|
|
|
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 451 |
1 Mart 2004 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Mazeretim var, asabiyim abi!.. |
İyi haftalar,
Çok güzel, hareketli ve hararetli bir haftasonu olabilirdi, maalesef olamadı. Cuma ve Cumartesi akşamlarını dostlarla fasıl yaparak geçirmek vardı, olamadı. Pazar akşamını ekran başında derbi izlerken geçirebilir ve çok sevinebilirdim, oldu. Üçtebirlik güzellikte yeter bizim gibi ademe. Özellikle Cumartesi akşamı sevgili Berrin Cerrahoğlu'nun sergisi açıldı. Bu tür açılışların en sevimli yeri olan kokteyle gidemediğim için çok üzüldüm. Hele arkasından birlikte ziyaret edip fotoğraflar hakkında görüş alışverişinde bulundukları ve fırsat buldukça demlendikleri meyhaneyi öğrenince bir tuhaf oldum. İlk tepki teessüflerimi haykırdım. Son tepkiyi gün içinde enişteyi ısırarak vereceğim. Arada kaynamasın, açılışa gidemedim ama 12 Mart'a kadar sürecek sergiyi kaçırmamaya niyetliyim. Sizler de ajandanızın bir kenarına not etmeyi sakın unutmayın. Fırsattan istifade, açılışa gelemediğim için kendisinden özür diliyor başarılarının artarak devamını diliyorum.
Mazeret bol ama burada sıralamak doğru olmaz. Bir dahaki sefere inşallah. Peki biz n'aptık? Tabi oturduk ekran başına yeni gelin ve damatları, popstar, türkstar elemelerini, akademi öğrenci seçme ve yerleştirme sınavını izledik. Bu konuda söyleyecek çok şeyim var ama bu ilerlemiş saatte sözcükleri arka arkaya getirmek zor olacak. Fakat yarışmalar açısından değil de yarışmacı adayları arasından baktığımda bu işin çivisinin çıktığını söylemekle yetineceğim. Üç kuruş nasiplenmek amacıyla kimler katılmış kimler. Güldüm ama dudaklarımın yarısıyla. Gerçekte bu sahnelerle asıl ilgilenmesi gerekenler başkaları. Çizdikleri pembe tabloların sonuçlarını görmek için kafalarını gömdükleri kumdan çıkarmalılar. Çaresizliği, durgunluğu ekonomik istikrar olarak nitelendirip, köşebaşlarını kendi bağnaz kafalarını sakladıkları truva atlarıyla dolduran çok sevgili devlet büyüklerimizden dem vuruyorum. "Zam yapıyoruz ama görürsünüz canınız acımayacak, %2 ne ki size vızıltı." mealinde laflarla ilk zam müjdesini alalı 3 gün oldu. Devamı tam 1 ay sonra. Seçimler biter birmez o hayatta olmaz dedikleri herşeye teker teker zammı dayayacaklar, yerseniz diyecekler. Dostlar, durum hiç içaçıcı değil. Övüne övüne borç ödediğimizi çığırdığımız dönemde sadece iç borç 149, dış borç 140 milyar dolara çıkmış. Son 1 senenin dış ticaret açığı 22 milyar. Durum ortada bir halt ödediğimiz yok. Tek ödediğimiz faiz. Allah göstermesin gün gelip o faizi de ödeyemeceğimiz bir an gelirse, işte o zaman...
Sizler için Oscar törenlerini izliyorum. Sonuçları öğrendiğimde belki canlı yayın yaparım. Hepinize tasasız bir hafta ve kazma kürek yaktırmayacak bir Mart diliyorum.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
Deniz Fenerinin Güncesi: Seyfullah Çalışkan |
DEFOLU AŞKLAR SERGİSİ -1-
İlk kez, bir aşkı anlatmak için pırıltısını tamamen yitirmiş sözcüklerden cümleler kurmam gerek. İlk kez, tutkusuz, iddiasız, kendi ateşinde bile ısınmakta zorluk çeken bir aşkın masalını anlatacağım. Hatta ateş yerine bir avuç köz diye söylemem gerek belki de. Masalın giriş bölümünde muhteşem bir ilkbahardan söz etmek kesinlikle mümkün değil. Aslında mevsimin, ayın, günün ne olduğunun tasvirine bile gerek yok.
Zaten istesem de, ne kadar allayıp pullasam da, ustaca cümleler kurgulayarak süslemeye çalışsam da, yaşananların sıradanlığını saklamayı beceremem. Ünlü filmlere, sokaklara düşmüş şarkılara, kitaplara özenmiş bir aşk işte. Çerden çöpten, derme çatma en kolayından ucuz bir senaryo, üç otuz paraya semt pazarından alınmış defolu bir ceketti. Düğmeleri kopuk, bedeni dar, kolları kısa, ne kadar çekiştirsen çekiştir bir türlü insanın üzerine oturmayan bir ceket. Ama yine de bütün aşklar gibi, erken zamanlarında, sevgililerin baş harfleri ile başlayan mısralar vardı ve bunlar çok bildik bir şiire konu olacaktı.
Deneyeceğim ama bu aşkı anlatmak kelimelere hakaret. Harcanacak emeğe ve özene haksızlık işte. Sonuçta aşkın bir fazlası bir eksiği yaşama ilişkin bütün dengeleri bozamaz. Hiç yoktan iyidir ve fazla aşkın göz çıkardığı nerede görülmüş? Pek çokları gibi boş zaman eğlencesi, çekirdek çitlemek, vitrinlere bakarak sokaklarda gezmek gibi bir şeydi. İki ders arası teneffüs gibi, çalışma zamanının içine serpiştirilmiş çay molası türünden bir ilişkiydi işte.
Onlar tutkuyu hiç tanımadılar. Esas oğlan kızın elini tuttu, hatta buluştuklarında kucaklaştılar bile. Fakat kalp atışları hızlanmadı, heyecandan terlemediler ve durup dururken sözcükler boğazlarında düğümlenmedi. Sadece bütün aşıklar el el tutuşur ve sarılırlardı. Çünkü bütün filmlerde, bütün kitaplarda aşıklar böyle anlatılırdı.
Onlar da aşklarını sırdaşlarına anlattılar. Zaten fazlaca bir gizlisi saklısı olacak bir durum da yoktu. Bütün cümlelerde “en azından” ya da “ hiç değilse” gibi ölçüler kullandılar. Dinleyenler ve onları tanıyanlar da “En azından kız güzel. Oğlanın eli ayağı pek düzgün sayılmaz ama hiç değilse işi gücü var. Az biraz okumuş, ev bark sahibi bile olmuş.” dediler. Hiç kimse bu ilişkinin yaldızını biraz kazıyıp altına bakmayı da düşünmedi zaten . Bana göre ise Juliet zaten sümüklünün teki, Romeo da ciğeri beş para etmez bir serseriydi.
Eğer biri çıkıp bana; “Ne diyorsun kardeşim? Uzun etme, özetle şunu “ deseydi, hiç düşünmeden “salata kardeşim” derdim, çeşni işte. Karın doyurmaz, doyursa bile tok tutmaz. Gündelik yaşamın üzerine serpilmiş bir avuç konfeti. O kadar...
Herkes gibi kahvelere, pastanelere, sinemaya filan gittiler. Güneşli havalarda parklarda, sahil yolunda gezip dolaştılar. Kız oğlana bir kazak aldı, oğlan da kıza pahalı bir parfüm. Sürekli kendilerinden bahsettiler. Eğer konuşulanları duyabilme şansınız olsaydı şaşırıp kalırdınız. “Vay be!...Dünya kurulalı beri insan soyu bu kadar mükemmel iki kişiyi bir araya getirmeyi başaramamıştı.” derdiniz.
Öyle veya böyle, sonuçta onlar da aşıktılar. Deli divane, sırılsıklam aşık... Hatta yaşanmış bütün aşklardan bile daha muhteşem. En azından onlara sorsaydık böyle yanıtlarlardı. Sürekli sohbet ederek yüreklerindeki aşk yaşamak da olmazdı ki. Kıyıda köşede öpüşüp koklaşmaya başladılar. Dudaklar zaten hep baştan çıkarıcıdır. Öpüşmenin dayanılmaz çağrısını onların kusuru gibi görüp haksızlık etmeyelim. Densizlikten değil, yersizlikten parklarda, sokaklarda kaçamak öpüşmelere zorunlu kaldılar.
İlişkinin koklaşma aşamasında her şeyin rengi birden değişti. Esas oğlan sürekli kızın ne kadar güzel olduğundan, çekiciliğinden ve onu öpmeyi ne kadar çok arzuladığından söz etmeye başladı. Artık ona “minik papatyam, çikolatam, çitlembiğim” diyordu. Kız birden bire öpücüklerin ve erkeğin arzusunun muhteşem değerini keşfetti. Zaten kendini ağırdan satması gerekiyordu. Öpüşmelere çok hevesli kızlar erkeklerce hoş karşılanmazdı. İstemediğini söylemesi, nazlanması, erkeğini tehlikeli mesafenin uzağında tutması gerekirdi. Yoksa hakkında “Bu kız orospu, yollu galiba” diye düşünürlerdi. Erkeklerin çoğu kızlardan hevesini alınca, kirişi kırıp ortadan toz olurlardı. Bunu en saf kız bile bilirdi.
Buluşmalar daha çok hafta sonlarına programlandı. Telefon faturaları esas oğlanı ince hesaplar yapmaya mecbur etti. Geçen birkaç hafta sadece esas oğlanın görüşmek konuşmak istediği gibi bir sonuç çıkardı. Kız her zaman geç kalıyordu ve verilen hediye yada çiçekler hakkında mırın kırın ediyordu. İlişki çok kısa zamanda akıl almayacak değişimlere uğradı. Birlikte gezip dolaştıkları zamanlarda kız sürekli eve erken dönmek için bahaneler yaratıyordu. Paylaştıkları her şey kaprislere yada yanlış anlaşılmalara konu oluyordu. İncir çekirdeğini bile doldurmayacak gündemler yaratıp, büyük sorunlar gibi saatlerce tartışır olmuşlardı.
İlişkinin canım cicim bölümü bir kaşık suda koparılan fırtınalarla soğumaya başladı. Esas oğlan kızı artık eskisi kadar şirin ve çekici bulmuyordu. Aralarındaki giz perdesinin iyice incelmesi, ilişkiyi sıradanlaştırmıştı. Ama yine de her hafta “Bu hafta sonu belki düzelir. Her şeye yeniden başlarız.” diye düşünüyordu. Bari kız da kendisini bu kadar da naza çekmese, baş başa kalabilseler, biraz sevişebilselerdi. Biraz daha sabırlı olup beklemekten başka çare de yoktu. Hediyelere, hafta sonu gezmelerine, telefon faturalarına ödenen paralar canını sıkıyordu. “ Bu kız ciddi değil galiba, resmen benim paramı yiyor, yedirdiğimize de değse bari” diye düşünmeye başlamıştı.
Seyfullah seyfullah@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
HAYATIN ANASINI BELLEMEK!
Yooo, küfür etmiyorum. Yanlış anladınız. Sizin içiniz fesatsa benim kelimelerimin ne günahı var?
Birinci anlamıyla kullanıyorum 'bellemek' kelimesini: Ezberlemek, öğrenmek, kafaya kazımak anlamıyla yani.
"Anasını ne karıştırıyorsun o zaman?" derseniz: "Reyting kaygısı anacığım, reyting kaygısı.." der, savuştururum sizi başımdan.
* * *
İnsanoğlu ezberi sever.. Kolay olanı sever.. Hazıra konmayı sever.. Yormayacaksın hiç Ademoğlunu.. Sen de yorulmayacaksın.. Vereceksin eline bir liste: "Sen bunları, bunları ezberle bakayım.. İlerde lazım olur, sınavda mınavda çıkar" diyeceksin, gerisine karışmayacaksın.
O hiç kafa yormayacak. Okuyacak, dinleyecek, ezberleyecek.. Her durumda aynı ezberi tekrarlayacak. Arada bir eline verilen listedekinden farklı bir şeyle karşılaşınca afallayacak. Sonra kısa bir şaşkınlığın ardından, başına gelen marjinal durumu listedekilerden biriyle benzeştirecek: "Bu, en çok şuna benziyor. O halde oymuş gibi davranayım" diyecek.
Hayat böyle akıp gidecek; bir fizik formülüymüş gibi:
x = V . t (yol = hız x zaman) formülüne uyarlayın, olmadı E = m . c2 (Meraklısı için: E: parçacığın enerjisi, m: kütlesi ve c: evrensel sabit olan ışık hızıdır) formülünde yerine koyun verileri. Bu da tutmazsa, gidin ÖSS'ye hazırlık kurslarına yazılın artık. Benden bu kadar!
Bellemek kelimesinin başka anlamları da vardır oysa. Alıştırma, antrenman, idman, jimnastik, talim gibi..
Varsın olsun başka anlamları. Biz ilk anlamıyla yaşayalım. Yorulmayalım. Antrenman yapmayalım. Terlemeyelim hiç. Kafa yormayalım. Nasılsa birileri önceden formülleri oluşturmuş. Formülleri ezberleyelim.. Bilinmeyenleri formüldeki yerlerine koyalım.. Toplayıp - çıkarıp, çarpıp - bölüp sonuca ulaşalım. Oh ne ala! "Lüküs hayat, lüküs hayat, yan gel de yat, keyfine bak" misali..
Yaşam öncesi prova şansımız yok. Antrenmanı yok bu işin. Bir kere sahaya çıkarsınız, ya galip ya da mağlup gelirsiniz. Önceden oluşturulmuş formülleri ezberleyerek sahaya çıkıp maçı götürmeye niyetliyseniz, galip bile gelseniz zevksiz bir müsabaka olur. Ama antrenmandaymış gibi oynar, kadroya girmek için var gücünüzle efor sarfeder, özgün stilinizi ortaya koyarsanız, maçtan siz de zevk alırsınız, seyirciler de zevk alır.
Benim ezberim kuvvetli değildir. Hatta hiç unutmam, lisenin birinci sınıfındayım, matematik, fizik, kimya gibi derslerim 10. (Evet, kandırmıyorum. Gidin bulun Manisa Lisesinin arşivinden.)
Neyse, matematik öğretmenimiz aynı zamanda müdür yardımcısı. Disiplinli bir adam. Bana karşı tuhaf duygular besliyor, bunu hissediyorum. Sevmek ve sevmemek arasında gidip geliyor.
Bütün matematik sınavlarım 10, sözlülerim 10 ve hatta bir adet de 'hocanın çözemediği bir soruyu çözmüşlüğüm' var. Direkt inek öğrenci modu yani. Ancaaaaak serde bir de serserilik, haytalık, haylazlık var ki, o da hiç yenilir yutulur cinsten değil.
Dediğim gibi, matematik hocası bana karşı ne tür duygular besleyeceğini şaşırmış bir vaziyette, sürekli açığımı kovalıyor. "Şu kız bir yanlış yapsa da, kulağını çekmeye bahanem olsa" tribinde yani.
Ben de pek sinsiyim. Haylazlık yaptığım kesin de, iz bırakmıyorum arkamda. Eh notlarım da 10 olunca, hoca ister istemez "örnek öğrenci" hayali görüyor.
Efendim gel zaman, git zaman, bir gün hoca beni odasına çağırıyor. "A ha" diyorum, "kesin bir yaramazlık yakaladı, çekecek kulağımı..."
"Babanı, yarın şu saatte görüşmeye bekliyorum" diyor. Haydaaaa... " Ne için?" diye soruyorum. "Seni şikayet edeceğim" diyor. "Ne yaptım ki?" diyorum, "Eğer sana söylemek istesem, babanı çağırmazdım" diyor.
Mecbur, babaya haberi uçuruyoruz ama bir yandan da 'üçbuçuk atma' pozisyonundayız.
Babam, hocanın odasından gülümseyerek çıkıyor. Dumur katsayım yükseliyor. "Neymiş" diyorum babama. "Daha fazla çalışman gerekiyormuş, tembelmişsin" diyor.
Ulan bütün notlarım 10 zaten, lisede yıldızlı 10 gibi bir trend yok ki!
Sonra babam beni aydınlatıyor: "Matematik, fizik ve kimya gibi dersleri 10 olan bir öğrencinin, tarih, din gibi dersleri düşük olamazmış. Düşükse, bu onun ders çalışmadığı anlamına gelirmiş. Matematiğe kafası çalışan bir öğrenci, Tarih sınavına 1-2 saatlik bir ezberle girerse, 10 alması kaçınılmazmış. Matematik zor işmiş ama birkaç tarih ezberleyerek, savaşların neden ve sonuçlarını, anlaşma maddelerini birkaç kere tekrar ederek tarih sınavından 10 alman kaçınılmazmış.."
Ulen, adam yememiş, içmemiş diğer notlarımı araştırmış ve açığımı yakalamış işte.
"Ee sana ne diyor peki? Al eline sopayı, bu kıza tarih çalıştır mı diyor?"
Babam hala gülümsüyor:
"Aynen öyle: 'Kızınızı ders çalışmaya ikna edin bir yollu' dedi.
"Ben de 'biz ona bugüne kadar hiç ders çalış demedik, ezbere yaşayacaksa hiç yaşamasın. Kafası çalışıyorsa, tarih ezberlemenin ona hayatta bir katkı sağlayabileceğini düşünmüyoruz. Hırslı bir çocuk değil ve biz onu böyle seviyoruz' dedim" dedi babam.
Gel de his yapma. Aslan babam. Sana da bu yakışırdı zaten.
Şimdi lisedeki matematik hocam ya da onunla aynı mantalitede olan insanlar benim yazıları okuyup: "Besbelli kafan çalışıyor ama ne biçim şeyler yazıyorsun. Yazar dediğin topluma örnek olmak zorundadır." diye homurdanıyorlardır eminim.
Bunu ezberlemişlerdir çünkü: "Yazar dediğin topluma örnek olmak zorundadır. İdeal insan olmalıdır. Hebidi hübüdü.."
Yanlış efendim! Yok böyle bir şey! Yazan adam zaten ezberlenmiş şeylerle problemi olan adamdır. Düşünen, sorgulayan, kuşku duyan, genel kanılarla uzlaşmayan, sorunlu, dengesiz adamdır. Yoksa yazamaz ki. Herkesle aynı şeyi düşünüyorsa yazdıkları okunmaz ki!
Yok ama, elimize verilen listede öyle bir madde vardır. Hiç sorgulanmamış bir ezber maddesi: "Yazar dediğin höttörö höttörö olmalıdır..."
Sanırsınız, yazar dediğin dünyaya indirilmiş bir elçidir. Seçilmiştir. İnsan değildir. Yaşama amacı 'ne olacak bu memleketin hali' sualini sorgulamak, yazmak ve mümkünse cevabını bulmaktır bu sualin. Hiçbirini yapamıyorsa, başka da birşey yapmamalıdır zaten yazar. Öldürmelidir kendini. Ölmelidir. O kadar net yani.
Yok kardeşim ben topluma örnek felan değilim. O aradığınız, örnek diye belleyeceğiniz 'ideal insan' ben değilim. Tam da, bunun aksinin derdindeyim hatta.
"Nasıl serseri olunur, ideal insan standardından nasıl sapılır, örnek insan kasıntısından nasıl kurtulunur, zaaflarınızla nasıl barışılır, şeytana nasıl prim verilir" felan yani.. Benim davam budur. Aman ha, bir yanlış anlaşılma olmasın. Bilginize!
Son tahlilde, hayatın anasını bellemek benim işim değil. Ben antrenmandayım hala. Siz buyrun, belleyedurun!
Tuba ÇİÇEK tuba@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Kahvecigillerden : Gültekin Gök |
NE OLACAK BU MEMLEKETİN HALİ, NE OLACAK? -2-
Orta bire gidiyordum. Okul müdürümüz aynı zamanda da tarih öğretmenimiz K.Işık (kulakları çınlasın) biraz abartılı üslupla Akdeniz bölgesinden bahsediyordu. Bir metre boyunda patlıcanlar, yarım metre boyunda biberler ve bir kilo gelen domateslerin yetiştirildiğinden ancak bunların bizlere faydasının olmadığından söz ediyordu. Tabi biz o zamanlar bu ürünlerin bize olan faydasından ziyade bir metrelik patlıcanları ve her biri bir kilo gelen domatesleri düşünür "amma da atıyor be birader" demekle yetinir, katıla katıla gülerdik. Tabi güldüğümüzü duymaması için gerekli özeni göstermeyi asla ihmal etmezdik. Aksi takdirde başımıza gelecekleri son derece iyi bilirdik. Futbol sahasının etrafında elinde kırılmaz bir çam ağacıyla on sekiz tur attırdığını aklımızdan çıkarmak ne mümkündü.
Işık hocamızın aslında ne demek istediğini çok sonra anladık. Gerçekten ülkemiz yaşanılabilecek tüm güzelliklerinin beşiği. Verimli toprakları, sıcak insanları, mükemmel doğası ile dünyadaki ender coğrafyalardan biri. Ama ne acıdır, bu güzelliklerden faydalanamayan insanlar o kadar çok ki... Türkiye'de çalışmanın haricinde bir de yabancılara hizmet etmek, onların yararlanabildiği neredeyse hiçbir şeyden yararlanamamak acı veriyor. Amerika'da yaşayan bir kişi on bir ay çalışma karşılığı elindeki parayla kalkıp Tunceli'deki Munzur Festivaline, Urfa'daki Balıklı Göle, Antalya'daki beş yıldızlı otellere, Karadenizdeki Safranbolu evlerine gidip görüp hem gözünü hem gönlünü şenlendirebiliyor. En kötüsü de bizim harcayacağımız paranın yarısına bunlardan dilediğince yararlanabiliyor. Eee adam turist olarak gelmiş ülkemize, cebinde yeşil yeşil dolarlar var. Sanane Türk insanından ve Türk lirasından, varsın o da gelmesin buralara. Bu ülkenin yerlisi isen her zaman ikinci sınıf olmayı hak ediyorsun bazılarının gözünde.
Ömrüm boyunca aklımdan çıkmayacak yaşanmış bir hikayeden bahsetmek istiyorum. Meşhur Pera Palas otelinin hikayesi bu. Bir gün otelin önüne bir adam gelir. Son derece gariban görünümlü ve yorgunluktan pek dermanı kalmamıştır. Sırtında bir heybesi vardır bu adamcağızın. Kapıda görevli durdurur ve alaylı bir üslupla "hayırdır amca!" der. Amca bakar ve birkaç gün bu otelde kalacağını söyler görevliye. Görevli hala alaycı bir tavırla: "Amca bura senin bildiğin hanlardan değil, git başka bir yerde kal!" der. Bizimki inat, "Hayır evladım ben burada kalmak istiyorum" der. Görevli oldukça ukala ve sert bir şekilde kovar amcayı . Amca gururuna yediremez bu olayı ve geri dönüp kaç para eder ki bu otel der. Görevli aklına gelen en devasa rakamı söyler. Bizim amca tamam kabul, parayı kime vereceğim der. Tereddütsüz bir şekilde söylenilen rakamı otel sahibine öder ve oteli satın alır. Daha sonra ne mi yapar? İstanbul'un zamanında en güzel ve günümüzde hala güzelliğinden pek bir şey kaybetmemiş Pera Palas otelini, Verem Savaş Derneği'ne bağışlar. Gerçekten çok güzel mesajlar veren bir olay . Ben bu olayı orada çalışan birisinin ağzından dinledim ama otel girişinde bu olay hala çerçeveli bir şekilde yazıya alınmış şekliyle durduğunu biliyorum.
Ben de bizim insanlarımıza verilen değeri az da olsa yerinde yaşamış ve yanılmadığımı görmüştüm. 1999 yılında Antalya'ya tatile gitmiştik. Kaldığımız otelde gördüğüm manzara aynen şöyleydi. Tüm görevliler aşçı ve garsonlar dahil olmak üzere Almanca konuşuyor, gelenlerin % 99' u Alman ağırlıklı, animasyonlar ve müzik Almanca. Ciddi anlamda Almanca bilmemenin ayıp olduğunu hissetmeye başladım. Hatta hatta yediğimiz etlerin bile domuz eti olma ihtimali aklıma gelir oldu. Kısaca oradakilerin biz Türklerden memnun olduğunu düşünemedim bu manzaralar karşısında. Otelin mükemmelliğine diyeceğim yok ama Türkiye'de Almanya'yı yaşamak istemezdik ve çok da eğlendiğimizi söyleyemem. 1991 yılında İstanbul'da kısa bir dönem büyük bir restaurantta garsonluk yapmıştım oradaki manzarada aynen böyleydi ve Türklerle yabancı turistlere verilen değer arasındaki farkı seçebiliyordum zaten çok fazla da kalmadım. Türk geldiğinde herkeste surat bir karış turist geldiğinde herkesin yüzünde güller açardı. Oysa yabancı turistler, Türkler gibi boğazına düşkün olmazdı ve pazarlık yapmayı ihmal etmezdi ayrıca özel menü fiyatıyla çok indirimli yer içer ve giderdi. Buna rağmen bu karşılama tablosunda asla bir değişiklik olmazdı.
Kaliteyi ve ucuzu artık gümrüklerde veya havalimanlarındaki satış mağazalarında bulur olduk. Kaliteli tütünden yapılmış sigara, iyi rakı, güzel şarap vs vs. ve de bunlar maalesef bizim marketlerden aldığımız ürünlerin neredeyse yarı fiyatına. Bu ürünlerde kaliteli ve ucuz olmadığı için maalesef bize layık görülmeyip ülkemize gelen veya ülkesine dönen turistlerin emrine amade edilmiş. Peki bizler, yurdumuzda yetişen mis kokulu narenciyenin, fındığın, tütünün, zeytinin, pamuğun kaçıncı kalitesini kullanabiliyoruz. Zamanından önce dalından koparılıp kükürtle suni, ve sağlık açısından son derece zararlı bir şekilde hileyle olgunlaştırılan meyveleri yemeye mahkum edilmiyor muyuz! Kolay mı onu yurt dışına göndermek, yurda gönder gitsin. Vatandaş yer nasıl olsa... Su ile yıkamaz da sabunla yıkar, önemli mi sanki!...
Yurdumuzda hala muzun ne olduğunu bilmeyen ve onu hiç tatmayan insanların varlığını hissetmek, hala denizi görmeyip, yüzemeyen kişilerin olduğunu bilmek, gerçekten çok acı... Bir ülkenin gelişiminde turizmin ve ihracatın fonksiyonu asla inkar edilemeyeceği gibi, ciddi anlamda ve ciddi rakamlarda getirisi olan vazgeçilmez kıymetlerdir. Ama diğer bir gerçek var ki bu güzellikleri üreten Türkiye'ye ve dünyaya sunan çiftçi Hasan emmi, tekelde tütün saran Ayşe kızı, tarlada çapa yapan Hatça teyzeyi de unutmamalı... Çünkü bu güzelliklerden her şekilde yararlanmak ilk önce onların hakkı!
Bir Çin atasözü derki " Ne olacak Bu Memleketin Hali Ne olacak."
Gültekin Gök
Yukarı
|
Kahvecigillerden : Zeynep Meryem Pınar |
KENDİNİ ANLATMAK...
Bugün seni izledim;
Uykunda gülümsedin, rüyanda ne gördüysen... Sonra kuş uykusu gibi uykundan ufak bir sesle uyandın, açmadın gözlerini ilkin. Neyi görmekten korktuysan... Perdeleri araladın büyük bir ümitle, nerde olmayı diliyorduysan...akşamdan kalma bir hüzün çöreklendi üstüne, yoruldun sabah sabah. Ne hatırladıysan...
Hazırlandın sonra yavaş yavaş, işinin başında olmalıydın erkenden. Kapıdan çıktıktan sonra annenin küçük bahçesini seyrettin kısa bir an. Ve erken açmış nergislerden arakladın sessizce...
En sevdiğin arkadaşının masasına bir nergis bıraktın görünce mutlu olsun diye. Mutlu etmekten hasıl mutlu olmayı dileyerek...İzinli olduğunu öğrendin. Bir hüzün çöktü yüzüne akşamdan kalma...
Bugün seni izledim;
Yürüdüğün yollara yağmurlar yağdı, yağmur yağan yollarda yürüdün. Küçük meleklerin ellerinde kovalarla seni beklediklerini hayal ettin, ıslandıkça üşüdün,üşüdükçe melekleri düşündün. İçin ısındı gülümsedin...gülümsedin içim ısındı...
Yine aynı yere aynı ayakkabıyı denemeye gittin, bu kez yoktu yerinde... kitapçıların raflarını karıştırdın uzun uzun. Şiir kitaplarından şiirler tuttun kendine.. üç beş kitap seçtin,"annem aforoz edecek beni" diye düşündün büyük ihtimal, ki gülümsedin...
Islak gözlerinin kızarmış burnunun faturasını soğuk havaya kestin.Bir fincan takımı aldın annene birde sarı oyuncak civcivlerden seçtin yiğenine... Kömür sobasının arkasındaki minderde oturdun,çay içtin. Kapının her çalınışında irkildin ve telefonunu hiç elinden düşürmedin, kimden ne bekliyorduysan... Dünden kalma bir hüzün çöktü yüzüne, gülümsedin yinede...
Dedeni aradın söz verdiğin gibi.. İyiyim ben dedin ısrarla, ne anlattıysa güldün . Özürdiledin geçen hafta arayamadım dedin, selamlar gönderdin orda olan herkese ve ellerinden öptün...
Bir kitap seçtin sonra uykudan önce" yaptığımın doğru olduğunu bilmeye ihtiyacım vardı, birinin beni dinlemesine" cümlesine takıldın. Bıraktın kitabı uyumayı denedin..
Bugün seni izledim;
Uyku tutmadı döndün durdun yatakta... Kalktın bir yazı yazdın sonra...
Zeynep Meryem Pınar
zeynepmeryem@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Kahvecigillerden : Türker Ayyıldız |
TUTUNAMAYAN TUTANAKLARI-III
dışarıdakilere..
gecenin en olur olmaz saatlerinde duyulan şu düdük seslerim..yok düdük seslerim değil daha çok yalın sirenleri anımsatan korku yüklü çağrılarım,çağrışımlarım..şehrin farklı sokaklarında sürüdüğüm ayaklarımın gökyüzüne sinen yabancılaşmış,yalnız kalmış üfürüklerim..
şu asayiş her gece ber kemal diyorum sevgili düdüğüm..asayişim sürekli çok kemal.. yürüyorum işte.. hatta hızla hatta savrularak ve sendeleyerek yürüyorum ..meyhanelerimin masalarına çoktan park ettirildi tabureler..tüm gün yüzlerce beni yüzlerce üfürüğü taşıyan taburelerin romatizmalı ayakları çoktan tavana çevrildi..sadece adisyonların çeteleleri tutulup hesabımızın kesildiği,patronun bir cellat gibi iri göbeğini sıvazladığı camlı yüksek masadan yayılan köhne bir ışık dışında tüm kandiller itina ile söndürüldü..''abi kapatıyoruz birazdan ekip gelir'' diyen şef garsonum çoktan karısının koynuna yatırıldı..ikisinin de çok yorgun olduklarından ertelendi oğlan çocuk hasretleri..kızların çarşaflarının altlarına naylonlar serildi keskin bir sidik kokusu yayıldı odaya.. bir gecenin daha Z raporunu aldı patronlar..
yürüyorum işte..şehrinizin sahipleri tüm kapıları kapatmadan terkedilmiş bir yapıya ihtiyacım olacak ruhumda hicran.. şu ber kemal olan geceyi savuşturabileceğim ahşap eskisi bir yapıyı arıyor bedenim..vaktiyle birkaç sene evvel yani filanca kurumun filanca toplantısının filanca dakikalık sigara arasında pencereden bakarken görmüştüm bahsettiğim yapıyı..bahçesinde bakımsız incir ağaçlarının ve çöp yığınlarının battallaştığı terk edilmiş yaşlı bir konaktı.. pencereden ona bakarken günün birinde hasretle onu arayacağımı bilsem daha bir dikkat kesilirdim kuşkusuz..pencereden ona bakarken yıllar geçmişti ..pencereden arap kızları bakar efendi ..yağmur yağar fukara damlara ,su birikintilerinde kağıt gemiler yüzdürür arap kızlarının işlenmemiş çeyizleri..(kanaviçe derlerdi halalarım radyoda erol evgin dinleyip fotoroman almak için para biriktirdikleri yıllarda..kanaviçe çocukluğumun siyah üzerine işlenmiş sarı kırmızı çiçekleri..bir de çemberleri vardı..her birinin ayrı ayrı çemberleri..baba evinden koca evine yuvarladıkları yada yuvarlandıkları tahta çemberler..)
uzun hafız sokağının arka tarafında gözlerimin şahit olduğu en koyu kahverengi ahşaba doğru yürümeliyim vakit kaybetmeden..ama ziyaret ağır ziyaret acı..böyle dımdızlak böyle kirli sakal ve kovulmuş misafirlik mi olur dosta düşmana karşı ..ne der el alem ne söylerler maazallah insanın arkasından..insanlığımızda kalmadı ya ..yine de ekmeğe tütüne biraz da ucuz şaraba yetiyor cebimdekiler (fiyakalı mecmua kağıtlarına sardırırım olmazsa çam sakızı çoban armağanı)..kahverengi kese kağıtları gecenin bu vaktinde yüzünü soldurur insanın..ellerini titretir..ama ama saatlerdir tek bir açık yere rastlayamıyor adımlarımız..öyle değil mi sol ayağım öyle değil mi sağ ayağım..çocukların ulaşmasından korktuklarından en zor yerlerde zulalamışlar mey satan dükkanları bundan eminim..çoklukla hata bizde lütfen hazırlık yapmadan yakalanıyoruz gecelere , sokaklara..prospektüsünü sürekli yanında taşımalıyız artık bu şehrin..bünyemiz kaldırmıyor uzun gezintileri..sokak lambaları eskisi kadar aydınlatmıyor sokağı..kedilerim..başıboş köpeklerim..olsa olsa centilmen bir eşkıyayım kaldırımlarınızda -çöplüklerinize ilişmeden geçerim..yakamdaki karanfilden tanıyınız beni..
köşede köhne bir ışık yanıyor biraz daha adımlarımızı sıklaştırarak yürüyelim arkadaşlar çünkü daha yolumuz uzun yükümüz ağır..biraz ekmek diyorum büfenin camındaki adama kalmışsa bi kaç paket filtresiz sigara unutmadan iki şişede çubuk şarabı..yok üç şişe olsun ..yetiyor mu paramız efendi..bakışlarınızdaki donukluk yetmiyor demekse ekmeği yarım yapabiliriz..hatta bayat olanlarından alabiliriz..fark eder mi nasırlı ellerim fark eder mi nasırlı ayaklarım , yağmur çiseliyor yumuşar birazdan nasıl olsa..paramızın üstüne kuruşlar mı kaldı sayın efendi eski gazetelerden alalım onlarla da..ne kadar eskiyebilirmiş köşe yazıları onlardan alalım,haftalık yıldız falımızdan alalım,çengel bulmacamızdan alalım,mümkünse..
arnavut kaldırımlı sokaklardan en çok bizim gibiler şikayetçiymiş rivayet doğruysa çok kere ikinci pençesini alıkoyarken yakalanmış papuçların..yoksa düşmek,kafa göz yarmak asfalt ışıklı caddelerde de karşılan olağan hallermiş..öyle diyorlar bunda yorumumuz yok benim ve arkadaşlarımın..şansal'la erman'ın vardır belki..biz tampon tampona iki taraflı park eden araçlardan kaldırımlara ulaşamadığımızdan kaç kere vesait altında kalma tehlikesi yaşadığımızı bile unuttuk söylencelerde..üstüne yediğimiz küfürleri hep sineye çektik de yılbaşından bir gece öncesi afrodit erotik ürünler pazarlama ve ticaret limited şirketinin penceresinden üzerimize boca edilen bulaşık sularının kokusundan arınmamız için yine ''yağmurları bekledik..yine ayaz güllerini..''
şarabın ilkini kaç adım önce açtığımı hatırlamaya çalışarak yürüyorum..ilk yudumu dehlizlerime uğurlarken sağ ayağımı mı atıyordum acaba diye batıl itikatlarım yok.. yine siyah beyaz bir mecmuaya sarılmış şişeler ..( satıcıyı bu konuda uyarıp uyarmadığımı / uyarmadığımızı bilemiyorum..) sanıyorum cumhuriyet..laik devletten bahseden manşeti buruşmuş ellerimde.. şişenin en buruşacak yerine gelmiş çok özür dilerim sayın yazı işleri müdürümden..hey gidinin cumhuriyeti..hey gidinin laikliği..hangi ellere kaldın diye gülümsüyorum hafiften..ellerime bakıyorum ,ellerin ellerine bakıyorum..içim acıyor nevşehir üzümü olsa gerek..içimi acıtıyor yudumlarım..bozkırda bir çoban bozlak söylüyor..bu saatte söylenen bozlak ancak kurt indirir kuzuya..ancak bağbozumu..ancak köprüden geçti gelin ancak saç bağı düştü gelin..
uzun hafız sokağının ışıkları bir bir kararıyor..yaz mevsimi olsa uçuşan tüllerin arkasından gelen gülüşmelere bağrışmalara şahit olabilirdik arkadaşlar..arada tüller olduğundan üzerimize alınmadan yürüyebilirdik yine de ..evlerde pişirilen yemekleri tahmin hususunda sizin borçlarınıza hiç sadık kalmadığınız iddialara tutuşabilirdik..ellerim- ayaklarım -arkadaşlarım hep bakiye bıraktınız iddialaşmalarda..birasına penaltı çekiştiğimiz yılların hatırı olmasa,olmasa alsancak'ta lozan pastanesine bakan kalelin canım hatırı..nurlu nef-küremize ışık veren lisenin hatırı..sonraki yıllarda ise kapıcı nurinin körelmiş hatırı..ve diğerlerinin ..bu mahcupluğunuzla ezilir giderdiniz eski bir şarkının dişlerim arasında kaybolup gitmesi gibi..''su ver küçüğüm yüreğim yanıyor/eski bir yanlışlık olmasın bu /eski bir yanılsama''
uzun hafız sokağının menekşe çıkmazı..işte orada sizi epeydir meşgul ettiğim ihtiyar ev sahibimiz..ev sahibimiz bu paragrafta yakışık almadı diye uyarmanızı beklerdim sayın ellerim , sayın ayaklarım..burada ''sahibi'' yapıların içerisinde mülkiyet yada bir kira akdiyle o yapıda ikametle soluklanan- ağlayan -gülen- vesaire eden sayın sayınlara denmez miydi..?bu sayınların anneleri babaları çol çocuk torun torba akraba-i talakatları olmaz mıydı..?sahipleri bırakınca bu yapıları (sebebini bilmediğimiz ve özel yaşamın sırlarına saygılı olduğumuzdan merak etsek de sormayı aklımızdan geçirmediğimiz..)sadece sabahlara kadar başkaları tarafından aranılan ev yada yapı olarak karşımıza çıkıyorlar..iklimlerini yazları sıcak ve kurak , kışları ise yağmur kar boran fırtına şeklinde tanımlayabiliriz..tarımın bakımsız ağaçlardan ve zararlı ot ve böceklerden anladığımız kadarıyla ihmal edildiği coğrafyamızda hayvancılık kedilerim köpeklerim farelerim engereklerim engereksizlerim şeklinde desteklendiği söyleyebiliriz..fiziki koşulları bu denli zor görünse de bilhassa kış aylarında ülke turizmine -evsizleri,yersiz yurtsuzları,sokak çocuklarını,tinerci çocukları,ayyaşları ve meydaşları barındırması vesilesiyle - azımsanmayacak katkıları dolayısıyla bir çoğu sayın devlet büyüklerimiz tarafından sit alanı ilan edilmiş tabirimi af buyurun sit-tir edilmiştir..
şimdi arkadaşlarım sizlerden haddim olmayarak bunca yıllık birlikteliğimizin yüzü gözü hürmetine sükunet talep edeceğim ..ber kemalliğimizin bundan sonraki sıhhati için az önce bahsettiğim yapımızdan müsaade dileneceğim..bilhassa kendimi kendilerine nasıl tanıtacağım hakkında derin heyecanlara sahibim..tık tık tık..kapı ve pencereleriniz komşular tarafından sökülüp ısınmak amacıyla yakıldığından tık tık tık sesini pileybek yaptığımız için çok üzgünüz efendim..Müsaade ederseniz ben deniz bedbaht sarıkazak..emekli..dul ve yetimim.. bunlarda ellerim ayaklarım arkadaşlarım..sağ elime kendileri çok bozulsalar da menderes diye hitap ediyoruz diğeri rahmetli orhan veli -velinin oğlu.. sağ ayağımız çifte telli soldaki cevat prekazi efendim..sizinle aslında birkaç sene evvel müşerref olmuştuk..filanca kurumun kurum tutan filanca toplantısında tanımıştım sizi..o zamanlar malbora layt içicisiydim..karşı binanın üçüncü katında bir bahar akşamı rastlamıştım size..sevinçli bir telaş içindeydiniz..toplantıları bitiyor günün birinde beylerin, ben de bir beydim -dalgalandım da duruldum efendim.. o vakitlerde göz göze gelmiştik lütfen eşiğinizden geçmeme / geçmemize müsaade ediniz .. yılkı bir at gibi çitlerinize dayandım..'' oysa sonuçsuzum artık / başlangıçsızım / hiçim / yorgunum ahmet / yenikim ahmet / akşamdı içim..''i getirdim size biraz tütünüm biraz şarabım biraz da nefesim var duvarlarınızı ısıtacak..maarif takvimlerinizden, sedirlerinizden, kuzineli sobalarınızdan bahsedecek kadar da okumuşluğum mevcuttur yakın tarihinizi.. konuşma onurunu bize bahsederseniz dinlemesini de bilirim , mangallarınızdan yükselmeyen korlardan ısınmasını da yurtsuzluğunuzdan üşümesini de..bir ses verseniz bir ''olur geçin , buyurun''deseniz..sadece bir gecelik mülteciniz olsam.. tanrı misafiri statüsünde saysanız, sayılsam,sayılsak..
uzun hafız sokağının menekşe çıkmasında bizden başka kimseler yok..merdiven altında muhtemelen yıllarca odunluk olarak kullanılmış bu duldada gece bekçilerinin üfürüklerini duyuyoruz..bekçiler..bekçilerim sokaklarda kendinden emin yürüyüşleriyle voltalaşsalar da biz biliyoruz ki yıllardır içtiması alınamıyor bu şehrin..kayıp çocuklarının hangi yapıda üşüdüğüne ağıt yakıyor analar..babalar..halalar..bozkırda bir çobanın bozlağı duyuluyor..üçüncü şişenin dibinde bozkırın özlemi.. üzerimizde kar üzerimizde tipi..nerdesiniz..?
Türker Ayyıldız
Yukarı
|
|
YILDIZINIZ KIPIR KIPIR, YA SİZ?
Ailenizin Yıldız Falcısı : Nurettin Özdemir |
|
KOÇ (21 Mart-20 Nisan) Sevgili koçlar yeni haftanız düşünce zenginliğinin, gelişmenin ve içsel değerlerin üstünlük kazanacağı günleri sizlere müjdelemekte. Evet bir zafere doğru ilerlemektesiniz. Aklın zaferinden başka ne olabilir ki bu aslında.. Yepyeni olayların sosyal yaşamlar da sevindirici sonuçlar getireceği ise kesin. Maceraperest ve cesaretli insanlar olarak ilk adımları siz atın. Bencil olmayın ve özellikle özgüvenler de ani aşırılıklara kendinizi kaptırmayın koçlarım. Farklı yollardan yürümenin tam sırası geldi işte !...
BOĞA (21 Nisan-20 Mayıs) Yaslanmışsınız duvarlara, ümitli bakışlarla ufukları süzüp duruyorsunuz sevgili boğalarım.. Sanki her an bir melek gelecek ve kulaklarınıza kutsal tılsımlar fısıldayacak ve akabinde sizlerde., of içim sıkıldı yahu ! Faraziyelerle geçti ömrüm şarkıları da yetmez bir gün gelir.. O halde kesinlikle ve kesinlikle bu hafta geçmişten kalan korkularınızdan arınma çalışmalarına başlamanız şart.. Geleceklere buğulu gözlerle bakmaktan vazgeçeceksiniz. Aşırı detaycı huylarınızdan istifa edeceksiniz. Korkunun ecele faydası yok benden sizlere tavsiye boğalar, zırhlarınızı kuşanın. Bu hafta muhabereler başlıyor... Önce kendiniz ile...
İKİZLER (21 Mayıs-21 Haziran) Çarkıfelek deli deli dönüyor sevgili ikizler.. Hayır kapatmayın gözlerinizi, aksine açın onları fal taşı gibi.. Görecekleriniz ancak kendi gerçekleriniz olacaktır. Sembolik olarak önce onlara savaş açın. Sabit fikirlerinize, kemikleşmiş sorunlarınıza.. Mantıklarınızla duygularınızı dengeleyin.Gerçek inançlara erişin. Düşünceleriniz belirsiz, kararlarınız oluşamamış, kuşkularınız doruklarda vs. vs.. Yeter artık, atlayın felek çarkının yükselen yönüne, sıkı sıkıya sarılın yaşamlara.. Unutmayın bu hafta hayatın cilvelerinden bir demet sunulacak sizlere.. Açın ellerinizi, beyin hücrelerini.. Bir teşekkür borcunuz kalsın kısmetinize. Hazır mısınız..
YENGEÇ (22 Haziran-22 Temmuz) Sevgili yengeçler eğer bu hafta öncelikle kendi içiniz de uyumlu olursanız günlük yaşamlarınız da huzura kavuşmanız işten bile olmayacak.. Derinleriniz de yatan ve ortaya çıkacakları anda ürkütücü(!) boyutlara ulaşabilecek iç güdülerinizi kontrol altında tutmaktan vazgeçin artık.. Salıverin o bayatlamış değerlerinizi.. Kendinizi çok sıktınız ve bu yüzdendir ki beyinlerinizi kara bulutlar kaplamış..Bu hafta sizlerle çok şeylerinizi paylaşmak isteyen can ciğer arkadaşlarınızı sakın ihmal etmeyin yengeçler.. Ve yolunuzdan asla dönmeyin, asla...
ASLAN (23 Temmuz-22 Ağustos) Engebeli yollardan gitmek cesaretlerini gösterdiniz ya aslanlar, bir daha zor sırtınız yere değer.. Uykusuz gecelere abone olmadan kendinizle vicdan muhakemelerini yaşayın.. Manevi gücünüz sizleri derin ve büyük bir bilgelik dönemine taşıyacak.. Gelecekten ümit duyarak yaşayın.. Bir diziniz yere değmiş olsa da yıkılmış değilsiniz aksine daha da güçlü olarak ön safhalardasınız..Haftanızı hakkını vererek yaşayın, kükremelere gerek duymadan.. Yeni oluşumlar sizlere ve kişiliklerinize zenginlikler katmaya geliyor aslanlar. Çok şeyler eskisi gibi olmayacaklar..
BAŞAK (23 Ağustos-22 Eylül) Bu hafta ince dengeleri bulalım mutlaka sevgili oğlaklarım.. Beklenmedik bir yaratıcılık ile önümüzdeki günlerde çözümü çok zor görünen problemlerinizi halledebilme şanslarına sahip olacaksınız.. Ciddi ilişkilere girmek, insan gibi insanlarla mutlu anları paylaşmak, yüksek duvarlarınızı yıkmak ve en önemlisi o çekilemez gerginlikleri çözmek yolunda ilerlemek isteğinde iseniz bu haftayı öpün, başınızın üstünde tutun.. Takdir- i ilahiye inanır mısınız oğlaklar ?. Cevabınızın önemi yok, bunun gerçekçiliğine şahit olacağınız oluşumlara hazırlıklı olun yeterli..
TERAZİ (23 Eylül-22 Ekim) Hedeflerinize öylesine yaklaşmaktasınız ki teraziler, sabırsızlık veya dik başlılıklar ile fırsatları ve kısmetleri heba etmeyin sakın.. Olumlu düşüncelerinizin, yüksek irade gücünüzün artacağı günlere hazırlıklı olun.. Benden söylemesi canlarım.. Ertelenen ne varsa yaşamlarınız da canlandırın onları.. Yarın diye bir kavramın anlamsız olduğunu kabul ettiğiniz andan itibaren ufuklarınızın açılacağını mutlulukla göreceksiniz. Sürprizlere açık olun. İçinizden gelen uyarıları es geçmeyin, dinleyin onları..
AKREP (23 Ekim-22 Kasım) Bu hafta bazı şeyler sona erecek. Belki bir işten nihayet kurtulduğunuza sevineceksiniz.. Belki de sizin için önemli bir şeylerden kopma durumuna geleceksiniz.. Her iki durumda da artık geçerliliği kalmamış değerleri, olguları arkanızda bırakacaksınız..Ferahlıklara merhaba deyin böylece.. Net ve pürüzsüz olursanız gelecek etaplarda daha bir berrak olacaksınız sevgili akrepler.. İlişkileriniz de, düşünceleriniz de yeniden doğmuş gibi hissedeceksiniz kendinizi. Bir şeylerin sonuna gelindiğine sizlerde inandınız ya en nihayet, ne mutlu sizlere..
YAY (23 Kasım-20 Aralık) Sevgili yaylar yakın zamanlarda hayli olumlu işlerin eşiğinde bulacaksınız kendinizi.. Özel primlerin, mükafatların, ödüllerin haftası bu hafta siz yaylar için.. Doğru yönde verdiğiniz çabaların, girişimlerin karşılıklarını mutlaka alacaksınız bu haftadan itibaren.. Olaylara geniş açılardan bakın her şeyden önce..Anlayışlı ve içten olun her hareketinizde. Çevrenizde bulunan dostlarınızı ruhi zenginliklerinizden istifade ettirmeyi de unutmayın.. Sevenlerinize pozitif enerjileri aşılayın yaylar. Boş vermeyin..
OĞLAK (21 Aralık-19 Ocak) Bu hafta başından itibaren kişiliklerinizin olası dar sınırlarını parçalayın oğlaklar. Aşın artık şu dikenli telleri.. Eski durumları, pörsük pörsük ilişkileri bitirin bir an evvel.. Unutmayın fuzuli yüklerden kurtulmanın tam sırası gelmiştir oğlaklar.. Üzülün, kızın ama yine unutmayın sonunda olacak olan sabit ve kemikleşmiş fikirlerinizin paramparça olarak sizleri o töhmet altında tutucu oluşumlarından kurtulmanız bile büyük bir başarı olacak. Deneyin göreceksiniz...
KOVA (20 Ocak-18 Şubat) Birden fazla hedeflere takılmak yerine artık tek ama esas bir hedefe odaklanmanız bahis konusu bu hafta sevgili kovalarım.. Arayışlar artık son bulsun ve bulacaklar bunu bilin.. Geçmişin getirdiği tecrübelerin büyük yararı olacak söz konusu oluşumlarda.. Sizlerde artık kararlısınız, haylide beklediniz canlarım yahu.. Hayırlı olsun diyelim. Sınavlardan başarılar ile sıyrılıp güneşli günlere kavuşmanın zamanı geldi. İnançlar sağlam olsun. Doğru yoldasınız ve gün geçtikçe hissedeceksiniz bunun anlamını..
BALIK (19 Şubat-20 Mart) Sevgili balıklar olası engellemelere rağmen bulunduğunuz yamuk ortamlardan kendi çabalarınız ile gerçekleştireceğiniz yeni dünyalara adım atmak için ideal bir hafta sizlere kucaklarını açmakta.. Eskilerden kopmaya çalışırken tedirginlik veya muallakta kalma duygularının olasılığına karşın içimizden gelecek seslere pür dikkat kesilmemiz olmazsa olmaz bir şart şu gelecek günlerde.. Dizleriniz titrese de yeni kıyılara yaklaşmak üzeresiniz balıklarım. Açık denizlerden geçtiniz ya sağ salim, artık sığlarda büyük balık olmaz sizlere tehlike arz edebilecek.. Soluklanın hele biraz..
Sevgili dostlarım haftanızın gönlünüzden geçtiğince dolu dolu olması dileklerimle yeniden sizlere teşekkür ediyorum acılarımı bir nebze dindirdiğiniz için o güzelim mesajlarınızla.. Dua edenleriniz bol olsun hayatta. Sevgilerimle.
Nurettin Özdemir
nozdemir@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Fotoğraf: Berrin Cerrahoğlu
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Kahve Molası bugün 4.142 kahveciye doğru yola çıkmıştır. |
Yukarı
|
Serzeniş...
Bir gidişin öyküsüydük,
Çetrefilli yollarda, yılmadan.
Ellerimizde eskimiş bavullar,
İçinde iç içe sıkıştırılmış mazimiz.
Zorlu, engelliydi yolarımız.
Yılmak mı? Asla.
Dar patikalardan,
Engin dağlardan aştık.
Bir çınar gölgesiydi dinlendiğimiz
Elimizde bir parça somun ekmeği ile.
Gidişimizde karşımıza çıkan
Kanadı kırık kuşlardı, yaralarını sardığımız.
Ellerimizden uçmuştu
Yolumuza yoldaş gökyüzüne.
Ayrılıktı sonunda karşımıza çıkan
İki yol ayrımında tamamladık
Birlikte başladığımız öykümüzü.
Şimdi ben miyim bu gidişin suçlusu?
Yoksa dönmeyen sen mi?
Gülcan Talay
Yukarı
|
Allah akıl fikir versin!...
Yukarı
|
ANKARA'NIN KÜLTÜR VE SANAT İNSANLARI BİR ARADA...
Fotoğrafçı Berrin Cerrahoğlu'nun ikinci kişisel sergisi 'CUMARTESİ PORTRELERİ/ANKARA', sanatseverler ile buluşuyor.
28 Şubat - 12 Mart 2004 tarihleri arasında Fotografevi Koç-Allianz Galerisi'nde devam edecek sergide, yolu Ankara'da kesişen, şiir, edebiyat, resim, müzik, tiyatro ve bilim dünyasından 52 ünlü sanatçının siyah beyaz portreleri yer alıyor.
Karikatürist Nezih Danyal, ressam Nuri Abaç,şair Şükrü Erbaş, yazar Vus'at o Bener, Baskın Oran, Müşfik Kenter, Neyran Fişek, Selva Erdener, kendi evlerinde ve doğal ışıkta fotoğraflanan 52 isimden sadece bir kaçı.
Berrin Cerrahoğlu,
'CUMARTESİ PORTRELERİ/ANKARA' sergisini onurlandırmanızı diler.
Sergi: 28 Şubat - 12 Mart 2004 Fotografevi - Koç ALLIANZ Sanat Galerisi Tütüncü Çıkmazı Sokak No 4 Galatasaray / İstanbul
Bilgi İçin : Berrin Cerrahoğlu
Telefon : 0312 255 78 57
e-mail : info@berrincerrahoglu.com
Yukarı
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://mirrored.flabber.nl/bird/bird.swf
Her kuş güzel şakır diyenlere hitab olunur. Ekteki flash animasyon bunun en güzel örneği. Yorum yapmak gerekirse: her sesi güzel olan pop star olabilirim diye ortaya atılıp, şarkı söylemeye başlarsa ne olur halimiz.
http://www.secretlevel.de/submarine.htm
Üç boyutlu ve de gayet oricinal(!) bir denizaltı smilasyonu. Denizler altında hiç bir tehlike olmaksızın dolaşmanın keyfi için bu sevimli çalışmayı kullanabilirsiniz. İyi eğlenceler.
http://www.kenthaber.com/sayfalar/haberDetay.asp?ID=6685
...Sabahın ilk ışıkları Gaziantep şehrinin üzerine doğmaya hazırlanırken, şehrin ara sokaklarına sığınmış daracık dükkanların ocaklarından dumanlar yükselir. Fırınlardan çıkan ekmek kokularına ciğer kokuları karışır. Ciğercilerde kesişir meyhaneden işi bitenlerle, sabah namazından çıkanların yolu. Ve hemen arkasından cağırtlak meraklıları gelirler bir bir ciğercilere...
http://www.secin.com/fikra.php
...Vietnam savasinin en kritik günleriydi. Genç Amerikali asker memleketteki esine mektup yazarken itirafta bulunacagi tuttu: - “ sevgilim, buradaki kadinlar yalniz para için yatiyorlar. Böylesine para canlisi insanlara daha önce hiç rastlamadim.” Kisa süre sonra esinden söyle bir cevap geldi: - “ sevgilim,sakin onlara 50 dolardan fazla para verme,ben burada ancak o kadar alabiliyorum.”...
akin@kahveciyiz.biz
Yukarı |
|
|