|
|
|
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 461 |
15 Mart 2004 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Keşke biz de toplaşabilsek!.. |
İyi haftalar,
Güzel bir haftasonuydu. Bugünden itibaren daha da güzel olacakmış. Birkaç derece yükselecek sıcaklıklar bizleri bahara hazırlayacakmış. Haydi hayırlısı. Oysa perşembeden başlayan bomba gibi bir nefret dalgasının haftasonunda memleketimize ulaşmasını bekliyordum. Ne yazık ki Avrupa'nın ortalarında biryerlerde takılıp kaldı. Önce insan sonra bir Türk olarak gördüklerimden utandım. Olayın üzerinden 24 saat geçmeden düzenlenen protesto gösterilerinden çok etkilendim. Hepiniz etkilenmişsinizdir. Madrid'te Barcelona'da ve tüm İspanya'da 11 milyon insanı sokağa döken bir organizasyonu görünce utandım. Aklıma bizim yüzer kişilik gruplar halinde kurduğumuz fasıl heyetleri geldi, gene utandım. Duyarsız bir toplum olduğumuzu biliyorum. Bakın duyarsız toplum diyorum birey değil. Çünkü birey olarak herbirimiz duygu yüklü, gerektiğinde nefret gerektiğinde aşk ile çarpan yüreklere sahip örnek memleket çocuklarıyız ama genlerimize zorla zerkedilmiş boşvermişlik, kadercilik ve korku yüzünden toplu hareket etmekten aciziz. Onun içindir ki, hepimiz birer başbakan edasıyla memleketi her köşebaşında kurtarır ama iş taşın altına el koymaya geldimi tırsarız. Öcülerle, böcülerle büyüyen, okullarda disiplin adına salınan korku ile yetişen, en doğal hakkını dile getirmek istediğinde sırtına copu yiyen bir ırkın ahvadı, bireysel duyguların toplumsal duygulara dönüştüğü dönemlerde de en doğal demokratik hakları bir günde elinden alınabilen bir güzel memleketin çocukları değil miyiz? O zaman ne bekliyoruz ki... Ne ka ekmek o ka köfte.. Başımıza gelenler hep hakettiklerimiz. AB'ye kapak atmak için yırtmadık geri bırakmıyoruz. Adamların bizi istememelerini görmezden geliyoruz ama neden istemedikleri konusunda en ufak bir fikrimiz yok. Var da yok. Aramızda kan ve doku uyuşmazlığı var reddediyoruz. Demokrasi anlayışımızla, olaylara karşı gösterdiğimiz tepkimizle farklıyız. Kriterlere uyuyoruz ama beyin dokularımızı uydurmak konusunda çaresiziz. Onları yönetenler için önce halk var oysa bizi önce Hak'ka sonra halka hizmeti destur edinenler yönetiyor. Hele bir de 'Halka hizmet Hak'ka hizmettir.' diyorlar. Sonra haklı olarak etraflarında ki tüm Hak yolunda olanları kendilerince hak ettikleri mevkilere getiriyorlar. Haklarını elde eden Hak yolundakiler zamanı geldiğinde Hak adına halkı katlediyorlar. Bakınız İGDAŞ çalışanı canlı bomba hayvanı. Bu patladı ortaya saçıldı, ya henüz fitili ateşlenmemişler... Dua edip Hak'ka emanet olalım...
Seçimlere topu topu 13 gün kaldı. Seçim yerel olunca insan ister istemez genelden çok özelle ilgileniyor. İlgilenmemek mümkün değil ayrıca. Muhtardan başlayarak tüm yerel yöneticilerimizi seçeceğiz ya, herbiri etrafımızda pervane. Cisimleri olmasa da resimleri heryerde. Günlerdir İstanbul başkan adaylarını izliyorum. Büyük başların hepsini dinledim. Şimdi burada hepsinden tek tek söz edebilir, hatta yıldız verebilir sonra da yerden yere çalabilirim. Siyasetin içinde olmadan siyaset yapmanın güzelliği de burada zaten. Ben de oyun bozanlık etmeden, geleneği bozmadan aklımdan geçenleri fırsat buldukça diyeceğim. Kimi kızacak, kimi eyvallah diyecek ama umurumda değil bilesiniz.
Ben bu seçimlerde istediklerimle istemediklerimin bir listesini yapmaya başladım. Son güne kadar da bu liste gelişmeye açık olacak. Gün gelip mührü elime aldığımda listeleri birbirine çarpacak, galip gelenin işaret ettiği adaya oyumu vereceğim. Önce istemediklerim; 2004 yılında çember sakalıyla cüppesiyle devleti temsil etmeye aday insan bozuntularını görmek istemiyorum. İlahiyatçı mimar başkan istemiyorum. Ailesini çağdaşlaştıramamış ama bana çağdaş İstanbul sözü veren başkan istemiyorum. İflas etmiş partilerin nasılsa seçilmez diye aday gösterdikleri başkan istemiyorum. Peki ne istiyorum? Önce bana hizmet etmek için yola çıkmışı arıyorum. Hak, hukuk, gak guk demeden yekten yapacağını diyen yetişmiş birini istiyorum. Dediğinin arkasında durabilecek, uçuk gibi görünen yapılabilir projeleri hayal edebilen birini istiyorum. Yapması gereken rutin işleri cağız, ceğiz diye çığırmadan yeni, yepyeni çözümler üretebilecek birini başkan koltuğunda görmek istiyorum. En önemlisi mevcut iktidar ve temsil ettiği zihniyetin dışında birisi olsun istiyorum.
İzlediklerimin arasında en fazla puanı şimdiye kadar Ahmet Vefik Alp aldı. İçlerinde laf ebeliği yapmadan 10 senedir aynı şeyi söyleyen ve somut projelerle İstanbul'u yaşanabilir bir hale getirmeyi düşleyen bir o var. Keşke oyumu alabilecek bir partinin adayı olaydı. Ama gene de son güne kadar izleyeceğim. Önceliğim şu ademlere bir ders verebilmek, kalkan gerilerini sandalyeye geri oturtmak. Benim oyum değerlidir. İnce eleyip sık dokuyacağım ve vereceğim oy tüm isteklerime kavuşmamı sağlayacak. Bu hepimiz için geçerli. Herbirimiz attığımız oyun değerini bilmeli, düşlediğimiz yaşama erişmenin yolunun demokratik dünyada atılan oylardan geçtiğini aklımızdan çıkarmamalıyız. Hepinize güneşli bir hafta diliyorum.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
PASTORAL EFEMER : Zeki Yıldırım |
AŞK -I-
"Düşen bir yaprak görürsen, beni hatırla demiştin, biliyorsun seni ben, sonbaharda sevmiştim" ile başlayan duygu yüklü, romantik şarkılar vardı dillerimizde. Ya da "inleyen nağmeler ruhumu sardı…" Yine "sakın bir söz söyleme, yüzüme bakma sakın.." veya da "Love me tender" "Autumn Leaves" "Portofino" yüzlerce, yüzlerce unutulmaz romantik aşk şarkısı bizim dönemimize damgasını vurmuştu. !960'lardan gelen ılık romantik rüzgarlar, o döneme kadar esebilmişlerdi. Şimdi hep birer klasik olarak dinlediğimiz unutulmaz aşk şarkıların çoğu genel olarak o döneme aittiler ve o günlerin romantik atmosferini yansıtıyorlardı. Yani şimdilerin"Kıl oldum abi" li; "Bayıra karşı yatır beni, tırmala beni kaşı beni" li şarkılarına hiç rastlayamazdınız, küfür ve saldırganlığın yer aldığı Eminem rüzgarları esmezdi. Bolca Zeki Müren, Emel Sayın, Elvis, Tom Jones; Barabara Streisand, Frank Sinatra vb. şarkılardı yankılanırdı kulaklarımızda.
Evet şarkılarıyla girdiğim o dönemde yaşadıklarımız sosyolojik olarak nasıl tanımlanabilir bilmiyorum ama, bizler lise çağlarında pembe renkli kutsal aşklara inanırdık. Tabiki büyük şehirlerde, seçkin çevrelerde şüphesiz farklı yaşamlar sürüyordu ama küçük taşra dünyamızda doğal yaşadıklarımız bunlardı. Sevdalarımızın, aşklarımızın pembeliği belki onun gece mavisi gizemi ve kıpkırmızı tutkularından kaynaklanmaktaydı. Çünkü aşk iki küçük yürekte saygı, sevgi, ve emek taşıyan gizemiyle akan küçücük bir çeşmeydi. İnanırdık ki, bu üç bileşkeden biri olmazsa, yaşananlar aşk olmazdı. İşte kutsallığı da burada başlardı. Sevgi yoksa, kupkuru bir saygı ve sonsuz emek neye yarardı ? Peki saygı olmazsa, aşk gel-gitler arasında yok olup gitmez miydi, emek çok bile olsa. Emek olmasa, topraksız, susuz kalmaz mıydı bir fidan gibi büyüyecek olan aşkımız.
Sınıfımızın en güzel kızına büyük sınıflardan bir abi arkadaşlık teklif etmişti. Gözümüz gibi kıskandığımız bacımız ! hemen bize mektubu iletmiş ve bizden icazet istemişti. Biz sınıfın her türlü namus işlerinden sorumlu yiğitleri olarak, ağabeyi bir yerde kıstırmış, her türlü ikna kabiliyetimizi kullanıp, bacımıza doğru dürüst bir arkadaş olma taahhüdünü almıştık. Neler yapıp neler yapmayacağını tespit etmiştik. Örneğin Efkar Tepesi'nde yan yana yürüyebilirler ve çok ufki alanlarda el ele tutuşabilirlerdi. Cüneyt ağabeyimiz gibi anlından öpmek, hele yanaktan öpmek affedilmez bir namus tehlikesiydi. Dudak mı o da ne. Ne dediniz bakayım, hımmm…. aklınızdan bile geçemez, nASLA; nASLA, nASLA. Tabi ki sonuçta evlenme garantisini de almayı unutmamıştık. Yıllar sonra bu arkadaşların evlenip evlenmediklerini bilmiyorum ama, geçen yıl beni okulun "en" lerinden; en duygusal seçmelerinden sonra, dergi çıkaran öğrencilerim bana röportaja gelmişlerdi. Konu aşktı ve ben yukarıdaki olayı anlatınca, yazıcı kızlardan biri güldüğü belli olmasın diye ağzını zorla kapatmaya çalışırken sandalyeden düştü, biri yüzünü mendille kapatıp kendini dışarı zor attı, röportajcının gözlerinden yaşlar geliyordu; kısacası çocuklar gülme krizinden gitmek üzereydiler. Allah tan röportaj erken bitti.
Yaşadıklarımız ve hissettiklerimiz, aşka bakışımız belki yazdığım kadar dramatik değildi ama, bu günkünden oldukça farklıydı. Geçenlerde kafeler sokağında alışveriş yapan bir arkadaş iki öğrencimizin konuşmalarına tanık olduğunu anlattı. Çok iyi giyimli kız öğrencimiz, erkek öğrenciye "oğlum sana kaç kez, söyledim paran yoksa arkadaşlık yok; paran gelince ararsın" diyormuş. Hem de o kadar kişinin içinde, bağıra bağıra. Tabi ki bu marjinal örnektir, geneli temsil etmez. Peki 2-3-4 yıl aynı evi paylaşıp ta, sonuçta evlenen öğrenci sayısı kaçtır sorusunun cevabını arayalım. Bizim dönemin aşklarını abartılı olarak yorumlayalım ve renklerini pembe olarak tasvir edelim, peki bu günkü aşklara ne demeli, hangi renklerle örtüştürebiliriz ? Bunlar kendini ülkesine ve öğrencilerine adamış bir hoca için içinden çıkılması zor sorular.
Aşkı bir de bilimsel bazda inceleyelim. Aşkı laboratuara sokalım bakalım neler gözlemleyeceğiz. Geçenlerde yapılan bir çalışmada aşkın kimyasal bir olgu olduğunu savlayan sonuçlar yayınlandı. Yine tüm zamanlarda yanıt aranan ''Neden aşık oluruz?'' sorusuna İngiliz bilim adamlarından ilginç açıklamalar geldi. Tek eşli memeli türlerinden tarla farelerini inceleyen uzmanlar, beyindeki hipofiz bezinin salgıladığı ''oxytocin'' hormonunun dişileri seks konusunda tetiklediğini, bunun bir duygusal yüklenmeye yol açarak çiftlerin birbirlerine aşık olduklarını iddia ettiler.
Edinburgh Üniversitesi'nden Prof. Leng'in tezi pek de romantik değil. Zira aşk denince ilk akla gelen kırmızı güller, şık bir yemek, dans gibi bilinen ayrıntılarla ilgisi yoktu. Prof. Leng'in ''bilimsel aşkı'' kimyasına dair saptamaları şöyleydi: ''Aşk iksiri kadınların beyninde yer almakaydır. Hipofizin salgıladığı oxytocin hormonunun hiperaktif bir cinsel yaşamı olan tarla farelerinin birbirlerine bağlanmalarına, aşık olmalarına yol açtığını gözledik. Hayvanların çoğu ömür boyu birbirlerine bağlanır. Bunun beyindeki temel bir kimyasal reaksiyondan kaynaklandığını varsaymak şaşırtıcı olmamalı. Bu hormonun tarla farelerinde de çok güçlü etkisini gözlemledik. Dişi ve erkek tarla farelerini bir kafese koyduğunuzda, kolayca dost olabiliyorlar. Dişinin beynine oxytocin enjekte ettiğinizde ise gündeme aşk ve karşılıklı bağlanma geliyor. Bu gözlemlerden yola çıkıp insanların aşkları hakkında fikir yürütebiliriz" diyorlar.
Peki beyin nasıl aşık olabilir sorusuna ise verilen cevap tam bizim dönemimizdekine yakın bir cevap "Bir yerde, bir zamanda ve bir çift gözle...''. Bizde o zamanlar "aşk gözlerde başlar; dudaklarda devam eder, kalplerde güçlenir, yatakta nihayetlenir ve yaklaşık dokuz ay on gün sonra ıngaaa diye seslenir" şeklinde ifade edilen anonim bir özdeyiş vardı.
En son olarak ta, son günlerde okuduğum hayvanlar dünyasından bir aşk örneğini aktarayım. Büyük aşkın geçtiği yer Japonya. Evini yeniden dekore ettirmek isteyen bir Japon bunun için, içeriden bir duvarı yıkmaktadır. Japon evlerinde genellikle iki tahta duvar arasında çukur bir boşluk bulunurmuş. Adam duvarı yıkarken orada, dışardan gelen bir çivinin ayağına battığı için sıkışmış bir kertenkele görür. Adam bunu gördüğünde, kendini kötü hisseder ve aynı zamanda meraklanır da. Çünkü kertenkelenin ayağına çakılmış çivi muhtemelen 10 yıl önce, ev yapılırken çakılmıştır. Nasıl olmuştu da kertenkele bu pozisyonda hiç kıpırdamadan 10 yıl boyunca yasamayı başarmıştır? Karanlık bir duvar boşluğunda hiç kıpırdamadan 10 yıl boyunca yaşamak çok zor olmalıdır. Sonra bu kertenkelenin 10 yıldır hiç kıpırdamadan nasıl 10 yıl yaşadığını düşünür. Böylece çalışmayı bırakır ve kertenkeleyi izlemeye baslar, özellikle bu kertenkele yaşayabilmek için nasıl beslenmektedir ve ne yemektedir ? Gizli gözlem süresince birden nereden çıktığını fark edemediği başka bir kertenkele pranga pardon çivi mahkumu kertenkelenin yanına gelir. Hem de ağzında taşıdığı yemekle... İnanılmaz bir olay!!! Adamı sersemletir gördüğü manzara. Bu nasıl bir sevgidir, nasıl bir aşktır ? Ayağı çivilenmiş kertenkele, 10 yıldır, bıkmadan usanmadan diğer kertenkele tarafından beslenmektedir".
Son söz: tanımı, yaklaşım açısı vb. her nasıl ve hangi dönemde olursa olsun olsun aşk yaşanmalıdır, değeri bilinmeli ve yüceltilmelidir. Çünkü aşk bizim yapıtımızdır.
Zeki Yıldırım
zekiyildirim@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
BODYGUARDSIZ VAJİNA OLMAZ
Namus lakırdısı klasik bir lakırdıdır. Ancak tahmin edersiniz ki, yazarınızın eşine az rastlanır üslubu ve amuda kalkmış bakış açısıyla tepkimeye girdiğinde, mevzuu illa ki ilginç mecralara akacaktır. Böyle olacağına 'namusum üzerine' yemin edebilirim. Denemesi bedava!
Malumu bir de ben ilan edeyim ki sağlam olsun: Dişi kişilerin namusunu bozmak, onarmak, kirletmek, temizlemek, kollamak ve korumak er kişilere tahsis edilmiş bir misyondur. Bu saydığım edimleri bir dişinin tek başına becermesi imkansız değildir ama marjinaldir.
Gerçi 'bozulma, kirlenme' gibi eylemleri tek başına becerememesi, dişiyi asla suçsuz kılmaz. Zira olayın bir yerinde ya bir kuyruk sallama, ya bir göz süzme, ya bir kırıtma girişimi mutlaka vardır ve bu girişimler çok büyük suçtur. Eh bir de üstüne 'mundar olmak' gibi durumlar eklenince, affedilecek gibi değildir hani!
Peki neden erkekler kendilerine ait olmayan ve kendi tasarruflarında olmayan 'organlar' üstünde hak ya da sorumluluk iddia ederler? Babama ne mesela benim namusumdan? Yahut Belma'nın abisinin işi gücü yok mudur ki, Belma'nın 'bilmemneresinin' güvenliğini düşünsün?
Nedir kuzum erkeklerin başındaki bu bela? Kızının namusu, karısının namusu, bacısının namusu.. O da yetmez komşu kızının namusu, yengesinin namusu, baldızının namusu, ninesinin namusu, ebesinin... örekesi....
* * *
Efendim, Türk tipi klasik aile hiyerarşisinde, baba-kız ilişkilerinden başlar bu koruma-kollama tripleri. Bakınız baba-kız ilişkileri şu minvalde seyreder:
Küçük kız çocukları, önceleri babalarının göz bebeğidir. Anneler, kız çocuklarının boklu bezleriyle, mızmızlanmalarıyla ve diğer ihtiyaçlarıyla saçlarını süpürge ederken; babalar sadece sevmek ve onların cilvelerinden eğlenceler yaratmakla meşguldür. Hele bir de kızları akşam eve döndüklerinde terliklerini getirecek kadar büyümüşse, babanın keyfine diyecek yoktur. Küçük kızı büyümüş, babasına hizmet etmeye bile başlamıştır. Eh, fazla hizmetli göz çıkarmaz değil mi?
Kız çocuğu biraz daha büyüyüp serpilmeye başlayınca, işlerin rengi değişiverir. Önceleri övünç ve sempati kaynağı olan cilveler tehlike arz etmeye başlar. Baba lugatında 'serpilmiş kız' demek, namusu korunması gereken 'bişey' demektir. Çok tehlikelidir. Derhal güvenlik artırılmalıdır.
Küçük yaşlarda anneleri tarafından terbiye edilip, babaları tarafından şımartılan kız çocuklarının terbiye işi, ergenlikle birlikte babaya devredilir. Namus bekçiliği vakti gelmiştir.
Bu durum, 'kız çocuk' evlenene kadar sürer. Ne zaman ki 'kız çocuk' evlenir ve başka bir erkeğe teslim edilir, işte o zaman kız babaları rahata erer. Baba emekli olur, yeni namus bekçisi (koca) nöbeti devralır.
Kadın kısmısının illa ki bir tane namus bekçisi olmalıdır vesselam. Bu görev, bekarken babalar ya da abilere, evlendikten sonra da kocalara düşer. Kadınların 'şeyi' sonsuza kadar en az 1 bodyguard tarafından korunmalıdır. O kadar kıymetlidir yani! (Eh kıymetli olmasa satınca para etmezdi değil mi? Tamam tamam adileştim, kabul ediyorum.)
* * *
Evlilik müessesesine bakın, orada da durum tuhaflıklardan ve kavram kargaşalarından kurtulamaz.
Karı-koca ilişkilerinde namus kavramının en çetrefilli olduğu durum ihanet durumudur. Çünkü, 'aldatma' konusunda kadın ve erkeğin olaya bakış açısı tamamen farklıdır.
Evli bir kadın aldatıldığında, öteki kadın için: 'Benden daha üstün nesi var ki? Erkek milleti değil mi, hepsinin aklına şaşayım. O meymenetsiz aşüfte için evdeki gül gibi karısını bıraktı' diye düşünür. Ve 'öteki kadının kendisinden daha güzel olup olmadığını' merak eder.
En büyük sorunsalı ise, başka bir kadına tercih edilmektir. Bu duygu onu yer, bitirir.
Aldatılan bir erkek bunu asla merak etmez. 'Acaba onda ne buldu?' sorusu bir erkeğin soracağı soru değildir. Erkek bilir ki, eğer kadın öteki adama gitmişse, öteki adam daha tercih edilir bir adamdır.
Erkeğin sorguladığı ise şudur: 'Ama evli bir kadın bunu nasıl yapar?'
İhanete konu olan diğer erkek için de: 'Ama o şerefsiz evli bir kadına nasıl sarkar?' diye düşünür.
Değil mi ki karısı 'mundar' oldu, detaya girmez erkek.
Dava, namus davasıdır artık. Ve düşünülmesi gereken tek şey, 'kirlenmiş namusun' nasıl temizleneceğidir. Hanzo olmuş, profesör olmuş hiç fark etmez. Erkeklerin geneli böyle yaklaşır olaya.
Bu yaklaşım, kadının 'MAL' olduğu ve 'erkeğe ait' olduğu varsayımından yola çıkıyor elbette. İlginçtir, kadınların da bu yaklaşıma itiraz ettikleri yok gibi. Her ne kadar 'özgür ve eşit' olduklarını ifade etseler de, mevzuu 'namus' olduğunda özgürlük ve eşitlik ayarlarında bozulmalar oluşuyor.
Anlayacağınız, teori var ama pratik nanay!
Eh özgür ve eşit olmak demek karar verme, sorumluluk üstlenme, yaşamı şekillendirme gibi mükellefiyetlerin yarısını da yüklenmek demektir. 'Kararları veren, sorumlulukları üstlenen, namusu koruyan bir koç yiğit bulmuşsun, neden dertsiz başına dert alasın ki?'
Bazen düşünüyorum da, bir kısım kadınların işine mi geliyor acaba 'mal' olmak?
Tuba ÇİÇEK tuba@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Kahvecigillerden : Doğan Sovuksu |
ÇİTLEMBİK ŞAİR VE 3 ŞİİRBAZ
İstanbul-İstiklal Caddesi'nde ...bank kültür merkezi'ndeki bir şiir dinletisinden.........
Kara gözlerinde kaybettim umudu
Çitlembik...
-Ne kadar güzel elleri var di mi?
-Gözleri daha güzel bence....
-Şşştt sessiz olun, rezil olacağız ya!
Yavan bir rüzgar mı ki bu
Ayrılık.....
-Ne saçmalıyor bu?
-Aras kes sesini birşey anlamıyorsun.
-Bence de kes Aras!
Kan çanağı olmuş
Kelebekler......
-Çıkalım mı artık?
-Sen bizi dışarda bekle sıkıldıysan...
-Kelebekler derken dudaklarının şekline baktın mı? Bu adam şiiri yaşamıyor, şiirde yaşıyor...
-Ben de şehirde yaşıyorum hehehe...Arada şehire de bekleriz.
-Aras kıskanıyorsun bence.
-Ayrıca anlamıyor.
Bulutların elleri
Mozaik
Şiirler
Mavi.......
-Neyini kıskanacağım be!? Salağın teki...Saçmalıyor.Nereden geldim buraya...
-Çık o zaman, kasma kendini!!
-Sinem tamam abartmayın, herkes bize bakıyor...
Turkuaz
Ümitlerim
Köprüden aşağı
-Bak intiharı nasıl da gizliyor kelimelerde... Müthiş bir adam bu......Çorabı beyaz mı bana mı öyle geliyor?
-Beyaz değil krem...
-Yok kırmızı!! Allahım ikiniz de aşkınızdan renk körü oldunuz. Çıkışta konuşayım sizin için isterseniz...
Uzat dudaklarını
Salkım
Şarap
Yok satarım
-Gerek yok, biz kendimiz de tanışabiliriz. Tuğba çorapları hakikaten de beyaz...
-Böyle bir adam nasıl kadife pantolonun altına beyaz çorap giyer anlamıyorum.
Çocukluğum
Kestane hayaller...
Kuyrukluyıldız
-Burnundaki kılları görmüyor olamazsınız.
-Çok iğrençsin Aras...
-Evet iğrençsiiiiiinnnnn.......
Dönmelisin belki
Kendine
Benden önce......
Yıkılıyor aşklarım
Ellerim güvercin....
-Mükemmelsin...
-Çok iyi ya, canım benim!!
-Sakin olun kızlar herşey düzelecek.
-Aras yeter artık, çık dışarda bekle bizi!
-Sinem bu adamı takım elbiseyle düşünsene....
-Hiç düşünmeyeyim daha iyi.
-Kızım bakmaz size bu adam, diesel'e boğulmuşsunuz siz, adamın kalbi normal benzinle çalışıyordur.Vay be ben mi yaptım bu espriyi...Ben gidiyorum kızlar...
-Çok komiksin Aras aynı zamanda salaksın, Diesel'i artık sadece çocuklar giyiyor....Bir yere de gitmiyorsun ayrıcana...!!
-Ne cevap yetiştiriyorsun ona boşver.
-Niye gitmiyor muşum? Hem kovuyorsunuz hem de bekle diyorsunuz...
-Taksim'deyiz Aras ve saat 8!! Hava karardı. Nasıl döneceğiz eve?
-Binin dolmuşa dönün, hayret bişi!
-Aras saçmalama, ne dolmuşu, ben dolmuşa molmuşa binemem!!
-Off ya of!! Çıkmam lazım, bu şiirleri daha fazla çekemeyeceğim.
Çekemezler
Gökyüzünü aşağı
Üzüntüler
Fayton
-Sinem duydun di mi, Adalar'a gönderme yaptı.
-Duymaz olur muyum.
-Üzüntüler faytonmuş, şimdi krize gireceğim...
Ekosede kayboldum
Tutun beni
Düşünceden
Ardışık.....
-Tuğba ben bunu anlamadım.
-Ben de....
-Ben anladım. Adamın eteği bir yere takılmış düşerken de yanındakini yere yuvarlamış.
-Aras yeter, silik olma bari.
Dünya mı dönüyor sen mi?
Ben mi dönüyorum biz mi?
Aşk bir bumerang
Seç geçebilirsen...
-Neyse, toparladı bence.
-Aşk bir bumerang lafı beni kopardı Sinem...
-Çorabı beyaz ve ceketinin üzerinde kepekler var, siz bu adamı sakız gibi çiğner 2 gün sonra şutlarsınız.
-En azından 2 gün güzel şiirler dinleriz.
Bekle dedim tepelere
Mum ışıklarıyla karşıladı beni
Çizgiler parabole yenik
Gözlerim deli sana, delik
...............
-Mükemmeldiniz, süperdiniz. Ben Tuğba, bu da Sinem.
-Ben de Aras.
-Merhaba arkadaşlar, beğendiğinize sevindim.
-Size cep'imin numarasını vermek istiyorum, bana tüm dinletilerinizi haber vermenizi rica ediyorum.
-Tuğba'ydı değil mi? Tuğba eğer her dinleti öncesi tüm dostlara haber verirsem ne olur halim? Telefon parasına yetişemem. Gazetelerde ilanlar oluyor zaten, takip edersen......
-Barış Bey haklı Tuğba. Siz onun kusuruna bakmayın, çok heyecanlandı şiirlerinizi dinlerken... Susmaz Herdoğan'ın şiir dinletisinden beri böyle güzel şiirler dinlememiştik de..Süperdi, harikasınız....
-Çok teşekkürler arkadaşlar, kendinize iyi bakın.
.......
-İğrenç adam, numaramı almadı. Bıyıklarındaki kepekleri gördün mü?
-Gördüm, böğğğhh oldum...Bir daha hayatta gelmem bunun saçma dinletilerine...Aras haklıydı..Uzaktan görülmüyor pek.
-Yaaaaaa kızlar geldiniz lafıma, waffle yemeye gidiyor muyuz Bebek'e?
-Süpersin Aras...İyi ki varsın...
-Benim sevgilim bir tanedir zaten...
İstanbul kara
Hepten deli
Çitlembik
Kaldırım taşına çarptı
Sesler
Direklerarası.............
Doğan Sovuksu
Yukarı
|
Şifacı Kahveci : Ayşe Nur Doksat |
KAZAK.
Türkçe düşünüyor, Türkçe klavye ile yazıyorum.
Casaque değil.
Genellikle kollu, baştan geçirilerek giyilen, örme üst giysisi
Cokeylerin giydiği, göz alıcı renklerde bir tür ceket
Yün.
Teni ısıtan.
Orlon.
Teni yine ısıtan, ama bu defa ilk dokunuşu bir muamma, ama yumuşakça. Yünden bile.
Gerekirse, banyo lifi olarak da kulanılabilir.
KAZAK.
Kazakistan Cumhuriyeti'nde yaşayan Türk soylu halk veya bu halktan olan kimse.
Güney Rusya'da yaşayan Slavlaşmış bir topluluk ve bu topluluktan olan kimse.
Kazaklara özgü olan, Kazaklarla ilgili olan.
KAZAK.
Rusya'da ve İran'da ayrı bir sınıf oluşturan atlı asker.
Karısına söz geçirebilen , dediğini yaptırabilen erkek.
Kazak.
Sevgiliden sevgiliye hediye edilen, belden üst kısma baştan geçirilen, göz alıcı renklerde bir tür üstlük.
Kazak.
Sıcak, sımsıcak.
Kazak.
Soğuğa, dona korunak.
Kazak.
Sana dokunmasa bile içine a priori hakimiyetiyle taht kuracak.
Kazak.
Has yünden olacak.
Kazak.
Göz alıcı renklerle gözünü sözünü dolduracak.
Kazak.
Evine er, sana dam olacak.
Kazak.
Ha Meksika'da, ha Adıyaman'da.
Kazak.
Ha kadına, ha adama.
Kazak.
Adamın üzerinde a priori yapmalara a priori hasret çekilen yuva.
Kazak.
Kadının üzerinde sana bana tutsak.
Kazak.
Karısına söz geçirmeye duran adama, dediğini yaptırmaya ayak.
Kazak.
Kocasını aldatmaya duran kadına, her davranışını anlatmaya uyak.
Buna göre karar vereceğim bundan sonra göz alıcı renklerde bir kazağı hediye alıp/verip, hediye diye kafamda dolaştırmalara, çarşı/pazar arşınlamalara, iplik karıp/oynaşmalara.
Kazak?
Sahi, hiç ördünüz mü?
ANur anur@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
|
YILDIZINIZ KIPIR KIPIR, YA SİZ?
Ailenizin Yıldız Falcısı : Nurettin Özdemir |
|
KOÇ (21 Mart-20 Nisan) Sevgili koçlar bu hafta güzel ve sevindirici günlere kavuşacaksınız. Hayatın mutlu edici yönlerini yaşayacaksınız. Dostlarınız veya aileleriniz ile neşeli duygulara kucaklar açacaksınız. Ticari uğraşlarda ise inanın başarılar sizleri beklemekteler. Terfiler bile bu bereketli haftanızda sizleri bulabilecekler. Yeter ki siz kendi kendinizin engeli olmayın. Çarkı feleğin keyfi yerinde, bilmem anlatabildim mi...
BOĞA (21 Nisan-20 Mayıs) Sezgi gücünüzün dorukta olacağı önümüzdeki günlerde korkmayın sırtınız yere değmeyecek.. Ruhlarınızın inceliğinde heyecan dolu günlerin sizleri beklediğini belirtmeliyim sevgili boğalar.. Romantik bir döneme girmektesiniz. Sizleri rahatsız eden şeyleri dökün ortaya, baklaları ayıklamanın tam sırası geldi boğalar !.. Hiç olmazsa içiniz rahatlar ve başka şeylere geçersiniz.. Zaten sevimli bir insanın yaşamınıza girmekte olduğunu da belirtmeliyim.. Ne dersiniz...
İKİZLER (21 Mayıs-21 Haziran) Güvensizlik duygularının içlerinizi kemirmekte olduğunu artık sağır sultan bile duydu... Bin bir çeşit ihtimaller, tereddütler, fikir değiştirmeler derken hepten pusulanızı şaşırdınız sevgili ikizler.. Var mı böyle bir şey ! Yeni beraberlikler arzu ediyorsunuz ama aynı zamanda mehter marşı düzeninde yaklaşmaktasınız hayallerinize.. Unutmayın yoğun endişeler her zaman gelişme süreçlerinde ortaya çıkarlar. Risklerden korkmayın, haftanız size gerekli enerjileri yükleyecek. Ya siz ? Hazır mısınız sevgili ikizler...
YENGEÇ (22 Haziran-22 Temmuz) Özel ilişkilerinizde neyin veya nelerin sizce daha önemli olduğunu hiç düşündünüz mü şu sıralar. Düşünmeye vaktiniz olmadı ise ama girdaplarda hissediyorsanız kendinizi o halde ben size inzivalara çekilmenizi tavsiye etmek istiyorum sevgili yengeçler.. Sembolikte olsa çekin kendinizi bir adım geriye. Zihinlerinizi dinlendirin. İçinizdeki sesleri dinleyebilmek için, yeni ufuklar için, ilişkilerinizde nerelerde olduğunuzu anlayabilmeniz için... Özünüze dönün.
ASLAN (23 Temmuz-22 Ağustos) Haftanız damla damla gelecek mutluluklar sayesinde sizlere ilaç gibi gelecek sevgili aslanlar. Tanrıya ve aileye inançların hatta sevgilerin yoğunlukları tüm aslanlara gayet güzel bir haftayı müjdelemekteler... Maddi şansların haftasında sakın sırt çevirmeyin kısmetlerinize oldu mu.. Fırsatlar gerçekten sizleri beklemekteler. Uzun zamandır beklemekte olduğunuz paralar nihayet bu hafta kapılarınızı çalabilirler. Engeller yıkılmaktalar, en önemlisi de bu değil mi zaten...
BAŞAK (23 Ağustos-22 Eylül) Bu hafta ele alacağınız bütün işlerinizi hakkı ile yapacaksınız sevgili başaklar. Tüm ekip işlerinde başarılara koşacaksınız. Dönem cidden işbirliklerinde gururların yaşanacağı bir dönem. Sakın es geçmeyin sevgili başaklar. Çok uzun zamandır gerçekleştirmek istediğiniz bir arzunuz en sonunda gerçekleşmekte..
TERAZİ (23 Eylül-22 Ekim) Dengeli ruh hallerinizin çevrenizide gayet olumlu şekilde etkileyeceği günlere yaklaşmaktasınız sevgili teraziler. Şükran ve sevinç dolu anların hüküm süreceği günlere hazırmısınız.. Açık yürekli olun karşılığını alacaksınız. İşlerinizde ise her türlü olumlu tekliflere kendinizi açık tutun.
AKREP (23 Ekim-22 Kasım) Fırsatları elle tutulur bir şekilde hissedeceksiniz sevgili akrepler. Refahlara erişeceğiniz günler çok yaklaştılar. Keşfedilmeyi bekleyen fırsatlar ve iş ortaklıkları haftasında güzel sürprizler sizleri gözetlemekteler. Kimseden yardım beklemeyin bunu da söyleyeyim sizlere. En iyisini siz yapacaksınız. Uzun vadeli ilişkilere önem verin, özellikle şu sıralar..
YAY (23 Kasım-20 Aralık) İlişkilerde karşılıklı yardımların haftasında sakın bencillik yapmayın. Dayanışma ve cömertlik sergileyerek ne kadar içten davrandığınızı çevrenize çekinmeden gösterin sevgili yaylar.. Ruh zenginliğinizi açıkça gösterin. Maddi rahatlıklar kendilinden gelecekler merak etmeyin..
OĞLAK (21 Aralık-19 Ocak) Çok güzel günler sizleri beklemekteler sevgili oğlaklar. Sevgi dolu olun, dürüst ortamlar da zaten hemen fark ediliyorsunuz.. Yeni arkadaşlıklar bu hafta sizleri beklemekteler. Kabuğunuzu kırın, hiç çekinmeden oğlaklar. Önemli mevkiler sizlerin bu haftadan itibaren..
KOVA (20 Ocak-18 Şubat) Eski dönemleri kapatın sevgili kovalar. Ustalık dönemleri başlamakta. Arayışlar son bulmaktalar. Var olan ilişkilerde sorunlar çözülmekteler. Merak etmeyin. Eski tecrübelerden yararlanın oldumu. Manevi alanlarda zaten yeni safhalardasınız..
BALIK (19 Şubat-20 Mart) Hareketsizlikler ve tutukluklar.. İşte haftanızın ilk günleri.. Sonramı ? Adalet yerini bulacak ve yeni oluşumlara merhaba diyeceksiniz sevgili balıklar.. Eski süreçler sona erecekler. Zamanları geldi.. Haftanız çok zengin.. İlerleyin korkmadan...
Nurettin Özdemir
nozdemir@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Fotoğraf: Berrin Cerrahoğlu
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Kahve Molası bugün 4.205 kahveciye doğru yola çıkmıştır. |
Yukarı
|
Milyon Yılın Hikayesi
Tutmazsan yüreğimden,düşeceğim.
İstanbul sarsılacak,
Bir yangın çıkacak Çamlıca'da,
Adalar tutuşacak,
Milyon yılın hikayesi bu.
Adem daha toy.
İsa dünkü çocuk
Nuh ulaşamasın diye,
Aşkı yazdık kaf dağına.
Meyan Kökünden damıttığımız
Mahşer rengiyle.
Tutmazsan yüreğimden,düşeceğim.
Marmara taşacak.
Bir şilep batacak boğazda,
Köprüler kopacak.
Mehmet SERİN
Yukarı
|
Bayburtlu
Bayburtlu ekinini kurutuyormuş;
-Allahım, ne olursun ekinim kurumadan yağmurunu yağdırma!.. demiş.
Ekini kurudu kuruyacak, akşam üzeri, son yarım saatte yağmur yağmış, çürümüş tüm ekin. Sabah olmuş, ahıra gitmiş. Bir de bakmış ki eşeği de ölmüş.
Zaman geçmiş, Ramazan ayı gelmiş. İlk gün niyetlenmiş Bayburtlu. İftara yarım saat kala bir sigara çıkartıp yakmış. İlk nefesini şöyle bir güzelce çekmiş ve gökyüzüne bakarak üflemiş.
-Nasıl, illet oluyorsun şimdi değil mi? demiş ve eklemiş;
-Eşeği de kurbana saymazsam şerefsizim!...
<#><#><#><#><#><#><#>
Quantanamo yolcusu develer!...
Yukarı
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://www.amigart.com/tr/oyun/
...Amiga her zaman yaratıcı beyinlere ilham kaynağı olmuştur. Bunun en büyük nedeni Amiganın zamanına göre üstün teknik özellikleri ve sahip olduğu Amos, Blitz Basic gibi kullanıcı dostu programlama dilleridir... ...İşte bu sayfanın amacı zamanla unutulmuş bu Türk Oyunlarını günışığına çıkarmak ve belki yenilerinin yapılmasına ilham kaynağı olmaktır...
http://istinyetilkisi.8k.com/komikolay.htm
...Diyarbakır'da fritöz alan bir müşteri, ürünün ilk kullanımda eridiğini görünce Arçelik bayiinin yolunu tutmuş. Büyük bir hırs ile içeri giren müşteri, elindeki erimiş fritözü göstererek kendisine arızalı mal satıldığını söylemiş. Fritözü gören satış görevlisi nasıl kullandığını sorunca adam anlatmış; "Ocağı yaktım, fritözü üzerine koydum. İçine yağ koydum. Ama yanmaya, erimeye başladı...
http://www.paperfolding.com/diagrams/
Origami nedir? Kağıt katlama sanatı. Sanat kısmı benim en çok önemsediğim kısım "SANAT" olmuştur. Yapılan çalışma örneklerinin neredeyse birer sanat eseri güzelliğinde olması hep ilgimi çekmiştir. Siz de origami sanatını öğrenmek isterseniz kısayolu tıklayabilirsiniz.
http://www.rohat.com/Turk.html
...Birçok insan, yanlış olarak Plastik Cerrahi’nin adını, rekonstrüktif amaçla kullanılan “Silikon” veya yine insan yapısı “Plastik” gibi maddelerden aldığını sanır. Plastik Cerrahi Yunanca “Plastikos” kelimesinden gelir ve şekil verme anlamı taşır. Kazalar veya yaralanmalarla meydana gelmiş doku hasarlarını restore etmeyi amaçlar. Plastik Cerrahi olarak sınıfladığımız işlemlerin milattan önceden beri uygulandığı bilinmektedir...
akin@kahveciyiz.biz
Yukarı |
|
|