|
|
|
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 456 |
8 Mart 2004 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : EĞİTİM ŞART!.. |
Merhabalar,
Yıllar önce İTÜ'ye ilk kapak attığım yıllarda Maçka kampüsünde metalurji mühendisliği bölümü vardı. Vardı dediğime bakmayın, ben onu aylar sonra öğrendim. Zira metalurjiyi meteoroloji diye anlamış 'Aman hava civayla uğraşan fakülte' diye de kafa bulmuştum. Gerçeği öğrendikten sonra çaktırmadım ama meteoroloji mühendisleri hakkındaki kanun hükmündeki kararnamemi değiştirmeyi hiç düşünmedim. Ama şimdi, hepsinden teker teker özür diliyorum. Vallahi de billahi de hepsi birer civan. Şu haftasonunu saat saat neredeyse kafama düşecek kar tanesine kadar bildiler. Hayranlık duymamak elde değil. İletişim teknoloji öyle yerlere vardı ki, artık uydu ile fırtına kovalamanın zevkine önündeki dizüstü bilgisayardan varmak mümkün. Fırtınayı, yağmuru, karı kovalamak, harita üzerine yerleştirip üç beş günlük tahmin yapmak kolaylaştı kolaylaşmasına ama insanların içinde kopan fırtınaları tahmin etmekte hala aciziz. Bakın, yanlışıyla doğrusuyla koskoca bir imparator hiç haketmediği bir şekilde takımına veda etnek zorunda kaldı. Hani rakip takım taraftarı olarak olumlu düşünmek pek kolay olmasa da, Terim'in milli takımdan başlayarak başarıları kendi taraftarını olduğu kadar beni de hep mutlu etmiştir, itiraf etmeliyim. Hele bir anım vardır ki kendisiyle, yeri geldikçe hatırlar övüne övüne anlatırım.
Terim'in jübilesi hala herkesin dilindedir. Stada helikopterle inmiş ilk ve tek sprorcumuz olma şerefini halen taşımaktadır. Peki o organizasyonu kim yapmıştır bileniniz var mı? Yok tabi, nereden olsun. Efendim benim tıfıl reklamcı olduğum zamanlar. Sevgili Ersoy Çetin de patronum. Ersoy Çetin sıkı bir cimbomlu ve Terim'le dost. Jübile gündeme gelince Terim, Ersoy'a fikir soruyor. O da durumu anlamak için beni görevlendiriyor. Ben toplanıp Terim'in o zamanlar sahibi olduğu Şişli'deki spor mağazasına gidiyorum ve karşılıklı bir çay içimi süresince laflıyoruz. O henüz kral ben ise garip bir reklamcı müsveddesi. Onun elinde tespih, şakkada şukkada çekiyor, benim elimde çiziktirme kalemi, kulağımda Terim efsaneleri dizlerim titriyor. Neyse, olağanüstü birşey istediğinden falan söz ediyor. Ben aldığım bu notla kalkıp ajansa geliyorum ve o sıralar bir sigara lansmanı için elimizin altında olan helikopter jübilenin assolisti oluyor. Derhal gerekli araştırmalar yapılıyor ve helikopterin stadın içine inmesi için gerekli izinler alınıyor. Ondan sonrasını bilenler bilir. Yani ayrı cephelerde güreş tutsakta, onun imparator olmasında, en azından jübilesinin benzersiz kılınmasında bir nebze katkım olduğu için hep böbürlenmişimdir. Umarım herşey istediği gibi olur.
Efendim bugün 8 Mart Dünya Kadınlar Günü hatta Kanada'da Haftası. Yakın çevremizde ki kadınların hak hukuk konusunda pek birşeye ihtiyaçları olmadığı malumumuz. Maşallah onlara karşı aslında bizim bir gün kutlayıp hak aramamız lazım ama neyse konuşup lafı uzatmayalım yoksa ne yapar ne eder o lafı da ağzımıza tıkarlar. Bu konuda aslında söylenecek tek cümle var. Kısacık ama anlamlı; 'EĞİTİM ŞART!'
Tüm kadınlarımızın bu anlamlı günü kutlu olsun. Mutlu da olsunlar ama arada bizi de mutlu etmeyi unutmasınlar. Hepimize güzel bir hafta olsun. Kalın sağlıcakla.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
Café Azur : Suna Keleşoğlu |
Hoşgeldin Bahar
Anlar zamanın en değerli parçalarıdır. Yaşama nefes nefese katılmak gibi…
Zamanın birinde birkaç ana sığan bir cümle ile sorulmuş bir soru.
Hayatı neresinde yaşıyoruz?
Kıyısında, köşesinde mi? Yoksa taa içinde mi?
Yoksa o bizim uzağımızdan geçip dışımızda mı devam ediyor?
Geçmişte aynı tarihe denk gelen bir bahara sorulmuş sorular…
Şimdi yağan yağmurun kokusunun bıraktığı cevapları bulmaya gidiyorum. Elimde daha açmamış papatyalar. Bembeyaz, beyaz ve bir bulut kadar uzaktalar. Açacakları günü beklerken kaç ana sığacağım.
Gün gelir tükenir ya cümleler. Bir bakış çıkar ceplerimden ve gözlerimle yazarım sözcüklerimi. Anlattıklarım aslında suskunluğum olur. Yorgun gözlerimin önünden geçen bulutlarla….diye başlayan cümlelerimi tamamlayamayan bir uyku çöker bedenime.
Her anı doyasıya yaşamak istiyorum. Her anı dolu dolu.
Bir bebeğin sessiz uykusunda kendi cümlelerimi sıralıyorum. Onun bembeyaz rüyalarındaki papatyaların kokusunu içime çekiyorum.
İşte böyle oluyormuş kaçamak, gürültüsüz yazabilmek. Şikayetim yok. Klavyenin sesine karışıyor düşüncelerim.
Oysa bir baharda toprağın uyanışını yazmak isterdim. Boncuk boncuk ağlayan bir bebeğin gözleri gibi parlak yağmurlarla beraber…
Oysa Pazar günleri gidilen halk pazarlarının seslerini, oradaki meyve sebzelerin tazeliklerini doya doya anlatmak isterdim. İç üşüten beyaz karların seyredildiği sıcacık evlerde içilen sıcak çikolatalar tadında…
Oysa için için bahara uyanışımı anlatabilmek isterdim…
Kuramadığım cümlelerimde geceleri hayalimdeki öykülerimi…
Şimdi bir bebeğin düş gören gözlerini seyrederken buluyorum kendimi.
Ve anlara sığan kocaman cümleler kurup tüm çoşkuları, acıları ve yaşamı anlatabilme telaşı var içimde…Yeterse zaman…
Dışarıda yağmur yağıyor. Baharın habercisi kuşları arıyor gözlerim.
Bahçede yeşillikler arasında yeni yeni açmaya başlamış ıslak kır çiçekleri…
Bir sıcak çayın dumanı eşliğinde hayatımı anlatacak şeklin ne olduğuna cevap arıyorum.
Sahi hayatı neresinde yaşıyoruz?
Birazdan uyanacak bir bebeğin kapalı gözlerine bakarak bir daha soruyorum bu soruyu.
Anları yağmurlar gibi toplayabilsek kaç kucak dolusu papatyaya denk düşer?
Yolunuzun üzerindeki bir sokak çiçekcisinden alınan papatyalar ya da baharda toplanan tüm kır çiçekleri için…
Hoşgeldin bahar.
SunA.K. Grasse
sunak@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
ANNEM, ANNESİ VE DİĞERLERİ
Bir varmış, bir yokmuş. Develer tellal, pireler berber değilmiş ama annem küçükmüş daha.
Yemyeşil bahçeler içinde, ırmağıyla, güneşiyle, yüreğinde sıcacık sevgileriyle, ve kaf dağı niyetine Yıldız Dağı'nın dumanı pencerelerinde, her eylülle yeniden sonbahar açan bir köy yaşarmış şehrin birinde.
Annem ve teyzem, ve iki ağabeyi, ve babasıyla annesi bu yerde, camiye yakın, muhtara uzak, köy okulundan beş metre ötede, iki katlı bir evde yaşarmış.
Dedem tahta ustasıymış, kırılan sabanları onarır, çürüyen çatıları yaparmış. Anneannem ise köydeki her kadın gibi yazın tarlada, bahçede çalışır, geri kalan mevsimlerde ise ev işlerini yaparmış.
Annem ve teyzemin yaşları birbirine çok yakınmış. Ve onların akranı bir sürü çocuk varmış köyde. Hepsi beraber oyun oynar, dağlara tırmanır, koşar, coşar, hoplaya zıplaya dolaşırlarmış köyün çamurunda.
Okulda da hepsi berabermiş zaten. Ders bitince, bir de baharsa mevsim, yeşile doymak için belki, köyün dışına yürürlermiş. Çiçek toplar, kuşları kovalar, ağaçlara tırmanırlarmış.
Zaten ne televizyon varmış köyde eğlencelik ne de başka bir şey. Büyük amcanın Alamanya'dan getirdiği radyoya da kimse dokunamazmış eskimesin diye.
Onlar da türkü söyler, yağmur dinler, bulut seyrederlermiş.
Ve ara sıra bir uçak geçermiş bulutlar arasından. Bütün çocuklar bir olur, arkasından koşarlarmış. Hani adettir ya, selam yollarlarmış uzaktaki amcalarına, dayılarına.
Teyzem, "Ben," dermiş, "hostes olup o uçağın içinde uçacağım. Buradan geçerken de size el sallayacağım." Annemse, "Uçak yapacağım ben büyüyünce, büyük şehirde okuyup uçak fabrikasında çalışacağım."
İlkokul beşe gelince teyzeme; "Artık sen de ev işerini iyice öğrenirsin. Ne olsa beşi bitirtince evde annene yardım edeceksin, e boş oturacak değilsin ya!" demişler.
Teyzem "Olmaz ki!" demiş, "Ben hostes olup o uçağın içinde uçacağım. Beşi bitirince de okuyacağım."
Dedem uçak nedir bilmezmiş ki, ağabeyleri bile okumamışmış, beşten sonra okur muymuş kız çocuğu dediğin. O da haklıymış tabi, hostes de neymiş, okuyup da terörist mi olsaymış!
Ağlamış ya teyzem, faydası olmamış. Uçağa bakamamış bir daha, göğün ve hayallerinin mavisini süsleyen…
Annem dörtteymiş o zaman. Ve susmuş. Yemyeşil bahçelere, ırmağına, güneşe, sevdiklerine, sevmediklerine, ve kaf dağına susmuş; dağın haberi olmamış…
Bir kere öğretmenine anlatmış içinden; "Uçak yapacaktım ben büyüyünce, büyük şehirde okuyup uçak fabrikasında çalışacaktım!"
Öğretmeni annemi duymamış.
O sene bitip de annem beşe geçince, bırakıp köyün çamurlu yollarını, şehre göçecek olmuşlar. Eşyaları bir kamyona doldurmuşlar. Yatak yorgan yığınını üstüne annem oturmuş. Kamyon köyden çıkınca göğe bakmış annem. Yazdan kalma maviler arasında yeniden hayal kurmuş. Ortaokul varmış şehirde. Çalışırmış, öğrenirmiş, uçak yaparmış büyüyünce, büyük şehirde okur, uçak fabrikasında çalışırmış. Ve bir yıldız takarmış uçağın kanadına, her kolunu bir başka renge boyar, pervane gibi döndürürmüş yıldızı. Öyle olursa daha güzel görünürmüş uçağı yerden bakan çocuklara, hem yıldızlar gökten de ötede ya, daha da yukarılara uçururmuş uçağı yıldız kanadından tutup da.
Sonra gülmüş annem, öyle bir ışıklanmış ki yüzü, arkasında bıraktığı arkadaşlarını, yeşilini, ırmaklarını, çocukluğunu unutmuş.
Öyle bir gülmüş ki, güneş kıskanmış, maviler denize akmış, gün uzamış… öyle bir gülmüş ki kaf dağına; dağın haberi olmamış…
Şehre varmış, eve yerleşmişler. Sonra hoş geldin demeye gelmiş şehirli misafirler. Pastalar börekler yapılmış, çaylar doldurulmuş. Sehpaları verirken annem, misafirlerin dedemle sohbetlerini dinlemiş bir aralık:
"Bizimkiler de beşe kadar okudu, kızların okuması daha da gereksiz, erkek olsa neyse, haklısın tabi beşi de bitirsin alırsın okuldan, son senesi mi bu hanım kızın, iyi iyi tabi okutma beşten sonra…"
dedem de onaylamış, başıyla, bakışıyla, konuşmasıyla, susmasıyla, söndürmüş annemin güneşliğini.
Meğer dükkan açmaya gelmiş dedem köyden., annemin uçağı olsun diye değil.
Hem uçak nedir bilmezmiş ki dedem, ağabeyleri bile okumamışmış, beşten sonra okur muymuş kız çocuğu dediğin. O da haklıymış tabi, uçak yapmak da neymiş, okuyup da terörist mi olsaymış!
Ağlamış ya annem, faydası olmamış. Bu kez şehrin gününe, güneşine, evlerinin yanından geçen ırmağın neşesine, yol ağızlarının çiçeğine, evine, yıldızlara, Yıldız Dağı'na, ve sonunda, kaf dağına küsmüş; dağın haberi olmamış. Dağa küstüğünü duyuramamış. Konuşmamış çünkü bir daha, kendisiyle bile…
Sonra, gökten üç elma beklerken masalı dinleyenler, birini anneye, birini teyzeye, birini de anlatan kişiye paylaştırırken kendi içlerinde, bir de bakmışlar ki aynı suskunluk annelerinde, teyzelerinde, kendilerinde…
Sonra anlamışlar ki masal değil anlatılanlar. Gerçekten de bir anne, uçak yapamamış büyünce, büyük şehirde okuyup uçak fabrikasında çalışamamış…
Zaten kaf dağı da yokmuş yaşadığı yerlerde. Ve annemden hiç haberi olmamış…
Belgin Ayhan
Yukarı
|
|
Not Defteri : Hasan Kaya Memleket Saati |
|
Sabahtan beri dolanıyoruz. Şehrin en görülesi yerlerini gösteriyor bana. Dar sokaklar, geniş caddeler kiliseler, müzeler ve Parlâmento meydanı. İstanbul’la kıyaslıyorum ne sevebiliyorum ne de beğendiğimi söylüyorum. Yeni bir şeyleri görmenin doyurulamaz açlığını bastırıp heyecanlanıyorum sadece.
“Yoruldum.” Diyorum, bezgin bir sesle.
“Kahve içelim” deyip bir Kafeteryaya doğru yöneldi.
Oturur oturmaz tepemizde bitiyor garsona. Ceketini çıkarıp sandalyenin arkalığına asarken “Kaffe” dedi.
Ben demli bir çayı yeğlerdim. Garsona “Çay” diyecektim ki birden ayıkıp vazgeçtim. Sahaflarda eski kitaplar arasında gezdiğim günler sonrası; Çınar Altın da ince belli bardaklardan içtiğimiz çaya benzemez buralarda çay içmek. Koca bardaklarda salma çay, çay değil ki.
“Ban da kahve” dedim. Konuşuyoruz. Gözü kol saatimde. “Saatin bozulmuş” diyecek oldu. Gülümsedim. “Yok” dedim “O memleket saatini gösterir hep.” Anlamadı, anlamasını da beklemedim. Nasıl anlatabileceğimi düşündüm bir an.
Nasıl anlatsam bilmiyorum ki.
“Kolumdaki bu saat” dedim. “Ben dünyanın neresinde olursam olayım Memleket saatini gösterir.”
Hiç bir şey, ama hiç bir şey anlamadığını gözlerinden okuyorum. Nazım gibi memleketi özlemenin, Veysel gibi toprağı sevmenin ne olduğunu anlatmak zor.
Hiç sevmemişse insan Kerem gibi, ağlamamışsa ağıt ağıt türkülerle ve hiç gülmemişse Hoca Nasrettin gibi. Anlatması da zor, anlaması da...
Saatimi gösterip “Bak” diyorum. Şimdi saat 17.30 gün batı batacak İstanbul da. Annem, balkonda konserve kutularında büyüttüğü çiçekler içinde en narini. Elinde dantel, memleket özlemi gibi bir özlem, yüreğine işlediği oğul özlemi.
İş çıkışıdır, yollar kalabalık, yollar insan seli İstanbul da. Ankara da çoktan indi akşam.
Ben bu saatle her saat memlekete gider gelirim. Yorgunluğum bunandan anlıyor musun....
Anlamadığını haykırıyor gözleri. Susuyor çığlık çığlığa. Ben ise anlatamayacağımın çaresizliğinde dalıp uzak yalnızlıklara, susuyorum...
Hasan Kaya
Yukarı
|
|
Mektebişahane : Rana Aslanbay Aydın SORU-CEVAP |
|
Çok basit sorular vardır;
- Ne içersiniz, çay mı kahve mi?
Soruyu soran fazla seçenek vermemiştir ama yine de insanı tam anlamıyla aptal edecek bir cevap gelir;
- Fark etmez.
Nasıl fark etmez yani? Çay bir içecek çeşididir, kahve ise başka bir içecek. İkisi farklı renkte, farklı tattadır, insanda farklı duygular yaratır. Mutlaka fark eder de, niye bu seçim yapma korkusu, yoksa seçme sorumluluğunu başkasına yıkma isteğimi? Öyle ya, kahvenin miktarını, çayın demini beğenmezse eğer
- ne yapayım canım ben seçmedim ki....
diyebilmenin huzuru mu bu şimdi?
Başka bir soru;
- Nasılsınız?
Bu da hal ve durum belirleyen bir soru, cevap çok zor olmasa gerek, ama olur mu, ille de insanı çıldırtacak ya;
- Her zamanki gibi...
Haydi buyur burdan yak, ben ne bileyim kardeşim sen her zaman nasılsın. Bir yığın seçenek vardır oysa ki;
- İyiyim
- Biraz üşütmüşüm galiba
- Yorgunum
- Dertliyim
- Çok mutluyum, vs. Vs.
Seçenekler sonsuza kadar uzatılabilir ama cevap veren yine sorumluluğu atıverir üzerinden; ya şimdi "iyiyim" dersem biraz sonra da hapşuruverirsem, yalan söylemiş olurum, en iyisi yuvarlayıvermek...
- Ne var ne yok?
- Hiiiiiç...
Nasıl hiç? Hiç ne demek? Var olan hiç ise ne anlama geliyor, yok olan hiç ise ne anlama geliyor? Amacın ne yahu, beni delirtmek mi? Şurda seni adam yerine koyduk bir soru sorduk, bu cevapla beni takmadığını mı gösteriyorsun?
- Ne yemek istersin evladım, kuru-pilav mı, yoksa büftek ve makarna mı?
- Fark etmez...
Yahu kızım (ya da oğlum), sadece iki seçenek var zaten, ben senin canın ne ister nasıl bileyim, seç birini de öldürme beni...
- Sinemaya gidelim mi?
- Bilmeeemm...
Yok artık bu kadarına dayanamıyacağım. Neyi bilmezsin? Sana Uganda'nın yüz ölçümünü sormadım yahu, sınav filan da yapmıyorum. Sonuçta kazanacağın ya da kaybedeceğin bir şey yok. Sadece ve sadece iki seçenek var yine; gitmek isteyebilirsin ya da istemezsin. Şimdi bu "bilmeeemm" ile bana ne demek istedin?
- Öfff ya, nerden çıktı şimdi sinema...
- Saçmalama şimdi...
- Daha neler bu saatte...
Gibi seçeneklerden birini mi kastediyorsun. Ne olur sanki insanı boşlukta bırakmasan? Haaa, ne olur, ne olur?
- Hayır gitmeyelim, evde oturum TV izleyelim
desen cıngar mı çıkarıcam sanıyorsun. Ama tabii, kabahat soranda, istiyorsan kalk kendin git, baksana cevapta bile iş yok.
- Nasıl geçti seyahat?
- Nasıl geçsin yaaaa, seyahat işte...
Hadi gel delirme. Seyahatlerin hepsi aynı mıdır? Nereye gidersen git aynı şeyleri mi görürsün, aynı olayları mı yaşarsın? Şuna "anlatmak istemiyorum" desene, ama yine soran da kabahat.
Bir de sorulan tarafından bakalım o zaman;
- Ne içersiniz, çay mı kahve mi?
- Ne vereceğin bellidir mutlaka, ver işte birini de sinir etme adamı.
- Nasılsınız?
- Sanki çok merak ettin de... iyi olsam sana ne, kötü olsam sana ne be adam...
- Ne var ne yok?
- Öfff, nasıl da laf olsun diye konuşuyorsun şimdi, kanka mıyız biz, niye anlatayım sana herşeyi...
- Ne yemek istersin evladım, kuru-pilav mı, yoksa büftek ve makarna mı?
- Ayyyy, hep aynı şeyler, bi gün de mantarlı flaminyon yapsana be kadın...
- Sinemaya gidelim mi?
- Yaaa, evet diyeyim de salya sümük ağlayan bir sürü kadının izlediği pespembe bir filme götür beni zorla di mi? Yemezler canım...
- Nasıl geçti seyahat?
- Onu götürmedim diye sitem edecek ya, bu da başlangıcı işte. İyi desem bir türlü, kötü desem bir türlü. Mutlaka bi kulp bulur şimdi, geçiştirmek lazım bu soruyu...
Sorular vardır çok önemli, cevaplar vardır çok önemli. Sorular vardır saçma sapan, cevaplar vardır daha da saçma. Sormak mı iyi, sormamak mı? Cevap vermek mi gerek, yoksa vermemek mi?
Gel de çık işin içinden...
Rana Aslanbay Aydın rana@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
TEHLİKELİ DİKİZLEMELER
Choderlos de Laclos'un 'Tehlikeli İlişkiler' adlı romanını duymuş muydunuz?
Hani bu sene Amerika'da yapılan bir ankette '100 yılın 100 romanı' arasına giren roman.. Hani 1782'de ilk yayımlandığında kıyametler koparan, ilk kez tabulara saldıran roman.. Hani Milan Kundera'nın 'Yavaşlık' adlı romanında 'bütün çağların en büyük romanı' diye bahsettiği roman.. (Tahmin edersiniz ki benim için en önemli parametre bu son parametre.)
Hani şu filmi de yapılıp John Malkovich ile Glenn Close'un başrollerini oynadığı roman..
Ne çok şey biliyorum değil mi? Kıskanmayın da faydalanın. Ya bildiklerimi sizden saklasaydım? Cahil cühela kalacaktınız maazallah!
* * *
'Tehlikeli İlişkiler'i yıllar önce okumuştum. Geçenlerde elime geçti, 'bir de bugünkü aklımla okuyayım' deyip, tekrar okudum. Doğrusu, hakkında yazılıp söylenenlerin hepsini hak ediyor.
Romanın baş kahramanları Vikont de Valmont ile Marquise de Merteuil baştan çıkarma ve öç alma güdülerini abartmış, müstehcen bir oyuna çevirmişlerdir. Kurbanlarıyla öyle iştahlı ve zekice oynamaktadırlar ki gıpta edersiniz.
Ancak sonraları bu oyun bir ölüm kalım savaşına dönüşür ve nihayetinde Valmont bir düelloda ölür, Merteuil de aleme rezil olup aşağılanır. Tabii bu arada masum insanlar da payına düşeni alır bu oyundan.
Okuyanlar bilir, 'Tehlikeli İlişkiler' mektuplardan oluşan bir romandır. Kahramanlarımız yaşadıkları her şeyi birbirlerine -ve dolayısıyla okura- mektuplar aracılığıyla iletir ve itiraf ederler.
Özellikle Valmont ve Merteuil ikilisinin tek amacı hazzı yakalamak ve bunu birbirlerine böbürlene böbürlene anlatmak olduğu için, romanda, yaşanan hiçbir şey sır olarak kalmaz. Kahramanların renkli, beyaz, kirli, solmuş, sökük ne kadar çamaşırı varsa mektuplar aracılığıyla ondan ona yayılır.
Hani şimdilerde 'özel hayatın korunması' diye savundukları şey, 'Tehlikeli İlişkiler'de tam olarak ayağa düşmüştür.
* * *
İnsanoğlunun doğasından olsa gerek, şahsına ait 'özel hayat'ın korunmasına ne kadar özen gösterir, sırlarının deşifre olmasından ne kadar rahatsız olursa, diğer insanların özel hayatını dikizlemekten ve sırlarını deşifre etmekten de o kadar zevk alır. Aksi halde paparazziler ve reality show'lar bu kadar reyting alır mıydı?
En çok izlenen televizyon programlarına bir bakın! Gündüzleri reality show'larda sıradan insanların aşklarını, meşklerini, evliliklerini, ihanetlerini, kavgalarını, kısaca özel hayatlarını dikizliyoruz; geceleri de paparazilerde sanatçıların ya da BBG, 'Biz Evleniyoruz' gibi yapay mekanlarda, sonradan yaratılma kahramanların özel hayatlarını dikizliyoruz.
'Tehlikeli İlişkiler'de mektuplar aracılığıyla dilden dile dolaşan özel hayatlar, günümüz dünyasında televizyon aracılığıyla ve anında milyonlarca insana ulaşıyor.
"Eee ne var yani bunda?" demeyin. Onun bunun özel hayatı üstünde düşünüp fikir yürütmekten, kendi özel hayatlarımız hakkında kafa yormaya vaktimiz ve enerjimiz kalmıyor. Eh bu da işimize geliyor doğrusu!
Diğerlerinin dedikodusunu yapmak, ötekilerin hayatları üstüne ahkam kesmek, berikilerin kavgalarına taraf olmak kolay iş ne de olsa. Sonuçlarından etkilenen biz olmayacağız nasılsa değil mi? Oooh mis! Maksimum eğlence, sıfır risk!
Hele de dikizlediğimiz 'özel hayat' acılı, entrikalı, ahlaksız hikayeciklerden oluşuyorsa tadından yenmez!
İnsan evladının en şefkatlisi bile, kendinden güçsüz ve aciz birinin hikayesini izlerken/dinlerken, tuhaf bir haz duyar. Bir yandan haline şükrederken, bir yandan da 'acınacak taraf' değil de 'acıyacak taraf' olmaktan dolayı gizli bir kibir duyar.
Bununla birlikte içinde entrika ya da ahlaksızlık barındıran hikayeler de 'özel hayat'ın suyunun da suyunu dedikodu kazanında kaynatan hikayeler olduğundan pek keyiflidir.
Diyeceğim o ki, insanlar kendi günlüklerini tutup öz yaşamları üstünde düşünmektense, başkalarının günlüklerini okumayı daha eğlenceli ve kolay buluyorlar. Hal böyle olunca da, onun bunun hikayesini izleyerek geçip gidiyor ömürler.
Mesela şimdi neden benim yazımı dikizleyeceğinize gidip kendi dikiz aynanızı kontrol etmiyor ve gördükleriniz üstüne beyin jimnastiği yapmıyorsunuz?
Nasılsa burada, size hayatın tüm triklerini analiz eden bir hamal var değil mi? Ne diye yorulasınız?
Herkes kendini dikizlesin! Tek kelime daha yazmıyorum bundan sonra!
Tuba ÇİÇEK tuba@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Kahvecigillerden : Gültekin Gök |
NE OLACAK BU MEMLEKETİN HALİ, NE OLACAK? -3-
Türk insanı olarak gelenek, görenek, örf ve adetlerimize derinden bağlıyız. Kimi, var oluşumuzdan bu yana süregelen değerlerimiz. Bazıları da var ki zoraki olarak sürekli yaşatılmak suretiyle ve belli periyotlarla bizlere aşılanıyor. Bunlar kimi zaman doğa kimi zaman politik yolla da olsa maalesef kaçınılmaz hale geliyor.
Türkiye'de yaşıyorsan o kadar çok şeye alışman gerekiyor ki. Darbeler, devaülasyonlar, siyasi çatışmalar, dini çatışmalar, depremler, seller… bunlardan bazıları.
Olması muhtemel bu olaylarda, zaten dik durmayı bir türlü başaramayan ekonomimiz ciddi yaralar alıyor. Her seferinde 5 ila 10 yıl geriden başlamak gerekiyor düzeltme çalışmalarına. Ülke olarak son yaşadığımız 2001 yılındaki krizde de bu gelenek değişmedi ve toplumun her kesimi nasibini aldı. İşsizlik olanca hızıyla arttı, üretim durma noktasına geldi, ithalat ve ihracat neredeyse bitti, insanların alım gücü kalmadı. Bu dönemde iflas eden firmalar ve işsiz kalanların bilançosu devasa rakamlara ulaştı. Bir türlü kurtulamadığımız dış borç batağı aldı yürüdü. Büyüme hızımız, ülke tarihinin en korkunç küçülme rakamı olarak (1945'ten bu yana) % -9,5 ile bir rekora imza attı. Vergi dahil olmak üzere toplanan gelirler dış borç anaparasının faizini dahi ödemeye yetmedi. Hatta ve hatta iç ve dış borçların toplamı Milli gelirimizin üstünde yer almaya başladı. 2002 yılının büyüme hızı % 7,8 olarak açıklandı. Daha sonra seçimler yapıldı, iktidar kökten değişti. Uzun yıllardan beri ilk kez. Hükümet tek partiden oluştu.
Aylardan beri enflasyon düştü diye laflar edilmeye başladı. Gerekli merciiler bu konuda yazılı ve sözlü açıklamalarda bulundu ve hala bulunmakta. Ortalık güllük gülistanlık güzel yurdumda. Gel gör ki vatandaş bu düşmeden bi haber, çünkü onun cebinde ve mutfağında gözle görülür bir değişme olmadı. Kimbilir küçük mezralarda hala gaz lambası kullanan varsa bir de ona sormalı. Çünkü aylık ekonomik rakamlar açıklanırken baz alınan, temel ihtiyaç maddelerimizden birisi gaz lambasının içindeki fitili. Şahsen ben fiyatının düştüğü herhangi bir maddeye rastlamadım. Gördüğüm tek şey akaryakıt ve tüpgaz fiyatları. Zaten dünyada en yüksek fiyatla kullanmak zorunda kaldığımız şeylerden ikisi bu ürünler, onlar da direkt dolarla bağlantılı. Dolar fiyatları düştüğü için onlar da ayıp olur düşüncesiyle sanırım arttıramıyorlar. Peki doların bu kadar düşmesi ne kadar sevindirici… Onu da ilerleyen günlerde hep beraber göreceğiz.
Bir siyasi inatlaşma almış yürüyor. Tam bir gövde gösterisi, kim haklı kim haksız bilinmez ama, yine olan vatandaşa oluyor. Yine her zamanki gibi fabrikalar kapanıyor yine işsizlik ordusu büyüyor. Çiftçi perişan, üretim kotası konulmuş karşısına üretse de satamıyor. Yurdum işçisi, memuru ve tüm ekmek kavgasını veren çalışan kesim kasapla manavla enflasyon kazığıyla uğraşmak bir yana bir de patronun zam zamanı yazdığı senaryolarla karşı karşıya kalıyor. Son zamanlarda duyduğum ve de bizzat yaşadığım bir senaryo. 2003 temmuz maaş zammım % 14,2. Duyduğumda, acaba bu virgülden sonra ki 2 nedir dedim kendi kendime ve öğrendim. 2003 temmuz ayındaki açıklanan TÜFE oranı imiş meğer. İtirazlar maalesef sonucu değiştirmedi ama hala güldüğüm bir cümle kaldı aklımda "Eeee memlekette enflasyon, tefe, tüfe düştü. Millet olarak enflasyon ile yaşamayı öğrenmeliyiz" Bu lafın üstüne ne denir ki ? Ben de demedim ve gülmekle yetindim…
Bu kötü gidiş nereye kadar gider bilmiyoruz millet olarak. Ancak bazı bilinen gerçekler var ki insanın kafasında ister istemez soru işaretleri bırakıyor. Ülkemiz doğuda dünyanın en önemli petrol havzalarına komşu olması, tabi su kaynaklarının sınırlarımız dahilinde olması, zengin yer altı ve yer üstü enerji, hatta maden kaynaklarına sahip olması itibariyle, sonuç olarak toplam iç ve dış borç rakamımızın en az 10-15 kat fazlasını sağlayacak getiriye sahip olmasına karşın bunlardan yararlanılamaması düşündürücüdür. Sanırım bunların kullanılması demek, Türkiye Cumhuriyeti'nin, 21. yüzyıla damgasını vuracak bir güce sahip olması gerçeğini ört bas etme çabasından başka bir şey olmasa gerek…
Bir Viking derki "Ne Olacak Bu Memleketin Hali Ne Olacak"
Kaynakça: Rakamsal veriler DİE 'ne aittir.
Gültekin Gök
Yukarı
|
Misafir Kahveci : Erinç Ertunç |
ÖZHAN CANAYDIN NE KADAR CENTİLMEN YA DA ETİK...
Son günlerde Türkiye Fatih Terim'in istifası ile çalkalanıyor. Fatih Terim hikayesi en baştan beri her yönden dikkatle incelenmesi gereken bir vaka. Adana'da yetişmesinden, Avrupa'nın zirvesine çıkmasına kadar ve bugünkü haline kadar her açıdan ilginç ve önemli bir hayat hikayesi. Adana'da yoksul bir ailenin çocuğu olarak yetişen Fatih Terim, kısa sürede sivrilerek Adanademirspor'da oynamaya başladı. Buradan da hızlı bir yükselişle hayallerinin takımı Galatasaray'a transfer oldu. Ancak ne var ki 20 yaşında geldiği Galatasaray'da oynadığı 11 sene boyunca şampiyonluk yaşayamaz. 53 kez A milli takım formasın giyer ve 1995'de kendi eliyle Oğuz Çetin'e formayı vererek bu rekoru kırdıracağı zaman kadar, milli formayı en çok giyen oyuncu olma rekorunu sürdürür. Sahaya helikopterle inerek noktaladığı futbol yaşantısı ile unutulmayan Fatih Terim, teknik direktörlük yaşamında da futbol hayatında yaşayamadığı şampiyonlukları yaşar ve zirveye tırmanır.
Futbol otoritelerine göre Türk Futbolunun gelişim seyrinde başlangıcı Jupp Derwall'in Galasaray'a gelmesi ve 3-5-2 sistemini Türkiye'ye taşıması oluşturur. Sonra Mustafa Denizli ile 1988'de Galatasaray Avrupa'da yarı final oynar. Bu yüksekleri hedeflemek açısından zihniyet dönüşümünü ifade eder. Ancak futbol açısından bir dönüşüm henüz gerçekleşmemiştir. Avrupa takımları önünde halen mahkum oynuyoruzdur. Fatih Terim 1990-1993 yılları arasında Ümit Milli Takım ve Olimpik Milli Takımı çalıştırır. Bu dönemde Fatih Hoca ekibi ile birlikte geniş bir tarama ile geleceğin Milli Takımını oluşturmak için harekete geçer. Bu takım ile Fatih Terim 1993 yılında Akdeniz Oyunlarını kazanır. Bu başarı hem bu jenerasyonun oluşturduğu takımın hem de Fatih Terim'in kayda değer ilk önemli başarılarıdır. Daha sonra Sepp Piontek'ten boşalan A milli takım teknik direktörlüğüne getirilir ve iskeletini ümit milli takımlardayken kurduğu takımla 1996'da tarihimizde ilk kez Avrupa Şampiyonasına gitme hakkı elde eder. 1996'da Galatasaray'ın başına geçen Fatih Hoca burada da bütün eleştirilere rağmen 4 yılda 4 şampiyonluk ve UEFA şampiyonluğunu kazanır. Bu bir ilktir. Hem dört yıl üst üste şampiyon olan ilk ve tek takım oluverirler, hem de Avrupa'da zirveye çıkan ilk Türk takımı... Bu hayallerin gerçekleşmesidir. Bu hayal sadece Futbol Dünyası ile sınırlı değildir. Türk insanının istediği zaman ve çalıştığı zaman neler yapabileceğinin de kanıtıdır. Bu başarıdan sonra her branştta uluslararası alanda başarılar gelir. Fatih Hoca ardından, Futbol Endüstrisinin başındaki ülke İtalya'ya transfer olur. Fiorentina'da takımı kupa finaline çıkartır ancak çok sevilmesine rağmen başkanla ters düşerek ayrılır. Fatih Hoca'daki ışığı ve başarıyı gören Dünya'nın en ünlü 3 kulübünden birisi olan A.C. Milan Fatih Hoca'yı takımın başına geçirir. Bu Türkiye için inanılmaz bir olaydır. Ancak Başbakan ve Milan Başkanı Berlusconi ile ters düşen Fatih Terim, İstanbul'da "liderlik, motivasyon ve yönetim ilkeleri" konferansı verirken, görevine son verilir.
Sonraki süreçte de Özhan Canaydın gönüllerin hocası diye teklif götürür ve Fatih Hoca Galatasaray ile yeniden anlaşır ve görevde kaldığı 1,5 yıllık süre içinde başarısız olur ve geçtiğimiz hafta içinde de istifa eder. Bu hikaye pek çok açıdan kayda değerdir.
Özhan Canaydın, gönüllerin teknik direktörü diyerek ve Fatih Hoca ben olduğum sürece bir yere gidemez diyerek, Fatih Terim'i göreve getirir. Ancak 20 Marttaki Genel Kurul öncesi, Fatih Terim'in istifasını kabul ederek, adeta bir seçim hamlesi yapar. Bu etik bir davranış değildir. Terim başarısızdır doğru ancak daha başarısız olan bu yönetimdir. Etik davranış, yönetimin de Terim'le birlikte gitmesidir. Centilmenlik rakip takımın gollerini alkışlamakla sınırlı değildir. Verilen sözleri tutmakla ve başarısızlığı kabullenmekle olur. Özhan Canaydın bu erdemi gösterememiştir. Verdiği sözleri tutmamış, iyi bir takım oluşturamamış, istenilen transferleri yapmamıştır. Takımı stadsız bırakmıştır. Bu yönüyle Özhan Canaydın'ın centilmenliği, Alpay Özalan'ın 1996 Avrupa Şampiyonasında gole giden oyuncuyu düşürmeyerek aldığı Fair-Play ödülü gibi anlamsız ve komiktir.
Fatih Terim kazandığı inanılmaz başarılarla bir marka olur. Bundan, bazı Galatasaraylı yöneticiler rahatsızlık duyar. Sebepleri, Galatasaray'ın bir kurum olduğu, kişilerin ise gelip geçici oldukları, Fatih Terim'in bu haliyle Galatasaray'ın üstüne çıkmasıdır. Kimilerine göre bu durum bir şekilde sonlanmalıdır. Fatih Terim'e göre Fiorentina'ya gitmesinin sebebi, Galatasaray'ın kendisini göndermek istemesi idi. Bunun kanıtı Fatih Terim gittikten sonra, Faruk Süren'in kulüp binasında asılı olan UEFA şampiyonluğu posterinden Fatih Terim'in resmini çıkarttırması. Fatih Terim'in gelişini etik bulmayanlar, her nedense daha Lucescu görevdeyken, sezon devam ederken, Fatih Altaylı öncülüğünde Fatih Terim'e teklifte bulunmuşlar fakat Terim bu teklifi etik olmadığı için reddetmiştir. Sezon sonunda ise Lucescu'nun gitmesiyle Terim görevi kabul etmiştir. Aslında bunların hepsi adım adım bir senaryoydu. Amaç belliydi. Amaç "Terim Efsanesi"ne son vermekti. Bunun için göreve geldiğinde "3 Dünya Starı" sözü veren Özhan Canaydın, bu sözünü tutmadı ve takımı borç ödemeye çalışan bir şirket görürümüne soktu. İstediği oyuncular alınmayan buna rağmen sürekli başarı beklenen takım ve Fatih Terim strese girdi. Bu stres aceleye ve sabırsızlığa yol açtı. Sonuçtada Fatih Terim de üst üste hatalar yapmaya başladı. Şunu bütün Galatasaraylıların ve sporseverlerin bilmesi gerekir ki; Galatasaray'ın takımı hedeflenen başarılar için son derece yetersiz idi. Takım yetersiz idi ama Fatih Terim adı, başarı beklentilerini arttırıyordu. Bu beklentiler Terim'i de hataya zorladı. Ve 2 yıla yakın sürede hedeflenen gerçekleşti. Fatih Terim başarısız oldu. Ama "Terim Efsanesi"ni bitirdiklerini zannetmiyorum.
Türkiye'de başarılı insanlara destek değil, köstek olunur. Bunun her alanda kanıtı var. Bir kanıtı da Fatih Terim. İnsanların hatasız olması diye birşey yok. Hata insana mahsusdur ve her insan hata yapar. Terim'de hatalar yapmıştır. Ama onun bu hatalarına dayanarak, onun geçmişteki başarılarını karalamaya çalışmak bir artniyeti ortaya koyuyor. İnsanları, eleştirmek istediğimiz zaman çok şey buluruz. Hata aradığımız zaman her zaman hata buluruz. Ama zor olan şey, insanları desteklemek ve başarılı insanların başarılarını alkışlayarak yeni başarıları teşvik etmektir. Terim'i başkaları ile kıyaslamak da doğru bir yaklaşım değil. Her hocanın kendi üslubu ve çalışma yöntemleri vardır. Ancak asl olan, mantalite yani oyun anlayışıdır. Her zaman kazanmaya ve göze hoş gelen oyun oynatmaya çalışan bir hoca benim nazarımda her zaman daha üstündür. İnsanları harcamak yerine kazanmanın yollarını aramalıyız...
Erinç Ertunç
Yukarı
|
|
YILDIZINIZ KIPIR KIPIR, YA SİZ?
Ailenizin Yıldız Falcısı : Nurettin Özdemir |
|
KOÇ (21 Mart-20 Nisan) Sevgili koçlar bu hafta içinizdeki kuşkuların ve hatta vesveseli hallerinizin iyice ortaya çıkacağı günler sizleri beklemekteler. Artık kesin kararları alma zamanı geldi. Çaresiz girdaplardan çıkmanız yolunda sizlere sinyaller verilecek yukarılardan.. Yaratıcı bir dönem sizleri beklemekte koçlarım. Yeniliklerin getirecekleri olumsuzluklara sabırla katlanın, önemli olan yeniden doğuşlara evet diyebilmek, kararlılıkla.. İçinizdeki yaratıcı ruhlarınızı yüceleştirin, yepyeni koşullar sizlere doğabilsin..
BOĞA (21 Nisan-20 Mayıs) Bu hafta şansınıza sonuna kadar güvenin boğalar. Oldukça kısmetli bir döneme girmektesiniz. Başarılı bir iş dönemi ve aynı zamanda riskli gözükse de heyecan verici bir atılım ile kazançlar sağlayacağınız sizlere müjdelenmekte.. İyi bir kısmet yolunuzun üstünde. Umulmadık bir teklif ziyaret veya telefon aracılığı ile sizlere iletilecek.. Risklere girmekten sakın kaçınmayın. Olası durgunluğunuzu ve aşırı alçak gönüllülüğünüzü bir kenara bırakın ve şanslarınıza kucak açın.. Atılgan olun, herzamankinden daha fazla.. Önümüzdeki günlerin bereketini sakın es geçmeyin. Benden söylemesi..
İKİZLER (21 Mayıs-21 Haziran) Sevgili ikizler bu hafta kafaya koyduğunuz bir rüya veya hedefi gerçekleştirmek için kararlı olun.. Yolunuz açık ve berrak unutmayın. Ama yanlış beslenilen umutlar, yarım yamalak hedeflemeler ile yola çıkmayın sakın. Doğru hedeflere odaklanırsanız güçlü destekler bir şekilde sizlere ulaştırılacaklar.. Hayalleriniz ilham kaynağınız olsunlar ama asla sizleri, özellikle bu hafta, ninnilerle uyutmasınlar... Yıldızlarınız sizlere yeni ufukları ışınlamaktalar..Farkına varacaksınız çok kısa zaman içinde..
YENGEÇ (22 Haziran-22 Temmuz) Yeni bir aşk ? Yoksa var olan bir ilişkinizin tantanalı geçmesimi sizlere bu kadar huzursuzluk ve heyecanlar arasında gelgitleri oynatmaktalar.. Çok düşüncelisiniz nedense, hele şu sıralar sorma gitsin değilmi... Açık yüreklisiniz, insanlara değer veriyorsunuz ama gelgelelim karşılığını bulamayınca çok inciniyorsunuz.. Artık kişiliklerinizin dar sınırlarını kesinlikle aşın yengeçler. Sanki bir kuleye kapanmış gibisiniz.. Tamam zeminler kaygan anladık ama bırakın dandik zeminler yıkılsınlar artık.. Önce içinizdeki engelleri parçalayın sonrası gelecek.. İçinizdeki sese kulak verin yengeçler..
ASLAN (23 Temmuz-22 Ağustos) Sevgili aslanlar sabırsız ve o kadar da aşırı hevesler de olduğunuzdan önümüzdeki günler bayağı diken üzerinde olabileceksiniz.. Yoğun arzularınız sizlere sevdiklerinizle aralarınızda tartışmalı anları ve özellikle ceviz kabuğunu doldurmayacak çekişmeleri getirebilecekler..Uzun dönemli planlardan kaçının şimdilik. Anları yaşayın yeter.. Kibirleri bir köşeye bırakın yeniden maceracı olun şu sıralar, aşırı titiz ve astığım astık kestiğim kestik yapılarınıza esneklikleri aşılayın. Yoksa bu hafta dumansınız. Kabahat da sizlerde olacak, unutmayın...
BAŞAK (23 Ağustos-22 Eylül) Eğer iyi bir zamanlama yaparsanız içgüdülerinizin ışıkları altında uzun vadelerde isteklerinizin gerçekleşmesi işten bile değil.. Bunu bekleyecek sabırlara sahipsiniz. Güven verici, devamlılığı olan yerleşik düzenleri çok seviyorsunuz ya bu hafta yaşadınız.. Grup çalışmaları dahilinde gurur duyabileceğiniz oluşumları yaşamaya hazırmısınız.. Öyleyse girişimci olun hatta pençelerinizi gösterin.. Derin bir iç uyumla büyük bir manevi gücün sizlere eşlik ettiğini hissedeceksiniz.. Şimdiden geleceğin temellerini atın. Haftanız buna çok ama çok uygun başaklar..
TERAZİ (23 Eylül-22 Ekim) Kalp temizliğini ve mütevaziliği sembolize eden siz teraziler bu hafta artık bir yol ayrımına doğru ilerlemekte olduğunuzu anlayacaksınız..İstemeyerekte olsa kaderinizin sizleri götüreceği yeni yollara koyulmaktan ne olur korkmayın. Sonu son derece kısmetli bu değişimlere açık olun. Duygusallıktan kaçının ve kendi ayaklarınızın üstünde durun.. Özgürlüklere koşun. Güneş gibi güzel günlere doğmaya kendinizi hazır tutun. Evet güzel günler sizleri beklemekteler ama önce isteklerinizden korkmadan gelecek için mücadelere kararlarını verin...
AKREP (23 Ekim-22 Kasım) Sevgili akrepler şu sıralar sanki bir doyum noktasındasınız. Çok arzu ettiğiniz bir şeyi elde etmiş olmanın verdiği olası bu isteksizliğin içindesiniz.. Sakın bu isteksizliğin yoğun bir duygusuzluğa dönüşmesine izin vermeyin..Bazı olaylardan dolayı kırgın olabilirsiniz. Gücenmişte olabilirsiniz. Damarınıza basılmış gibi olsada yan bakışlarla olası yeni fırsatları gözlemektesiniz.. Haklısınız. Çok yakında beklenmedik imkanlar sizlere sunulacaklar. Dönüm noktalarına yaklaşıyorsunuz ama biraz kendinizi gevşetseniz akrepler. Şu sıralar hiç ama hiç yeni streslere ve sıkıntılara ihtiyacınız yok.. Var olanları ise yok etmenin tam zamanı bence.. Beklemeden..
YAY (23 Kasım-20 Aralık) Haftanızın sizlere sunacağı özellikler iki kelime ile özetlenirse bu da kararlılık ve cesur davranışlar olacaktır.. Yükselen enerjileriniz motivasyonlarınızı kamçılamaktalar.. Yakın geçmişe kadar elleriniz bağlı kalmış olsalar bile bundan sonra dirilerek esas kişiliklerinizi ifade edebilecek ve inançlarınız sayesinde doğru yolları bulacaksınız.. Olumsuz düşüncelere ve ürkek yaklaşımlara kulak asmayın siz, yolunuzda ilerleyin kararlılıkla.. Yaşamlara yeniden çeki düzen vermeye başlayın bu hafta, gecikmeden olsa iyi olur yaylar..
OĞLAK (21 Aralık-19 Ocak) Sevgili oğlaklar can sıkıcı oluşumlara veya bunların bariz şekilde ortaya çıkmalarına hazırlıklı olun bu günlerde.. Üzerlerinde bulunduğunuz zeminlerin eskimiş oluşları sizleri kaygılandırmaktalar. Bir sınavla ilgili başarısızlık korkusu sizleri bayağı meşgul edebilecek. Gelişme süreçlerinde yaşanan krizler, darboğazlar ve bazı belirsizliklerden doğabilecek endişeleriniz sizleri yıldırmasınlar.. Başarı olabilmek için çoğu zaman çetrefelli yollardan geçmek gerekebilir ve bunu gayet iyi biliyorsunuz. Ne ekersen onu biçersin sözü sizlere birşeyler söylüyormu oğlaklar ?.. Eh, bu hafta anlarsınız daha bir derinden... Savaşın, çare yok başka...
KOVA (20 Ocak-18 Şubat) Bu hafta huzur dolusunuz. Çevrenize bile mutluluk ışınlayacak derecede rahat olacaksınız kovalar.. Endişelerinizden sıyrılmaktasınız. Artık güçlüklerin, bunalımların ve engellerin sonlarına yaklaşmaktasınız.. Şükran, sevinç ve mutlulukların hüküm süreceği anların ağırlıkta olacakları güzel bir hafta sizleri beklemekte unutmayın.. Bir şeylere sıfırdan başlama durumunda iseniz bazı korkularınız da olsa sakın çekinmeyin, cesur başlangıçlara aslanlar gibi atılın. Kendilerinize delilik bile tanıyın, içinizdeki çocuk sizlere birşeyler söylemekte.. Dinliyormusunuz sevgili kovalar...
BALIK (19 Şubat-20 Mart) Belli bir olgunluğa ve uyanışa ulaşacağınız dönemlerdesiniz artık sevgili balıklar.. Sizleri doğru yollara götürecek olan duygularınız ve altıncı hislerinizi sakın ihmal etmeyin bu hafta. Son kararları ise mantığınız ve olayları analize edebilme kabiliyetleriniz doğrultusunda alın.. Bağımlılık gösterdiğiniz konularda ve çözümlenemez gibi gözüken sorunlarda aklınızın keskin gücünü bu hafta hissedeceksiniz balıklarım.. Yaşamlarınızın içinde gerçek yerlerinizi bularak bundan sevinç ve haz duyacağınız günler sizlere yaklaşmaktalar.. Tanrıya inanıyormusunuz.. İçlerinize doğacak ilhamlar tesadüf olabilirmi acaba. Ve bazı şeyleri nihayet kabul edeceksiniz...
Sevgili müdavimlerim pozitif enerjilerin haftasına girmekteyiz. Önümüzdeki günlerde yapıcı olalım. Kesinlikle yukarılardan manevi yardımların bizlere ulaştığını hissedeceğimiz günleri es geçmeyelim canlarım. Sevgilerle hoşçakalın...
Nurettin Özdemir
nozdemir@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Fotoğraf: Berrin Cerrahoğlu
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Kahve Molası bugün 4.165 kahveciye doğru yola çıkmıştır. |
Yukarı
|
evet madam gözleriniz
başıboş tomurcuk sağanağı ile başlamıştı
ıhlamur uykulara uzandığım yaz
maviye dönüşürken gök - deniz
evet madam gözleriniz
bir darbesi ile kesip içimdeki düğümleri
-aşk deyip de alıp başımı gittiğim-
yaza hakim renk gözleriniz
ve kırlangıç fırtınası kirpikleriniz
sür atını demişlerdi
sür sevda dağlarına
kaç aşka sığar ki bir ömür
mine çiçeklerine sığındığım anlardı
göğsümdeki durağan ağrılardan
yaz ökselerle doluydu / geceler de...
siz de öyleydiniz
evet madam öyleydiniz
kirpiklerinizin çevikliği fırtına kuşlarıydı
bal köpüğü / eflatuni / ıslak
içimdeki müzik kutusuna sakladığım gözleriniz
usumun acıyla irkilişi / ya da
çeliğin akkor çekilişi yürekte
şakaklarımdaki turuncu sıcak
gözlerim madam gözlerinize adak
Emre Gümüşdoğan
Yukarı
|
Sıkıyorsa otur işini gör, bırrrr!...
Yukarı
|
ANKARA'NIN KÜLTÜR VE SANAT İNSANLARI BİR ARADA...
Fotoğrafçı Berrin Cerrahoğlu'nun ikinci kişisel sergisi 'CUMARTESİ PORTRELERİ/ANKARA', sanatseverler ile buluşuyor.
28 Şubat - 12 Mart 2004 tarihleri arasında Fotografevi Koç-Allianz Galerisi'nde devam edecek sergide, yolu Ankara'da kesişen, şiir, edebiyat, resim, müzik, tiyatro ve bilim dünyasından 52 ünlü sanatçının siyah beyaz portreleri yer alıyor.
Karikatürist Nezih Danyal, ressam Nuri Abaç,şair Şükrü Erbaş, yazar Vus'at o Bener, Baskın Oran, Müşfik Kenter, Neyran Fişek, Selva Erdener, kendi evlerinde ve doğal ışıkta fotoğraflanan 52 isimden sadece bir kaçı.
Berrin Cerrahoğlu,
'CUMARTESİ PORTRELERİ/ANKARA' sergisini onurlandırmanızı diler.
Sergi: 28 Şubat - 12 Mart 2004 Fotografevi - Koç ALLIANZ Sanat Galerisi Tütüncü Çıkmazı Sokak No 4 Galatasaray / İstanbul
Bilgi İçin : Berrin Cerrahoğlu
Telefon : 0312 255 78 57
e-mail : info@berrincerrahoglu.com
Yukarı
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://www.mrpicassohead.com/create.html
Artık hepimiz Picasso gibi resim yapabilirim dersem şaşırmayın. Desem demiyorum, hatta diyorum bile. İnanmayan varsa tıklasın ekteki kısayolu görsün bakalım, pikasso gibi resim yapabilmek mümkün mü?
http://www.maui.net/~liam/nudecarrot/nudemancarrot.html
"Nude Man Carrot". ...This is how I found him - standing by the side of the road with a small bag. The evening darkness was setting in and I couldn't really make out much of the figure, but I knew that his chances of getting a ride in the dark were fairly slim. I had recently been forced to hitchike myself...
http://www.kutman.com.tr/gerekenler.htm
...Temel olarak bilinmesi gereken odur ki, beyaz şaraplar beyaz üzümlerden, kırmızı ve roze şaraplar kırmızı ve siyah üzümlerden yapılırlar. Roze şaraplar, genel kanının aksine, kırmızı ve beyaz şarapların karıştırılmasıyla elde edilmezler. Kırmızı şarap, rengini üzümün kabuğundan alır. Kırmızı üzümün de sıkıldığında şırası beyazdır, ancak alkol fermantasyonunu posası ile geçirdiğinden fermantasyon sırasındaki kabuğun boyası çeşitli enzimler yoluyla çözülerek şaraba geçer...
http://www.rathergood.com/laibach/
Şirin kediciklerin müzikal isyanı. Flash animasyon. Lütfen sesi dikkatli ve en azından başlangıç için az açınız. Daha sonra müzik tarzı hoşunuza giderse ve ortan uygunsa daha yüksek sesle dinleyebilirsiniz.
akin@kahveciyiz.biz
Yukarı |
|
|