|
|
|
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 3 Sayı: 486 |
19 Nisan 2004 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Ne Güzel Bir Geceydi!.. |
İyi haftalar,
Cumartesi gecesinin devamı mıdır yoksa biri nazar mı etti bilemiyorum ama esneye esneye bir hal oldum. Rahmetli anneannem olaydı hemen karşısına koyardı beni başlardı okumaya. Okumasını severdim ama sonunda ki o tükürük faslına gıcık olurdum her seferinde. Ancak onu nasıl bir ilahi güç olarak görüyorsam, put kesilir öylece dururdum. Dua bittikten sonra başlardı silinme ve arınma faslı. Hey gidi günler heyy!.. Evet o günler için ''hey gidi günler heyy'' ama bu sözün Cumartesi gecesi uyarlaması ''Hey Yavrum Heyy!..''
İlk defa bir rekora imza attık. 40'ı bulduk 2 yaşgünümüzü kutladığımız yemekte. Birbirini ilk defa gören insanlar çoğunlukta olmasına rağmen sanki 40 yıldır tanışırmış gibi sıcacık 40 kahveci biraradaydık. Sürekli gülen, bıcır bıcır konuşan, çaydanlık tıkırtısıyla popstar orkestrasını bir tutup hiç oturmamacasına dans edip kahkahalar atan 40 tane güzel insan yanyanaydık. Aslında daha önce yaptığımız yemekli toplantılarımızdan farklı değildi. Yani kahveciler her daim oynamaya, gülmeye ve konuşmaya hazır. Gelemeyenler epeyce şey kaçırdı söyliyeyim. Bu sefer bir değişiklik yapıp birkaç resmi sizlerle paylaşacağım. Bugün değil elbet. Ama fotoğraflar elime geçer geçmez. Herkes mutluydu ama aralarında biri vardı ki, ayakları bir karış havada dolaştı durdu. O kim miydi? Bendim tabi. Çok mutlu oldum çok. Hepinize çok teşekkürler. O gece çokça tekrarladım ama gene söyliyeceğim. Aldığım gaz bana 6 ay yeter de artar. Şu göz kapaklarımı da idare edecek bir mekanizma buldum mu bu iş tamam demektir. Şimdilik hoşçakalın, benim gidip gözkapaklarıma masaj yapmam gerekiyor. Yarına birşeyciklerim kalmaz. Ayaklarım yere değer, biz de gündemi ucundan bucağından yakalarız Allah'ın izniyle!..
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
PASTORAL EFEMER : Zeki Yıldırım |
BİLİM ve BİLİMSEL YÖNTEM
"Uzun yaşamımda öğrendiğim bir şey var: gerçeklikle ölçüştürüldüğünde tüm bilimimiz ilkel ve çocukça kalmaktadır - ama gene de sahip olduğumuz en değerli şeydir, bilim!" Albert Einstein.
Ülkemizde, zaman zaman çeşitli platformlarda bilim, bilimadamları ve aydınlar üzerine hiçte hoş olmayan, suçlayıcı, aşağılayıcı konuşmalar yapılmakta, yazılar çıkmaktadır. Neredeyse bilim adamları, aydın insanlar hortumcularla, köşe dönücülerle, magazin dünyasını ucuz kahramanlarıyla yan yana getirilir oldu. Gerçi bu konuda kolayca malzeme olarak kullanılan insanlar çıkmadı değil. Bu kurguyu gerçekleştirenlerin öne çıkardıkları ise, o kişilerin bireysel özellikleri ve tutarsızlıklarından öte, bilimsel kimlikleri ve konumları oldu. Bilim de, bilim adamı da ve aydınlarda her ağızda kolayca çiğnenebilecek ucuz sakızlara dönüştü. Böylece, bu konuda fazlaca bilgisi ve düşüncesi olmayanlarda da bilime ve bilim adamlarına duyulan sempati ve güven azaldı. Son yıllarda sadece bir dönem bilim ve bilim adamlarına pozitif ilgi oluştu. O da maalesef ki çok elim bir olaydan sonra, büyük can ve mal kaybına yol açan depremlerden sonra oluştu. Bu süre boyunca bilim ve bilim adamlarının seslerini cılızda olsa duyabildik.
Ne yazık ki hala çağdaşlık yolunda ilerleyen ülkemizde işlek karayolları boyunca "Bel fıtığı çekilir, üfürülür, tükürülür" yazılarına rastlanılmaktadır. İnsanların önemli bir bölümü hala falcılardan, büyücülerden, çoban doktorlardan (!), kırık-çıkıkçılardan medet ummaktadırlar. Bu ülkenin bilim adamları da, tabipler odası da, eczacılar odası da olanları kabullenmişçesine sessiz kalmaktadırlar. Büyücüler, cinciler, falcılar, astrologlar, bilimsel onurlarını üç kuruşa değişen, bilimsel hüviyetlerinden başka bir şey veremeyen bu bilim dışı kişiler, film adamları ortalarda cirit atmaktadırlar ve medyada yükselen değerler olarak pırıl pırıl parlatılmaktadırlar. Bütün bu olup bitenlerin aslında bilimle, bilim adamlarıyla hiçbir ilgisi yoktur. Bir düşünsek bu ülkenin kurucusu büyük insan Atatürk "Ben miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım ilim ve akıldır... Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akılı ve ilmin (bilimin) rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçılarım olurlar." Diyerek bilimin nesnel gerçekçiliği ve önemini işaret etmiştir. Hem de bundan onlarca yıl önce. Yani 1930 lu yıllarda ve dünyada bilim ve bilimsel düşüncenin sadece belirli bir ülke ve azınlığın tekelinde olduğu bir dönemde. YIL 2004, evet 2004 yılında yaşıyoruz. Yaşananların nedenlerini sıralamak, çözümlemek zor değil elbet. Yazımın amacı kısacada olsa bilimi anlatabilmek ya da ne olmadığını ortaya koyabilmek.
Bilim nedir sorusuyla devam edelim. Bu konuda yazıları ile bilimin aydınlık yolunu bizlere gösteren ve sevdiren yetkin yazarlarımızın görüşlerini bir araya getirelim. Bilim üzerine farklı disiplinlerde, farklı formal tanımlamalar yapılmaktadır. Bununla birlikte ortak ve genelleyici bir tanımlamaya varılabilir. En basit bir tanımla bilimin ne olup ne olmadığını ortaya koymaya çalışalım. Bilim kolayca açıklanmaya elveren tekdüze bir etkinlik değildir; olgu-kuram bağlamında çok yönlü, karmaşık bir olaydır. Bilimin, ussal ve nesnel boyutları yanında, değer yargısı, yaratıcı imgelem, hatta düpedüz duygusallık içeren boyutlan da vardır. çoğu kez bilim bir bilgi birikimi ya da düzenli güvenilir bilgi olarak tanımlanır. Bu yüzeysel bir anlayıştır. Bilime bir yanıyla düzenli, güvenilir bilgi olarak bakılabilir, kuşkusuz. Ama, "bilim" dediğimiz etkinliğin asıl özelliğini ürettiği bilgiden çok bilgi üretme yönteminde aramalıyız. Bilim özünde bir "arayıştır; gerçeği bulmaya, olgusal dünyayı açıklamaya yönelik bilişsel bir arayıştır" genellemesi en çok kabul gören ortak görüştür. En yalın bir şekilde tanımlandığı üzere bilim teoloji ya da herhangi bir ideoloji türünden "yanılmaz" lığı içeren bir öğreti değildir; tutarlılık ölçütüne bağlı bir sınama-yanılma, yanılgıyı ayıklama sürecidir. Olgusal yoklanmaya, ussal eleştiriye kapalı hiçbir ilke ya da varsayıma bilimde yer yoktur. Bilim bir inanç dizgesi olmadığı gibi, sanat gibi spontane bir yaratıcılık da değildir. Gelişmesi bir yanıyla gelişmeci atılıma, kavramsal açılıma dayanan bilim birikimseldir; özellikle güvenilir gözlem ve deney sonuçlan belli dönem ya da yaklaşım biçimlerine göreceli değildir.
Bilimin yenilenmeye açık dinamik yapısı en önemli özelliğidir. Ancak belirli bir ölçüde de tutucu olduğu söylenebilir. Pek çoğumuz için alışık olduğumuz bir inançtan, koşullandığımız bir ideolojiden kopmamız ne denli zorsa, bilimde de yerleşik bir varsayım ya da kuramı değiştirmek o denli güçtür. Güçtür, ama, bilim tarihinde örnekleri az olan bir olay da değildir. Bilim bir yanıyla normlara bağlı kurumsal bir etkinliktir, kuşkusuz; bilim adamları çoğunluk çalışmalarını bu normlar çerçevesinde sürdürürler. Hemen ekleyelim: teknoloji, bilimin pratik uygulaması olmakla birlikte, bilim değildir. Aynı şekilde, tüm soyut kavramsal yapısına, günlük yaşam pratiğinden uzak tutumuna karşın bilime temelde sağduyunun daha düzenli ve tutarlı bir uzantısı diye bakılabilir. Ne olağanüstü yetenekli küçük bir kesime özgü, ne de ortalama kavrayış gücümüzü aşan gizemli bir etkinliktir. Bilimi ayrıca astroloji, parapsikoloji, frenoloji türünden uğraşlarla da karıştırmamak gerekir. Bu tür uğraşlar ne amaçlan ne de yöntemleri açısından bilim sayılabilir. Amaçları gerçeği tanımak, güvenilir bilgi üretmek değil, insanları birtakım "uydurma" açıklamalarla oyalamak, aldatmaktır. "Sahte bilim" denen bu uğraşıların olgusal yoklanmaya elveren, ussal eleştiriye açık hiçbir sonucu gösterilemez. Bilime, "doğayı, özellikle doğaya ilişkin kuram ya da beklentilerimizi, sürekli sorgulama etkinliği" diyebiliriz. Bilgi arayışı ise, günlük sorunların dürtüsünden çok, kimi bireylerin olup bitenleri salt öğrenme, anlama ve açıklama merakından kaynaklanan bir arayıştır.
Genel hatları ile kavramsal olarak açıklamaya çalıştığımız bilimin ve bilimsel düşüncenin yaşama uyarlanması nasıl olmalıdır, bilimsel tavır ve bilimsel yöntem nedir ? Yine bilim adamlarının araştırmalarda kullandığı temel bilimsel yöntemi yaşamımıza uyarlayabilirmiyizin cevabı "kolayca evet"dir. Bunu basit bir örnekle açıklayalım: Her ay düzenli olarak sabunlar satın almaktayız. Sabunları satın alırken dikkat ettiğimiz öncelikler nelerdir bir düşünelim. Reklamlar, indirimli fiyatlar, görünümleri, ambalajları, kokusu, kimlerin kullandığı. Ayrıca bütün bunlar bizi ne kadar etkilemektedir ? Çok büyük oranda dediğinizi duyar gibiyim, ki bende bir tüketici olarak büyük oranda bu özellikler dahilinde alış veriş yapmaktayım. Bir okuyucum "ben öncelikle kalitesine bakarım" demiş olsun (örneğin dostumuz Beyhan). Hemen bizde "kalitesini nasıl anladığını, bunun için gözlerinde ya da ellerinde çeşitli analiz cihazları taşıyıp taşımadığını" sormalıyız. Sevgili Beyhan ne cevap verir bilmiyoruz ama biz onu, yapmıyor kabul ederek bu tür bir niteliği anlamanın hiçte zor olmadığını (şayet yapmıyorsa) söyleyip, kanıtlayabiliriz. Örneğin Beyhan, ona kısaca Bn.B. diyelim, aylık olarak asgari 4 kalıp banyo sabunu, 10 tanede el ve günlük kullanım sabunu satın almaktadır. Bn. B. artık evi için en uygun sabunun ne olduğunu bulmak istemektedir. Bunun için evindeki ansiklopedilerden veya internet ya da kütüphanelerden sabun ile ilgili sayfalar dolusu bilgiler bulup, bunlarla donanabilir. Daha sonra markete gidip, ihtiyacı olan sabunları satın alır. Eve geldiğinde, satın aldığı sabunlar ile ilgili olarak mutfağındaki gözlem ve inceleme listesine kayıtlar düşmektedir. Bu inceleme ve gözlemler günlük kullanımlar süresince de sürdürülmektedir. Neler incelenmektedir: sabunların köpürme düzeyi, temizleme gücü, erime düzeyi, cilde etkisi, fiyatı, kokusu vb. Sonuçlar oluşturulan listeye kolayca işlenip kayıt altına alınabilir. Sabunları yarı yarıya iki farklı, yada tümünü farklı alarak birçok markayı kolayca test edebilmektedir. Çok değil iki -üç ay içerisinde Bn. Beyhan kendisi ve ailesi için en ideal (fiyat, kalite, kullanım) sabunu bulabilir. Bu tür bir gözlem için artı masraf olarak sadece bir adet A4 kağıt ve kurşun kalem olabilir. Aynı testi şampuan, parfüm vb. bir çok madde için yapabilir. İşte bilimsel düşüncenin yaşama uyarlanması.
Bu tür bir çalışmayı öğrencilerime bizzat uygulatarak, bilimsel düşünme yollarının geliştirilmesi ve bilimsel yöntemin yaşama uyarlanmasında kullanmaktayım. Bu tür bir inceleme ve testi yapan öğrenciler çalışmayı hep büyük bir keyifle sürdürmekteler, hem de uzun süreçte kazançlı çıkmaktadırlar. Ayrıca bu yöntemi yaşamlarının bir çok aşamasında kullanmaya başlayacaklarının ilk ışıltılarını sergilemektedirler. Bir düşünün satın aldığı tüm tüketim ürünlerine yaklaşan insanların çoğalması, bu tür bir yöntemi yaşamın bir çok alanında kullanmaya başlamaları yaşamımızı ne kadar olumlu yönde geliştirirdi.
Evet Einstein'in dediği gibi "… sahip olduğumuz en değerli şeydir, bilim!" tabi ki onu daha iyi anlayıp yaşamımıza uyarlayabildikçe…
Zeki Yıldırım
zekiyildirim@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Kahvecigillerden : Zeycan Irmak |
-giden aşklara-
Her giden bende bir çizik bıraktı. Duvara atılan bir çentik gibi. Bazen yer yer kırmızıya çaldı çizikler, geçmişi düşünüp anımsadığımda. Bazen soldu renkleri, karıştı duvarın çatlakları arasına. Ama mutlak bir iz... surata atılan faça, elde kalan sigara yanığı, ciğerime çöken ağılı acı...
Her gidene ben, kendimden bir parça verdim. Verdiğim her parçada biraz eksildim. Yarımlandım, çeyreklendim, küçüldüm kendime, yeri geldi hiç kalmadım. Her giden benden bir şeyler götürdü cüzdanının bozuk para gözünde. Onlara göre o kadardı ya da belki tam tersi. Haber aldım kimilerinden, arkadaş oldum kimileriyle. Dertlerini dinledim yeri geldi, gözünün yaşını sildim. Ben onlardan koptuğumda ve onlar beni alıp alıp götürdüklerinde yanlarında; cüzdanlarında sakladıkları o küçük objeye takıldı hep gözleri. Anımsadılar. Gülümsediler, öfkelendiler, hüzünlendiler, anılara dalıp gittiler. Ve aradılar beni her yeni gelende. Saçlarımı aradı kimi, kimi gözlerimi, kimi bakışlarımı, kimi yaz kış üşüyen ellerimi aradı. Bana benzetmek istediler benden sonra hayatlarına giren insanı; "saçını şöyle yapsan, mavi sana çok yakışıyor, mavi giysen, ellerin üşümez mi hiç senin" dediler. Bilemedi yanında duran insan.
Hele bir tanesi belki de hayatımın teki ve aslında benden en büyük paydayı alıp götüren, beni bana bırakmak istemeyen, habis sanrılarla kıvranıp duran, bana kalan yaşamımda varlığını idame ettirmeye çalışan, kara çamur yağmurlar gibi üzerime yağmaktan kendini esirgemeyen; eşyamı, rengimi, kokumu, emeğimi, canımın yongasını, ona kalan yarım hayatımı paylaştı yeni gelenle. Bana değil, ona yapılmazdı bu. Haksızlıktı bu. Yazıktı bu...
Aradıklarının bende olduğunu bile göre bıraktılar beni yolun orta yerinde. Gücenmedim. Kin gütmedim. Yoksunmadım. Aradıklarını bulamadıklarında çıldırdı kimi, kimi kabuğuna çekildi... halbuki bilemediler ki bende olan somut değil, soyut, salt sevgiydi...
Her giden peşinden sürükledi beni de. Sevgimi sunmaktan, kapılarımı sonuna kadar açmaktan gocunmadım. Öyle çok verdim ki kendimden, ne olduğumun hesabını yapmadım. Ne var ki almaya gelince nankördür insanoğlu, alışkanlıklarını değiştirmekte zorlanır. Verdikçe daha fazlasını istedi, daha çok verdim bende. O nereye gitse, gölge gibi peşinden seyirdim. Git dedi gittim, gel dedi geldim, sev demesine vakit tanımadım, sevmesine fırsat vermedim. Sonunda ben bana bakakaldım. Dımdızlak. Çırılçıplak yüreğimle.
Şehrin en kalabalık caddesinde, bir kış ikindisi, güneş ısıtmasa da göstermiş hafiften yüzünü, annemle yürüyoruz. Koluna girmişim. Tutunmuşum bir nebze, koluna sığınmış, asılı kalmışım annemin. İçimdeki tüm değerler yıkılmış o gün. Kum saatim tersine akmaya başlamış. "Anne..." diyorum, sol elimi göğsümün üzerine koyup, bakıyor yanımda "Anne, tam şuramda gedik açıldı bu gün. İçimden hava geçiyor. Biri pompalı tüfekle ateş etti bana, görüyor musun, aynı Terminatördeki gibi, kocaman delikten arka tarafı görebilirsin dikkatlice baksan. Tıpkı şehrin, yıkık dökük kalıntı surları gibi, devrilmiş kalmış sol yanımda ne varsa. Leşle beslenen mahlukat üşüşmüş başıma." Ağlamıyorum ilk defa. Gözleri dolu dolu annemin. Yutkunuyor. Ağlamayı unutuyorum uzun zaman.
İçimdeki o koca delik kapanmak bilmiyor. O günden sonra üçüncü kışı yaşıyorum ben. İlk gidenin ardından yaşananlar kalan ömrümün her safhasına çise çise dağılıyor. Yemeğe konan bir çimdik tuz gibi, yaram ne vakit kanamaya soyunsa tuz değiyor, kavruluyor.
Her giden, gittiğine bin pişman dönüyor. Ve ben bin beter üşüyorum, onları gururlarından arınmış ezik büzük gördüğümde. İnsan onurunu başkasının ayağına sermemeli. İnsanlığından olur. Bense gidemiyorum. Dönemiyorum. Ardıma bakamıyorum. Susuyorum ve yürüyorum hep. Başım önde.
Her giden bende derin izler bırakıyor. İçimdeki delikten rüzgârlar geçiyor, uğulduyor. Kortej halinde yalnızlıklar, buhranlar, uykusuzluklar resmi geçidine tanıklık etmek zorunda kalıyorum.
Gidenlerin ardından yas tutup ağlayamıyorum...
Zeycan Irmak
Yukarı
|
Şifacı Kahveci : Ayşe Nur Doksat |
ELBETTE
Elbette.
Kavuşacağız bir gün.
Elbette.
Bunca yaşımıza biriktirdiklerimiz soylu bir teslimiyeti doğuracak bizde.
Elbette.
Ben sana sen bana en nadide demetleri sunacağız.
Elbette.
Aşık olacağız bir gün birbirimizin akışına.
Elbette.
Uçurumların en kenarında dolaşacağız.
Elbette.
Birbirimize en ıslak öpücükleri sunacağız.
Elbette.
Sevişirken dolanacak bacaklarımız birbirine.
Elbette.
En el değmemiş yanlarımıza sözlerimizi bulaştıracağız.
Elbette.
Sabah olacak bir gün.
Elbette.
Akşamına uyanacağız.
Elbette.
İkiz doğuracak bir ana.
Elbette.
Biz bunu tekiz sanacağız.
Elbette.
Bir gün.
Bir sabaha uyanıp...
Neye uyandığımıza şaşacağız.
İşte o günün sabahında...
Sen bana ben sana susup susup susayacağız.
Geçmiş ola.
Elbette.
ANur anur@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Kahvecigillerden : Oktan Erdikmen |
Yüz Bin Kişilik Beşik..
Kitlelerin afyonu, kapitalizmin pazarı, eğlenceli bir oyun ya da toplumsal muhalefet aracı.. Kim ne derse desin, insanları bir araya getirmek için en etkili yol, futbol..
MÖ. 2697’de Huang Ti Dönemi’nde Çin askerleri savaşa hazırlık amacıyla Tsu Chu adında bir oyun oynayıp futbolun temellerini atarken; 8.Yüzyılda Anglosaksonlar zaferlerini kutlamak için Viking Şefi’nin kafasını tekmeleyerek sokaklarda dolaşırken ya da 1879’da transfer bedeli olarak daha iyi bir iş alan İskoçlar Glasgow’dan Darwen’e gelirken; futbolun bir gün, milyarlarca doların döndüğü bir siyasi mücadele aracı olarak milyarlarca insanı peşinden sürükleyebileceğini düşünmüşler midir bilinmez, ama bilinen bir şey, bu oyunun dünyayla birlikte değişip, yağmurlu havalarda mumla sıvanan hayvan derileri içindeki bez parçalarının yerini apayrı bir sanayi dalının ürünlerine, rüzgardan etkilenmeyen toplara bırakırken, insanlar üzerindeki etkisinde en küçük bir değişme olmamasıdır.
İspanya diktatörü Franco, ‘Yüz bin kişilik bir uyku tulumu yapın’ dediğinde Real Madrid için Barnebeau Stadı inşa edilirken; Arjantin’de Videla ve Portekiz’de Salazar da aynı taktiği uyguluyordu: 3 F: Futbol, fiesta ve fado..
Franco ülkesini on yıllarca futbolla yönettiğini söylerken, muhalifleri tahliyeden hemen sonra Bilbao maçlarına koşuyordu. Her grup belki de güçlünün her zaman kazanamadığı tek yer olan statlarda kendini ispatlamaya çalışıyordu. Almanya’da Pauli; İspanya’da Ossasuna, Bilbao; Britanya’da Manchester, Celtic; İtalya’da Fiorentina, Atlanta ve aristokrasinin Lazio’suna karşı halkın Roma’sı.. Zengin fakir rekabetini statlara taşıyan bu oyun öyle bir hal alıyordu ki hem iktidarın baskı aracı hem de ezilenlerin isyan simgesi olma misyonunu, aynı anda taşıyabiliyordu..
11 kulüp yöneticisi, modern futbolun beşiği İngiltere’de, 1863 yılında, Londra Queen Caddesi’ndeki Free Maso’nun meyhanesinde bir araya gelerek İngiltere Futbol Federasyonu’nu kurdular. Türkiye’ye 19.Yüzyılın ikinci yarısında tütün ve pamuk ticaretiyle uğraşan ve belli başlı liman kentlerine yerleşen İngilizlerin getirdiği futbol, kısa sürede saray tarafından sakıncalı görülecek ve ‘müslimlere’ yasaklanacaktı. Öte yandan Kurtuluş Savaşı yıllarında Fenerbahçe’nin azınlık ve işgal takımlarını birer birer yenmesi ülkede kısa süreli bir bayram havası estirirken, İsmet Paşa Lozan Antlaşması’nı imzalamak için çıkmadan Fenerbahçe’nin İstanbul’dan göndereceği galibiyet haberini bekleyecek ve aldıktan sonra gidecekti.
Küresel dünyada ezilenlerin en önemli silahı olan futbol, Türkiye'de, içinde bulunduğumuz karamsar tabloda biraz olsun sevinmek için de kullanılıyor. Nihat’ın İspanya’da, Emre’nin İtalya’da kazandığı başarıları tüm Türkiye göğsünü gere gere izlerken, milli takımın ve Galatasaray’ın son zamanlardaki başarılarının yurtdışında daha coşkulu olmak üzere abartılı bir sevinçle kutlanılması, bir an için de olsa ‘galip’ kimliğinin takılması değil de nedir? Romalılar Lazio’nun, Madridliler Barcelona’nın mağlubiyetlerini sokaklarda kutlarken bizde böyle bir şeye kalkışanların en başından vatan haini ilan edilmesinin nedeni ne olabilir? Türk insanı ülkesinde ve dünyada siyasi ve ekonomik yarışa giremediği hatta bundan umutlu bile olamadığı için futbolu çok önemsiyor. Çünkü ‘taraftarlık’, saf tutma, bir şeye körü körüne inanma, sosyal yapımıza çok uygun, çabasız elde edilen, bedava bir kimlik..
Sorunlarından kurtulup doyasıya sevinmek için takımının galibiyetini bekleyen insanlar, en yakın arkadaşlarını maç çıkışı karşı tarafta gördüklerinde bir an için can düşmanı olabiliyorlar. Öte yandan, önemli zamlar da Fenerbahçe - Galatasaray maçları sırasında yapılıyor. Siyasi başarısızlıkların üstü futbolla örtülüyor. Ancak bu yalnızca Türkiye’ye özgü bir durum değil. Çünkü futbolun uyuşturucu etkisi yapısından değil, kullanıldığı ortamdan kaynaklanıyor. Zira, olayın biraz dışında kalan ABD’de aynı görev basketbol ve beysbol arasında paylaştırılıyor.. Futbolun üzerindeki siyasi baskı da cabası. Mesut Yılmaz’ın, Mehmet Ağar’ın devreye girerek Galatasaray maçlarının hakemlerini değiştirmesi; Fenerbahçelilerin Panathinaikos maçında açtığı ‘1453’ten Beri İstanbul’ pankartı; yine uluslararası maçlarda açılan KKTC bayrakları ve bitmek bilmeyen şike iddiaları..
Bugün, futbolun yalnızca bir afyon olmaktan çok daha öte anlamlar taşıdığı anlaşılmış durumda. Yaygınlığı şüphe götürmeyen, entelektüel kesimin de ilgi duyduğu bu sporun gücünün fanatizmden kurtarılması, böylelikle oyunun güzelleştirilmesi gerekir. Her türlü çirkinliğine ve bütün bunları herkesin bilmesine karşın futbol, gelecekte de yaşamımızı şekillendirmeye devam edecek gibi görünüyor. Çünkü gariban insana güçlü bir takımla bütünleşme ve başarısını paylaşma imkanı veriyor. Ancak özellikle Türkiye, aynı başarıları diğer alanlarda da yakalamaya çalışmak istemezse; insanlar bu rüyadan çok çabuk uyanabilir. Çünkü futbol sorunları erteleyebilse de, unutturamaz..
Oktan Erdikmen
Yukarı
|
Kahvecigillerden : Gülcan Talay |
14 Yıl Başkasıydım...
1. Bölüm
Elena 1969 yılının Eylül ayında dünyaya gelmişti. Öyle güzel mavi gözleri vardı ki, onun gözlerine bakan, bir kumsalda oturmuş uçsuz bucaksız bir denize bakıyor gibi hissediyordu kendini... Ve o altın sarısı saçları.
- Hadi Elena, okula geç kalacaksın...kalk artık.
- Tamam...kalkıyorum anne. Günaydın!
Annesinin ısrarıyla kalktı yatağından, yanağına bir öpücük kondururken. Annesi Rosa çok güzel bir kadındı. Ne var ki, yılların kendisine tattırdığı acılar yüzüne yansımıştı. Çok zayıf ve solgun yüzü, nasırlaşmış elleri hayatın ona verdiği kötü hediyelerdi. Babası Fredik inşaat işçisiydi. Oda annesi gibi çileli bir yaşam sürmüştü. Henüz 40 yaşında olmasına rağmen, saçındaki siyahlar zorlukla seçilebiliyordu. Her gün erkenden işe gidebilmek için evden çıkıyor, geç saatlerde dönebiliyordu... Evine birkaç kuruş fazla para getirebilmek için. Zengin değillerdi, ama onların birbirlerine olan sevgileri tüm zenginliklere bedeldi kendilerince. Elena' nın bir de abisi vardı. Jack uzun boylu, yakışıklı bir gençti. Siyah saçlarını babasından, ela gözlerini annesinden almıştı. Mahallenin genç kızları o evden çıkar çıkmaz camlara üşüşürdü, o ise kimselere yüz vermezdi.
Oturdukları ev Zürih kentinin küçük kasabalarından Tübingen' deydi. Abisi Jack kasabadaki tek devlet okulu olan Zurüczu Den Sternen' de lise 2.sınıf öğrencisiydi. Elena ise, kentin en ünlü okulu olan College Saint Michel' de okuyordu. Bildiği kadarıyla bu okulda okumak için çok para ödemek gerekiyordu. Babası kendisine zengin bir adamın burs verdiğini söylemişti, orada nasıl okuyabildiğini açıklamak için.
Kitaplarını aceleyle çantasına doldurdu. Okul servisi kornasını çalmaya başlamıştı... Koşarak çıktı evden. Henüz orta öğretimin son sınıfında okuyordu. Derslerinde çok başarılıydı. Yarı dönem bitmemesine rağmen, okulu birinci olarak bitireceği şimdiden kesindi. Zil çaldığında içeri gelen Fen öğretmeni Bay Steven idi.
- Günaydın...çocuklar, bugün sözlü var! Hazır mısınız bakalım?
Sırayla sorular sormaya başladı. Sınıftaki öğrenciler soruların kimini biliyor, kimini bilemiyorlardı. Elena' nın her soruda eli havaya kalktığı halde, henüz soru sormamıştı. Çünkü bildiğinden emindi. Sonunda üç seferde de yanlış cevap veren öğrencileri, tek ayak üstünde ayağa dizmişti öğretmen. Oturan sadece Elana kaldı.
- Bir soru daha soracağım. Bilenler yerine oturabilir.
Hiç kimse yanıtı bilemedi. Bu kez Elena' da parmak kaldırmadı. Sorunun cevabını oda bilmiyordu. Parmak kaldırmadığını gören arkadaşları söylenmeye başladı; " Bay Steven, Elena' ya da sorun, ona ayrıcalık yapıyorsunuz." dediler hep bir ağızdan.
- O biliyor, sormayacağım çocuklar.
Jimmy öne atıldı, savaş kazanmış bir cengaver edasıyla. Sürekli Elana ile yarışmaktaydı... Ve ilk defa öne geçtiğini düşündü.
- Ama öğretmenim, ona hiç soru sormadınız...Neden?
Bay Steven öğrencilerin ısrarları üzerine Elana' ya döndü. Ne yapacağını bilmiyordu Elena. "Rezil olacağım." diye düşündü. Maratonun sonuna kadar gelmiş ve finişe geldiği anda ayağı burkulan bir yarışçı gibi hissetti kendini.
- Evet, Elana...soruyu yanıtlayabilecek misin? Yeniden sormamı ister misin?
Elena ayağa kalktı... Suskundu... Kalbi yerinden fırlayacak gibiydi ve dizleri artık vücudunu taşıyamıyordu. Birden kendine geldi, ağzından birkaç kelime döküldü istemi dışında.
- Gördünüz mü çocuklar? Ben size bildiğini söylemiştim.
Evet soruyu doğru bilmişti. Yerine otururken hala çok şaşkındı. Yarışın bitimine az kala burkulan ayağını şifalı bir el iyileştirivermişti. Arkadaşlarının yüzüne baktı... Hepsi, özellikle Jimmy çok utanmıştı. Oysa hepsi Elena' yı severdi. Lakin başarısını kıskanmıyor değillerdi. Ceza olarak ders bitimine kadar ayakta kaldılar.
Teneffüs olduğunda peşinden hızlı hızlı gelen Philip idi. Philip okulun en yakışıklı öğrencisiydi...Bütün kızlar hayran bakışlarını ondan kaçıramıyordu. O ise Elena' yı seviyordu. Elena henüz onun duygularına karşılık vermemişti. Elena kadar güzel mavi gözleri vardı. Gözlerinde bazen bir okyanus, bazen bulutsuz bir gökyüzü vardı, uçsuz bucaksız. Bütün kızlar Elena' ya " Kızım sen deli misin? Philip beni sevecek, ben hayır diyeceğim. Delisin sen." diyorlardı. Bir süre sohbet ettikten sonra sınıfına doğru yürüdü. Meraklı bakışlarla Elena' ya doğru gelen Sara idi. Philip' in en büyük hayranı... Elana' yı çok sevmesine rağmen onu bazen kıskanıyordu ve bunun için kendisine çok kızıyordu. Sara; kızıl kıvırcık saçlı, çilli, ela gözlü bir kızdı. Bir başkasını çirkin bir surata dönüştüren o çiller, Sera' nın yüzünde sanat şaheseri bir eserin tualine yayılmış renkler kadar güzel duruyordu.
Okul bittiğinde arkadaşları ile oyalanmadan eve gitti. Annesi ile pazara gidecekti ve geç kalmak istemiyordu. Zaten kendileri için sürekli didinmesine üzülüyordu. Kapıyı açarken, içerden çalan telefonun sesini duydu ve çantasını bir köşeye fırlatıp, telefona uzandı.
- Merhaba Elena...Nasılsın?
Telefondaki sesi tanımaya çalıştı, ama bir türlü hatırlayamadı. İçinde tuhaf bir his belirdi. Tanımadığı bu ses, içinde garip bir heyecan ve sıcaklık uyandırmıştı. Çok tatlı, sıcak bir sesi vardı telefondaki bayanın.
- Ben annenin eski bir arkadaşıyım...adım Selma. Yakında ziyaretinize geleceğimi Bildirmek için aramıştım.
"Peki annem gelince kendisine bildiririm. İyi günler" derken telefondaki sese, hala elleri titriyordu. Neden bu kadar heyecanlandığını sorsa da kendine, bunun yanıtını bulamadı. Kapı açıldığında içeri giren annesiydi. Elinde pazardan aldığı sebze ve meyve poşetleri ile içeri girerken bitkin bir hali vardı. Yardım etmek için annesinin yanına koştu;
- Anneciğim...yine benim dönüşümü beklemeden gitmişsin. Çok yoruyorsun kendini.
- Yok kızım yorulmadım. Hem sende bütün gün okulda kafa yoruyorsun. Bir iki poşet işte.
- Biraz önce Selma diye bir bayan aradı. Eski bir arkadaşın olduğunu söyledi. Hiç bahsettiğini duymamıştım daha önce. Yakında ziyaretimize gelecekmiş.
Rosa hanımın elindeki poşetler yere düşerken, bitkin yüzü birden bembeyaz oldu. Ayakta durmakta zorlandı. Elana " Anneee! Neyin var otur şöyle." diye haykırırken sadece tansiyonu düştüğünü bahane etti. Nedense Elena buna inanmadı. Annensinin gözleri Selma der demez yerinden fırlayacak gibi olmuştu. Şimdi merakı daha da artmıştı... Lakin annesinin bitkin haline baktıkça kim olduğu konusunda daha fazla ısrar edemedi.
2. Bölüm
Kapı çaldığında Jack kapıya koştu... Gelen postacıydı. Elindeki telgraf yazısını uzattı " İyi günler...Şurayı imzalayın lütfen" derken.
- Telgraf gelmiş... Selma Öztürk diye birinden.
Annesi ileri atıldı ve hemen elinden aldı. Benzi yine kül gibi olmuştu. Telgrafı tuttuğu eli titriyordu. Göz ucuyla hızlı bir şekilde okudu.
- Ne yazmış hayatım. Umarım kötü bir şey yoktur.
- Selma yarın bize geliyormuş Fredik Onu bildirmek için yazmış.
Rosa hanımın gözleri dolmuştu. Dokunsalar ağlayacak gibiydi. Elana önce çok sevindiği için böyle olduğunu düşündü. Sonra babasının yüzünde de annesindeki gibi tedirgin bir ifade görünce şaşırdı. Anne ve babasını bu kadar tedirgin eden bu kişi kimdi? Kimdi bu kadın?
Rosa odasına gittiğinde Fredik henüz uyumamıştı.
- Ne yapacağız. Gelmeden söylesek mi Fredik?
- Hayır...bence her şeyi anlatmayı ona bırakmalıyız. Ters bir etki yapmayalım. Üzülme Lütfen. Bugünün geleceğini biliyorduk hayatım ve geldi işte. Elden ne gelir ki?
Şefkatle eşine sarıldı...Alnından öptü. Fredik uykuya daldığında Rosa hala düşünceliydi. İçinden " Ben ne yapacağım şimdi? Bu duruma basıl katlanacağım? Tanrım bana yardım et!" diye yakarmaya başladı. Sabah olduğunda hala bir damla uyku girmemişti gözüne. Erkenden kalktı. Fredik te uyanmıştı. Eşinden işe gitmeyip, kendisine destek olması için yanında kalmasını rica etti. Tüm dualarına rağmen, kaderle yüzleşme vakti gelmişti sonunda.
Selma saat dört buçukta geldi... Elinde hediye paketleri ile. Elana' ya bakarken gözleri doldu. "Tıpkı babasına benziyor" diye geçirdi içinden. Bir süre hep birlikte sohbet ettikten sonra, Rosa hanım baş başa konuşmak için mutfağa götürdü Selma'yı. Bir fincan çay uzattıktan sonra, bir sigara yakıp yanına oturdu.
- Onu götürmeye mi geldin Selma?
- Hayır... Henüz değil. Aniden söyleyerek onun tüm hayatını değiştiremem. Yakında bir otele yerleştim bir süre için. Bu dönemde sık sık gelir onu görürüm. Bana alıştığında, uygun bir fırsatta söyleyeceğim...Şimdi değil. Seni üzdüğümün farkındayım. Ama bir gün onu alacağımı sende biliyordun. Her şey için, bana yardımların için sana çok borçluyum Rosa.
- Onu çok seviyorum...Buna nasıl dayanırım bilemiyorum. Bu kadar zor olabileceğini düşünmemiştim o zamanlar...
İki kadın karşılıklı bir süre sessizce ağlaştılar. Rosa hanım kızından ayrılacağı için, Selma ise Elena' ya kavuştuğu halde hem mutluluktan, hemde Rosa adına üzüldüğü için ağlıyordu.
Dostlukları genç kızlık dönemlerinde karşılıklı evlerde otururken başlamıştı. Selma İşviçre'ye işçi gelmiş bir Türk ailesinin kızıydı. David ile tanışmaları bu dönemlere rastlıyordu. David onu ilk gördüğünde berrak gülüşüne, saflığına karşı koyamamış, delice aşık olmuştu. Uzun süre çabaladıktan sonra Selma' yı kendisine aşık etmeyi başarmıştı. Yalnız ailelerinin tepkisinden çekindiklerinden bu aşklarını saklamışlardı. Rosa ise bu gizli aşkın tek tanığı, Selma' nın tek dostu, sırdaşıydı. Kısa bir süre sonra Rosa evlenip, başka bir şehre taşındığında dostlukları mektuplarla devam etti.
David ile buluşmak için önceden sözleştikleri bir gün, ailesine bir kız arkadaşına gittiğini söyleyerek çıkmıştı evden. Dışarıda gezerken bir tanıdık görür korkusu ile, bu kez David' in evinde buluşmaya karar verdiler. Ailesi şehir dışındaki ebeveynlerini ziyarete gitmişti.
- Hoş geldin aşkım.
- Merhaba canım... Çok tedirginim ben. Burada buluşmamız doğru mu? Birisi gelirse ne açıklama yaparız... Ben çok korkuyorum.
- Yok kimse gelmez, korkma. Çekinecek bir şey yok. Sen şöyle otur, ben içecek bir şeyler getireyim bize.
David iki kola ile mutfaktan döndü, kanepede oturan sevgilisinin yanına oturdu. Bir süre sohbet ettiler. David elindeki boş bardağı sehpaya koyarken, gözlerini Selma' nin gözlerine kilitledi. Omuzlarından tutup kendisine doğru çekti ve dudaklarından öptü. Selma " Lütfen, yapmayalım" derken o "şişşttt" diyerek dudaklarını dudaklarıyla kapadı. Bluzunu omuzlarından sıyırıp, kanepeye yatırdı. Oracıkta birbirlerinin oldular. Selma doğrulduğunda gözü ağlamaklıydı.
- Şimdi ne yapacağız David?.. Bunu yapmamalıydık.
- Ne olacakmış...evleneceğiz. Hem böylelikle ailelerimizde karşı çıkmaz, bizi evlendirmek zorunda kalırlar.
Elbette düşündükleri gibi kolay olmayacaktı bu iş. Selma' nın babası durumu öğrendiğinde çılgına döndü. Kızını çok seviyordu ve konduramıyordu ona. Nasıl böyle bir şey yapardı? Nasıl?
- Öldürürüm seni de, o gavura vermem. Bunu nasıl yaparsın? Fahişeler gibi oğlanlarla mı yatıyorsun artık? Gözüm seni görmesin, yoksa elimden bir kaza çıkacak... Defooooll!
Babası hırsından masaya yumruğunu indirirken, Selma hıçkırıklarla odasına kaçtı, üzerine kapıyı kilitledi. Kemal bey kızını bu güne kadar tüm kötülüklerden sakınarak büyütmüştü. Ona bir kez olsun tokat atmamıştı. Şimdi ne yapacaktı. Elin gavuruna mı verecekti biricik kızını?
"Olmaz, kızım böyle bir hata yapmış olamaz." diye isyan etti.
Arkası Yarın
Gülcan Talay
Yukarı
|
|
YILDIZINIZ KIPIR KIPIR, YA SİZ?
Ailenizin Yıldız Falcısı : Nurettin Özdemir |
|
KOÇ (21 Mart-20 Nisan) Ortamlar karışık mı karışık sevgili koçlarım. Özellikle para ile ilgili konularda pek rahat sayılmazsınız. Aslında bu daha çok sizlerin pimpirikliğinizden kaynaklanıyor desem yalan olmaz inanın.. Rahat olun biraz, ateşe körükle gitmenin alemi yok .. Salı günü imzaya açık anlaşmalar ve her türlü müzakere olasılıkları için en ideal gün.. Hastalık derecesinde titizliklerden bir kere de vazgeçseniz n'olur.. Perşembe gününü sinirlere hakim olma günü ilan edin.. Beklenmedik hoşluklara hazırsanız o halde bugün sıkı durun..
BOĞA (21 Nisan-20 Mayıs) Evet sevgili boğalar, güzel şeylere sahip olma duygularını bu hafta doya doya hissedecek ve yaşayacaksınız. Çok şanslı bir hafta da bulunmanız da çabası. Aklınızın estiği yerlere kadar gidin, lüks dolu hayallere dalın ama bir tavsiye ekstra harcamalara dikkat edin.. Geçen yazdan kalma projeleriniz varsa onlara yaşam kazandırmanın tam sırası. Eski kavramların yenilenmeleri söz konusu olabilecekler. Ruh ve madde dünyalarınızda önlenemeyen büyük değişimlere hazır olun. Güneş yeniden doğmakta bu pazartesinden itibaren..
İKİZLER (21 Mayıs-21 Haziran) Aşk bu hafta burcunuzda altın harfler ile yazılacak sevgili ikizler.. Siz de aşık oldunuz mu çekilmezsiniz doğrusu ya !! Çekirge gibi sıçramaktan illallah dedirtirsiniz sevenlerinize.. Enerjileriniz doruklar da olsa da siz yine aşırılara kaçmayın.. Yaşama sevinci ve hevesinizin beraberinde gereksiz sabırsızlıkları da getireceğini unutmadan.. Haftanız kutlu olsun !!..
YENGEÇ (22 Haziran-22 Temmuz) Şans rüzgarları sizleri de etkilemekte bu hafta sevgili yengeçler. Gelecek günlerde projeler hayli önem kazanabilir. Karşılaşacağınız insanlar sayesinde bazı emellerinize kavuşabileceksiniz. Alternatifler arasında seçim zorlukları yaşayabilirsiniz. Ne olursa olsun, şimdiye kadar ancak hayal dünyalarınız da yeşeren arzu ve hırslarınıza hız kazandırabileceğiniz güzel günlerdesiniz.. 20 nisan da bunun farkına varacaksınız..
ASLAN (23 Temmuz-22 Ağustos) Ebedi hayatın simgesi olan nilüfer çiçeklerine sevgiler damlacıklar halinde konmaktalar bu hafta burcunuzda sevgili aslanlarım.. Nilüfer çiçeği mi olmak istersiniz yoksa sevgi damlacıkları mı ?.. Siz seçin dostlarım.Her halükarda bu hafta zodyağın kral ve kraliçeleri sizlersiniz aslanlar.. Dostluklar, hayattan zevk alma duyguları ve içlerinizden gelecek fısıltıların büyüsü derken çektiğiniz çileleri arkanızda bıraktığınızın bir anda farkına varacaksınız. Hafta sonunda bir iki kıskanç yolunuza çıkacak olsa bile ne yazar !.. Yani..
BAŞAK (23 Ağustos-22 Eylül) Bazı engellere rağmen bu haftanız güzel mi güzel sevgili başaklar. Vallahi yıldızların bu aralar saçtıkları pozitif enerjilerden sizlere de bol bol düşmekteler.. Yolculuklarınız özel veya mesleki de olsalar sakın ertelemeyin bu hafta. İtina ile hazırlanın çünkü gelecek günler de tüm şanslar sizlerden yana olacaklar.. Çarşamba ve perşembe günleri fıkır fıkır ederken siz yine de unutmayın tedbirli olmayı. Hani fazla otoriter görünüm içinde olursanız bu bazı ilişkileri zedeleyebilir demek istiyorum.. Unutmayın..
TERAZİ (23 Eylül-22 Ekim) Hızlı ilerlemelere hazırlıklı olmalısınız sevgili teraziler. Bir olay öylesine yaklaşmakta ki, artık bu bir haber mi desem yoksa verdiğiniz uğraşılar sonucu oluşan güzel bir netice mi.. Bilmeniz gereken tek şey hareketli, aktif bir döneme girmektesiniz.. Hatta bunun sonucun da deniz aşırı yolculuklara bile çıkabileceksiniz.. Umutların yeşerdiği bu dönemlerde normal karşılanabilecek ruhi çalkantılara yine de fazla kaptırmayın kendinizi..
AKREP (23 Ekim-22 Kasım) Gayet uzun ve bir o kadar da zahmetli yolculuktan sonra nihayet limana yaklaşan gemiler vardır ya, o gemilerin kaptanları ve mürettebatlarının halet-i ruhiyelerini bilirsiniz, en azından duymuşsunuzdur.. İşte sizlerde sevgili akrepler öylesine bir duygu okyanusunda yüzeceksiniz bu haftanız da.. Gözlerinizi kapatıp dinlenmek isteyeceksiniz hüşu ile.. Kendinizden gurur duyarak, başarılarınızı doyasıya yaşarcasına.. Yeni hedeflere, başarılı ortaklıklara, güçlü insanlara ve desteklerine kendinizi kilitlemeden önce. Gerçekçi kalarak her yeni atılımda.
YAY (23 Kasım-20 Aralık) Yepyeni atılımların sizleri kamçılayacakları bir döneme giriyorsunuz sevgili yaylar.. Ama aynı zaman da kırkınlıklar, yanlış anlaşılmalar da doğabilirler bunu gözden kaçırmayın. Bu da demek oluyor ki sinirlerinize hakim olun. Dimya'ta pirince giderken evdeki bulgurdan olmayın bir de.. Özellikle 23 nisan'da.. Zorluklardan yılmayan ve mücadeleci karakterlerinize güvenerek ortamları kızıştırmayın sakın.. 21 nisan günü ne kadar sevildiğinizi anlayacaksınız. Haftayı bu güzelim duygularla dolu dolu geçirin sevgili yaylar. Sinirlenmeden ..
OĞLAK (21 Aralık-19 Ocak) Kısmetler geliyorlar ama ne geliş !.. Geçmişten kalma, gereksiz ve menfi etkiler altında ezilerek yaşadığınız hatta kabullendiğiniz bazı küskünlüklerin son bulacağı haftalara girmektesiniz sevgili oğlaklar.. En sonun da dostunuzun düşmanınızın nereler de olduğunu anlayacak olgunluğa erişmektesiniz.. Yeni bir iş teklifi veya projesi ortaya çıkabilir bu hafta. Böylesine güzel haber ve davetler gururlarınızı okşayacaklar elbette.. İçinizden gelen sesleri dinleyin ve korkulara geçit vermeyin artık. Yaşamlarınızın gerçek patronları olun. Şimdiden..
KOVA (20 Ocak-18 Şubat) Haftanız muazzam hareketli geçecek sevgili kovalar. Başka diyarlara göçler bahis konusu olabilirler o halde kendinizi göstermenin tam zamanı diyebilirim..Eğer aceleci davranmaz, çalışmaktan ve çaba göstermekten vazgeçmezseniz başarıların kaçınılmaz olacaklarını göreceksiniz.. Bazı gecikmeler de olsa artık bir kavşakta bulunduğunuz malum, değişim hakkında derin düşüncelerde olacaksınız.. Yönlerinizi şaşırmak lüksüne sahip olmadığınızı kabul etmeseniz bile en azından ruhunuz bunu sizlere söylüyor. Dinleyin onu..
BALIK (19 Şubat-20 Mart) Ailevi ortamlar da zeminler kaygan olsalar bile bu haftanız gayet güzel olacak sevgili balıklarım. Ticari atılımlarınız da, kısa veya uzun yolculuklarınız da kısmetler sizleri beklemekteler.. Akıl, uyanıklılık, özgürlük, yaratıcı güç ve çabuk kavrama kabiliyetleriniz sayesinde çözüm bekleyen bir sorununuz da kılıç ile keser gibi davranıp istediğiniz sonuçlara ulaşacaksınız.. Zihnen ve bedenen çevikliğiniz eski günlerinizi aratmıyacaklar. Sizlere tek tavsiyem, aşırı sert, acımasız ve tahakkümcü kişiliklere bürünmeyin balıklar.. İhtiyacınız yok buna..
Nurettin Özdemir
nozdemir@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Kahve Molası bugün 4.335 kahveciye doğru yola çıkmıştır.
Yukarı
|
DUR!GUN
Bünyesel acıları hazinkeş bir anımsamayla
yaşama telaşı içindeki suçluluk...
töhmetine yüzsüz aşk sahneleri var
gece gibi karanlık yorgun cümlelerde
VURgun...
işte ilk anımsadığım
ben YOKsun...
yoksun diye her defasında her gece
yırtıp atmak yitik bir telaşı
içsel kederlere küs
ve
hiçsiz bir beraberlik için illa da yalan.
Yine HER!...
doyumsuz iklimli coğrafi konumum
koşar adım yürürcesine acılara
TUTKUn!...
imli bir gece yarısı
üzerine mehtap sinmiş bulutun içimdeyken
içimden yalın halli ürpertiler geçer
SUSkun!...
denizlerim çağlayan akşam edalarını pinekler
yalnızlığım kendini senin yerine yanıma sererken
DUR!gun...
işte ilk an gibi karşımda
duvarlarım suspus olmuş konuşmalarını dinlerken
ÖLgün!...
ilişkilere arka çıkmak için insanlarla arkadaşlık
sevinç içinde hasret ve hayretle
KORKun!...
bilmek isteyipte bilemediğin en bilir kişi zaman
ardından yitik bir neşriyat bırakan
adı alnından kendinden renginden soluk
ve
hüzünkeş bir manaya çalan
kısık bir sedaya mahkum çığlıklar
ıslak bir çöl geçiyor aklımdan
kendime uzak hüznüm
beni BİL!...
mastar ekleriyle hayat yaşanmıyor bu akşam
hep bu sebebe vurgunum ve onun için
HEP!...
duyamayacağın yerlerin iç yüzündeyim
yüzsüzce ve de...
Mert Günerler
Yukarı
|
Eşek hoşaftan anlamayabilir ama dostluktan anladığı kesin!...
Yukarı
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://www.istfest.org/film http://www.istfest.org/film/cizelge/
10-25 Nisan tarihleri arasında 23. Uluslararası İstanbul Film Festivali var. Bu konuda geniş bilgiye ulaşabileceğiniz adresler. Hepinize iyi seyirler.
http://www.turkudostlari.net
...Selam yaz dostlara mektup dolusu, Sağ olsun, var olsun Türk'ün ulusu, Tükenir mi bu dünyanın delisi, Kimi lehte söyler kimi aleyhte, İnce fikirlerim, keskin sözlerim, Sizler gibi ben de sizi özlerim, Adımlarım doğru, belli izlerim, Fikrim nazarlarda, düşüncem bende, Gelip dünyaya kim kalmış nerde, Gelenler gidiyor, kalmak yok burda, Dostunan aradan kalkınca perde, Veysel der, hedefim doğru bir nokta. Aşık Veysel Şatıroğlu...
http://www.egos.com.tr/swf/oyun.swf
Egos tarafından hazırlanmış olan web sitesi. Bu sitenin en eğlenceli sayfası ise oyun sayfası. Elinizde bir kavanoz jöle bozuk saçlıların peşinde dolaşıyorsunuz. Yakaladığınızı tıklıyorsunuz.
http://www.ada.net.tr/cocuk/elisi/elet_7.html
Siz hiçsüngerden kedi yaptınız mı? Ben ilkokulda yapmıştım :)) ...Dikdörtgen sünger baş ve gövde ayrılacak şekilde iple bağlanır.Kedinin kulak ve ayaklarına gelecek koşeler de bağlanır. Gözlerine boncuklar dikilir. Ağız, burun ve bıyıkları gazlı kalemle çizilir. Boynuna kurdele bağlanır...
akin@kahveciyiz.biz
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
Image Analyzer v1.20.2 [1.9MB] W9x/2k/XP FREE
http://meesoft.com/Analyzer/ImageAnalyzer.exe
Minik ama oldukça yetenekli bir resim editör programı. Hemen her çeşit resim dosyasını açıp edit edebiliyorsunuz. Birbiri arasında değişim yapabiliyor, birçok efekt uygulayabiliyorsunuz. Herkes için bir kenarda bulunması gereken yararlı bir program. Hala bir resim editörünüz yoksa mutlaka deneyin.
Yukarı
|
|
|