemişti ilişkileri ama o hala aşıktı. Pek bahsetmezdi o konulardan, yüreği mi acıyordu ne?

Fena sarhoş olmuştum bir gece, oturmuştu yanıma eski bir şarkıyı fısıldamıştık beraber, sonra sarılmış mıydı bana ? İnşallah sarılmıştır, o geceden çok fazla bir şey kalmamış aklımda. Ama o şarkıyı söylerken sevgililerine mektup yazan iki arkadaştık sanki.

Bir film şeridi geçiyor gözlerimin önünden, öyle bir şerit varmış gerçekten de!

Seda "şaka yatım" deseydi, kızmayacaktım. Belki kızacaktım ama hemen affedecektim yemin ederim, şaka yaptığını söyleseydi yeter ki.

Elimdeki kitapların her biri ayrı bir yere saçılmış, bakınca görüyorum, ben mi fırlatmışım bunları böyle ? Telefonu da kapatmışım, hatırlamıyorum!

Beynim durdu o anda, boyut değiştirdim, anlamıyor, algılayamıyor, korkuyor, titriyor, ağlayamıyordum.

Duvarları yumruklamaktan ellerim kızarmış, boğazımda korkunç bir acı, yutkunamıyorum, yüreğime bir şeyler batıyor, bir acı var içimde. Elbette acıyor her yanım, elbette artık hiçbir şeyin değeri yok, elbette artık ne olursa olsun!

Ben böyle bir çaresizlik görmedim ki o güne kadar!

Karanlıktan korkuyorum, uyumaktan korkuyorum, yalnızlıktan korkuyorum artık. Korka korka bakıyorum ki zaman çabuk geçmiş ama hiç geçmemiş.

Ve çabuk geçen ama hiç geçmeyen günlerin sonunda aklımda kalan manzara Seda'nın tabutun üzerinde elini gezdirerek "geri dön" diye fısıldaması.

"İki gün önce birlikteydik" dedim Seda'ya

Sadece iki gün...En son Mustafa Sandal mı dinlemiştik arabasında, Bahçelievler'den Kadıköy'e geçerken? Hatırlayamıyorum ama çok dinlerdik o şarkıyı:

Çabuk ol da gidelim
Dökülen yaprakları dikelim
Kış olur ben üşürüm
Durmam buralarda


Garip !

Bir masal değil, bir rüya gibi....İkisi birbirinden tamamen farklıymış meğerse. Oysa güzel geçen bir tatilin ardından "masal gibiydi" de derdim "rüya gibiydi" de...
Şimdi tamamen farklı bu iki kavramın anlatmaya çalıştıkları. Bu rüyaydı, bu istem dışıydı, bu başka bir şeydi. Bu en kötü rüyalarımda daha kötüydü, o güne kadar "kötü" bildiklerime haksızlık etmişim meğerse, o kadar da kötü değilmiş patronunla tartışmak, o kadar da kötü değilmiş sevgiliden ayrılmak!

Uzun sürüyor alışmak böyle bir acıya, zaman gerekiyor, çok zaman gerekiyor. Sonra çaresiz bir razı oluş ve yeni başlangıçlar yaratmak için bir mücadele başlıyor. Zaman ilaç oluyor derler ya, oluyor ama yaralar yok olmuyor, sadece kabuk bağlıyor.

Ve şimdi arada bir aklıma geliyor Serdar'ın güzel siyah gözleri, Seda'nın "geri dön" diyen sesi.

Ama durup dururken kendimi hep o şarkıyı söylerken buluyorum:

Çabuk ol da gidelim
Dökülen yaprakları dikelim
Kış olur ben üşürüm
Durmam buralarda

Yara kabuk bağlasa da sanırım içten içe kanıyor...

Funda Güven

Yukarı

 PASTORAL EFEMER : Zeki Yıldırım


ÜREME

"Üreme" başlığı, beyaz önlüğü ve elinde renkli tebeşirlerle derse gelmiş biyoloji öğretmeninin işleyeceği konu ile ilgili tahtaya yazdığı o günkü konu başlığı gibi gözükse de; birazcık farklı yönlerini de irdeleme amaçlıdır.

Üreme; iki farklı cinsiyet arasında gerçekleşen ve kendine özgü etkinlikleri olan hormonal yükseltgenmedir. Bütün bu etkinliklerin amacı, birer kromozom takımı içeren üreme hücrelerinin (sperma ve yumurta) yeni bir canlının kalıtsal temellerini atmak üzere kromozomların yan yana gelerek birleştirilmesidir. Okuduğum kadarıyla sadece yunuslar ve insanlar için bu etkinliklerden sürekli zevk alabilmektedirler. Peki bu etkinliklerden zevk almayan canlılar için durum ne şekildedir. Onlar için üreme bütünüyle iç güdüsel bir yönelim veya zorunlu bir görev midir ?

Bir arkadaşımın çok sevimli bir dişi Van kedisi vardı. Bebek iken almışlardı ve çok özenli şekilde yetiştirmiş ve iyi eğitilmişlerdi (!!! ). Burada hangi tür olursa olsun eğitilmiş ya da evcilleştirilmiş olan bütün hayvanların aslında ruh hastası olduklarına inandığımı belirtmek isterim. Çünkü hangi canlının genlerinde bir ömür boyu ahır denen karanlık ve pis bir yerde bir ömür kırlardan uzak, sabah akşam bağlı bir durumda habire sütünü kendi cinsinden olamayan birine vermeye dair bir bilgi vardır. Ya da bir tabak artık yiyecek için bir kapını önünde bir ömür bağlı kalmak hangi doğal kapsamında görülebilir. Bu yazımı kafesinin içinde aslında cinnet geçiren ve bu cinnet davranışları sempatik bulunan ve alkışlanan muhabbet kuşlarına adamak isterdim. Muhabbet kuşlarına, ne kadar güzel isimlendirilmişler.

Artık erginleşen genç bayan, başlayan kış ayları ile birlikte garip davranışlar göstermeye başlamıştı. Kış mevsiminin sonuna doğru, bu değişimin üreme kaynaklı olduğu anlamıştık; çünkü huysuzlaşma gecenin ilerleyen saatlerinde dışarıdan gelen kedi sesleriyle daha belirginleşiyordu. Ama, arkadaşım kedisinin rasgele bir sokak kedisi ile çiftleşmesini istemiyordu, bu amaçla aynı alttürden bir partner arıyordu. Bütün bu arayışlar bir gecenin sabahında bitmişti. Çünkü kedi o gece bir yolunu bulup hafifçe açık gelen mutfak balkonundan aşağı atlamıştı, hem de DÖRDÜNCÜ kattan. Sabah arkadaşım onu bulduğunda bacaklarında büyük oranda kırılmalar oluşmuştu. Daha sonra o gecenin kırılmalara yol açan felaket anları olmaktan öte gelişmeleri de yaşattığını anlamıştık. Uzun süre tedavi sonuna doğru veteriner kedinin hamile olduğunu müjdelemişti.

Bahar ve yaz aylarında erkek eşeklerin müthiş serenatları hepimizin kulaklarındadır. Ömür boyu % 70 oranında tek eşlilik sergileyen kuşlar ailesinde, çok ilginç üreme davranışlarından bazılarına tanık olmuşuzdur (tek eşlilik memelilerde % 30 civarındadır). Aşağı organizasyonlu canlılarda da çok ilginç üreme davranışları gözlenebilir. Bir örnek olması açısından daha öncede haklarında yazdığım örümceklerden söz edeyim. Erkeğinden oldukça büyük vücutlu olan dişi örümcek, büyük bir ustalıkla ördüğü yuvasına gelen her canlıyı kolayca tuzağına düşürmekte ve büyük bir iştahla yemektedir. Hatta bu menüsü içine kendi erkeğini de dahil edebilmektedir. Bunu bilen erkek, çiftleşmeye giderken, mutlaka uyuşturulmuş büyük bir böceği beraberinde götürmektedir. Dişi bu böceği yerken, erkek çiftleşmeyi tamamlamaya çalışır. Eğer dişi besin böceğini erken bitirirse, başka dünyalarda ve gözlerini içerisinde konsantrik çizgiler oluşmuş erkeğini yemekten geri durmamaktadır. Ne kadar trajik bir son, üstelik bunu bile bile gitmek ne dayanılmaz bir iç güdüdür. Peki deniz somonlarının yumurta bırakmak üzere, ilk üredikleri yere dönme uğruna kilometrelerce akarsuların tersine yüzmeleri ve bu uğurda çoğunun yaşamını kaybetmesine ne demeli. Meksika'nın Sargosa Körfezi'nden Alara Çayı'na gelen yılan balığı yavruları da inanılmaz örneklerdir elbet. Paragrafı sazan balıkları ile sonlayalım. Daha önce bir dostuma yaptığım yorumda sazanlara değineceğimi yazmıştım. Sazan son yıllarda balıktan öte, her şeye kolayca atlayan ve aptallığı simgeleyen insanlar için kullanılmaya başladı. Balık olarak sazan omnivor beslenmesine uygun davranışları yanında, üreme dönemlerindeki aşırı yumurta depolaması ve bunları uygun ortamlara bırakabilme çabaları anındaki zayıflığı nedeniyle adeta aptallaşmaktadır. Üreme periyoduna giren bütün canlılarda buna benzer davranışlar görebiliriz.

Üremede biz insanoğlu için ilginç sayılabilecek bir genelleme ise hayvanlarda çok yaygın olarak görülmektedir. İnsanların aksine hayvanlarda partner seçici cinsiyet dişilerdir, seçilen ise erkekler. Bu nedenle erkeler hep göz alıcı, canlı, parlak renkleri taşırlar. Hep süslenirler, seçilmeyi beklerler. Bir izleyin serçelerin dişisi sade bir grilik sergilerken, erkeği gerdan kısmına doğru farklı renkte desenler taşır. Erkek aslanın yeleleri de anolog bir karakterdir. Denilebilir ki aynı tür bireylerde renkli olanlar, süslü olanlar ve seçilmeyi bekleyen erkeklerdir. Bu nedenle hayvanlar aleminde renkli, süslü abartılı göreceğiniz her örneğin cinsiyetini hiç duraksamadan erkek olarak tanımlayabilirsiniz. Renklerden açılmışken hayvanlar aleminde de bazı renkler, özellikle kırmızı zehirliliği ifade etmekle birlikte, asıl çekiciliği, daveti, üremeye hazır oluşu ifade eder. Bazı maymun türlerinde, üreme aşamasına gelmiş dişilerin popolarında kırmızı bölgeler oluşmaktadır. Genç dişi maymunlar, kırmızılarını göstererek erkekleri baştan çıkarmakta, onları da üremeye hazır hale getirmektedirler. Sevgili hocam Ali Demirsoy bu davranışla, genç bayanlarda görülen kırmızı ağırlıklı makyaj alışkanlığını paralel davranışlar olarak yorumlamaktadır. Peki eşine uyuşturulmuş böcek götüren zavallı erkek örümcek ile, sevdiği bayana çiçek götüren insan erkeğin davranışları ne kadar benzerlik taşır ? Belki bu tür davranış paralelliğini rekaputülasyonist bir eğilim olarak değerlendirebiliriz. Yaşamda üreme ve üreme etkinlikleri ile ilgili olarak üç dikencik balığının inanılmaz üreme danslarından, kedigillerin eş seçimine, yunusların bağlılığına çok farklı ve ilginç örnekleri sıralamak mümkündür.

Üremenin mantığı nedir, neden canlılar bir çok güçlükler çekmesine rağmen, bazen yaşamlarını ortaya koymalarını gerektirdiği halde önlemez bir şekilde üreme etkinliğini göstermektedir. Ben bu soruyu insanlar için sorup yanıtlamayacağım. Çünkü KM'mizde bir çok hekim arkadaş var, insan için bu soruları çok daha yetkin bir şekilde cevaplayabilirler. Ben daha çok aşağı organizasyonlu hayvanlar ve bir hücreliler için yanıtlamaya çalışacağım. Bir hücre, örneğin vücudumuzdaki bir hücre, ya da bir hücreli canlı niçin ürer; üremesini hangi etken zorunlu kılar ? Yapılan çalışmalarda görülmüştür ki; hücre bölünmeler arası dönemde müthiş bir yapım ve biriktirme faaliyetleri içerisindedir. Bu yüksek tempolu çalışmalarda hücre içeri R3 oranında büyüme ve artış gösterirken, onu çevreleyen yapılar ancak R2 oranında bir artışa sahiptir. Bu eşitsiz büyüme sonundan ikiye bölünme yani üreme oluşmaktadır. Bir anlamda üreme gelişmenin ulaşabildiği bir son olarak ortaya çıkmakta ve üremeye zorunluluk getirmektedir. Çünkü hücre bölünmezse ölecektir. Bu varsayıma kanıt olarak, sürekli hücre içeriğinden madde çekilerek üremesi geciktirilen hücreler gösterilebilir. Bir hücreli canlılarda aynı durum ve mantık izlenebilir. Hemen bir üst basamakta yer alan sünger ve knidli hayvanlarda bu gelişim ile birlikte, yaşama çok hücreli olarak devam edebilmenin güçlükleri ortaya çıkmaktadır. Bu ilkel hayvanlar, yaşama çok farklı görevlere özelleşmiş çok bireyli koloniler olarak devam edebilmenin gayreti içerisindedirler. Çünkü başarılı bir yaşamın temel koşuludur koloniyi oluşturan özelleşmiş bireyler. Yeni yeni üremelerle beslenme, savunma, korunma vb. bireyler oluşmaktadır. Biraz daha yukarılarda vücut gelişmişlikle paralellik sergileyen organ ve organ sistemlerine sahiptir. Diğer aktiflikler gibi üreme de özel bir sistem ve organlarınca sürdürülmektedir. Bu hayvanlarda üreme hücrelerini veren bölümlerin hücrelerinde bu tip bir özelleşmesi, aynı paralel gelişme içerisinde yorumlanabilir. Buna benzer bir gelişmeyi insanlarda da görüyoruz. Örneğin bir erkek çocuk dünyaya geldiği andan itibaren sekonder eşey karakterleri ile birlikte sperma oluşturacak hücrelerin artışı görülmektedir. Her gün sayısız oluşan bölünmeler yaklaşık 12-13 yıl sürmektedir. Belirli bir sayıya ulaşan ve gelişen hücreler artık, mayotik bir bölünmeyle spermleri oluşturmaktadırlar. Kız çocuklarında ise mayotik bölünme başlar ama sonuçlanamaz, ta ki diğer bütün eşeysel karakterlerin oluşup yumurtanın işlevselliğine destek olur hale gelinceye kadar. Bu da 12-13 yıllık bir hazırlığı gerektirmektedir. Salyangozlardan, deniz yıldızlarına, kuşlardan balıklara kadar, memelilere kadar benzer gelişme ve mantığı görmek olasıdır. Tabi ki ilginç farklılık ve ayrıntılar sürer bu gelişim. Bir iki küçük örnek verelim. Örneğin neredeyse vücudunun 1/3 ini oluşturan eril ve dişil üreme sistemine sahip olan salyangozlarda (ekstrem olarak vücudunu 43 katı uzunlukta) üreme öncesi görülen ön yaklaşık yarım saatlik ön hazırlık, üremenin ciddiyetini göstermektedir. Ayrıca üreme etkinliklerinin bir döneminde partnerlerde var olan keratin ağırlıklı çok sert bir yapı, sevgi oklarını bir birlerine acı verecek şekilde saptamaları, insanlarda görülen sapmalarla karşılaştırılmayacak kadar masum ve etkinliğin tamamlayıcı bir parçasıdırlar.

En son olarak ta birazcık üremenin sonrasına bakalım. Üreme tüm canlıların bu yaşamda var olmasını sağlayan zorunluluklarıdır. Bu bağlamda biyolojik olarak üreme yeteneği canlı kabul edilme koşuludur. Görüyoruz ki üreme yetenekleri yaşamın sınırlarını oluşturmaktadır. Çünkü bütün sistemler bu etkinlikleri destekler konumdadırlar. Bu nedenle bir çok canlıda üreme yeteneklerinin kaybolmasıyla yaşama veda etme art arda görülmektedir. Bırakın aşağı organizasyonlu canlıları en gelişmiş üst hayvanlarda bile benzer durumlar izlenebilir. Örneğin üreme kabiliyetini bitirmiş aslan, gücünü ve hızını dolayısıyla avlanma yetenekleri kaybeder. Bir sırtlana yem olmasa bile, besinsizlik aslanın yolunu çabucak tüketir. Bir antilop için de durum farklı değildir. Üreme hormonlarının iflas ettiği antilop kısa bir sürede avcının nefesini şah damarında hisseder. Bu konuda bir ayrıcalık insanlarda görülmektedir. İnsan oğlu kurduğu medeniyeti ile, üreme gücünü yitirmesinden sonra çok daha uzun bir süre yaşamaktadır. Gerçi bu duruma ne kadar yaşanılıyor denilir tartışılır ama hala diğer vücut fonksiyonları devam edebilmektedir. Bu nedenle üremeyi, aslında canlılığın en temel öğesi ve koşuludur diye kabul edebiliriz.

Üreme ile pozitif ilgisi olmamasına rağmen, insana ait bir davranışı yazmadan geçemeyecegim. O davranış tecavüzdür. Bu igrenç ve canlı ötesi davranış ne yazık ki ve ne büyük utanç ki, sadece insanoğluna ait bir özelliktir. İnsan dışında, yaşamın hiçbir yerinde, hiçbir basamağında ve hiçbir şekilde tecavüze rastlanmaz. Bu kısıma uygun olarak sevgili arkadaşım Seda Demirel'in KM'de 22 Ocak 2004 tarihine yayınlanan HAMAL isimli yazısını örnek olarak koyarak sonluyorum.

Zeki Yıldırım
zekiyildirim@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Kahvecigillerden: Ayfer Arman


ÇOCUKLAR AÇ KALMASIN

Çocuklar onu bulduğunda, oturma odasındaki sedirin üzerindeydi ve gözleri sabit bir noktaya takılı, kendi kendine mırıldanıyordu.

-Gitti işte, gitti.. Tamamen terk etti bizi.

Korkuyla birbirlerine baktı çocuklar. Okul çantaları ellerinde öylece kalakaldılar odanın kapısında. Sonra ağlamaya başladı küçük kız. Boğuk bir sesle; -Anne!.. diye seslendi.
Kadın ağır bir uykudan uyanır gibi silkindi. Yavaşça başını çevirip boş gözlerle bir süre baktı onlara. Sonra sanki hiç bir şey olmamış gibi neşeyle seslendi.

-Ah canlarım siz mi geldiniz? Ne duruyorsunuz orada? Gelin, hava soğuk üşümüşsünüzdür.
Sonra yanmayan sobayı işaret edip başıyla; -Hadi oturun çevresine ısının, ben de yemek hazırlayayım size, acıkmışsınızdır. Kadın yerinden kalkarken, iki kardeş şaşkın oturdular sobanın yanına.

Bir kaç takırtı geldi mutfaktan ve az sonra döndü kadın elinde kocaman bir tencereyle. Çocuklar umutla baktı tencereye, boştu... Konuşmaya başladı kadın yeniden; -Ne zamandır istiyordunuz, bakın et yaptım size. İki kardeş öylece baktılar birbirlerine, hareketsiz kaldılar. Ne yapacaklarını bilemediler. Bu kez sertçe konuştu kadın; -Başlayın dedim size, yesenize!..diye bağırdı.

Ağlamaya başladı çocuklar. Korkuyla birleşen açlık ve soğuk iliklerine kadar titretti onları. Oldukları yerde daha bir küçüldüler.

Kadının sesi birden yumuşadı;
-Ah!.. Ekmek yok diye mi yemiyorsunuz? Bilerek getirmedim ekmeği çocuklar.
Etle doyurun karnınızı, ekmekle doyurmayın diye.

Bir kahkaha attı kadın. Ağlamakla gülmek arası, iç acıtan bir kahkaha.
Birbirlerine sokuldu çocuklar. Israrla gözlerini - küçüklüklerinden daha da küçülmüş - çocukların üstüne dikip; -Çok sıcak oldu oda, çok yakmışım değil mi sobayı? diyerek cevap bekledi onlardan. Kız korkuyla başını salladı, oğlan sustu..

Gülümsedi anneleri devam etti konuşmaya; -Bu gün çok para verdi babanız, hem odun da almış gelirken. Bir de söz verdi, artık dövmeyecek bizi. Mutlu oldunuz değil mi?

Ani bir hareketle kalktı ve camı açtı sonuna kadar. Açılan camdan kar taneleri doluşmaya başladı odaya. Ürperdi çocuklar. Yüksek sesle konuşmaya devam etti anneleri. Ama bu kez daha da sert bir tavırla; -Üstünüze bir şey giymeden gidiyorsunuz okula. Kalın paltolarınızı giyin yarın, botlarınızı da geçirin ayaklarınıza.
Neden giymeden gidiyorsunuz?
Gören de bir şeyiniz yok sanacak...
Tekrar yumuşadı sesi:
-Siz soğukta titreşerek giderken okula, üzülüyorum canlarım.
İki kardeş birbirlerine bakıp olmayan palto ve botları düşündüler.
Özlemle... Acele hareketlerle camı kapattı kadın. Büyük bir hızla gelip çocukların önünden tencereyi aldı.
-Doydunuz değil mi? Oh!.. Afiyet olsun canlarım benim. Şimdi siz sıcacık odada oturup derslerinizi yapın tamam mı? Ben de pazara gidip yarın için bir şeyler alayım.
Tam odadan çıkarken geri döndü, sevgiyle bakıp yavrularına göz kırptı.
-Unuttum sanmayın ha, muz ve çok sevdiğiniz pastayı da alacağım gelirken, diyerek çıktı odadan.

Soğuk odada saatlerce bekledi iki kardeş.Suskunlardı. Gelmeyecek muzu ve pastayı düşünüyorlardı. Dahası; gelip gelmeyeceğini bilemedikleri annelerini.

Ertesi gün gazeteler, bir kadının soğukta kahkahalar atarken bulunup, hastaneye yatırıldığını yazıyordu. Kadının götürülürken söylediği son sözleri manşet oldu gazetelere...

Büyük puntolarla;
" ÇOCUKLAR AÇ KALMASIN, DOYURUN ONLARI!..."

Ayfer Arman

Yukarı

 Ras'ca : Rıza Topçu


LEBLEBİ TOZU

Şirin, küçük bir kasabada orta ikinci sınıfa gidiyordum. Dersler mükemmel. Ailenin küçük çocuğu olma şansım yanında, ağabeylerimin baskısı da gözardı edilecek cinsden değildi. Birinci yarıyıl sonunda matematik öğretmenimizi salya sümüklerle emekli etmiştik. İkinci dönem yeni gelen matematik öğretmenimiz Türkan Şoray'ın gençliği gibiydi. Sınıfta herkes hayran olmuştu. Benim hayranlığım ise kalp atış ritmimin değişmesine neden oluyordu. Nedenini anlayamıyordum; ilk defa böyle bir bozukluk yaşıyordum. Her gün matematik dersi olmasını istiyordum. Dersde tüm erkeklerin olduğu gibi benimde parmağım hep havadaydı. Parmağımın yetmeyeceğini düşünerek bazen cetvel de kullanıyordum. İçimde gündüz ve geceler karışmıştı. Her köşede karşılaşabilirmişiz gibi köşeleri temkinli dönüyordum. Onun için kasabanın tüm sokaklarını temizlemeyi, geçtiği yoldaki çöp bidonlarının kötü koku salmasını engellemek için belediyeye dilekçeler vermeyi düşünüyordum. Sıra arkadaşım Murat'ında aynı duygular yaşadığını anlayınca, onunla kalem almayı, tost ısmarlamayı ve oturduğu sıraya raptiye koymayı kesmiştim. Öğretmenim hakkında bir tek ben düşünebilirdim, başkasının düşünmesi bana karşı yapılmış bir ayaklanmaydı.

Cuma günü okul çıkışı öğretmenimiz, beni ve Murat'ı yanına çağırarak "Çocuklar yarın işiniz yoksa bize gelir misiniz?" dedi. Alt çenemizi aşağıya indirip ağzımızdan evet kelimesi çıkamadı. Kafa sallayarak onayladık. Öğretmen gidince Murat'la ters ters bakıştık. Yarın Murat'ı orada görmemek için kalbimdeki temiz düşünceleri hain planlara bırakmıştım. Elimdeki 29 adet bilyeyi (bir tanesi baş atışı için koçlukdu, o da dahil!), 54 adet Dandy sakızlarının verdiği üzerinde böcek ve hayvan resimleri olan kartları ve o anda üzerimdeki 2 doları Murat'a teklif ettim. Kabul etmedi. Sanırım kan davası bu gibi durumlarda başlıyordu. İlk defa fark ettim cuma gecelerinin bu kadar uzun olduğunu. Sağa sola dönmekten çarşafım pamuklaşmıştı. Tatil gününe erken başlamak ne güzelmiş. Uykusuzluğa rağmen gözlerim takma göz gibi kocamandı. Anneme binbir dereden su getirerek bayramlık pantolonumu ve gömleğimi ütülettim. Beş yaş büyük olan ağabeymin harçlıklarıyla aldığı, özel günlerde damla damla kullandığı Rebul losyonu musluktan akarcasına kullandım. Akşam yiyeceğim dayak, öğretmenime feda olsundu.

Cumartesi günleri zaman ne kadar yavaşlıyormuş... Saçımı sağdan sola, soldan sağa, önden arkaya her türlü taradım, sonunda ortadan iki yana ayırmanın ve tükürükle ıslatarak perçem yapmanın, beni daha büyük gösterdiğine karar verdim. Sokağın köşesine gittiğimde Murat hala saçlarıyla oynuyordu. O da çok şık giyinmişti. Ama Murat'ın benim yanımda hiç şansı olamazdı. 2-D deki Adviye, Murat'ta ne buluyorsa anlamadım ya. Zaten Adviye de çirkin kara-kuru bir şeydi... Öğretmenin 4.kattaki daire kapısına beraber çıktık, zile bastık. Karşımıza günlük ev kıyafetleri ile çıkmıştı. O da biz de karşılıklı şaşırdık. Yüzünde tatlı bir gülümseme belirdi; "çocuklar bu ne şıklık kıyamam size" dedi. Murat'la karşılıklı birbirimize trene bakar gibi bakıyorduk. Öğretmen "çocuklar apartmanın girişinde odunları gördünüz değil mi? Onları balkona taşıttıracaktım. Mahmut ağabeyinizin beli ağrıyor; taşıyamadı. Ama sizinde kıyafetleriniz berbat olacak, isterseniz kalsın" dedi. Enseden terlemek ne kadar da kolaymış. "Taşırız ne demek, kıyafet önemli değil" dedik ve koşar adımlarla aşağı inip kırılmış odunları balkona taşımaya başladık. Biz balkona taşıyorduk, canım öğretmenim de tebeşir tutan elleriyle kaba saba odunları diziyordu. Merdivenleri koşarak iniyor, ikişe ikişer çıkıyordum. Böylece Murat'tan daha çok sefer yaparak, öğretmenimi daha fazla görebiliyordum. Balkona odunları koyarken ağırdan alıyordum, ne kadar yavaş davranırsam öğretmenimi o kadar uzun gördüğümden kendimi şanslı hissediyordum. Murat işi bilmiyordu tabiki, odunları hemen döküyor ve iniyordu. Ben açığı merdivenlerı hızla inerek kapatıyordum.

Terlemişdik ama odunlar da bitmişti. Üstümün batması, ağabeyimden yiyeceğim dayak hiç aklıma gelmiyordu. Önemli olan bu anı yaşamaktı. Öğretmenim bize depozitolu cam şişede (o zamanki tek lüks içeceğimiz) Uludağ gazoz ikram etti. İçeride için teklifini üstümüz talaş tozu olduğundan istemiye istemiye redettik. "Aşağıda içeriz" diyerek veda ettik. Murat'la apartman girişinde merdivenlere oturduk, gazozu yudum yudum içerek bitirdik. Ee boş şişeyi ne yapacaktık? Murat; "Oğlum şişeleri Bakkal Ziya amcaya verip, leblebi tozu alalım" dedi. İade 1 şişeye ufak naylon pakette leblebi tozu veriliyordu. Ben "Olmaz ayıp olur, sevgimi leblebi tozuna değişmem" dedim. Şişeleri öğretmenimin kapısına koyarken, "bir şişeyi koyalım, diğeriyle de leblebi tozu alırız. Öğretmene de bir tanesi kırıldı deriz" dedim. Murat fikrimi onaylayınca bir tanesini kapının önüne bıraktık ve bakkalın yolunu tuttuk. Leblebi tozunu Murat'ın yüzüne üfleyince tüm yorgunluğum ve kinim gitmişti.

Şimdi Murat savcı, ben mimar. Doğum günlerimizde biribirimize leblebi tozu gönderiyoruz. Ne zaman telefonlaşsak "Olm leblebi tozuna sattın aşkını" diye şakalaşıyoruz...

Rıza Topçu

Yukarı

 Kahvecigillerden : Seda Esen


Selma, Çiğdem, LaL ve ben

Selma aradı dün; "görüşelim" diyor. Yine derdini anlatıp rahatlayacaktır. Karşısındakini hiç dinlemeden anlatacak. Ve sadece kendini temize çıkartarak... Aslında dördümüz içinde en cesaretlisi ve zekisi o. Cesaret yerine kimseyi takmama durumu demeliyim aslında. Gerçek dostu yok, gerçek bir işi yok. Ailesi bile yok sayılır. Bütün bu yokluklar mı onu böyle keskin yaptı acaba? Insanları kullanmayı iyi biliyor. Gerçekten ihtiyacım olduğunda yanımda olacak mı bilmiyorum. Çünkü zayıflıklarımı gösterecek kadar güvenmiyorum ona. Kışkırtıcı bir tarzı var. Baskın bir karekter. Uysal kediye dönüştüğü zamanlarda mutlaka istediği birşey vardır. Selma için aşkta ve savaşta herşey mubah. Ve hayat onun için hem aşk hem savaş. Evli bir erkekle beraber. Normalde ona destek olabilirdim. Hangi erkek ve baba diğer kadın için eşinden boşanır ki? Kaçı dürüst? Gecelik ilişkilerini bir yatakta bırakıp evlerine dönemezler mi hepsi. Lafa gelince aşıktırlar, severler. Ama babadırlar, boşanırlarsa çocuk n'olucaktır, bunca yıllık eşleri kahırlarını çekmiştir vs... Sen çektiğin acıyla kalakalırsın ya. Selma bu durumu tersine çevirebilen kadınlardan. Acımam ona. Adamın hayatına girdi. Şimdi ise tırnaklarını çıkartacağı zamanı bekliyor. Bir gün Beyoğlu'nda karşılaştığımızda yanındaydı adam. Üçümüz bir cafede oturup çay içmiştik. Tanıdığım kadarı ile melek gibi bir erkek. Büyük bir firmada yönetici; işinde çok iyiymiş. Piyasanın kurdu derler ya öyle işte. Karısını da görmüştüm; hoş kadın. Çocukları var. Ama adam Selma'yla. Oysa herşey bittiğinde yani Selma istediğini alıp gittiğinde, bir enkaz kalacağını tahmin etmek hiç de zor değil. Sahip olduklarıyla büyüyen bir kadın. Sahip olduğunda tüm hevesinin geçmesi tek kusuru belki de. Bazen bir kaplana benzetiyorum Selma'yı. Yaşamak için öldürmesi gerek. Çok vahşice ama doğal. Sevgililerini yok etmezse hayatta kalamaz...

Çiğdem ortalarda görünmüyor ne zamandır. O nasıl oldu acaba? Ümitsiz aşık, kronik aşık, deli aşık Çiğdem. Kendi ve aşkı arasında kalanlardan biri. Adam maço, kıskanç, aşırı sahiplenici. Geçen günkü tartışma neydi öyle. Saçma sapan bir kıskançlık yüzünden canına okudular birbirlerinin. Sevgisinden yapıyor adam. Ama bu yaşına kadar başının çaresine tek başına bakmış olan Çiğdem bunu baskı olarak algılıyor. Böyle birbirlerini hırpalıyorlar, ilişkiyi zedeliyorlar. Sevdiğimiz insanı değiştirmeye çalışmak ne büyük bir hata. Benim de çoğunlukla düştüğüm bir yanlış. Bir sıyrılsak şu korkularımızdan. Sevdiği adamın düşkünlüğü ürkütüyor Çiğdem'i. Özgürlüğünün elinden alınıcağını düşünüyor büyük ihtimal. Her sevdanın vahşi yanı; sahiplenmek. Halbuki ait olmak var. Çiğdem bunu istiyor; herşeyiyle erkeğine ait olsun. Adam azıcık güvense sevdasına sorun kalmayacak. Kısır döngü bu. Adam kaybedeceğini düşünerek üstüne düşüyor Çiğdem'in. Çiğdem bunalıp uzaklaşıyor. Ne olucak bu ilişkinin sonu? Büyük ihtimal korktukları başlarına gelecek; kaybedecekler. Ah büyük yürekli, çocuk kadın Çiğdem. Hem sevip hem yitiren dikbaşlı hatun. Bu gidişle elinde sadece sevdan kalacak. Sevdana yüz arayıp duracaksın sonunda...

Lal'le de konuşmalıyım... Kadın kendi sorunuyla uğraşırken "niye beni aramıyosun?" diye kapris yapmanın anlamı yok. Kolay değil onun da işi. Bütün kurallara, dış öğretilere karşı çıkıp içine dönmek. Hayatına sahip çıkmak için insanlarla savaş veriyor. Saygı duyuyorum. Keşke ben de yapabilsem. Lal... O tüm dünyayı karşısına alabilir. Acı çekiyor ve çekecek de. Ama asıl önemlisi dayanacak ve karşı koyacak gücü var. Akışına bırakmadan kendini bir şeyler için uğraşıyor. Ne tuhaf... Oysa aramızda tek düzgün yaşamı olan o. Seven bir eşi var, ilgili bir annesi... Maddi olarak da rahat; evi, arabası, işi... Dışardan bakıldığında düzenli bir hayat yani. Belki de bu yüzden bu denli etkileniyor duygularından. Geçen gün "bir kadın kendi başına soyunabilir mi?" diye sordu bana. Aslında ne kastettiğini biliyordum ama birden dilim tutuldu. Herkes ona aklını kaçırmış gibi bakıyor. İnsanlar için değil kendi için oysa bu arınma isteği. Formalite, görev, evliliğin gereği olarak sevişiyor eşiyle. Adam bir farkına varabilse. Ama erkekler tümden kaybetmeden düşünmezler ki elindekileri. Geçen gün "arabanı değiştireyim" demiş adam. İşte bu kadar. Maddi imkanları sağlıyor. Evde herşey yolunda; ütüler yapılıyor, yemek hazırlanıyor vs. Ah bu erkekler. Oysa Lal soyunmak istiyor tüm bunlardan. Yeni bir araba yerine sadece sarılıp uyumak ya da konuşmak istiyor. Mistik Lal. Adıyla yaşıyan Lal...

Ben de yani... Durdum durdum tam zamanında delilendim yine. Dostluklarımıza laf yok da, hepmizin kendi dertleri var şu ara. Doğal olarak öncelik kendimizin. Ben bir sağlama çıkayım da. Sonra gerçekten dinleyeceğim hepsini. Şimdi sadece varlığımızı hatırlatıyoruz birbirimize. Sohbetler, dertleşmeler, gülüşmeler olmadan; "yanındayım" diyoruz o kadar. Kafam bir rahatlasa. Beynimde binbir düşünce geziniyor. Bedenimin tavan arasında hayal_et'ler uçuşuyor. Kendi ilişkime bile yararım yok şu anda. Teslim olmuş haldeyim. Dün uzun zamandan sonra aradı. Nasıl şaşırdım; bir iki dakika toparlayamadım kendimi. Geldiğinde beni dinleyecekmiş; önyargısız ve tepkisiz. Iyi de ne söyleyeceğim ben şimdi. Uzun bir konuşma mı hazırlamam gerek yoksa aklıma geleni dökülmeli miyim? Karşıdaki dinlemiyorsa konuşmak, tartışmak, kavga etmek ne kolay. Hadi buyur bakalım Seda. Ne varsa içinde anlatırsın artık. Hep şikayet etmezmiydin beni anlamıyorsun diye. Anlat ki anlasın, konuş ki dinlesin. O özen gösterecek bu görüşmeye. Hazırlamış sanki kendini. O halde ben de birşeyler yapmalıyım; özü konuşmalıyım. Yatakta, sokakta, sinemada ya da bir lokantada yaşanmıyor ilişkiler... Sadece konuşarak yaratmalı. İlk önce kendi kendine konuşmalı, yaratmalı ve yaşamalı. Deminden beri yaptığım gibi...

* Hamdi Koç, Ilgın Olut ve Meltem Arıkan
beni 3 arkadaşla tanıştırdılar...


Seda Esen
sedaesen@kahveciyiz.biz

Yukarı

KIRKYAMA

 KIRKYAMA HİKAYELERİ : KMKYHT

   KAHROLASI GÜNLÜK :
   Ayla AYYILDIZ POTUR

-Gel şöyle içeriye. Osman sana ne oldu oğlum? Bu suratının hali ne böyle? Uzan şuraya...

Osman'ın yüzü kanlar içindeydi. Ve sürekli 'Ben bir şey bilmiyorum' diye sayıklıyordu. Selçuk onun yaralarını pansuman etti. Uzun bir süre yarı baygın bir şekilde uyudu. Bir süre sonra kendine geldi.

-Ne oldu Osman?

-Aysel gelmiş Abi.

-Aysel mi gelmiş? İnanmıyorum... Ya Rıdvan?

-Yokmuş Abi. Rıdvan yokmuş yanında. Aysel çekip gelmiş, bir daha da Amerika'ya dönmeyeceğini söylüyorlar. Hastalanmış, çok hastaymış. Bugün onu yaşlılar evine yerleştirmişler. Kimseyle konuşmuyormuş, sadece gülümsüyormuş.

Aysel... Demek Aysel geldi. Yıllar sonra... Suna ile aramız böyle bozukken, kendimi bu kadar yalnız hissederken... Öyle bir zamanda geldi ki. Yanlış zaman Aysel, yanlış zaman...

-Peki sana ne oldu böyle. Kim bu hale soktu seni?

-Anlatamam Abi, anlatamam.

-Oğlum anlatsana neler oldu sana?

-Çok kötü Abi, çok kötü. Kusto Sami hapishaneden çıkmış. Müşerref ile ilişkileri hala devam ediyormuş. Müşerref onun tuttuğu eve sık sık gidiyormuş. Bunu duyduğumda Müşerref'i sıkıştırdım. Sami ile görüşmek istediğimi söyledim. Biliyorsun Aysel'in günlüğü onlarda. Abi, lütfen bana söz ver. Kimselere anlatmayacağına yemin et. Şu Aysel'in günlüğünü almam lazım Abi, almam lazım. Kusto Sami şimdi hepimizi sıkıştırmaya başlayacak, belki de şantaj edecek. Özellikle de beni.

-Seni de mi? Sen de mi?

-Gençtim Abi. Tabii ki beni de... İşte, bunları düşünerek Sami'yle görüşmeye gittim. Korkmadım değil. Önce ona tane tane anlattım. 'Gel birlikte yakalım şu günlüğü, hala akıllanmadın mı, uğruna bir kişinin öldüğü, boşuna hapislerde çürüdüğün yetmedi mi?' dedim. Çok sinirlendi, çok... Dövmeye başladı, beni bu hale o getirdi. Bir an beni de öldürecek sandım. Çok korktum Abi, çok...

-Ahhh! Demek o yaptı. Baş belası... Kara bela... Hala akıllanmamış değil mi? Müşerref'in ona uyduğuna inanmak istemesem de , o da yanında işte. Peki sana neler söyledi? İyi düşün, lütfen hatırla, neler anlattı?

-'Göreceksiniz siz!' diyor. 'Göstereceğim size!' diyor. Sizler hakkında bir sürü şey sordu. Hiçbir şey bilmediğimi söyledim defalarca. Çok zor günler bizi bekliyor Abi. Çok zor... Mahalle huzur içindeyken böyle bir belanın içimize yeniden düşmesi, öyle korkunç ki. Bugün gördüm ki, onun gözü dönmüş, yapmayacağı hiçbir şey yok. Umutsuz insanlar tehlikelidir Abi. Müşerref bile onun umudu olmaya yetmiyor.

-Sakin olmalıyız, çok sakin... Birkaç gün düşünmeme müsaade et. Sonra oturup, konuşalım. Kimleri de yanımıza alırız, bu beladan nasıl kurtuluruz, bir bakalım. Günlük sahibine geri dönebilmeli, yani Aysel'e. Düşünmeliyiz Osman... Düşünmeliyiz...

Suna eve gelmeden, Osman'ı gönderdi Selçuk.

Aysel'in gelişi... Aysel gelmişti. Onunla ne zaman ve nerede karşılaşacaklardı. Gözlerine bir daha bakabilmek mümkün olacaktı işte. Aysel... Aysel...

Ayla AYYILDIZ POTUR

Devamı varrr...

KIRKYAMA Hikayelerinin tamamını aşağıdaki adreste bulabilirsiniz:

http://www.kmarsiv.com/xfiles/ozel/kirkyama.asp

Yukarı

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 Dost Meclisi



Fotoğraf: Berrin Cerrahoğlu

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir.
Kahve Molası bugün 4.175 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 Tadımlık Şiirler


ALINYAZISI

Temize çek yazıyı usta
Sil baştan yapalım
Kar beyaz olsun yaprağın
Mürekkebin dağılsın üstünde
Salınsın kalemin nazlı nazlı

Bütün yazıları temize çekebilir misin usta?
Alınyazısını mesela ?
Alınyazısı var mı usta ?

Bir bilene sorsak diyorum
Kim ne bilir acaba?

Funda Güven

Yukarı

 Biraz Gülümseyin




Karavan Turizminde işin b.kunu çıkarmışlar!...

Yukarı

 Kıraathane Panosu


Berrin CerrahoğluANKARA'NIN KÜLTÜR VE SANAT İNSANLARI BİR ARADA...

Fotoğrafçı Berrin Cerrahoğlu'nun ikinci kişisel sergisi 'CUMARTESİ PORTRELERİ/ANKARA', sanatseverler ile buluşuyor.

28 Şubat - 12 Mart 2004 tarihleri arasında Fotografevi Koç-Allianz Galerisi'nde devam edecek sergide, yolu Ankara'da kesişen, şiir, edebiyat, resim, müzik, tiyatro ve bilim dünyasından 52 ünlü sanatçının siyah beyaz portreleri yer alıyor.

Karikatürist Nezih Danyal, ressam Nuri Abaç,şair Şükrü Erbaş, yazar Vus'at o Bener, Baskın Oran, Müşfik Kenter, Neyran Fişek, Selva Erdener, kendi evlerinde ve doğal ışıkta fotoğraflanan 52 isimden sadece bir kaçı.



Berrin Cerrahoğlu,

'CUMARTESİ PORTRELERİ/ANKARA'
sergisini onurlandırmanızı diler.

Açılış Kokteyli: 28 Şubat 2004, 18:30
Sergi: 28 Şubat - 12 Mart 2004
Fotografevi - Koç ALLIANZ Sanat Galerisi
Tütüncü Çıkmazı Sokak No 4
Galatasaray / İstanbul

Bilgi İçin : Berrin Cerrahoğlu
Telefon : 0312 255 78 57
e-mail : info@berrincerrahoglu.com


Yukarı

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.otospor.com/cowboys.htm
Kovboy denildiğinde ilk aklıma gelen at ve silah olmuştur. Daha sonra da sırasıyla şapka ve 3-4 cm.'lik külüyle dudağa adeta asılı kalan filtresiz sigara gelir. Bu şehir kovboyları daha çok Amerikan arabalarıyla, şehirde turlayan ve atıyla kırda, bayırda dolaşıyormuşcasına rahat takılan kişiler. Niye bu kadar rahat tarif edebildiğimi soranlara not: Ben bir şehir kovboyu değilim ama bir kaç tane sağlam şehir kovboyu tanıdığım olduğu için tarif etmekte zorlanmıyorum.

http://www.kurandaara.com
Kuran'da ......... şeklinde tanımlanıyor diye yorum getirilen konular hakkında, geniş ve kapsamlı araştırma yapabilmeniz için sağlam bir kaynak. Siz sadece ilgilendiğiniz kelimeyi yazıp aratıyorsunuz. Hangi kaynakta ve nasıl tanımlandığını açık bir şekilde sizin adınıza tarayıp ekranınıza getiriyor.

http://www.punisherthemovie.com/files/game1/index.html
Biraz heyecan istermisiniz? Bilgisayar yoluyla heyecanlanmak için iki yol var. Bir tanesi oyun oynamak ve oynarken tamamen konsantre olmak. Diğer seçenek bizi pek ilgilendirmiyor..:)) Ben size FBI uygulamalarına benzetilmiş özel bir oyun sunuyorum. İyi eğlenceler.

http://www.miniclip.com/snowfight.htm
Kar yağdı böyle oldu. Bu soğuklarda tehlikeyi düşünmeden rahat rahat kartopu oynamak isteyenler için ideal bir site. .

akin@kahveciyiz.biz

Yukarı

http://kmarsiv.com/sayilar/20040224.asp
ISSN: 1303-8923
24 Şubat 2004 - ©2002/04-kmarsiv.com
istanbullife.com
Kahve Molası MS Internet Explorer 4.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri