|
|
|
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 464 |
18 Mart 2004 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Şapka düşüyor, kel görünüyor!.. |
Merhabalar,
Bu katılacağım kaçıncı seçim olacak, saymadım sayamadım. Ama bu kadar ruhsuzuna az rastladım diyebilirim. Aynı kanıda değil misiniz yoksa? Tıpkı tuzu kuru, unu eleyip eleği asmış, alabildiğince demokratik, huzurlu, mutlu, sorunsuz, sağlıklı, kaygısız bir memlekette yaşıyor gibiyiz. Daha önce bu sütunlarda sözünü ettiğimiz damardan azar azar uyuşturucu zerketme ameliyesi tüm hızıyla sürerken, vatandaşı, medyası garip bir aymazlık içinde. Kadrolaşmanın bombaları birer ikişer patlarken, seçim arefesinde tabanına sırıtmaya çalışan devlet büyüklerinin gerçek yüzlerini göstermesi de cabası. Hani beylik laftır etmek istemem ama edeceğim, sanki memleketin başka derdi kalmadı selülit kremi reklamları halka şikayet ediliyor. Memlekette ticaret adına hayat durmuşken, siftahsız kepenk açılıp kapanırken, canım bankaların 86 ay taksitli o güzelim kartları olmasa inler cinler top oynayacakken, sayın ticaret bakanımız ahlak dersi vermeye hevesleniyor, heyhat. Görsel olarak hiçbir sakilliği olmayan, ben ve benim gibilerin ahlaki normlarına da hiçbir helal getirmeyen bir resim yüzünden ahlak tellalı iş başında. 2 versiyonlu hazırlanan reklamın donlusunu İran, Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri kullanırken, diğer tüm ülkelerde donsuzu kullanılıyor. Ama benim AB'ye girmek için gerisini yırtan sayın bakanım kendine arabın yalellisini uygun görüyor. Neden? Çünkü seçim var. Neden? Çünkü takunya giyenler cemiyeti artık kızmaya başladı, onlara hoş görünmenin tam sırası. Hele bir seçim bitsin, ondan sonrası Allah Kerim. Pornografik buyurmuş haşmet. Dervişin fikri neyse zikri odur arkadaş. O resme pornografik diyen, kapalısına da rahatça erotik der ve hatta hormonları çalışmaya başlar. İşte kapak olacak zihniyet, bağnazlık bu. Ben bu tür bir kafanın benim tepemde zebellah kesilmesini istemiyorum yahu.
Ürdün Kralı için başbakan bir yemek veriyor, resimde kim arap, kim kral, kim cumhuriyetin başbakanı anlamaya imkan yok. Bir yanda kapalı bir Cumhuriyet çocuğu first leydi, diğer yanda Avrupa'i bir arap kraliçesi. Hangisi hangisi buyrun siz karar verin.
Baştan kokan balığı örnek alan diğer büyüklerimiz de Kasımpaşa ağzıyla tehditler savurmaya devam ediyorlar. Unseren bakanımız "Hele bizi seçmeyin, görürsünüz anyayla konyayı" demek cesaretini bile gösteriyor. Seneler önce eli kolu bağlı belediye başkanlarını afişe eden rahmetli Özal'ın başına gelenleri hepimiz hatırlıyoruz. Şimdi sayın başbakanım kalkıyor "Vereceğiniz oylar bir buçuk yıllık iktidara da referandum olacak." diyor. Vallahi de diyor billahi de. Yahu bunlar hem kel hem fodul. Referandummuş. Yerel yöneticileri seçmek için sandığa gidene bile böyle gözdağı verme cesareti olsa olsa cahilliğin gereğidir. İnşallah değildir be dostlar, inşallah değildir. Eğer öyleyse kimler bizim geleceğimizi biçimlendirmeye çalışıyor sorarım, eyvah ki ne eyvah. Bu referandum işini madem başlattılar bizler de sürdürelim o halde. Önce mutlaka sandığa gidip oy verelim. Son seçimde verilmeyen 10 milyon oyun ceremesidir çektiklerimiz. Eli yüzü açık, beyni ışıl ışıl, ufku geniş, hayal kurabilen, kurduğu hayali hayata geçirme yeteneği olan, geleceğinizi biçimlendirmesine onay verebileceğiniz, laik, demokratik, karanlığı sözde değil özde yırtmış yöneticiler için oy verin. Verin ki bu referandum söylemleri dönüp dolaşıp tepelerine sepet olup geçsin.
Memlekette güzel şeyler de oluyor. Günlerdir töre cinayetlerini, mahkeme hikayelerini, namus uğruna kararı uygulayıp sonra namussuzca inkar eden aileleri gördük, dinledik. Ama Urfa'dan gelen bir güzel haber yüreklere su serpti. Şanlıurfa 1.Ağır Ceza Mahkemesi 14 yaşındaki çocuğu aile kararıyla katledenlere "töre indirimi" uygulamamış. Ağır tahrik diye bir kulp bulup birkaç yılla yırtmayı hesap eden aile fertlerinin tümü bu kez en ağırından ceza almışlar. İşte budur. Helal olsun o mahkemeye de o yargıca da. İnşallah diğer mahkemelere de bir örnek teşkil eder de durur bu hayasızca akın...
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
|
Pratisyen Kahveci : Seda Demirel UÇAK |
|
Tüylerinin diken diken olduğunu hissetti. Tek tek köklerdeki o çekilmeyi.
Bu neydi?
Bir ilkti.
Bunu hem kafası hem kalbi, aynada gördüğü o gülümseyen kafatası dahi aniden biliverdi.
Kalbinin sesi çok güzeldi, şarkılar mırıldandı eve uçarken.
Kafasını bu telaş içinde parktaki bankın üzerinde unutuvermişti.
Yolunu kaybedince anımsadı, boş kafatasını salladı, geri koşup banktan kafasını aldı.
Orada unutulmuş bir kalbe ayağı dolandı. Üstünden zıpladı.
Yatınca kafasına takıldı görüntüsü. Kendi aptal görüntüsünü seyir etti. Kafatasını utançla yorganın altına itti. Kızdı kafası ama kalbi elini uzatıp gözlerini uykuya gömdü.
Yarın ne güzel bir gündü.
Uykudan açılan gözleri ne gördüyse gördü. Sarı noktaya düşen ışık başka bir şey fısıldadı. Kafası ne gördüğünü şaşırdı, kalbiyse o görüntüyü kucakladı, kafatası bomboş ağladı.
Annesinin seslendiğini kafatasına yapışık kulakları duydu, hatta kafası onu da dürtüp duydurdu, ama kalbi başka şeyler dinliyordu, duyduğunu dahi duymadı.
Giyindiğinin farkına vardığında çok geçti, artık aklı berideydi, kafası onu okula taşıyamadı, bu iş omurgasının omuzlarına yıkıldı, kalbi ayaklarını yerden kesti, okula uçuverdi.
Erken gelmişti.
Bekledi.
Amfinin kapısında bir kalabalık vardı.
Bekledi.
Herkes kafatasını selamladı.
Bekledi.
Kalbi ağzındaydı.
Bekledi.
Etrafına bakındı.
Bekledi.
Kolunda zincirli zamana takıldı kafası.
Yoktu.
Yoktu.
Yoktu.
Kalbini çiğneyip yuttu.
Kafası her yeri karalanmış defterini açtı. Kafatası etrafa bakındı. İşte o anda kalbi tam arkasına baktı. Arkasından geldi öpücük, hazırlıksız yakalandı, hamleyi savuşturamadı. Kafatasına çarpıp uzaklaştı.
Ders dinledi kafası, kalbi çiçekler çizdi, kafası sinir oldu üstlerini karaladı.
Oysa öpücük canını aldı, ona sadece yaşamak kaldı.
Kafasına minik bir uçak değdi. Kalbi dönüp tekrar arkasına göz gezdirdi. Kafası, hoyratça, uçağı sırasına park etti. Kalbi arkasında olan bitene sıcacık gülümsedi, heyecan ile devamını bekledi.
İkinci uçak indi piste. Kafası bakmamakta ısrar etti. Kafatası arkasına dönemedi.
Kalbi isyana geldi, sustu. Bu sefer elleriyle uçakları gördü, kafası inatçıydı, kafatası beşinciyi dördüncünün yanına koydu.
Derken ders bitti..
Öpücük yine buldu onu, kapıdan kafası çıkarken, kalbine seslendi. Kalbi geri dönmek için titredi. Kafası dümdüz ilerledi. Öpücük yine kafatasına isabet etti. Gören elleri uçakları piste terk etti. Her şey sanki silindi.
Aradan tam 2 ay geçti.
Kızgınlık bitmişti.
Kafası kalbine nişan alıp kafatasına isabet eden öpücükleri unutmuştu.
Kalbinin sessizliği tam kafasına göreydi.
Kafası onu, nihayet, idare edecek yüreklilikteydi?
Kafatası bile yerli yerindeydi.
Yani her şey göreceydi.
Arabasına yürüdü, tavana bırakılmış bir uçak gördü.
Gördü ama kalbi artık kördü.
Kafası bu uçağın anlamını bilemedi , ama merak ettiği belliydi.
Bir tek elleri neşeyle kanatlandı, belki onlar anımsadı.
Altıncı uçağı parmakları okşadı.
Kalbi bu uçağa kayıtsız kaldı.
Kafası merakla uçağın kanatlarını açtı..
Kafası elinde tuttuğu kağıda baktı..
Baktı.
Baktı.
Kafatası sallandı.
Kalbine uçağın kanadı saplandı.
Elleri açılan yaraya uzandı..
“Bu gece de hiç uyumadım.. Kalbimi bankta unutmuşum, üstünden zıplarken sana tutunmuş. Bu altıncı ve son kargo uçağım, ne olur bin gel artık!” yazılıydı.
Seda Demirel
Yukarı
|
PASTORAL EFEMER : Zeki Yıldırım |
AŞK -II-
Geçmiş defterleri bir karıştırdım da geçen gün, lisenin son yıllarında önemli bir pik veren bir duygu yoğunluğuyla karşılaştım. Karşı cinse tamamen sadece romantik hisler duyma ile özetlenecek bir yükselme anıydı sanırım. Anı defterleri; aman tanrım ne keyif "Sevgili Arkadaşım... Bana kalbin gibi tertemiz bu anı defterinin altın sayfalarından bir sayfayı ayırdığın için teşekkürü bir borç biliyorum..." Breh ! breh ! ki hem nasıl breh ! breh !. Bu konuyla ilgili ilginç bir tespitte, hala liseliler arasında bu geleneğin hem de aynı satırlarla sürüyor olmasıydı. Bunu geçen hafta sorduğum öğrencilerimden öğrendim.
Sararmış sayfalara (altın renkli sayfalar derken bunu kast ediyormuşuz demek ki) çizdiğimiz oklu kalp resimleri ile birlikte, sayfalar arasında özenle yaprak ve çiçekler koymak apayrı bir hoşluktu. Aşk için söylediğimiz, yazdığımız tekerlemeler ise; "Aşk turşu suyuna benzer, içmeyenin ağzını sulandırır; içenin midesini bulandırır"; "Aşk; gözlerde başlar dudaklarda zirvelenir, yatakta nihayetlenir, 9 ay 10 gün sonra "ınga ınga" diye seslenir"; " Aşk bir sudur iç iç kudur" şeklinde garip bir yaklaşımı sergilerdi. Kalbimiz gibi tertemiz, sayfalardaki aşk tanımları ise aşkın otantik Anadolu saflığını sergilerdi. Arada bir Holly Wood'dan aşırma "Aşk hiçbir zaman pişmanlık duymamaktır" desek te, aşkımız da sevgimizde, satırlarımızda Kaf dağını tanımlarcasına gerçek boyutuyla hiç ilgisi olmayan şekilde yer almaktaydı.
Geçenlerde çeşitli internet sitelerinde çocukların "aşk nedir ?" sorusuna cevap oluşturan ilginç tanımlamaları dolaştı durdu. Eğer bu yanıtlar, birer kurgu değilse muhtemelen gelişmiş bir ülkenin, özel konumlu öğrencilerinin olmalı. Çünkü 10 yaşındaki yurdum çocuklarının pek çoğu, bu sorunun cevabına, kendine sorduğu zaman bile utanacak kadar uzaktadırlar. Ya bunu sorabilecek ve bu cevapları alabilecek büyükler var mıdır ?
Gelelim "Sence aşk nedir? Sorusuna verilen ilginç cevaplardan bir kaçına ve evlerimizdeki farklı yansımalarına.
• Aşk, sevgilimizle aramıza bi sürü kötü şey gelmeden önce hissettiğimiz şeydir (Uzamsal bir yaklaşım. Günümüzde evlilik aşkı öldürür saplantısıyla eşlerin aşkı öldürmeye çalışırken sergilediklerinin çocuktaki izdüşümleri).
• Benim anneannem sırtından hasta olmuştu ve eğilemediği için ayak tırnaklarına oje süremiyordu, dedemin de parmakları hasta olmasına rağmen anneannemin ayak tırnaklarına hep oje sürüyordu. bence aşk budur (Aşk bu mudur ? Bu çocuk kesinlikle from central Paris. Olummm! Bu düpedüz kılıbıklık, ulan. Perdeler ve camlar açıkken bu çocuğa bu tür sorular sorulmaya !!! Röportajı yapan hanım kızım bu kısmı çıkartıyoruz).
• Sizin adınız, size aşık olan birinin ağzından daha değişik çıkar, o size adınızı söylediği zaman "benim ne güzel adım var" diye düşünürsünüz (Duyumsal bir yaklaşım, keşke hep sürse, Recai duydun mu ? Duydum Dudu...)
• Aşk bir kızın güzel bir koku sürmesi, bir erkeğin de güzel bir koku sürmesi ve ikisinin dışarı çıktıkları zaman birbirlerini koklamalarıdır (vay velet, nelere de dikkat etmiş).
• Aşk birlikte yemeğe gittiğimiz zaman, sevgilimizin kendi kızarmış patateslerini bizim tabağımıza koyması ve bizim tabağımızdan hiç bişey almamasıdır (Bu biraz Anadolu kokuyor. Çocuk devam etmeliydi, hesabı her ne zaman ve ne kadar olursa olsun erkeğin ödemesidir, hatta ........).
• Aşk, biri sizi ne kadar kızmış olsa da sırf o üzülür diye ona kötü bişey söylememektir (no comment valla ! ama harbi olalım dersek, bizde yetişmez o tür annadık mı ?)
• Aşk çok yorgun olduğumuzda bizi gülümseten bişeydir (Bak bu bize uyar...)
• Aşk, annemiz babamıza kahve yaptığı zaman ona götürüp vermeden önce kendisinin bir yudum içmesi ve tadının çok güzel olduğunu kontrol etmesidir (Bu daha çok uyar !!!)
• Aşk her zaman öpüşmektir. Öpüşmekten yorulduğunuz zaman bile hala birlikte olmak ve çok konuşmak istersiniz. Benim annemle babam da böyleler (allaaam allaaam, bu çocuğun sinemaya gitmesini yasaklıyorum hanım. Ayrıca TV de pembe diziler içinde birinci kural geçerlidir.)
• Aşk, sevgilimiz bişey söylüyorsa yılbaşı hediyelerini açmayı bile bırakıp onu dinlemektir (Kim, ne dedi şimdi ?).
• Senden nefret ediyorum" dediğimiz birine ilerde aşık oluruz (Bu bizim zamanımızdan kalma, bizde büyük aşklar büyük nefretlerden doğar filan derdik, sanırım babasından, hatta dedesinden duymuş olmalı).
• Aşk sarılmaktır, aşk öpüşmektir. Aşk "hayır" demektir (Bu çocuk dışarılarda da dolaşmasın hanım !!!)
• Birine kendimiz hakkında kötü bişey söylersek o korkar ve bi daha bizi sevmez.. Ama bize aşıksa bizi sevmeye devam eder hem de eskisinden daha çok! (Bak bu çocuk, beni ve seni iyi analiz etmiş hanım, sevdim bu çocuğu, olum sen beni röportajdan sonra mutlaka gör)
• Aşk, sevgilimize "bu kıyafetine bayılıyorum" dediğimiz için onun o kıyafeti her gün giymesidir (Bizim her zamanki zorunluluğumuz zati...)
• Aşk kocamız çok terliyken ve kötü kokuyorken bile ona "sen Bruce Willis'ten daha yakışıklısın" demektir (Bak hanım duydun mu?)
• Aşk, köpeğinizi bütün gün evde yalnız bıraksanız bile eve döndüğünüzde size koşup bütün suratınızı yalamasıdır (Kim koydu ulan, bu iti buraya ?!!)
• Aşk, Sevgililer Günü kartlarının üzerinde yazan şeyleri sevgilimize söylemek ama başkalarına söylerken yakalanmamaktır (Vay velet beni dikizliyor hep desene).
• Birine aşıksanız, kirpikleriniz hareket ettikçe gözlerinizin içinden yıldızlar çıkar (Bkz. Türkan Şoray films)
• Eğer aşık değilseniz "seni seviyorum" demeyin, ama gerçekten aşıksanız hep "seni seviyorum" diyin, hem aşıksanız hem de "seni seviyorum" demiyorsanız çok ayıp (Post modern bir yaklaşım ama aşkın ve gerçeğin ta kendisi).
Evet aşksız kalmayın, aşk hep yaşanmalıdır, değeri bilinmeli ve yüceltilmelidir. Çünkü aşk bizim yapıtımızdır.
Zeki Yıldırım
zekiyildirim@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Kahvecigillerden : Gülcan Talay |
Kime niyet, kime kısmet!!
Ömer askerden henüz dönmüştü. Babası artık onu evlendirmeye karar vermişti. Aynı köyden, komşusu Ali ustanın kızını istedi oğluna... Ali usta; "Elbette sana vermeyeceğimde kime vereceğim... Ama az çok bilirsin, bizim kız biraz delişmendir. Hem yaşı da küçük daha, sana gelinlik edemez. Kusura kalma!!..." diyerek eli boş yollamıştı Hüseyin muhtarı. Daha sonra karşı köyden, Ayşe adında bir kızı istedi Ömer'e. Anne ve babasının oluru alındı ve hemen nişanlandılar... İki sene nişanlı kaldılar.
Sonunda düğün günü gelmiş, çatmıştı. Ne var ki, kızın ağabeyleri kardeşi nişanlanırken Almanya' da oldukları için, bu durumdan haber alamamışlardı. Daha sonra öğrendiklerinde, bu evliliğe pek gönüllü olmamışlar. Buna rağmen düğün hazırlıkları başladı. Kız tarafına, çeyiz sandıkları, halılar, yataklar, yorganlar gitti hediye olarak. Erkek evinde ise masalar kurulmuş, iki tane büyük baş hayvan kesilmiş, yemekler hazırlanmış, davul - zurna, köçekler eşliğinde eğlenceler başlanmıştı bir gün öncesinden. Kız istemesinden önce, erkek tarafında gece eğlenceleri yapmak adetti o zamanlar. Bu eğlenceye kız tarafından da misafirler davet edilip, özel masalar ayrılıp, yenilir-içilir, hep beraber eğlenilirdi... Kızın ağabeyleri, annesi-babası ve bazı akrabaları geldiler davet üzerine. Nedense ağabeylerini bir türlü memnun edilemedi... Zaten dedim ya, pek verici değillerdi kızı. Hır gür çıkartıp gittiler... Bizlerinde keyfi kaçtı tabi. Ama köylüler eğlenceye devam etti. Hüseyin muhtar inadına davulları susturmadı... Sabaha kadar çaldılar. Ertesi gün oldu... Kız istenecek tabi. Ömer'in ağabeyleri Hüseyin ile Hasan önden gittiler önce. Kız istemesi için onların vereceği habere göre gidilecekti. "Vermiyoruz kızı" demişler ve düğün hediyesi olarak gönderilen hediyeleri önlerine atmışlardı. Az daha Hüseyin ağabeyi kavgaya giriyormuş, Hasan ağabeyi engellemese... Kızı vermediklerini öğrendiğinde, Hüseyin muhtar çok üzüldü. Köyde belli bir adı vardı. "El ne demez, bu kadar düğün dernek kurulmuşta, Hüseyin muhtarın düğünü geri kalmış dedirtmem ben" dedi.
Bunun üzerine köylüler hep beraber kız aramaya çıktılar. Bazıları "olur ama, bugün olmaz". Bazıları "kızım küçük" filan bahanesiyle olmaz demişti. Köylüler son kez Ali ustanın kapısını çaldılar yeniden. Daha önce hayır dediği halde, köylülerin ısrarıyla "Tamam, ama ekin vakti şimdi, kız evlenirse kim biçecek ekinleri." demiş. Köylüler de hep bir ağızdan " Sen ekini boşver Ali usta...Hep beraber hallederiz. Kızı veriyon mu, vermiyon mu? Onu söyle hele" demişler. Bunun üzerine Ali usta " Tamam" demiş sonunda.
Kızı erkek tarafına düğüne gelmişti... Köylülerden, aklı başında birkaç kadınla haber edilip, baban hasta bahanesiyle, eve götürülüp, apar topar düğüne hazırlandı. Ne olduğunun farkına bile varamamış olan kız, "hayır" bile diyememişti. Zaten o dönemlerde kızların isteyip, istemediğine bakılmaz, babaları "tamam" dedi mi iş olurdu. Ogün hemen evlendirildiler... Eğlenceler, davul-zurna hiç susmadı iki gün. Kızlarını vermeyenlerde şaşırıp kaldılar tabi bu duruma. İşin ilginç yanı, Ömer'in evlilikten geri kalan nişanlısının adı Ayşe idi. Evlendiği eşinin de adı Ayşe... Bu kadar tesadüf olur mu demeyin hemen... Ömer'e vermedikleri kız da, daha sonra Ömer adında biri ile evlenmiş... Sonradan öğrendiğime göre, pek mutlu bir hayat sürmemiş ne yazık ki. Kanserden genç yaşında ölmüş...
Ben bu hikayeyi annemden dinledim ve kendi dilimden anlatmaya çalıştım sizlere. Komik mi, trajik mi belli olmayan bu hikayeyi şaşkınlıkla dinledim... Hikayedeki damat, annemin ortanca abisi, benim öz dayım Ömer. Hani "Gelin ata binmiş, ya kısmet" demiş diye bir söz vardır. Bu hikayeyi duyduktan sonra anladım ki, kim dedi ise doğru demiş : ))
Köçek : Kastamonu ve Sinop illerinin yöresel dansçılarıdır. Süslü, kat kat etekler giymiş erkekler davul-zurna eşliğinde dans ederler...
Gülcan Talay
Yukarı
|
Seyir Defteri : Ömer Karayılan |
RÜYA TABİRİ
Aşkı burada buldum diyebilmek ne zor...
Aşk dişimizle tırnağımızla kazarak, savaşarak elde ettiğimiz bir şeydi. Aşk bulunan bir şey değildi. Zaten hayatta hazır bulduğumuz şeyler zorluklar ve yangınlardı. Sıcak bir külü avuçlamaktı yaşadığımız, sevmek adına...
...
Sen gelirdin, uzun, geçmek bilmez beklemelerin sonrasında. İçimde hep, gelememen korkusu olurdu ama, sen gelirdin. Gün buluttan çıkar, zaman dururdu. Sen gelince her şey bambaşka olurdu. Hatmiler bir başka güzel kokar, çayın tadı daha bir güzelleşirdi, çünkü artık sen vardın.
Gülüşün sihirli bir öpücük gibi canlandırırdı uyuyan her güzel şeyi. Umutları besleyen, büyüten bir iksirdi sıcak sesin, söylediğin bir hüzzam olsa da.
Sen gelirdin uzun, yüzyıllar kadar uzun süren günlerin, ayların sonrasında. Ellerini masanın üzerine yerleştirirdin, vazoya bir gül koyar gibi. Her seferinde biraz daha zayıflamış olurdun, kumral saçların güneşte biraz daha sararmış...Bu ince uzun halin, bu sararmış saçlarınla Temmuz başağına benzerdin. Başak, bereket demekti.
...
Ömrümüzün en avare yıllarıydı. Kaygısız,tasasız... İşsiz güçsüz değildik ama. Senin işin böyle güzel olmaktı, benim işim güzele bakmak...
En ağır iş bizimkiydi.
Ömrümüzün en beyhude yılları olduğunu söyleyenler olurdu,aldırmazdık. Dışımızda koca bir dünya duruyordu, bizimse iki kişilik dünyamız bize yetiyordu. Kâinat bizi buluşturmak için yaratılmış sanırdık, gerisi kîl u kâl.
...
Sen gittin bir gün, bir anda.. dönmemecesine.
Yapacak çok işimiz vardı daha, gitmemeliydin. Daha avuçlarımdan su içecektin. Daha güvercinleri yemleyecek, ezanı Sabâ makamından dinleyecektik.
...
Gitmeseydin dediğime bakma. Gitmesen olmazdı. Çünkü gitmesen, dünya cennet olacaktı. Cennet olacak olsaydı dünya, yaratılmasına ne gerek vardı? Hem kalsan bir rüya bir ömür sürer miydi ?
Gittin.. rüya devam ediyor...
Ömer Karayılan
Yukarı
|
Kahvecigillerden : Simena Kaynar |
ÇOCUKLUĞUNUZ NEREDE SAKLI?
Yüreğinizin ince bir sızıyla acıdığı o sıkıntılı aşk çıkmazlarında , fırtınadan bir limana tam yol ileri dercesine ana kucağına sığındığınız, memnuniyetsizliklerinizin diz boyu olduğu , şeytana külahını ters giydirmeye çalıştığınız ya da bu sadece bana özel:)hiçbir şeyin umurumuz da olmadığı tarih ne kadar gerilerde değil mi? Evet işte çocukluğumuz..
Zamanında bilyelerin yuvarlandığı çelik çomaklı günlerimiz
Ekmek arası peynir salça yallah sokağa.. Ne kadar kolaydı yaşamdan tat almak. Bilirdik küsmelerin küçücük bir tebessümle biteceğini. Mızıkcılığın oyunu kazanmanın yada en azından bozmanın bir yolu olduğunu .)
Düşünüyorum da Küçüklüğümüz ipuçları veriyordu yetişkinliğimize... Deniz kenarında bin bir zorluklarla yaptığım kumdan kalemin gelen bir dalgayla yok olması geleceğimde de nice uğraşlar sonucu yaptığım işlerin bir küçük yanlışlıkla sil baştan olacağının belirtisiymiş. Görülüyor ki, hayat bir oyun ve kaç perde olduğunu bilmeden hatta belki ayakta alkışlanacağınız yada yuhalanacağınız bir seyirci topluluğu karşısındaki durumunuz bir muamma.
Bir çoğumuz tekerlemeleri ne kadar kolay söylerdik bir kısmımız da söylemeye çalışır dilimiz dolanınca maskara olurduk. Hele o uzun eşek oyunu... Bazılarımız eşek olur bazılarımız da üstüne biner ve düşene kadar alttakiler uğraşırdık.... Ne kadar da benziyor şimdiki yaşamımıza. Belki adı uzun eşek değil ama gene de birileri eşek birileri de onların tepesine çıkmış çöktürmeye çalışanlar.
Hele o saklambaç oyunu. Yani benim sürekli ebe olduğum oyun. Küçük bir çocukken de saklanmayı beceremezdim büyüdüm halen saklanamam, ama saklanmayı beceren insanları kıskanmadım diyemem :) Yüzümüzü en çok güldüren, en çok geriye dönmek istenilen yerinde saklıdır çocukluğumuz..... Ben biliyorum sakladığım yeri .... Çocukluğumu... Anneannemin bahçesinde ağacın tepesindeki kuş yuvasında .
Simena Kaynar
Yukarı
|
|
BAYKUŞ : Okay İmrek BİR VE İKİ VE... |
|
Karanlık bir koridordan yürürken;hayat loşluğuyla gözlerimin önünden geçiyor. Sevgiyi artık biliyorum, yakaladığım umutlara şükrediyorum.Her geçen zamanda;yukarılardan bir yerlerden düşen sevgi damlacıklarına küstüm sadece. Çünkü onları bir kadının gözyaşı sanmıştım.Oysa sadece yağmurmuş. Yağmurun acıma duygusu, timsahın gözyaşları. Böylesine kendine ve çevresine küskün bir yüreğe de asık bir surat ve disiplinli bir hayat muştulandı. Aslında doğru dürüst kimseyi kırmadım ki keza doğru ve dürüst şekilde kimseyi kıramazsınız. Bu yüzden sevgi denklemini, yağmur altında yaş agaçlara yazdım. Bir kadının ismini...
Adı Eva,Eve veya Havva, ne derseniz deyin o bir kadın.Ruhu,bedeni bir; görünüşü bir,içindeki bir. Yıllarca yanlış anlaşılmış bir anatomi,üstelik sadece bir anatomi de değil. Bu hikaye aslında sizler için bir efsane, benim içinse tarihin ta kendisidir.Belki de ying ve yang da buna dahil. Karanlık ve aydınlığın, hayatın kendisinin bardağın boş ile dolu tarafıyla ilgili oluşunun bir hikayesi.
Yıllar ve yıllar, asırlar ve prolükler önce ölümün adının dahi bilinmediği, böylesine ilkel bir duygunun tanımlanmadığı bir yerde geçiyor hikayemiz. Büyük Melekler diyarı, benim tanımla Dioris... Bir Sümer sagasının tarafımdan yorumu ve yaratılan yeni kurgusunu sunuyorum sizlere sadece... Büyük gökte iki canlının insanı nasıl oluşturduğunun bir kurgusu, büyülü bir anlatımı sadece. Birden ikiyi buluşun,ikiden bir vücud oluşun bir hikayesi, bir masalı ve kurgusu. Ve belki de bazılarımız için gerçeğin ta kendisi. Bunu ben söylemiyorum, bu gerçek...
Zaman zaman değilken henüz,meleklerin birbirleriyle yaptığı bir anlaşmayla Cennet denilen bir yer oluşturulur. Burası belirli kurallarla sınırlanmış bir irade mekanizmasına sahiptir ve herkes bunun sorumluluğunu taşır. Cennetteki Yeryüzünü koruyan Melek 8 ayrı bitki yetiştirir ve herbirine ayrı anlamlar yükler. Bu bitkiler çok güzel meyveler vermeye başlar ve Bilgelik meleği buna dayanamayıp bitkilerden bir tanesini seçer ve yenik düşerek kendine,yer.Yeri koruyan melek buna çok kızar ve Bilgeliği ölüm ile lanetleyerek gider. Bilgelik Meleği, acılar içerisinde bir sona doğru hastalanır. Diğer melekler yeri koruyan meleğe giderek Bilgelik Meleğini iyileştirmesi için yalvarırlar ve onun adına bir şans isterler. Melek,8 ayrı bitki için hastalanan 8 ayrı organa birer melek yaratır ve 8 ayrı organdan biri kaburga için yaratılmış olan Ninti onu iyi eden meleğin adıdır (Nin=HANIM ; Ti=Hayat, kaburga, bazı eski sagalarda adına rastladığım bir melek adı). O günden bu yana erkek kadına ulaşmaya çalışır ve kadın hep onu bekler. Doğa da erkeğe bu konuda yardımcı olurlar. Tabii eğer erkek toprağa yenilmezse...
İster bir meta idea, ister bir madrealite veya kanıta dayalı nicel bir bilgi,malumat. Hayat bazılarımızın katlanmak zorunda olduğu, bazılarımızın severek dinlediği, bazılarımızın da ilginç bulduğu bir semfoni bu kesin.Her melodide ister istemez kendimizi buluyoruz. Her şarkıda kendimizi yaşıyoruz. Yaşadığımız ilişkiler,yaptığımız iyilikler veya kötülükler ile belki de kayıtsız kalıp hiçbirşey yapmadıklarımız hayat. Bizler dinlerken sessizlikteki büyük melodiyi, büyük sesi,anlıyoruz ki melodinin bir parçasıyız. Bununla birlikte belki de bu şarkı hep bizi anlatıyor, hepimizi. Besteci ise yaratıcı bir bestekar...
Gökyüzünde bir şekilde asılı duruyor, düşmemek için bir rüyaya tutunuyoruz. Sevdiklerimizin ve bizim sahip olduğumuz düşler bizi biz yapıyor. Kadının yeri, bir kadının yeri bu düşte, tam karşıda, tam karşımızda duruyor ve bizleri bekliyor. Sonsuza dek bizim onu beklemiş olduğumuz gibi...
Okay İmrek
Yukarı
|
Güller ve Dikenler : Hülya Ateş |
ARKADAŞ
Artık umabileceğim ne kaldı ki hayattan? Ne kaldı bana senden geriye, şimdi bir mahkumdan beter gün sayıyorum, her geldiğinde kaç defa vurduğunu hesaplıyorum, çoğu zaman yokluğunun o derin girdabında savruluyor gibi hissediyorum kendimi, öyle zor ki sensiz yaşamak, sana bu denli yakınken dokunamamak öyle acı ki arkadaş....! İnsanlarla anlaşamıyorum, anlaşamıyorum be arkadaş. Hep uç noktalarda...
Anlıyorum,insanların hiç bir zaman gerçek yüzlerini göstermeyeceklerini.'....
Oysa biz seninle aynı terzinin elinden çıkmış bir kalıp gibiydik, ancak bu kadar sevebilirdi, insanları, doğayı, her şeyi, her şeyi be arkadaş.... Gittiğin akşamı hatırlıyor musun her şey ne kadar da hüzünlüydü, bulutlar ağlıyor ve sanki o derin yeşil gözlerini görebilmem için yıldırımlar bu kadar güçlü çarpıyordu. Ben senin gözlerinde gerçek sevgiyi okumuştum be arkadaş. Belki umudum tükendi ama yüreğim hala dönmeni bekliyor. Gittiğin gibi bir güneş doğuşunda geri döneceksin değil mi ve korkup kaçtığın karanlıkların arkasından, avuçlarında bir demet umutla yada kırmızı bir karanfille dönüp bana yeniden sevmeyi; bana yeniden gülmeyi öğreteceksin değil mi arkadaş? Hep çok güzel güldüğümü söylerdin, gülmeyi bana sen öğretmiştin be can arkadaş....
Bilmem ki dönecek misin?Bir sabah uyandığımda seni görebilmek miyim yanı başımda ,tekrar huzur verebilecek mi o yeşil bakışların bana ve bir gece yarısı ansızın uyanınca, yataklarımızda kalkıp, perdeyi açıp yıldızları seyrederek, ağlayabilecek miyiz Rabbimiz'in varlığına son sadece son defa umutla....
Gittin, biliyorum yoksun be arkadaş. Bir gül nasıl solarsa, bir güneş nasıl batarsa, şimdi bir yaşamda öyle soluksuz bitti, o yeşil gözlerinde... Kalmadı geriye hiç bir şey ne umut ne umutsuzluk, ne hayal, bir yangında kül oldu her şey. Darmadağın olan iskambil kağıtları gibi, bir yaşamda öylece darmadağın oldu. Ne anlamı var artık yaşamın yada bu kirli çarkta güzel olan ne bıraktılar, ne bıraktın be arkadaş? Gündüz ve gece; soğuk ve sıcak; mutluluk yada acı neden yalnız çalmaz ki kapını.
Gittin ve yoksun, bense şimdi acılar limanında dönüşlerini bekliyorum. Korkma dönmeyeceğini çok iyi biliyorum ama dönseydin bana tekrar gülmeyi öğretir miydin, yalnızca bunu bilmek istiyorum....
Anla artık bu sorgusuz sualsiz gidişin benim felaketim oldu arkadaş.....
HER SEVEN ADSIZ BİR KAHRAMANDIR, İNSAN SEVEBİLDİĞİ KADAR İNSANDIR..!
Hülya Ateş
Yukarı
|
BU BENİM HAYATIM
Bugün canım düşünmek istiyor.
Kendime sorular yöneltiyorum. Kalp atışlarım hızlanıyor, çünkü bunlar artık doğru sorular. Cevapları duymaktan yine de korkuyorum. Nasıl oluşmuş bu kadar yargı ?
Mutlu, huzurlu bir çocukluk yaşadım, harika bir ailem var. Beni seven bir koca, sağlıklı iki çocuk.. Resim bu kadar güzelken neden ben bir birine eklenen günleri pişmanlık ve keşke dolu hissediyorum ?
Bin tane klişe dolaşıyor etrafımızda. "Mutluluk bir seçimdir..Aradığın huzur içinde...potansiyelini kullan...içindeki sesi dinle..." Tamam söz, seçiyorum, kullanıyorum, uygulayacağım, sevgiye huzura ulaşmaktan başka arzum yok.
Ancak çözemediğim konu sorumluluk ve teslimiyet ikilemi. Ruhuma, bedenime saygı duyuyorum, sahip ve sorumlu olduğum tek şey; ya da iki!! Bütün çelişki burada zaten. Şu dualite denen olay beni iki kolumdan koparırcasına çekiyor. Teslim olunca sorumluluğu verdiğimi düşünüyorum ve hemen direnç devreye giriyor.
Evrenin kuralları iyi, hoşta. Ya ben istisnaysam? İlahi akış içinde akan teslim olmuş kalabalığa karışmak bana sorumluluk gibi gelmiyor. Bir tane hayatım var, içine milyarlarca proje sığdırmalıyım. Bu kadar işim varken teslim olamıyorum.
Verda Yahni
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Kahve Molası bugün 4.205 kahveciye doğru yola çıkmıştır. |
Yukarı
|
gözleriniz hala
gece ve yalnızsınız
ay tırmanır saçlarınıza beyazları okşar
rüzgar çıkar olmadık anda
farketmeden salınır dallarınız
ıslığı büyür fırtınanın / büyüdükçe boşluğunuz
özlemler köprü kurar birinden ötekine
mumyalarından çıkar anılar
ninnilemek istersiniz
yatırıp da dizlerinize
çoğaldıkça tümceler
soru işaretinin önünde
katman katman kırılır direnciniz
dizlerinizi çekip boşluğunuza
uyumak istersiniz
alnınızdır ağlama duvarı
ağlarsınız yaslanıp kendinize
geç kaldınız madam
geç kaldınız
hayır treni kaçırmadınız
aşka seferler kaldırıldı
bu istasyondan
filmin sonlarına yaklaştınız
yaşantınız kare kare eksiliyor
eksiliyorsunuz madam
dilsiz bir şal gibi omuzlarınızdan
akmış zaman
kumaşlar vardır hani buruşuk
ütü tutmaz bilirsiniz
o kumaşlara benziyor şimdi
karakalem çalışması yüzünüz
kadife teniniz
hatırlarsınız
terinizi istemiştim de mendilime
parfüm serpmiştiniz
o koku gibi
uçmuş güzelliğiniz
kirlenmişsiniz madam
tüketmiş ve kirletmişsiniz her şeyinizi
ama hiçbir şey kirletememiş gözlerinizi
'hırsızın kaçarken düşürdüğü gül'
gözlerinizde masumiyet
inanılmaz cömert
inanılmaz müptela
doğrusu
gözleriniz hâla
'dünyanın en güzel orospusu'
Emre Gümüşdoğan
Yukarı
|
Kopsun da gör gününü!...
Yukarı
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://www.acemiler.net/index.php
...27 Kasım 1940 sabahında (Çin takvimine göre Ejder yılı) San Francisco'da doğdu. Annesi Grace ,ona bir Amerikan ismi vermeyi düşünmüyordu. Hastane çalışanlarından biri bu bebeğe Bruce demeye başladı bunun üzerine anneside bu ismi değiştirmeyip Bruce adını verdi.Bundan sonra adı Bruce Lee oldu... Daha neler var neler.
http://www.abhaber.com
Biz Avrupalımıyız? ...Bugünkü AB yaklaşımı, Kıbrıs'ta çözümü sağlamayacağı gibi, Türkiye'yi AB dışında bırakarak Batı ittifakında büyük sarsıntı yaratacak sonuçlar vermeye gebe. Bu yaklaşım da güya sorunu çözmek ve Türkiye ile Kıbrıs'ı AB üyesi yapmak için oluşturulmuş. Oysa Türkiye ve Kıbrıs'ın AB üyeliği, doğru kullanılırsa, adada çözümü gerçekten sağlayabilir. Bunun için...
http://www.dussokagi.org/
...Sana uzaktan bakıyor artık gözlerim, Gönlüm senden geçmez, Bana döndü hep sözlerim, Unutmak o kadar kolaymı sandın? Ayrılık bana aşktır artık, Dağılmış saçların gönlünün yatağına, Uyandırma. Sabah olsun ben giderim, Sen kal rüyamda, Aramak o kadar kolay mı sandın? Yollarım bana aşktır artık, Ah gitmek o kadar kolay mı sandın? Yoların bana aşktır artık, Sesim bende bir yabancı gibi... şaşarım, Gönlümün takvimine şiir oldu yüzün...
http://www.40ikindi.com
...Kırkikindi Dergisi, iki ayda bir ve sadece internet ortamında yayınlanır. Güncel içerikli bölümlerimiz ise iki ayda bir değil, daha sıkı periyotlarla güncellenir. Kırkikindi, okurunun dergisidir. Her türlü görüş ve eleştiriye açıktır... Bir de siz deneyin, bakalım sevecekmisiniz?
akin@kahveciyiz.biz
Yukarı |
|
|