KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?

 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Kütüphane
 Kahverengi Sayfalar
 FİNCAN/SİPARİŞ
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)


PDF Versiyonu





Kahveci Soruyor?



KAHVERENGİ SAYFALAR



KAPI KOMŞULARIMIZ

Üç Nokta Anlam Platformu


Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 2 Sayı: 467

 23 Mart 2004 - Fincanın İçindekiler

 Editör'den : Akut Muhalefet Sendromu!..


Merhabalar,

Milletçe en iyi bildiğimiz şey nedir diye sorsam, herhalde kallavi bir miktarınız kalkıp ''Memleket kurtarmak'' der. Yalan mı ama? İrili ufaklı hepimizin 'N'olacak memleketin hali?' sorusuna verecek bir cevabı vardır. Zaman zaman eşeğin kulağına su kaçırsak, kraldan çok kralcı da olsak huyumuzdan vazgeçmeyiz. Ama gel gör ki iş taşın ucuna serçe parmağı koymaya geldiğinde yayını zaplamayı seçeriz. Taşın altına el koyanlarda taşa yapışıp fosilleşmeyi seçince bizim sözel vatan kurtarma ameliyemiz sürer gider. Önümüz seçim olduğundan gene hepimiz birer süpermen olduk. Tabi Kahve Molası da bundan nasibini aldı. Benim 'Kel başa şimşir tarak' yazı dizisi yorum kapışmasında rekor kırdı. 3-4 iktidar yanlısı, ben dahil 5-10 muhalefet mensubuyla laf yetiştirme yarışına girdi. Sonuç? Sonuç tabi ki yok. Neden olsun ki? Hepimiz bu durumdan ziyadesiyle memnun değil miyiz? Haydi itiraf edelim. Biz muhalefeti seviyoruz aslında. Bu lafımdan iktidar kanadı ters bir yorum da bulunmasın sakın. Onlar kulaklarıyla kuş tutsalar bana yaranamazlar, orası kesin. Lafı şu ankete getirmeye çalışıyorum ama bir türlü beceremedim. Hah gelmişim...

Meşhur anket açıklandı açıklanalı birilerinin gözüne uyku girmiyordur. Bu birileri iktidar yanlısı başkan adayları da olabilir, diğerleri de. Şimdi türlü spekülasyonlar var. Kimi iktidar, kimi muhalefet tarafından manipüle edildiğini söylüyor. Eğer gerçekten bir üçkağıtçılık varsa, bunu yapsa yapsa hindi beyinli işgüzar müzmin muhalefetten biri yapmıştır. Yoksa cin iktidarın böyle bir tufaya geleceğini hiç sanmam. Ayrıca başbakanımız tuttuğu takım hasebiyle favori gösterildiği her maçtan mağlup çıkıldığını en iyi bilenlerdendir. Ama ya doğruysa? Ya da en azından üç aşağı beş yukarı yakın bir sonuç çıkarsa, bu durumda takkeyi düşürüp kafasını kaşıması gereken tek kişi var o da aslan sosyal demokratların meclis temsilci başkanı Baykal. Ben birbuçuk yılda taş üstüne taş koyamayan muhalefeti neyleyim yahu. Soruyorlar; 'Oyunuz 3 Kasım'ın gerisinde kalırsa başkanlığpı bırakır mısınız?' 'Hedi len!' deyip geçiyor. Unutmayın o amcanın almayı düşlediği en son görev muhalefet liderliği. Kendisi bir türlü iyileşemediği bir hastalıktan yatak döşek yatıyor. Akut Muhalefet Sendromu!.. Gelebileceği son kerteye gelmiş, ülkesi için görevini layıkıyla yerine getirmekte. Kaybedilen her puan onun başarısı perçinlemekte ve koltuğa daha bir gömülmesini sağlamaktadır. Her kim ki ona koltuğu bırakmasını söyler, vatan hainidir. Şeytan diyor gir şu politikaya, al şu muhalefeti bu adamın elinden, sür şu işin keyfini. Ne ala memleket, sorumluluk yok, sabah erken kalkıp Denktaş'ı azarlamak yok, tek işin keyfin yerindeyse 'İtirazım var' demek. Vallahi tam bana göre. N'apayım ben başbakanlığı?!..

Şuraya iki satır futbol yazmazsam uyuyamam. Haberi duyunca ne diyeceğimi bilemedim. Bizim takımın maşallahı var bu aralar, aman nazar değmesin, kışt kışt... Ama ezeli rakibimiz de tsunami var. İmparator'u yolladılar yerine dayığlu Hagi'yi getirmişler. Attan inip eşeğe binmek diye buna deseler gerek. Aslında amaç ortada. Bu tsunamiyi az hasarlı geçirmek için öne sevilen bir iki isim koyalım demiş yönetim. İnşallah arzu ettikleri gibi olur. Zira onlarsız ligin ne tadı ne de tuzu var.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

 Masalcı : Belgin Ayhan


ŞİİR

Atacak iki adım kaldı. Sonra sınırlar başlıyor, yolun bittiği yerde.
Üst üste tuğlalar, yüzünde beton, demirler dolu içinde.. söylenecek birkaç kelime, yeterince gürse sesimiz, yankılanacak birkaç defa ve sonra ne bir gürültü kopacak başlangıç için, ne de aramakla bulacağız yeni ufukları..

Kaç kez kolumu dayadım masama kim bilir, başıma destek verdim ağrılarla.. kaç kez parmaklarımın arasında gezindi kalemim. Kiminde sıkılıp sokağı seyretmek istedim, perdeler geçit vermedi, bazen sonuna kadar açtım camları, karanlık bırakmadı uzaklara. Sonra özledim; annemi, babamı, çoktan kaybettiğim oyuncaklarımı, bahara inat karları, dağların ardında kalan dalgaları, bulutlara saklanmış yıldızları, en son bir otobüste bıraktığım yolculukları, nefes almayı, içimin ışığını..

Masum bir şehir, şehrin yüzölçümüne bakıp ağladım. Güzel bir kız çocuğu, saçlarının uzunluğuna bakıp ağladım.
Yüksek merdivenler, son basamakta, sessiz, anlamsız, kırık dökük, yıkık, ağladım..

Güneş sonsuzda parlamıyor, yıldızlar sonsuzdan yansımıyor,zaman sonsuza akmıyor ve sonsuz duygu arasından sınırlar yaratmak farz oluyor insana.

Kısa saç daha yakırdı küçük kıza, bir sonraki basamakta annem karşılayacaktı belki beni, biraz daha yürümek isterdim, ama çok sevdiğim o şehri terk edecektim bir adımda..

Çıkarıp atmak için etten kemikten zırhımı, ağladım. Bir ışık göründü içimden gözlerime. Küçücük oldum oyuncak sahibi, yaz ortasında kar yağdırdım, yerin en yükseğinden okyanuslara baktım, yağmurun gölgesi vardı, ben yıldızları saydım, yolcu oldum oturduğum yerde..

Alabildiğine özgür; sınırsız, duvarsız, maddenin üstüne karalayıp rüyalardaki anlamı çıkardım. Sahte sahte bakmayı bırakıp ruhun gerçeğine inandırdım kendimi.

Daha sade, daha öylesine, daha anlamlı, daha ufuksal çizgiler sıraladım. Parmaklarım olmadan, kalemim, kağıdım, yorulduğumda kuvvet alacağım masam olmadan, elim kolum bağlı, bir köşede kendimi izleyerek, gülümseyerek, mutluluğu hissederek ve yaşarak gerçekliğini, nasıl ve neye inanacağımı çizgi yaptım

İçimdeki nefesle en sağlam duvarları yıkabileceğimi anladım

Harfsiz, hecesiz, kafiyeler sıraladım, hayatın mısralarına kattım..

Belgin Ayhan

Yukarı

 Kahvecigillerden: Ayfer Arman


YAĞMUR'LA GELEN

Saatlerdir ovaya bakan verandada oturuyordu bir başına.Hava öylesine sıcaktı ki, yapış yapış olan gömlegi üzerine yapışmıştı. Bir ses duyar gibi oldu, uzaklara baktı dikkatle. Bir kızıllık kaplamıştı ufku, tuhaf ışıklar oynaşıyordu ilerlerde. "Fırtına geliyor" diye söylendi kendi kendine.

Aylardan beri burada tek başına inzivaya çekilmiş gibi yaşıyordu. Ayda bir kez kasabaya iniyor, gerekli olan malzemeyi aldıktan sonra dönüyordu. Otuz yaşlarında saglıklı bir adamdı. Bir gün yazmaya karar vermiş ve öylesine bırakıp herşeyi arkasında buraya gelmişti Can. Ailesi bu fikirden vaz geçirmek için uzun süre ugraşmış, sonunda çagresiz boyun eymişlerdi bu istege. Yavaşca kalktı iskemleden "Hazırlıklı olmak gerek" diye düşündü.

Sırasıyla tüm tahta panjurlarını kapattı evin, sıkıca bagladı iplerini.Dönüp tekrar oturdu iskemlesine. Hafif bir rüzgar yaladı yüzünü, ülperdi.. Birkaç dakika geçmeden, aniden şiddetlenen rüzgar tozu dumana kattı. Yerinden kalkıp içeriye girerken, gök gürültüleri eşlik etti rüzgara.

Saatlerdir sürüyordu fırtına. Gök sanki tüm öfkesini boşaltmak ister gibi, homurdanıyor. Bardaktan boşanırcasına yagan yagmur her dakika şidetini arttırıyordu. Can daktilosunun başına geçti, dikkatini yazılarına vermeye çalıştı, olmadı!.. Tahta yapının boşluklarından giren rüzgar, evin içinde ıslıklar çalıyor, çakan şimşekler ışık oyunları yaratıyordu odada. Arkasına yaslandı güldü yükses sele ve söylendi kendi kendine..

- Tam korku romanı yazılacak hava, işe bak..

Tam bu esnada çakan şimsek neredeyse evi temelinden sarsarken, odadaki tek portreyi aydınlattı olanca gücüyle. Can kalktı penceredeki tahta panjurun arasından dışarıya baktı. Dışarısı tam bir cehenneme dönmüştü. Şimşekler ardı ardına çakıyor, rüzgarın oluşturdugu küçük hortumlar toz bulutları kaldırıyordu. Döndü gelip iskemlesine oturdu ve duvardaki portreyi incelemeye başladı.

- Tak..Tak..Tak..

Bir an kulaklarına inanamadı. Aylardır çalmıyan kapı çalıyordu, hemde bu havada.

- Tak..Tak..Tak..

Evet kapı çalıyordu, hayretle kapıya yöneldi. Kapıdaki artık kapıyı çalmıyor, adeta yumrukluyordu.

- Kim o ?
- Lütfen açın, lütfen!..

Uzandı eli istem dışı açtı kapıyı. Açılan kapıyla birlikta rüzgar doldurdu evin içini. Kapıdaki yabancı ani bir hareketle girip içeri kapattı kapıyı.
Ufak tefek bir kadın vardı şimdi karşısında. Yagmura hazırlıksız yakalandıgı her halinden belliydi. Dar bulujini ve üzerine giydiği gömlegi yagmurdan sırılsıklam olup üzerine yapışmış, uzun siyah saçları rüzgardan darmadagın olmuştu. İri yeşil gözlerinde hala yaşadıgı dehşetin korkusu açıkça görünüyordu. Can öylece soran gözlerle kadına bakıyordu. Aceleyle anlatmaya başladı kadın.

- Arabam o arıza yaptı. Kasabaya gidiyordum ve inip yürümeye karar verdiğimdeyse fırtınaya yakalandım. Saatlerdir yürüyorum, sonunda sizin evinizi gördüm. Ben Aslı!..

Bunları söylerken elini uzattı kadın. "Ne tuhaf bir tanışma" diye düşündü can uzatılan eli sıkarken..

- Memnun oldum. Bende Can.

O anda kadının titrediğini farketti can.

- Gelin, lütfen!. Kuru birşeyler vereyim üzerinize.

Can önde kadın arkada yürüdüler. Az sonra kadın verdiği eşortmanları giymiş, kendine çeki düzen vermiş bir halde karşısında oturuyordu.

- Aç olmalısınız?
- Doğrusunu isterseniz, uzun zamandır bir şey yemedim.

Can kalktı mutfaga yöneldi. Az sonra elinde sıcak bir filcan çay ve bir sandeviçle dönüp, kadına uzattı elindekiler.

- Buyrun.

Hiç nazlanmadan aldı can'ın elindekileri kadın ve iştahla yemege başladı. O yemegini yerken onu incelemeye başladı can. En fazla yirmibeş yaşlarında gösteriyordu. Siyah saçları, yeşil gözleriyle hoş bir tezat yaratıyor.
Biçimli yüz hatları ayrı bir çekicilik katıyordu kadına.Kendisine neredeyse iki beden büyük gelen eşortmanın içerisinde, sevimli bir kız çocugunu andırıyordu.

- Bir şey mi oldu?

Kadın kendisini dikkatle incelediğini farketmiş öylece bakıyordu can'a. Can gülümsedi.

- Yoo, hayır. Sadece misafirimi tanımaya çalışıyordum.

Gülümsedi kadın devam etti yemegini yemeye. Yarım saat sonra ellerinde kahve filcanları karşılıklı oturuyorlardı odada. Dışarda fırtına olanca şiddetiyle sürüyor, rüzgar şiddetini gittikçe arttırıyordu. Sessizliği bozan genç kadın oldu.

- Ne korkunç bir gece, degilmi?
- Haklısınız.
- Yalnız mı yaşıyorsunuz burada?
- Evet..Bir süre için kiraladım, planladıgım bir yazıyı yazmaya ugraşıyorum.
- Ne hoş, demek yazarsınız.
- Pek öyle sayılmaz, sadece yazmaya ugraşıyorum diyelim.

Bir suskunluk oldu ve can konuşmaya başladı yeniden.

- Ya siz, buralı mısınız?
- Hayır.. Arkadaşlarımla bir seyahate çıkmak için anlaşmıştık. Kasabada buluşacaktık ama, gördüğünüz gibi buradayım.

Gülümsedi kadın. Gülümsedi can. Birden ayaga fırladı kadın, yüksek sesle.

- Ne zaman dinecek bu fırtına? Beynimde ugulduyor bu sesler.

Sonra sakince Can'a dönüp devam etti konuşmasına.

- Hiç sevmem fırtınayı, kusura bakmayın.

"Rica ederim" diye cevap verdi Can . Ve ani bir hareketle kapıya yöneldi kadın kapıyı yokladı Can'a döndü.

- Kapalı degilmi? Emniyetteyiz burada!:.

"Evet" diye cevap verdi can ve şaşkın gözlerle kadını izlemeye başladı.
Kadın ani hareketlerle dönüp durarak sinirli bir ifadeyle yürüyüordu odanın ortasında. Ayaga kalkıp kadına seslendi Can.

- Yorgun olmalısınız, isterseniz yatıp dinlenin.

Tiz bir kahkaha attı kadın önce sonra cevap verdi can'a.

- Yatmak mı? O kadar yattıktan sonra genemi yatak? İstemem yorgun degilim ben.

Bir tuhaflık oldugunu sezdi can devam etti konuşmaya.

- Nerede yattınız?
- Hastanede, nerede olacak?
- Demek hastaydınız, geçmiş olsun?
- Onlar öyle sanıyorlardı ama hasta falan degildim ben...
- Ama baksanıza, iyleştiğinizi anlayıp taburcu etmişler sizi.

Gene kahkaha attı kadın, delice bakışlarla süzüp can'ı cevap verdi.

- Ne taburcusu? Araba durdugunda açıp kapıyı kaçtım ben.

Birden yerinden fırladı Can, oda kapısına yöneldi. Ani bir hareketle, önünü kesti kadın.

- Nereye? Onları buraya getireceksin değilmi? Ama yağma yok bir yere gidemezsin...

Tam o anda kadının elinde parlıyan bıçagı farketti Can. Ama çok geçti.

............

Yazar arkasına yaslandı yorgunlukla. Dışarıyı dinledi , fırtına dinmişti.
Kalktı duvardaki siyah saçlı yeşil gözlü kadının portresine yaklaştı. Kısık bir sesle.

- Çok teşekkür ederim yağmurla gelen, sayende bu gece bayağı bir yol aldım sayılır yazımda.

Sonra bir öpücük kondurup resmin yanağına, ıslık çalarak çıktı odadan...

Ayfer Arman

Yukarı

 Kahvecigillerden : H.Anıl Analan


Hatıra Unutma Merkezi -I-

Ilık gözyaşları yanaklarına doğru süzülürken batan güneşi izliyor ve hayatını bitirmeyi planlıyordu.Burnunu çekti ve gidip en yakın banka oturdu.Bir sigara yaktı anılarının sağlamasını yaparken.

Ağlamayı kesmek istiyordu çünkü etraftaki herkes "koca adam böyle de ağlar mı?" gözleriyle ona bakıyordu. Gün bitmeye yaklaşırken evine gitmeye karar verdi.Yolda herzaman alışveriş ettiği yerden sigara aldı. Akşam olunca içine daha da çok kapandı ve zırıl zırıl ağlamaya devam etti.Hıncını yastıklardan aldı bir süre.Sakinleşince sehpanın üzerinde duran gazeteye göz atmaya karar verdi. Bir sürü sıkıcı haber , ilanlar , reklamlar derken gözüne yarım sayfa verilmiş bir ilan çarptı.

"BÜYÜK AÇILIŞ , HATIRA UNUTMA MERKEZİ ,derin acı yaşayanlar,geçmişinden kaçmak isteyenler,yeni bir başlangıç isteyenler, gelin hep beraber kötü anları , kötü anıları unutalım , uzman hekimler kontrolunde kötü anıları geçmişe gömelim.Yarınki açılışımıza herkes davetlidir."

Kahkahalarla gülmeye başladı , neredeyse kriz geçiricekti.Gazeteyi bir köşeye fırlatıp telefonuna sarıldı ;

-Alo Selin?
-Efendim?
-Hala ayrılma konusunda kararlı mısın?
-Seninle artık görüşemem , seni artık sevmiyorum anlatamadım galiba??!!
-Aslında ben bir şans daha istemiyorum Selin , sadece neden olduğunu bilmek istiyorum , o kadar yılı bir anda nasıl çöpe atıyorsun?
-Nedeni yok Muzaffer , bitti işte bit-tiiii .
-Alo , alo , Selin??!
-.........
-Kahretsin!!!!

Telefonu rastgele bir yere fırlattı ve avuçlarını alnına dayayarak koltuğa oturdu.
Selin , Muzaffer'le aynı mahallede yaşayan şirin bir kızdı. Evlerinin balkonları birbirine bakıyordu.Muzaffer henüz on yaşındayken ,onu ilk defa balkondayken görmüştü ve aşık olmuştu.İşyerleri farklı olmasına rağmen neredeyse hergün görüşüyorlardı.
Muzaffer , o gece hiç rahat uyuyamadı.
Gündüz olunca telefonunu kapadı ve işe de gitmedi.

-Evet doktor , nasıl hisediyorsun kendini?
-Yahu Sami , iyi bir iş başardığımıza inanıyorum ama çıkacak tartışmalardan endişeliyim.
-Metin , Metin , Metin...... Sen okul yıllarında da böyleydin.Tartışmalar tabii ki çıkacak , hepsine cevap vermeye hazırız.Hem kaldı ki , koskoca sağlık bakanlığından onay aldık , unutma.
-Haklısın dostum , biraz gerginim sadece.

İki süper doktor yeni açtıkları dev polikliniğin deniz manzaralı odasında bunları konuşurken , dışarıda özel davetlilerle birlikte bir gazeteci ordusu oraya doğru yaklaşmaktaydı.

-Hadi Metin ellerini ve yüzünü yıka da , aşağıya inelim , tüm hazırlıklar tamam , neredeyse gelirler.

Sami lavaboya gitti ve beş dakika geçtikten sonra aşağıya indiler.
Aşağıda önce bir kurdela töreni gerçekleşti.Kurdelayı sağlık bakanıyla birlikte onun yanında gelen bir kaç bakan birlikte kestiler ve "hayırlı , uğurlu olsun." dedikten sonra gazetecilerin sorularını cevaplamak üzere polikliniğin büyük salonuna geçtiler.
Gazeteciler birbirinden iddialı sorularla hem sağlık bakanını hem de süper doktorlarımızı sıkıştırıyorlardı.

-Efendim , merkezinizin asıl amacı nedir?

Dr.Sami , aç bir köpeğin önüne atılmış yemeğe saldırma edasıyla soruyu cevaplamaya koyuldu.

-Arkadaşlar , sizlere dağıtılan broşürlerde de anlatıldığı gibi , insan beyninden insanların kötü anlarını ve anılarını tamamen siliyoruz.Dr.Metin ile birlikte geliştirdiğimiz ilaç ve de bilgisayara bağlı bir cihaz aracılığıyla bu anılar beyinden tamamen siliniyor.Broşürleri inceleseydiniz bu gibi sorulara gerek kalmazdı.Ve yine broşürde yazan birşey , bu yöntem ülkemizde ve dünyada tek.
-Efendim , bu işlemin bireylere faydası ne olacak?

Yine Dr.Sami aynı edayla soruya saldırdı.

-Bir kere hastamız hayata daha mutlu olarak bakabilecek , bunun yanında yöntemimiz çözümü çok zor olan psikolojik hastalıkları da iyi etmeyi başarabilecek düzeyde.Bildiğiniz gibi hep geçmişte yaşayamayız.Artık geleceğe bakmalıyız bir yerden sonra.
-Efendim yöntem hangi hastalara rahatlıkla uygulanabilir ve yönteminizi ne gibi yollarla test ettiniz?
-Öncelikle unutmak isteyen herkese kapımız açık , sebeplerini soruşturduktan sonra hastamıza ufak bir test uyguluyoruz , ardından işlemi gerçekleştiriyoruz ve her türlü ihtimale karşı hastamızın kötü anılarını buradaki bir bilgisayarda depoluyoruz.Bu ne için gerekli?Hastamız olası bir fikir değişikliği sonucu yeniden hatırlamak isteyebilir.Bunun için de hastamız buradan taburcu olurken üzerinde "Hatırlamak istiyorsan ara." Yazılı bir kart veriyoruz.Bu sayede hastamız içinden çıkılamaz bir durum yaşarsa , kötü anısını tekrar yükleyerek hayatını eski haline getiriyoruz.Bu cevap sanırım sorunuzun ilk kısmı için yeterli hatta fazla.Test konusuna gelince , kendimize denek olarak şempanzeyi seçtik. Zira bildiğiniz üzere şempanze biolojik ve psikolojik olarak insana benzerlik gösteren bir hayvan.Diğer psikolojik hastalıklar için de Dr.Metin'in iki tane çok önemli hastasını seçtik , bakın bunları tabii ki yüksek mercilerden ve hastaların yakınlarından izin alarak gerçekleştirdik.Bu iki hastamızda şu an yüzde yetmişlere varan düzelme söz konusu ve gün geçtikçe daha da iyiye gidiyorlar.Hastalarımızın isimlerini aileleri istemediği için beyan etmiyoruz..
-Pekiyi bu yönteminizin psikologların mesleklerini ellerinden alması gibi bir durum söz konusu mu?
-Bakın size ne diyeceğim , bildiğiniz gibi Dr.Metin dalında çok başarılı bir psikiyatrdır.Bu projeyi de onunla birlikte gerçekleştirdik.Çalışmalarımızı yaparken bu soruyu Dr.Metin'e ben de yönelttim, bu bir tercih meselesi , dışarıda bir sürü hasta var ve hepsi de buraya gelmek zorunda değil , ayrıca bu yöntemi ülkemizde yaygınlaştırmak istiyoruz ve çalacağımız ilk kapı da psikologlar ve psikiyatrlar olacak. Ayrıca bir şey daha , Dünya'da da tek oluşumuzdan , yurtdışından da binlerce hasta gelecektir ülkemize.
-Şempanze dediniz , şempanzelere neyi unutturdunuz doktor?

Bu soru kıs kıs gülüşlere neden oldu.

-Sevgili dostum , bunu istersen sana açıkça izah edeyim.Şempanzemizin kafesine iki tane tabak koyduk , birisini yere diğerini de yerden yüksek bir yere yerleştirdik.Yerdeki tabağa elektrik verdik.Canı yanan şempanze , çok acıkmış olsa bile , bir daha asla yerdeki tabaktan muz yemedi.Kısacası , şempanze yerdeki tabaktan yemek yememesi gerektiğini öğrendi.

Daha sonra şempanzemize Dr.Metin'in bulduğu ilaçtan , bulduğu demek yersiz düzeltiyorum , icat ettiği ilaçtan verdik ve şempanzemizi bilgisayarımıza bağladık.Burada şempanzemizin beyninde gerekli noktaya ulaşarak , şempanzenin öğrendiklerini sildik.Ardından , şempanze kendine geldiğinde yüksek noktadaki tabağa bir şey koymadık ama yerdeki tabağı ağzına kadar muzla doldurduk.Şempanze de acıkınca yerdeki tabağa hücum etti.Unutmayın , bu işlemler ve deneyler bizim beş yılımızı aldı , burada hepsini anlatmaya kalkarsam bayağı uzun süre burada kalmanız gerekir.

Kalabalıkta şaşıran yüzler çoğalmıştı , bu Dr.Sami'yi çok sevindirmişti.

-Efendim pekiyi bu testleri sayın sağlık bakanımız izledi ve de onay verdi mi?

Dr.Sami o an sırıtmakta olan sağlık bakanıyla gözgöze geldi.Soruya sağlık bakanı yanıt verdi.

-Halkımızın bu yöntem konusunda hiçbir şüphesi olmasın , ben bizzat bu çalışmanın her aşamasını kendim izledim ve onay verdim , bana verdikleri raporu da imzaladım.

Dr.Metin bir an şaşaladı ama bozuntuya vermeden sorulara cevap verilişini izlemeye devam etti.

-Efendim benim Dr.Metin'e bir sorum olacak , sayın Dr.Metin toplantının başından beri hiç konuşmadınız ben bunu merak ettim.

Bu soru kalabalıkta kısa süreli bir gülüşmeye neden oldu.

-Sevgili muhabir dostum , ben de bu çalışmanın bir parçasıyım tabii ki lakin Dr.Sami ile görüşmemizde soruları cevaplaması için bizzat ben ona ısrar ettim , ben pek sözlü olmayı sevmezdim.

Bu yanıt da ortamın gevşemesine sebep oldu.
Toplantı bitip gazeteciler ve sağlık bakanı oradan ayrıldığında Dr.Metin ve Dr.Sami arasında hararetli bir tartışma başladı.

-Sami , ben sağlık bakanının bu çalışmanın bir an bile içerisinde olduğunu görmedim , neler oluyor??!!
-Metinciğim bak bu gibi bürokratik işlemler bizi yavaşlatırdı , neden İsviçre'de değil de Türkiye'de açtım polikliniği sanıyorsun?
-Sorun poliklinik açmaksa , bunu senin üstlenmeni ben istememiştim , hatırla!!
-Metin , Metin , Metin .... Neler oluyor sana yahu? Herşey yolunda gitti işte , bunu istemiyor muyduk?
-Tamam da Sami , ben sağlık bakanına rapor falan verdiğimizi de anımsayamıyorum.Yoksa benim de mi anılarımı sildin?
-Hahahahaha , ilahi Metin , tamam sağlık bakanına rapor falan vermedik , sadece yüzde on verdik ve herşey ne güzel oldu işte.
-"Bu işleri ben ayarlarım" dediğinde anlamalıydım zaten , bilmiyorum seninle ortaklık yapmakla iyi mi ettim.Ama gel gör ki icadımdan herkesin faydalanmasını istiyorum.
-Tamam Metinciğim "ben hallederim" dedim ve de gördüğün gibi hizmet vermeye hazırız.
-Uff pekala , inşallah ilerleyen günlerde başımıza kötü birşey gelmez , en korktuğum şey de meslekten men.

Bu son cümleyi söylerken Metin'in gözleri faltaşı gibi açılmıştı.

Arkası Yarın

H.Anıl Analan

Yukarı

 Kahvecigillerden : Zeycan Irmak


Bir akşam üzeri ...

Seni düşünüp yürüdüğüm bir akşam üzeri yollar sessizce kayarken ayaklarımdan, kendimi Çukurcuma'da buldum... bütün dükkanları dolaştım, esnafla konuştum, çay içtim hasır taburelere tüneyip, sohbet ettim geçmişin izlerini taşırken her yanım; hem tarihle, hem özlediğim yüreğinle söyleştim....

Sen yoktun... arsız ve gözü doymaz bir çocuğun hırçınlığı ile kim bilir hangi bilmediğim kentin dar sokaklarındaydı bu akşam üzeri senin adımların. Neredesin, kimlerlesin, bilmiyorum. Eskisi kadar da sık gelmiyor haberin... arada bir duyuyorum adını bir tanıdıktan, soruyorum öyle meraksız, özensiz. İyi olduğunu, belki buraya geleceğini söylüyorlar... hepsi bu...

Benim şehrime kuşlar göçmek üzere bu aralar, hazırlık var havada, bir telaş, bir neş'e, sessiz... ben; bu sene baharı biraz buruk karşılıyorum, biraz naif, isteksiz... Bıraktığın gibi değilim pek aslında;
büyütmüyorum acılarımı, toplamıyorum yüreğimde, yaşam neyi veriyorsa onu hissedip yaşamaya çalışıyorum... zor oldu ama alışıyorum galiba yokluğuna... hattâ senin dediğin gibi böylesinin daha iyi olduğunu bile kabullenmeye başladım... çok çok, iki sevgiliyi sarılmış, öpüşürken görmeye dayanamıyorum bazen... bazen bir film karesine sığdırıveriyorum yaşanmışlıkları, bir düğüm boğazımda, sesim biraz çatlamış, ama yine de belli etmemeye özenli "hey millet bu akşam nereye gidiyoruuz?"....diyebiliyorum, ya da bunun gibi...

En önemlisi ağlamıyorum. İnanılmaz değil mi? Ki yolda mendil açmış bir çocuk görsem ağlayan ben, ki sen "seni seviyorum" desen gözleri çığlık çığlık yaş dolan sulu sepken ben... katıldım nicedir... bir minik damla düşse ya, yok!.. bazen bunun bile daha iyi olduğunu düşünüyorum, bazen de... çılgınca, histeri krizleriyle yastığa başımı gömüp bitkin düşene dek ağlamak... istiyorum...

"Seni çok özledim" cümlesinin geçtiği aşk filmlerinden, o çok sevdiğim franbuazlı pastadan, çocuk parklarındaki salıncaklardan, neredeyse gittiğinden beri adım atmadığım Bahariye'den, beni sana yaklaştıran şehir hatları vapurundan, martılardan, seninle dokunduğum, paylaştığım, güldüğüm, izlediğim, dinlediğim şarkılardan, konuştuğum, sustuğum, bağırdığım, yanıtsız bıraktığım, cevabını alamadığım her ayrıntıdan uzak durmaya çalışıyorum.... olmuyor... sana "biliyor musun, ilk defa birinin ismini yüreğime nakşettim" dediğimden beri seni silmek, yok saymak, yaşanmadı, rüyaydı demek mümkün olmuyor... bana bıraktığın onca şeyle yaşamak ne kadar kanırtsa da, alışmaya çalışıyorum yazık ki...

Güneş batıyor bu koca gövdeli şehrin dumanlı bacalarının ardında... kıpkızıl, mor, sarı bir cümbüşle yıkanıyor gökkubbe... üzerimize akşamın rehaveti çöküyor... sigaradan derin bir nefes, bardağımdaki çaydan son yudumu içerken, yaşlı bir kemancı ilişiyor oturduğum iskemlenin yanına... başlıyor çalmaya, boynunu eğmiş, yüzünde yaşanmış bir ömrün derin izleri "nereden sevdim o zalim kadını..." belli ki o da zamanın birinde çok sevmiş birini....

Zeycan Irmak

Yukarı

 Kahvecigillerden : Fehmi Can Sağlam


AYDAN DÜŞEN

Umut bazen yeşil bir yaprak olur, bazen de altın sarısı saçlar.
Oysa yalnızlığı anlatır, altın sarısı yapraklar.
Budur benim nedenim,
Her sonbahar yapraklarım dökülür benim,
Buram buram hasret kokar bedenim.
Her yağmurlu günde ben,
Bulutları seyrederim...
Böyle yapraksız,
Yapayalnız yaşarken kendi dünyamda,
Ve bilmeden senin hasretinde,
Bir güneş daha batıyordu sensiz ömrümde.
Bir dilek çalıverdim kayan yıldızdan
Karanlık gecenin sessizliğinde,
Ellerin ellerimde,
Ayışığının eşliğinde.
Bir sır gibi sakladım,
Kalbimin en derin yerinde.
Sonra aydan bir parça düşüverdi gözlerime,
Ayışığı doldu gözlerim.
Ve ben ilk kez ağladım,
Bir tutam göz yaşı,
Üstüne bir demet de sevgi ekledim,
Sana verdim,
Bir ömür boyu senin olsun diye.
O günden sonra ayparçası dedi sözlerim.
Derken sen beni verdin bana
Ben, ben oldum sandım
Ben yaşıyorum sandım
Umut oldum sandım
Umutsuzluğun ortasında
Yalnızlığın kederinde
Bir su damlası düşün bir gülün yapraklarında
Bir damla yaş gibi senin yanaklarında
Sen ki;
Güneşin sevdiği,
Denizin bilmediği yerin
Ayışığı saçlı kızı
Aydan indi bu dinmek bilmez sızı
Ve şimdi gidiyorsun ayparçası...
Ben seni bulutlara sığdıramadım,
Bulutları kalbimde sakladım.
Sensiz bulut bulut ağladım.
Bulutlar seni ağlıyor bu gece
Gözyaşım yağmur olmuş damla damla,
Camlarda,
Ve ben hala seni düşününce
Bir damla ayışığı süzülür saçlarından yanaklarına...
Ne kadar da sensizim bu gece,
Yazdığım her hece,
Bir bilmece,
Bak bir güneş daha battı yine,
Ama yarın yeni bir gün doğacak pencereme...

Fehmi Can Sağlam

Yukarı

 Kahvecigillerden : Nurcan Taşkın


UYUYAMIYORUM, YOKSUN ANNE

Saat gecenin ikisi. Uykum yok, beni göremiyorsun Anne. Keşke yanında olsaydım diyorum. Kızsaydın bana. Odama gelip 'hala uyumadın mı?' deseydin. Ne severdim odamdan gelen ışığın seni rahatsız edip de, üşenmeyip odama kadar gelişini. Galibiyet sayardım bana gelmeni, bilmediğin bir savaşta. Kendimle bahse girerdim;

-Annem gelecek mi? diye.
-Gelecek! derdim, kazanırdım.

Hatta -hep kazandığımdandır - az olmadı 'ne zaman gelecek?' iddialarına girmem kendimle. Kazanmak da bazen mutluluk vermiyormuş Anne, hiç kaybetmedikten sonra. Yine onda da kazanan çoğunlukla ben oldum. Sen Anne'sin. Saatini şaşırmazdın. Büyümüşüm Anne de; ben yine aynı benim. Senin gözünde büyümediğim gibi...Oyuncaksız oyunlar oynamak büyüklüktendir belki, ne dersin?

Uykum yok, sen yoksun? Görmeni isterdim şimdi beni. Işıkları açmadım, gelecek olan yok yanıma. Sen olsaydın, açardım Anne.

Müziğe düşkünlüğümü bilirsin Anne. 'Uyanık olduğum saat kadar müzik olmalı hayatımda' düşüncemi. Ayrılık anlarında söyledin hep; gece yarısı müzik sesinden uyuyamadığını. Hani o son yanında geçirdiğim gecelerin ertesinde, yola çıkacağım gündüzlerde söylerdin. Bir gün önce söyleseydin, üzüleceğimi düşünürdün değil mi -son gecemde- Anne? Oda sınırlarından aşardım işin içine şarkılar girince. Ben de anlamadım evde dolaşarak şarkı söylemekten neden çok hoşlandığımı? Ya gitarın da olduğu geceler? Yakınırdın da benden, ben şarkı söylediğimde yanında olurdum Anne. Duymadığında ise olmazdım. Bundandı değil mi katlanman? Sanki 'ya böyle, ya hiç' dercesine. Unutmadım döneceğim gün ağlayarak;

-Kaç kez söyleyecek oldum gecenin dördünde, 'kızım sus artık!' diye... Söyleyemedim, demeni. Niye ağlayarak söyledin Anne? Sesim yoksa ben de yok olacağım, o yüzden mi?

Saat dörde yaklaşıyor. İçimden hiçbir şey gelmiyor müziğe dair. Bu saatte sessizce oturuyorum Anne . Sadece müzik dinliyorum söylemeden. Sesini de o kadar kapattım ki zor duyuyorum. Seni düşünmemi engellemesin diye.

Sen varsan yanımda şımarıyorum Anne. Bir gün beni yalnız görebilseydin -göremezsin, çünkü sen olduğunda yalnız olmam- ne hissederdin?. Ne bileyim gizli bir yerden, ben bilmeden görseydin. Neyse hiç görme, beni hep yanında olduğum gibi hatırla Anne. Bilmiyorsun sen, alışkın değilsin benim böyle hallerime. Uyumamıyorum, yalnızım, seni düşünmekten başka ne yapayım Anne? Gece oyun saati gelmiş. İzleyenim, Annem yok. Ben de seyirciyim bu gece kendime. Seninle...

Her sigara içtiğimde bana kızman. Biliyorum beni düşündüğünden. Bırakamadım çok istedim de. Belki bir gün bırakırım Anne. Kızardın fakat, sigaramı yakmak için yolda birine;

-Pardon, kızımın sigarasını yakmak için ateşinizi alabilir miyim? demen... O günkü kadar güldürüyor beni. Ne gülmüştük o gün.

Gerçekten büyük zevk alırdım yasakladığın yerlerde sigara içmekten. Hiç söylemediğine göre demek ki anlayamadın odada içtiğimi. Nasıl uğraşırdım havalandırmak için kokusu kalmasın diye. Az üşümedim kış mevsiminde pencereyi açtığım için. Hoş yazın zaten yasak koymazdın ya. Yasak demeseydin belki içmezdim odada. Yaşça büyümüş olsam da eskisi gibi haylazlık yapmayı seviyorum. Yasaklarına uymamayı...

Işığı açmadım, müziğin sesi kapalı, sessizce oturuyorum, sigara içiyorum ve seni düşünüyorum Anne. Bir 'çok içiyorsun' dediğin kahvem eksik. Hemen onu da yapayım.
Şimdi ne eksik Anne?

Kitaplar, defter, kalem... Sessiz arkadaşlarım. Onlar benim gibi değiller Anne. Kitabın kapağını açıp okumaya başlarsan, kalemi alıp yazmaya başlarsan sesleri duyuluyor. Benden çok sesliler ama sessizler. Sesleri sahiplerine sadece. Ben de onlar gibiyim bu gece:
Okunmayan kitap gibi, ele alınmayan yazamayan kalem gibi. Sessizim...

Sabaha karşıları kendimden habersiz uyurdum. Bu gece de öyle. Rüya görmeye başladığımda anlarım zaten uyuyor olduğumu. Ortalık sevdiğim her şey ve benle karışık. Uyandığımda zor gelirdi toplamak, düzenlemek..Doğduğumdandır uykusuzluğumdan bıkmışsın. Bebekken neden uyumazmışım ki? İnan bilmiyorum. İnsan yedisinde ne ise, yetmişinde de oymuş. Şimdi neden sevmediğimi bilmiyorum, bebekliğimi nasıl bileyim? Neden geceleri gündüzlerden daha çok seviyorum Anne? Sen Anne'sin, bilirsin. Hiç sormadım ki...

Son zamanlarda önceki kadar kitap okuyamıyorum. Yazıyorsam kitap okuyamıyorum, okuyorsam yazamıyorum. İkisini de seviyorum ama aynı anda yapamıyorum. Elbette vardır bir sebebi. Okuyor olduğum kitapta Anne yazmıyor. 'Sen' yazmıyor içinde, ben bu gece sana yazıyorum Anne.

Seyircisi olduğum oyunsuz gece bitmek üzere. Rahat rahat uyuyor musun Anne, bensiz? Az sonra uyuyakalacağım, dağınık. Uyandığımda toplamasam olur geceden kalmışlığımı. Hiç toplamasam ne olur? Sen yoksun Anne. Belki de ben yokum.
Aklıma geldi sana 'Anneler Günü' nde yazdığım şiir. Daha okumadan ağlamaya başladığın şiirin sonu.

'Durup durup ağlama
Sen ağlayınca
Konuşamıyoruz Anne'


Uyuyacağım az sonra, gün ağarıyor Anne. Uyanmama da az kalmış.
Bunları okurken, okumaya başlamadan ağlamaya başlayacaksın. Bilirim...

'Benim için bu defa ağlama Anne,
Seni seviyorum diyemem; sevgi az kalır Anne'


Nurcan Taşkın

Yukarı

 Kahveci Şovalye : Kubilay Hersek


İnanılmayacak Kadar Gerçek Hayaller...( 1 )

29/12/2002 Bakü

Saat üç...

Gecenin içinde, yorgun ben. Hayatın, ben kişiliğine yaşattığı son beş yılın en acılı, en ağlatıcı ve en kahretsin dedirten günlerinden kopmuş, onca olaydan, hani o latifede adı geçen tereyağındaki kıl gibi sıyrılmış, çıkmış ben... Hazar Denizinin sonunu görmeye çalışıyorum. Ama, karşıda ne bir ışıltı var nede geçen bir geminin köprü üstü çakarı... Evimi özlüyorum, İstanbul'umu, boğazımı ve İstanbul'umun balığını.

....

Çocukluğum, pek çok erkek çocuğu gibi pilot olma hevesi ile geride kalmıştı. 16 lı yaşlara vardığımda , kalışta o kalıştı... Büyümüştüm artık, mavi gökler bana sadece bilet alıp binebileceğim uçak kadar yakındı. Olan olmuştu, hayaller gerçekleşememişti. Bir kere bile oto pilota bağlayamadan, bir kere bile tekerleri yerden kesemeden düşürmüştüm hayal taşıyan kargo uçağımı. Kısmet deyip nefes almaya ve yaşamın millerini geride bırakmaya devam ettim. Öyle ya, hayat; ben istemeden anlık senaryoları yazı veriyordu. Anlık ama ömrü değiştiren senaryoları...

Kahramanız ya!, esas oğlanız ya!... Uçamasak da göklerde, gönüllerde koca kanatlı insan olacağız ya!... Aksiyon senaryolarını bulup yalvaracağız ya! " Hocam ne olur baş rol" diye. Vel hasıl, sonunda Yaradan sunu verdi önümüze; " hiç tanınmayan ama senaryodaki her şeyi değiştiren adam olma" rolünü... Hiç tanınmayan jön nasıl jöndür demeden sazan gibi yazıldık "cast" a...
İnançlar, daha doğrusu inanılan ve olması istenilen gerçekler; eğer insanın içerisinde bir problem, bir çelişki ve bir savaş nedeni olarak algılanıyorsa, bunun kutsallığı üzerine, eline su dökülemeyen felsefecinin bile yapacağı bir yorum yoktur. Kutsallar özeldir. Kutsallar yürektedir ve orada doğup orada sessizce ölür. Yankıları her ne kadar göğe kadar ulaşıp, ulaştığı insanlarda "bu nasıl bir kutsal" düşüncesi yaratsa da sessizce orada doğduğu gibi ölür.

....

Saat üç buçuk atarken, gözlerimin alabildiği mesafeye kadar Hazar Denizinin sonunu görmeye çalışıyorum. Ama, karşıda ne bir ışıltı var nede geçen bir geminin köprü üstü çakarı... Evimi özlüyorum, İstanbul'umu, boğazımı ve İstanbul'umun balığını.
Beni buralara sürükleyen kaderime kızmalı mıyım yoksa, bana dünyayı değiştiren adam rolünü oynama fırsatını veren tanrıya dua mı etmeliyim... Bilemiyorum.

Yarın, tüm işlerimi bitirip, almam gerekeni alıp, bir memurun görevini yapmış olabilme sıradanlığı içerisinde evime dönmeliyim. Patrona " her şey tamam, bavullar apronda" demeliyim... Rahatlıkla söylemeliyim hemde... Kahramanlığım, beyaz perdenin önünde kimse beni seyredemeden bitmeli ve ben inançların yaşantısının fedakarlığını yapmaya devam etmeliyim. İçimdeki tek kişilik oyunu, iki kişilik izleyiciye oynamaya devam etmeliyim... Kendime ve patrona...
Bu nasıl bir senaryodur, bu nasıl bir baş roldür... "Ölümün dahi yaratacağı kahramanlık, iki kişilik senaryodaki insanlarca, ne derece bilinecek ve takdir edilecek demeden, perdenin kapanmasını beklemeliyim. Sessizce beklemeliyim.
Sonsuza dek...Susup beklemeliyim...

....

Yarın; anneme, kardeşlerime ve İstanbul'uma ve boğazıma kavuşacağım. Belki 2 yada 3 ay sürecek bir "yıllık iznim olacak" belki hiçbir izinli günüm olmayacak da... Yada, yarın belki hiç olmayacak... Yarının gelme ihtimali kadar, yarının asla olmaması olasılığını da öyle hissediyor ve kanıksıyorum ki içimde. Öyle öğrettiler çünkü, öyle yaşamaya ve baş rol oynamaya alıştırdılar.Bağlanmayacaksın, sevmeyeceksin ve asla aşık olmayacaksın.

Yarın, tüm esrarı ve finalin heyecanı ile benim önümde bir bilinmeyen. Tıpkı, tüm dünlerde olduğu gibi... Yarın olmadan hiçbir şeyi "tam olarak" bilemeyeceğim...Sonralarını da asla bilemeyeceğim gibi...

......

(Devamı, nefes aldığım ve klavyeyi önüme alabildiğim sürece var...)

(İş bu hikaye, yukarıdaki tarihte kaleme alınmaya başlanmış ve hissedilen rahatlıktan ötürü yayınlanmasına şimdi karar verilmiştir. Bu hikaye, "Günümüz" zamanında son bulan bir hikayedir. Kişiler, mekanlar yada adı geçebileceği düşünülen kurumların tümü ama tümü benim ve sizlerin hayal yeteneğinizle sınırlıdır ve dahi hayaldir...İş bu hikayenin yazımı aşamasında; edebi yada manzum kurallar gözetilmeden tek düzen ve hissedilen edebiyat kullanılmıştır ve kullanılacaktır da. Bu nedenle yapılacak imla ve edebi hatalara karşı söz edilecek eleştiriler konusunda sizleri uyarırım. Zira edebi kaygım, yazım aşamasında sadece imlaya dikkat etme çabasına yoğunlaşmak sınırında olmuştur. Olamamıştıksa da eleştiriler baş üstünedir.)

Kubilay Hersek
kubilay@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,578,578,578,578,578,578,578,578,57
              445 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 Dost Meclisi



Fotoğraf: Berrin Cerrahoğlu

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir.
Kahve Molası bugün 4.222 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 Tadımlık Şiirler


lâl ve gül

bilmediğim şarkıların ezgisine
karışıyor yazamadığım sözcükler
kronikleşti uykusuzluğum
böbreklerimdeki sancı kadar
usumda sarkaç gibi
yitik anılarımı saklayan
sinir uçlarıma asılı çan
tükendi direncim bağışla beni
neresine sığınsam
topu topu bir yalnızlığım var
geçtiğimiz alev kızıllığından
geriye kalan
lâl ve gül

sökemedim göçebe ağrıyı
esmer gecelerimden
şaklıyor susuşlarımda
kötü büyülerin kamçısı
intiharların şah dediği gerçek
bahar fırtınası -umutkıran-
yaralanan baktığım aynalarda
kendini gizleyen suretim
kırgın değilim
kalbimde gülden bir çizik
fetihten sonra terkedilmiş ülkeyim
anımsanan
aşk ve zûl

Emre Gümüşdoğan

Yukarı

 Biraz Gülümseyin




Çok koşmuş anlaşılan!...

Yukarı

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.polibo.com/ada_1024.htm
Polisan tarafından çocuklara yönelik hazırlanan zevkli ve eğlenceli bir web sayfası. Çocuğunuzun üye olmasını sağlayarak aktivitelerden faydalandırabilirsiniz.

http://www.recycleabicycle.org/
Bazı insanlar boş zamanlarında kitap okumayı, sinemaya gitmeyi, açık havada yürümeyi, resim yapmayı ya da minik uğraşılarıyla ilgilenmeyi tercih ederler. Ya boş vakitlerinizde Bisiklet tamir etmeyi öğrenmek istermisiniz. Bazıları öğrenmeye başlamış bile.

http://automobile.sitemynet.com/yeniler.htm
...Türkiye'nin ilk yerli otomobili, 1961'in zorlu koşullarında yalnızca dört buçuk ayda imal edildi. Türk Sanayisi'nde devrim niteliği taşıyan "Devrim" otomobilini yapan kurum ise TCDD oldu. İşte "Devrim"in inanılmaz öyküsü...

http://www.azizistanbul.com/
İstanbul hakkında bilmek isteyebileceğiniz pek çok bilgi için güzel bir bilgi kaynağı ...İstanbul’un birçok semtleri adlarını oradaki büyük camilerden almıştır: Beyazıt, Sultanahmet, Ayasofya gibi. Birçok semtlerin adı da orada oturmuş, ya da eser bırakmış kimselerden gelir. Ayrıca çeşitli tarihi olaylar, yapılar, çeşmeler de semtlere ad vermiştir...

akin@kahveciyiz.biz

Yukarı

http://kmarsiv.com/sayilar/20040323.asp
ISSN: 1303-8923
23 Mart 2004 - ©2002/04-kmarsiv.com
istanbullife.com
Kahve Molası MS Internet Explorer 4.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri