KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?

 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Kütüphane
 Kahverengi Sayfalar
 FİNCAN/SİPARİŞ
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?
 SON BASKI
 PDF (~250-300KB)


PDF Versiyonu





Kahveci Soruyor?



KAHVERENGİ SAYFALAR



KAPI KOMŞULARIMIZ

Üç Nokta Anlam Platformu


Bir Ekart = 1 Gün
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 3 Sayı: 490

 26 Nisan 2004 - Fincanın İçindekiler

 Editör'den : Gölgelerin gücü adına!..


İyi haftalar,

Güç bende artık!.. 23 Nisan'da devrettiğim yerimi geri aldığım için mutluyum. Cancağızımın benden iyi olduğunu dile getirerek bana saksı muamelesini layık gören sözde dostlarıma teessüflerimi iletirim. Alacağınız olsun ne kötülüğümü gördünüz. Tamam o da iyi ama ben daha ölmedim yahu! Aaaaa... yani.... Zamanı gelince yerimizi bırakırız da daha vakit erken. Hani ondan şeyettiydim.

Kıbrıs konusunda söyleyeceklerimi toparlamaya çalışıyorum. Ama şu an bunun için uygun görünmüyor. Bu konu öyle geçiştirilebilecek gibi değil çünkü. Vakit bulunca yazarız. Ama yazmaya vakit bulduğumuz bir konu var elbette. Oley, Oley Oley Oley... ŞAMPİ....... gerisini canınız çektiği gibi doldurun artık. Sizi bilmem ama ben sarı lacilerimi hazırlamaya başladım. Eeee Cadde'deki şölene 3 hafta kaldı. Erken merken ben gönlümden geçeni söylüyorum işte. Darısı herkesin başına:-))) Haydi kalın sağlıcakla...

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

2 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

 PASTORAL EFEMER : Zeki Yıldırım


HAYAL HIRSIZI

Uyanıp pazen perdeyi açtığında, dağların ardından yükselen güneşin ilk ışıkları köyün üstüne düşmeye başlamıştı. Güneş başka doğuyordu. Sonbaharı yaşıyor olsalar da, o gün temmuz güneşi gibiydi sanki, ılık, kırmızı ve gülümseyen. Hemen duvarda yer alan elbise askısına koştu, oradaydılar. Mavi önlüğü, hemen üzerinde yer alan Atatürk işlemeli yakalığı ve çantası. Dün şehre gidip almışlardı babasıyla, dün olanların bir rüya olmadığına sevindi. Çocuk kalbi bir serçe gibiydi, pır pır. Nasıl kahvaltı yaptığını, nasıl cicilerini giydiğini, nasıl çantasını alıp abisiyle aşağıya indiğini ve şehre giden minibüse bindiğini hatırlamıyordu. Taşımalı eğitime katıldıkları okulun yanına geldiklerinde abisinin elinden tutup aşağı indiler. Okulun bahçesine girdiler, her yer mavi ve siyah önlüklü çocukla doluydu. Nasıl bu kadar çocuk vardı, bu kadar çocuk buraya nasıl gelmiş olabilirdi ki diye düşündü. Kalbi pır pır, abisinin elinden sıkı sıkı tutuyordu.

Sınıfa girdiklerinde, öğretmen onları tek tek sıralara dağıttı ve sessiz oturmalarını söyledi. Sonrada "Andımız"'ı söyletti. Sonrada "Bu gün dersimiz resim, resim defterlerinizi ve kuru kalem boyalarınızı çıkarın" dedi. Küçücük kalbi hala pır pırdı. Öğretmen "peki çocuklar, bu gün dersimizde çiçek resmi çizeceğiz, hadi resim defterlerinize çiçek resmi çizin dedi.

Fatma Gül hemen çantasını açtı defter ve boya kalemlerini çıkardı, özenli bir şekilde sıranın üstüne koydu. Eline yeşil kalemi alıp düşünmeye başladı. Ne hoş bir konu vermişti öğretmen. Ne kadar çok severdi çiçekleri, evlerinin önündeki sardunyaları, sümbülleri, kasım patlarını, patates çiçeklerini, leylakları, zambakları, gülleri düşündü, zaten ikinci adı da Gül'dü. Babası hep "güzelliğinle gülesin" diye bu isimi verdim demişti. Hep onu önce koklar, sıkı sıkı sarılır gülüm diye severdi.

Ama bu kadar çiçek yetmez dedi kendince. Tarlalardaki kırmızı gelincikleri, zakkumları, papatyaları, mürdümekleri (Lathyrus sp.), dağlardaki sıklemenleri, kedi karanfillerini, minik kekik çiçeklerini, ağlayan gelin çiçeğini, çiğdemleri düşündü, ne çok çiçek biliyordu. Vakit geçirmeden çizmeye başlamalıyım diye düşündü ve çizmeye başladı. Kağıdın üzerinde bir renk cümbüşü oluşuyordu, yemyeşil kırların içinden rengarenk çiçekler fışkırıyordu. Öğretmen "resimlerinizi kontrol edeceğim" dedi ve tek tek her öğrencinin defterine bakmaya başladı. Kalbi bir kat daha hızlandı sanki, çünkü sıra ona gelmişti.

Öğretmen yanına yaklaştı "bakalım sen ne yaptın?" dedi ve kağıda doğru eğildi. Yüzünün buruşturup, kafasını sağa sola sallayarak "nedir bunlar kızım, ben size çiçek çizin dedim, siz karalamışsınız"… "Öğretmenim bunlar çiçek, işte sümbüller, işte gelincikler, işte …". "Sus bakayım, birde bana cevap verme. Çiçekmiş, çiçek öyle mi olur, bakın şimdi tahtaya size çiçek çizmesini öğreteceğim" dedi. Eline tebeşiri alıp tahtaya üçgen bir saksı çizdi. Saksını üzerine uzun bir sap ve sağlı sollu birer dal çizip iki, üç yaprak yaptı. Sonra en üste ablasının çeyizi için işlediği dantellere benzeyen bir şey kondurdu. "İşte, çiçek böyle çizilir" dedi. "Ama öğretmenim çiçek …" dediyse de öğretmen sesini biraz yükseltip "çocuğum sen sus bakayım, dilin bir karış, ben izin vermeden de bir daha konuşma !!!"

Yıllar geçti, Fatma Gül büyüdü ilköğretimin ilk beş yılı bitmişti. O gün altıncı sınıfa başlıyordu. Ne tesadüf ki ilk ders yine resimdi. Öğretmen içeri girdi, "günaydın !" dedikten sonra "defterlerinizi açın, bu gün serbest konulu resim yapacağız, hadi çizmeye başlayın" dedi. Bir süre geçti öğretmen resimleri kontrole başladı. Fatma Gülün yanına geldiğinde öğretmen, onun defterine hiçbir şey çizmediğini görünce "neden çizmedin kızım, kalemin mi yok ?" diye sordu. "Hayır öğretmenim hepsi var ama siz bana ne çizeceğimi söylemediniz" dedi. "Dedim ya kızım, serbest çizin diye. İster bayram yapan çocukları, ister okulumuzu, ister çiçekleri…" dediği anda "tamam" dedi Fatma Gül "onu biliyorum"

Fatma Gül hemen kağıdın üstüne eğildi ve en alta üçgen bir saksı çizdi. Saksının üzerine uzun bir sap ve sağlı sollu birer dal çizip iki, üç yaprak yaptı. Sonra en üste dantellere benzeyen bir şey kondurdu…

Sınıf içi davranışlarla ilgili bir konferansta son sözlerimi bu öyküyle tamamlayıp yerime geçerken bir öğrencinin elindeki mendiliyle gözlerini sildiğini gördüm. Yanına yaklaşıp saçını okşadım, "ne oldu kızım, neden bu göz yaşı, adın ne bakayım senin ?" "Ben, Ayşegül, Ayşegül !!! ". Sessiz göz yaşları elimi daha fazla ıslatıyordu…

Zeki Yıldırım
zekiyildirim@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Kahvecigillerden : Nurcan Taşkın


SARILDIĞIM BAHARDI

Uyanıyorum, aydınlığa bakılırsa yeni günden epeyce saat aldığımız belli. Geç mi kaldım diye panikle saate bakıyorum. Ooo... Günlerden pazar olduğu aklıma geliyor. Hiç uyanmadan uyumaya devam etseydim . Alışkanlık işte.

Pazartesi sabahından, pazar günü için yaptığım tek plan, uyumak oluyor bu mevsimde. Havalar düzelene kadar da ilkliğini koruyacak. Zamanla bu alışkanlığın yerini uyku kadar dinlendirici başka uğraşılar alacak tabi. Ama bugün de çokça zamandır yaptığım gibi uyumaktı isteğim. Uyumak, uyumak, uyumak...

Müziği açarak yatıyorum yeniden. Yastığımın küçük bir köşesine başımı koyup, sıkıca sarılıyorum ona. Uyuyorum.
...

Nasıl da zor bir mevsimden çıkmış doğa? Yarı erimiş, yarı erimemiş kar. Her yer çamur içinde. Yollar bozulmuş, büyük çukurlarda su birikintileri oluşmuş. Yol alıyorum. Bana engel olmuyor bunlar. Nerden başladım bu yola, nereye gidiyorum? Bilmeden. Önüme gelen çukurları önemsemiyorum, kiminde hep soldan gidiyorum. Ne bir insan, ne de bir araç var. Sanki benim için boşatılmış yollar. Aniden karşıma insan, araç çıksa? Canlı yok ortalıkta.

Dünya zor bir savaşa ev sahipliği yapmış gördüklerimden çıkardığım. Mevsimlerin savaşı olmalı. Her yer baharı yaşıyor. Kötü bir bahar galip gelmiş anlaşılan kışa. İllaki kötüler kötü olacak değil ya, şiddetiyle yenmiş bahar kış mevsimini. Güçlüymüş. Söylemesi bile dile hoş; 'kötü bir bahar.' Keşke her kötü şey bahar gibi olsa? Bahar, ne iyi etmiş...

Demek boşuna çıkmamışım yola. Hala nereye gittiğimi bilmesem de bahar gelmiş, o yeter. Daracık yollardan geçiyorum. Çamur deryası. Yolların çamur olmasının bana zararı olmuyor. Kenarları ağaçlarla dolu yolda yavaş yavaş ilerliyorum. Ağaçların dalları çiçeklerle dolu. Kimi beyaz, kimi pembe. Yolun ve ağaçların dışında her yer en sevdiğim renge boyanmış; yeşil. Anlayamadığım ağaçlar çiçek açmış, çimenler yeşermiş, yerde açan tek bir çiçeği göremiyorum. Eee? Bir günde nasıl olmuş peki bunlar? Zaman gerekmiyor mu bunların olması için? Olmuş nasıl olduysa, ben niye düşünüyorum ki bunları? Yoksa, ben uyurken mi oldu?

Yol kenarındaki ağaçlar çok sık dikilmiş. Dalları birbirine karışmış. Onu da; ayrı renk çiçek açmış ağaçlar yan yana olduklarında anlıyorum. Pembe ve beyaz renkler birbirine karışıyor. Sıkılmıyorlar mı acaba böyle iç içe, ya da dal dala? Belki kol kola baharın zaferini kutluyorlardır. Çok güzel bir yol.

Ne keyifli bir pazar...

O da ne!.. Arkada oturan dört beş çocuğu görüyorum. 'Siz ne zaman, nasıl bindiniz arabaya? Ne zamandır benimle berabersiniz, nereye gidiyorsunuz?' diyorum. 'Senin gittiğin yere' diyorlar. Hay Allah! Söylenmeye başlıyorum; 'Yalnız kalamayacak mıyım hiç, ben nereye gittiğimi biliyor muyum? Bir siz eksiktiniz!' Diye sesimi yükseltiyorum biraz. Susuyorlar. Yüzümü göremiyorlar, ben gülümsüyorum. 'İyi, gelin bakalım' diyorum. Yolda bırakacak değilim onları, yanımda olduklarına göre vardır sebebi. Aldırmıyorum onların yanımda oluşlarına. Bu kadar zamandır yok gibiydiler zaten.

Yolun sağ tarafındaki bahara çiçek açan ağaçlar aniden son bulup yerini uçuruma bırakıyor. Solda kalıyor sıralanmış ağaçlar. Uçurum ama; öyle ürkütücü değil. İnsanda uçma isteğini getiren güzellikte. Vadi demek daha doğru olur. Her yerde gördüğüm mevsimin ihtişamı uçurumda da var. Ulaşma çabasının nereye olduğunu bilemediğim küçük su yollarını oluşturmuş, eriyen karlar. Kenarında çalımsı bitkiler. Umarım yakında bir nehir vardır ulaşabilecekleri. Toprağa karışıp gitmesinler. Büyüklüğünü, gücünü, yaşam kaynağı olduğunu gösterebilsinler nehirde birleşerek. 'Öyle de vardık, böyle de varız.' Diyebilsin eriyen karlar, su olunca da.

Neyse, ben ve çocuklar yola devam... Hiç konuşmuyorlar, kımıldamıyorlar bile. Varlıklarıyla yoklukları belli değil. Zararları yok bana. Bunları düşünürken, uzun zamandır gittiğim çiçekli ağaçların içinde farklı bir şey dikkatimi çekiyor. Gözümün çiçeklere alışmasından sonra, bunu fark edebilmek dikkatten olmasa gerek. Tahta gibi, ağacın dalından sallanan bir şey, ama ne? Duruyorum hemen, yakından görmeliyim ne olduğunu. Beş on adımla ağacın yanına varıyorum, ayaklarım çamur içinde. Ne göreyim? Tahtadan yapılmış süsler bunlar. Birisi balon, diğeri de rüzgar çanı. Bunları indirmek lazım ağacın dalından. Her yer çiçeklerle süslenmişken kim astı acaba bunları, ya da neden? Ben gördüm başkaları görmesin. Acaba benden önce geçen olmadı mı bu yoldan, fark etmediler mi? Uzun zamandır hiç insana rastlamadım. Mevsim savaşında insanlar da mı mağlup oldu kışla birlikte? Bu çocuklar savaştan kalan son insanlar olmasın? Böyle bir savaş olurken ben nerdeydim, diğer insanlar tabiattan yok olurken? Yok oldularsa, şimdi nerdeler?

Ağaçtan indirmeliyim bu tahta süsleri. Uzanıyorum, ulaşamıyorum. Anlaşılan bunları asan benden uzun biriymiş. Usta da elleri varmış. Güzel yapılmış bir balon. Sepeti de ustalıkla örülmüş. Neden balon yaptı, başka bir ulaşım aracı yapsaydı? Neleri hayal etti acaba bunu yaparken? Sepetinde kendini düşünüp gitmek istediği bir yer, ulaşmak istediği biri? Mutlaka olmuştur yaparken. Kimin aklına gelir balon yapmak? Zor olsa da indiriyorum balonu asılı olduğu daldan. İplerinin kopmamasına özen gösteriyorum. Ağaçta durduğu gibi tutuyorum sol elimde. Sıra rüzgar çanında. Balonun asılı olduğu dalda, uzunlu kısalı iplerin ucuna asimetrik yassı tahtalar bağlanarak yapılmış. Hava durgun. Rüzgar çanından ses çıkmıyor hiç. Nasıl ses çıkıyor ki çarptıklarında rüzgarla? Bir iki zıplıyorum, yetişemiyorum. Kulağıma güzel bir şarkı geliyor, rüzgar çanına ulaşmaya çalışırken;

Sürgün verirdim senin yüreğinde
Körpe bir güldüm elinde
Kopardın çok zamansız
Evcil değildim ben
...
Başımda göçebe kuşlar
Yalandı aslında suçlar
Sana göre değildim, çok kısa sevindim
Dilsiz bu taşlar
Yalandı aslında bütün suçlar

Bir taşla yetişebileceğim aklıma geliyor. Sağ elimle yerdeki en büyük taşı ittirmeye çalışıyorum, ağacın altına doğru. Ellerim çamur içinde. Üzerime siliyorum ellerimi, ulaştığımda rüzgar çanı kirlenmesin diye. Taşın üzerindeyken aklıma geliyor arabadaki çocuklar. Yola dönüp bakıyorum, arabanın arkasında ilk oturdukları gibi oturuyorlar, sessiz sessiz. Arabadayken sayamamıştım. Beş çocuklarmış. Biri epeyce küçük, dört beş çocuk dememin sebebi olan. En küçüğü dört, en büyüğü sekiz yaşlarında olmalı. Arkaya beşi nasıl sığdılar diye iyiden iyiye bakıyorum, hepsi çelimsiz. Karınları acıkırsa ne bulurum onlara yiyecek? Konuşmadıklarına, hallerinden şikayetçi olmadıklarına bakılırsa bana mecburlar demek. Devam ediyorum 'doğayı doğal yapma' uğraşıma. Rahatça çıkarıyorum daldan rüzgar çanını. Sallıyorum elime alır almaz; takır tukur tahta sesi çıkıyor. Hava rüzgarlıyken kuşları ürkütmüştür bu sesiyle. Belki bu ağaç kuşlara hasret? Taşın üzerinden inerken 'bunları ne yapacağım?' sorusu beliriyor bende. Yanımda götüremem, çalmış sayılırım. Kime anlatabilirim çiçeklerin arasında görüntülerinin hoşuma gitmediğini, doğaya yakıştıramadığımı ve en önemlisi çalmadığımı? İkisi birer elimde duruyor. Az önce ağaçta duruşlarından farksız. Yere bırakamam, her yer çamur. Ağacın bir dalına iliştirsem, niye uğraştım bunca zaman? Ha bir üst dalda durmuş, ha bir alt dalda? Olmaz ki...

Düşünürken ağaçların arkasından bir kapı açılıyor. Görmemiştim kapıyı, iki elimde ağaçtan indirdiğim balon ve rüzgar çanı. Nasıl utanıyorum.

- Ben bunları çalmıyordum, tek amacım... derken sözümü kesiyor, açılan kapıdan çıkan bir kadın. Sadece;
- Gel! diyor.

Kapıdan girerken burada ev olabileceğini, bunların da o evdekilere ait olabileceğini niye düşünemedim, diye kızıyorum kendime. Daha dikkatli olmalıyım. Kadın o tek kelimeden başka hiç konuşmuyor. Sadece gülümsüyor. Ne zamandır arabadaki çocuklardan başka düşünme yetisine sahip canlıyla, ilk kez karşılaşıyorum. Gerçekten, ne zamandır?..

Ne göreyim karşımda? Kapıdan girer girmez, koskocaman bir dağ. Bin bir çeşit çiçekle bezenmiş. Böyle bir dağı daha önce ne gördüm, ne duydum. Benden başka gören olsaydı 'Dünyanın Birinci Harikası' olurdu zaten. Özenle tasarlanmış. Geniş alanlarla teraslar oluşturulmuş. Her terasta farklı farklı çiçekler. Acaba cennet böyle bir yer mi? Oraya da böyle mi gideceğiz, habersiz? Bir an ölmüş olmaktan bile korkuyorum. Meğer baharın asıl şenliği buradaymış, yol kenarındakiler avutmaca. En öndeki, yanında yürüdüğüm düzlükte marula benzeyen çiçekleri görüyorum. Maruldan farkı, ucundaki renkleri. İkinci düzlükte laleler, üçüncüsü, dördüncüsü... Lalelerden sonrasını ayırt edemiyorum. Reng-i ahenk olarak görüyorum tüm çiçekleri. Kocaman bir dağdan bahsediyorum, 'Çiçek Dağı' ndan. Sonu, zirvesi var mı acaba bu dağın?

Çocuklar aklıma geliyor. Onlar da görmeli benim gördüklerimi. Kadın hiç konuşmuyor benimle, çocuklar da konuşmuyordu. Tek anlayabildiğim yüzündeki gülümsemesinden, hep 'beni takip et' derce. Son on dakikadır onun peşinden yürürken hızını ona göre ayarladığım adımlarımı aniden hızlandırıp; geldiğim kapıya yöneliyorum. Koşarak arabanın yanına gidip çocukları indiriyorum arabadan. Son anda fotoğraf makinesini almak geliyor aklıma. Onu da alıyorum. Kadının rolünü ben alıyorum şimdi. Ben önden hızlı adımlarla, çocuklar küçük adımlarıyla koşuyorlar peşimden. Hiçbir soru sormadan. Kurulmuş oyuncak bebeklere benziyorlar. Kapıdan tekrar girerken elimde olmayan balon ve rüzgar çanını hatırlıyorum. Elimdeydi, nereye gitti onlar? Çiçek Dağı' nı görünce akıl mı kaldı bende? Umarım kadına vermişimdir.

Yoruluyorum koşmaktan, nefes nefese varıyorum kadının yanına. Hiç değiştirmemiş duruşunu, aynı bıraktığım gibi duruyor. Peşimdeki çocuklar, onlar da yorulmuşlardır. Bir şey demiyorlar ki. Hele küçük olanı; nasıl yorulmuştur kim bilir? Kucağıma mı alsaydım onu? Artık suskunlukları rahatsız etmeye başlıyor beni. Kadının eline bakıyorum hemen. Ağaçtaki süsler elinde duruyor. Demek ona vermişim kapıdan girerken.

Yola paralel yürüyoruz, peş peşe. Ağaçların arkasındaki , dağı yolla ağaçlarla ayıran duvar; ne kadar güzel. Rasgele konmuş irili ufaklı taşlarla örülmüş. Yıllar önce yapıldığı belli. Kimi yerleri yosun tutmuş. Yosun tutan taraf kuzeyi gösterdiğine göre, demek ki ben batıdayım. Yola nerden çıktığımı, nereye gittiğimi bilmediğim için yönümü biliyor olmak mutlu ediyor beni. Güzel, batıdayım. Niye yola paralel yürütüyor ki kadın beni, bir güzel dalsak çiçeklerin içine? Takip ediyorum hep onu. Yolculuğun başlangıcındandır yolun solunu süsleyen ağaçlar bitiyor. Aşağıda, bu bahçeye girmeseydim geçecek olduğum yolu görüyorum. Üç tane yumurtadan yeni çıkmış civciv yan yana duruyor yolda. Burada her şey farklı. Civcivler de bildiğim civcivlerden değil. Üçünün de tüyleri karpuz kabuğu görünüşünde, yeşiller. Alacalı çizgileri var sırt ortalarında. Yol çamur, ayakları da çamur. Zar zor yürümeye çalışıyorlar. Aynı yürüyen karpuz gibiler. Hemen resimlerini çekeyim derken, daha çekemeden yoldan geçen biri ürkütüyor civcivleri. Az önce yumurtadan çıkan onlar değil sanki. Can korkusuyla sağa sola kaçıyorlar. Çimenlerin arasında kayboluyorlar. Kızıyorum yoldan geçen her kimse. Kadın konuşmuyor yoldakiyle. Demek o da tanımıyor. Belki erkek diye, hiç bir tepki göstermiyor. Herhalde beni Çiçek Dağı' na çıkartmaması, önce karpuz civcivleri göstermek istemesindendi.

Yola bakarken gözümün önünde bir görüntü oluşuyor, kısa süreli. Duvarları el baskılarıyla dolu bir oda. Renkli boyalara batırılmış birinin el izleri var duvarlarda. Acaba yoldan geçen civciv ürkütücüsünün odası mı gördüğüm? Yoksa başka birinin mi? Bilmiyorum, gidiyor gözümün önünden.

Çiçek Dağı' na doğru dönüyor kadın. Ben de dönüyorum. Bakıyorum çocuklar da benden sonra yaptığımı yapıyorlar. Aynı dişli çarklara benziyoruz. Önce kadın, sonra ben ve küçük çarkların beşi birden. Ama ilk hareketi veren hep o kadın. Anlaşılan çiçeklere karışabileceğiz artık.

Bu güzel günü ileride hatırlamalıyım. Böyle bir dağın var olduğunu kanıtlayabilmeliyim; yaşayan insanlara. Görebilirsem. Tahminime göre her çiçek tarlasına uğrayarak dağın zirvesine kadar çıkacağız. Eğer varsa sonu? Her çiçeğin resmi olmalı bende. Tam resmini çekecekken marul çiçeklerinin; kadın, ben ve çocuklar elimden düşen makineye bakıyoruz. Yere düşüyor, parçalanıyor beklemediğimiz bir sesle. Birbirimizin yüzüne bakarken, aynı anda aynı eylemi yapıyoruz ilk kez. Yere bakıyoruz.

Ağlama hıdrellez
Ağlama be bana
Acı ektim yerine
Sevda yeşerecek
Başka bahara

diyor Sezen.

Unutmuşum. Uyurken sıkıca sarıldığım yastığımı hatırlıyorum. Başım da düşmüş yastığın köşesinden. Uyumaya başladığımdan daha da sıkıca sarılırken; elimden düşen makinenin sesiyle uyanıyorum. Saate bakıyorum; 15:00.

Sarıldığım baharsa, hep uyumak istiyorum...

Nurcan Taşkın

Yukarı

Tuba Çiçek

 Rengarenk: Tuba Çiçek


   XX, KADIN BÜNYESİ VE FANTAZİLERİM

New Scientist dergisinin açıkladığı yeni bir hipoteze göre kadın vücudu, bir tip kalıtım materyali yerine iki tip kalıtım materyali içeriyormuş.

Bu ne demek? Bir bünyede iki farklı dişi demek.

Erkek bedeni tek bir yönetim kurulunun kararlarını uygularken, kadın bedeni iki ayrı yönetim kurulunun çatışmasına, gövde gösterisine, iktidar mücadelesine sahne olmak durumunda kalıyor.

Hatun kişilerde yönetim kurulunun biri: 'Kalk gidelim, bu adamdan bize hayır gelmez' derken, öteki: 'B.k yeme otur, bundan iyisini nereden bulacaksın' diyor. Sonra da holdingin toplantı salonunda saç saça, baş başa kavgaya tutuşuyorlar ki ayırabilene aşk olsun!

Erkekler öyle mi ya? 'Haydi zengin kalkışı yapalım' demeleriyle, kapıyı çekip gitmeleri bir oluyor.

Peki kadın bünyesindeki tüm bu arbede kimin başının altından çıkıyor dersiniz?

Hemen cevap vereyim: Erkeklere oranla, hatun kişilerde bir adet fazladan bulunan X kromozomunun halt yemesi elbette. (Birileri derhal Ahmet Altan'ın, Murathan Mungan'ın felan kulağına su kaçırsın. Çok muhterem 'bilirkişileri' bu yeni malzemeden mahrum etmeyelim!)

* * *

Şimdi bazıları oturup 'Hmmmmm demek kadınların dengesizliklerinin, tatminsizliklerinin ve iç huzursuzluklarının sebebi, bu lanet X kromozomuymuş.... Kendini hedef alan, kendiyle çatışan bir beden.. Çok yorucu olmalı!' felan diye hemcinslerime acıyadursun; ben bu durumun avantajlarından bahsetmek ve bu bilimsel bulgudan yola çıkarak biraz fantezi kurmak istiyorum. Çok yüksek müsaadelerinizle tabii!

Avantaj diyorum evet, yanlış duymadınız. Ne zaman ne yapacağı belli olan, monoton bir kişiliktense, renkli ve aksiyonlu bir kişiliği tercih ederim şahsen. Sürprizleri severim. Dahası, çok seslilik beni heyecanlandırır.

Üstelik, araştırmalar gösteriyor ki büyük yaratıcıların birçoğu psikolojik bozukluklara ve iki uçlu kişiliklere sahiptiler.

Dünyada bu alanda dört araştırmacı arasında yer alan Dr. Cem Mumcu'ya göre: "Büyük acı ve sıkıntılarla seyreden aşırı neşeli ve canlı (mani), aşırı tükenmiş ve mutsuz (depresyon) duygu durumları arasındaki fırtınalı yaşamların, sanatta insanlığa büyük eserler kazandırılmasına neden olduğu görüşü, araştırmalarla ciddiyet kazanıyor. Tolstoy, Balzac, Woolf, Gauguin gibi bir çok büyük sanatçının bipolar bozukluktan (iki uçluluk) mustarip olduğu ortaya çıktı."

Tabii yazının başında sözünü ettiğim araştırmayla, Dr. Mumcu'nun araştırmasını birleştirince, insanın aklına şu soru geliyor: 'Peki neden büyük yaratıcıların birçoğu erkek?'

Bunun sebebini de başka bir doktor araştırıp açıklasın artık. Her şeyi ben bilirsem 'çokbilmiş' olurum ki didaktik bir imaj pek açmaz beni. Ancak kanaatim o ki, kadınlar bünyelerindeki çok seslilikle baş etmeyi ve cüsselerindeki iki yönetim kurulunu uzlaştırmayı beceremedikleri için, bunun avantajlarından da faydalanamıyorlar.

Konuyla alakalı önerilerimi yazmazsam, küstahlığım derin yaralar alacak. O halde, egomuzu durduk yerde yaralamayalım ve önerileri maddeler halinde yazalım:

'Çift Yönetim Kurulu Olan Holdingleri Başarıya Ulaştırmanın 5 Etkili Yolu'

1- Dengesizliklerinizi, gel-gitlerinizi, gerilimlerinizi sevin. Nasılsa onlardan kurtulma şansınız yok. (Kendinizle barışın.)
2- İçinizdeki iki kadının çatışmasını zırlayarak izlemeyin. Cesur olun ve araya girin. (İnisiyatifi ve dizginleri elden bırakmayın.)
3- Gerekiyorsa taraf tutun. Holdingin çıkarlarına ters düşen ve laf kalabalığı yapan yönetim kurulunu devre dışı bırakın. (Seçimlerinize sahip çıkın.)
4- Her iki yönetim kurulunuza da düzenli aralıklarla karne verin. Zayıflıklarına sövün. Başarılarını alkışlayın. (Öz eleştiri yapmayı da, egonuzu cilalamayı da ihmal etmeyin.)
5- Arada bir tembellik edin, işe gitmeyin. Patron olmanın keyfini çıkarın. Bırakın holdingde işler karışsın. Yönetim kurulu üyeleri birbirini yesin! ('Bilmemneyi yapmanın bilmemkaç etkili yolu' diye kitaplar dolusu reçete yazanlar nereden buluyor o kadar öneriyi yahu? Bir daha onları aşağılarsam kılavuzum karga olsun!)

* * *

Gelelim konuyla ilgili fantezilerime!

Bazı bazı, benden şöyle bir 10-15 tane daha olsaydı diye düşünürüm.

Mutlaka sizin bünyeniz de arada bir homurdanıp su kaynatıyordur: Bir yerlere yetişememekten, kendisi de dahil hiç kimseyi memnun edememekten, hobilerine yeterince vakit ayıramamaktan felan. Etmiyorsa, atın o bünyeyi çöpe zaten!

Bir yanınız aylaklık etmek istiyordur ama yapmanız gereken işler vardır. Bir yanınızın aklı serseriliktedir ama tayyörünüz ve siz toplantı odasında bulunmak zorundasınızdır. Kendinize zaman ayırmak istiyorsunuzdur ama aile efradı sizi özlemiştir, onları ziyaret etmeniz gerekmektedir. Kitap okuyasınız vardır ama en yakın arkadaşınızla randevulaşmışsınızdır... Gibi!

Ben diyorum ki, genetikçiler şu X kromozomlarının sayısını artırsınlar. Hatta öyle bir ayar versinler ki, her bir X kromozomunun ayrı bir bedeni de olabilse. (Klonlanmak bunun gibi bir şey mi detaylarını bilmiyorum. Bir bilene sorun.)

Benim fantezim şu: Mesela her sabah kalkıp, 10-15 tane Tuba içinden o günkü ruh halime hangisi uygunsa onu seçsem ve onun bünyesine yamansam. (Gardırobu açıp kıyafet seçmek gibi yani.)

'Bugün canım şarkı söylemek istiyor' desem ve müzisyen Tuba'ya kaynayıversem.. Canım basketbol oynamak istediğinde basketçi Tuba'ya takılsam.. Ya da 'bugün canım döpiyes giymek istiyoooo' deyip, plazalardan birinde yönetici oluversem.

Tuba'ların hepsi ayrı bir işte çalışsa, hepsinin uzmanlık alanı farklı olsa. (Hem böylece 10-15 tane gelirim olur, borç harç derdim de olmazdı.)

Ama illa ki bir tanesi işsiz ve tembel olsa! Büyük ihtimalle haftanın 3-5 günü işsiz olanı seçer, diğerlerini de onun sponsoru yapardım.

Sonracığıma......

Alooo! Hala burada mısınız?

Gidin kendi fantezilerinizi kendiniz kurun kardeşim! Ne benimkilere parazitlik ediyorsunuz? Özel hayat diye bir şey var değil mi?

Haydi naş! Bu köşede elektrikler kesildi. Biraz da Mehtap Akdeniz'i okuyun!

Tuba ÇİÇEK
tuba@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Kahvecigillerden : Nurettin Hatipoğlu


ÖLÜMÜN GÜÇ YETİREMEDİĞİ AN

Lastik botu kıyıya çeken Dilşah birden askerlerin kendisine doğru ilerlediklerini gördü. Süpheleri dağıtmak için askerlere doğru ilerledi.

Ya her şeyi mahvedecek ya da aylardır planlanan düşü gerçekleştirecekti.

Kimlik? diye sordu asker.

Elleri titredi Dilşah’ın. Bütün cesaretini toplayarak kimliğini askerlere uzattı. Nasıl olsa iki askeri ikna ederim diye düşünürken birden ağaçların arasından büyükçe bir projektör üzerlerine çevrildi. Ortalık gün yerine dönmüştü. Kumanda merkezinden askerlerin kolayca görev yapmaları için hazır bekleyen bir başka destek gruptu bu. İşin hiç de kolay atlatılamayacağını anladı Dilşah. Gecenin serinliğine rağmen terlediğini hissetti.. Askerler kimliğini geri verdiler.

-Durmayın buralarda sıkıyönetimden haberiniz yok mu? diye uyardı askerin biri.

Kumsalda şezlongların altına gizlenen Hakan sürünerek çıkmaya çalıştı. Bir saniye bile kaybedecek vakitleri yoktu artık. Herşeyi göze alarak koşarak Dilşah’a sarıldı. İkisininde gözyaşları birbirinin omuzlarına döküldü. Bu tehlikeli yolculuğa birlikte çıkmalarına rağmen birbirini bir daha görememek vardı. Küçük lastik bota atladılar ikiside. Ölüm yolculuguna çıkma zamanı gelmişti artık. Kaç saat, kaç zaman sürer bilmeden Yunan adalarına sıgınmak için egenin karanlık sularında kürek çekmeye başladı Hakan. Her yerde aranıyordu. Suçu bir dergide yazı yazmaktı!

Tahmini olarak belirlediği yöne doğru saatlerce durmadan kürek çekti. Kollarında derman kalmamıştı. Saat gecenin 03 ünü gösteriyordu. Geceyi gece yapan en karanlık saatlerdi. Küçük dalgalar bile korku dağları gibi üzerlerine geliyordu. Cehennem karanlığı dedikleri şey tamda bu olsa gerekti. Doğru yöne mi gitmekteydiler, bunu da bilmiyorlardı.

Birden karanlıgın içinden bir başka karanlıgın üzerlerine doğru geldiğini farkettiler. Serap mı görüyorlardı? Artık hiçbir şeyin ayırdında değillerdi. Az sonra Hakan bunun büyük bir yük şilebi oldugunu farkeder. Koca şilep üzerlerine doğru geliyordu! Ya kaçamazlarsa? Ya gemi gecenin karanlıgında küçücük bir nokta bile olmayan küçük lastık bota çarparda denizin ortasında altına alıverirse ikisinide?! Kabus gibi geçer bu düşünceler kafasından. canhıraş bir çabayla kurtulabilmeyi umdugu yöne doğru küreğe asıldı .

Ölümün kendisine merhaba dediğini ilk kez duyar gibi olur. Böyle bir duyguyla ilk kez yüzyüze geldi. Sona geldiğini hissetti. Keşke yalnız olsaydım diye düşündü o an. ölüm bir gün zaten kaçınılmaz olacaktı. Ancak “damarlarımda dolaşan kanım” dediği Dilşahı olmasaydı yanında. Onun karanlık sulara gömülmesine dayanamazdı, yaşıyamazdı onsuz. Kış onunla delişmendi. İlkbahar yaz onunla hovardaydı. güneş doğamazdı gülen yüzü olmadan. Yıldızlar böyle güzel ışıyamazdı bakışları olmadan. Gece gece oluşunu hissedemezdi siyah saçları olmadan. Bir düştü o hiç uyanılmaması gereken. Yaşamındaki tüm her şeyi Dilşaha odaklamıştı. Onu sevdiği için yaşamayı sevmişti...

Kurtulamayacaklarını anlamıştı Hakan. Küreği bırakır gözkapaklarını kapatır sımsıkı tutar Dilşah’ın elinden. Savrulduklarını hissederler birden. Şilep bota çarpıp ikisinide denizin ortasına savurmuştu. Bir tek şeye odaklanmıştı o an. Dilşah’ı kurtarmak! Bedenleri karanlık sulara savrulurken Dilşah’ın elini hiç bırakmadı. Ölümle yaşamak arasındaki o en ince çizgide olduğunu anladıgı an bir yay gibi gerildi tüm vucudu. Bacaklarını karnına doğru çekti bir ok gibi fırladı. Umutsuzlugun en dip noktasında yinede bir parça kırıntı aradı umuttan. Yüzeye çıktıklarında tek arkadaşları ölümdü yine. Kendilerini parçalayacak akbabalar gelse, gagalarına tutunacaklardı belkide. Geceydi akbabalar bile yoktu! Az ötede hareketli bir dağ gibi duran bot olmalıydı. Son umut son hamle. Bota ulaşmışlardı yeniden.

Sabahın ılk ışıkları belirdiğinde hala görünürlerde ada filan yoktu. Dizlerinde kollarında bir parça bile derman kalmamıştı.

Tam hayata dair tüm umutlarını kesmişlerken birden bir kara parçası göründü! Hakan olanca gücüyle küreğe yüklendi. Adaya varır varmaz yere yığılıp kaldılar. Ölü gibi uzandılar yanyana. Kendilerine geldiklerinde birkaç saat geçmişti. Elini sıkıca kavradı Dilşah’ın. Hala ıslak olan saçlarına dokundugunda, yudum yudum sevgi içtiğini hisetti. Yüzünü seyretti bir süre. Öyle masum öyle salt çocuksuyduki. Tanrının kendisine verdiği bir ödüldü diye düşündü. Birkaç dakika sadece bakıştılar.

Delisin dedi Hakan.

Ben aranıyordum ya sen niye geldin diye ekledi.

Atlattıgı bu müthiş badireye inat, hala ışıl ışıl olan bakışlarını, yeşilim dediği gözlerine dikti Hakan’ın.

bizi ancak ölüm ayırır dememişmiydim sana ?

Deniz altındayken ölüm o kadar güçlü değildi dedi.

Uzandıkları yerden kalktılar. Akşamdan beri bir lokma bir şey yememişlerdi. Elele tutuşarak yürümeye başladılar.

Geldikleri yerin bir Yunan adası mı, yoksa yanlışlıkla bir Türk adası mı olduğunu bile bilmiyorlardı. Bu endişe beynini bir kurt gibi kemirmeye başladı Hakan’ın. Bir süre sonra havada bir helikopter belirdi. Bir tur attıktan sonra uzaklaşıp gitti. Bu bir Yunan helikopteriyse sorun olmayacaktı, zaten sığınmaya gelmişlerdi. Ama ya eğer bir Türk helikopteriyse belkide hayatlarının geri kalan kısmını demir parmaklıklar arasında geçireceklerdi. Okudugu kitaplarda kurtuluş savaşını anımsadı Hakan. Anadoluyu yakıp yıkan yunana karşı kurtuluş savaşını verenleri düşündü sonra. Şimdi yunana sığınmaya geldiğini düşünmek kanına dokundu. Helikopter sesi yeniden duyulmaya başladı. Bu kez onları almaya geldiğini gelmişti. Öldüren merak tüm bedenini sararken birden otların arsında bir gazete parçası gördü. Koşarak gazeteye bakmaya gitti. Helikopter ise indi inecekti. Gazetenin Yunan mı yoksa Türk gazetesi mı oldugunu bilmek müthiş bir meraktı. Bütün hayatı gazeteyi gördüğünde gözüne ilişecek olan birkaç harfe bağlıyıdı.

Bulaşmış çamurları telaşla silerek okumaya başladı Hakan. Derin bir oh çekti . Okuyamıyordu. Kurtulmuşlardı!

Tümüyle yaşanmış bu olayın kahramanlarından birisinin anısına...

Nurettin Hatipoğlu

Yukarı

 YILDIZINIZ KIPIR KIPIR, YA SİZ?


  Ailenizin Yıldız Falcısı : Nurettin Özdemir


KOÇ   (21 Mart-20 Nisan)
Sevgili koçlar haftanız güzel anlar ve duygular ile sizleri ağırlamak üzere. Gayet uyumlu ve sakin olacağınız önümüzde ki günlerde bir çoklarınıza iş teklifleri bile gelebilirler. Hatta şimdiye kadar çok sevdiğiniz ve gönülden arzu ettiğiniz bir dileğiniz geçekleşecek.. Laf aramız da koçlar sakın tehlikeli aşk oyunlarına girişmeyin bu ara da. Çarşamba günü pozitif enerjilerin yağmur misali yağacağını söylemekle yetineceğim. Hazırmısınız pozitif düşüncelere koçlarım…

BOĞA   (21 Nisan-20 Mayıs)
Geçen yaz aylarında başlattığınız bir projeniz sonuçlanma safhasına geldi ve bu hafta gereken son hamleyi yapın sevgili boğalar.. Öylesine şanslı bir döneme girmektesiniz ki pes doğrusu !.. Parasal konularda fazla açılmasanız iyi olur yine de.. Önümüzdeki on gün içerisinde maddi konularda sizleri bir hayli rahatlatacak konumlara ulaşacaksınız.. Altıncı hissinize güvenin boğalar. Temkinli olun, ballı olduğunuzu bilseniz bile..

İKİZLER   (21 Mayıs-21 Haziran)
Alın işte sevgili ikizler, tam sizlere göre ortamlardasınız.. Başrollerde siz varsınız bu aralar.. Yalnız bir şeyi göz ardı etmeyin, evden veya aileden kaynaklanan can sıkıcı meseleler o güzelim performanslarınızı gölgeleyebilirler.. O halde elektrikli enerjilere fazladan kendinizi kaptırmayın ve sonradan içinden çıkamayacağınız gönül hikayelerine aşina olmamaya dikkat edin… Hafta sonu gerilimli. Sakin olun.

YENGEÇ   (22 Haziran-22 Temmuz)
Her ne kadar göstermek ve önem vermek istemiyorsanız da profesyonel uğraşılarınız da belli bir kaosu yaşamaktasınız.. Elbette bu herşeyin sonu demek değil ama istediğiniz ortamları yakalayamadığınız aşikar.. Siz belki de şansınızı üç sene önce kaçırdınız..Sorumlulukların, kişisel özverilerin aşırılığından korkarak.. Satürn sizleri epey hırpaladı geçen yazdan beri ama daha da olgunlaştınız..Projelerinize ağırlık verin, yolunuz açık..

ASLAN   (23 Temmuz-22 Ağustos)
Bu hafta sonsuz sevgilerin ve sıcak ilişkilerin gönülleri havalara uçuracakları günlerin haftası sevgili aslanlar.. Parıldayan gönül ateşleri bu hafta içinde ruhlarınızı kamaştıracaklar ve haliyle bu da yüzlerinize nur gibi yansıyacaklar.. Parasal sıkıntılarınız var ise, önce niyetlenin ve sonra tereddütsüz isteyin.. Bereket yağmurları ufuklarda. İlişkileriniz de diyalog arayışı içinde oluşunuz sizleri bir başka cazibeli kılacak. Haftanız kutlu olsun..

BAŞAK   (23 Ağustos-22 Eylül)
Aman aman aman !.. Sevgili başaklar altından bir hafta işte sizlere. İnanın şahane günlere kavuşmak üzeresiniz.. Başka diyarlara yolculuklar, entellektüel çalışmalarınız bazında yepyeni ilişkiler hatta anlaşmalar söz konusu özellikle.. Amaa işyerleriniz de kadın meslektaşlarınıza dikkat edin. Onlar ile tartışmalı ortamlara girmeyin. Bir karar verme noktasındasınız belki de.. Verin şu kararı ve yeni yaşamlara doğun bu güzel günler gelmişken..

TERAZİ   (23 Eylül-22 Ekim)
Bakın bu hafta bazı yerlerden prim, faiz getirileri ve komisyon girdileri bekliyorsanız bu iş tamamdır.. Masa altından veya üstünden de olsa paranın kokusu olmadığına göre hafta ortasında keyifler gıcır.. Aşklar da ise yabancı kültürlerle ilgili ilişkiler vasıtası ile heyecanlı anlar yaşanacaklar. Belkide çoktan yaşamaktasınız bu yoğun duyguları.. Mart ayından beri sürüncemede kalan bir meseleniz çözümlenecek. Cuma gününü sinirli ve elektrikli geçirmeyin.

AKREP   (23 Ekim-22 Kasım)
Sevgili akrepler hayli zamandır kahin kaha yürüttüğünüz bir projeniz de önemli aşamalara varmak üzeresiniz. İhtiyacınız olan finansal partenerinizi bulmuş gibisiniz. Bu demek değildir ki engeller buharlaşmaktalar. Güzel neticelerin alınacağı olumlu ve yapıcı günlerdesiniz. Şans ve sükseler sizlere bu hafta altından bir tepsi içinde sunulacak. Eşleriniz ve/veya ortaklarınız tarafından. Biraz rahat bırakın kendinizi. Cidden hakkettiniz bunu.

YAY   (23 Kasım-20 Aralık)
Ay ay ay oğlaklar, haftanız bayağı hareketli ve tansiyonlar yükseklerde.. Belki de kendiniz ile buluşabilmeniz için bütün bu depremler.. Her türlü detaya dikkatli olun, kalbinizin ve ruhunuzun kapılarını ardına kadar açın çünkü bu hafta espritüel anlamlar da zenginliklere kavuşacaksınız.. Aşkları, iyi veya kötü, hissedeceksiniz, yaşayacaksınız.. Yanlış seçimler yaptığınızı bile düşünecek kadar derin sarsıntılara uğrayabileceksiniz. Olsun canım, en önemlisi sizleri yıpratan o vesveseleri yoketmek değilmi ?.. Köprülerden korkmadan geçin..

OĞLAK   (21 Aralık-19 Ocak)
Gayrimenkuller ile ilgili bir probleminiz sizleri son zamanlar da hayli yıpratmakta sevgili oğlaklar. Ailevi ilişkileriniz de kendinizi bayağı rahat hissedeceğiniz günlerdesiniz. Yanlış anlaşılmaların, yanlış ata oynamaların farkına varılacağı bu günleri heba etmeden kullanın ve sevdiklerinize tüm kalplerinizle sarılın. Ufak tatillere ihtiyacınız var. Kendinizi ihmal etmeden yaşamayı bir öğrenseniz oğlaklar.. İş yerlerin de beklenmedik hoşlukları tadabilir, yeni heyecanlara ve aşklara kavuşabilirsiniz.

KOVA   (20 Ocak-18 Şubat)
Sevgili kovalar yeni haftanız bomba gibi, inanın. Ticari atılımlarınız da ve gayrımenkul alım satımların da başarıların koşa koşa geldiği bir hafta sizleri beklemekte.. Çevrenizde ki insanlara ve çocuklara ihtimam gösterin, sizlere ihtiyaçları olabilecekler.. Profesyonel çalışmalarınız kıvanç verici sonuçları doğurmak üzereler. Görevlerinizi layıkı ile yerine getirmenin rahatlığına kavuşacaksınız. Herşey bu haftanız da çok kolay gelecek sizlere..

BALIK   (19 Şubat-20 Mart)
En belirgin kaliteniz olmayan şu organizasyonları bu hafta bir başarabilirseniz var ya balıklar, ihya olacaksınız vallahi.. Uzun vade de inanılmaz kazançlı çıkacağınız bir işbirliği projesinde gerekli atılımlardan çekinmeyin.. Yıldırım gibi geçecek şans kraliçesini ya yakalayın ya yakalayın !.. Beklenmedik engellerden yılmayın, bunlar günlük olaylar, en önemlisi geleceğe olan yatırımınız ve bu yönde ki kararlarınız. Mayıs'a hazırmısınız balıklar.. Mekan değiştirmeleri söz konusu olabilecek. Bereket yıldızı Jüpiter sizlerle bu hafta. Kı-pır-da-yın..

Nurettin Özdemir
nozdemir@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Dost Meclisi



Fotoğraf: Süha Derbent (www.suhaderbent.com)

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir.
Kahve Molası bugün 4.373 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 Tadımlık Şiirler


YARINA BİR DAKİKA VAR

Bir eziklik duyarım hep
Adını yazmadığım şiirlerde
Kum soğumuş deniz kara

Yarına bir dakika var

Banliyö trenlerinde ağladın
Gece serin ay dolunay yıldızlar
Köprüler ışıklar trafik levhaları

Yarına bir dakika var

Yüreğini kurcalama
Bırak gitsin gittiği yere kadar
Varsın kalsın acısı gizli dargınlıkların

Yarına bir dakika var

Bu soluk renkleri ben mi boyadım
Benim mi bu eğri çizgiler
Uydurma masallara kandım
Geçer sandım sıkıntı
Dudağımdaki bu uçuk karanfil değil
Bastığım yer çamurlu toprak

Oy ne ahmakça şeymiş ağlamak
Yarına bir dakika kala

Elif Su Alkan

Yukarı

 Biraz Gülümseyin




Yoruma gerek var mı?

Yukarı

 Kıraathane Panosu


FOTOGRAF SERGİSİ

"VAHŞİ YAŞAM" SÜHA DERBENT
8 MAYIS - 4 HAZİRAN 2004

FOTOTREK NIKON FOTOGRAF MERKEZİ, 8 Mayıs - 4 Haziran
tarihleri arasında, hayvan davranışları üzerine fotograf çalışmalarıyla tanınan Süha DERBENT'in "VAHŞİ YAŞAM" isimli sergisine yer veriyor.

8 Mayıs Cumartesi günü saat 18:00'de yapılacak bir kokteyl ile açılacak olan sergide kaplan, aslan, leopar, çita gibi büyük kedilerin görüntüleri yer alıyor. Sergi, hayvanların yaşadıkları coğrafyaya uygun davranış görüntüleri üzerine yaklaşık 8 yıldır çalışmalar yapan Süha DERBENT'in Hindistan, Güney Afrika Cumhuriyeti, Zimbabwe, Kenya ve Botswana'da çektiği fotograflardan oluşuyor. Nikon Türkiye Temsilcisi Karfo - Karacasulu ve Emirates Havayolları katkılarıyla gerçekleşen sergi 4 Haziran Cuma gününe kadar izlenebilecek.
Ayrıntılı Bilgi: http://www.suhaderbent.com

FOTOTREK NIKON FOTOGRAF MERKEZİ
Meşrutiyet Caddesi Ravanda İşhanı No : 85
Kat : 1 - 2 D. 1 - 3 Beyoğlu, İSTANBUL
Tel : (212) 251 90 14 - 251 83 74
www.fototrek.com

Yukarı

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://ferryhalim.com/orisinal/
Hem dizayn olarak, hem de içerik olarak en sevimli web sayfalarında biri olarak kabul ettiğim bir site. Şirin mi şirin oyuncukları bünyesinde barındıran ve istediğiniz kadar uğraşın kopyalamanıza müsade etmeyen sağlam bir web sayfası.

http://www.3dtextmaker.com/
Tanıtımlarınızda veya web sayfanızda kullanmak üzere bir .gif animasyon hazırlamak isteyenlere ideal bir kısayol. Önce yazı tipini belirliyorsunuz. Seçtiğiniz font, örnek kutucuğunda karşınıza geliyor. Daha sonra sırasıyla, yazı rengi, animasyon boyutu ve çalışmanın ayrıntılarını belirliyorsunuz. Son adım, animasyonda görmek istediğiniz yazıyı kutucuğa yazıyorsunuz. "Make 3D text" kutucuğuna tıkladığınızda animasyon hemen hazırlanıyor. Bir kaç denemeden sonra istediğiniz animasyonu bilgisayarınıza kaydedip kullanabilirsiniz.

http://www.biography.com/
25.000'den fazla ünlü ve tanınmış şahsiyetin biografisini bulabileceğiniz sağlam ve kullanışlı bir arşiv. Tek kusuru Türkçe olmaması. Eh o kadarcık kusur biliyorsunuz kadı kızında da bulunuyor.

http://www.gutenberg.net/find
Siz bu kadar internet bağımlısıysanız, kitabınızı da internetten okumak istersiniz herhalde. Kayıtlarında binlerce kitabın elektronik ortam kopyası mevcut. Dilediğiniz bir tanesini seçip zevkle okuyabilirsiniz.

akin@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Damak tadınıza uygun kahveler


Image Analyzer v1.20.2 [1.9MB] W9x/2k/XP FREE
http://meesoft.com/Analyzer/ImageAnalyzer.exe
Minik ama oldukça yetenekli bir resim editör programı. Hemen her çeşit resim dosyasını açıp edit edebiliyorsunuz. Birbiri arasında değişim yapabiliyor, birçok efekt uygulayabiliyorsunuz. Herkes için bir kenarda bulunması gereken yararlı bir program. Hala bir resim editörünüz yoksa mutlaka deneyin.

Yukarı

http://kmarsiv.com/sayilar/20040426.asp
ISSN: 1303-8923
26 Nisan 2004 - ©2002/04-kmarsiv.com
istanbullife.com
Kahve Molası MS Internet Explorer 4.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri