|
|
|
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 3 Sayı: 502 |
12 Mayıs 2004 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Kıskanç Hotmail!.. |
Merhabalar,
Teknik bir zorunluluk nedeniyle bugünkü sayımızı erkenden hazırlayıp yollamak durumunda kaldım. O nedenle sizleri fazla meşgul etmeden gideceğim. Hotmail adresleri ile ilgili sorun mükerrer yollama dışında aynen sürüyor. Ben eksiksiz yollamaya başladım ama maalesef pekçoğu gene geri dönüyor. Bu konudan rahatsızlık duyan arkadaşlarıma bir başka adresle abone olmalarını öneririm. Hotmail'in Kahve Molası'nı rakip görüp karalisteye almış olma ihtimali yüksek:-)) Kıskandı zahir... Haydi kalın sağlıcakla.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
|
Ucundan Kenarından : Özlem Özdemir Annelik bazen can yakabiliyor.... |
|
Sıradan bir cumartesiydi. Evde, çıplak ayak, gecelik, bir yerlere yetişme telaşı olmaksızın salına salına dolaşmanın tadını çıkarmaya çalışıyordum. Sıradan bir gün işte, sıradan, çalışan kadın cumartesisi. Hafta içine stok yemek, manikür, pedikür, sinema, alış veriş vs. vs. ...... Kafamda yapılacak işleri sıraya koymaya çalışıyordum. Ki çalan kapı zili davetsiz misafir misali bütün sıranın önüne gelip oturdu. Hafta sonu, bu kadar erken bir saatte yakın dostlarımdan başka kimsenin gelemeyeceğinden emin bir vaziyette açtım kapıyı. Açtım ama o da ne, her biri birbirinden şık, takım elbiseli, döpiyesli, elleri çiçekli bir grup paspasın çevresinde sıralanmış, güler yüzleriyle bana bakıyorlar.
- Buyrun kimi aramıştınız.?
Beklenilmediklerini anlamanın vermiş olduğu hayal kırıklığı ile, gülen onca yüz anında yok oldu. Üstelik de karşılarında saç, baş ve üst darmadağın bir tip.
- Kusura bakmayın, biz Aslı Hanım'ın evini aramıştık .
Bir yanlışlık olduğuna ben de emin olunca, biraz da özür amaçlı, arada bir espri yapayım da hoşluk olsun dercesine.
- A evet burası. Yani bu evde de bir Aslı var ama onu aradığınızı zannetmiyorum. Zira kendisi henüz 4 yaşında. Herhalde yanlış blok. Hangi Blok kaç numara sizinki.
- D Blok. 16 Numara.
Üç saniye içinde düşünülebilecek her şeyi ama her şeyi düşündüm. Okulla ilgili olamaz, daha dün aradım, her şey yolunda. Parkta birinin çocuğu ile dalaşmış olsa, bunlar böyle takım elbise ellerinde çiçek niye gelsinler. Top oynamaz ki cam kırsın.
- Bir yanlışlık var belli ama buyurun lütfen içeri girin.
Suratlarında ''Eksik olma!!!!'' ifadesi, biraz hayal kırıklığı, biraz kızgınlık, biraz da şaşkınlıkla girdiler içeri. Kendilerinden izin isteyip üstüme bir şeyler giymek için içeri geçerken, bir yandan da Aslı'ya sesleniyorum. Ayağımın altından gitmeyen çocuk yok ortada. Saklanmıştır yine bir yerlere diye üstünde fazla durmayıp, misafirlerin yanına geliyorum. Karışıklığın nereden kaynaklandığını öyle merak ediyorum ki, zavallıcıklar kimi ararken neyle karşılaştılar.
- Kusura bakmayın, sizi de beklettim kapıda ama, ortada bir yanlışlık olduğu kesin. Siz hangi Aslı Hanım'ı arıyorsunuz, bizim Aslı olmadığı kesin, ben adres falan varsa elinizde bakıyım, telefonu varsa ......diye konuşurken, odadaki herkesin gözü kapıya çevrilip, yüzlerine bir gülümseme yerleşti.
- Hoş geldiniz.
- Hoş bulduk yavrum.
Hoş bulduk yavrum mu? Ne hoş bulduk yavrumu ya....
- Aslı neler oluyor burada....... Aslı, Aslı, Aslı........ Bu kim? Kim bu genç kız? Neler oluyor? Aslı nerede? Aslı...
- Efendim anne.
- Efendim anne mi? Sen de kimsin? Aslı nerede? Neler oluyor?
- Anneeee saçmalama lütfen, asıl sana ne oluyor?
Gözlerimi kapıdaki kıza dikmiş, donmuş, daralmış ve delirmiş bir vaziyette, karşımdaki genç kızı inceliyorum. Bu benim kızıma çok benziyor, aynı zeytin gözler, aynı siyah saçlar, aynı lokum dudak ama benim kızım bebekti. Bu, bu bir genç kız. Sadece susuyorum, susup dinliyorum. Ellerim, ayaklarım uyuşmuş vaziyette. Hayır beynim uyuşmuş vaziyette. Benim dışımda gelişiyor hoş geldiniz, hoş bulduk, nasılsınız, iyi misiniz muhabbetleri.... Ben çözülen dizlerimin bağını, canı çekilen ellerimle toplamak istiyorum ama olmuyor. Konuşmak için ağzımı açmak istiyorum, ama tutulan dilim dönmüyor. Fakat odadaki herkes konuşuyor, gülüyor. Derken, derinden çoooooook derinden tüylerimi diken diken eden bir cümle ile buz gibi bir kova su kocaman bir balyoz eşliğinde başından aşağı iniveriyor.
- Efendim, geliş sebebimiz malum. Gençler tanışıp, anlaşmışlar. Bize de formalite kısmı kalmış, Allahın emri, Peygamberin kavli ile......
- HAYIIIIIIIIRRRRR..... HAYIRRRRR. Bakın, biliyorum şimdi size çok saçma gelecek ama, Aslı henüz çocuk, hatta bebek......di. Yemin ediyorum daha dün akşam ben yıkadım onu. Derken Aslı'nın gözleri faltaşı gibi açılıyor.
- Anneee....
- Ne annesi Aslı. Daha dün gece yıkamadım mı seni. Sonra da her bir ayak parmağını, her banyodan sonra yaptığım gibi tek tek öpmedim mi. Hatırlasana hepsinin ismi var onların. Uskumru, Ringa, Kırlangıç, hamsi, mezgit, tekir, sarı kanat, çinekop..... Aslı hatırlamıyor musun? Ne oldu sana, daha dün gece sarılıp uyumadık mı? Pembe uyku tulumunu giydirmedim mi daha dün gece? Kısa kollu geceliğini giydirmediğim için yaptığımız kavga dün değil miydi? Dün gitmedik mi Peter Pan'a.
- Ahhh Özlem Hanım. Zaman çok hızlı geçiyor..
Diye bilgiç bilgiç konuşan, kayınvalide olsa gerek. Damat kim, nerede, hangisi, neye benziyor bakmıyorum bile. Ortada büyük bir yanlışlık var. Kesinlikle bir yanlışlık var ortada.
- Yemin ediyorum, bir yanlışlık var. O benim bebeğim. Henüz çok erken, gerçekten henüz ben olmadan yaşayamaz. Saçlarını bile tarayamaz o, yani tarar da bir şeye benzemez. Henüz Barbie'lerinden başka kimseye bakamaz, yalnız başına sokağa bile çıkamaz. Tuvalete bile.......
- Yapmayın efendim, biz Aslı ile üç yıldır flört ediyoruz..... diyen genç delikanlıya öyle bir hışımla bakıyorum ki,
- Ne flörtü ya, o flört nedir bilmez ki. Bildiği tek öpüşme sahnesi, Prensin öptüğü Pamuk Prenses ile yaşanan sahne. Yapmayın lütfen, o henüz çocuk, çocuk da değil bebek o. İnanmazsanız koklayın boynunu, mis gibi süt kokar hala onun boynu, bebek bebek kokar. Vallahi yemeğini bile ben yediriyorum daha, yemek falan yapamaz o, dolabın kapağını bile açamaz, değil mi Aslı söylesene, konuşsana. Söylesene, ben henüz çocuğum desene, hala Foks Kids seyrediyorum, kitaplarımı bile annem okuyor desene. Ya bak yuvada yaptığın kart da mı yalan, ''Anneler Günün kutlu olsun anneciğim'' yazısını bile öğretmenlerinin yazdığı pembe kalp şeklindeki kartı daha dün getirmedin mi okuldan? Hem ben ne yaparım Aslı sensiz, kim karşılar beni her akşam, kimin için dönerim ben işten, kiminle uyurum, gece kimin üstünü kontrol ederim, sabah ilk kimi öperim, kim uyanıp gelir kucağıma mahmur mahmur. Kiminle boyama yapar, hamur oynarım, kiminle puzzle yaparım. Kim konuştur sen gidersen bebekleri? Kim çalar rujumu, kolyemi, tokamı? Aslı yapma lütfen, ''Mini mini bir kuş donmuştu derken ''Seni ben ellerin olsun diye mi sevdim'''i söyletme bana. Sen yapamazsın annensiz.
- Eee artık onun bir annesi de benim.
- Nereden annesisin sen ya, nereden annesi oluyormuşsun. Öyle hazır annelik var mı? Onun annesi benim, ve hiç kimseye vermiyorum tamam mı? Onun annesi benim. Onun annesi benim. ANNESİ BENİM ONUN...
Tavan...,Lamba....Perdeler.....Aydınlık. Yatağımdayım. Kan ter içinde ama yatağımdayım.
Ok gibi fırlıyorum yatağımdan. Hışımla kaldırıyorum battaniyeyi. Allahım şükürler olsun yatıyor yatağında, şükürler olsun, şükürler olsun. Minicik bebeğim yatıyor yatağında. Hala küçücük, hala benim bebeğim. Benim BEBEĞİM o. Saçlar hafif terlemiş, yapışmış yanağına. Eğilip sokuyorum burnumu boynuna, ohhhhh mis gibi terinin kokusu.
Hala benimle, daha çooooook benimle o.
Özlem Özdemir
oozdemir@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Café Azur : Suna Keleşoğlu |
La Girafe *
Benim çocukken bir Pembe Panterim vardı. Bir de parlak saçlı ağlayan bir bebeğim. İkisini de çok severdim ve hala onlarla oynadığım oyunlar dün gibi aklımda.
Ya bebekken? Bir fotoğraf karesine gülümseyen bebek halimi koyduklarında, yanımda kurmalı kedim ve plastik traktörüm varmış. Bir de çocukluğuma devreden bir yerlerine dokununca öten kuzu ve köpeğim. Sonra kitaplarım girmiş oyun dünyama...Sonra hayat oyununda oyuncaklara yer kalmamış.
Bir bebek yağmuru seyreder mi? Bir bebeğin düşleri yağmur gibi yağar, sonra güneş gibi parlar mı? Hangi oyuncağa sığdırır düşlerini? Hangi renk, hangi ses siler gözlerindeki yağmur damlalarını? Bir bebek en çok hangi oyuncağını sever?
Önce renkler geldi,
Ardından sesler,
Şimdi dokunma zamanı, elimin gözümün değdiği her şeye dokunmalıyım.
Hala en çok kırmızı da gözüm. Hala anne sesi en güzel şarkım. Bulutlara açılırken panjurlarım, gündüzün aydınlığında sepetli balon şeklindeki lambamın maviliğine bakıyorum. Üzerinde aynı havada gördüklerimden. Bir de renk renk bir şey, tıpkı yatağımın tepesindeki gibi yay şeklinde bir renk demeti. Annem, babam ona gökkuşağı diyorlar. Sepetli balon şeklindeki lambamın üzerindeki gökkuşağı. Ama ben daha gökkuşağı görmedim ki. Amcamın getirdiği balon şeklindeki lambaya bakınca ağlamayı kesip susuyormuşum. Gerçeklerinin sepetlerine insanlar binip bulutlara çıkarlarmış. Benimkinde bir beyaz oyuncak tavşan. Tavşanım uçar mı?
Şimdi seslere kafamı çevirebiliyorum. Renkleri seyrederken gülümsüyorum.
Güzel havalarda bahçeye çıkıp, dışarıdaki ağaçlara ve çiçeklere bakıyorum. Hepsi renk renk. Hepsi değişik kokarmış. Benim burnumda hala anne sütü kokusu...
Benim oyuncaklarım varmış. Oyun oynarken gelişirmişim. Şimdi tepeme koydukları bir tahtaya bağlı renk renk değişik şekillere ulaşmaya çalışıyorum ellerimle. Her gün bir başkasına uzanıyorum. Ben uzandıkça annem seviniyor. Ben uzandıkça babam seviniyor. Ben uzandıkça dokunuyorum. Ellerimmiş bunlar, ellerimle dokunurmuşum...
Sonra tepiniyorum, ayaklarımmış tepinen. Şimdilik ancak tepindikçe seviniyorum.
Kahkahalarım da varmış benim. Gülüyormuşum. Oyuncaklarımı oynarken gülüyormuşum...
Yatağımın baş ucunda pelüş oyuncaklarım, bir sepetin içinde bir bebeğim var. Sonra bir de Sofi. Magali teyzem getirdi. Buralarda çocukların çok sevdiği bir zürafaymış. Sofi (Sophie yazılırmış, off daha fransızca öğrenmek gerekecek) , La girafe (zürafa) dedi anneme. Bembeyaz ama kahverengi benekleri var. Plastiktenmiş, bebekler diş çıkarırlarken ağızlarına alırlarmış kafasını. Sonra incecik boynundan tutmak çok kolaymış. Bir de karnına basınca sesler çıkarıyor. Başka oyuncaklar da getirdi Magali teyzem ama ben en çok Sofi'yi sevdim.
Zürafa Sofi.
Bir gün bebek koltuğumda otururken annem Sofi'yi çok yakınıma koydu. Ağzıma bir şeyler götürmem lazım. Emziğim ortalıkta gözükmüyor. Şimdi anneme emzik emzik diye ağlamayım da şu yanımdaki belki işime yarar dedim. Off boynundan tutabilecek miyim acaba? Çok da zormuş. Başaracağım galiba. Evet dokunuyorum. Gerçekten de incecikmiş boynu. Hiç de kolay olmadı. Annem beni gördü. Eyvahhhh....
Kızım Sofi'yi boynundan tuttu. Zürafasını tutabildi, yaşasınnnn.
Annem çok sevindi ben de gülmeye başladım. Mutluluk bu mu?
Sonra annem Sofi'nin karnına bastıkça sesler çıkartıyor, ben de her seferinde gülüyorum. Bazen saklıyor, sonra çıkarıp sağıma soluma götürüyor, ben de gözlerimle takip ediyorum, sesini duydukça gülüyorum. Oyun oynamak bu mu? Yanıma koyduklarında da elime almaya çalışıyorum, ağzıma götürmeye...
Geçenlerde kocaman bir eve gittik. Bir sürü çocuk. Evin çocuğunun bir sürü oyuncağı vardı. Ben hep babamın kucağında olup biteni seyrettim. Ne çok insan, ne çok çocuk, ne çok şey vardı. Bir de bir çok oyuncak. Oyuncak ev. Ev dolusu oyuncak. Benim o kadar oyuncağım yok daha. Zaten içlerinde en küçük bendim. Benden büyükler ama bana benziyorlar. Biri hariç hepsi yürüyordu, o da arabasında oturuyordu. Büyük çocuklar hep koşuyorlardı, ben babamın kucağında. Çocuk olunca ben de koşacak mıyım? Koşmak oyun oynamak mı? Bir ara ağladım, annem iyi ki zürafamı yanımıza almış. Karnından çıkan sesleri duydukça sustum. Sonra ağlamayı unuttum. Sonra zürafamı araba koltuğumun üzerine koyup arkadaşlarının yanına gitti. Benim de arkadaşlarım olacak mı? Sonra ben hala babamın kucağındayken bir çocuk Sofimi eline aldı. Dur o benim diyemedim. Daha böyle şeylere ağlamayı da bilmem. Sonra karnına basınca ses çıkardığını keşfetti. Ben sadece bana ses çıkarıyor sanıyordum. Sonra başka çocuklar geldi yanına. Sonra diğer bebeğe verdiler Sofimi oynasın diye. Diğer bebek oynarken zürafamı yere düşürdükçe daha büyük çocuklar almak istediler. Aralarında paylaşamıyorlarmış Sofimi. Kavga etmek oynamak mı ya da paylaşamamak?
Orada bir dolu oyuncak. Artık çocuklar başka oyuncaklara bakmıyorlar. Sadece Sofimi almak ve onun karnına bastırıp sesler çıkarmak istiyorlar. Bir ev dolusu oyuncak. Hiç biri onların ilgisini çekmiyor. Şimdi yalnızca Sofiyi ele geçirmeye çalışıyorlar. Şimdi yine benden büyük yürüyemeyen ama oturabilen bebeğin elinde. O da benim gibi ağzına almaya çalışıyor. Boynundan tutuyor. Diğer tüm oyuncaklar orada. Şimdi Sofim ortada...
Birazdan gidecekmişiz. Ama Sofim hala o çocuğun elinde. Annem alamıyor, ben babamın kucağında. Annem bırakmak istemiyor Sofimi. Magali teyzem getirmiş. Hediyeymiş. Bir de ilk defa onu tutmuşum emziğimden sonra. Tam giderken ev sahibesi teyze soruyor bir şey unuttunuz mu diye? Annem zürafamız kaldı diyor biraz çekinerek. Kadın eve gidince iyice temizlemeniz gerekecek, buradaki her çocuk dokundu yerlerde süründü, bebek ağzıyla kemirdi diyor. Bırakmaya kıyamıyoruz. Sofiyi alıp geride bir dolu sesli çocuk ve bir ev dolusu oyuncağı ile sadece Sofimi görünce gülümsediğini gördüğüm evin sahibi sessiz kızını bırakıp evimize gidiyoruz. Bir çok aşamalı banyodan sonra Sofi yine yanımda. Oyuncaklar banyo yapar mı?
Şimdi Sofi oyuncak sepetimde diğer oyuncaklarımın yanında. Ben en derin uykularımda. Annem şimdi size Sofiyi anlatıyordur.
Ne demişti Magali teyzem diğer oyuncaklarla beraber Sofiyi bana hediye ederken.
-Plastikten yapılmış sıradan bir oyuncak ama bebekler bunu çok severler, incecik boynunu kolayca tutup, dişleri kaşındığında ağızlarına götürürler, karnına basınca ses çıkarınca ilgilerini çeker. Bu yüzden aldım, senin de diğer bebekler gibi Sofiyi seveceğini tahmin ediyorum...
Ben Sofimi çok seviyorum. Diğer çocuklarda kendi oyuncaklarını çok severler mi?
Bir bebek ve bir zürafanın öyküsünü yazdım kızımın ağzından. Benim hiç zürafam olmadı. Ama karnına basınca ses çıkaran plastikten bir kuzum ve bir köpeğim vardı. Bir ev dolusu oyuncak da düşlemedim. Dilerim tüm dünyadaki bebeklerin ve çocukların mutlulukları kadar oyuncakları olur. Ve büyükler bazen bir plastik oyuncakla ya da oyuncaksız bile oynanabilen oyunların da çocukları çok mutlu edebileceğini hiç bir zaman unutmazlar...
Savaşmanın oyun olduğunu zannederek büyümek zorunda kalan savaş çocukları ve değil oyuncakları olan karnını bile doyuramayan diğer çocuklara...
Yağmurlardan sonra göğe açan gökkuşağı tüm çocukların düşlerini gerçekleştirsin diye.
*La Girafe, fransızcada zürafa demek ve la jiraf diye okunuyor.
SunA.K. Grasse
sunak@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Kahvecigillerden : Sahra Nada |
GERÇEK
Gerçek; olup biteni bilmemenizdir. Gerek sosyal boyutlarda, gerek ruhani durumlarda, gerekse de fenni boyutlarda bu değişmez. Gerçek bilinemez. Hangi boyuttan başlayalım ?
En somut görünen “ fenni “ boyut gibi değilmi.
Fen veya günümüzde artık daha yaygın biçimi ile “ science “; ki bilim bence bu terimi tam karşılamıyor, o yüzden “ fen “ terimini tercih ediyorum, tarihi boyunca gerçeği aramıştır. Diğer iki şıkkın dışında daha mütevazi olarak, konuları bölmüş, kendi içinde kategoriler yaratmış, minik parçalar üzerinde çalışmıştır.
Bizlere yazılı olarak aktarabilen en eski metinler yaklaşık M.Ö. 4000 yıllarına aittir. Gerçek her zaman değişik anlamlar taşımıştır. En eski Sümer yazıtlarından birinde, bir öğrencinin babasının öğretmene rüşvet verme hikayesi ne kadar gerçeği yansıtır, veya Aynştayn’ın genel görecelilik kuramı için öngördüğü “ sabit “ ne kadar gerçektir?
1500 lerde Vatikan dünyanın yaratılış tarihini belirlerken, M.Ö. 4004, Perşembe, saat 12.00, ne kadar gerçekçiydi? Tıp ne kadar gerçekçi? “Tıp her on yılda bir iddia ettiklerinin yarısını yalanlar, ama hangi yarısı olacağını bugünden bilemeyiz” derken tıp ne ölçüde gerçekçi? Pi sayısından hala bir mesaj çıkarmaya çalışan matematik ne ölçüde gerçekci?
Sosyal alanlarda tarihe damgasını vuran Marx ne ölçüde gerçekciydi, Marx’ın teorisini ters yüz eden Lenin – ki Marx bunu da ters yüz ederek sunmuştu - ne ölçüde gerçeğe yaklaşmıştı? Ama iki ters bir yüz kazak örerken işe yarıyor.
Peygamberler ve Peygamberimsiler, onlara kitapsızlarda deniyor, günümüzde tarikatlar ve özellikle de liderleri hangi gerçeğin peşindeler? Evreni kavrama? “ Yaradan “ ı kavrama ? Günümüzdekiler, para sızdırma? Ya geçmiş. Kitaplılar hep gerçeği anlatmak için gelmedilermi? Gerçek neydi? Bir yaradan vardı, eğer onlara inananlar yeterince yalvarıp yakarırlarsa onları sonsuz bir mutluluk, cennet bekliyordu, nerede, bilinmeyen bir yerde. Kim kimi kandırmıştı? Onlar mı, onlara inananlar mı? Azılı bir katilin ölümü yerine onun ölmesini isteyenler mi gerçeğe daha yakındılar, göklere oynayan o mu? Neden ilk dört halifeden sadece biri doğal yollarla ölmüştü? Gerçekten doğal yollarla mı, mesela sadece yaşlılıktan mı, ölmüştü?
İbrahim Sara’yı neden firavuna peşkeş çekmişti, neden, “ hem kız kardeşim hem de karımdır” demişti ? Neden “ öldürmeyeceksin “ diyen bir dinin savunucuları binlerce savunmasız insanı öldürür?
Günümüzün sosyal boyutlarında neye gerçek diyebiliriz? İki kişi arasında var olan her hangi bir ilişki biçimi üçüncü bir kişiye nasıl yansır? Yansıma biçimi artık ne ölçüde gerçek olur? Terapistler çok büyük ölçüde sadece bu yüzden para kazanmıyorlar mı? Toplum ahlakı, yazılmamış ahlaksal kurallar gibi kavramları ne kadar ihlal ettik? Gazetelere yansıyan bir çok şeyi hep ayıpladık, ama o ayıpladığımız bir çok şeyin ne kadar yaygın olduğunu, bazılarını bizimde yaptığımızı bilmiyormuyuz? Sadece gerçekler etrafında dans ediyoruz. Ama o gerçeklerin de ne olduğunu bilmiyoruz ve ucundan gerçek sandığımız bazı şeyler için ahkam kesiyoruz. Bu konuyu sanırım en açık biçimde, tek cümlede toplayabilen İsa söylemiş. “ İlk taşı günahı olmayan atsın “
“ Recm “ e hazırım.
Sahra Nada
Yukarı
|
|
YazıYorum : Leyla Ayyıldız İSKENDERİYE'DEN ÜÇÜNCÜ IŞIK (3. Bölüm) |
|
Akşamüstü olduğunda Ernem ve Matheidos, odalarında oturmuş kitaba nasıl ulaşabileceklerini ve bilge Hiponekidos'un ne demek istemiş olabileceğini tartışıyorlardı. Pencerenin yanındaki masanın üzerinde cam bir kase duruyordu, yansıttığı güneş ışığı tavanda iç içe geçmiş iki eliptik aydınlık yaratmıştı. Kasenin hemen yanında Ernem'in not defteri vardı, açık olan sayfada iri harflerle "86-97, 5. Galeri, Yeşil, Gizem" yazıyor ve onları kocaman bir "?" takip ediyordu.
Matheidos tam ayaklanmak üzereydi ki kapı tıkladı. "Benim, Serrun" diyordu karşıdaki ses.
Ernem, Serrun'la birlikte bir başkasının da gelebileceği endişesiyle not defterini masadan alıp, çantasına yerleştirdi. Kapı açıldığında Serrun yalnız olarak içeri girdi. "Sevgili Ernem, yanılmamışım; dostum Kondor bize yardım edecek" dedi.
Ernem, habere sevinmişti. "Güvenebilir miyiz ona?" diye sordu. Serrun, 'Evet' anlamında başını salladı. Ardından da bilge Hiponekidos'un karaladığı kağıdı çıkartıp pencerenin yanındaki sandalyeye oturdu. Mathedios birkaç adım attı ve onun arkasında bulunan pencere pervazına dayanarak, Serrun'un omuzlarının üzerinden kağıtta yazılanlara baktı.
"Şu kadarını söyleyeyim" diye söze başladı Serrun; "Yaşlı bilgenin anlatmaya çalıştığı şey şu; okunulması istenilmeyen kitapların saklandığı yer 5. Galeri değilmiş"
"Yani?" dedi Ernem, meraklanmıştı. 'Ne yazıyor kağıtta?'
Serrun, gülümsedi; "Mumdan kilit taşı yalan söyler" yazıyor...
Matheidos şaşkındı "Bunun anlamı ne?" diye sorup kaşlarını çattı.
"Anlamı şu; Bu iş sandığımdan daha zor olacak. Bu bir tür şifreli mesaj. Yaşlı bilge, mesajın askerlerin eline geçmesinden endişe etmiş olmalı ki şifreli yazmış. Dostum Kondor, yıllardır kütüphanede çalışıyor ve akşam bizi orada bekliyor olacak"
"Mumdan kilit taşı yalan söyler." diye yineledi Ernem, "Mumdan kilit taşı yalan söyler." Kaşlarını çatmış halde odada volta atıyordu... Serrun ise, çantasından çıkardığı meyveleri çanağa yerleştirmiş ve bir tanesini de midesini indirmekle meşguldü.
Sıcak rüzgar, davetsizce girdiği odada dolanıyor ve kapının altındaki boşluktan kaçıp gidiyordu. Mathedios, elbiselerini neredeyse tamamen çıkartmış terlerini kuruluyordu.
"Duruma bakılırsa yakında ciddi bir sorun yaşanacak" diyordu Serrun. "Askerlerin sayısı giderek artıyor."
"Bundan ben de hoşlanmadım" diye onayladı Ernem.
"Hıristiyanların uzun zamandır planladıkları bir şeyler olduğunu herkes biliyor ama şu ana kadar yeterince güçlü değildiler. Değişen ne anlamıyorum" dedi Serrun.
Ernem, Serrun'a döndü. "Bu gece yarısı Pharos'tan bir geminin ayrılacağından eminsin değil mi?"
"Evet, ikiniz de gemide olacaksınız. Aksi halde uzun süre konuğumuz kalacaksınız." Serrun'un yüzünde tedirgin bir gülümseme vardı. Bir süre sessiz kaldı ve pencerenin önünde durdu. Çok uzaklardaki avının her adımını takip eden, bir kayanın üzerinde heykel gibi hareketsiz duran kartala benziyordu duruşu. Elleri arkasındaydı ve parmaklarını sürekli oynatıyordu.
Ernem, eşyalarını çantasına yerleştirdi ve not defterini kontrol etti. Mathedios ise, iyice kurutmuş olduğu elbiselerini giymeye çalıştı, poflayarak.
"Vakit tamam" dedi Serrun. "Dostum Kondor'u bekletmeyelim. Bu vakitte, kütüphane boşalmış olur. Askerlerin kütüphane çevresindeki sayısı artmadan oraya girmeliyiz"
Ernem, son bir kez daha baktı odaya. Her şeyi almıştı yanına...
Sıcak rüzgarın kaldırdığı ince tozu soluyarak ilerlediler, sokaklarda. Serrun, dikkatli bir şekilde izleyecekleri yolu belirliyordu. Hava tamamen kararmamıştı. Ana sokaklarda askerlerin sayısı her geçen süre rahatsız edici şekilde artıyordu.
Kütüphanenin güney girişi en az kullanılan yoldu. Uzunca bir sundurmanın altından yürüdüler. Kondor, onları bu sundurmanın bitimindeki kapıda bekleyecekti.
Mathedios, elinin tersiyle alnında biriken ter zerreciklerini siliyor ve oflamaya devam ediyordu. Sağ tarafta ağaçlıklı bir alan vardı ve arkasında da birden yerden yükselmiş gibi duran keskin bir tepecik. Bir piramiti andırıyordu. Serrun'un söylediğine göre "Büyük Firavunlar" döneminde burası bir tür sayfiye yeri olarak kullanılmıştı, ancak doğruluğundan emin değildi.
İşte, İskenderiye semalarına yükselen ikinci ışığın önündeydiler. Bilginin ışığı buradan yükseliyordu.
Yolun sonuna geldiklerinde sol taraftaki genişçe kapıyı fark ettiler ve devasa kemerin altından içeriye yöneldiler. Etrafta hemen hemen kimsecikler yoktu; bir kişi hariç: Kondor..."
Serrun, kısa bir selamlaşma ve tanışma töreninin ardından "Fazla vaktimiz yok, dostum. Gece yarısına kadar halletmemiz gereken çok iş var" dedi.
Kondor önde, diğerleri arkada labirent gibi koridorlarda ilerlediler. Yolu omuz hizasına konmuş meşalelerin zayıf ışıkları aydınlatıyordu. Taş duvarlarda ürkütücü kabartmalar ve mısır hiyeroglifi ile kaynaşmış bir çok sembol, hiç susmamacasına esrarlı hikayeler anlatıyordu sanki.
Kondor, 'durun' anlamında bir işaret yaptı ve bir koridordan sağa döndü. Geçen birkaç dakikadan sonra da geri geldi ve "Beni takip edin" diyerek aksi yöne döndü. Çok geçmeden bir odaya girdiler.
Ernem, tedirgindi. Birkaç saatle sınırlanmış olmak hoşuna gitmiyordu. Bir yandan da Lena ve halkının duyduğu ıstırabı dindiremeyeceği endişesini taşıyordu.
"Dostlarım" diye söze başladı Kondor. "Beşinci galeri, uzun zamandır kullanılmıyor. Onlarca yıl önce oradaki ciltler, üç ayrı galeriye kaldırılmış. İlki bodrum katta ziyaretçilere kapalı olan yıldızlı galeri. İkincisi, bu kattaki 4 nolu oda ve sonuncusu ise, en problemli olanı yani beyaz galeri"
"Sorunlu mu?" dedi Ernem. Bir kaşı havada devam etti "Sorun olan nedir?"...
Kondor, kendinden emindi: "Oraya girmek, delilik olur"
Haftaya devam edecek...
Leyla Ayyıldız
Yukarı
|
KONTRA MİZANA : Tamer Soysal |
BUSH, KERRY ve İSRAİL
Bir gün tirbülasyon (felaket) ve vecd gerçekleşecektir. Fakat şu anda perde kapalı ve arkasında aktörler hazırlık yapıyorlar. Bu tıpkı bir adamın gölgesinin yürürken önünde gitmesi gibi bir şey. Gölge o adam değildir, fakat arkadan gelenin habercisidir. Bence bu savaş (Irak savaşından bahsediyor) İncil'in kıyamet zamanı ile ilgili söylediklerinin bir öncü gölgesidir.
Faith Bible Kilisesi Vaizi Mark Hitchcock
Woodward : Tarih sizden nasıl söz edecek?
Bush : Bilmiyorum, o zaman hepimiz ölmüş olacağız.
Woodward : Irak savaşı konusunda babanızdan fikir aldınız mı?
Bush : Babam akıl danışmak için doğru baba değil, ben yukarıdaki babadan (Tanrı'dan) fikir alırım.
ABD'de 2 Kasım'da yapılacak seçimler öncesinde hayli ilginç gelişmeler yaşanıyor. 7 Aralık 2000'de yapılan tartışmalı seçimlerde başkanlığı kazanan George W. Bush (Oğul Bush) başkanlık döneminde hayli tartışılan işler yaptı. Başkanlık görevine başladıktan 10 ay sonra, 11 Eylül saldırıları gerçekleşti. Dünyanın en güçlü devleti olan en donanımlı istihbarat örgütlerine sahip olan süper gücünün böyle bir saldırıyı nasıl olup da önceden haber alamadığından yola çıkılarak yapılan araştırmalar sonuç verdi. Gerek bu konuda türkçe ve ingilizce çıkan pek çok kitap gerekse ABD'de bu konu için kurulan ve 9/11 Komisyonu adı verilen komisyonun çalışmaları, olayların hiç de göründüğü gibi olmadığı gerçeğini ortaya çıkardı. Öte yandan seçimlere doğru, dikkate değer şekilde Bush'un üzerine gidilmeye başlandı. Önce eski Hazine Bakanı Paul O'Neill'in belgelere dayalı olarak anlattıklarını temel alarak yazdığı "Sadakatin Bedeli (The Price of Loyalty)" kitabını yazan Ron Suskind adlı gazetecinin 11 Eylül ile ilgili çarpıcı açıklamaları,1 sonra, ABD'de terör, istihbarat ve ulusal güvenlik konularında yıllarca resmi görevler almış ve bu konuların uzmanı olan Richard Clarke'ın yazdığı "Bütün Düşmanlara Karşı (Against All Enemies)" kitabı2 11 Eylül ve Bush konusunda çarpıcı yanları açığa çıkardı. Bu açıklamalar, Bush'un Irak'a saldırıyı 11 Eylül'den çok önceleri planladığı ve buraya saldırmak için bahane aradığını ortaya koydu.
Kasım'da yapılacak seçimlere yaklaşılırken, Bush aleyhine çıkan kitaplar devam ediyor. Son olarak ABD'nin köklü gazetecilerinden The Washington Post Muhabiri Bob Woodward, "Saldırı Planı (Plan of Attack)" adlı kitabını çıkardı.3 Woodward adını Amerikalılar 1974 Watergate skandalından tanıyor. Bu tarihlerde Bob Woodward bir başka gazeteci arkadaşı Carl Bernstein ile birlikte, 1972 Başkanlık seçimleri sırasında Cumhuriyetçi Partinin rakip Demokrat Partinin Watergate'deki merkezini gizlice dinlemesi olayını açığa çıkaran isimlerden olarak biliniyor. Bu olayın açığa çıkmasından sonra da 8 Ağustos 1974'de Cumhuriyetçi Başkan Richard Nixon istifa etmek zorunda kalmıştı. Bob Woodward, yeni kitabını Bush ve çevresinden kişilerle yaptığı birebir görüşmeler ve araştırmaları sonucu yazmış. Woodward kitapta, ABD'nin Irak politikasını sorguluyor. Kitaba göre Bush ve ekibi 11 Eylül'den hemen sonra, Irak'a saldırı planları yapmaya başlıyorlar. 21 Kasım 2001'de Bush, Savunma Bakanı Donald Rumsfeld'e Irak'a saldırı için planlara başlaması talimatını vermiş. Woodward Bush'un geçmişte kokain ve alkol bağımlısı olan biri olarak, verdiği kararı sorguluyor. Irak'a kitle imha silahı bahanesiyle yapılan saldırıda Dışişleri Bakanı Colin Powell karşı çıkmasına rağmen, onun görüşleri alınmadan hareket edilmiş. Başkan Yardımcısı Dick Cheney, Irak'ın El-Kaide ile bağlantısı olduğunu söyleyince, Colin Powell, "bu adam hasta gerçekten yüksek ateşi var" diye yorum yapıyor. Woodward'a göre Powell'in hem Bush hem de Cheney ile arası bozuk. Bush Irak'a savaş kararını ilk olarak Milli Güvenlik Danışmanı Condoleezza Rice'a açıklıyor.
Kitaba göre, 2 Ocak 2002 tarihinde CIA Başkanı George Tenet, ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney'e Irak ile ilgili planları anlatmak üzere, "Sau" kod adlı gizli ajan ile birlikte gitti. Ajan Saul, Cheney'e gizli operasyonlar ile Saddam'ı devirmenin mümkün olmadığını söyleyerek "bu o...u çocuğu darbe nedir biliyor" diyerek Saddam'ı darbe ile devirmenin zorluğunu anlatıyor. Saul'a göre Saddam'ı devirebilmek için CIA destekli bir ABD askeri harekatı yapılması gerekiyordu. CIA Başkanı Tenet'in de onayı ile ajan Saul, CIA Başkan Yardımcısı Mc Laughlin ve operasyonlardan sorumlu başkan yardımcısı James Pavitt ile birlikte Irak saldırısı için çalışmalara başladı. 16 Şubat 2002'de Bush'da bu planı onayladı. CIA, ABD ordusu Irak'a girdiği zaman, zorluk çıkmaması için özellikle Kuzey Irak'taki grupların problem çıkartmaması içiin 2 yıl için 200 milyon dolarlık bir bütçe istedi. Kongre uzun tartışmaların ardından ilk yıl için 189 milyon dolarlık bir ödenek için onay verdi. 2002'nin Mart ayında CIA Başkanı Tenet, Iraklı Kürt liderler Mesud Barzani ve Celal Talabani ile gizlice görüştü ve ABD'nin saldırı yapacağını, Saddam'ın devrileceğini söyledi. Problem çıkmaması için ise elinde 200 milyon dolara yakın bir kaynak vardı. Saddam'ın Özel Güvenlik Örgütünden bir subay, özel bilgileri gizlice para karşılığı CIA'ya aktarmaya başladı. Operasyonu yöneten gizli ajan Saul, iyi derecede Arapça bilen eski donanma komandosu "Tim" kod adlı kişiyi CIA bölge şefi olarak atadı. 2002'nin Temmuz ayında Tim ve bir grup CIA görevlisi arazi araçları ile kamyonlardan oluşan bir konvoyla 10 saatlik bir yolculuğun ardından Kuzey Irak'a vardılar. Bu yolculuk Türkiye üzerinden gerçekleştirildi ve bu operasyon için ayrılan paralar da Türkiye üzerinden geçirildi. Süleymaniye'de bir üs kurdular. Bu üsse yeşil badanalı olması nedeniyle "Pistachio"yani "antep fıstığı" adını taktılar. Gizli Ajan Saul'un bağlı olduğu Irak Operasyon Grubu "Kırık Oyuncaklar Grubu" olarak tanındı. Kırık Oyuncaklar Grubunun misyonu bu bölgeye ABD saldırmadan önce gerekli istihbaratı sağlamak, problem yaratacak grupları etkisiz hale getirmek ve operasyon öncesi hazırlıkları yaparak operasyon zamanını bildirmekti.
Görüldüğü üzere, ABD'nin Irak'a saldırması benim daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi 4 planlı ve istenen bir operasyondu ve bu operasyon için "kitle imha silahları" ve "11 Eylül Saldırıları" kullanılmıştı. Buraya kadar bir sorun yok. Ancak, Kasım'daki Başkanlık seçimleri öncesinde Bush aleyhine olan propagandanın artması bazı soru işaretlerini akla getiriyor. Örneğin Woodward'ın "Saldırı Planı" kitabını Dışişleri Bakanı Colin Powell'i bir ölçüde temize çıkartma amacı ile bilinçli olarak yazıldığı yorumları yapılıyor. Bush'u daha önce destekleyen kişiler neden şimdi onun aleyhine çalışmaya başladılar? Bob Woodward kimdir? Richard Nixon, her ne kadar baskılar sonucu Alman Yahudisi olan Henry Kissinger'ı Ulusal Güvenlik Danışmanı yapsa da, yahudilere karşı hep mesafeli durmuş ve Orta Doğu'da kurulacak bir Yahudi Devletine giden yolda ABD kendinden istenenlere çok da uymamıştır. Nixon'un bu tavrı, yahudilerin çıkarını zedelemiştir. Kendilerine Tanrı tarafından vaad edildiğine inandıkları toprakları almak için öncelikle bu bölgede toprakları olmamasına rağmen bir devlet kurmaları gerekiyordu. Bunu 1967 savaşı ile büyük ölçüde sağladılar. Ancak bugün dahi çözülmeyen problemler devam ediyordu. Bunun için ABD'nin desteği gerekiyordu. Nixon ise istenilenleri yapmıyordu. Watergate skandalını takip eden iki gazetecinin editörü yahudiydi ve iki gazeteciden biri olan Bernstein'da yahudiydi. Bu dönemde, Demokrat Partinin de aynı dinleme olayını gerçekleştirdiği bilinmesine rağmen Nixon'ın üstüne gidilerek istifası sağlandı.
Aynı Woodward bugün de Bush'un oylarını azaltacak bir kitap yayınladı. Oysa Bush başkanlık döneminde kendi dinsel inançları ile çelişmeyen yahudilerin siyonizm idealinin yani Fırat ve Dicle arasından Nil nehrine kadar uzanan bölgede bir büyük Yahudi Devleti kurulması için tüm desteğini verdi. Öyle ki yahudiler Bush'un başkan olması ile kabine de yer alan yahudilerin listesini yayınlayarak bundan övünç duyduklarını belirttiler. 5 Ayrıca Amerika ile İsrail ilişkilerini konu alan internet sitesinde sürekli olarak Bush'un İsrail ve Ortadoğu ziyaret ve politikaları konu edinirken, Bush'un Ortadoğu politikasından duyulan hoşnutluk belirtiliyordu.6 ABD'nin Irak politikası ise 1996 yılında İsrail'de Netanyahu hükümeti döneminde hazırlanan bir raporda belirtiliyor. "A Clean Break: A New Strategy for Securing the Realm" başlıklı raporda Filistin ile olan barış sürecinden vazgeçilmesi, İsrail hükümetinin Türkiye ve Ürdün ile işbirliği yaparak Suriye'nin zayıflatılması ve Saddam rejiminin yıkılması görüşlerine yer veriliyor. Raporda açıkça siyonizmin tesisi için sert politikalar izlenmesi gereği belirtiliyor. Bu raporu Richard Perle ve Pentagon birlikte hazırlıyorlar.7 Bütün bu icraatlar elbette İsrail için olumluydu. Ancak buna rağmen Bush aleyhine bir propaganda var. Siyasette, "ters taktik" olarak, fazla aleyhine çalışarak da lehe bir tepkisel oy yaratma yolu da izlenebilir. Bu bağlamda Bush, bu kadar üzerine gidilen bir politikacı olarak yine seçimi de kazanabilir. Ancak benim tahminim, John Kerry'e seçimi kazandırmak istedikleri. Bir önceki yazımı "Bush bu seçimlerden bir kez daha zaferle çıkarsa, bunun anlamı "evanjelist-yahudi" ittifakının, Birleşik Devletler'deki diğer güçlere karşı üstün geldiği anlamına gelecek" şeklinde bitirmiştim. Ancak gerçekten böyle mi acaba?
Evanjelizm, Martin Luther'in protestanlığı kurmasının ardından İngiltere'de gelişen Püritenizme dayanan bir mezhep. Püritenistler de Eski Ahit'i yani Tevrat'ı benimsiyorlardı. Bu dönemde İngiltere'ye girmeleri yasak olan yahudilerin Oliver Cromwell darbesi ile birlikte İngiltere'ye girmesinin sağlanması 8 ile Püritenizm İngiltere'de gelişti. Ancak, Amerika kıtasının keşfi ile birlikte pek çok Püriten, yoğun baskılardan dolayı ve yüksek ideallerini oralara taşımak amacıyla bu kıtaya göç etti. İşte, kelime anlamı kutsal kitaba yönelmek anlamındaki "evanjelizm", püritenizm kökenli olarak doğan ve yahudilerin vaad edilmiş topraklarına kavuşmasını kendilerine şiar edinmiş Hristiyan toplumunun Protestan mezhebine bağlı tutucu kanadı ifade eder. 9 2002'de Gallup tarafından yapılan bir araştırmada kendilerini "evanjelik" olarak tanımlayan hristiyanların oranı % 46'ya çıkmıştır. Bu araştırmaya göre ABD'de evanjelik inanca sahip insan sayısı 40 milyonu bulmuştur. Bir başka araştırmada bugün ABD'de 200.000 ejanjelik din adamı ve 70 milyonun üzerinde evanjelik vardır. Evanjelik protestanlar, yahudilerin, Tanrı'nın seçilmiş halkı olduğunu, kutsal toprakların yahudilerin malı olduğu, yahudilerin Mesih'in gelişi ile birlikte bir dünya egemenliğine ulaşacakları gibi hüküm ve kehanetleri tümüyle kabul ederler. Bu nedenle de, bu konuda kendileri için en büyük misyonun, yahudilerin egemenliğine destek olmak olduğunu düşünürler. Bu desteğin anlamı İsrail'e yapılan her türlü yardımı onaylamaktır. Bugün ABD, İsrail'e her yıl 5-6 milyar dolar yardım yapmaktadır. İsrail sadece Orta Doğu'nun değil, Dünya'nın en büyük nükleer silaha sahip devletlerindendir.
Bush'un seçilememesi halinde seçilecek isim John Kerry olacak. Eğer ABD'De yahudi destekli olarak Bush aleyhine bir kampanya yürütülüyorsa, Kerry'nin kazanması İsrail'in işine gelecek midir? Kimdir John Kerry? Bush 1946, Kerry ise 1943 doğumlu. İkisininde yolu Yale üniversitesinden geçmiş. Bush Yale''den 1968'de; John Kerry ise 1966'de mezun olmuş. ABD'de son dönem devlet yönetiminde etkili olan bir başka kuruluş veya daha doğru söyleyişle örgüt var. Bu örgüt evanjelizm gibi direk dini inancı temsil etmiyor ama örgüte seçilenlerin bu yönleri de dikkate alınıyor. Bu örgüt "Skull and Bones" yani Kafatası veya Kurukafa ve Kemik adında bir örgüt. Örgüt 1833 yılında Yale üniversitesinde William Huntington Russell ile Alphonso Taft tarafından kuruluyor. 10 Bu örgütün diğer benzer örgütlere göre en belirgin vasfı üyelerinin prestiji ve yalnızca Yale üniversitesinden mezun olan seçkin ailelerden özel olarak seçilerek belirleniyor. Bu örgütün son 150 yılda 2.500 kadar üyesi olmuştur. Örgütün yönetim merkezi, Connecticut Yale Üniversitesidir. "Kurukafa ve Kemik" örgütünün en ünlü üyeleri baba Bush ile oğul Bush'dur. Bu örgüt kendilerini dünyayı yöneten grup olarak görüyor ve kendilerinden olmayanlara ünlü yazar Texe Marss'ın deyimiyle "Vandallar ve Musevi olmayanlar" adını takıyorlar.Yüzyılı aşkın süredir ABD'de faaliyet gösteren bu örgüt üyeleri üst makamlara sızıyorlar ve protestan beyazlar denilen "WASP" ("White, Anglosakson, Protestan" kısaltmalarından oluşur) yönetiminin üstünlüğünü savunurlar. Başka ırka veya geçmişe ve dine sahip olanlar bu yapıya giremez. Evet, bu örgüte John Kerry'de şimdiki Başkan George Bush gibi üye. Bu konu güvenilir kaynaklarda belirtilmiş.11 John Kerry'nin gerçek soyadı da "Kerry" değil. Asıl adı "John Kohn" ve gerçekte gösterildiği gibi İrlandalı veya katolik değil. Yahudi bir aileden geliyor.12 Ayrıca yahudiler de John Kerry'nin bu özelliğini övünçle belirtiyorlar. 13 Yine, İsrail-ABD ilişkilerini konu alan sitede John Kerry'nin yahudilere ve Orta Doğu sorununa yaklaşımı ayrıntılı olarak incelenmiş. 14 Görüldüğü gibi, John Kerry'de yahudi çıkarlarına ters yönde hareket edecek biri değil.
Evanjeliklerin inanışlarına göre iyi ve kötünün savaşacağı son büyük savaş olan "Armageddon savaşı" bir barış ortamında gerçekleşecek. Dolayısıyla, şu an içinde bulunulan durumu yumuşatarak, sessiz bir stratejiye geçilebilir. Nasıl olsa Irak'a artık yerleşildi ve aşama aşama sonraki planların alt yapısı hazırlanabilir. John Kerry'ye biçilen misyon bu olabilir. Bu gizli örgütlerin dünyayı yönetirken ki temel felsefeleri "Ordo Ab Chao" yani "Kaostan Kaynaklanan Düzen" dir. Bunun günümüzdeki görünümü enformasyon bombası altındaki bireyin, kendi içsel değerleri ile çarpık küresel değerler arasında sıkışarak "farkındalık" ve "idrak etme" kaabiliyetlerini yitirmesidir. Normalin ölçütü kaypak ve ne kendilerince belirlenen bir statükodur. Medya ve sinema ise en önemli etkileşim araçlarıdır. Böyle bir kaotik yapı içinde onların kendileri için belirledikleri yüksek hedeflere aşama aşama ulaşmanın belirli bir düzen içinde ilerlediği en azından onlar adına muhakkaktır. Bu, süreci etkilemenin önşartı "zihni tembellik" ten uzaklaşarak "sorgulayan bir zihni yapı"yı harekete geçirmektir.
1 http://www.cbsnews.com/stories/2004/01/09/60minutes/main592330.shtml
2 http://www.cbsnews.com/stories/2004/03/19/60minutes/main607356.shtml
3 http://www.cbsnews.com/stories/2004/04/15/60minutes/main612067.shtml
4 "Paul O'Neill,11 Eylül ve ABD"; http://www.kmarsiv.com/sayilar/20040127.asp#tamersoysal; "Bütün düşmanlara karşı"; http://www.kmarsiv.com/sayilar/20040414.asp#tamersoysal
5 Bakınız.; http://www.us-israel.org/jsource/US-Israel/bushjews.html
6 Bakınız.; http://www.us-israel.org/jsource/US-Israel/Bush2003.html
7 Rapor için bakınız: http://www.israeleconomy.org/strat1.htm
8 Bakınız: "Özgürlüğün Köşe Taşları: Magna Carta ve Cromwell'e Eleştirel Bir Bakış"; http://www.kmarsiv.com/sayilar/20040326.asp#tamersoysal
9 Evanjelizm hakkında bakınız: http://www.wheaton.edu/isae/defining_evangelicalism.html ; ayrıca bakınız İsmail Vural "Evanjeliz, Beyaz Saray'ın Gizli Dini" KarakutuYayınları, Mayıs 2003; Atilla Akar, "Komploların Yüzyılı, Yüzyılın Komploları", Timaş Yayınları, Ekim 2003
10 Örgüt hakkında ayrıntılı bilgi için bakınız: http://www.bilderberg.org/skulbone.htm; ayrıca bakınız Adam İronhouse "Bushların gizli tarihi", Çeviri: Kemal Okuyan, Kim yayınları,Ankara 2002
11 http://www.cbsnews.com/stories/2003/10/02/60minutes/main576332.shtml
12 Bakınız: http://www.texemarrs.com/032004/order_skull_and_bones.htm.
13 Bakınız: http://www.us-israel.org/jsource/US-Israel/kerry.html
14 Bakınız: http://www.us-israel.org/jsource/US-Israel/kerryrecord.html
Tamer Soysal tsoysal@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Paratoner : Bilal Batuhan Yüceler |
Onsekizbuçukluk Pesimist
"Bir tutam gazete parçasından ibaret hayat, ölünce üzerimize örtülen. O gün tarihi önemli olmuyor havadislerin, ya da manşetlerin politikliği şaşırtmıyor seni. Ne anlamı var ki merakın, en hazin haberin, yorgun ve cansız yatan bedenin. Ne geçmişin ağlatır herhangi birini, ya da geleceğin olsaydı ne yazardı ki kalemin? Ey garibim, para etmez yüreğin. Sen yaşarkende böyleydin. Her gün ölürdün de bir kez dirildin. Sen hiç gülmedin be garibim, sen hiç gülmedin be garibim..." demişti çok sevdiğim bir dostum. Hepsinin anlamını bir anda çıkaramamıştım. Parçalar birer birer toplandı, yerlerine oturdu. Aslında fizyolojik olarak ölmem gerekmiyordu, bir insanı farklı yöntemler kullanarak da öldürebilirdiniz. Yaşam bağlarını kesebilirdiniz...
İşte benimde sonum böyle oldu. Sırtımda yüzlerce irili ufaklı yara var. Hep birden fazla Brütüs'e sahip olmuşum. Hep karanlıkta bir başıma olduğumu fark ettim, kime arkamı dönsem sırtımda çeliğe has o ihanet soğukluğunu hissettim. Ne zaman gülen bir yüz görsem, onu el üstünde tutar, varlığımı ona adardım. Ancak içimde bir "şey" onun göz bebeğinden kaçınılmaz geleceğimi okurdu, kulak vermezdim.
Gelecek de birgün gelecekti değil mi? Geldi, ama sanki biraz erken gelmiş gibi. Bunun üzerine yapacak fazla bir şeyim yok. Aldığı en büyük hediye aldatılmak olan, cehennemi bu dünyada yaşadığını düşünen biri ne yaparsa ben de onu yapacağım... intihar! Daha önceleri bunu akılsız insanların yaptığını düşünürdüm. Fakat anladım ki akılsız değil, dibe vuranların, sonsuz çilelerin, bitmeyen cefaların bağımlısı olan kişilermiş bu yolu seçenler. Başka seçenekleri kalmayanlar... Belki onlara kendi yaşamınızı verebilseydiniz yine sunî ölümü seçeceklerdi ama bunu bilemeyiz. Cevapları onlar bilir, onlar saklar. O kadar iyi korurlar ki; bu hayatlarına mâl olur.
Fazla derinlere inmeden elimdeki kalemi bırakmayı düşünüyorum. Uzmanların -ki o adamların deneyimleri nereye dayanıyor, önce bunu sorun onlara- dediklerine göre; intihardan önce not bırakılması ya da benzeri şeyler, "o"nun aslında ölmek istemediğini gösteriyor, ancak başladığı işi bitirememenin acısından korktukları için devam ediyorlar. Nasıl bilebilirsiniz ki? Ve bende onlara inat olsun diye, onları teorilerini çürütmek için yazıyorum. Evet; hatta şimdi kararımı değiştirdim, size olan biteni anlatacağım... Kimse tek porsiyonla yetinemez...
"Hayat bana yanlış yapalı, yırtık ve küskün caddelerin üzerine hiçbir an güneş doğmadı. Çıkmaz sokakların en sonuna adresti alın yazım. Yakışıksız sevdalarımın, fedakârsız dostlarımın fiyatını biçtim, kafa sayımı yaptım çapraz ateşte. Etiket koydum satılık insanlıklara. Yani zor günümde anladım adamlıklarımın kaç para olduğunu. Tanrım, kulundan sana itiraf olur ki sen her şeyi görensin affet ama hayat bana yanlış yapalı ben çok günah işledim. Ben hiç kimseyi affetmedim tanrım, affetmek sana mahsus olsa da..."
Babam çobanlıktan yüzbaşılığa kadar yükselmiş bir adamdı. Hiç belli etmezdi, idealist kişilik sahibiydi. Zamanında astsubaylık sınavlarına girmiş, astsubay olmuş, bu onu kesmemiş üstüne birde subaylık sınavını kazanmış, subay olmuş... Varın nasıl biri olduğunu siz düşünün.
Bir asker çocuğu olduğum için hala görüştüğüm bir küçüklükten oyun arkadaşım, her anımda yanımda olan bir kankardeşim ya da tesadüfen karşılaşabileceğim bir sevgilim olmadı. Hiçbir yerde 4 seneden fazla kalmadık. O arkadaşlarım, aşklarımda kalmadı... Ve kaybolup gittik. Bazen sadece gülüştük, bazen oyunlar oynadık, bazen de sessizce bakıştık utanarak... yıllar geçti, insanlar geçti, yollar geçti ama biz aynı çocuğu barındırıyorduk. Aynı çocuğun elinden tutuyorduk sıkıca. Fakat o çocukta içten içe değişmişti, büyümüştü. Görünüşte "aynı"ydı... sonunda kurtuldu elimizden. Şimdi bile o şehirleri ve içindekileri düşünürken gözlerimde ıslak yarım aylar oluşuyor. Hiç istemedim, hiç aklıma getirmedim, herkesi kaybediyordum. Onlar benden önce gidiyorlardı, ben de onlardan önce...
Ancak hiç hayatı durdurmak istemedim, küçüklüğümden -hani o çok sevdiğimiz zaman diliminden- öğretmişlerdi "imkasız"ları, "yapılamaz"ları, "yasak"ları, "paramız yetmez"leri... İşte bu temel üzerinedir güçlü aile terbiyem! Hayatı durduramazdık, sadece izlerdik onu, erişemezdik buzdolaplarının tepesine, gar üst bölmelerine, hep yardım isterdik. Boyumuz uzadı, hala birinin bizi yükseğe kaldırması gerekiyor... hayatı durduramazdık, sadece izlerdik onu, babamız verirdi paramızı. Çalışıyoruz ama hala "baba parasını yeme" zevkini özlüyoruz... Dediğim gibi devamlı bir yere, birine bağlanamadım! Çok gezdim, çok fazla insan tanıdım, çok kız sevdim, çekingen olmama rağmen. Sevdiklerimde zaten bilmediler, hiç bilemeyecekler...
Bir-iki-üç derken yıllar geçti, babam emekli oldu, içimdeki çocuk öldü, elimde sadece replikleri kaldı... Ankara'ya geldik. Bu sefer temelli kalacaktık. Babamın hayatının tümünde sıktığı kemer sayesinde sahip olduğumuz evimize yerleştik. Yeni bin yılın başıydı. (Şimdi bile içimde sevgisinin kırıntılarını yerden toplamaya çalıştığım, birbirimizden habersiz, birbirimizi sevdiğimiz kızla bu seneyi ve kaç yaşında olacağımızı düşlemiştik. O zamanlardan kala benim sarışın tutkum;) Okulum başladı, çok yer gezmiştim ve kültür seviyemde yüksekti. Böylece 4 senedir birlikte olan sınıfla çaylak olmama rağmen çabuk kaynaştım. Tabii birilerini üstün tutum diğerlerine karşı. Onlardan da çok darbe aldım. O sınıf, vahşi batı filmlerinin setlerine benziyordu. Meydandan etrafınıza bakınca dolu ama arkaları zayıf desteklerle ayakta duran bina maketleriydi. Yine de kopup gitmekten bıkmıştım, birilerini kendime bağlamam gerekiyordu, birilerine bağlanmam... çok çabaladım, çabaladım, çabaladım... ama elimde 2 kişi kaldı, kalan sağlar bizimdir. Birbirimizden çok farklı kişilerdik, doğrularımız farklıydı, duygularımız farklıydı, fakat takdir edersiniz ki isteklerimiz aynıydı. Hala da öyle, yine de bencil değildik, birbirimizi kolladık, arkada değil yanında durduk! (Bu sözü çok seviyorum, sabah uyandığımda aklıma gelen sözlerden biriydi bu da küçük defterime kaydettiğim... Birinin arkasında değil, yanında durmak!.. Düşünün!) Sahte hayallerimizi anlatıyorduk dallandırarak. Ve ne söylediğimizi tekrar düşünmüyorduk.
O günlerde geldi geçti. Onları hep aradım, ama karşılığını alamadım. Nerede yaptım bilmiyorum, galiba onları çok sıktım, kendimden uzaklaştırdım onları. Bende onlardan uzaklaştım.
Daha fazla şey hatırlamak istemiyorum., zaten uyku haplarıda etkisini göstermeye başladı. Ne bekliyordunuz ki? Kimseye beğendirmem gerekmiyor kendimi. Sadece biraz içimi dökmek istedim. Ne yani? Bu dünyadan her şeyin yalan olduğunu öğrendim, aldatıldım, dışlandım ve işte gidiyorum. Şimdi kendimden uzaklaşma zamanım geldi. Ölüm benim doğum günüm. Doğmak gerek... ölmek gerek.
Sizler! Evet sizler! Bu satırları ölünün arkasından konuşmak kadar hazin duygulara tecavüz ederek okuyanlar! Bilin ki, koşarak gidiyorum! Ciğerlerim parçalanırcasına nefes alıyorum, takılıp düşüyorum gözümde çürüyen cesetlerinize. Fakat yine doğruluyorum. İlk defa başım dik ilerliyorum, ilk defa çizgileri umursamıyorum. Sizlere ve hayatlarınıza, o kokmuş, o tiksinç... o kıskanılası hayatlarınıza gözlerimi kapatıyorum. Hepinizi sildim, silmeye çalıştım. Birinizi silemedim ama üzerine bant çektim. Özlediğimde altına bakmaya çalıştıysam da göremedim... Yoksunuz artık, kayboldunuz, kayboldum, kaybolduk...
Bilal Batuhan Yüceler
Yukarı
|
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Kahve Molası bugün 4.408 kahveciye doğru yola çıkmıştır.
Yukarı
|
bahardır o bahar
içimden mi taşıyorum sebepsiz
yoksa istemeden tutuluyor muyum aşka
yüzümde bir hüzün, dudağım çocuk küslüğünde ha yağdı ha yağacak ha kabardı ha kabaracak
yüzümdeki kederi dağıtmaya çalışıyorum
olmuyor...
küskünüm bugün içimdeki çocuğa
aşka benden habersiz sözler veriyor
yok yok, olsa olsa bahar yorgunluğudur
peki aklımdan çıkmayan o zifir bakışlar?
kime ait diye soramıyorum
en çok korktuklarım, karşıma dikildi ya hep bu da olur düşüncesiyle sarsılıyorum
içimden mi bakıyorum kendime
yoksa bu aynadaki dalgın ve ifadesiz
ben miyim sahiden de...
gözlerimdeki bulut coşmuş
ha damladı ha damlayacak
minik bir kıvılcım pır pır
ha parladı, ha parlayacak...
Zeycan Irmak
Yukarı
|
FOTOGRAF SERGİSİ
"VAHŞİ YAŞAM" SÜHA DERBENT
8 MAYIS - 4 HAZİRAN 2004
FOTOTREK NIKON FOTOGRAF MERKEZİ, 8 Mayıs - 4 Haziran tarihleri arasında, hayvan davranışları üzerine fotograf çalışmalarıyla tanınan Süha DERBENT'in "VAHŞİ YAŞAM" isimli sergisine yer veriyor.
8 Mayıs Cumartesi günü saat 18:00'de yapılacak bir kokteyl ile açılacak olan sergide kaplan, aslan, leopar, çita gibi büyük kedilerin görüntüleri yer alıyor. Sergi, hayvanların yaşadıkları coğrafyaya uygun davranış görüntüleri üzerine yaklaşık 8 yıldır çalışmalar yapan Süha DERBENT'in Hindistan, Güney Afrika Cumhuriyeti, Zimbabwe, Kenya ve Botswana'da çektiği fotograflardan oluşuyor. Nikon Türkiye Temsilcisi Karfo - Karacasulu ve Emirates Havayolları katkılarıyla gerçekleşen sergi 4 Haziran Cuma gününe kadar izlenebilecek.
Ayrıntılı Bilgi: http://www.suhaderbent.com
FOTOTREK NIKON FOTOGRAF MERKEZİ
Meşrutiyet Caddesi Ravanda İşhanı No : 85 Kat : 1 - 2 D. 1 - 3 Beyoğlu, İSTANBUL
Tel : (212) 251 90 14 - 251 83 74
www.fototrek.com
Yukarı
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef garson: Akın Ceylan |
http://www.edwebproject.org/bali/gallery/monkeyforest.html
Andy Carvin ve Susanne Carvin ikilisi bana haber vermeden Bali seyahatine giderler. Ellerinde fotograf makinası bütün maymunların resimlerini çekerler. Bu da yetmezmiş gibi çektikleri resimleri, altlarına yorumlar yazarak internette yayınlarlar. İnanmayan tıklasın.
http://members.tripod.com/~boopscards/bettyboop.html
Betty Boop. Bir zamanların sevimli ve .... çizgi kahramanlarından biri. Hatırlayanlar, sevenler ya da tanımak isteyenler için şirinmi şirin bir e-card sayfası. Buradan istediğiniz şekilde bir e-card oluşturabilirsiniz.
http://www.addictinggames.com/
Bu zamana kadar gördüğüm en büyük oyun arşivini sizlerle paylaşmak istiyorum. Yüzlerce oyunu içerisinde barındıran ve hatta bir çok oyun sitesi için kısayol veren bu siteyi oyunseverlere ısrarla tavsiye ediyorum. İyi eğlenceler.
http://www.e-kolay.net/sehir/Haber.asp?PID=1398&HID=1&haberID=190355
...En son ne zaman bir dere kenarında oturdunuz, ya da yıldızların altında? Eğer bu bahar bir şeyleri değiştirmeye kararlıysanız şimdi tam zamanı. Bu mini-dev rehber, İstanbul'a yakın yerlerde, az ama öz tatil kaçamakları yapmak isteyenler için hazırlandı...
akin@kahveciyiz.biz
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
Hotkey Helper v1.4 [731K] Win98/2k/XP FREE
http://www.wpgsoft.com
Şu 'Hotkey' denilen neslere alışabilenler için muhteşem bir program. Klavyenizdeki tuşların kombinasyonları ile bilgisayarınızdaki her programa, her özelliğe ulaşmak mümkün. Güzel bir arayüzle sizlere bu 'hotkey' leri tanımlamanızı ve çalıştırmanızı sağlıyor. İlgililere şiddetle önerilir.
Yukarı
|
|
|