KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?

 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Kütüphane
 Kahverengi Sayfalar
 FİNCAN/SİPARİŞ
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)


PDF Versiyonu





Kahveci Soruyor?



KAHVERENGİ SAYFALAR



KAPI KOMŞULARIMIZ

Üç Nokta Anlam Platformu


Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 463

 17 Mart 2004 - Fincanın İçindekiler

 Editör'den : Beni mazur görün lütfen!..


Merhabalar,

Hay Allah!.. Beynim durdu, parmaklarım uyuştu. Ekrana bakıyorum ama aklım başka yerlerde. Bugünü de beni mazur gördüğünüz günlere ekleyelim izninizle. Hepinize güzel bir gün diliyorum.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

ÖzlemÖzdemir

 Ucundan Kenarından : Özlem Özdemir


   Fala İnan, Falsız Kalma!

Yıllardır girip çıktığım şu eve hiç bu denli heyecanlı gelmemiştim. Eve yaklaştıkça, sırasını beklemeden aklıma girip duran binlerce düşünce de artıyor. Ya duymak istemediğim bir şey söylerse? Ya pişman olursam baktırdığıma? Allahım gücüne gitmiyor değil mi? Bir yandan bu düşüncelerle cebelleşirken, diğer yandan hızımı yavaşlattım gidip gitmemek arasında bocalıyordum ki, çalan telefonla, gün kaçınılmaz sona sürüklendi. Geç kalmışım!!!

Arkadaşımın Moda'daki evinden içeri girdiğimde, doktor muayenehanelerinde erken gelip bekleyen hasta maskesini takmış 3-5 bayan, dudaklarının kenarına yerleştirdiklerini hafif alaycı gülümsemeyle karşıladılar beni. Sanki kendileri ABD'nin ''Büyük Orta Doğu Projesi''ni tartışmaya gelen delegeler de bir ben fal baktırmaya gelen enayi.... Hepimiz aynı amaç için oradayız. Bütün İstanbul'un tanıdığı, bilmem kimin falcısı, her dediği çıkan, meşhur, ..... Hn.'dan zor alınan randevuya dahil edilme şansına nail olmuş topu topu beş kişiyiz işte. Malum İstanbul trafiği ile muhabbete girip ''Korktum, az kalsın vazgeçiyordum'' düşüncesini tamamen kafamdan silerek, gelen bol köpüklü kahvemle olaya ben de dahil oldum. Benden önce gelenler kahvelerini bitirmiş kapatmış, beni ve falcı teyzeyi bekliyorlardı. Beni diyorum çünkü gelmeden önce arkadaşıma şartımı söylemiştim. İlk baktırırsam gelirim, aksi takdirde ben dayanamam baktırıp çıkan kadınları dinlemeye. Kahvemi mümkün olduğu kadar bol telve bırakmaya çalışarak içtim. Arkasından, arkadaşımın direktifleri doğrultusunda, sol elimle fincanı, saat yönünde 2-3 tur attırıp, kalbime doğru kapattım. Allah rast getirsin.

Biz meşhur falcı teyzemizi beklerken, daha önce aynı bayana fal baktıranlar ilk kez gelenlere başladılar anlatmaya.... Ne dediyse olmuş! Bundan 2 yıl önce kocanın işleri bozulacak ama üzülme sen daha iyi birisini bulup evleneceksin demiş, Vallaha hepsi çıkmış.. Adamın işler topu atmış, bayan boşanmış, altı ay geçmeden şimdiki kocasını tanımış ve çok mutluymuş....Peki niye geldin şimdi? Denilmiyor tabi. Diğeri ağzından lafı aldı. Buna da geçen sene bakmış, ablan yurt dışında bir işte çalışacak ve gayrı meşru çocuğu olacak demiş, şimdi ablası Kanada'da çalışıyormuş...Eeeee. Gayrı meşru çocuk? Daha olmamış!!!!!!! Bütün bunları dinleyip, elimi çantama atmıştım ki, kapı çaldı. Evet evet var bunda bir iş, ikidir vazgeçiyorum bir şeyler çalıyor, hadi hayırlısı.

Gelen, beklenen falcı bayan. Aaaa bu bildiğimiz, dosdoğru bir kadın. Annem gibi, teyzem gibi bir kadın. Gayet temiz yüzlü, kendi halinde, öyle elinde küresi, başında konisi olmayan, atmış beş-yetmiş yaşlarında bir kadıncağız. Tek dikkatimi çeken şey, dudakları biraz Arap Bacı misali. O kadar. Kadıncağız biraz nefes almak için geldi yanımıza oturdu, arkadaşım ona da bir kahve yaptı, teyzem başladı anlatmaya. Malum İstanbul trafiği diye başlayınca ben hafiften huylansam da, ne olur ne olmaz, altıncı his bu anlar manlar, rezil olmayalım hesabına hemen kafamı yere eğip göz göze gelmemeye çalıştım. Sakin olmaya çalışıyorum ama kalbimin atışını size anlatmam imkansız. Sanki birisi gökten elinde benim alınyazımın kaleme alındığı bir kitapla yere indi ve az sonra sonuçlar açıklanacak....Amaaaan altı üstü bir fal saçmalama Özlem diyerek kendimi sakinleştirmiştim ki, ismim okundu....

Teyzem önde ben arkada içeri odaya doğru başladık yürümeye. Allahım lütfen mutlu çıkayım şu odadan. Neden bu kadar büyüttüm sanki ben bu olayı. Karşılıklı geçtik oturduk, teyzem fincanı eline alıp, gözlerini kapattı ve bildiği ne kadar dua varsa okumaya başladı. 1,3, 5 dualar bitmek bilmiyor. Bence bu fasıl Allah ile kadın arasındaki günah çıkarma seansı idi. Allah'ım işine karışıyorum ama kusura bakma, beni affet tarzı bir dua okumuş olmalı. Daha sonra usulca fincanımı aralayıp başladı anlatmaya. Aman Allahım, bir ağızdan bir bal bu kadar mı süne süne damlar? Bir ağız böyle mi güzel laf yapar da böyle mi güler bir insana şans? Bu gelecek gerçekten bana mı ait? Lütfen, lütfen hepsi doğru olsun. Teyze hakkında düşündüğüm her şey için özür diliyorum. Severim ben onun güzel güzel anlatan küçücük kiraz ağzını......teyzem bir tane. O İstanbul'un en ünlü hem de en güzel falcısı ve ne olur her dediği çıkan falcısı olsun. Fal bitip de teyzem kafasını kaldırdığında, ben bir yandan beş odalı evi döşerken, bir yandan çıkacağım seyahat için çantamı topluyor, bir yandan da işte geleceğim mevkii ye göre oda beğenirken, Aslı'nın yurt dışında okumasına dayanabilir miyim diye düşünüyordum. Muhteşem, muhteşem, muhteşem. Lütfen çıksın, lütfen mevcut atasözünü ''Fala mutlak suretle inan ve falsız kalma'' olarak değiştirmek için bir şeyler yapalım......

Fal baktırmak, yıllardan beri insanların başvurduğu bir çeşit haber alma yöntemi. Cahiliye Dönemindeki Araplardan tutun da , Osmanlı Dönemine oradan günümüze kadar pek çok insan başvurmuş fala. Gelecekten haber almak, aşk yolunda sevgiliden haber almak, kaybolan kıymetli bir eşyayı bulabilmek için fal baktırıyor pek çok insan. Cahiliye Döneminde Araplar geleceği öğrenmek için fal okları kullanırlarmış. Birinin üzerinde ''Rabbim buyurdu'', ikincinin üzerinde ''Rabbim yasakladı''yazar, üçüncünün üzerinde ise hiç bir şey yazmazmış. Bir işe niyetlenen Cahiliye Arapları bu okları atar, hedefe hangisi isabet ederse ona göre davranırlarmış. Osmanlı Döneminde kitap falı en çok başvurulan yöntem olmuş. Bu amaçla yazılmış pek çok kitap var, Mevlana'nın Mesnevi'si, Yazıcızade Mehmed'in ''Muhammediye'', Ahmet Mürşidi'nin ''Ahmediye'' gibi pek çok kitabı daha ziyade dini nitelikli olup, gelecekten haber veriyor. Osmanlı'nın başvurduğu bir diğer yöntem de Kuran'dan gelecek tayin etme. Herhangi bir sayfa açılıp yedi sayfa geriye gidiliyor ve yazan ayetten bir anlam çıkartılmaya çalışılıyor. Yukarıda bahsettiğim kitap yöntemine Kurtuluş Savaşı döneminde başvurulduğu yazıyor bazı kitaplarda, Kurtuluş Savaşının sonucunu tayin etmek için, Fuzuli Divanından açılan sayfada, ''Kemal'' kelimesi geçen bir beyit ile karşılaşılıyor. Yaptığım fal araştırması içinde ilginç olanlardan biri de, dünyanın en büyük kahve falcısı olarak bilinen Darüşşefeka'nın Resim Hocalarından Agah Bey'in başına gelenler. Agah Bey, deli gibi aşık olduğu bir kız için baktırdığı falların tamamındaki şekilleri bir deftere kaydeder. Kendince çıkardığı hükümleri, çıkan sonuçları da şekillerin yanına aldığı ufak notlar ile belirtip, dünyanın en büyük fal arşivini oluşturması. Bu çok kıymetli eser, şu an sanatçının torunlarının elinde bulunuyormuş. En ilginç olan hikaye ise, Üsküdarlı Halk Şairi Şıh Razi'nin, daha doğrusu Şıh Razi'nin akrabasının haşına gelen. Genç yaşta dul kalan genç akraba, daha sonra kocası olacak şahsı, adım adım Şıh Razi'nin falları ile bulmuş. Yani; Kahve falı doğru çıkabiliyor.

Cumartesi gününden beri ağzım, sınırlarını kulaklarımda son bulacak şekilde çizdi. Gayet tabi inanmıyorum, inanmak istesem de inanmıyorum, daha doğrusu bel bağlamıyorum. Aklımda hoş bir Cumartesi anısı olarak kalacak. Çıkmasa bile iki günlük bu mutluluk bana yeter. Ama lütfen çıksın.......

Özlem Özdemir
oozdemir@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Kahvecigillerden : Deniz Umut Dereli


Düşlerimden Çıkıp Sana Sığınmak İstiyorum

Öyle bir sabah olduki bugün , gözlerim kan kırmızı, ateşim ellerime inmiş, bir bunalım sorma. Yanlızlığıma koştum yalın ayak deliler gibi. Nereye gittiğimi bilmiyorum ey gözleri karam , ey bende derin izleri olan. Susuzluğuma koşuyorum belki , dövülmüş , hor görülmüş gözleri boyalı bir yosma misali koşuyorum sadece. Ne yer var gözümde , ne gök , ne de insanlar. O gülmenle siman , acı acı bakıyor ve gülüyor bana.
Koştukça hem uzağım sana hemde yakın. Tutsak ilde mülteci ümitlerim , ayaklarınla çiğnediğin bahçemin çitlerinden uzağım artık. Yoksun bir çocuk , naçar avuçlarıyla sana kucak açmışcasına, gözleri dolu bir İstanbul sabahı , yada hüznü havasına vurmuş demli bir Beyoğlu akşamı gibi hasret doluyum şimdi.

Çelişkilerimle , hayatımla sıfır noktasındayım. Gidiyorum ,koşuyorum,çarpıyorum ,düşüyorum , inan sensiz bu çaresizlikle çok üşüyorum. Terkediliş dizeleri dizdi beni mermilere sen bilmeden ve aklımı vurdular üst üste kalleşce. Çok yıllar geçti sandım herşey bittiğinde. Esen rüzgarın çizdiği yüzümüz solgundu,kullanılmıştı artık. Koşuyorum o sensiz yerlerden , sensizliği ve huzur sandığım sessizliğe.

Düşlerimle , hayat iç içe artık.Bunalım saatlerindeyim nöbet nöbet. Korkuyorum kendimden. Ve deli bir aşkla sarılıyorum sensiz düşlerime.
O ilkel acısın sen , kanıma kın gibi karışmış ve dizelerle bana ağlar örmüş, ömrümün kanseri desem hangi türüsün bilemiyorum.Desemde sana kıyamıyorum.

Ben bir hayat akşamıyım sensiz , İstanbul gibi neşe , ümit ve gizliden gizliye hüzün sahiliyim. Rüzgara yelken vermiş gemi kamaraları kadar bilinmez , otel odalarında buluşan sevgililer gibi perişan.

Bir uçuruma koşuyorum hiç yorulmadan. En tepeye , en yükseğe. Zirve sensin sanıyorum ama değilsin bunuda içten içe bilip kendimi kandırıyorum.Sonunda zirvesindeyim bu hayat yokuşunun. Sen yoksun! . Ellerimi açıyorum sana , hayalin bir adım ötede , beyaz bir duaksın bir melek , gel diyorsun bana hiç konuşmadan. Sana uzanmak demek , o yokuşa bırakmak kendini. Ellerimi açmışım iki yana , mermi yerde düşer gibi, insan dev gövdesiyle. Aşksa bu ölümüne, sevmekse senin gittiğin her yere.Biliyorum delice ama.Yokluğun daha kötü.

Güncem deli deli , her saniyem gibi sen dolu aslında. Hayat ya bu gözü karam , sıkıldıkça düşler görür oldum.Gözlerim hep o beni hapsettiğin zindan kirişte.

Biliyormusun ne istiyorum?

Gittiğin yerde sana sarılmak,
Unutmak bu hayatı ,
Birtek seni anımsamak.
Düşlerimden çıkıp sana sarılmak.

Deniz Umut Dereli
denizumut@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Arthur'un Atelyesi : Ahmet Öztürk


Loş Bir Odada Pastel Renkli Kabarık Bir Koltukta Bir İhtiyar

Günün sonunda daracık bir odada dinlenen bir ihtiyar hayal edelim. Yıllar, yıllar ne kadar da keyifle canlanır gözünde. Kederli anları bile hatırlarken kendi sürdüğü ömrü yad etmek keyiflidir işte. Dekor eksik mi kaldı acaba? O da hazır. Yıldızlar her gece asılı duracaklar bulutlar perdeleri indirmediği sürece. Varsayalım ki perdeler indi. Yağmurlarla beraber inen bir perde de can alıcı bir dekor parçası değil mi? Nedendir bilinmez belki de ama eski ve hatıralar kokan bir apartman odası. Ama ille de loş olmalı. Kabarık ve pastel renkte bir koltuk ortamı kotarır.

Yılların yorduğu renklerle bir girdap düzensiz dönmeye başlasın. Kemikleri sızlarken bulanık bir şekillenme bir genç kızla onu, cıvıl cıvıl bir caddede yıllar sonra bile şimdiki gibi gülümsetebilecek bir yürüyüşün ortasına bıraksın. Ne kadar da utangaç. Ve o her gördüğünde gözlerinde defalarca yolunu kaybettiği kız ne kadar da bilmezden geliyor olsun, onun açılamadıkça onu öldürecek gibi olan aşkını. Dalgalar ve puslanmalar onu hatırladıkça dağılıyor sanki. Yüreği ne kadar da titrekti şimdi attığını bile zor hissettiği bu yürek o muydu?

Ne güzel gülüyordu onu kahretmek istercesine. Boğaza tam tepeden bakan bir yer bulmuşlardı. Yeşilçam bile geç kalmıştı burayı keşfetmek için. Aşkını ilk orada açmıştı. Ellerinin, ayaklarının onu terkedip gittiğini hissetmişti. Sayfalarca şiirler yazdığı o güzel yüzü ne kadar da mahcuptu o ilk aşkı sarmaladığı kadının.

Aylar geçmiş ama o tepede zaman geçmemişti. Birden ürperdi. Oda soğumuştu iyice ve yağmur başlamıştı. Perdeleri yılların savrukluğu gibi bir sağa bir sola atan hafif ve soğuk bir rüzgar açık pencereden saldırıyordu. Kalktı, camdan dışarıya bakarak pencereyi kapattı. Yağmur iyiden iyiye hızlanıyordu.

Yorgun renklerin girdabı birden dönmeye başladı tekrar. O sğuk ve yağmurlu gece canlanmaya başladı. Tek bir zerreyi atom bombası gibi infilak ettirebilecek aşkla bağlandığı kadını evinin sokağına bırakırkenki konuşmaları hatırına teker teker geliyordu. Ailecek Aydın'a gideceklermiş. Kalması için yalvaracaktı ama nasıl? "Olsun" dedi sevdiği kadın. Olsundu... mektup yazacakmış hep ona. Ve okulu bitince onu istemeye gelmesini öğütlüyordu. Yağmur hırsla dövüyordu baştan ayağa. Gözlerini çok zor açıyordu. Ama asıl anlayamadığı yanaklarındaki ıslaklık yağmur mu gözyaşları mıydı? Korkular dalga dalga ilk defa bu kadar üstüne geliyordu. Akşamları gizli gizli yazdığı şiirlerinden artık mektuplar için vakit çalıyordu. Her gün, daha sonraları haftada iki-üç ve sonra haftada, ayda bire kadar azaldı. Peki bu kör aşk neydi de azalmıyordu? Altı üstü bir sene kalmıştı okulu bitirmeye. Sonra en azından bir muharrir olarak bir gazetede işe başlayabilirdi mesela. Ve gidip Aydın'daki kalbinin en büyük hazinesini alabilirdi. Oda yağmur sesiyle inliyordu. Gözleri o geceki gibi dolmuştu yıllar sonra.

Tekrar kalktı o pastel renkli kabarık koltuğundan. Tahta bir kutuyla odaya geri döndü. Elleri titreyerek bir mektubu seçti kutudaki onca mektubun arasından. "Evleniyorum" yazıyordu. Şimdi bile o günkü inanamamazlığını hissedebiliyordu. Olamazdı, olmamalıydı. Bir çıkış yolu olmalıydı. Çünkü aşk, her şeyi kapsayacak cesarete sahipti. Bir çıkış yolu olmamıştı. Evlenmişti. Okulu üç yıl sonra bitirebilmişti. "Bir kere yenildiniz mi ayağa kalkmak aşkın takdirindedir" yazmıştı bir yazısında.

Titreyen elleri tahta kutuya bir daha uzandı ve sapsarı bşr gazete küprünü çıkardı. Bir ailenin trafik kazasında can verdiğini anlatıyordu. Biri bir-buçuk diğeri üç yaşında iki çocuk, babaları ve anneleri ölmüştü. Çalıştığı gazetenin küpürüydü ve ilk orada öğrenmişti ilk aşkının öldüğünü. Sararmış gazete küpürüne inci tanesi bir damla düştü ilk okuduğu günkü gibi. Gözleri acıdı birden ve ağırlaştı. Elleri ve ayakları uyuşmaya başladı. Uyumalıydı artık. Gözleri kapandı ve yağmur sesini kesmeden pastel renkli koltuğunda uyudu.

Sabah zil ısrarla çalıyordu. Genç kadın çantasından savaş vererek zar zor anahtarını çıkardı, kapıyı açtı. Loş odaya gitti. Dayısını uyuya kaldığı yerden kaldırmak istedi her sabahki gibi. Fakat bu sefer kaldıramadı ebedi uykusundan. Perde indi ve son dekorumuz: ıslak sokak, tahta bir kutu, loş oda, pastel renkli kabarık bir koltukta elinde bir damla ıslaklığıyla duran sararmış gazete küpürü.

Ahmet Öztürk

Yukarı

 Misafir Kahveci : Ceren Vardar


MERAK ETME

Hiç bitmeyecek gibi başlamıştık seninle...
Biz vardık ,yaşıyorduk, aşk ,sevgi o duygular her neyse.Soyutlamıştım seni dünyadan .
Sen bendin, ben de sen. Şimdi hiç birşeyden emin değilim sevgili. Kendimden bile. Ne sen bensin ne de ben senim artık. Mesafeler ,yol değil düzen öldürdü sevgimizi.
Yaşamın kendi rutini bitirdi ilişkimizi ama biliyorum ki ben böyle yaşıyorken aşkı içimde senin de içinde kendikendine yaşadığın birşeyler var.
Bilmeseydim çekilmezdi bu hayat, bilmeseydim yaşayamazdım senin bir başkasıyla olduğunu bilmeme rağmen ,bilmeseydim geriye dönüp bakmak zorunda kalırdım . Seninle olmayacağını kavradım artık yanımda olamazsın.Herzaman gerçekçi, dürüst cevaplar verdiğini de unutmadım. Statüm dedin, hayatım dedin, çocuklarım dedin eyvallah.

Ben de ikinci olmayı haketmedim zaten hiçbir zaman. Gerçekçi cevaplarının anlamını yeni yeni kavrıyorum ben oysaki ..

Gittin , geride ne kaldığını düşünmüyorsun artık. Ben her saniye deli gibi çalışıyorsam bu kendimle yaşadığım çelişkiden değil. Seni unutmak için çalışıyorum, ancak çalıştığımda gelmiyorsun aklıma ve sana layık olmak için kazanıyorum belki de senin statüne yetişmek için.. Garip ama para para olduğu için değil, sana ulaşabilmek için bir araç olduğundan anlamlı geliyor sadece.

Yine bir ondört şubat yine anılarının anlamlı yükleriyle dolu geceler yaşayacağım ben, artık sevmediğim biri yanımda ,ama sen aklımda olacaksın. Şunu bil ki sevgili sen şu an evinde çocukların ve eşinle mutlusun benim ise hayata tutunacak işim var sadece...

Unutma sevgili aşk var , aslında aşk var.. Acı verse de bazen, belki de sonunda hayallerden uyandırıp bizi sert düşüşler yaşatsa da yine bu duygunun güzelliğidir bizi silkeleyip kendimize getiren ..

Yaşama herkes aynı şeyler için bağlanmaz, kimisi kıyısından tutunur, kimileri anılarıyla yaşar, ben hangi kümede olacağım sence yaşam liginde..?

Bundan sonra öperim gözlerinden, arkamı döner, çeker giderim sonra , gözümde yaş da olsa sen görme diye .. Unutmadan nasılsın diye sormuştun ya bana... Kısa bir cümleyle cevap vereyim sana :

HERŞEY YOLUNDA MERAK ETME!

Ceren Vardar

Yukarı

 Misafir Kahveci : Serkan Demirci


BİR SEVDA MASALI

Zamanın içinde geçmişin kendisinde biraz kızgın biraz yorgun bir çoban varmış. Yine bir gün koyunlarıyla beraber dağlarda gezerken güneşin bunaltıcı sıcağı ve dağ tepe gezmenin verdiği yorgunlukla bir söğüdün altına oturur ve başlar kavalına çalmaya. Kavalından dökülen nameler ilerde büyük bir sanat eserinin öncülüğünü etmektedir. Kavalını çalarken uykusu iyice bastırmıştır ama uyursa kuzuların başına bir hal geleceğinden korktuğu için uyuyamamaktadır. Uyuyamasa da hayal kurmaya başladığı sırada sıcağın ve yorgunluğa dayanamayıp uyuyakalmıştır.

Daha sonra rüyasında beyazlar içinde bir kız görür ve aşık olur. Günler birbirini kovalar ancak kızla konuşma cesaretini bir türlü gösteremez. Her geçen gün iyiden iyiye bağlanmaktadır. Ama kimse bu derdine ortak olmamaktadır her ne kadar kendi derdini kendi çözen biride olsa ilk defa omzunu dayayacak bir dost aramaktadır. Maalesef yine yalnızdır. Ona her gün mektuplar, şiirler, şarkılar yazar rüyasında ama çoğunu beğenmeyip yırtar atar. Bu süreç böyle devam edip gider ama artık dayanacak takati kalmamıştır. Bir gün yanına gider ama birde ne görsün parmağında bir alyans. Beyninden vurulmuşa döner ve bu işin aslını öğrenmek için kadıya gider. Kadının kapısını çalar ve içeri girer:

"Selamın aleyküm"der çoban
"Aleyküm selam"der Kadı
"Sizin engin bilgilerinize dayanarak bir şey sormak istiyorum"
"Tabi evladım"
"Ben deliler gibi bir kız vurgunum"
"Ne kadar güzel bir şey bu, sorun nedir?"
"Sorun, onun parmağında bir yüzük gördüm ve buna gerçekten çok üzüldüm"
"Nasıl bir yüzüktü?"
"Gümüş, fazla işlemesi olmayan sade bir yüzüktü"
"Peki hangi elinin parmağında takalıydı"
"Sağ elinin yüzük parmağında efendim"
"Sana bir şey söyleyeyim oğul!

Yüzük vardır kelepçe gibidir bu yüzüğü takan insanlar birbirinden hiçbir zaman kopmaz, yüzük vardır sadece formalite icabı takılır sorun onu takmak değil taşımaktır. Onun için sana bir nasihat "Gördüğün her şeyi gerçek sanma ama gerçek değil deyip de aldırmazlık yapma"der kadı ve çoban yanından teşekkürlerini sunarak ayrılır.

Çoban, kadının yanından ayrıldıktan sonra aşığını tanıyan birilerini bulmak için yola koyulur, kasabaya gelir. Sorar soruşturur ve onu tanıyan birine rastlar ancak o hiçbir şey bilmemektedir sevdalısı hakkında. İyice çıkmaza giren çoban artık kaybedecek hiçbir şeyinin olmadığını düşünerek sevdalısıyla konuşmaya karar verir. Ancak konuşmak için bir türlü ortam bulamamaktadır. Düşünür taşınır ve bir name yazar yazdığı nameyi kapısının önüne bırakır ve kaçar. Ondan sonra beklemeye koyulur. Aradan kısa bir zaman geçtikten sonra bir name gelir, hemen mahfazayı yırtarak açar, içinde yazılı olanları okuduktan sonra sevinçten çılgına döner. Tam o sırada çok şiddetli bir fırtınayı hisseder ve gözlerini açtığında her şeyin bir rüya olduğunu anladıktan sonra büyük bir üzüntü yaşar ve bu üzüntü bununla sınırla kalmamaktadır kafasını kaldırıp etrafına baktığında ona emanet edilen yüzlerce koyunun kurtlar tarafından talan edildiğini görür. Ama rüyasında gördüğü kızın her şeyi kaybedecek kadar değerli olduğu gelir aklına ve kafasını yerden kaldırdığında o nur yüzlü sevgili tam karşısındadır, hiçbir şey söylemez alır kavalı eline rüyadan önce çaldığı nameyi çalar ve üzerine şu sözleri yazar:

Eski bir gelinliğe
Bir bakır bileziğe
Annemden kalan bu yüzüğe

RAZIYSAN GEL BENİMLE

Bir tanrım var bir gitarım
Şu dünyada yapyalnızım
Yarınımdan umutsuzum

RAZIYSAN GEL BENİMLE

Bazen aç bazen susuzluk

RAZIYSAN GEL BENİMLE

Bir lokma ekmeğe
Bir yudum su içmeye
Yine de şükretmeye

RAZIYSAN GEL BENİMLE

Bir tanrım var bir gitarım
Şu dünyada yapyalnızım
Yarınımdan umutsuzum

RAZIYSAN GEL BENİMLE

Bazen aç bazen susuzluk

RAZIYSAN GEL BENİMLE

Gelir misin benimle?

...Seni Çok Seviyorum...


Serkan Demirci

Yukarı

 Poplu-yorum : Hakan Güler


Neredesin FİRUZE

Neredesin FiruzeFilm; adeta bir görsel bir şölen...
Özellikle son dönem Türk sinemasının yüz aklarından biri.
Aroması bol bir kahve tadında,
Hani nasıl derler;
En uygun tabirle;
Can YÜCEL'in meşhur şiiri gibi;
"RENGAHENK"

............

Filmin müzikleri de aynı güzellik ve keyifte...
Hiç bitmesin arzusu uyandırıyor insanda.
Şarkılar müthiş!
Yorumcular süper!
Düzenlemeler mükemmel!
Albümde kimler yok ki ?
Sıralama yapmak bile zor.
Özellikle Özlem TEKİN; "Kara Sevda"
CİGULİ; Sabır ve Müslüm GÜRSES "Sensiz Olmaz"ı tek kelimeyle mükemmel yorumlamışlar.
Ama albümde öyle bir şarkı var ki,
Tabir_i caizse "damardan bir şarkı"
"Beni Affet"...
Özcan DENİZ ve Ragıp SAVAŞ
düeti,
Mükemmel bir şarkı... Dinleyin...
Aslında albümde hiçbir şarkıyı ayıramıyor insan.
BULUTSUZLUK ÖZLEMİ'nden; "Törki Törki" ve Erol BÜYÜKBURÇ' tan "İnleyen Nağmeler" benim için bitter çikolata tadında ... yani; harikulade !

......................

Neredesin FİRUZE;
Dedim ya aslında müthiş bir emek...
Müthiş bir proje.
Özellikle tüm bu şarkıların düzenlemelerindeki başarısı için Sunay ÖZGÜR ve Ender AKAY'ı tebrik ediyorum.
Müthiş bir iş kotarmışlar.
Ellerine sağlık.

.......................

Durun albüm daha bitmiyor....
Işın KARACA "Aynı Cemin Bülbülüyüm", Burcu GÜNEŞ "Gaip Yol"u çok güzel yorumlamış.
Albüm kendi içinde daha bir çok sürprizi barındırıyor.
Orhan GENCEBAY'ın "Ya Evde Yoksan" bestesini, siz bir de, bu albümde; Haluk BİLGİNER, Özcan DENİZ, Cem ÖZER, Ruhi SARI ve Ragıp SAVAŞ'tan, dinleyin bakalım.
Tüm bunlar sizi hala kesmedi mi (?)
O halde bir İbrahim TATLISES klasiği; Burhan BAYAR bestesi "Yalnızım Dostlarım"ı Ragıp SAVAŞ ve JANSET yorumuyla dinleyin bakalım.
Nasıl ama (?)
Haaa bu arada çok ama çok önemli bir ismi finale sakladım;
Ata DEMİRER tam dört şarkıyla bu albümde...
Özellikle; "YENİ TÜRKÜ"nün "Maskeli Balo"sunu ve MİRKELAM'ın "Tavla"sını bir de O'nun yorumundan dinleyin.
Tek kelimeyle harika !
Evet...
Neredesin FİRUZE;
Filmiyle olduğu kadar, Müzik albümüyle de mükemmel bir sunu.
Özel bir çalışma;
İnanılmaz bir proje.
Naim DİLMENER ve KALAN MÜZİK yine arşivlik bir çalışmayı bize hediye etmişler.
Bu proje dahilinde emeği geçen herkese bir kez daha teşekkürler...
Bu albümü dinleyin...
Hatta, albümü mutlaka alın ve arşivinize katın...
Benden söylemesi...
Ve son söz;
Her zaman ki gibi;
Kulağınızdan ve dilinizden müzik eksik olmasın.

Hakan Güler
hakanguler@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Kahvecigillerden : Lütfiye Öztaş


GEZİ

Ahhh bu gezi de çok güzel geçti... Konforlu midibüsümüzle Mersin'e çok rahat ulaştık. Kısa bir dinlenmeden sonra Silifke'ye doğru hareket ettik. Mezitli, Davultepe, Çeşmeli, Arpaçbahşiş, Erdemli yolunda giderken portakal - limon bahçelerini, dalında turunçları, malta eriği ağaçlarını görünce artık tam Akdeniz'in kalbindeydik.

ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü mensuplarına da gönülden selamlarımızı ilettik. Silifke kalesine çıkmadan doğru Uzuncaburç harabelerine ulaşmak üzere çam ağaçlarıyla kaplı dağ yoluna vurduk ki bitmek bilmeyen bir yoldu adeta ama her kilometresinde güzelliği değişiveren bir yol... Diocaesarea harabeleri, tarihi tapınaklar, surlar, şehir kalıntılar gezildi. Dokunarak taşların içinden önceki yaşayan insanlara ulaştık adeta, dilek kuyusuna para attık... Çok gizemli, etkileyiciydi bu tarihi mekanlar ama Neslihan, Gökhan ve Funda'nın heyecanları daha da farklıydı..

Cennet Cehennem Mağaralarını gezdikten sonra Narlıkuyu koyunda yemek yerken de ben "allahım ben neredeyim, bu ne doğa harikası bir yer" diyordum.

Mersin'e dönerken İçel Erdemli Kız Kalesini gözledik, yanına gidip, tarihi yapısına dokunmayı bir daha ki sefere bırakarak.. Ama o bize pek sık gelemese de bizim ona bu gezi vesilesiyle ulaşabildiğimiz Ressam Ahmet Yeşil'in Yaşam-Sanat Evi'ne gittik.... Aynı anda üç tuval üzerinde çalışarak Ressam Ahmet Yeşil tekerlekli iskemlesinde öylesine yaratıcı, verimli, dolu bir hayat yaşıyor ki Mersin şehrinde hayran olduk. Keşke biraz daha kalıp çocuk resimleri organizasyonunu görebilseydik.

Mersin'in kazandığı bir büyük sanatçı da Murat Göksu. Yılların opera sanatçısı artık eserler sahneliyor ve bunlardan biri de Tosca Operası. Mersin Kültür Merkezinde, Mersin Operası'nın Tosca temsilini çok büyük zevkle izledik, kapıda karşılanıp, onur konukları olarak yer almamız bizleri çok mutlu etti. Burçin, Funda ve Zeynep , İçel Sanat Kulübünde tüm sanatçılarla temsil sonrası da tanışma fırsatı bulabildi...

Gezimizin ikinci günü sabahı fotoğraflarla bezenmiş Mersin Atatürk Evi'ni gezdik, Gazi Mustafa Kemal Atatürk de meğerse tarihi ören yerlerinde sütunlara dokunur, taşları avucunda hissedermiş, Mersin halkı ona da mandalina ikram etmiş, ve O büyük deha daha o zamanlarda "Mersin ticaret şehri olarak gelişmelidir" fikrini ifade etmiş... Tarsus'a doğru yola çıktığımızda şehrin çağlar boyunca pek çok dinler merkezi olduğunu anladık. Tarsus bir dünya dinleri, kültürleri şehriydi.. Bilal-i Habeş, St.Paul Kilisesi, Eshab-ı Keyf (yedi uyurlar) hep Tarsus'un tarihi hazineleriydi.. Şelale ise doğanın sunduğu, görülmesi gereken muazzam bir güzellikti. Tarsus Şelalesi gezinti yollarının üzerinde büyüyüvermiş bir yasemin ağacının kokusunu duymalıydınız....

Adana Arkeoloji Müzesi ve Adana Mısır Çarşısı bize bambaşka izlenimle daha yarattı.. Torosların kalbinden kaynayıp gelen Şeker Pınarı suyunun da tadı damağımızda kaldı...

Daha nice güzel gezilere, güzel yurdumuz Türkiye'de...

Lütfiye Öztaş

Yukarı

 Kahvecigillerden : Kemal Türkmen


Sahip olduklarımız ve yitirdiklerimiz

Çocukluğumun en güzel anılarına sevgili babamla yaptığımız köy gezilerinde sahip oldum diyebilirim . Gün bitimlerinde eve dönüşümüzün alacakaranlığında, yol boyu başımı cama yaslar, mavi sislere bürünen dağlara bakar hayal kurardım.
Güneşin kızıla boyadığı göğün mavisi anlatılamaz bir güzellikle laciverde dönerken, koca bir gün karanlıklara doğru akar giderdi.

Sanki o an herkes , her şey, birlikte ve sessizlik içerisinde inen karanlık geceyi dinliyor gibi gelirdi bana.
Uzak belirsiz köyler, birbiri ardına yanan ışıklar ve artık hiç duyamadığım çakal sesleri .
Kaygı ve hüznü ilk kez o yaşımda duyumsadım.
Bir gün giderek çöken karanlığın sarmaladığı koca bir dağın koynunda bir ışık dikkatimi çekti.
Titrek, zayıf, tek bir ışık.
O koca dağın ürperten karanlığının bilinemezliği ile çevrili kopkoyu bir yalnızlık sanki.

Kaygılarım o an, babamın beni saran kolunun sıcaklığında eriyip yok oluverdi.
Ama,
Hala karanlık bir dağın ortasında yalnız bir ışık gördüğümde babamı ve onun beni saran kollarının sıcaklığını anımsarım.
Öylesi bir güven duygusunu bugüne değin bir daha yakalayamadım.

Sahip olduklarımız
          ve yitirdiklerimiz,

Yaşamın anlamına birde bu gözle bakın.

Sevgilerimle

Kemal Türkmen

Yukarı

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,578,578,578,578,578,578,578,578,57
              445 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 Dost Meclisi


Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir.
Kahve Molası bugün 4.205 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 Tadımlık Şiirler


...

Ankara'da bir kadın
Evinin balkonunda,
Yıldızlarının altında iken
Bir iç ses ile rüyasından uyandı

"Maraş'ın Yahşi Dilberi Sevdiğini Çaldı!"

Üzüm irisi gözlerini mi?
Yoksa
Yanık teninin kokusunu mu saldı?
Nasıl çaldı?

Kadın kafasını kaldırdı
lanet...
Bir yıldız kaydı
Büklüm Sokağa Temmuz'da kar yağdı
Düşündü
Gerçekleşen kimin niyetiydi?
Kayan kimin aşkı?
Yoksa kısmetine mi gitmişti 'Giden'

Bahçesindeki ceviz ağacı
Sabaha kadar susmadı, ağladı...

Siren Kerman

Yukarı

 Biraz Gülümseyin




Büyüyünce ne olacak kimbilir!...

Yukarı

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.cnn.com/2004/SPORT/01/16/olympic.bids/
İstanbul hala Olimpiyat oyunları için aday olmaya devam ediyor. Sıradaki Olimpiyat faaliyeti 2012 yılında gerçekleşecek. Dilerim 2012 İstanbul için Olimpiyat yılı olur. Desteklemek için oylamaya katılabilirsiniz.

http://www.polibo.com/ada_1024.htm
Polisan tarafından çocuklara yönelik hazırlanan zevkli ve eğlenceli bir web sayfası. Çocuğunuzun üye olmasını sağlayarak aktivitelerden faydalandırabilirsiniz.

http://www.pokedede.com/
Çocuklar için hazırlanan bir diğer web sayfası daha. Pokedede çocuklar ve ebeveynleri için eğitim şart diyen bir site. "...Web sitemizin amacı, ailelere pokemon hakkında bilgi vererek; onları çocuklar ile bu konuda konuşabilmelerini sağlayarak yakınlaşmalarına yardımcı olmak..." diyerek fikirlerini bizlerle paylaşıyorlar.

http://www.azeri.org
Azerbeycan ve Azeriler hakkında merak ettiğiniz birçok konu için başvuru kaynağınız ...The population of the Republic of Azerbaijan (Northern Azerbaijan) is estimated at 7.5 million. In addition, there are approximately 25-30 million Azerbaijanis living in Iran (Southern Azerbaijan). In 1920, when the Soviets came into power, Northern and Southern Azerbaijan became isolated from each other...

akin@kahveciyiz.biz

Yukarı

http://kmarsiv.com/sayilar/20040317.asp
ISSN: 1303-8923
17 Mart 2004 - ©2002/04-kmarsiv.com
istanbullife.com
Kahve Molası MS Internet Explorer 4.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri