KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?

 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Kütüphane
 Kahverengi Sayfalar
 FİNCAN/SİPARİŞ
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)


PDF Versiyonu





Kahveci Soruyor?



KAHVERENGİ SAYFALAR



KAPI KOMŞULARIMIZ

Üç Nokta Anlam Platformu


Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 3 Sayı: 488

 21 Nisan 2004 - Fincanın İçindekiler

 Editör'den : Geçiyordum uğradım!..


Merhabalar,

Yüklü bir sabah programı nedeniyle dükkanı erken kapatıp kaçmak zorundayım. Dünkü yazının devamı getirmek istiyordum ama olmadı. Kısmetse yarın devam ederiz. Şimdi sizleri birbirinden değerli arkadaşlarımla başbaşa bırakıyor ve huzurlarınızdan İzmir marşı ile ayrılıyorum. Kalın sağlıcakla.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

Nevzat Tarhan

 AKIL OYUNLARI : Prof. Dr. Nevzat Tarhan


  "TAŞ FIRIN ERKEĞİ" MODELİ ZARAR VERİYOR

"Kavga çıkarıp, olay yaratan; kadına para koklatmayacaksın, mal vermeyeceksin " diyerek evde kontrolü elinde tutmaya çalışan erkek tipi model alınmaya başlandı. Geleneksel aile yapımızda zaten var olan kadının özgürlüğünü kısıtlayan, mutsuzluluğunu attıran erkek tipi şimdi sorgulanmaya başladı. "Çocuklar Duymasın" dizisi aile yapımıza zarar veriyor.
Erkekler "Taş Fırın Erkeği" modelini kahraman gibi görüp erkek dediğin böyle olmalı diyerek erkek egemen kültürünü pekiştiriyor.

KADIN DEPRESYONA GİRİYOR
Ezilen kadın üç türlü tepki veriyor. Karşılık vererek kendisini savunmaya çalışıyor. Böyle durumlarda evde şiddet başlıyor, evlilik tartışılır hale geliyor. Boşanmaya giden süreç başlıyor. İkincisi dizide olduğu gibi eşine büyük çocuk muamelesi gösterip çeşitli hile ve yalanlarla onu oyalamaya çalışıyor. Üçüncüsü kadın duygularını bastırıyor. Kendisini değersiz ve yetersiz hissediyor ve depresif hali ortaya çıkıyor.
Çözüm bu dizileri izleyenlerin sorgulayarak izlemeleridir. Dizideki rollerin sanat gereği dramatize edildiği, özellikleri, çarpıcı hale getirebilmek için abartıldığını izleyenler unutmamalılar.
Yapımcı da, zaman zaman dizi kahramanlarına " ben eşime haksızlık ediyorum, bu şekilde ona bağırmamalıyım, böyle bağıran çağıran erkekle yaşamak zor" gibi söylemlerde bulundurmalı.

MAÇO ERKEK TİPİ
- Gücü sever
- Kavga ve korkunun verdiği heyecan onu mutlu eder
- Kızgınlık ve öfkeye bağımlıdır, onu mutlu eder
- En güzel anda gününüzü mahveder
- Kurallara uymayı aptallık olarak görür
- Yaptıklarından derin suçluluk duymaz
- Özgürlük tutkunudur, hep hareket arar
- Planlı yaşamayı sevmez, yaşamak zorunda ise hep şikayetçidir
- Canlı, enerjik, heyecanlıdır ama güvenilmez.

NASIL DAVRANILMALI:
Böyle bir erkekle yaşamak zorunda iseniz, onları tanımalısınız. Bu kişiler, karşı tarafın duygulara tepkisi ile beslenirler. Misilleme yaparsanız, davranışları pekişir. Onları kontrol etmek yerine kendimizi kontrol etmeliyiz.
Düşünen beyin ile hareket edip halden saptırılabilir. Çekip gider ateşini başka yerde söndürürse kazandınız demektir.
Empati duygusu geliştirmediği için eşini anlayamaz. Sizi kışkırtmak için elinden geleni yaptığında onu umursamazsanız egosunu tatmin ederek psikolojik gıdayı bulamadığı için başka yollar arayacaktır.
Böyle davrandığınızda sizi can sıkıcı, korkak bulacaktır. Aldırmamalısınız.

Bir örnek: Bir maganda size bağırmaya başladığında "lütfen yavaş konuşun, sizi anlamam lazım", şeklindeki cevabınız onu şaşırtır ve düşündürebilir. Onu düşündürebilecek bir şey yaparsanız kazanırsınız.

Nevzat Tarhan
ntarhan@kahveciyiz.biz

Yukarı

ÖzlemÖzdemir

 Ucundan Kenarından : Özlem Özdemir


   Amele Pazarı

Caminin duvarına yaslanan yaşlı adama baktı göz ucu ile. Onun da elinde bir sigara, gözü yolda, yavaşlayan arabalara umutla bakıp bekliyordu.. Bu yaşta birini kim ne için isteyebilirdi ki? Raconu sigara idi sanki bu işin, hemen hemen hepsinin elinde bir sigara, elinde ya da duvar dibinde naylon bir poşet, duracak bir arabanın kendilerini almasını bekliyorlardı.

Sabahın yedisinden beri beklemekten yorgun düşen Osman, daha fazla dayanamamış ve oturmuştu duvarının dibine. İçmek öyle fazla içinden gelmese de vakit geçirmek için yakmıştı bir sigara daha, yaktı ve gözü yolda daldı yine düşüncelere. Bu üçüncü günüydü, artık umudunu yitirmeye başlamıştı.


Erkek kardeşi yoktu Osman'ın, bu yüzden amca oğlu Halil'i en yakını bilirdi. Kendinden sekiz yaş büyük de olsa, ona küçük muamelesi yapmaz, her derdini, sıkıntısını dinler, arkadaşlık ederdi. Şu İstanbul işi çıkana kadar..... Dokuzuncu ayda, çalışmaya gidiyorum diyerek ayrılmıştı köyden Halil. Tek söylediği İstanbul'a gittiği idi. Gittikten sonra uzun bir süre hiç aramadı Halil, her gördüğünde amcasına, bacanağına, yengesine Halil Abisini sorduysa da bir cevap alamadı kimseden. Derken bir Pazar günü evi aradığı duyuldu, İstanbul'da çalışırmış, iyi para kazanırmış, halinden de çok memnunmuş..... Ve İstanbul çok güzelmiş.... O günden sonra Osman'ın aklı hep Halil'den gelen telefona takıldı kaldı. Halil Abisi gittiğinden beri köyün zaten olmayan tadı tuzu hepten kaçmıştı Osman için. O da Halil gibi gitmek istiyordu köyden, köyden uzaklaşmak, İstanbul'a gitmek, kendi parasını kazanmak istiyordu. Artık dört gözle Halil'in gelmesini bekler oldu Osman. Kurban Bayramına bir hafta kalmıştı ki, kahvede Halil'in adı geldi kulağına Osman'ın.

İşte bir araba daha yanaştı. Fırladı yerinden Halil.
- Fayansçı arıyoruz? Var mı içinizde fayanstan anlayan?
Dünden beri bekleyen bir çocuk vardı, saçları neredeyse kırmızı..
- Ben anlarım abi. Dedi.
- Hadi Gel. Başka yok mu bir kişi daha lazım bize.
Kimse çıkmadı başka fayanstan anlayan. Beklemeye devam.


Arkasını döndüğünde Halil'in bacanağı ile arkadaşlarını gördü Osman. Her ne kadar kulak kabarttığıysa da duyamadı konuşulanları. Daha fazla dayanamayıp yanlarına gitti.
- Selamun Aleyküm
- Aleyküm Selam.
- Halil Abimden mi bahsediyodunuz az evvel? Adını duydum gibi oldu da.
- Halil Abimden bahsediyoduk. Dün telefon etmiş ablama, arefe günü gelirmiş Allah kısmet ederse.
Uzun zamandır beklediği haber buydu işte Osman'ın. Halil Abisi gelecek ve onu da İstanbul'a götürecekti. Doğru evin yolunu tuttu, bir an evvel gidip anasına anlatmak istedi gönlünden geçenleri. Neden bu kadar heyecanlandığına anlam veremeden dinledi anası Osman'ı.
- Dur bakalım, bir gelsin Halil. O kadar kolay mı İstanbul'da iş bulmak. Senden büyüktür Halil. Ne iş olsa yapar, sen ne iş yapacaksın?

Yanaşan arabaya bu kez isteksiz kalktı, zaten arabanın başı anında dolmuştu. Sesleri duyabiliyordu, konuşanı göremese de.
- Bahçe işi için adam arıyoruz. Çiçekler budanacak, yenileri ekilecek.
- Ben yaparım, dedi. Cılız bir sesle Osman.
- Sen inşaatçı değil miydin? Dedi , iki gündür beraber beklediği gençten bir çocuk.
Şimdi ona cevap verecek hali yoktu, kalabalığı açıp, yaklaştı arabanın camına.
- Ben anlarım bahçe işinden.
- Eyvallah, aldık arkaya üç kişi, yeter bize.
Dönerken verdi cevabını genç adamın.
- Olsun bahçe işinden de anlarım, hem de daha iyi anlarım.
Halil Abisi, bahçe işi uzun sürmez diyerek akıl vermişti, hem kalacak yer de vermezmiş bahçe işi yaptıranlar. İnşaat işinden de pek anladığı söylenemezdi ama sıvacılık hem uzun sürer hem de kolay öğrenirsin diyen Halil Abisinin dediklerini yapıyordu. .

Beklemeye devam.... Yoldan geçenleri seyretmeye başladı. Pek çoğu anasından daha yaşlı ama dipdiri, anası gibi kambur değil. Kendinden genç kızlar, oğlanlar, hepsi bir yerlere koşturuyordu. Hepsinin bir işi vardı. Karşıda üzerinde ''Simit Sarayı'' yazan dükkan dolup taşıyordu, simidin ne olduğunu bilse de ''Simit Sarayı'' nın ne demek olduğuna anlam veremeden giren çıkanı seyretmeye devam etti Osman. Umutları kırılmak üzere olsa da Halil abisinin de beşinci gün iş bulduğunu hatırlayıp rahatlıyordu..


Anasına anlatırken yaşadığı coşku, anasının ifadesiz yüzüne rağmen yok olmadı. Aklına koymuştu bir kere gidecekti.

Bayram yaklaştıkça içi içine sığmaz oldu Halil'in. Artık sadece İstanbul süslüyordu hayallerini. İstanbul'a gitmek ve çalışmak, köyden kurtulmak. Nihayet beklenen gün geldi, duydu ki gelmiş Halil abisi, sabah erkenden gelmiş. Yemeğini yiyip hemen gitmek istediyse de daha yeni gelmişti, hele biraz dinlensin diye bekledi. İkindiyi zor buldu.

Arefe günü bütün köy halkı ikindi ezanından sonra, bayramlıklarını giyip, mezarlığa gider, yakınlarının mezarına su döker, dua ederdi. Herkesden önce mezarlığa gidip dedesinin mezarında beklemeye başladı. Babası gelmeden bir tane de sigara yaktı mezarın taşına oturup. Bütün köy görünüyordu buradan. Gözleri artık alışmıştı bu manzaraya, bakar bakmaz buldu kendi evini, amcasının evini.... uzaktan baktı köyüne, içinden, uzun süre bu manzaraya hasret kalmayı dileyerek. Mezarlık yavaş yavaş dolmaya başlamıştı. Camiden çıkan köyün erkekleri, köyden gelen kadınlar, bayramlıklarını giyinmiş çocuklar mezarlıkta toplanmışlardı. Az sonra, Halil Abisi göründü yolun başında, yanında amcası, yengesi, çocuklar. Koştu sarıldı boynuna. Değişmişti sanki, üstü, başı, parlayan saçları, kemerine taktığı cep telefonu. Değişmişti Halil Abisi. Hal hatır sorup, konuştular ayak üstü. Bütün ailenin toplanmasını bekleyip, dua ettiler dedenin mezarı başında.
- Seninle konuşmam lazım. Dedi, Osman.
- Ne hakkında?
- İstanbul. Ben de gelmek istiyorum seninle.
- Hele gel akşam kahveye konuşalım. Kısmetse neden olmasın.
Dünyalar Osman'ın olmuştu. İşte görünmüştü İstanbul yolu sonunda. Akşamı zor etti, yemeğini bitirmeden kalktı, amcamlara gidiyorum diyerek. Amcasının evine uğramadan doğru kahveye gitti. Halil Abisinin başı kalabalıktı, herkes İstanbul'u dinliyordu. Onlar dinledikçe Halil de ballandıra ballandıra anlatıyordu yaşadıklarını. Sokuldu yanına Halil Abisinin, fırsat kolluyordu, konuya girmek için. Kimsenin yanından ayrılacağı yoktu, zaten bekleyecek sabrı da kalmamıştı Osman'ın.
- Ne iş yapıyosun sen abi? Diye girdi söze.
- İnşaatte çalışırım.
- Nerede kalıyorsun?
- İnşaatta.
- Ben de gelsem seninle, bana da iş var mıdır inşaatta?
- Benimkinde yok ama inşaat çok İstanbul'da gelir beklersin, elbet çıkar bir iş.
- Nerede beklerim?
- Amele Pazarı'nda.
- Amele Pazarı mı? O da ne?
- Bir sürü yerde var, sabahtan gider beklersin. İşçi arayanlar gelir seçer götürür istediklerini.
- Sen de mi orada bekledin?
- Evet, Ümraniye'de bir cami var yol üstünde. Herkes orada bekler, Kadıköy de de var Başka yerlerde de. Hangisinde istersen beklersin.

- Sıvacı arıyoruz, var mı sıvacılıktan anlayan?
- Anlarım, ben anlarım.
- Çalıştın mı daha önce?
- Çoooooookkkk.
- Kalacak yerin varmı?
- Yok.
- Atla arkaya, başka anlayan varmı?
Oldu işte, atladı bir arabanın arkasına Osman. Halil Abisinin dediği gibi, atladın mı kamyonetlerden tekinin arkasına, bitti bu iş demektir, dediydi.

Ohhh be kurtuldum işte, diye geçirdi içinden. Sonunda bir işe yarayacak, para kazanabilecekti.

Elveda işsizlik,
Elveda Simit Sarayı.
Elveda Amele Pazarı.....


Özlem Özdemir
oozdemir@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Café Azur : Suna Keleşoğlu


Köy Ekmeği

Şehrin parlak ışıklarını seyrederek akşam karanlığına panjurları kapatıyordum.
İşte ilk o zaman geldi burnuma o koku...
Yakındaki parfüm fabrikalardan gelen bilindik çiçek kokularından değildi.
Biraz yağmur, biraz bahar, biraz nemli toprak, biraz da yeni dikilmiş güllerin dibine atılmış gübre kokusu. Hepsi birbirine karışınca tanıdık bir kokuyu anımsatıyordu. Karanlığa kapatmaya çalıştığım panjurları sonuna kadar açtım. Kafamı pencereden çıkartıp doya doya içime çektim bu kokuyu; toprağın uyanışının kokusunu...
Şehir ışıkları seyircim, ben akşamın serinliğinde ürperiyorum.
Bu koku, bu koku....Beni bir yerlere götürüyor.
Yağmurun gözyaşları daha çıkmamış çimlere dokunuyor ve ellerim de yıldızları tutuyor.
Bu koku. Toprağın ve havanın bu kokusu.
Ellerim, ellerim.
Bu akşam burası köyüm kokuyordu. Özlediğim, uzaklardaki, nicedir gitmediğim köyüm.
Özlemlerim mi, toprak mı böylesi anımsatıcı olmuştu bilmiyorum.
Duyduğum tek koku bu.
Sonra rüyama giriyor halam. Yeni yaptığı ekmeklerden uzatıyor bana üstünde dumanları tüterken. Ben tarlalarda dolaşıyorum yalın ayak.
Nicedir gitmiyorum, nicedir...
Babamla nasıl aramıştık buradaki marketlerde oradaki elmaları. Çocukken dallardan toplamaya alışık olduğum gibi kırmızı olanlarından.
Hepimiz bir yerlere dağıldık.
- Nasıl güzel elmalardı değil mi?
- Şimdi tüm ağaçlar öylece duruyor. Toplayıp yiyen de yok.
- Çocuklar da mı yemiyor?
- Çocuk mu kaldı köyde. Giden gidene.
- Ya kuzenlerimle acemice balık tutmaya çalıştığımız dere?
- Kurudu kuruyacak.
- Ya değirmen?
- Ben de kaç zamandır gitmedim...

Ben sordukça, babamın cevapları içimi acıtıyor. Çocukluğumda köyümüze senede bir kez gittiğimiz zamanlarda nasıl mutlu olurdum.
Kendi kahkahalarımı hatırlıyorum. Dededen kalma evde amca çocuklarıyla oynadığımız saklambaçlar, bahçeden domates toplamaya koşuşturuşlarımız, halamın benim ismimi verdiği küçük buzağısı. İlk başlarda ne çok kızmıştım. O da senin gibi küçücük diye kandırmıştı beni.

Tarlalarda, bahçelerde gezinirken tüm yaşama yayılan çocukca özgürlüklerimiz vardı. Issız tarlaların ortasında, şehirdeki sessizliğe inat kocaman seslerle akşama bağırabilmek.

Kendi evlerimizde banyo saatlerinden kaçarken, mahalle çeşmesinden su taşırken bakraç bakraç su ile yıkanmak. Geceleri korkmadan sokaklarda dolaşabilmek, gündüzleri köy meydanında oturan tüm yaşlılara merhaba diyebilmek... Doyasıya gülmek,doyasıya oynamak, doyasıya çocuk olmak...

Sabahtan akşama kadar çalışan büyükleri seyredip, tarlada onlara bir testi su taşımayı en güzel görev bilmek. Akşamları hayvanları evlerine getiren çobanları selamlamak. Bir buğdayın başak halinden değirmende işlenişine kadar her aşamayı merakla gözlemlemek. Toprağı doya doya koklamak. Koklarken toprağa sinen emeğin ve ona emek verenlerin ter kokusunun yaşam demek olduğunu anlamak. Haftada bir köy bakkalına gelen pembe akide şekerlerini avuç avuç yerken, üzüntüyle eve dönüş zamanını hatırlamak ...

Şimdi oralarda gidilmeyen bir köy, ağaçlarda çürüyen elmalar, halamın da bizi terketmesiyle kalınmayan bir dede evi var. Şimdi oralarda bu koku. Buralarda özlem var.

Ve bu akşama hiç kapatmadan panjurları, buradaki kokuyu iyice içime çekeceğim. Belki oralarda yere kırmızı bir elma düşer de bir çocuk yer diye...

SunA.K. Grasse
sunak@kahveciyiz.biz

Yukarı

Leyla Ayyıldız

 YazıYorum : Leyla Ayyıldız


   İNTİKAM TANRIÇASI NEMESİS

Şu onbeş metrekarelik koğuşun karoları üzerine kaç kez resmini çizdim bilsen. Soldan üçüncü ve beşincisi gözlerin, aşağıdan dördüncü karo da dudakların... Kaç kez çiğneyip geçtim seni, kaç kez tükürdüm suratına...

İlk geldiğim zamanı tek şu ayna hatırlar. O zaman onun ortasından geçen bu çatlak yoktu, benim de yüzümdeki çizgiler. Kaç yaşındaydım buraya geldiğimde?

Bahardı, baharımdı...
Toprak kokulu yağmur yaşımdı.

Hala kabuslarımda seni görürüm. Bakışlarına kilitlenirim. Bir girdap beni derine çeker, iğrenç ellerin tenimde gezinir, beyazlarım lekelenir. Ahtapot kolların boğazımı sarar, çığlık atmak isterim, sesim çıkmaz. Kaçmak isterim, kıpırdayamam. Yatağa yapışmış terli bir vücut uyanır ve sana doğru bir küfür savurur.

Sandığımdaki dantelin kenarına kan damlar...

.....

'Unut' diyor bir ses. Unutmak mı? Onların vücutlarından başka bir can kazındı mı? Yavruları giderken çığlık çığlığa bağırdılar mı? Yüzünün yarısına ay doğmuş, diğer yarısı zifiri karanlık bir bebek girdi mi rüyalarına? Bataklığın içine doğru çekilen bir bebeğin 'Anne, anneciğim' diye haykırışlarını duydular mı?

Ve sonra bir daha hiç anne olamayacaklarını öğrendiler mi? El örgüsü bir çift patiğin üzerine kan damladı mı?

.....

Avluda yürür, yürür, yürürüm... Gökyüzünden İntikam Tanrıçası Nemesis bana gülümser, fısıltılı bir sesle; ''Ne zaman ki; tacına onun kanı sıçrayacak, o zaman ondan kurtulacaksın'' der.

Bir kez denedim olmadı, ancak kendime sözüm var, bebeğime sözüm var, tüm değerlerime sözüm var 'Elbet, intikamımı alacağım!'....


......

Konusu 'intikam' olan bir yazı yazmam istenildiğinde günlerce bir kurgu oluşturmaya çalıştım. Benzer zamanlarda başka bir arkadaşım da 'nefret edilen adam' konulu bir yazı yazmamı istemişti. 'Nefret ve intikam'ı yazmak için öğrenmek gerekiyordu belki de... Yazmaya çalıştım, öğrenmek ise istemiyorum.

Geçmişinde tecavüze uğrayan bir kadına radyo programında sormuşlar; 'Daha sora yaşamınızı nasıl etkiledi bu olay?' . Kadın yanıtlamış; 'Bana her gün tecavüz etmesine izin vermedim.' ... Yani yaşamımdan çıkardım attım bu olayı diyordu, bana defalarca acı çektirmesine müsaade etmedim... Bu olayı ilk duyduğumda 'işte bu' demiştim, tek bir cümle, ancak bir çok kişiye şok terapi yapabilecek güçte bir yanıt.

Nefret duygusunun yaşamıma girmesine hiç izin vermedim. Israrla 'benden nefret et, benden nefret et' diye sınırlarımı zorlayanlar olmadı mı? Hiç mi kandırılmadım, hiç mi aldatılmadım, hiç mi acı çekmedim. Evet, evet hepsi oldu. 'Sen de mi Brutus?' ü ben de dedim. Ancak nefret edemedim. Ya da ben böyle doğmuştum.

Bağışlamak ise nefret etmek ve intikam almaktan çok daha kolaydı. Tanrı diyordu ki; 'Bilin ki; Allah esirgeyen ve bağışlayandır', öyleyse kulun bağışlayıcı olması çok daha kolay olmalıydı.

ABD'de bir idam mahkumuna sormuşlar; 'Son sözün nedir?'. Mahkum yanıtlamış, 'Siz benim çocukluğumu biliyor musunuz?' ...

Tüm güzel duygulara ve sevgiye...

Leyla Ayyıldız

Yukarı

Tarkan İkizler

 Bir öyküm var anlatacak!.. : Tarkan İkizler


   Jose...

Jose'nin ülkesinde, Güney bölgelerinde yaşayanlar, kıraç Kuzey bölgelerindekilerden daha şanslıydılar. Jose ve ailesi ise ne Kuzey'de ne de Güney'de sayılırlardı. Onlar, volkanik dağlar arasında, minik vadileri barındıran Mesa Balsas Bölgesi'ndeydiler. Ailenin en önemli işi; tek geçim kaynakları olan birkaç sığırı sağlıklı tutmaya çalışmaktı. Bunun için Jose çok erken bir saatte sığırlarını alır, güngeçtikçe daralan otlaklara götürürdü.

Jose o yıl 8. Sınıfa geçmişti. Öğretmeni, yaşlı babasıyla konuşunca, Jose'nin hergün okula gelmeden sadece sınavlara girerek, derslerini dışarıda çalışmasını kabul etmişti. Dağlarda sığırlarına ot aramak için, güneş doğmadan yollara düşen jose, akıllı fakat içine kapanık bir gençti.

Jose hergün farklı bir yöne ve daha uzağa gitmeyi adet haline getirmişti. Yolunu yarıladığı zaman, bir yandan yanında getirdiği ev yapımı ekmeğini yer, bir yandan da okuldaki en iyi arkadaşı Sanche gibi radyodan futbol maçlarını dinlerdi. Şans eseri, küçük bir dağın gölgesinde herkesin gözünden kaçmış taze otlarla dolu bir yer bulunca, yolu kısaldığı için çok sevinir, sığırlarını otlakta bırakıp çevreyi iyice tanımak için de tek başına keşfe çıkardı.

Jose, akılsız dostlarını bazen bıraktığı yerde, bazen de başlarında duran çobandan aldıkları ruh esintisiyle, süpürge darısı ekilen yerleri veya tekila yapımında kullanılan maguey tarlalarını keşfe çıkmış olarak bulurdu. Sığırlar otlarken Jose de ya yakındaki bir köy kilisesinde Guadelupe Meryemi'ne* dua ederek ailesi için bir hacienda* diler, ya da uyumak için gölgeli bir ağaç dibi arardı.

Hayvanlarını otlakta bıraktığı böyle günlerden birinde, yine çevreyi araştırmak amacıyla, yakındaki minik bir tepenin üstüne çıkmaya karar verdi. Dönerken alacağını düşünerek, her sabah üşümesin diye annesinin ısrarla omuzlarına bıraktığı rebozosunu,* tepenin başındaki ağaca astı. Tepeyi tırmanıp en uca ulaştığında gördüğü ilk şey, tepenin diğer yanındaki portakal ağaçlarıyla çevrili minik bir çiftlik eviydi.

Evin kapısına geri geri yanaşmış eski bir kamyona, ağzına kadar portakal dolu kasaları aceleyle taşıyan iki kişi, kamyonu yüklemeye devam ediyordu.

Jose olan biten hakkında hiç birşey bilmiyordu. Buralarda böyle bir çiftliği de ilk kez görüyordu. Daha önceden babasından da işitmemişti. Evet bazı uzak köy yollarının üzerinde, bir kaç ardiye benzeri çiftlik evi bulunurdu ama onlar da kurutulmuş tütün balyalarını aktarmak için kullanılırdı.

Portakal işleyen ya da taşıyan birileri olsa bu güne kadar mutlaka haberi olurdu. Merakını yenemeyerek ayağının altında dağıla dağıla akan topraklara aldırmadan, tepeden çiftlik evine doğru inmeye başladı. Yukarıdan bakınca küçük gibi görünen çiftlik evine geldiğinde, aslında buranın ortaboy bir ahır olduğunu anlamıştı. Çalışanları gizlice izlemeyi düşündüyse de, kasaları taşıyanların kendini göreceklerinden korktuğu için bundan vazgeçmişti. Doğruca çalışanların yanına gitti.

Aşağıdan verilen kasaları kamyonun üst sıralarına yerleştiren adam Jose'yi farkedince, yatığı işi birden durdurdu. Aynı anda elindeki kasayı yukarı uzatarak alınmasını bekleyen adam da, kollarını indirmeden kasayla birlikte Jose'ye doğru döndü. Jose kendini zorlayarak, gülümseyen bir sesle onlara "Merhaba!" dedi.

Önce aşağıdaki adam elindeki kasayı yere bıraktı, sonra yukarıdaki adam kamyondan atladı. İkisinin de yüzünde merakla karışık, sorgulayan bir ifade vardı. Jose adamları yumuşatmak ve kötü bir amacı olmadığını göstermek için bir açıklama yapma zorunluluğu hissetti. "Aşağıdaki köyden geliyorum, çobanım. Sığırlarım da şu tepenin arkasındaki otlakta."

Adamlarda yersiz bir endişeden kurtulmuşçasına rahatlayarak "Haaa...İyi, iyi, ne işin var taa buralarda?" diye Jose'yle konuşmaya başladılar. Bu sırada evin içinden iki çocuk ve bir adam daha yanlarına geldi, onlar da neler oluyor diye merakla konuşanlara bakıyorlardı. Bir ayağını, yere bıraktığı kasanın üstüne koyan adam, içerden gelenleri "Yok birşey, aşağıdaki köyden çobanla konuşuyoruz." diyerek, içeri geri gönderdi. Jose, sivri bıyıklarını çekiştirip duran adama "Aslında başka yapılacak iş yok, onun için çobanlık yapıyorum, burada bana göre iş var mı?" diye sordu.

Sivri bıyıklı yavaş yavaş gidip, evin duvarına sırtını vererek, açık kapının gölgesine sığındı. Yere oturup, bir sigara yaktıktan sonra Jose'ye "İsmin ne senin?" diye sordu, Jose de "Jose." diye yanıtladı.

Diğer adam içerden, elinde küçük bir su bidonuyla yanlarına geldi. Su bidonunu yere bırakarak cebinden çıkardığı çakıyla oynamaya başladı. Sivri bıyıklı "Bizim işimiz sana göre değil, burada kimse bu işi yaptığımızı bilmiyor, umarım sende kimseye bundan bahsetmezsin" diyince Jose "Portakal toplayıp, satmanın nesi uygun değil ki?" diyince adam da " PRI* her türlü sebze ve meyve ihracını yasaklattı, sen bunu bilmiyor musun yoksa?" sorusuyla Jose'nin kafasını karıştıran bir cevap verdi.

Jose "hayır" dediği anda, tekrar dışarı çıkan iki çocuk, duvara yaslı mavi, varil görünümlü, siyah kapaklı plastik bidonlardan birini yuvarlayarak içeri götürdü. Sivri bıyıklı ayağa kalktı, yere attığı yarım sigarasını ezerek söndürdü, diğer adamın getirip gölgeye bıraktığı bidondan bir iki yudum su içti. Bidonu eski yerine bırakınca Jose'ye dönerek "Bak Jose, tepenin ardındaki otlak bizim patronun arazisi, bundan sonra oraya hayvanlarını getirme, yoksa seni şikayet ederim? Ama, bir daha buraya gelmeyeceğine söz verirsen, bu seferlik seni affedebilirim. Beni anlıyor musun Jose? Ne sen bizi gördün, ne de biz seni, anlaştık mı?" dedi. "Tamam bayım, ben çobanım ama aynı zamanda da 8. sınıf öğrencisiyim, söylediklerinizi çok iyi anladım" diyen Jose arkasını dönerek, yavaş yavaş tekrar geldiği yöne doğru, tepeye tırmandı. Tepenin üstünde gözden kaybolmak üzereyken iki adam aynı ilk gördüğü zamanki gibi kamyona kasaları yerleştirmeye başlamışlardı bile.

Jose hayvanlarını topladı, her zamankinden farklı olarak ara sıra arkasından gelen var mı diye kontrol ede ede evinin yolunu tuttu. Eve gittiğinde de ilk işi başından geçenlerin hepsini babasına anlatmak oldu. Babası yer yer korkuyla, yer yer merakla oğlunu dinliyor, iki de bir "Ah oğlum, tanrı seni bize bağışlamış." diyordu. Önceleri Jose, babasının böyle küçük bir olaydan, bu kadar endişe duymasına anlam veremiyordu ama, babası "Bu böyle olmaz. Ne olacak diye günlerimizi korkuyla geçiremeyiz, yürü bakalım doğru polise gidiyoruz." diyince işin ciddiyetini anladı...

Karakoldan kendileriyle Jeep'e binen polis muhabiri Jose'ye yol boyunca hiç durmadan sorular soruyor. Jose, bir yandan polis muhabirinin sorularını cevaplarken, Bir yandan da polislere yolu tarif ediyordu.

Polis muhabiri, polisler, Jose ve Jose'nin babası, yamuk yumuk, karanlık dağ yollarında zıplaya zıplaya giden Jeep'le yaptıkları bir saatlik yolculuktan sonra, Jose'nin başından geçenlerin yaşandığı yere vardılar. Ne ahırdan bozma küçük çiftlik evinde kimseyi bulabilmişlerdi, ne de yapılan aramalarda bir tek portakal kasasına rastlandı. Polis muhabiri sadece, evin içinde, alelacele toprağa gömülmüş, iğne yapmaya yarayan birkaç plastik şırınga bulabilmişti. Bir de Jose'nin sözlerini doğrulayan, oldukça yüklü kamyonun tekerlek izleri vardı...

Onbeş gün sonra yerel gazetelerden birinde, hiç kimsenin dikkatini çekmeyen şöyle bir haber çıktı:

Avrupalı ilaç firmalarının yeni satış yöntemi...
"Eski bir köy evine yapılan baskın sonucunda, çok sayıda, kullanılmış şırınga bulundu. Yapılan laboratuar incelemelerine göre, ülkemizden avrupanın bir çok ulkesine ihraç edilen portakallara bu şırıngalarla, kendi ürettikleri grip mikrobu enjekte edilmiştir.
Araştırmalarımızdan çıkan sonuç :
Dev ilaç firmalarının Avrupa'da sahte şirketlere ithal ettirdiği sebze ve meyveleri, Asya ülkelerine çok ucuz fiyatla satıp, ilaçlarını satacakları dev pazarlar yaratmalarıdır..."


* Guadelupe Meryemi: Koruyucu azize.
* Hacienda: Büyük çiftlik.
* Rebozo: Yöresel, yün omuz atkısı.
* PRI: İşçi sendikasına üye "Kurumsal Devrimci Parti."


Tarkan İkizler
tarkan@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Kahvecigillerden : Burak Ü. KILIÇASLAN


SEKS HAKKINDA BİLMEDİKLERİMİZ ve MÜRDÜM ERİĞİ SEVENLER DERNEĞİ

Dernek başkanı olarak, mürdüm eriği ve seks gücü arasında ironik bir bağ olduğuna dair savımın tek savunucu olduğumu izninizle itiraf etmek istiyorum.

Doğal olarak seks hakkında sahip olduğunuz bilgileri sorgulama isteği, mürdüm eriği sevenlerin dernekleşme çabasını sorgulama isteğinden daha fazladır. Bunun nedenleri üzerine odaklanmayacağım ancak yazının başlığının yazının içeriği olmadığını da söylemeden devam edemeyeceğim!

Demem o ki, ilgimizi çeken ya da bize ilginç gelen konular üzerinde gereğinden fazla- ya da az- emek yoğun performans içerisinde olmamız bizi eksiltmese de birilerini ya da bir yerleri eksiltiyor. Toplumsal yanımızdan bahsediyorum; yaşadığım kentin sokaklarına, yeşil alanlarına, tarihi ve kültürel yapılarına, insanlarına bakıyorum da bir çağdaşlık, bir estetik, bir eğitim kaygısı taşımadan yaşamı olağan hallerde devam ettiriyorlar.

Şu aralar yerel yönetim uzmanları, politikacılar, bürokratlar, devlet baba her gün sanki bilime bir katkıda bulunmuş gibi, bir kolaylaştırıcı keşfetmiş gibi, üretkenmiş gibi toplumsal nekrofili hastalığının sonuna kadar zevkini alıyor almasına da biz niye ceset olmayı kabul ediyoruz bunu anlamış değilim.

Hep aynı yaklaşımlar; seçim zamanı ve seçim sonrası rutin, ucuz ve populist politikalar. Bir katma değeri olmalı politikanın, üretkenliği ve kendini sorgulayan iç dinamikleri olmalı.

Yaşadığım kentin -mış gibi tasarlanmasını istemiyorum. Çağdaş kent-miş gibi, altyapı sorunları çözül-müş gibi, kentin tarihselliği ve doğası korun-muş gibi... insanların bunları onaylıyorlar-mış gibi olmalarını da hiç kabullen(e)miyorum.

Bize sunulan yaşam biçimini, ilgimizi çekilen konuları, ilginç olduklarına inandırıldığımız konuları gereğinden fazla -ya da az- önemsiyoruz. 29 Şubat gibi 4 yılda bir sunulan vatandaş profilini daha fazla önemsiyoruz.

Bir karamsar tablo çizme niyetinde değilim, aksine her anlamda çağdaş kentlerin olduğu bir Türkiye'de yaşamanın umudunu sürekli taşıyorum. Bu umudun kadınlar ve onların yetiştireceği yeni nesil üzerine olduğu fikrimi de yineliyorum. 80 öncesi bilinçsizce politize edilen, 80 sonrası da bilinçli bir şekilde apolitize edilen gençliğin önümüzdeki 10-20 yıl ülke geleceğinde söz sahibi olup olmayacağı konusunda kuşkularım var. Bu kuşağın şu an ülke yönetiminde olması gerekiyordu ancak biz bir kuşak geriden izliyoruz çağdaş yaklaşımları. Batımız içinde farklılıklar var, hadi bu kültürümüzün bir yansıması da, doğumuz ile batımız arasında da "Seks ile Mürdüm Eriği" arasındaki benzerlik kadar da fark var. Düşünceden bahsediyorum; doğasından, kişi başına düşen gelirinden, ekonomik göstergelerinden, endüstrisinden değil... Şark kültürünü benimsemiş insanlardan bahsediyorum. Batıdan gelen insanların, misafirperverliğinden, sıcaklığından, insancıllığından, cömertliğinden, gönlü genişliğinden memnun olmalarından değil, bu feodal yapının bu tür ritüel ile sunulmasından bahsediyorum. Doğu, doğulu kültürü bir şov halinde batıya sunuyor. Erk sahibi olduğunu düşünen populistler de bu kültüre yatırım yapıyor. Oysa bu kültürün gelişimine yönelik yapılacak yatırımın ülkenin yaşam biçimine katkısı daha fazla olacaktır.

Doğu ve Batı bir düşünce biçimi ise, batılı düşünce sistemini önemseyecek yaklaşımlara gereksinim duyduğumuz açıktır.

S.e.k.s hakkında bilmediklerimiz, bildiğimiz konuların dışında olanlardır. Mürdüm Eriğini Sevenler Derneği de mürdüm eriğini sevenlerin bir çatı altında amaçsızca buluşmalarına yönelik bir tüzüğü bile olmayan, aslında dernek bile olmayan bir oluşumdur.

Etkin oluşumları önemseme dileğiyle...

Burak Ü. KILIÇASLAN

Yukarı

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,578,578,578,578,578,578,578,578,57
              445 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 Dost Meclisi


Kahve Molası 2.Doğum Günü Anısı'na

Bu kez Ataşehir'de Food Court Restaurant'ını SEÇTİK,
Her zaman olduğu gibi yine kendimizden GEÇTİK...

Koskoca 2 yılı geride bırakmanın sevinciyle MAYHOŞTUM,
David Beckham stili saçlarımla doğrusu pek bi HOŞTUM...

İlk kadeh şarapla heyecanımı dindirirken DALGIN DALGIN,
Bob Marley saçlarıyla çıkageldi Sevgili Kızım Ebru KARGIN...

Sevgili Charlie'miz İsmail BABA her zaman neşe SAÇAR,
Sevgili Melekleri Zehra ve Özlem ile içimizde güller AÇAR...

Hazır Baba demişken Baba Aday'ı Gültekin GÖK'ün kulağına ÇINLAMIŞTIK,
Döşemelerin sarsıntısıyla Ağır Vasıta FATMA'nın geldiğini zaten ANLAMIŞTIK...

Gülümse GÜLCAN bir arkadaşımı daha getireceğim diye etmişti TARİF,
Meğerse çifte gitmiş; bir kolunda Captain KAYHAN diğerinde Miço ARİF...

Biraz müzik için bakayım derken sağa SOLA,
Kapı eşiğinden göründü Sarı Papatya'mız LA...

Gözlerimiz kapıda; solumuzda cam, sağımızda DUVAR,
İlk kez yemeğimize şeref veriyordu Sedat TUVAR...

Faik KARAEGE ile Ankara'dan gelenler 3'e YÜKSELDİ,
Hereke'den KAYA bile tam zamanında çıktı GELDİ...

Ünümüz Türkiye'yi aşmış Belçika'ya dek YAYILMIŞTI,
Ayşenur GÜVEN'i görünce inanmayanlar BAYILMIŞTI...

Filiz MERCANKÖŞK ekiverdi bizim için kuzeninin DÜĞÜNÜNÜ,
Zaten Avustralya'ya kadar yayılmamış mıydı onun ÜNÜ...

Mabel Arap Sakızı dağıtırken bir ara düşüverdim BİTKİN,
Bir ışık çakıverdi gözüme anladım ki gelen bizim Işık ETKİN...

Tam da "Ankara'dan abim geldi" diye ıslık çalarken Sevgili EDİ,
Cumhur AYDIN dostumuz bir geldi, pir geldi ve "Dalyaaa" DEDİ...

Bülent YÜCEL; "Ne güzel kalabalık" diye düşünürken DERİN DERİN,
Bir iLK'e o da imza atarak aramıza katıldı Sevgili Burcu SERİN...

Finansbank'tan UFUK ve ( ŞULE-JALE olmaksızın ) HALE sürpriz YAPMIŞLAR,
Alışmamız için tüm MAHALLE öncesinde Halkbank'tan SEMRA'yı KAPMIŞLAR...

ŞAKİR Dost'umuzu da davet etmiştik Nevizade'de TANIŞINCA,
Eşi SERAP ile teşrif ettiler, çok sevindik aramıza KAYNAŞINCA...

Küba gezginleri SERPİL ile CÜNEYT Ankara'dan geldiler iki ENSE,
BeT Böcük'ümüz gelememişti hala Maslak yollarından NEDENSE...

AKDENİZ'in fırtınaları MEHTAP ile TANJU da gelmişlerdi en NİHAYET,
Bir ara telde "Ataköy'ün neresindesiz ?" diye beni yedikleri RİVAYET...

Eş-i Nadide Dr.umuz SEDA yeni cicilerine bir de kocaman gül EKLERKEN,
Diğer Dr.umuz ANUR viski mahmuru olmuş Maslak Servisi'ni BEKLERKEN...

Zeynep ve Cem POLATOĞLU çiftini görünce hepten SEVİNDİK,
Son misafirimiz Nevizade'den tanıdığımız MEHMET ile ÖVÜNDÜK,

Tamı tamına 36 kişi... 17.Nisan.2004'de TOPLAŞTIK,
Mukadder ve Suavi'nin müzikleriyle iyice HOPLAŞTIK...

Neşeyle sürdü gece hayattan bir dem ALDIK, koyu sohbete DALDIK,
Müzik yetmedi, 3.Yıl'a girerken EDİ'yle darbuka bile ÇALDIK...

Bundan sonra sırada bir PİKNİK'imiz ( 19 Haziran gibi ) OLACAK,
Ona katılabilirseniz yüreğimiz daha da neşeyle DOLACAK...

17.Nisan.2004
Enişte

Not : Kapı eşiğinden uğrayıp, kutlayan Özlem ÖZDEMİR'e de teşekkürlerimizle...

<#><#><#><#><#><#><#>


Fotoğraf: Süha Derbent (www.suhaderbent.com)

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir.
Kahve Molası bugün 4.373 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 Tadımlık Şiirler


YUNUS GİBİ...

Bülent Özcan Aşk oduyla yanabilsem,
Kevser ile yunabilsem,
Canı bir Hakk’a adayan
Yunus gibi olabilsem...

Gönül haddini aşmayan,
Doğru yolundan şaşmayan,
Eğri yolu dolaşmayan
Yunus gibi olabilsem...

Gönül gözü ile gören,
Tezgâhta sevgiyi ören,
Canını hak yolda veren
Yunus gibi olabilsem...

Bülent Özcan

Yukarı

 Biraz Gülümseyin




Amerikanvari takılayım dedim; No Comment

Yukarı

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan



http://www.istfest.org/film

http://www.istfest.org/film/cizelge/
10-25 Nisan tarihleri arasında 23. Uluslararası İstanbul Film Festivali var. Bu konuda geniş bilgiye ulaşabileceğiniz adresler. Hepinize iyi seyirler.

http://www.kultur.gov.tr/portal/tarih_tr.asp?belgeno=3254
Örnekleriyle Minyatür ve Gravürler ...Minyatür ve Gravürler, Resim sanatının türleridir. Kendilerine özgü duygu, düşünce ve yaklaşımları, çizim ve teknikleri vardır. Resim sanatının tarihi gelişiminde rol almışlar, etkinlik sağlamışlardır. Farklı coğrafyalarda tarihi varlık alanına çıkmışlar, çeşitli kültür çevrelerini temsil etmişlerdir. Minyatürler renklidir. Gravürler siyah beyazdır. Her iki sanat türünün ortak noktası, satıh sanatı oluşlarıdır. İçinde oluştukları veya ilgilendikleri toplumlumun siyasi, sosyal, iktisadi, kültürel, askeri hayatlarını ve değindikleri konuların sanat ve estetik güzelliklerini günümüze yansıtmaları benzer özellikleridir...

http://www.martiuk.org
Martı uçurtma kulübü'nün web sayfası. Malum bahar geldi, çocuklar babalarının, annelerinin hafta sonlarında birlikte uçurtma uçurmaya gidelim tekliflerini beklemeye başlarlar. Bazıları da daha pazartesi gününden başlayıp, "hadi baba ne zaman uçurtma uçuracağız, bak yaz bitiyor sen hala bana bir uçurtma almadın", sitemlerini sürdürürler. Eğer sabırlı yada sert mizaçlı biriyseniz lafım yok. Ama biraz el beceriniz var ve çocuğunuza vakit ayırmayı seviyorsanız, buyrun size en güzel uçurtma planları. Planları görmek için, "kendinyap" kısayolunu tıklayın. El beceriniz yoksa, doooğru oyuncakçılara marş marş.

http://www.yahoogames.8m.com/
Amatör bir web sayfası olmasına rağmen bol miktarda kısayolu giriş sayfasında barındırdığı için güzel bir kaynak olarak kullanabilirsiniz. Telefon borcu sormadan, günlük gazetelere ve hatta canlı yayın yapan radyo, tv kanal kısayollarına kadar bir çok kısayol burada.

http://www.addictinggames.com/
Bu zamana kadar gördüğüm en büyük oyun arşivini sizlerle paylaşmak istiyorum. Yüzlerce oyunu içerisinde barındıran ve hatta bir çok oyun sitesi için kısayol veren bu siteyi oyunseverlere ısrarla tavsiye ediyorum. İyi eğlenceler.

akin@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Damak tadınıza uygun kahveler


Fast Backup v1.3.0.0 [261K] Win9x/2k/XP FREE
http://www.geocities.com/roy_saad/
Sadece işini yapan, basit arayüzlü, değişik işletim sistemleri arasında sorunsuzca çalışan bir backup-restore programı. Standard backup'tan çok daha kolay ve işlevsel. Siteye girmek sorun olabilir, zira bayağı ilgi çekiyor. Mutlaka deneyin.

Yukarı

http://kmarsiv.com/sayilar/20040421.asp
ISSN: 1303-8923
21 Nisan 2004 - ©2002/04-kmarsiv.com
istanbullife.com
Kahve Molası MS Internet Explorer 4.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri