KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?

 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Kütüphane
 Kahverengi Sayfalar
 FİNCAN/SİPARİŞ
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?






Kahveci Soruyor?



KAHVERENGİ SAYFALAR



KAPI KOMŞULARIMIZ

Üç Nokta Anlam Platformu


500. Sayıya Ulaştık...
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 3 Sayı: 500

 10 Mayıs 2004 - Fincanın İçindekiler

 Editör'den : Ayağına Sağlık Cimbom!...


İyi haftalar,

Hiç darılmaca yok gücenmece yok. Bugün benim günüm. Rakip kahveciler bugünlük bana ve sarı lacivert renklere katlanacaklar. Fenerbahçe'mi kutladığım kadar Cimbom'u da yürekten kutluyorum. Kargaşa sevdalısı kalemşörlerin tüm arzusunu kursaklarında bırakarak, çıktı aslanlar gibi oynadı ve maçı aldı. Hoş almasaydı da kimsenin diyecek bir lafı olamazdı. Çünkü kazanmayı amaçlamışlardı. Şampiyonluğumuzu 1 hafta önce kutlamamızı sağlayan Cimbom'a canı gönülden teşekkürler. Vallahi mutluyum yalanım yok. Kanarya sevenler derneğine üye olmayan kahveciler için ise çok üzgünüm. Birgün nasılsa herkes Fenerli olacak, gelin yol yakınken olun, mutluluğu paylaşalım:-))))

Maçın henüz başlamadığı saatlerde babamla futbolu, Fenerbahçe'yi konuşuyoruz. Olay döndü dolaştı Türkiye'nin futbol tarihine, eskilerin futbol oynamak için nelere katlanmak zorunda olduğuna, stadlarda maç seyretme zevkinin nasıl şekil değiştirdiğine kadar geldi. Babam 'Sen bizim nasıl top yaptığımızı biliyor musun?' dedi. Tüm saflığımla çaputtan, gazeteden, karpuzdan gibi cevaplar verdim. Baktım kıs kıs gülüyor. 'Hedi lem biz tuluktan yapardık topu' demez mi? Hayda ne ki bu tuluk, ha buldum tulum gibi birşey mi? 'Yok be oğlum tuluk tuluk. Tuluk ne biliyor musun? İnek varya inek, ha işte onun idrar kesesine tuluk denir. Gidersin kasaba 'Emmi bu ineğin tuluğunu bana virsene' dersin. Kasap günündeyse verir, sen de onu şişire şişire, taşa vura vura top edersin. Bu alet taşa vurdukça büyür, büyüdükçe sağlamlaşır aynı bir meşin top olur.' İyi de baba bu tuluğu kim şişirir yahu? 'Oooo az sonra topu tepikleyecek herkes sıraya girer be oğlum sıraya...' Yaaa işte böyle, bizler tuluk şişirip top tepen ırkın çocuklarıyız. O günlerden bugünlere köprünün altından çok sular aktı. Şimdilerde şampiyonlar liginde şampiyon olmayı hayal ediyoruz. Neden olmasın? Haydi hayırlısı...

Bakmayın lafa Fenerbahçe ile girdiğime. O özel ve güzel bir konu. Ama hepimizi ilgilendiren, beni gururlandıran bir başka konu var ki bunun hepinizi mutlu edeceğine inanıyorum. Sessiz sedasız 500. sayıya ulaştık. Şu an okumakta olduğunuz Kahve Molası sizlere ayırmaktan zevk aldığım 500. gecenin ürünü. Ortalama 4 saatten yaklaşık 2000 saati sizlerden gelen güzel yazıları gene sizlere hoş bir şekilde sunmak için kullanmışım. Yaşamayana pek fazla şey ifade etmeyeceğine inandığım bu sayıları daha da geliştirebilir ve göğsümü gere gere sizlere söyleyebilirim. Çünkü bundan gerçekten gurur duyuyorum. Ama burada kesiyor ve 1000. sayımızda buluşmak üzere hepinize güzel bir hafta diliyorum.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

51192 Yorum var. Yorum Yaz / Oku
Tarkan İkizler

 Bir öyküm var anlatacak!.. : Tarkan İkizler


   Takımı için

Kahveci Rıza "Takım sevgisi nasıl olurmuş, anlatayım da görün" diye söze başladı.

"Bizim burada Ramazan diye bir çocuk var, nasıl ama biliyor musun? Hayatta takımına laf söyletmez. Millet bununla gırgır geçer, kızdırır, şakalaşır, hatta bu şakalaşmalar sonunda bazen iş kavgaya varırdı…"

"Askere gideceği gün arkadaşlarını toplamış bu, geldi kahveye, çıktı masanın üzerine…"

"Bakın ben sizin cenazenize gelmedim mi?" diyor, onlar da "Geldiiin" diye uzata uzata bağırarak cevaplıyorlar.

"Ben sizin düğününüze gelmedim mi?" diye soruyor, arkadaşları yine camide imama cevap veren cemaat gibi, hepbir ağızdan "Geldiiin" diyor.

"Kömürünüz geldi taşımaya yardım etmedim mi?

"Ettiiin"

"Hastanız oldu, o hastane, bu hastane en az sizin kadar koşturmadım mı?"

"Koşturduuun"

"Madem öyle, sizden kırk yılda bir, birşey istiyorum da, niye olmaz diyorsunuz?"

"Olmaaaz!"

"Ya ne olur yapmayın ya! Hepi topu 'en büyük asker bizim asker' diye bağıracağınıza, 'en büyük takım Fenerbahçe' diye bağıracaksınız"

En sonunda arkadaşları Ramazan'ın isteğini, zaten askere gidiyor diye kabul ediyor. O akşam bunlar Ramazanı kırmayıp gara gidince "En büyük takım Fenerbahçe" diye bağırmaya başlıyorlar. Böyle olunca haliyle, bizim milleti de biliyorsun, başka yerlerden de karşı takımların taraftarları bağırıyorlar.

Ben şahsım adına konuşuyorum bu takım olaylarını niye bu kadar abartırlar hiç anlamam. Neyse ben kaldığım yerden devam edeyim.

Otobüs garı oluyor mu sana stad gibi, millette bunlara uyarak kendi askerini "En büyük asker bizim asker" diye uğurlayacağına, tuttukları takım adına bağırmaya başlıyorlar mı?

Her taraftan bir ses çıkıyor. Ortalık iyice karışmış, öbek öbek insan. Havaya atılan biri daha yere inmeden, kimi yakalarlarsa kaldırıp indirip fırlatıyorlar mı sana? İnsanlar, kurtulmak için birbirinin üzerine basa basa kendini otobüse zor atıyor, öyle bir mücadele var senin anlayacağın. Biri fazla bağırıp uğurlayacağı adamı herkesden yükseğe mi fırlattı, haydaaa her şey sil baştan.

