|
|
|
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 462 |
16 Mart 2004 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Bu adam beni şaşırtıyor!.. |
Merhabalar,
HaberTürk'ün en iyi programlarından birini izliyorum. Basın Kulübü'nün konuğu Cem Uzan. Ne durumda olduğunu gerçekten merak ettiğimden kendisini can kulağı ile dinliyorum. Bu adamda bir anormallik var. Bilmeyen biri tuzu kuru yeni yetme siyasetçi der geçer. Oysa bilen biri için ya müthiş bir oyuncu ya da gerçekten hakkı yenmiş bir insan olabilir. Kendinden bu kadar emin bir adamın isnat edilen suçları işlediğine inanmak oldukça güç. Dedik ya ya olağanüstü bir oyuncu veya sütten çıkmış ak kaşık. Ancak başbakanımız seyrediyorsa, koltuğunda dikile kaykıla bir hal olmuştur sanırım. Adamın pes etmeye hiç niyeti yok. Beni şaşırttığı gibi onu da şaşırttı her türlü iddiaya varım. Gerçekten ilginç.
Siyaset yapıyoruz diye meşhur yarışmalarımızı öksüz bıraktığımız sanılmasın. Popla Türk starımız henüz reklamları yayınlıyor. Başladığında fikir beyanına başlarız yeniden. Ancak ATV'nin Akademi Türkiye'si ile Show'un Türkiye Yıldızını Arıyor'u dolu dizgin gidiyor. Akademi orjinallerini aratmayacak düzeyde takdiri hakediyor. Ama o aranan yıldızlar varya o yıldızlar, onları mutlaka izleyin derim. Cuma akşamını onlarla birlikte geçirdim. 26 tane birbirinden yetenekli genç insan yarışıyor. Başlarında hocalığını ve sanatçılığını bizzat test ettiğim sevgili Ali Poyrazoğlu. Poyrazoğlu denince tarafsız olmam mümkün değil. Onun olduğu yerde tiyatro adına hep güzel şeyler olduğunu söylemekle yetineceğim. O 26 genci iyi izleyin. Yakın gelecekte birçoğu evlerimizin vazgeçilmez sevimli misafirlerinden olacaklar bundan eminim. Erken baharın tadını çıkarmayı unutmayın, hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
Kahvecigillerden : Sahra Nada |
DAÇKA-DARÜŞŞAFAKA
Darüşşafaka: Şefkat yuvası
Daçka: Darüşşafaka'lı kardeşlerin dayanışması
Dünya üzerinde '' kardeşlik '' , ''dayanışma '', ''biraderlik '' üzerine kurulmuş binlerce örgüt vardır. Bütün bunlarda esas olan '' ayniyet '' kavramıdır. Tarihte, özellikle ideolojilere dayanan partilerde -ör. Kominist ve milliyetçi partilerde bu ön plana çıkmıştır.Sosyal örgütlenmeler de ise Masonik örgütlenmeler bunun en iyi örneklerindendir. Bir çeşit dayanışma tarih boyunca ister açık, ister gizli sürekli var olmuştur. Bu tür örgütlenmeler, sadece üyelerin bilebildiği bazı '' sır '' ları oluşturmuşlar ve '' bu sır'' lar onların ortak paydaları olmuştur.
Masonik örgütlenmeler 1650'lerde resmen kurulmaya başladığında, ki temelleri çok daha eskilere, 1111'lere kadar gider.Bunlar o zaman seyahat etmelerine izin verilmeyen çeşitli meslek gruplarına ait ustaların dayanışma örgütleri olarak ortaya çıkmıştır, denir ki kısmen doğrudur.
Daçka'da özünde bir çeşit, bu anlamda masonik bir örgütlenmedir. Daçka'nın ortak bir paydası vardır . O okula girmiş olmak. Bitirmek şart değildir. O kapıdan girdiğin andan itibaren artık Daçka'lısındır.''Daçka zor bir okuldur. Öncelikle, kabuledilme şartları çok ağırdır. Kabul edilme şartları zaman zaman değişsede, son olarak 3. sınıf mezunu, dersleri çok iyi, babasının olmaması (ölü ) istenir.Bu bile bir çok aileyi çocuğunu Daçka'ya göndermekten engelleyen bir şeydir.
Eğitim, çok sıkı bir Angola-Sakson bir eğitimidir.Bir üst sınıftaki kişi ile ancak ''siz '' ve ''abi'' diyerek konuşabilirsiniz. ''abi '' nin istekleri bir emirdir. 40,50,60 yaşındaki, torun sahibi bir Daçka'lı bile sosyal statüsü ne olursa olsun kendinden bir dönem öncesinin '' abisidir '' ve '' kardeş '' ona '' abi '' demek zorundadır.
Daçka'lılar arasındaki dayanışma hiç bir okulda görülemeyecek bir durumdur. İnternet ortamının gelişmesiyle bu daha da artmıştır. Daçka sitesine sadece sorununuz ile ilgili bir mail atmanız yeterlidir. Anında bir kaç kişi sizi arar sorununuz çözülür. Daçka 'lılar, kendilerini '' Türkiye'nin en büyük ailesi '' diye adlandırırlar. Çok küçük yaşlardan itibaren kendi başlarına kaldıkları için dayanışma duygusu çok gelişmiştir. Sığınabilecekleri bir yer yoktur. O büyük aile onların her şeyidir.
Fiziksel olarak Türkiye'nin en pahalı kolejleri dahil en iyi okullarından biridir. Olimpik ölçülerde yüzme havuzu, kapalı spor salonu, tenis kortları, en üst düzeyde dil labaratuarları, çok aktif çalışan öğrenci derneği ve kulüpleri ile Daçka Türkiye standartlarının çok üstünde bir yerdir.
En önemli sorunumuz aranan şartların ağılığından dolayı öğrenci bulabilmek... Belki bu şartlara uyan kişiler tanıyorsunuzdur.
Sahra Nada
Yukarı
|
Kahvecigillerden: Ayfer Arman |
HAYVANLAR ALEMİ
Efendim şöyle bir düşünüyorum da (arada düşünürüm şaşkın bakmayın öyle) Ne tuhafız biz insanoğlu. Hoşumuza giden her meziyeti kendimize yüklemiş, işimize gelmeyen huyları hayvanlara maletmişiz. Örnek vermek gerekirse; her yönüyle dört dörtlük olduguna inandığımız kişiler için "Adam gibi adam"
tabirini kullanırken, kendimizce yaramaz diye adlandırdığımız insanlar için rahmetli Kemal Sunal'ın o meşhur lafını kullanmışız.
(Hoş bu kelime Kemal Sunal flimleri gösterilirken bazı kanallarda bip sesiyle neden sansüre uğrar hala anlamış degilim. Onlar her bip dediğinde evde biri muhakkak gülerek bak burada şöle diyor diye bir açıklama yapma çabası içine giriyor. Sanırım o bip sesi olmasa aslında dikkatimizi bile çekmeyecek. Sanırım özellikle vurgulamak için koyuyorlar sansürü)
Neyse efendim!.. Biz konumuza dönelim. Dedim dün dur bir araştırma yapayım. Gidip sorayım şu hayvancıklara ne düşünüyorlar bu konu hakkında..
Az gittim uz gittim (niçin böle gittim aslında bende bilmiyorum, sanırım babannemin masallarının etkisi bu) sonunda vardım bir ormana. Baktım birkaç geyik toplamış bir su başına. Aman dedim ayfer, gün bu gündür başla sormaya.
Uzattım mikrofonu...
- Merhaba, geyik muhabbetleri diye bir şey var dilimize yerleşmiş. Boş konuşmalar oldugunda söyleriz, onu mu yapmaktasınız burada?
İçlerinden en yaşlı olanı şöyle bir baktı ters ters, sonra yaklaştı yanıma. (Nereden mi anladım en yaşlı oldugunu? Bunlar insan mı en yaşlıları dururken saygısızca lafa atlasınlar hoşsunuz yani.) Ve başladı konuşmaya....
- Efendim, biz çok şikayetçiyiz bundan. Nerede görülmüş bölesi muhabbetler yaptıgımız? Bizleri ya su başlarında görürsünüz su içme telaşı içinde, yada kaçarız etimizden yararlanmak isteyen yırtıcı avcılardan. Ormanda boş konuşmalar yapmaya vakit yok. Bu böyle biline!.. Aydınlatın lütfen kamu oyunu..
Tabi tabi diyerek ayrılırken yanından, dedim çok saygılıymış boynuz yemekte vardı sonunda.. İşte tam bu anda bir sıpa'cık çıktı önüme neşeyle hoplayarak. Ben dururmuyum büyük araştırmacı, hemen uzattım mikrofonu burnuna.
"Söylermisiniz acaba, ne düşünmektesiniz? Birine kızdığımızda içine sizin ve babanızın adı dahil olan o meşhur lafı ettiğimizde." Saygıyla yanıt verdi sıpa'cık..
- Biz kızdığımızda birbirimize, insanoğlu insan desek ne hissederdiniz acaba?
Kaldı ki babam dünyada en saygı duyduğum varlıktır benim. Ve evladı olmaktan gurur duyarım yeterli mi cevabım. Bunca yıl her yükünüzü taşıyan bizlere hakaret ederken sızlamaz mı yüreğiniz?
Ne cevap vermeli şimdi? Aşağı tükürsem sakal, yukarı tükürsem bıyık diyecem ama bende ikiside yok iyisi mi sıvışmalı çaktırmadan buradan bir yolunu bulup. Allah'ın sevgili kuluyum kesin öküz kardeş seslendi uzaktan "Ne soruyordunuz banada soracakmısınız?" Bir hamlede vardım yanına sevinçle uzattım mikrofonumu ve sordum..
- Efendim biz anlayışsız olduğunu düşündüğümüz insanlara bir benzetme yaparız bilirsiniz. Varmı buna bir itirazınız?
Hay sormaz olaydım ...
- Efendim boşu boşunamı baktığımızı sanmaktasınız acaba trene? Okursunuz gazetelerinizde ve dinlersiniz haberlerinizde geçitlerde tren çarpar insanlara, arabalara. Hiç gördünüzmü bize çarptığını trenin? Elbette bakarız trene, ovalar uçsuz bucaksız buralarda raylar geçer ortalarından. Bir ışıkta dikmezlerki bekleyelim, bakmayalım da size mi benzesin sonumuz?
Hönk!.. Ne cevap vermeli şimdi? Biri geleceğimi söylemiş olmasın bunlara.. Haklısın deyip kaçmalı yanından.
- Haklısınız.. Haklısınız...
Amanın tilki geliyor uzaktam gafil avlayıp anında sorayım sorumu da görsün gününü.
- Sayın tilki kurnaz olduğunuz söylenmekte ve dilimize yerleşti bu söz, fikrinizi almam mümkün mü?
- Kurnaz olduğumuz bir gerçektir haklısınız. Ancak sizin kullandığınız manada değildir kurnazlığımız.
Bizler hayatta kalmak adına uygularız kurnazlığımızı. Ama sizler öylemisiniz? Hayatta kalmakla yetinmez, hayatlar almak için kullanırsınız kurnazlığınızı. Kullanmayın efendim adımı, utanır oldum kurnazlığımdan..
Şöyle bir durdum, sonra yöneldim ormanın çıkışına içimden "İnsanoğlu insan sana mı kaldı araştırma yapmak aldın mı ağzının payını" diyerekten.. Tam o anda nasıl oldu bilmem yıllar önce yaşadığım bir olay geldi aklıma. Haydi onu da nakledeyim bitireyim bu araştırmayı..
Efendim aylardan Temmuz hava sıcak mı sıcak evime gidiyorum. Girdim sokağımıza amanın bir köpek yolun ortasında. Evlere şenlik dedirtecek cinsten, azameti kırk metre uzaktan sindiriyor insanı. Bakınıp durmakta çevreye bir görseniz, yiyecek adam arıyor sanır da kelime-i şehadet getirirdiniz.
Neyse efendim sokaktan geçenler, etrafından dolanıp geçiyorlar bunun korkusuyla. Tam yaklaşıyorum, bir an gözgöze geldik. Nasıl oldu bilmem hemen döndüm yöneldim bakkala.
- Acele bir suu!..
Alıp çıktım suyu bakkaldan, yahu kapta yokki suyu içine koyasın. Ya Allah deyip sığınıp yaradana, yaklaşıp yanına açtığım avucuma dökmeye başladım suyu. Bir yandan da yalan yok, kapıyorum gözlerimi dirsekten giderken kolum görmeyeyim diye .
- Şap..Şap..Şap...
Bir dil uzandı avcuma içiyor suyu. Yanmış ki ne yanmış üç dakikada bitirdi koca şişeyi. Su bittiğinde şöyle bir baktı yüzüme sallayıp bir iki o koca kuyruğunu son bir dil atıp yalayıp elimi, döndü gitti..
Bunca yıl sonra bile hala, aldığım en içten teşekkürün o köpeğin elimi yalamasının olduğunu düşünürüm..
Hadi kalın saglıcakla...
Ayfer Arman
Yukarı
|
KOYUN GÖZLÜM
Nasılsın nörüyon, bizleri soracak olursan evvela üstüme farz olan selamlarımı hararetle sunarım. Sağlığına duacıyız.
Koyun Gözlüm, siz köyden gittikten sonra buraların tadı tuzu kalmadı. Muhtar Salman ağanın kızını, Kör Musa'nın oğlu deli Nimetullah kaçırdı. Muhtar emmi gün görmemiş çamışlar gibi sağa sola koşturdu. O koşturdukça köylüler de dut yemiş kırkayağa döndü. Başka havadisler istiyosan anlatayım, yok istemiyosan burada keseyim... Hani caminin böğründe oturan çavuş emmilerin ineği Sarı Kız vardı ya... Çok güzel ve hijyenik bir doğum yaptı. Şu anda yavrusunun ve kendisinin sağlığı çok iyi. İki bağ saman ve taze yonca ile hayırlı olsuna gittik. Sarı kız çok mutlu oldu, hani küçük çocuklar çiş yapınca sonuna doğru damlalaşır ya... Hah işte Sarı Kızın gözünden de öyle yaşlar geldi. Anamlar çok duygulandı, ben de göz yaşlarımı göstermemek için mahsustan burnumu karıştırarak dikkatlerini dağıttım.
Kiraz dudaklı, şeftali yanaklı, havuç burunlu, pırasa bacaklı Koyun Gözlüm, küçükken derede çimdiğimiz yere Himmet emmi kocaman bi Migros açtı. Çok büyük, başı var kıçı yok. El arabaları ile alış veriş yapmayı beceremedik, sağa sola çarpıyo yarış ediyoduk. Çok kaza yapınca Himmet emmi el arabalarını kaldırdı onların yerine eşek koydu. Şimdi çok hoş oldu. Eşeğe binip reyon diyolar ya oralarda dolaşıp, alışverişimizi yapıyoz. Bazen eşekler hepsi birden içeride anırınca (haşa buradan eşek dedim ama sözüm meclisten dışarı) sanki dersin çoban Seyfo yelleniyo... Geçenlerde çok güzel entariler gelmişti köyün kızları hepsi aldı. Ben de sana pembe renkli üstünde tırtıl deseni olanından aldım. Ben denedim sana dar gelmez. Sana da öyle bir yakışır ki tüm kızlar hasedinden güneşte kalmış çamış pisliği gibi çatır çatır çatlarlar. En çok marketten şato biryan, köpek maması, kavrulmuş çekirdek, Kalecik karası şarap, toybox ve hamburger sosu alıyoz. (Isırgan otu çorbasına sosu dökünce Allah seni inandırsın bir güzel oluyo ki, babamım çorbayı içerken çıkarttığı şapırtılar yüzünden camideki cemaat yanlış dua okuyor. Ye anam ye çok hoş)
Koyun Gözlüm, buralar çok moderenleşti, her evde su var artık. Hacet gidermek için bağa, bahçeye, dere kenarına inmiyoz. Evin içinden dereye boru döşedik, evde hacedimizi giderdik mi, doğru dereye akıyo. Deredeki balıklar bir semirdiler ki sorma gitsin... Köyde artık düğünlerde davul zurna da çalınmıyo. Muhtar emmi orkestıra kurdu, herkes dans ediyo, ben çok güzel kavatlık pardon kavalyelik yapıyom. Hacıların küçük oğlu Satılmış'ın düğününde, yukarı mahalleden Döndü ile dans ettik. Haspa öyle bir parfüm sürmüş ki burnunun içine, her nefes verişinde bi hoş oldum. Ben de köyde herkesin kullandığı aftertezek losyonumu sürmüştüm. Sana sarılıyom diye Döndü'ye öyle bi sarılmışım ki kızın gözleri pörtledi. Zor ayırdılar, ayırmasalardı biliyodum ya ne yapacağımı. Zaten abdestliydim, günah da olmazdı ya neyse...
Sincap tırnaklı, koyun bakışlı Koyun Gözlüm... Köyde artık her eve telefon da bağlandı, geceleyin uykusu tutmayan birbirinin telefonunu çaldırıyo. Babam küfür edip duruyo, sonra o da başkasının telefonun çaldırıp kapatıyo. Babam her telefonu çaldırdıktan sonra anamın kulakları çınlıyomuş, nedenini bilemedik.
Saçı uzun, kirpikleri kirpi gibi, ayakları tavşan gibi, bi denem Koyun Gözlüm... Sen nicesin, iyice misin, karnın ağrıyodu geçti mi. Ben sana demiştim karın ağrısı psikofizyolojik ve boşaltımsal bir hastalıktır diye ama dinlemiyon ki beni. İş yerin eve uzak mı yürüyerek mi yoksa traktörlemi gidiyon? Şehirli kızlar gibi açık giyinmiyon de mi, başın gıçın gözükmüyo de mi... Leylekler köye gelince ben de senin yanına gelecem. Seninle dolaşırken elele şöhretini sarsmamak için şalvarımı çıkarıcam ama kasketimi cıkarmıycam. Kendime yeni urbalar aldım hepsi ishal olmuş tavuk pisliği renginde natürel tonlarda. Üzerinde papatya ve ebegümeci desenler var. Köyde bunlarla dolaşınca herkes beni hani bi gemi vardı ya titanik mi ne batmıştı, o filimdeki ahçıbaşının yamağına benzetiyolar... Burnumda tütüyosun çok özledim seni... Sizin oralarda eşek var mı, görünce beni hatırlıyon mu. Sen de beni özledin biliyom, yürüyüşümü, yürürken kaşınmamı, baş parmağımla burnumu kaşımamı, fark ettirmeden sessizce yellenmemi ama kokudan anlamanı hepsini özledin de mi.
Koyun Gözlüm... Şehirli oğlanlar seni rahatsız ediyolar mı, laf atan olursa kaşlarının arasını güvercin yuvası gibi yap, o zaman çok meymenetsiz yüzün oluyo kimse sana bişey yapamaz. Bacım diyen olursa onları dost bil... Zaten gençleri bir acayip oraların. Kör hafızın oğlu Gıyasettin vardı ya geçenlerde köye geldi. Bi hoş olmuş, bi hoş olmuş nasıl desem bi bakıyon kız gibi, bir bakıyon erkek gibi, senden güzel yürüyo vallahi. Hocalara götürdüler, her okuyan hoca Gıyasettin'in peşinden ayrılmıyo. Bi anlam veremedik.
Bakınca kemiklerimin iliğini eriten Koyun Gözlüm... Ne zaman birbirimize kavuşucaz, hasretliğim canıma tek etti, otlayan inekte, çiftleşen kuşlarda, suda yüzen kurbağada hep seni görüyom. Çok çalışıyom, başlık parasının çeyreğini ancak biriktirebildim. Köye geri gelen yeminini bozmuş, yeminli mali müşavire hesap ettirdim, günde 2 dolar biriktirebilirsem 2025 yılının 18 mayısında başlık parası tamam. Az kaldı, birbirimize kavuşucaz. Yalnız annenler niye 4 tane de devekuşu istedi onu anlamadık. Hiçbi yerde bulmadık o lanet deve mi kuş mu her ne biçim yaratıksa. Annenler sanki beni istemiyolar. Çok ağır şartlar sürdüler. Olsun ben de çok azmettim, sana kavuşmak için, deve ile kuşu aldık, ahıra bıraktık, kapıları iyicene kapattık. Allah'ın izniyle o iş de tamam gibi.
Koyun Gözlüm... Akıldışı bir hızla devinen imgelerin ortasında, seni bi idol gibi içimde büyütüp böğrüme basmak istiyom. Senin için uzaklarda bir kalbin attığını unutma. Hoşçakal vadimdeki zambakların kraliçesi. Yiğidin aslanın kıllı ayın : Ras
Not : Bu 18. mektubum ama bi cevap gelmiyo, yoksa adresinizi mi değiştirdiniz?
Nota dip not : Hain sümüklü abin mi yoksa mektuplarımı sana vermiyo?
En son dip not : Koyun Gözlüm mektup yazamıyosan internet kahveden www.kmarsiv.com a gir, sohbet odasında çetleşiriz.
Rıza Topçu
Yukarı
|
Kahvecigillerden : Zeycan Irmak |
ölü aşklar adına...
-"Kulaklarım sağır benim. Kendi bestemi icra etmeye çalışıyorum. Ama Amadeus Mozart değilim. Sadece seslere ve notalara sözümü geçiremediğim için oldu bütün bunlar.. İçimdeki sesler ve müzik birbirine karıştı sonunda. Çok sesli bir koro; nota, es dinlemeden farklı müzik türlerinin ve bestekârların solfej çalışmasını uyguluyor hep bir ağızdan. Sözümona başkaldırıyorlar bana. Bütünlük yok. Basgitar 'la' teline vuruyorsa, piyano aynı anda 'si' tuşuna basıyor. Keman, arp, saksafon başka nota. Korkunç bir gürültü. Rock, blues, techno hepsi karman çorman.
Bir ağıt kokusu yalnızlığı... Ölü Aşklar adına! Sol anahtarımı kim çaldı?
Gözlerim kör benim. Renkleri bilmiyorum. Önümde tual; boyalar ve fırçalar. Paletimde renkleri karıyorum. Bir kadın; dudakları kocaman kıpkırmızı, alnında. Gözleri çenesinde, burnu bir kulağı ile yer değiştirmiş, öbür kulağını sanırım fareler kemirmiş. Ama Pablo Picasso, Leonardo De Vinci değilim. Yalnızca ellerim beni dinlemediği için yarım kaldı kadın. Tuale kan damladı parmağımdan, bozuldu resim...
Bir kekre, kesif çığlık boğazımda, yakıyor... Ölü Aşklar uğruna! Her yer çok aydınlık, karanlığımı kim aldı?..."
Bir an sustu, derin bir soluk aldı. Dağılmış saçlarında gezindi parmakları. Benim göremediğim hayâl ülkesine dalıp gitti.
-"Geleceği Elinden Alınan Adamın Geçmişi De Elinden Alınacak Diye Korkuyorduk... Oğuz (Atay)... benim bitmeyen ve ölmeyecek tek aşkım.." dedi sonra, sayıklar gibi...
Onu izliyordum. Onu dinliyordum saatlerdir. Şu anki misyonum; dışarıdan bakan gözlerin onu böyle kendi kendine gülerken, kısık sesle konuşurken, kâh ağlarken görüp de "deli mi bu kadın?" demesinler diyeydi. Kalabalık bir cafede buluşmayı o istemişti. Belli ki sıkılmıştı, bunalmıştı yalnızlığından. Oysa en çok yalnızlığını sevdiğini söylerdi. Dibe vurmuştu demek ki.
Beni doğmamış oğlunun yerine koyduğunu ve öyle sevdiğini, yanımda bir parça huzur ve yaşam bulduğunu biliyordum. Son günlerde yüzüne bakıp da; -gözleri gözlerimde ve yüzümde gezinirken- gözlerinin gülümseyip parladığı tek insandım, biliyordum. Öyle yorgundu ki "bedenim başımı taşımıyor artık. Korkuyorum, bir gün yolda yürürken pat diye önüme düşecek" diyordu. Ardından ona yakışmayan, yabancı, tiz kahkahalarla gülüyordu. Susuyordum. Dinliyordum. Seyrediyordum.
-"Ölü aşklar doğuruyorum Rüzgâr. Yüreği olmayan adamlara âşık oluyorum. Hayır, hayır yalan söyledim, tamam. Bir tek o'na âşıktım ben. Aşk bu! Yıllara ve insanların 'bu adam sana yakışmıyor' nidalarına meydan okuyarak yaşandı. Sonunda haklı çıktılar. O'nun hatalarının bedelini ödeyecek gücüm kalmadığında, bitirdim. O gidince... "bundan böyle beni sevecek biri olmalı, seveceğim değil" dedim. Karşıma biri çıktı, başta sevindim. Fakat baktım ki olmuyor. Ben o'nun bakışlarını, sözlerini arıyorum karşımdakinde. En büyük yanılgı bu değil midir zaten? Sen yüreğinin derinlerinde taşırken bir aşkı, hala içten içe yaşarken; yarım bırkatığını bir başkasında tamamlamayı denemek. Çivi çivi sökmüyormuş. Yapamayınca, eline yüzüne bulaşınca dön başa...
Geçenlerde aradı biliyor musun? Başta sevinçten deliye döndüm. "Unutamadım, kimse sen gibi olmuyor" dedi. İnandım. Nasıl inanmam? Günlerce uyumadım. Meğer ne çok özlemişim. Sonra mı? Elbette olmadı. Görüşmek istemedim. Tek bir sevgiyle yetinmesini bilmeyen birinden ne hayır gelir...
İçim bomboş şimdi. Ayrılalı bir yıl olacak ama ben yeni bitirebilmişim... Artık benim bir geçmişim yok Rüzgâr. Geçmişimi elimden aldılar..."
Ağlıyordu. Farkında değildi. Gözlerinden Ölü Aşklar damlıyordu. Gözlerinde keder, yalnızlık, birikmiş acıların derin çizgileri çoğalıyordu. Fincanın yanında, masaya uzattığı kimsesiz elini tuttum. Donmuş yüreği kadar soğuktu eli...
-"Üzülme, yeter. Kendine acımaktan vaz geç. Sen değil miydin 'hiç bir acı için bir geceden fazla ağlamaya değmez' diyen? Öyleyse? At şu üzerindeki sana hiç yakışmayan çaresizlik gömleğini. Ben senden çok şey öğrendim. En başta 'yaşama sevinci'ni... Yapma böyle..." dedim.
Sözlerimin onun yılgınlığını teselli etmeyeceğini biliyordum. Onun aşksız yaşayamayacağını, tüm gücünün ve içindeki haylaz çocuğun aşk iksiriyle beslendiğini biliyordum. Söyleyemiyordum.
-"Üzülmüyorum aslında. Bu... çok sevdiğin birini kaybetmek gibi... bir daha gelmeyeceğini, yaşanan onca güzelliğin onunla beraber gömüleceğini bilmek gibi... İnancım ve güvenim azaldıkça insanlara, sayrılı geceler çoğaltıyorum kendime. Melodilerin, biçimlerin ve renklerin karmaşıklığı bu yüzden. Dışarıdan baktığım zaman yaşadıklarıma ve kendime, görüntülenene bir anlam veremiyorum."
Saatine bakıyor. Bulunduğu an'a ve yaşama geri dönme vakti. Kabuklarını ve masklarını masanın üzerinden toparlıyor. Herkesten sakladığı yalın yüzünü benden gizlemediğini biliyordum. Gitmeye hazırlanırken sesindeki tını bile değişiyor.
-"Neyse, atlatırım ben, düşünme. Şimdi gitmeliyim, daha güzel, mutlu bir zamanda görüşelim."
Acele etmeden ayağa kalkıyor, gri mantosunu giyiyor. Başımı öne eğiyorum. Eliyle çenemden tutup, yüzümü yüzüne çeviriyor. Buğulu gözleriyle gülümsüyor "canım oğlum benim..."
Başı dik, arkasına bakmadan sert adımlarla karışıyor kalabalığa. Öylece kalıyorum. Benden on yaş büyük. Ona âşığım. Ama o bilmiyor...
Zeycan Irmak
Yukarı
|
Misafir Kahveci : Fehmi Can Sağlam |
ÜMİTSİZ DERLEMELER
-Sustum-
Yazmasam ölürüm ben...
Ne zaman sen gelsen aklıma, ne zaman hüzün dolaşsa damarlarımda yazmalıyım, biliyorum. Boş, karanlık sokaklarda dolaşıyorum. Seni düşünüyorum... Bazen asi bir gözyaşı yanaşıyor göz ka-paklarıma. Oysa bilmiyor paylaşılmaz olduğunu, sen gibi... Bir seni yaşayamadım, bir de göz yaşlarımı...
İçim sıkılınca derin bir nefes alırım. Çaresiz olunca insan evrene sarılıyor. Etrafımızdakileri fark etmek için acı duymak zorundayız, yoksa hayatın akışına kaptırıyoruz kendimizi. Bize asıl acı verense, biz yokken dünyanın ne kadar değiştiğini fark etmemiz oluyor.
Ben kederlenince harflerim boyunlarını bükerler. Ama ben bükmem, yazarım. Her şeyin acısını harflerimden çıkarırım. Sen hiç yalnız başına yağmurda yürüdün mü? Nefesinin havaya karışmasını izlerken ondan bir parça olduğunu düşündün mü? Yalnızsam yağmurun dostluğuna sığınırım ben. Sonra da yazarım, bükülür harflerimin boyunları. Ah bir de bahar geceleri yok mu? Ay ışığını göl-gemden bile sakınırım o zamanlar. Yalnız benim olmalıdır ayışığı. Oysa her sabah terk eder beni. O güneşi benden, ben onu her şeyden çok severim...
Yalnızım, çok yalnızım... Yine başladı beynimin doğum sancıları. Ah bir ağlayabilsem. Sonra da gülebilsem eskisi gibi. Sonra yine hüzün çökse her yana. Yazsam, yazsam... Sonra yine ağlasam. Yazsam, ağlasam. Ağlasam, yazsam. Gözyaşlarımı anlatsam. Rüzgara yalvarsam, kokunu getirir mi bana? Peki ya bulutlara söylesem gözyaşlarımı ellerine dökebilir mi? Dağlar gözlerin olsa, ayışığı saçların, güller de dudakların. Dünya sen değil misin? Neden ararım seni uzaklarda? Sevmeyi severim ben. Ayparçasını severim. Aydan düşeni... Bir bilsen ne kadar özledim sevilmeyi...
Tatlı bir rüyadan uyanmış gibiyim. Ben uyurken dünya bir kabusa dönmüş. İnsanlar nereye gidi-yorlar böyle? Neden gidiyorlar? Bu ne kalabalık? Ben her sabah uyandığımda ağlamak istiyorum. Adını yazıyorum buğulu otobüs camlarına, kalbime kazıdığım gibi... Sonra bir kitabın sayfalarında arıyorum seni. Çayımın dumanını bile paylaşmıyorum kimseyle, belki sen varsın içinde...
Yürürken gözlerim toprağı izler. Toprak mı aldı seni? Ama o vermişti seni bana. Seni hayal-lerimden kim çalabilir? Geçtiğimiz yollarda hala kokun var...
Düşüyorum, durmadan düşüyorum. Sonu yok mu bu derin kuyunun? Her yer karanlık. Ağlamak istiyorum. Ve ben ağlayınca yazmak istiyorum. Gözyaşı dökemem ben; ancak bükerim boyunlarını harflerimin, sözlerim gözyaşım olur. Ben kalbimi bulutlara sığdıramadım, bulutları kalbimde sakla-dım. Sensiz bulut bulut ağladım. Seni uyudum ben, seni yürüdüm, seni yazdım. Savruldum günler boyu. Ben aya küstüm şimdi, güneşi de hiç sevmemiştim zaten. Anladım artık demir alma vakti, bu limanda hiç durmamalıydım zaten. Benim en güzel şiirimdin sen, en güzel cümlem. Yanındayken bile özlerdim seni. Dinmeyen hasreti tattım seninle. Ben yağmuru artık eskisinden de çok se-viyorum. Oldum olası kıskanır beni yağmur. Beni değil aslında, gözyaşlarımı. Zaten umut nedir ki? Bazen ayışığı olur, bazen yağmur. Ama umut "ümit" olunca ben yine ağlarım. Ağlarım yaza-rım, yazarım ağlarım. Sonra yine seni düşünürüm. Uzanırım denizlere, dalgalarda savrulurum. Ben seni çok özledim. Dağlara anlattım seni, gözlerim oldular. Ellerime anlattım seni, sözlerim oldular. Şimdi bir sen dökülemedin gözlerimden. Hani umut hep bizimleydi? Hani hep benimle kalmaya söz vermiştin? Cevapsız sorularım, umutlarımla yarınsız. Bırak beni yalnızlığıma, kalmak istiyorum sensiz ve ümitsiz...
"Bize bir şiir okur musun?" dediler. "Benim şiirim okunmaz yaşanır" dedim. Şimdi gözlerinizi kapatın. Ve karşınızdaki siluete iyice bakın. Benim şiirim o insanın ta kendisidir... Ben şiirim... Ben sevgiyim... Tıpkı sizin gibi, tıpkı hayat gibi... Benim şiirim sevgidir. Benim şiirim hayatın ta kendisi-dir...
Bu gece söküp alıyorum kalbinden şiirlerimi
Bu şiir sonuncu ayımızın şiiri,
Ve bu karanlık gecenin tek şahidi.
Ben ki aylı gecelerin şairi,
İçiyorum birer birer ümitlerimi...
Çünkü ben bu gece,
Söküp alıyorum kalbinden şiirlerimi...
Bir gün yine yeşeririm belki,
Dolarsa gözlerime ayışığının rengi.
Gökten bir tutam yağmur yağsa,
Bir yudum da sevgi,
Bulutlara sarılmaz mıyım,
Vursan da beni...
"Siz benim neden sustuğumu,
Nerden bileceksiniz..."
Fehmi Can Sağlam
Yukarı
|
Kahvecigillerden : Nurcan Taşkın |
AŞK DEMEDİK; DİYEMEDİK
Ansızdık;
Hesapsız bulduk birbirimizi. Aransa bulunmazdı, tesadüftü. Ne sevindik. Zamanı 'zaman' olarak ölçmedik sevincimizin sonrasında. 'Ansız' başlamıştı ya, ansız devam eder giderdi. Zaman da ne? Olmadığımızda başlardı, olduğumuzda biterdi. Ayrılığı sayardık geçen vakitten. Geçmezdi de; zor olsa da sabrederdik zamana. Sadece geçsin diye. Yalanmış saydığımız ayrılık zamanları. Sonu yalan gibi bitti ama bizde yoktu yalan... Gerçek zamanlar gelecekmiş; 'Ayrılık, ayrılık, ayrılık ; zaman, zaman, zaman' olan.
Kaderdik;
Alnına aynı yazı yazılmış. Hani kaderimizi biz belirlerdik? Yaptıklarımız kaderdi; yapmadıklarımız 'kader' değil. Daha neleri yapacaktık da; 'işte kaderimiz' diyecektik? Güzelliklere kader dermişiz, varlığımıza...Yokluğumuza 'kötü kader' diyeceğimiz kader yazılmış. Okunsaydı alın yazısı; demezdik. Dert olmayacaktı hiç kaderimizde. Anmamıştık derdi tasayı..
Tutkuyduk;
Olmayacaktı sensiz; olmayacaktı bensiz...Neye tutunacaktık sensiz, bensiz? Gönüller kalamazdı gönülsüz. Kalbim tutkusunu, kalbin tutkusunu kaybetmeyecekti. Anlayamadık...
Hayata tutunamamışız birbirimize tutunmaktan. Meğer bir gün, hem de ansızın anlayacakmışız. Tutkuyu yitirmemin ızdırabını ve öylesine kalakalmayı. Tutkusuz...
Işıktık;
Karanlıkta parladığımız. Lantandan farksız, birden bire parlayan... Zor günleri aydınlattık karanlıktan öte. Kimi zaman güneş olduk da; gece olunca aniden ay, yıldız...Biz de fark etmedik geceyi, gündüzü. Işıktık işte. Ne olursa olsundu, zamanın her yerinde aydınlatırdık, ne varsa... Seni ve beni görürdük, gerisi önemsiz. Güneş , ay, yıldızlar -ışıksal - neyi aydınlatacakmış biz varken? Az kalırdı yanımızda.
Onlar hep varmış. Görseydik de hazır olsaydık sessizce yaklaşan karanlığa. Onların aydınlığına, ışığına muhtaç kalacağımızı nasıl hissederdik ışığımızda? Göremedik bunları. Görmeyi istemezdik zaten. Karanlığa atar görmezden gelirdik. Bize neydi?
Şimdi ise; 'karanlıktan daha koyu karanlık...'
Alışkanlıktık;
Sanki ezeldendir gibi. Yeryüzüne gelmeden önce de hep biz varmışız gibi... Kimseler gelmeden önce alışmışız birbirimize. Öyle sandım; öyle sandın.
İyi, kötü; adına her ne denirse artık. Alıştıklarımızın en iyisinden iyiydi, alıştıklarımızın en kötüsünden kötü...
Kural yoktu alışmaya, alışılmaya. Çok aradık aşılmanın yerine başka kelime. Bulamayınca; 'defalarca alışmak' kalmıştı bağımlılığın adı.
Hani, neye alışmıştık biz? Vazgeçmeyecektik kolay kolay alışkanlığımızdan? Hatta hiç.
Topraktık;
Yaşam kaynağı. Toprak olmadan ne olurdu ki biz olalım? Sağlamca toprağa basıyorduk içimizde taşıdığımız her şeyimizle. Sevgi eksek, o bile büyürdü ekilince. Zaten büyüyeceği kadar büyümüştü sevgi bizde...Topraksız. Biz oyduk zaten.
Toprağa; alışkanlığımızı , ışığımızı, tutkumuzu , kaderimizi verdik. Ansızın...
Bir gün gelip de 'toprak' dediğimize gerek kalmadan 'hiç' olacağımız? Üzerdi düşüncesi bile. Düşünmedik.
'Hayat' demedim; demedin... 'Hayattık' diyemedik...Unutmuşuz gerçeği.
Ama hiçbir zaman; aşk demedik, diyemedik...
Nurcan Taşkın
Yukarı
|
KONTRA MİZANA : Tamer Soysal |
YAK BİR SİGARA DERKEN
"Küreselleşme, ABD egemenliğinin diğer adıdır."
Henry Kissinger ( ABD eski Dışişleri Bakanı)
- Ölümü nasıl satarsınız? Yılda 350 bin kişiyi, günde bin kişiyi öldüren bir zehiri nasıl pazarlarsınız?
"Geniş açık alanlarla, dağlarla, göllerle, deniz kıyılarıyla, sağlıklı insanlarla, atletlerle.."
Fritz Gahagan ( 5 önemli sigara şirketinin danışmanı)
Türkiye ile IMF arasındaki yedinci gözden geçirme çalışmaları kapsamında gündeme gelen ve 7 katrilyon liralık ek önlem paketi içinde sigaraya konulan ek özel tüketim vergisi sonucu yapılması tartışılan sigara zammı sonunda yapıldı. Önce Philip Morris % 6 zam yaptı. Ancak Bakanlar Kurulu kararı ile % 55.3 nisbi özel tüketim vergisi alan Maliye, 1.2 katrilyonluk kaynak sağlayabilmek için %12 zamda ısrar ediyor. Philip Morris'i Tekel ve diğer firmaların izlemesi bekleniyor. Bu zamla birlikte kısa Marlbora 3 milyon 200 bin lira, uzun marlbora 3.5 milyon lira oldu.
Sigaranın gündeme gelmesi maliyenin ÖTV artışı ve zamlarla oldu. Ancak ben bugün sigara ve hammaddesi tütünün çok da tartışılmayan yönlerine dikkat çekmeye çalışacağım. Öncelikle herkesin çok da iyi bildiği 'sağlık yönü' var ancak bu yazıda daha çok sigara içerken verdiğimiz paralarla kimleri zengin ediyoruz yani sigari piyasasında şirketlerin durumu ve sigaranın hammaddesi olan tütün ve tütün piyasasına dikkatleri çekmeye çalışacağım. Yani konunun sağlık, hammadde ve Pazar olmak üzere üç önemli boyutu var.
Dünya'nın en büyük sigara şirketlerinin başında Çin Tütün Fabrikası % 31'lik payla başı çekiyor. Sonra ABD firması olan ancak ABD dışındaki ülkelerde faaliyet gösteren Philip Morris % 17'lik payı ile geliyor. Dünya genel tütün tüketimin baktığımız zaman büyük tütün firmalarının çoğunun ABD ve İngiltere kökenli olmasına rağmen, sigara tüketiminin gelişmiş ülkelerde sürekli azaldığını buna karşın, gelişmekte olan ülkelerde ve başta Çin, Rusya ve Türkiye'de sürekli arttığını görüyoruz. Dünya sigaralarının % 70'ini gelişmekte olan ülkeler tüketiyor. Coğrafi dağılıma baktığımız zaman % 54.5'lik payla Asya ülkeleri sigara tüketiminde ilk sırayı alıyor. Amerika % 13, Avrupa ise %20'lik tüketim payına sahip. Afrika'nın payı % 11. Afrika'nın payının düşüklüğü herhalde para bulamamalarından kaynaklanıyor. Gelişmekte olan ülkeler bundan 30 yıl önce Dünya tütününün yarısını tüketiyorlarmış. Bugün bu oran % 70'e kadar çıkmış.
120 bin ton sigara tüketimi ve 6 katrilyon lira değerindeki Türkiye Sigara Pazarı, son yıllarda sürekli bir rekabet içinde. 1980'de 59 bin ton olan sigara talebi, 1990'da 77 bin tona, 1999 yılında 115 bin tona yükseldi. Bu artışa paralel olarak filtreli sigara alışkanlığı artarak, yurtiçi tüketimdeki payı 1980'de %63'ten 1999'da %99'a yükseldi. Böylece, gelişmiş ülkelerde sigara pazarı gerilerken en hızlı genişleyen pazarlardan biri de Türkiye oldu ve ulus-aşırı tekellerin iştahını daha da kabartmaya başladı.
Şu anda Türkiye sigara pazarının % 70'i Tekel'in elinde. Tekel Dünya'nın da 5. büyük sigara üreticisi. Türkiye'nin tüm firmalar içinde en büyük 8.firması. GSMH içindeki payı yüzde 2, Hazine'nin sağladığı toplam vergi ve fon gelirleri içindeki payı da yüzde 4.4. Ve devlet her ne hikmetse bu firmayı özelleştiriyor. Sürekli kar eden bir kuruluş ve devlete sadece vergilerden getirdiği para 2 katrilyon. Ama yurtdışındaki emsalleri ile kıyaslandığında onların beşte biri fiyatına özelleştiriliyor. Tekelin sigara bölümü 1 milyar 150 milyon dolara, içki bölümünün 19 yerini ise 292 milyon dolara satıldı. Türkiye'deki yabancı kökenli sigara firmalarının Türkiye pazarınan pay kapması için iki şey gerekiyordu:
1- Tekel'in özelleştirilmesi
2- Türkiye tütün ekiminin kontrol altına alınması
Tekel özelleştirilmesi başladı hem de ederinin altında fiyatlarla. Tütün ekimi konusu ise "15 günde 15 yasa" sloganı ile Avrupa Birliği için yapılıyor haykırışları arasında 9 Ocak 2002'de çıkarılan "Tütün Kanunu" ile yapıldı. Türkiye sigara pazarında;
Tekel: % 70
Philip Morris (Marlboro,Parliament, LM; Chesterfield): %22 Philip Morris Türkiye'deki üretimini İzmir Torbalıdaki fabrikasında Sabancı ile birlikte yapıyor. Dağıtım ve pazarlaması da yine "philsa" olarak yapıyorlar.
R.J. Reynolds ( Camel, Monte Carlo, Winston): %8
British American Tobacco (BAT) ise Türkiye pazarında pay kapmaya çalışıyor.
Ancak sorun sadece sigara pazarındaki Tekel'in karlarının ve dolayısıyla hazineye giren paranın azalması değil. Türkiye tütün üretiminde Dünya'da 6. sırada. Tütün tüketiminde ise Dünya'da 8. sırada. Türkiye şark tipi tütün denilen tütünü üretiyor. Şark tipi tütün üretimi, dolgu maddesi olarak kullanımının % 15 ile sınırlanması sonucu azalacak. Ayrıca çıkarılan Tütün Kanunu ile de tütün ekim alanları daraltılıyor ve tütün piyasasının özel sektöre açılması aşama aşama gerçekleştirilecek. Dolayısıyla Virginia ve Burley tipi tütün denilen yurtdışı tütün, şark tipi tütünün azalmasıyla birlikte daha fazla Türkiye piyasasına girecek ve Dünya Tütün Üretimindeki payımız ve ihracatımız da azalacaktır. Türkiye'de geçimlerini bu yolla sağlayan pek çok insanın durumu ise ayrı bir konu.
"Yeni Dünya Düzeni", "Büyük Ortadoğu Projesi" gibi yeni projeler ile Dünya'nın yönetimini ve kaynaklarını kontrol altında tutmaya çalışan Derin Dünyacılar için "sigara" hayli önemli bir aygıt gibi gözüküyor. Düşünsenize hem çok önemli karlar ediyorlar ve firmaları para kazanmış oluyor. Bu şekilde ülkelerin milli kaynaklarını sömürmüş oluyorlar. Hem de, kendi ülkelerinde sigara tüketimini azaltmaya çalışırken, az gelişmiş ülkelerde sürekli arttırmaya çalışıyorlar ve bunda da başarılı oluyorlar. Böylece, bir de sağlık harcamaları yoluyla sömürü yapmış oluyorlar. Üstelik olayın bir de psikolojik yönü var. Sigara ile rahatlama yolunu seçen pek çok insan için, bütün bu anlattıklarım hiçbir önem arzetmiyor. Bu yönüyle de bir nev'i 'afyon' vazifesi görüyor. "Siz sigara için, biz sizin için dünyayı yönetiyoruz, rahatsız olmayın" tarzı bir söylem gelişmiş oluyor. Belki bu biraz abartı ancak ortada bir yanlışlık olduğu aşikar. Sigara içenlerin psikolojileri esasen önemle incelenecek konulardan. Bu konu toplum psikolojisi üzerine incelemeler yapanlar için iyi bir tez konusu olabilir. Konuya iki açıdan yaklaşılabilir: Birincisi, sigara içenlerin neden sigara içtiklerinin sebepleri gruplandırılabilir ki burada büyük çoğunluğu "bilinçsiz bir şekilde alışkanlık neticesi içiyorum" diyenler herhalde ilk sırayı alacaktır. İkincisi, sigaranın, bağımlıları üzerinde ne tür psikolojik değişiklikler oluşturduğu irdelenebilir. Örneğin, basit bir yaklaşımla, herkes ağzını açtığı zaman başkalarının hakkına saygıdan dem vurur. Oysa, konu sigara olunca birden bu değişir. Sigara bağımlıları genel bir söyleyişle, pasif içicilere karşı hiçte saygılı değiller. Hatta tersine, sigara yasağı olan yerlerde gerinerek sigara içmek, gayet doğal bir davranış halini almıştır. Belki, kendilerince biraz asi bir ruh hali takınıyorlar. Kendine buyruk ve çarpıklıklara karşı çarpık bir tepki koymuş oluyorlar. Sorunlardan kaçmanın, düşünmekten kaçmanın ve geçici bir keyif bulmanın yolu oluyor sigara.
Sigaranın sağlığa zararlarını herkes biliyor ancak bilmek alışmaya engel olmuyor. Zaten bir araştırmada en çok sigara tüketen meslek grubunun doktorlar ve öğretmenler olduğu belirtiliyor.
Sigarada 4 bin zararlı kimyasal madde ve 55 kanserojen madde bulunuyor. Bir yaygın yanlışta "light sigaraların" zararının daha az olduğu sanısı. Bizde sigaralar light (hafif içimli) ve normal olarak iki sınıfta üretilip satılıyor. Avrupa ve ABD'de sigaranın içerdiği katran oranı "low, medium, mild" şeklinde paketin üzerinde belirtiliyor. Ancak yapılan bu ayrımlar son yapılan araştırmalara göre pek bir önem arzetmiyor. Boston Massachusett'in yaptığı bir araştırmaya göre light tabir edilen düşük katranlı sigaraların da aynı risk grubunda olduğu ortaya konuldu. Hatta, light sigaralar "daha az zararlı" diye daha çok tüketildiği için riski daha da artırıyor. Buna göre sigaraların ayrımı filtreli veya filtresiz şeklinde ise sağlık açısından önem taşıyor.
Peki, sigaraya ne kadar para harcıyoruz. Türkiye'de 17 milyon sigara tiryakisi, sigaraya yılda 6.5 milyar dolar harcıyor. Türkiye'de sigaraya günde ortalama 17 milyon dolar para harcanıyor. Avrupa'da sigaraya harcanan para yıllık 50 milyar dolardır. Oysa bütün dünyada temel eğitimin herkesi kapsaması için yılda 6 milyar dolar, temel sağlık ve beslenme ihtiyacının karşılanabilmesi için ise 13 milyar dolar yetecektir.
Sigaraya harcanan birde yan maliyetler var. Sigaranın neden olduğu 50 hastalık nedeniyle Türkiye'de yılda 8.5 milyar dolar harcanmaktadır. Bu para Sağlık Bakanlığı bütçesinin 4.5 katıdır. ABD'de sigaraya bağlı hastalıklar nedeniyle yapılan harcamalar yılda 16 milyar dolardır. Sigaraya bağlı hastalıklar, sakatlıklar ve erken ölümler yüzünden üretim ve kazanç eksikliğine bağlı dolaylı kayıplar, ABD'de yıllık 37 milyar doları bulmaktadır. ABD'deki apartman yangınlarının % 38'i, otel yangınlarının % 32'si sigaradan kaynaklanmaktadır. Sigaradan kaynaklanan bu yangınlarda yılda 1.500 kişi ölmekte ve yıllık yaklaşık 500 milyon dolar zarar oluşmaktadır.
Sigara firmaları böylesi büyük zararları olan sigarayı satmak için, kapitalizmin en önemli silahı olan reklamı kullanıyorlar. Genellikle saldırgan reklam ve promosyon taktikleri ile satış yöntemleri denenir. Özgürlük ve asi ruh sık işlenen bir temadır. ABD'de sigara firmalarının pazarlama bütçesi, yılda 8.5 milyar dolar, günde 23 milyon dolar. Ayrıca, sigara alışkanlık neticesi oluşan birşey. Bunu bilen firmalar gençlere yönelik reklamlar yapıyorlar. Sigara bağımlılarının % 90'ı 20 yaşından önce sigaraya başlıyor. Toplamda % 30'u ise 13 yaşından önce sigaraya başlamış oluyor. Sigara firmalarının reklamı ile ilgili ilginç bir nokta da 1955 yılında Leo burnett reklam ajansının yarattığı Marlbora Kovboyunun bir süre sonra en güçlü reklam ikonu olması ve reklamın yayınlandığı ilk senede satışların %3.241 oranında artması. Ancak gariptir ki, Marlboranın reklamlarında kullandığı kovboy, akciğer kanserinden öldü. Bu durumun yarattığı olumsuz reklam imajını aşmak isteyen firma, "Marlbora Classics" giyim markasıyla ve sponsorluklarla olumlu imaj yaratmaya çalıştı.
Sigara tüketiminden devletler de genellikle hoşnut bir görüntü sergiliyorlar. Çünkü devletin piyasaya müdahale şekli vergiler yoluyla oluyor. Hem maliyeti arttırarak tüketimi azaltma yolunda tavır koyulmuş olunuyor, hem de bütçeye önemli bir vergi geliri sağlanıyor. Bu durumda geriye bu işten en rahatsız grup olarak 'pasif içiciler' kalıyor.
İnsanların, kendisine hem zihinsel hem fiziksel pek çok zararı olduğu bilinen sigarayı tüketirken, insanlara asgari saygıyı göstermeyi unutmamaları gerekiyor. Ayrıca, sigara ile her yıl ülkelerin milli kaynakları sigara şirketlerine ve sağlık harcamalarına akıtılıyor. Daha temiz bir toplum için bütün iyiniyetimizle sigarayı bırakmak için çaba harcamak gerekiyor. Daha sağlıklı ve zinde bir nesil için "Sigarasız Bir Yaşam"a ulaşmak dileğiyle...
Tamer Soysal tsoysal@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Misafir Kahveci : Özleyiş Özlem |
Benzerimiz mi? Eş'imiz mi?
Kimimiz evlilik beklentileri umutları içerisindeyiz kimimiz de bu beklentilerin sonucunda evliyiz.
Evliliğimizde;
• düşüncelere saygı duyup dinleyen, ortak karar alan, farklı bakış açılarına sahip olup aynı yöne bakabilen
• hayallerimizin, umutlarımızın ve beklentilerimizin hangisini gerçekleştirebildik ya da bunlar nelerdir soru ve yanıtlarını bulabilen,
• Sevgi sunma biçimimiz yeterli mi diye öneleştiri yapabilen,
• sevginin soyut bir kavram olması, gözle görülmese de davranışlarımızla, sözlerimizle ya da nesnel objelerle yansıtabileceğini düşünebilen,
• Evlilikte her iki kişinin de yeterince yetişmiş bir anlayışla olaylara yaklaşabilen,
• Karşılıklı fikir alış-verişi içerisinde bulunabilen,
• Evlilikte karar veren, etik ilkelerle davranan, sorgulayan değerlendiren, görüşüne başvurulup saygı duyulan ve öğrenen bir eş modelini sergileye bilen,
• Fikir ayrılığı yaşanan bir olaya katılıp katılmadığını eğer ki katılmayacaksa ortak nasıl düşünülebileceğini sorgulayarak ve sonunda alınan karar neticesinde benimseyerek ve o davranışı yansıtarak farkına varabilen,
• Eşinin bakış açısıyla da bakabilen (empati kurabilen)
Ve sonuç itibariyle; iletişimin özünde yatan 9 ayrı algılama kademesini de kullanabilen Senin;
1- düşündüğün
2- söylemek istediğin
3- söylediğini sandığın
4- söylediğin
karşındakinin;
5- duymak istediği
6- duyduğu
7- anlamak istediği
8- anladığını sandığı
9- anladığı
kadın ve erkeğin olması dileğiyle, benzerimiz olmasını istediğimizle değil, yukarıdaki vasıfları taşıyabilen Eş’imiz olan birlikteliklerin ÖZLEM’i içinde kadınlarımızın değerini bilen tüm erkeklerin de günü kutlu olsun.
(Not: Algı kademeleri, D.B. Tercüman Sayın Şeref OĞUZ’un köşe yazısında yer
almaktadır.)
Özleyiş Özlem
Yukarı
|
Fotoğraf: Berrin Cerrahoğlu
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Kahve Molası bugün 4.205 kahveciye doğru yola çıkmıştır. |
Yukarı
|
Aşkımın Meyvesi
Sana bunca zaman tahammül ettiysem
Hatalarını sürekli göz ardı ettiysem
Yeri gelince hınçla hakaret ettiysem
Bu senin değil, sabrımın meyvesidir.
Sana düşman olmayıp, seni affettiysem
Geçmişte yaptıklarını tek tek sildiysem
Dost kalarak seni terkedip gittiysem
Bu senin değil, kalbimin meyvesidir.
Ne içim dertli, ne yüreğim gamlı,
Ne yaşamak eskisi gibi elemli
Ne sevgilim senin gibi problemli
Bu senin değil aşkımın meyvesidir.
Hasan Selçuk Güler
Yukarı
|
Birinin sürücüsü sarışın bir afetmiş, hangisiymiş dersiniz!...
Yukarı
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://www.reikimaster-mindu.com/
...Reiki, bedende meydana gelen enerji dengesizliklerini ve negatif enerji blokajlarını çözebilmek için yetersiz veya eksik kalan kendi enerji bedenimizi dengeleyip, tamamlayarak ve temelde bilinç değişikliği gerçekleştirerek ruhsal, dolayısıyla da fiziksel iyileşme sürecini başlatmamız yolunu açar...
http://www.recycleabicycle.org/
Bazı insanlar boş zamanlarında kitap okumayı, sinemaya gitmeyi, açık havada yürümeyi, resim yapmayı ya da minik uğraşılarıyla ilgilenmeyi tercih ederler. Ya boş vakitlerinizde Bisiklet tamir etmeyi öğrenmek istermisiniz. Bazıları öğrenmeye başlamış bile.
http://automobile.sitemynet.com/yeniler.htm
...Türkiye'nin ilk yerli otomobili, 1961'in zorlu koşullarında yalnızca dört buçuk ayda imal edildi. Türk Sanayisi'nde devrim niteliği taşıyan "Devrim" otomobilini yapan kurum ise TCDD oldu. İşte "Devrim"in inanılmaz öyküsü...
http://www.azizistanbul.com/
İstanbul hakkında bilmek isteyebileceğiniz pek çok bilgi için güzel bir bilgi kaynağı ...İstanbul’un birçok semtleri adlarını oradaki büyük camilerden almıştır: Beyazıt, Sultanahmet, Ayasofya gibi. Birçok semtlerin adı da orada oturmuş, ya da eser bırakmış kimselerden gelir. Ayrıca çeşitli tarihi olaylar, yapılar, çeşmeler de semtlere ad vermiştir...
akin@kahveciyiz.biz
Yukarı |
|
|