Bizim Ramazan'ın otobüsü kalkıyor. Ramazan otobüsün camından arkada kalanlara bir bakıyor ki, fener, cimbom derken kalabalık birbirine girmiş, oradakiler asker geçirmeye gelmemişler de sanki, garı düşman ele geçirmiş bunlar da denize döküyor.

Ramazan yerine otururken, kendi kendine "Ne gerek vardı kavga etmeye fenerin büyüklüğünü bilmeyen mi var?" diyormuş.

Daha asker ocağına ayak bastığı gün, yeni elbiselerle ilk kontrolde, askeri kıyafetin altına biri sarı öbürü lacivert çorap giymesinden millet bunun ne manyak olduğunu anlamış. Başlamışlar bununla dalga geçmeye; takımlarla ilgili şakaların ardı arkası kesilmeyip de kabak tadı vermeye başlayınca, en koyu fenerliler bile bu durumdan bıkmaya başlamış. Millet artık Ramazan'ı gördüğü yerde kaçmaya başlıyormuş. Bütün arkadaşlarınla işi, eninde sonunda bu fener konusuna getiriyor, muhabbetin en güzel yerinde hayalleri alt üst edip hoşnutsuzluk yaratıyormuş.

Hiç arkadaşı kalmayıp da iyiden iyiye yalnız kalan Ramazan'ın halini görüp de üzülmemek elde değilmiş. Ramazan'ın saflığını anlayan bir komutanı bunu kendi yanına şoför olarak almış. Arasıra nasihat ediyormuş "Oğlum biliyorum Fenerbahçe'yi çok seviyorsun ama bak, kendini kaybetme, biraz akıllan artık, yarın öbür gün teskerini alıp eve dönünce ekmek peşine düşeceksin, herkes seni askerliğini yaptın diye adam akıllı erkek yerine koyacak, bırak bu çocuklukları."

Kalbini kırmamak için de, kendisi Galatasaray'lı olmasına rağmen " Bak hem askersin sen, asker adam ayrım yapmaz, milli takımı tutar" diyormuş.

"Valla, helal olsun adama çok baba biriymiş değil mi? Ben zaten şahsım adına konuşuyorum. Bu takım olaylarını niye bu kadar abartırlar hiç anlayamam." Neyse bizim Ramazan, komutanının bu kadar nasihatinden sonra ne dese beğenirsiniz? "Komutanım, tamam milli takımı da seviyoruz ama, zaten milli takımı tutanlar da yine feneri tutuyor sayılır, baksana milli takımın son kadrosunda futbolcuların yarısı Fenerbahçe'li."

Komutan anlamışki bu Ramazan adam olmaz. Ne ceza, ne nasihat buna hiç birşeyin faydası olmaz. Ramazan fener diyor başka bir şey demiyor.

Askeriyenin kaldırımlarını sarı kireçle boyuyorlar bu "Böyle eksik oldu" diyor, yanına lacivert arıyor, zor durduruyorlar. Bari iş verelim oyalansın, kavga etmesin milletle diyorlar, dağa taşa "Önce vatan" yazdırmaya gönderiyorlar. Bu çıkıyor başçavuşun yanına, başçavuş bunu dışarı atıp arkasından bağırıyor "Ulan sen manyak mısın? 'Önce vatan' yazısının altına 'Sonra da fener' diye yazıldığı nerede görülmüş?"

Evet dese Ramazan bu "Ha!" diyip gidip yazacak. Bir gece nöbetinde komutanı, kontrol için yanına gitmeden önce, ne yapıyor diye bunu gözetliyor. Ramazan kafasını kaldırmış öyle durmadan "Ay"a bakıyor. Devriye gezen nöbetçi komutan birden Ramazan'ın yanında bitmiş. "nereye bakıyorsun lan öyle iki saattir, adam gibi nöbet tutsana" Ramazan komutanı görünce kendini toparlamış tabii, başlamış derdini anlatmaya; "Komutanım" demiş,
"Bizim memlekette de zamanı gelince, bilim ilerleyip de 'Ay'a gidilebilir mi?" "Niye gidilmesin oğlum, zamanı gelince,el nasıl gittiyse biz de gideriz."
"Peki komutanım oraya gidip de bayrağımızı da diker miyiz?"
"Dikeriz oğlum"
"Peki komutanım aynı yerde askerlik yapıp da savaşta şehit düşen arkadaşın hakkı ödenir mi?"
"Hiç bir şey vatan uğruna şehit olmaktan daha önemli olabilir mi oğlum? Tabii ki ödenmez"
"Peki komutanım bir askeriniz şehit olsa son arzusunu yerine getirir miydiniz?"
"Canım pahasına"
"Öyleyse komutanım, ben burada şehit düşersem, ilerde de bizimkiler 'Ay'a giderse, siz de o 'Ay'ın üstüne dikilecek bayrağın yanına büyük bir fener bayrağı diktirmezseniz, öbür dünyada iki elim yakanızda olur haberiniz olsun"

"Bak yemin ediyorum, Ramazan anlatıyor yalanı varsa onun boynuna, ben onun yalancısıyım" Neyse, bir gün komutanıyla jipte giderken komutanı bunu kızdırmak istemiş, "Ne o Ramazan sesin soluğun çıkmıyor, hani en büyük fenerdi? Ulan nasıl fenermiş bu böyle, üç tane birden yemişler" demiş. Demesiyle de bizim Ramazan
"Zınk!" diye durdurmuş jipi.
"Ne oldu oğlum, niye durdun? Gitsene."
"Gitmem, kimse fenere laf edemez"
"Oğlum ne biçim adamsın sen, şaka yaptık sana, manyak mısın sen, yürü git"
"Ben anlamam komutanım, lafını geri al"
"Emrediyorum oğlum, bas gaza"
"Hayatta olmaz 'en büyük fener' diye bağırmadan bu jip bir santim gitmez"
Ramazan artık burada ipleri koparmış ama komutan görmüş geçirmiş, tecrübeli biri. Eee, koskoca komutan, çekil de ben süreyim o zaman diyecek hali yok ya. Bir yandan bizimkinin biraz kaçık olduğunu da biliyor, dövse olmaz, sövse olmaz, "Peki ulan, en büyük fener" demiş.
Demiş ama askeriyeye dönünce çağırmış çavuşları "Alın ulan bunu başımdan, atın onbeş gün disiplin cezaevine, çıkınca da götürün levazım deposuna, öbürlerinle beraber yükleri taşısın dursun, görsün bakalım emre itaatsizlik nasıl oluyormuş…" diye emir vermiş.

Ramazan onbeş gün yatmış nezarethanede, oradakiler kurtarın bizi bunun fener muhabbetinden diye yalvarıyorlarmış artık ama o ayrı bir konu, çıkınca bütün yükü buna çektirmişler. Üstüne atılan iki un çuvalının altında inlerken bile hâlâ "Koskoca komutan olmuş 'Fener nasıl üç tane yedi?' diyor. Fener üç tane yerse, rövanşında beştane atar, bunu dünya alem biliyor" diyormuş.

"Valla ben Ramazan'ın yalancısıyım öyle bakma"
"Yaa, işte böyle bizim Ramazan, rahmetli babasının hatırı olmasa hiç çekilmez ama neyse işte. Haa! Unutmadan Ramazan'ın işten çıkma vakti yaklaşıyor. Şu duvardaki Galatasaray posterini indir de fenerinkini as. Yoksa camlara kovayla sarı lacivert boya döker de yine bir hafta da zor temizleriz."

"Bak şahsım adına konuşuyorum, bu takım olayını niye bu kadar abartırlar anlamıyorum valla, şöyle efendi efendi, adam gibi olsalar… Değil mi?"

Tarkan İkizler
tarkan@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Misafir Kahveci : Müge Akyol


Yanılgı çok büyük yanılgı!

Güzelliği, sadece endama, boya posa mahkum etmek…

Yanılgı…

İtibarı, paranın efendisi olmak ile eş tutmak,

Yanılgı…

Değeri, hastalıklı düşüncelere taraf olmakla hak edeceğini sanmak,

Yanılgı…

Gücü, iyiliği saflıkla bağdaştırıp, kötülüğü mazur görmekle kazanacağını ummak,

Yanılgı…

Sevgiyi, samimiyetle değil, gelip geçici heves kırıntılarıyla depolamaya çalışmak,

Yanılgı…

Ahlakı, yükselen trendler formatına adapte etmek uğruna katletmek,

Yanılgı…

Vicdanı, kendini rahatlatma bencilliği ardına sığınmış sahte gözyaşlarında sanmak,

Yanılgı…

Bilgeliği, yaşanmamışları yaşanmış gibi anlatan söylevlerde harcamak,

Yanılgı…

Müge Akyol

Yukarı

 Kahvecigillerden : Burak Ü. KILIÇASLAN


İÇ ÇAMAŞIRIN VAR MI?

" Adi Muşmula" dedi kadın… teni pürüzsüz, bacakları uzun, yüzü çok güzel olmasa da çekiciydi. Beli ince, saçları sarı, 'çıplak sayılır' diyebileceğim, tülden yapılmış bir giysisi vardı üzerinde!
Masa masa dolaşıyordu… Her masanın kenarında kıvrak hareketlerle, oynuyormuş gibi yaparak masadakilerle bir şeyler konuşuyordu. Belli ki öyle olması gerekiyordu.
Masadakiler erkekti! Hatta, tüm masadakiler erkekti!
Tek kadın o idi.
Pavyonları hiç böyle canlandırmamıştım kafamda… Belki de buralarda böyledir!
Oysa buralar, ben bildim bileli böyledir… kadınları yoktur buraların…

Varto, Muş, Tatvan'dan sonra Gevaş'a da uğradık! Şehir girişindeki "Vizontele Çocuk Tiyatro Kulübü" gülümsetti beni… Kentte herkesin bir film yıldızı edasıyla dolaşması, hiç doktoru olmayan bir şehir gerçeğini de değiştirmiyordu… Filmde figüran olanlar, gerçek yaşamda da figüranlığa devam ediyorlardı! Kent bir set idi! Yapay bir film seti. Batı; bu sette doğu'yu canlandırmış ve hatta onları figüran yapmış, figüran olarak bırakıp gitmişti!
Van Gölü'nün görkemli duruşuyla bu durumu kabullenmediği açıktı! Başrolde olduğunu biliyor ve varlığından haberdar olmaları için "kendi canavar"ını yaratıyordu…
Ne doğa, ne figüranlar, ne de Van Gölü canavarı bunu başaramamıştı.
Kadınları ise zaten yoktu!
Gün batımını göl kenarında izledikten sonra şehre indik. Gece pavyona gidilecekti… Dostların daveti kırılmadı, doğunun gece hayatının nasıl olduğunu görecektik!
Kırmızı loş ışıkların olduğu koridordan geçerken, "Bıngıldak Ayhan" afişleri solistin kim olduğu konusuna açıklık getirmişti. Ama içeri girdiğimizde "Bıngıldak Ayhan" yoktu! Ara vermişti. Dostlar iyi karşılandı, ayakta karşılandı. Biz de payımızı aldık. Sahneye en yakın masa hemen döşendi ve baş köşeye de biz yerleştirildik.
Tüm salon erkekti! İlk dikkatimi çeken de, hemen yan masanın başında oynuyormuş gibi yapan kadın idi.
Bir an göz göze geldik. Ben gözlerimi kaçırdım. Kan çanağı gözlerle kadına bakan erkeklerden biri:
"Bizim oralarda senin gibi sarışın kadınlara…… derler" dedi, kahkahayla gülerek….
"Adi Muşmula" dedi kadın… kahkahayla gülerek….
"Yok canım, bu kadar derin anlam yüklemeden söylemiştir bunu" dedim içimden, gülümseyerek…

Benim bildiğim, 'Mespilus Germanica' denilen ve doğal olarak yetişen, 2-6 metreye kadar boylanabilen, büyük bir çalıdır 'Adi Muşmula'. Yuvarlak, elma biçimli meyveleri 4 cm çapında ve sapsızdır! Etli meyve içinde beş adet taş gibi sert tohum bulunur. Meyvenin ucunda kraterimsi bir çukur bulunur, çukurun içinden bıyıklar çıkar. Meyve eti son derece buruk ve sert olduğundan, olgunlaşıp yumuşadıktan sonra yenilir. Eskiden Avrupa'daki manastır bahçelerinde çok bulunan adi muşmula, bugün süs bitkisi olarak yetiştirilir.
"Sanırım, bu kadar cinsel çağrışımlı ve derin anlamlı bir küfür etmemiştir!" diye düşündüm…
Bilmem, belki de etmiştir. Tekrar göz göze geldik, ben yine gözlerimi kaçırdım! Ama bizim masaya yöneldiğini görünce tekrar baktım. Masanın yanında durup;
"O ne biçim bakış be aslanım, hiç mi kadın görmedin?" demesiyle afallamak üzereydim ki, bu racona verilecek yanıtı bilen dostlarım yardımıma yetiştiler:
"Misafirimiz senin iç çamaşırı giyip giymediğini merak ediyor" demesinler mi adi muşmulalar!!!
"Merakını gideririz" dedi tüm kadınsılığıyla…
Gerçekten giyiyor muydu iç çamaşırı? Ya da içinde bir şey var mıydı?
Ne vardı içinde?
"O, kadınları sever!" dedi dostlar, kulağıma fısıldayarak… Sorularımı duymuşlar gibi… Üzerinde tülden yapılmış, parlak bir giysi vardı kadının. Sadece göğüs uçlarını kapatan, üçgen şeklinde, pembe küçük kumaşları dışında dikkat çekici bir özelliği yoktu.
"Yok yok, bu kadar da derin bir bağ kurmuş olamaz" dedim… Hitler'in Pembe Üçgeni'ni anımsayarak!
Hitler, "kürtajla ve eşcinsellikle" mücadele için özel bir SS birimi kurarken, toplama kamplarında pembe üçgenle işaretlenen eşcinseller, gaz odalarına ya da fırınlara gönderilen ilk grupların içinde yer alıyordu.
Ya bu odada ne işi vardı? Bunca erkeğin olduğu odada! Tek başına!
Pembe üçgen ile işaretlenip, erkek kokusu dolu bu odaya kim göndermişti onu?
Neden ondan başka kadın yoktu burada?, Neden burası hep erkek?
Neden iç çamaşırı yok bu kadının?
Zaten, kadın da yok burada…

Burak Ü. KILIÇASLAN

Yukarı

 Kahvecigillerden : Serpil Yüzlü


YILLANMIŞ UMUT -1-

Bahçeye bakan arka odanın, yarı aralık penceresinden gül, yasemin, hanımeli kokuları geliyor buram buram. Ilık bahar esintisinin içeriye taşıdığı keskin çiçek kokuları dolduruyor odanın her köşesini. Güneş ışıkları, pencerenin hemen önünde uzanan salkım söğütün yeşermiş yaprakları arasından, bir görünüp bir kayboluyor oyun oynarcasına. Odanın zemininde, duvarlarında yerdeğiştiren renkli yansımalar, adeta bir cümbüş yerine dönüştürüyor içeriyi.

Bu ahenkli ortamda, huşu içinde namazını eda eyledi Mürüvvet hanım. Kalbi derin bir vecd ile doldu. Rabbine yönelen ellerine, içindeki o büyük, uhrevi aşkı dillendiren dudakları eşlik etti. Berrak, ela gözlerinden yaşlar süzüldü yanaklarına doğru. Sonra, kenarları iğne oyalı, beyaz namaz örtüsünün çevrelediği nurlu yüzünü elleriyle sıvazlayıp, hafiflemiş bir ruhun dinginliğiyle usulca kalktı yerinden. Seccadesini katlayıp köşedeki sandığın üzerine bıraktı.

Ağır ağır ilerledi odanın içinde. Pencere boyunca uzanan sedire oturup hafif kamburlaşmış sırtını köşe yastıklarından birine dayadı. Dudaklarının kenarında beliren ufak bir tebessümle, kuşların cıvıl cıvıl nağmelerine, ikindi güneşinin tatlı uyuşukluğuna bıraktı kendini.

"Bahar geldi yine! Kaç baharlık ömrüm kaldı kimbilir!"

Uzun ve zorlu bir yaşamın tüm izlerini taşıyan yüz hatları, kırışıklıklara rağmen hâlâ biçimliydi. Çukurlaşmış göz yuvalarının içinde birer bademi andıran ela gözleri, cevabını Yaradan'dan başka kimsenin bilmediği bu soruya cevap ararcasına uzaklara, pencereden dışarıdaki bir noktaya sabitlendi. Altmış yaşını çoktan gerilerde bırakmıştı Mürüvvet hanım. İlerlemiş yaşına rağmen bedeni hâlâ dinç, dirayetliydi. Hergün birkaç saatini bahçede geçirmekten hazzederdi. Kâh çiçekleriyle oyalanır, kâh sebzelerin kenarında biten otları temizler, kâh çapa yapardı. Toprakla uğraştığı o güzide saatler boyunca, bu fânî dünyaya ait her ne varsa unutur, avuçlarının arasında ufalanan, kayıp giden toprak parçaları ile bütünleşir, çağıl çağıl toprağa akardı adeta.

Bahçenin sonunda sarmaşıklarla, hanımelleriyle örülü bir küçük kameriye vardı. İşi bitince oraya kadar yürür, kenardaki tulumbadan çektiği suyla ellerini yıkar, sonra da bir annenin evlâdını seyretmesi gibi, kırmızı begonvilleri, kadifemsi mor menevşeleri, biber, salatalık, domates fidanlarını seyrederdi oturduğu yerden. Keyfi yerine gelince de seslenirdi içeriye:

"Gülizar! Evladım! Bir çay demle de içelim."
Gözlerini sabitlediği noktadan ayırıp usulca yerinden doğruldu Mürüvvet hanım. Konsola doğru ilerledi. Hafif bir dokunuşla elini konsolda, eşyaların üzerinde gezdirmeye başladı. Şamdanlara, buhurdanlığa baktı. İnce belli kristal vazoyu, nikâhlardan kalma dantelli kutuyu inceledi. Yan tarafa kaymış işlemeli örtüyü düzeltti itinayla. Sonra sıralanmış fotoğraflara baktı uzun uzun. Babası Hamdullah bey, annesi Neriman hanım, kocası Nevzat bey...
Annesinin yüzünde ince, petekli tülden bir örtü vardı. Yüzü sanki bir tel örgünün arkasındaymış hissi veren renksiz, şeffaf bir tüldü bu... Tülün altından bakan mahzun gözlerde, Mürüvvet hanım hep, huysuz ve kaprisli kocasının bir ömür boyu kâhrını çekmiş, çileli bir kadının serzenişlerini duyar, içi burkulurdu. Babasının, her daim dik duran başı, vakarlı duruşu ve mağrur bakışları ile birbirini tamamlayan bu zıtlık, pek yüreğine dokunurdu Mürüvvet hanımın.
Konsol boyunca ilerledi yaşlı kadın. Nevzat beyin delikanlılık günlerinden kalma eski bir fotoğrafını eline aldı. Kenarları sararmış fotoğraf üzerinde, tıpkı nadide bir çiçeği okşarcasına gezindi parmak uçları. Bir zamanlar içinde eriyip gittiği bal rengi gözlerin buğulu deryasında kayboldu bir süre. Kâh kendisini bir başına bıraktığı için sitem ediyor, kâh yılların hasretini taşıyan yüreğinden sevgi damlaları akıtıyordu kocasına.

"Ah Nevzat bey, ah! Sizden ayrı geçirdiğim kaçıncı bahar bu! Hani hiç bırakmayacaktınız beni!"

Ölümünün üzerinden kaç yıl geçmişti hatırlamıyordu Mürüvvet Hanım. Yakalandığı devası olmayan, müzmin hastalık, dağ gibi adamı gün gün eritmiş, sonra da sessizce alıp götürmüştü bu dünyadan.
Mürüvvet hanım yutkundu. Boğazı düğümlendi. Koca bir yalnızlık duygusu çöreklendi içine. Yaklaşan bayram, daha bir hassaslaştırmıştı yaralı yüreğini. Bir hafta ya var ya yoktu bayrama. Bir zamanlar insanlarla dolup taşan o tanıdık, bildik evlerin kapıları bir bir kapanmıştı. Ne o evler kalmıştı, ne de o kapıların ardında bekleyen elleri öpülecek insanlar...
Derin bir iç geçirdi Mürüvvet hanım. Varolmak ile yokolmak arasındaki o ince çizgiyi düşündü. Zaman oluyordu, öyle bir an geliyordu ki, hiç yaşamamış gibi oluyordu insanoğlu. Mezar taşına yazılı iki tarih arasına sıkışıp kalıveriyordu koskoca ömürler...
Mürüvvet hanımın yüzüne bir hüzün dalgası vurup geçiverdi yavaşca. Nemli gözlerine yerleşen puslu karanlığın içinden, ötelere kayan bakışlarını toparladı. Ardından hayallerini kurduğu o insanların yerini şimdi kendisi almıştı. O öpülesi ellerin yerinde kendi elleri, kapanan evlerin yerinde kendi evi vardı artık. İki yıldır görmediği oğlu, biricik evlâdı bayramda kendisini görmeye, elini öpmeye gelecek miydi acaba? Kaç günlerden beri, bu yanıtı meçhul soru dönüp duruyordu beyninde.
"Hanımcıım! Hanımcıım!"
Gülizar'ın sesiyle kendine geldi Mürüvvet hanım. Elindeki fotoğraf çerçevesini yerine koyup sesin geldiği yöne, merdivenlere çevirdi başını.
"Buradayım Gülizar, gel evladım."
Kapıdan otuz yaşlarında, orta boylu, güleryüzlü bir kadın girdi. Taze, genç derisine sinmiş sabun kokusunu etrafa savurarak hızlı adımlarla ilerledi. Mürüvvet hanımın tam karşısına geçip, elinde tuttuğu tepsiyi hanımına doğru uzattı.
"Buyrun hanımcım, birer Türk kahvesi yaptım, karşılıklı içeriz."
"Eline sağlık Gülizar, pek güzel düşünmüşsün. "
Gülizar'ın merdivenleri hızlı çıkmaktan, demirci körüğü gibi inip kalkan göğsünü gören Mürüvvet Hanım, tatlı-sert bir ses tonuyla uyardı.
"Bu acelen neydi evladım? Yavaş yavaş çıksana şu merdivenleri. Bak soluk soluğa kalmışsın. "
Hafifçe tebessüm etti Mürüvvet Hanım. Kahvesinden bir yudum alırken, bakışlarını genç kadının üzerinde gezdirdi. Aydınlık çehresine, sedirin kenarına iliştirdiği yorgun bedenine baktı. Belki de kalktığından beri ancak bir yer görmüş olan bu ince, narin vücudun artık dinlenme vakti gelmişti. Mürüvvet hanımın ana yüreği dillendi.

"Yorgun görünüyorsun Gülizar, kahveni bitirdikten sonra git, uzan biraz."

Mürüvvet hanımın kendisine gösterdiği evlat muamelesine uysal, itaatkâr bir baş hareketi ve müteşekkir gözlerle karşılık verdi Gülizar. Son günlerde pek bir dalgın, pek bir düşünceli görüyordu hanımını. Nedenini biliyordu. Yaklaşan bayram, kadıncağızın içindeki hasret ateşini alevlendirmişti yine.

"Belki bu bayram gelir ha Gülizar? Bu bayram nöbeti yoktur belki. İzin almıştır komutanından, 'ihtiyar anacığımın elini bir bayramlayıvereyim' demiştir. Belki de çoktan çıkmıştır yola Nusret'im, geliyordur şimdi. "

Yaşlı kadın, sabitlediği noktadan ayırdı gözlerini. Umut ışığı beliren bakışlarını genç kadının üzerinde gezdirdi. Onun da gözlerinde aynı ışığı yakalamaya çalıştı. Birkaç teselli sözü duymak istedi kulakları.

"Siz meraklanmayın hanımcım, gönlünüzü ferah tutun. Nusret bey bir yolunu bulup muhakkak gelecektir bu bayram. Hem son gönderdiği mektubu unuttunuz mu? Yurt dışında olduğunu yazmıştı hani."
"Biliyorum evladım, biliyorum. Lâkin ana yüreği bu. Başka şeye benzer mi? Oğlumu pek göresim geldi. Pek sık rüyama girer oldu son zamanlarda."
"Epeydir aklınızdan çıkmıyor küçük bey. Hele şu bayram yaklaşalı pek bir düşünür oldunuz hanımcım, ondandır."

Mürüvvet hanım hakkın var dercesine salladı başını. Hakikaten aklı oğlundaydı ne zamandır. İki yıldır gelip gitmiyordu. Hiç değilse arasaydı, ona da razıydı. Ama aramıyordu da. Tek tesellisi arada bir gönderdiği mektuplardı. Oğlunun elinden çıkmış o dizeleri, tıpkı bir dua ya da bir âyet okur gibi kendinden geçerek defalarca okur, ellerinin değdiği o bir avuç kağıt parçasını parmaklarıyla okşar, sonra da oğluna sarılır gibi bağrına bastırırdı sıkı sıkı. Hiç değilse sağ olduğunu biliyordu ya, bu ona yetiyordu. Lâkin şu bayramlar yok muydu? Böyle vakitlerde pek bir arıyordu oğlunu. Elalemin çoluk çocuk, torun torba toplanıp biraraya geldiği, evlerin, gönüllerin şenlendiği bayram günlerinde, o da yanında görmek istiyordu evlâdını. Kimbilir, belki de bu bayram geliverirdi oğlu.

Mürüvvet hanımın yüzünü az evvel kaplayan bulanıklık kayboldu. Şimdi duru bir aydınlık peyda olmuştu. Nurlu yüzünü çevreleyen beyaz başörtüsünün, omuzlarına dökülen uçları hafif bir rüzgârla dalgalanıyor, cılızlaşan güneş ışıklarıyla birlikte akşam serinliği doluyordu içeriye. Yerinden kalkıp pencereyi kapattı. İleriden, Tabahna camiinden akşam ezânı okunuyordu. Gülizar da epeyden beri bekleyen boşalmış kahve fincanlarını toplamaya başlamıştı.

"Haydi Gülizar! Ben namazımı kılıp geliyorum. Sen de sofrayı hazırlayıver evlâdım."

***

Alt katta büyükçe bir oda vardı. Bir tarafını mutfak, bir tarafını oturma odası olarak kullanıyorlardı bu odanın. Kapının yan tarafındaki köşede bir divan vardı. Üzerinde kadife bir örtünün serili olduğu bu divanın hemen yanında, pencere boyunca bir sedir uzanır, ileride, divanın karşısına gelen duvarda şömineye dönüştürülmüş bir ocakbaşı bulunurdu. Ocakbaşının iki yanında yer minderleri, işlemeli, küçük, ahşap bir sehba, hemen kenarda bir rahle, duvarda asılı, işlemeli bir bez içinde Kur'ân-ı Kerim, ufak bir masa ve birkaç sandalyeden ibaret bu odanın, kendine özgü bir havası vardı.

Gülizar sofrayı hazırlamıştı. Mürüvvet hanım bir noksanlık var mı diye masaya gözattı. Herşey yerli yerindeydi. Gidip çorba tenceresini getirdi. Kâselere birer kepçe çorba koyup, ekmek dilimlerini dağıttı. Sonra da masanın kenarındaki sandalyeye ilişip, salata yapmakta olan Gülizar'a seslendi:
"Hadi evladım! Çorbalarımızı koydum, soğutmayalım."
"Geliyorum hanımcım, siz başlayın."

Az sonra geldi Gülizar. Elindeki salata tabağını koyup yerine geçti. Yemek boyunca hiç konuşmadılar. Sanki ikisi de kendi iç âlemlerine doğru gizli bir yolculuğa çıkmış gibiydiler. Yemekten sonra alışılageldiği üzere, bakır semaveri kulplarından tutarak ocakbaşına getirdi Gülizar. Tutamakları ve taşıyıcı ayakları üzerinde oyularak işlenmiş çiçek desenleri bulunan bu baba yâdigârı semaveri Mürüvvet hanım pek sever, semaverde demlenmiş çayın tadını hiçbir şeye değişmezdi. Gülizar önceden kalma külü boşaltıp, ocaktan aldığı kor haldeki ateşi ızgaraların üzerine doldurdu. Semaverin içinde su hazırdı. İçine çayını ve süzgecini koyduğu porselen demliği semaverin üzerine yerleştirip bir tepsiye çay bardaklarını dizmeye başladı. Cam bardakların içine salıverdiği kaşıkların sesi şenlendirdi odayı. Az evvelki sessizlik kaybolmuş, Gülizar'ın inceden inceye mırıldandığı türkünün coşkulu nağmeleri duyulmaya başlamıştı. Mürüvvet hanım, iş yaparken mütemadiyen türkü söyleyen genç kadına gülümseyerek bakıyordu.

Az sonra kapı tokmağı hızlı hızlı vurulmaya başladı. Gülizar türküsüne ara verdi, hanımına baktı. Aynı anda buluştu gözleri.

"Hayırdır inşallah bu vakitte. Git bak bakalım kim gelmiş?"

Gülizar koşar adımlarla çıktı odadan. Mürüvvet hanım yüreği ağzına gelmiş bir halde bekliyordu. Sanki birazdan Gülizar sevinç çığlıkları atacak, "müjde hanımcım, müjde! Nusret bey gelmiş" diye bağıracak, az sonra da kapıdan tüm heybetiyle oğlu, biricik evlâdı giriverecekti. Ne yazık ki beklediği sesler gelmedi.
"Gülizar! Evladım! Kimmiş gelen?"
"Karşı komşunun çocuğu, hanımcım. Mayalık yoğurt istiyormuş annesi."

Gülizar elinde küçük bir kâseyle dolaba doğru ilerlerken, Mürüvvet hanımın solgun bakışları ocağın alevine çevrildi. Az evvel ayyuka çıkan o müthiş yürek galeyanı, ateşin içinde eriyip gidiverdi usulca. Semaverin nefesliğinden çıkan buharla kendine geldi Mürüvvet hanım. Kalkıp çayı demledi. Mis gibi bir çay kokusu dağılmıştı etrafa. Pencereye doğru ilerledi. Önündeki sedire oturup, biraz evvel kapısına gelen kara saçlı oğlanın, koşarak karşıya geçişini, sonra da karanlıkta kayboluşunu izledi. Bu yaşlarda evinin yolunu bilen o küçük beden, büyüyüp bir delikanlı olduğu vakit de bilebilecek miydi acaba?

Gülizar hızla içeri girdi. Soğukta üşüyen ellerini, ocakta ısıttıktan sonra demliğin kapağını kaldırıp baktı.

"Hanımcım, çayı demlemişsiniz. Çay oluncaya kadar ben de turşu çıkartayım, mısır patlatayım. Birkaç tane de patates gömelim ocağa, şöyle bir güzel pişsinler közün içinde!"
"Yap evladım, yap. Canın çekmiş besbelli."

O akşamı pek neşeli geçirdiler. Gülizar köyünü anlattı bütün gece. Yaylalardan, şimdilerde coşmuş olan Kızılsu deresinden, Muhtar Hasan emmiden, gelinleriyle geçinemeyen Hasibe nineden bahsetti uzun uzadıya.
Şahlanan yüreğinden kimi zaman hasret sözcükleri döküldü, kimi zamansa acı-tatlı hikayeler...
Mürüvvet hanım, yatağına girdiği vakit, günlerdir beynini meşgul eden o cevapsız sorulardan, içine yerleşen karmaşık düşüncelerden kurtulmuş gibiydi.

Arkası Yarın...

Serpil Yüzlü

Yukarı

 YILDIZINIZ KIPIR KIPIR, YA SİZ?


  Ailenizin Yıldız Falcısı : Nurettin Özdemir


KOÇ   (21 Mart-20 Nisan)
Sevgili koçlarım bu hafta cıvıl cıvılsınız maşallah. Dostlarınızla güzel saatler geçireceksiniz. Profesyonel ortamlarınız da herkesi kendi fikirlerinize ortak etmeyi deneyeceksiniz. Başarısızlık (!) halinde damarınız tutacak yine sabırsızlıkları oynayacaksınız.. Şu inatçı yanınız olmazsa olmuyor değilmi ?…Haftanın ilk günlerinden itibaren güneş gibi parlıyorsunuz, hele 10 mayıs günü var ya… Cuma gününü ise ufak kaçamaklara ayırın çünkü sinirler ayaklanacaklar. Koç işte, sinirsiz olamıyo ya !…

BOĞA   (21 Nisan-20 Mayıs)
Enerjiler zirvelerde yine bu hafta boğalar. Ya inanın bunun torpille felan alakası yok, resmen yıldızlardan ilhamlanıyorsunuz bu hafta.. Amaa, eh bunun bir de ama sı var, enerjileri kontrol altında tutmaz ve her helecanda hop oturup hop kalkarsanız bu sefer de aynen koçlar misali nevrotik ve sınırsız sabırsız boğalar oluverir haftanızı da heba edersiniz.. Çare ?.. Gerçekçi olun, havalanmayın, pratik ve esnek olun. Yolculuklara ve güzel ilişkilere hazırlıklı olun. Enerjiler yıldızlardan ise onları kullanabilmek hünerleri sizlerden olmalı. Başarılar..

İKİZLER   (21 Mayıs-21 Haziran)
Haydaa, bizim ikizlerin yine canları sıkılmakta bu hafta… Hiperaktif çocuklar vardır ya ne verirseniz verin kısa zamanda bıkarlar ve başka şeyler isterler, ama aslında onlar da bilmezler ne istediklerini.. Yeter ki hareket olsun.. Sizler de böylesiniz işte sevgili ikizler.. Halbu ki bu hafta çevreniz de sizleri hayranlıkla izleyen sevenleriniz ile geçirebileceğiniz muhteşem anlar var. Hele 10 ve 11 mayıs günleri mıknatıs gibisiniz.. Harcamalara dikkat edin.

YENGEÇ   (22 Haziran-22 Temmuz)
İçinizde fokur fokur kaynayan yeni atılımlar ile ilgili isteklerinizi bu hafta daha kuvvetlice hissedeceksiniz.. Her an dünyanın öbür ucuna gidecekmiş gibi duygular içinde yaşıyorsunuz ama yine de yaşamın gerçekleri sizlere sorumluluklarınızı hatırlatmaktan geri kalmıyor. Hafta sonuna doğru birikmiş tansiyonları deşarje ederken çevrenizi incitmemeye itina gösterin yine de.. Maddi konularda ihtiyatları elden bırakmayın. Ortaklık gerektiren projeleriniz de ayın 13' ünden sonra yolunuz açık.

ASLAN   (23 Temmuz-22 Ağustos)
Sevgili aslanlarım bu hafta kesinlikle organizasyonlar haftası sizler için.. Sürüncemede kalmış neler var ise hepsini sıraya koyun ve teker teker halletmeye bakın. Gelecek haftalar da bunun karşılığını ve yararını göreceksiniz.. Ayrıca form grafiğinizin inişli çıkışlı oluşu sizleri yorsa bile unutmayın zihin yorgunluğunun bunlar da payı yüksek.. Bitirilmesi gereken ne varsa halledin ve hafta sonunu kendinize ayırın kesinlikle. Dostlarınız bir sinyalinizi beklemekteler bunu da söyleyeyim..

BAŞAK   (23 Ağustos-22 Eylül)
İçinde bulunduğunuz ortamlardan kendinizi soyutlamanın vakti saati geldi sevgili başaklar.. Başka diyarlara öğrenim için olsun, iş için olsun gitmeyi tasarlıyanlarınız var ise artık belirli bir plan dahilinde bunu uygulamaya koymanız gerekmekte.. Kemikleşmiş ilişkilerden sizleri yüceltecek yeni çevrelere yolculuklara çıkmanın zamanı şimdi işte.. 11 mayıs dan itibaren ayaklanın, cüretlenin, yüreklenin.. Sonra da olur canım demeyin, sonra diye bir şeyin olmadığının farkına varmadan önce.. son pişmanlıklar ile.. Pozitif ortamlar dan yararlanın.

TERAZİ   (23 Eylül-22 Ekim)
Hassas dengelerin büyük bir gerçekçilik ile korunması gerektikleri bu hafta içinde siz sevgili terazilerim sakın olası kızgınlıklara önem vermeyin.. Ateşlerin üzerine de kızgın yağ ile gitmeyin.. İçinizde ki sesi dinleyin mümkün oldukça.. Öte yandan sevdiklerinizi ihmal etmeyin, tansiyonların ayyuka çıktıkları an ve günlerde beraberce kaçamaklar düzenleyin, Venüs gezegeni sizlerin evinde bu hafta bunu da unutmayın.. Yetmez mi..

AKREP   (23 Ekim-22 Kasım)
Haftanızın perdesi açılıyoor vee bereketler, çoşkular, yepyeni projeler sahneye altın damlacıkları halinde dökülüyorlar.. İşte bu kadar.. Gerisi sizlere ait sevgili akrepler. Dileyin, kabul edilecek. Sizleri ve motivasyonlarınızı kamçılayan sevdikleriniz ile çarkı feleğin sunduğu nimetlerden faydalanın ve faydalanın. Doğru yolda ilerlediğinizin farkına bir kez daha önünüze çıkacak parazitlerin sayesinde varacaksınız. Kızmayın onlara hatta gülümseyin debelenmelerine.. 12 mayıs keyif günü !…

YAY   (23 Kasım-20 Aralık)
Sevgili yaylar bu haftanız sizlere türkiş liraların uçuşacakları günlerle dolu dolu gelmekte.. Yoo hemen öyle lotaryaları felan düşlemeyin !.. Bu daha çok yatırımlar bazında, alım satım konularında alacağınız kararlar doğrultusunda sizlerin harcayacağınız paraları ilgilendirmekte.. Kısacası karar aşamalarında iyice düşünün, hani cimrilik kadar aşırı cömertliğin de bir sınırı var. Her projeye balıklama atlamayın.. Çevrenizdeki insanlarla diyaloglarınız gayet iyi olsa bile gerçekçi kalın. Tartılara fazla duygu yüklemeyin.. Kazanmak istiyorsanız eğer..

OĞLAK   (21 Aralık-19 Ocak)
Sakin olun lütfen oğlaklar. Duygularınızın, hassasiyetlerinizin kurbanı olmayın. İsteyen konuşsun. Duyun ama dinlemek mecburiyetinde hiç değilsiniz.. Vakitleriniz daha önemli ve özellikle çocuklarla, sevenlerinizle yaşanacak güzelim anlar varken.. Parasal konularda ise bu hafta kararlardan kaçının, biraz bekleyebilirler. Hafta sonun da ise gereksiz tartışmalardan uzak durun.. Rahat bırakın kendinizi ya, çok mu zor yani bunu yapmak.. Uzakta ki arkadaşlarınızla irtibata geçin, unutun azıcık şu kasvetli ortamlarınızı..

KOVA   (20 Ocak-18 Şubat)
Vay anasını ya kovalar bu hafta maşallah hareketliliğiniz üzerleriniz de.. Ticari atılımlar da büyük istekler içinde olduğunuz kesin. Ama unutmayın ne paralarınız ne de enerjileriniz bitmez tükenmez değiller.. Unutmayın.. Bir kenara bıraktığınız problemlerinizi ivedilikle halletmeye bakın, yoksa önümüzde ki haftalar da başlarınız zonklayabilirler.. Aileleriniz ve sevgilileriniz ile ilişkileriniz sımsıcak, bazen ortamlar kızışsalar bile !.. Kovalar böyle işte, saatleri saatlerine uymaz ki. Bir bakmışsınız nevirler dönmüş !.. Sevenlerinize Allah sabırlar vere...

BALIK   (19 Şubat-20 Mart)
Akvaryumlarınızdan taşın artık sevgili balıklarım. Aşırı denizlere süzülmelerin zamanı geldi artık..Gelmedi mi ? Sizlere öyle geliyor !.. Proje montajların da kesinlikle herşeyin kanunlara uygun olmasına dikkat edin çünkü sonra çok geç olabilir. İsteklerinize tastikleri garanti ettirmedikçe bir yana kımıldamayın.. Hafta sonuna doğru duygularınızın sizlere hükmetmelerine imkan tanımayın. Kısa yolculuklar sırasında olsun, fikir edinme gezintilerinde olsun geleceğe dönük düşünün, daima ileri görüşlü kalın. Olası yeni atılımlar da unutmayın joker sizlerin elinde.. Başarı dileklerimle..

Nurettin Özdemir
nozdemir@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,578,578,578,578,578,578,578,578,57
              445 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 Dost Meclisi



Fotoğraf: Süha Derbent (www.suhaderbent.com)

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir.
Kahve Molası bugün 4.408 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 Tadımlık Şiirler


Göz Göre Göre

Hasan Hüseyin Korkmazgil Uzattılar anacığımı
türküleri susmuş gibi
bağladılar çeneciğini
konuşmak suçmuş gibi
kapattılar gözlerini
görmek yasakmış gibi
ve yuğdular arıttılar ovdular
yaşamak pismiş gibi
dizilip kuşlar gibi bir akşamın alacasına
boyun büküp kuşlar gibi evrensel karanlığa
omuzlayıp götürdüler aklar içinde
her işi bitmiş gibi
götürdüler anacığımı bir kısır yalnızlığa
...
bayramlara şenlikler toylara değil
sokaklara alanlara evlere değil
götürdüler anacığımı kurtlara böceklere
dostum dostum güzel dostum
çok mu saygın yerin altı yerin üstünden
yaşamak bu denli sövülesi mi

Hasan Hüseyin Korkmazgil

Yukarı

 Biraz Gülümseyin




Sünnet öncesi gezintiye çıkmış!...

Yukarı

 Kıraathane Panosu


FOTOGRAF SERGİSİ

"VAHŞİ YAŞAM" SÜHA DERBENT
8 MAYIS - 4 HAZİRAN 2004

FOTOTREK NIKON FOTOGRAF MERKEZİ, 8 Mayıs - 4 Haziran
tarihleri arasında, hayvan davranışları üzerine fotograf çalışmalarıyla tanınan Süha DERBENT'in "VAHŞİ YAŞAM" isimli sergisine yer veriyor.

8 Mayıs Cumartesi günü saat 18:00'de yapılacak bir kokteyl ile açılacak olan sergide kaplan, aslan, leopar, çita gibi büyük kedilerin görüntüleri yer alıyor. Sergi, hayvanların yaşadıkları coğrafyaya uygun davranış görüntüleri üzerine yaklaşık 8 yıldır çalışmalar yapan Süha DERBENT'in Hindistan, Güney Afrika Cumhuriyeti, Zimbabwe, Kenya ve Botswana'da çektiği fotograflardan oluşuyor. Nikon Türkiye Temsilcisi Karfo - Karacasulu ve Emirates Havayolları katkılarıyla gerçekleşen sergi 4 Haziran Cuma gününe kadar izlenebilecek.
Ayrıntılı Bilgi: http://www.suhaderbent.com

FOTOTREK NIKON FOTOGRAF MERKEZİ
Meşrutiyet Caddesi Ravanda İşhanı No : 85
Kat : 1 - 2 D. 1 - 3 Beyoğlu, İSTANBUL
Tel : (212) 251 90 14 - 251 83 74
www.fototrek.com

Yukarı

 İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan


http://www.sonsuzlukotesi.com/html/index.php
...Bir gurup arıyla sineği bir şişeye koyuyorlar. Şişenin taban tarafını ışığa doğru, açık olan ağız kısmını da karanlığa doğru yerleştiriyorlar. Arıların hepsi ışık olan tarafa doğru üşüşüyorlar . Ama şişenin tabanı cam ve onların da yabancısı olduğu bir madde olduğundan çıkmayı başaramıyorlar.Bu arada sinekler, şişenin ağzına doluşuyorlar ve karanlıkta dışarı çıkıp kayboluyorlar. Ağzı açık olan şişeden karanlık tarafa doğru tek bir arı bile gelmiyor. Camın önünde ışığa doğru çabalarına devam...

http://www.freeservers.com/
Kendinize ait bir web sayfanız yoksa ve web sayfanız olsun istiyorsanız..! Herhangi bir hazırlık yapmadan hemen bir domain name satın almamanızı tavsiye ediyorum. Benim de uzun yıllardır kullandığım ücretsiz bir web alanım var. Kısayolu tıklayarak ilgili web adresine ulaşabilirsiniz. Daha sonrası talimatları izleyerek kendinize uygun bir ücretsiz web adı ve web alanı temin edebiliyorsunuz.

http://oyun.e-kolay.net/online/index.asp?SSO_STATUS=FAIL&SSO_CODE=3E:00:12
Kısayol pek kısa olmadı ama yine de tavsiye ediyorum. e-kolay çok bilinen bir web sayfası olmasına rağmen, hala e-kolay oyunlarından nasibini alamayanlar için özel hizmet diyorum.

http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/AyinTarihi/Ayintarihi.htm
Başbakanlık Basın - Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan ve günlük gazetelerden derlenerek hazırlanmış olan haber arşivi. Meraklıları için sağlam bir haber arşivi.

akin@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Damak tadınıza uygun kahveler


CDex v1.51 [1.90M] Win9x/2k/XP FREE
http://www.cdex.n3.net/
Bilgisayarınızda dijital müzik dinlemenin keyfini yaşamak için önce CD'lerinizi bilgisayarınıza kopyalamanız gerekiyor. İşte bu program bu işlemi hızla ve kolayca yapacak yeteneğe sahip. Müzik tutkunlarına tavsiye olunur.

Yukarı

http://kmarsiv.com/sayilar/20040510.asp
ISSN: 1303-8923
10 Mayıs 2004 - ©2002/04-kmarsiv.com
istanbullife.com
Kahve Molası MS Internet Explorer 4.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri