|
|
|
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 3 Sayı: 511 |
26 Mayıs 2004 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Adaletin kefesi yamulmuş!.. |
Merhabalar,
Medya asıl görevini yaptığında ne kadar etkili olabiliyor. Çıktığı günden beri haklı takdir kazanan Vatan gene bir yaraya parmak basmış. Daha doğrusu kuma gömdüğümüz başlarımızı yerinden çıkarmamızı sağlamış. Bazı şeyler öyle yer etmiş ki belleklerimizde, bir zaman sonra kanıksamışız. Hafızalarımız balıklarınkini aratır olmuş. Vatan 'Bu işte bir yanlışlık var' diyerek adalet sistemimizin olağan çarpıklığını gözler önüne sermiş. Sıradan vatandaşın tek güvencesi olan adalet çarkına sokulan çomaklara dikkat çekmiş. Baklava çaldığı için ağır hapse mahkum olan küçücük bebeleri ne çabuk unutmuşuz. Unuttukça sorunlardan arındık zannetmişiz. AB kapısında gerdan kırarken, dibimizde olanları farketmemişiz bile. İşte medyanın görevi de burada başlıyor. Benim bir vatandaş olarak bu türden adli vakaları bilmeme, öğrenmeme olanak yok. Vatan bu olayı gündeme taşımasaydı biz gene sıcak yataklarımızda uyumaya devam edecek, kendimizi yüce Türk adaletinin elinde güvende hissedecektik. Oysa yaşları 11 ile 15 arasında değişen 6 tane çocuk ikibuçuk yıldır bir hiç uğruna hapistelermiş. Olacak işmi bu demek kolay. Zor olanı yapmalı ve kanun koyucuyu göreve davet etmeliyiz.
Yıllar önce doğru bir kararla açılan çocuk mahkemelerinin her ile yaygınlaştırılamaması yüzünden sıradan bir çocuk kavgasını çete oluşturup yağmalama, adam kaldırma suçlarıyla bir tutup ağır cezada yargılamak zorunda kalan bir sistemimiz var. Acı olan globalleşen, ilerleyen, yeni durumlara rahatlıkla uyum sağlayan bir dünyada hala insan merkezli değil de devlet merkezli ceza yasalarıyla adalet dağıtıyor olmamız. İşlenen her suçun mutlaka devleti küçük düşürme gibi bir niyeti vardır düşüncesiyle oluşturulan ceza kanunları halen yürürlükte. Şimdi avukat dostlarım serzenişte bulunacaklardır. Ama bu dediklerimi sıradan bir vatandaşın bilinçaltının dışa vurumu olarak değerlendirsinler, bana hak vereceklerdir. Yani bu, benim kanunları algılayış biçimim.
Hiçbir kanun koyucu bana milyonlarca dolar götürüp sonra alacaklısını öldürten, kravat takıp başı önde durdu diye ağır müebbet hapis cezası 3 yıla inen Evcil Erol'la, çocukça bir manevrayla arkadaşının 1 milyon lirasını alan çocuğu kanunlar aynı kefede değerlendirir demesin. Birisi iyi halli diye cinayetten, gasptan, ağır müebbet hapisten yırtarken, diğer garipler 11 yaşında cezai ehliyetleri vardır diye Adli Tıp'tan rapor tanzim edilerek toplam 80 yılla cezalandırılıyorlar. Müşteki şikayetçi değiliz diyor ama kaale alınmıyor. Bu nasıl adalet anlayışıdır yahu. Sanki kağıtta her yazanı layıkıyla uygulamakta mahir bir ülkenin vatandaşlarıyız da kanunları da kitabına göre uygulamalıyız. Çocuklar daha yıllarca o delikte kalacak, çıktıklarında ise, elleri mahkum, birer kapkaççı, haraççı sokak kabadayısı olacaklar. Ama Evcil Erol, 2 yıl sonra kırmızı halı üzerinden yürüyerek eski yaşantısına geri dönecek, yürüttüğü 175 milyon doların sıcaklığıyla yepyeni işlere doğru kulaç atacak. Bu konuda daha çok şey söylenebilir. Ama söylenilenlerin hepsinin anafikri çifte standart olacaktır. Öyle ki, aynı olaya Çemişkezek ile Sultanahmet mahkemeleri aynı anda baksa 2 ayrı karar çıkmazsa yüzüme tükürün. Olay şu anda Yargıtay'da imiş. Karar ne olacak meraktayım. Velevki çocukları saldılar, 3 yıldır içeride yaşadıklarından sonra hepsi birer hayırlı vatan evladı olurlar değil mi? Bu kafayla biz daha çok hayırlı evlat yetiştiririz, daha çok!..
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
|
AKIL OYUNLARI : Prof. Dr. Nevzat Tarhan EVLİLİKTE STRES KAYNAKLARI -1- |
|
Aile terapistlerine en çok sorulan soru şudur: " Evliliğin yıkılmasını neye bağlıyorsunuz?Ekonomik sıkıntılar mı ? Konuşamamak mı ? Parasızlık mı? Kıskançlık mı? Sadakatsizlik mi? İlgisizlik mi? Eğitimsizlik mi?Kişilik çatışması mı?.."
Bunların çoğu birer belirtidir.Gerçek sebep sevgi , saygı ve güven bağlarını zayıflatan herhangi bir şeydir.Evliliği bir arada tutan harcın malzemeleri sevgi , saygı ve güvenden oluşur.
İLGİSİZLİK
Sevgi bir ateştir.Sürekli yakılması ve beslenmesi gerekmektedir.İlgilenilmediğin de ateş nasıl sönerse sevgi ateşi de öyle söner gider.
Sevgiyi ateşleyen birinci şey ilgidir.Ateşe değer vermektir , bakımını yapmaktır.
Herkesin yaşadığı bir evi vardır.Evi yıkılmaktan , yıpranmaktan korumak için sürekli bakım ve ilgi gerekir.Bırakılırsa ev dağılır.Tamiri ertelenirse bozulmalar başlar. Belirli aralıklarla boya badana gerekir.
Bir eşya bilgisizlikten tahrip olabildiğine göre insan ilişkilerinde en önemli bağ olan sevgi de sürekli bakım ve ilgiye alınmazsa dağılıp çürüyecektir.
Evlilikte insanlar birbirlerine ilgilerini yitirdiler mi kalbi ilgilerini başka şeylere yöneltirler. Çocuklara, kariyere, evin eşyasına, spora, modaya, ev temizliğine, araba tutkusuna, şöhrete, zenginliğe... Böyle durumlarda evlilik ihmal edildiği için bakımsız kalacaktır ve yıpranmalar, arızalar, yani sorunlar başlayacaktır.
Erkekler daha mı ilgisiz?
Kendisini iş başarısına odaklamış bir kişi evlendiğinde eşine zaman ayırma ve ilgilenme gibi "gerçek dünya" ile karşılaştığında zihinsel bir pişmanlık hissedebilir. Eğer erkek bencilse sorun başlayacaktır. Evine zaman ayırmama gerekçesi olarak şöyle der "Ben zaten sizin için çalışıyorum, ekmek kavgası başka çarem yok". Kısa da olsa kaliteli bir beraberliği, hem iş hem ev başarısını beraber götürebileceğini düşünmezse fırtınalar başlayacaktır.
Diplomalı Hizmetçilik mi?
Evini otel ve restoran gibi kullanan bir erkek eve geldiğinde "Nasılsın?" demeyi ihmal edecektir. Sevgi dolu bir bakışı, bir tebessümü esirgeyecektir. Bütün gün çocuklarla, mutfakla uğraşmış bir kadın kendisine değer verilmediğini hissettiği an evliliği sorgulaması doğal bir hakkıdır.
Evlilik danışmanına gelen bir danışana eşi ile ilgili bilgiler sorarız; kişisel geçmişi, zevkleri, nefret ettiği şeyler... Bu bilgileri alırken eşinin göz rengini bilmeyen erkeklere rastlamak mümkündür. İyi baba, iyi iş adamı olmak yetmiyor, iyi bir koca da olmak gerekiyor.
Kadınlarda ilgisizliğin şekilleri:
Eve, eşyaya kendisini kaptırmış veya çocuklarla ilgilenmekten kocasına "Hoş geldin" demeyen eşler nadir değildir. Bütün gün bakımlı ve göz alıcı bayanlarla bir arada olan erkek evde iyi bir anne, iyi bir ev hanımı ama iyi bir eş ve arkadaş olmayan kadınla uzun süre beraberse evliliği sorgulamaya başlayacaktır.
Sağlam ailenin üç özelliği:
Nebraska Üniversitesinde 'İnsan Gelişimi ve Aile Bölümü' yöneticisi Nick Stinnett, güçlü ailelerle bir araştırma yaptı(1979). Bulduğu üç önemli ortak özellik şunlardı:
1. Dine bağlılık: Sürekli ve düzenli Kiliseye gidiyorlardı.
2. Övgü ve takdir: Aile üyeleri karşılıklı ruhsal okşamalar içindeydiler
3. Birlikte zaman: İş, eğlence, yemek gibi çok alanda beraberdiler.
Dostluk mu, Evlilik mi?
Evliliğin uzun sürmesi için tarafların eşit ve denk olması önemlidir. Bunun tek istisnası vardır, "Dostluk duyguları". Yan yana durduklarında karıkoca diyemeyeceğiniz kişiler öyle paylaşımlar içindedirler ki beraber olduklarında kendilerini çok mutlu ve güvende hissederler.
Böyle kişilerde sevgi yakalandıktan sonra bazı adet ve davranışlarla beslenebilmiştir.
Dostluk davranışının en önemli özelliği, 'onu' memnun etmeye çalışmaktır. Onun zevklerine, isteklerine ve beklentilerine uygun çabalar içinde olmak. Küçük hediyeler almak. En önemli hediyenin ona ayrılan zaman olduğunu bilmek. Kendi çıkarını ikinci planda tutmak. En önemli içten, karşılıksız, samimi sevgi.
En iyi aşıkların en duygusal insanlar değil, birbirlerine en çok zaman ayıran insanlar olduğunu unutmayalım.
KISKANÇLIK
İnsanın yaşayan ruhu üzerinde en zedeleyici duygulardan belki birincisi kıskançlıktır.Kıskançlık duygusu altında sahip olma , kendisine öncelik verme istekleri yatar.Sahip olduklarını kaybetme korkusu kıskançlık duygularını ayaklandırır.
Kıskançlık duygularını ayaklandıran başlıca şeyler eşlerin düşüncesizce yaptığı eylemlerdir.
Bir de kıskançlık hezeyanı vardır ki , gece eşini uykudan uyandırıp rüyada kimi görüyordun diye soran eşler biliyoruz.Telefona geç cevap verse , kapıyı geç açsa yanlış yorumlarla evde kavga çıkaran , TV seyrettirmeyen , gazete okutmayan eşler evde psikolojik terör estirirler.somut hiçbir dayanağı olmayan böyle suçlamalar genelde kıskançlık paranoyasının belirtileridir.Bu bir hastalıktır. İlaç tedavisi gerektirir.
Asıl üzerinde durulması gereken şey kıskançlığın bu boyuta gelmeden önce yapılacak şeyleri iyi değerlendirmektir.
Kıskançlık evliliğin yıkılmasını engeller mi?
Kıskanç bir tipseniz kıskançlığınızın patalojik (marazi ) olup olmadığını sorgulayın.Patolojik kıskançlık somut olay ve gerçeklere dayanmaz.Hayali aldatılma korkuları vardır ve ihtimalleri olmuş gibi kabul eder.Kuşku fırtınası oluşturan kıskançlık evliliğe zarar verir.Ancak hafif bir kıskançlık evlilikte harç özelliği taşır. Sevgi ve ilginin bir ifadesidir.Suçlayıcı ve saldırgan olmayan kıskanç bir eş eşini yüceltir , kimseyle paylaşmaz ama onu da incitmez.Böyle kıskançlıklar faydalıdır.
Hangi kıskançlık evliliği yıkar ?
Patalojik kıskançlık evde kıskançlık patlamaları ve kuşku fırtınası estirecektir. Bu durum da kavga demektir. Sürekli suçlanan bir eş savunmaya geçecektir. Böyle durumda eş ne yapmalıdır?Kesinlikle açık ve dürüst olmalıdır.Şaka bile olsa yalan söylememelidir.Marazi kıskançlık tedavi gerektiren bir durumdur.Mutlaka profesyonel yardım alınmalıdır.Aile terapisi ile birlikte ilaç tedavisi de gerekir.Beyinde kıskançlıkla ilgili hücre gruplarının kimyasal dengesinin bozulması söz konusudur.Bu tedavisi olan bir durumdur.Psikoterapi ve uyuşturucu olmayan ilaçlarla tedavi bir arada böyle hastalara yardım edilebilir.Kapıcıyla görüşmeyi , telefonda uzun konuşmayı sorun yapan bir eşle hayat zor geçer.
Eşim beni sevmiyor!
Kıskançlığın arka planındaki duygu budur.Eşinin aileye bağlılığı konusunda kafasında sorular uyanmıştır.Eşi eskisi gibi ona sarılmıyordur.Cinsellik azalmıştır. Güler yüzle sevgi ile bakmıyordur.Konuşmaktan kaçınıyordur kısaca ona olan ilgisinin azaldığını düşünmektedir.Düz mantıkla baktığında "Hayatında birisi var , artık onu seviyor " kuşkusu kafasında uyanacaktır.Böyle durumlarda eşinin kendisini sevip sevmediğini kontrol etmek için bilinç dışı testler yapacaktır.Kızdıracak ters sorular soracak , yalan söyleyip söylemediğini kontrol edecektir.Çok evlilikte böyle dönemler olmuştur.Eşini seven dürüst ve içten bir eş böyle durumda eşine ısrarla ve tekrarla yanıldığını söyleyecektir.Kızıp tersleyecek değil ama sabır ve ikna yöntemleri ile kaygılarını giderecektir.Böyle durumlarda şaka bile olsa yalan söylememek gerekir.
Kıskançlığın arkasında ilgi azalmasının yattığı bilinirse çözüm kolaydır. Sevgi dolu bir balayı güler yüz ve birkaç güzel söz...
Ceza evlerinde , aile içi kıskançlığa bağlı cinayet olguları o kadar çok ki özellikle Karadenizli ailelerde bu çok yaygın.Başlangıçta çözüm kolay. Tek yolu kıskançlığın arkasındaki mesajı iyi anlamaktır.
Kıskanç eşin her dediği yapılırsa büyük risktir.İkiyüzlülükle suçlanır , çıldırabilirsiniz.Yanlış isteklere güzellikle hayır demeyi başarmak gerekir.
Seks yaşamınız nasıl?
Bir kadın kocasının başka bir kadına bakıyor olmasından rahatsız olması doğaldır.Bu duyarlılıktan taviz vermemelidir.Aksi takdirde kocasının elinden kaydığını görecektir.
Eşler ne yapıyor?
Birinci uygulama eşini seksten yoksun etme.Onu tehdit edecek , öfke , gözyaşı düşmanlıkla fırtınalar esecektir.Çoğu kadın bu davranışı gösterir.Sonuçta evlilik ilişkisi derin yara alır.Erkek eve yönelse de ikiyüzlülüğü seçecektir.
Yapılması gereken nedir?
Tam tersi.Akıllı kadın cinsel açıdan daha heyecanlanır , canlı ve neşeli olur. Kadının erkeğe karşı en etkili silahı cinsel etkileme gücüdür.Bu gücü kadınlar erkeği geri almak , eve bağlamak için , yasak ilişkiyi engellemek için kullanmalıdırlar.Çünkü erkek Poligam'a ( çok eşlilik ) yatkındır.Bu konuyu açtığınızda kadınlar "Ben cinselliği sevmiyorum , hoşlanmıyorum " diyorlar.Doğrudur.Özellikle kültürel özellik olarak kadınlar cinsel yönden duygularını bastırmaktadırlar.Ama seks çılgınlığının yaşandığı günümüzde eşlerinin yasak ilişkisini önlemek için yatakta aktif ve saldırgan kadınlar akıllı kadınlardır.
Uzun ayrılıklara dikkat!
Kısa yokluklar sevenler için duyguları güçlendirir.Birbirlerini özlemek sevenler için önemli bir ölçüdür.Uzun yokluklarda sevgi bağlarında zayıflamalar olağandır. İşkolik , kariyer peşinde erkekler veya kadınlar iş heyecanına o derece kendilerini kaptırırlar ki eş ve çocuklar akıllarına bile gelmez.İş seyahatleri sık ve uzun ayrılık gerektirirse evlilik için ateşle oynanıyor denebilir.
"Bensiz yaşamaya alışabilir" kaygısı eşler için önemlidir."Göz görmeyince gönülde istemez".Evlilik için önemli bir uyarı ve tehlikedir.Askerlik , özel görev , yurt dışı çalışmaları zorunlu ayrılıklardır.Ancak dünyanın elektronik bir köy olduğu günümüzde gözle gönül mesafesi birbirine çok yaklaştı.Elektronik ilgi de sevgiyi devam ettirir.
Eşinize güvenmelisiniz!
Eşler zekice olmayan bir yaklaşımla eşini eve bağlı tutmak için " kontrollü gerilim stratejisi " uygulamaya çalışır.Eşini gergin bir ipin üzerinde tutmak kuşku fırtınası içerisinde çok eşin yaptığı hatadır.
Böyle suçlayıcı , yargılayıcı , tehdit edici yaklaşım ilişkide sevgiyi uyandırmaz , korkuyu uyandırır.Eğer bir eş kocasını aldatmak istiyorsa veya koca karısını aldatmak istiyorsa onun vicdanında bekçi yoksa ve sevgi ağır basmıyorsa bir yolunu bulacaktır.
O halde çözüm ilişkide "sevgiyi nasıl uyandırırız'a " kafa yormaktan geçer.
Hiç kimse kendisine güvenilmemesinden suçlanmaktan hoşlanmaz. Özellikle doğruyu söylüyorsa, ilişkiye zarar verir.
Güvenilmemiş olmak işimizde en kötüyü ortaya çıkarır.
Güvenilmiş olmak işimizdeki en iyiyi ortaya çıkarır.
Bir insanın eşine inanması ona verilecek en büyük armağandır.
Eşinize iyi isimlerle seslenirseniz o ismi koruyabilmek için elinden gelen her şeyi yapacaktır.
Rahmetli Ayhan Songar' ın torunu Almanya ya giderken ona bir nasihatı vardı " kızım seni önce Allah'a sonra kendine emanet ediyorum". Küçük hanım "Bu güvene layık olma duygusunu hiç aklımdan çıkaramadım" diyordu.
Arkası Yarın
Nevzat Tarhan
ntarhan@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
|
Ucundan Kenarından : Özlem Özdemir Her şey zamanını bekler... |
|
Her kız çocuğu gibi, mutfağa meraklıydım küçükken. Mutfakta annemin yanında oturur, yaptığı her işi büyük bir zevkle seyreder, bana da ufak bir iş verilince mutlu olurdum. Verilen bu ufak işlerden biri de, kek yaparken yumurta ve şekeri çırpmaktı ki, bu benim en az zevk aldığım işdi. Nedeni ise, annemin bu işi çok uzun tutmak istemesiydi. Yumurta ve şekeri onun tabiriyle kar gibi olana kadar karıştırırdım. Üstelik mikserimiz olana kadar bu işi çatalla yapardım ki, yapanlar bu işin ne kadar zahmetli bir işi olduğunu iyi bilirler. Her seferinde büyük bir enerjiyle başlar, zamanla enerjim ve hızım daha sonra da çenem düşerdi. Sızlanmaya başlar, defalarca sorduğum yeter mi? Sözüne dayanamayan annem elimden alıp devam ederdi. Sonunda işittiğim nasihat hep aynı olurdu; Yumurta ile şeker bu kekin harcı ne kadar çok karıştırırsak o kadar güzel olur kekimiz, o kadar çok kabarır. Arkasından da eklerdi; Her iş böyledir işte, bir işe ne kadar çok emek verirsen sonucu o kadar güzel olur... Her şey zaman ister...
Türk kahvesi merakım da bu dönemlerde başladı benim, çocuk yaşlardan beri severim Türk Kahvesini, ama şekerli... Çok şekerli. Annem çalışmadığı için, eşlerini yolcu eden komşular sabah kahvesi içmeye gelir, kahve bahanesiyle, içlerini döker, üçüncü şahısların hayatları hakkında onların bile bilmediği yorumları yapar, bir sigara tellendirir rahatlar giderlerdi evimizden. Önceleri cezvenin dibinde kalan, daha sonra benim için biraz fazla konulan suyla yapılan daha sonra ise bizzat ben yaptığım için kendim için özel yaptığım kahveler ile alıştım kahveye. Cezvenin dibi dönemlerimde, annem yaparken başında bekler, bana da kalsın diye fincanlara çok koymasını engellemeye çalışırdım. Benim sabırsızlığımın aksine, annem ocağın altını en kısık ateşte tutar, kahve köpürmeye başlar başlamaz da ateşten çekerdi. Hem yapar hem anlatırdı annem, ateşten çekeceğin anın çok önemli olduğunu söylerdi, ne fazla bekleteceksin ne erken alacaksın, tam kabarmaya başladığı an alacaksın ateşten... Her şey anını bekler...
Annemin kuralları Bülent Ortaçgil'in şarkısının sözlerine benziyor.
Her şeyin bir zamanı var, her şey anını bekler.
.......
Beklerim ta sabaha kadar
Beklerim de
Geceyi değiştiremem
Gecenin gücü beni aşar
Her şey anını bekler
Bir kişi bulur,
İkincisi tohum eker
Sonra yeşillenir çiçekler
Her şey zaman ister...
Biliyor musun anne, yumurtayı her çok çırptığımda hem de çok çırptığımda kekim kabarmıyor artık, Ya da altı çok kısık bile olsa köpürmüyor bütün kahvelerim. Sabırla beklediğim emek verdiğim işlerin hepsi kahve kadar, kek kadar kolay sonuç vermiyor. Bazı kahveler köpürmüyor anne, sabrımı sonuna kadar kullansam da. Gücüm kalmasa da ne kadar uğraşırsam uğraşayım kabarmıyor keklerin hepsi. Bülent Ortaçgil'in söylediği gibi, bazen gecenin gücü beni aşıyor, geceyi değiştiremiyorum...
Üzgünüm anne ama sanki Bülent Ortaçgil daha doğru söylüyor. Geceyi değiştiremem, Gecenin gücü beni aşar, Her şey anını bekler. Her şey anını bekliyor ama gecenin gücü gibi bazen beni aşıyor. Ya kahve bozuk ya yumurtalar. Her emek verdiğim kek kabarmıyor, sabırla beklediğim her kahve de köpürmüyor.
Özlem Özdemir
oozdemir@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Café Azur : Suna Keleşoğlu |
Bir Tek Sen Yoktun
Sophie'ye...
Bazı günleri takvimlerden silmek ister gönül. Hatırlanması acı verir, yaşanması acıtmıştır zaten yeterince. Yine öylesi bir güne gebe koca Mayıs. İki yıl olacak dinmedi bu suskun acı. Gözyaşları için için yürekte akıyor. Ve sensiz büyüyen bir kız çocuğunun gülüşünde yüzün geliyor aklıma.
Bırakıp gitme bile diyemeden...
O gün eve gelmeseydin ya da daha erken çıksaydın. Her zaman ki yoldan değil de otoyoldan gitseydin. Artık çok geç değil mi?
Burada anneler günü Haziran da kutlanır ya, iki Hazirandır bir çift sen bakan göz acıtıyor içimi.
O gün,
Çoğumuz oradaydık, bir tek sen yoktun...
Bugün yağmurlu. O gün parıltılı bir güneş vardı. Bizim göz yaşlarımız yağmur olmuştu...
Bugüne kısmetmiş yazmak. Zaman en iyi ilaçmış. Tuz basılarak kurutulmuş yaralar gibi, acımın üstüne zamanı koyuyorum
Seni son kez yolcu etmek için bir araya geldiğimizde hiçbirimiz konuşamıyorduk. Ve hiçbirimiz ağlayamıyorduk. Göz yaşlarımız kalbimizde birikmişti. İlk siyah araba geldiğinde hepimiz mezarlıktan içeri girdik, sonra seni taşıyan araba geldi. Ve sonra arkandan çiçekleri taşıyan bir başka araba...
Bugün yağan yağmur gibi aktı göz yaşlarımız aniden.
Aileni ilk defa görüyordum. Hepsi acılarını yüreklerine gömmüş ve sabırlı bir yüz ifadesi ile o günden sonraki ebedi yatağının yanına gittiler. Ve içinde senin olduğuna inanmak istemediğimiz tabutunu, taze toprak kokusu yayılan mezarının başına koydular. İşte o an güneş bile ağladı...
Daha üç gün önce, sizi yemeğe davet etmiştik. O sıralar biraz işleriniz vardı, en kısa zamanda gelecektiniz.
Bize ilk kez yemeğe geldiğiniz günü hatırlıyor musun? Daha kızın doğmamıştı. Hala sizde yediğim yemeklerin tadı damağımdaydı. Tüm becerilerimi sunmalıydım. Zira buraya geldiğimden beri rastladığım en becerikli kadındın. En son yaptığın et yemeğinin tadı hala damağımda...ve artık hep kalacak. Yemek kitaplarını karıştırıp, en lezzetli Türk yemeklerini yapacaktım sizin için. Ama sen en çok kahve ile yediğimiz lokumları beğenmiştin. O gün getirdiğin mumu hala saklıyorum. Bundan sonra nasıl yakabilirim ki? Ben bana hediye verilmesini özlemiştim. O güne kadar tanıştığımız tüm yeni insanlar bir şişe şarapla çalmışlardı kapımızı. Oysa sen, ilk konuşmalarımızdan birini hatırlayıp bana en sevdiğim kokulu mumlardan getirmiştin. Çünkü ben sana daha önce mumları çok sevdiğimden bahsetmiştim. Bunu en yakın dostlarım bile bazen hatırlamazlar biliyor musun? Oysa benim için en güzel hediye bin bir çeşit mumdur. Ve hiçbirini yakmaya kıyamam. Ve sen en çok lokumu sevmiştin. Tatil dönüşü İstanbul'dan gelirken Hacı Bekir'den aldığımız çifte kavrulmuş lokumları...
O gün sana getirdiğimiz en son lokumlardan tattıramadığımız için bir kez daha acı çektim. Bir kutuyu yiyip bitirmiştiniz ve ben sana kendimiz için getirdiğim kutuyu vermek için bize gelmenizi bekliyordum. Sen gittikten sonra o kutuyu açmadan uzunca bir süre sakladım, sonra maalesef çöpe gitti. Kimse yiyemedi sensiz...
Kimse kazanın nasıl olduğunu konuşmuyordu, rahibin mezarlığa gelmesi ile etraf büyük bir sessizliğe bürünmüştü. Aile bireyleri dışındakilerin tabutun başından uzaklaşmasını rica ettiler ve tören başladı. Rahibin dediklerini duyamıyordum ve kimsenin gözüne bakamıyordum. Artık göz yaşlarımı da tutamıyordum...Tam tabutunu mezara koyacakları an, kızını düşündüm. Acaba annesini bir daha göremeyeceğini biliyor muydu? O gülümsemeni emanet bıraktığın güzel çocuk daha iki yaşında bile değildi...
Yerel gazete yazmıştı. Yaşlı bir adamın kontrolden çıkan arabası, senin arabana çarpmış ve uçuruma yuvarlanmıştın. Biliyor musun hala kimse kazanın nasıl olduğunu konuşamıyor ve sanki sen dönecekmişsin gibi hissediyor. Sonra koma halinde hastaneye gelişin ve...Öğle yemeğini evde yemiş muayenehanene gidiyormuşsun. Belki bir hayatı kurtarmaya, kontrolsüz bir sürücünün hayatını alacağını bilmeden..
Ben de sadece bir fotoğrafın var. Bir Noel akşamı çekilmiş. Yine baktım o fotoğrafa ben çok değişmişim, beş yıl geçmiş aradan ve yüzümdeki çizgiler artmış. Sen yine gamzeni çıkartan gülümsemenle hayat saçıyorsun. Belki bir gün acımız biraz azalırsa, bir fotoğrafını isteyeceğim eşinden.
Yeni kazılmış toprak göz yaşlarımızla ıslanıyor, kokusu çelenklerin çiçeklerinin kokusuna karışıyordu. Ne çok sevenin varmış. Ve seni sonsuza kadar bizden ayıran an, hepimiz bir avuç toprağı, yüreğimizi yakan acımızla beraber tabutunun üzerine attık. Ardından da mezarın yanında duran güllerden bir tane. Bana beyaz olan denk gelmişti. Seninle son görüşmemizde üzerinde olan tişörtün rengi de beyazdı. Ve bize en son yemek yaptığın ve yine arkadaşları bir araya getirdiğin o Pazar öğleden sonra ayrılırken sana sonsuza kadar veda edeceğimi tahmin edebilir miydim?
En çok ne istiyorum biliyor musun? Kızını her görüşümde Onun yüzündeki o gülümseme ile seni hatırlayabilmeyi...Bunun için bana biraz cesaret gönder olur mu? Benim ise senin toprağında yeşeren çiçekleri sulayan yağmurlarla gözyaşımı paylaşmaktan başka bir şey gelmiyor elimden...
Mayıs yaklaştıkça acım daha da artıyor. Tüm paylaştıklarımız ve arkadaşlığın için, hayat dolu sevecen gülümsemen için, muhteşem bir çocuk dünyaya getirdiğin için ve çok kısa olsa da hayatıma senin gibi unutulmaz bir insanı kattığın için çok teşekkürler...
O gün cesaret edip, beyaz güllerle ziyaretine gelemezsem bana darılma olur mu? Anla ki hala cesaretim yok ve hala acım çok taze...
Hep kalbimdesin....
O acı gün çoğumuz oradaydık ama bir tek sen yoktun....
SunA.K. Grasse
sunak@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Doğum Günü
Manzara hala gözlerimin önündeydi. Müthişti. Yemyeşil tarlalar ve çiçeklerle dolu ağaçlar... Yüksekçe bir yerden, karşımızda duran zirveye bakıyorduk. Güneşi sırtında taşıyan dağa...
Nereden bulurdu böyle yerleri bilmiyorum. Bende aynı köylüydüm ama bu zamana dek burayı keşfedememiştim. Aslında yalın olarak düşünülünce, bu gerçekleşen yalnızca bir doğa olayıydı. Gökyüzünün renkten renge girmesi, kızıllaşması, morlaşması, eflatunlaşması... Minnacık bulutların, bir tepsi gibi alev alev yanan o emsalsiz gücü, ortadan ikiye üçe bölebilecek kadar cüretkar olmaları.
İçiyorduk.., Bu kadar yalın düşünemiyor, iç dünyamızda aydınlatan, battığında da karartan güneşleri hatırlıyorduk.
Yanımdan hızla bir araç geçti. Dün izlediğim o manzara ne kadar etkilemişse beni, dalgın bir halde sürüyordum arabamı. Kırmızıydı evet markasını bile görememiştim ama rengi kırmızıydı işte. Önümdeki viraja hızla dalıp kaybolmuştu. "Buraları biliyordur" diye düşündüm, çok keskin virajları olan bir yolda bu hızla gitmek... akıllıca değildi.
Müziğin sesini açtım. Bir sigara yaktım. Kimse duymayacaktı ya iğrenç sesimi..., bağıra bağıra söylemeye başladım o en sevdiğim ayrılık şarkısını... Aklımda cep telefonuma gelen en son mesaj;
"Doğum günün yarın ama ben şimdiden kutlayayım. Nice Yıllara"
Son dönemeci döndüğümde, yolun uçuruma bakan tarafından dumanlar yükseldiğini gördüm. Sağa yanaşıp durdum. Aşağıya baktığımda beni sollayan aracın yanmakta olduğunu gördüm. Hemen oraya doğru koştum. "İyidir inşallah" düşünceleriyle...
Aracın yanına geldiğimde içinde kimse yoktu. Çevreyi araştırmaya başladım. Yaklaşık 25 m ilerde kanlar içinde yatıyordu. Durumu çok kötü görünüyordu. Gözleri açıktı. Yaklaştığımı gördüğünde, doğrulmak istedi ama beceremedi. Yanına oturdum. O uzun sarı saçları kıpkırmızıydı. Rahat nefes alabilsin diye, başını kaldırdım,
"Lütfen" dedi çok zor da olsa..
"Konuşmayın, kendinizi yormayın"
"İyi olmadığımı biliyorum, cep telefonumda ki son aranan numarayı ararmısın"
Her yeri kanlar içinde olan telefonu elime aldığımda, Olur anlamında kafamı salladım. Kahretsin çekmiyordu, kapsam alanında değildik.
Gözlerimde ki öfkeyi gördüğünde,
"Anlıyorum" dedi.
Yukarıya baktığımda bir otobüs durmuş, yardım için bir çok yolcu bize doğru gelmeye başlamışlardı.
"Telefon buradan çekmiyor, Hemen bir ambulans çağırın" diye bağırdım.
Son bir gayretle elimi tuttu.
"Lütfen, fazla vaktim yok gibi. Bir bekleyenim vardı, yetişmeye çalışıyordum. Telefonumu kapatın. Yarın arayın onu. Bugün bunu duymasın. Doğum günümdü benim bugün" bunlar son sözleri oldu. Bayıldı mı, öldü mü bilmiyorum. Nabzını kontrol edemedim.
Ambulansa bindirdiklerinde üstünü tamamen örtmüşlerdi...
Bugün doğum günüydü onun, kahretsin benimde... Elimde yarın nasıl arayıp söyleyeceğimi bilemediğim bir cep telefonu, ruhumun derinliklerinde ise bir cümle;
"Önce öldürüp, sonra kutluyor"...,
Bir anlamda iki ölünün "Doğum Günüydü" bugün...
Levent Bedir
Yukarı
|
Misafir Kahveci : Seda Türkyılmaz |
FARK
Farklı olmak mı önemli? Yoksa farkının farkedilmesi mi? Hayatta çok çeşitli şeyler görürüz ve bunlardan bazıları bize farklı gelir ya da bize göre farklıdır onlar. Herkes kendi içinde farklı mı yaşar yoksa cidden fark yaratanlar belli mi olur? Tek inandığım bir doğru varsa, o da insanın cidden içinden geldiği gibi davrandığı zaman farklılaştığıdır. Peki bizler ne kadar kendimiz olabiliyoruz ya da ne kadar farklıyız diğerlerinden? Kişi içinden geldiği gibi bir yaşam tarzı seçtiğini hep savunur durur; ancak gerçekten kendi gibi olup olmadığını bazen bilir bazen de bilemez. Düşünsenize hiç bir toplum kuralı, ülke yargısı hatta yaşanan şehir kuralları olmadığını. Kurallar, tabular, sorumluluklar...vs. Bizi bir yerde şekillendirmez mi? Bir şekilde kendimizi bunların içinde farkında olmadan sınırlandırırız. Hepimiz de sınırlandırmak zorundayız zaten. Kimsenin buna karşı çıktığı yok da aslında.
Bir düşünsenize genelde topluma aykırı ufacık şeyler hemen de nasıl yadırganır hatta bazen abartılıp ayıplanır. Daha da öteye gidelim toplumdan dışlanır. İşte burda kişi kendi özgürlüğünün sınırlarını aşmıştır ve aykırı olmuştur. Toplumlar veya insanlar da bu tür kişilerin farklı olduğunu düşünüp onu bir şekilde aforoz edebilirler. Ancak kimse farkında değildir ki her insanın içi birbirinden farklıdır. Herkesin farklı yönleri ve tutumları vardır. Tabii ki aynı düşünce yapıları, aynı tarzlar hatta aynı davranışlar hepimizde ortak olan aynı yaşanmışlıklar söz konusudur. Ancak bir de şöyle düşünün, nasıl insanların hepsi fiziksel olarak farklı yaratılmışlarsa beyinsel ve iç dünyasal da herkesin birbirinden farklı yaratıldığına ancak belli kalıplar içinde yetiştirilmekten kaynaklanan benzerliklere sahip olduklarına inanıyorum. Ama biraz içinize bakın. Günde en az bir saatinizi kendinizi dinleyerek geçirin ve düşüncelerinizi yoklayın ve neleri ne kadar düşünebildiğinizi ve ne tarzda hissettiğinize bir bakın. İnsanların düşünceleriyle karşılaştırın, işte o zaman farkın ortaya çıktığına inanacaksınız. Ben farklı olarak nitelendirilen insanların uzaydan olmadıklarını biliyorum. Onlar sadece biraz daha irdeleyip kendilerini bulup istek ve düşüncelerini rahatlıkla ortaya çıkarıp uygulayabilen insanlar. Elbette herkes içinden gelen her türlü şekilde hareket edemez ancak öyle olması için bir düzen olmaması gerekirdi yeryüzünde. Tabii hiç bir zaman o tür bir yaşantının nasıl olacağını hiç birimiz bilemeyiz. Bilmem belki de daha iyi olurdu.
Ama en azından biraz zincirimizi kendi çemberimizin dışında tutmaya çalışarak bir takım şeyleri içimizden geldiği doğrultuda değiştirip kendimizi sadece biz olan kendimizi ortaya koyup işte ben buyum deyip farkmızı tüm insanlara gösterelim derim ben. Hem böylece kendimize ihanet etmemiş biraz olsun iç dünyamızı rahat bırakmış oluruz. Sonra bir gün gelip de bu anları kaybedince pişman olmak inanın en iç acıtıcısı olur ve o zaman zaten iç dünya küsmüş, iç dünya tamamen körelmiş ve artık farkını ve kendini tanımamış olarak öylece kalır ve bir daha da cesaretlenip çıkamaz oradan.
Seda Türkyılmaz
Yukarı
|
Kahvecigillerden : Serpil Yüzlü |
YABANCI
Sokak lambalarından süzülen kirli sarı ışık yumağının altında, tıpkı bir panayır yerini andırıyordu minibüs durağı. Hareket edeceği istikâmete yolcu bulmaya çalışan minibüs şoförlerinin, ayarı kaçmış nidâları yankılanıyordu her yanda. Hızlı adımlarla bir o yana bir bu yana seyirten insanlar, seyyar satıcılar, köşeleri mekân tutmuş ayakkabı boyacıları, tartıcılar, hareket eden ya da etmeye hazırlanan arabalar... Tekrarlanan bir oyunun, bir temsilin parçaları gibiydi her biri. Aynı dekor, aynı senaryo, aynı oyuncular...
Oturduğu minübüsün camından dalgın gözlerle dışarıyı seyretmekte olan genç kadın, yavaşca doğruldu yerinde. Koltuğa yasladığı yorgun bedenini doğrultup, bakışlarını minübüsün içine çevirdi. Minübüsün cılız, sarı ışığı altında parlayan yıpranmış koltuklara baktı. Oturacak yer kalmamıştı. Dizi dizi koltuklara kadınlı erkekli, gençli ihtiyarlı bir grup insan sıralanmıştı. Tahammülsüz bir edayla hareket zamanını bekleyen bu insanların aksine, o, gayet sakin ve sabırlı görünüyordu.
Nihayet araba hareket etti ve uğuldayan kalabalık duruldu. Bir-iki öksürük, ufak tefek fısıltılar dışında adetâ anlaşmalı bir sessizlik kapladı içeriyi. Genç kadın, ne vakittir beklediği bu ortama, nihayet kavuşmuş olmanın rahatlığı ile arkasına yaslandı. Başını camdan tarafa çevirdi, düşünmeye başladı.
İlk gençlik zamanlarını çoktan gerilerde bırakmıştı. Buna mukâbil otuzlu yaşlara has bir bilgelik, bir olgunluk vardı çehresinde. Hafif öne çıkık elmacık kemikleri ile bütünleşen yumuşak kıvrımlı çenesi, ona garip bir cazibe kazandırıyordu.
Evliydi. Fakat son iki yıldır, evli olduğunu unutacak denli az görüyordu kocasını. Çalıştığı şirket tarafından geçici olarak bir başka şehirde görevlendirilmişti çünkü. Aslında bu zorunlu ayrılık, uzun yıllardan beri devam eden, tekdüze ilişkilerine iyi gelmişti. Ortada düşünülmesi gereken bir çocuk da olmayınca...
"Esenevler sitesinde inecek var!"
Genç kadın derinlerden duyduğu bu sözle irkildi. Etrafına bakınıp bir hamlede toparlandı. Bu söylenen yerde inecekti o da. Eğer az evvel duyduğu o sesin sahibi olmasa, kimbilir nereye kadar gidecek, inmesi gereken yeri geçtiğini, kimbilir ne zaman farkedecekti!
Arabadan iner inmez, gizli bir minnettârlık duygusuyla adama çevirdi bakışlarını. Genç adam çoktan ilerlemiş gidiyordu. Alacakaranlıkta, sadece, uzun boylu, zayıf bir bedenin hızla ilerleyişini farkedebildi.
Genç kadın, bilinmez bir nedenle, gözden kaybedinceye dek bakışlarıyla takip etti adamı. Böyle hızlı gittiğine göre muhakkak bir bekleyeni olmalı diye düşündü.
***
Devam eden akşamlardan birinde, genç adamı durakta tekrar gördü genç kadın. Alacakaranlıkta, uzaktan gördüğü uzun, ince silüeti hatırlayabilmesine kendi de bir anlam verememişti ama tanımıştı işte!
Genç adamın üzerinde uzun, koyu renkli bir parke vardı. İhtimal, içinde işiyle ilgili kıymetli evrakların bulunduğu irice bir çanta taşıyordu. Genç kadın, ona bakıp nasıl bir işi olabileceğini düşündü. Muhtemelen kendi özel işini yapan biriydi. Böyle rahat bir giyim tarzı ve saç stili olduğuna göre...
Telefon görüşmesi biter bitmez, cebinden bir sigara paketi çıkarttığını gördü genç kadın. Tatsız bir görüşme yapmış olmalıydı. Yüz hatları gerilmiş, dalgın bir ifade kaplamıştı yüzünü. Acaba kötü bir haber mi almıştı? Genç kadın dikkatle inceledi. Sarsılmış değildi. Telaşlı ve şaşkın da değildi. Aksine sakindi. Sorun her ne ise, onu kanıksamış bir hâli vardı.
Genç adam, dalgın bir hâlde, sigarasından bir-iki nefes çekti. Bakışları uzaklardaydı. Sanki bir çıkış yolu bulmaya çalışır gibiydi.
O anda minübüsün geldiğini farketti genç kadın. Yavaşca sıraya girerken, genç adamın kımıldamadığını gördü. Öylece durmuş, sigarasını içmeye devam ediyordu.
Genç kadın oturduğu yerden, puslu camların ardından baktı ona. Artık binmeye yeltense de, binemezdi. Minübüs dolmuştu. Bir eksiklik hissetti genç kadın. Sanki yanında o da olmalıymış gibi... Kızdı kendine. Minübüse binmek için neden bu kadar acele etmişti sanki! Belki de şimdi inmeli ve oraya, onun yanına gitmeliydi! Oturduğu koltuğa baktı. Yanındaki iki kişiye ve ayakta bekleyenlere... Bunca kalabalığı yarıp inebilir miydi? Ama neden, neden yapacaktı ki bunu? Bu çılgınlıktan başka bir şey değildi. Tekrar baktı genç adama. O kadar dalgın olmasaydı... Ya da biraz atik davranabilseydi... O da minübüste olacaktı şimdi.
***
Genç kadın, adama olan bu garip ilgisinin nedenini düşündü bütün akşam. Kâh çalışma masasında, önündeki dosyalardan kafasını kaldırdığı sırada, kâh elinde bir fincan sıcak kahveyle odayı bir uçtan bir uca dolanırken, kâh battaniyesinin altında uzanmış yatarken... Sonunda bunun, gizli bir merak hissi, yalnızlıktan kaynaklanan bir meşgale, bir avunma isteği olduğuna karar verdi.
***
Genç kadın, hislerini tahlil etmiş olmaktan memnun, kendinden emin bir şekilde geldi ertesi akşam durağa. Bakışlarıyla tüm durağı taradı. Alacakaranlığın içindeki insan silüetlerine, gölgelere baktı. Yavaş yavaş adımladı durağı. Görebildiği her yere, her noktaya tek tek bakarak... Ama nafile! Yoktu, gelmemişti henüz.
Sinirlendi genç kadın. Bunu kendine itiraf etmeye çekiniyordu ama, kızmıştı genç adama. Kendisini aldatılmış, ihanete uğramış gibi hissediyordu. Sanki burada olmak için sözleşmişlerdi de, genç adam sözünü tutmamıştı!
Belki de bir işi çıkmıştır diye düşündü genç kadın. Ya da kendi özel arabası olamaz mıydı! İşten erken çıkmış veya işe hiç gitmemiş de olabilirdi! Bunların her biri olasıydı elbette. Bir kaç kez zamanını ve yerini denk düşürüp karşılaştılar diye, her zaman böyle olmasını bekleyemezdi ya.
Genç kadın durdu. Neler oluyordu böyle? Burada durmuş, hiç tanımadığı, adını bile bilmediği bir adamı düşünüyordu. Nerede olduğu, neden gelmediği üzerine tahminler yürütüyordu üstelik. Hayır! Buna daha fazla devam etmemeliydi. Hiçbir şey düşünmemeye karar verdi. Zihninde yankılanan sesleri duymazlıktan gelecekti.
Etrafına bakındı. Annesinin elinden tutmuş giden küçük bir çocuk gördü. Ardından orta yaşlı bir karı-koca... Ötede kol kola girmiş, neşe içinde konuşan liseli üç genç kız... Genç kadın izliyor ve zihnini genç adamdan uzak tutmaya çalışıyordu. Ve işte o anda, ansızın görüverdi onu.
Yanlış gördüğüne hükmedip tekrar tekrar baktı adama. Zihnini o kadar çok meşgul etmişti ki onunla, hayâl görüyor olabilirdi. Ama, hayır! Yanılmamıştı. Nihayet gelmişti işte!
Genç kadın, ufak bir heyecan dalgasına tutulmuş olduğunu farketti. Onu öyle âniden görüverince, yüreği kıpır kıpır olmuştu. Sakinleşmek için derin derin nefes aldı.
Aralarında üç adam boyu mesafe vardı adamla. Dikkatle baktı ona. Bir önceki akşamın izlerini aradı yüzünde. Acaba hâlâ dalgın ve endişeli miydi? Hâlâ zihni o sorunla mı meşguldü?
Yüz hatları gergindi yine genç adamın. Etrafıyla ilgilenmiyordu. Düşünceliydi. Ama dalgın ve kendini kaybetmiş değildi.
Kendinden birkaç yaş küçük görünüyordu adam. Küçük bir firketeyle arkada tutturduğu gür, siyah saçlarına ve salaş giyim tarzına bakılırsa, belki de iş hayatına yeni atılmıştı. Ama hayır! Hiç de deneyimsiz birine benzemiyordu. Kendinden emin, ciddi bir duruşu, karşısındakine güven telkin eden keskin bakışları vardı.
Genç kadın, tuhaf bir karşılaştırmayla kocasını getirdi gözlerinin önüne. Kırlaşmaya başlamış kısa saçları, alnında ve göz kuyruklarında oluşan kırışıklıkları, ileriyi görüyormuş hissi veren derin bakışları ile olgun bir adamdı kocası.
Bunu etrafından çok duyardı genç kadın. Onun kocası olgun bir adamdı. İyi ama olgunluk ne demekti? Olgun olmak nasıl bir şeydi? Gözle görülür elle tutulur bir şey olmadığına göre, bir insanın olgun olduğuna nasıl karar verilirdi?
On yıla yaklaşan birliktelikleri boyunca, karısını daima ihmal etmiş, ona özel ve önemli olduğunu hissettirmemiş bir erkek nasıl olgun olabilirdi ki!
Eşini, evini, evliliğini yeterince sahiplenmemiş, işi dışındaki tüm hassasiyetlerini yitirmiş bir erkekti kocası. Bu muydu olgunluk?
Genç kadın acı acı gülümsedi. İçini ince bir hüzün tabakası sarıvermişti bir anda.
***
Yoğun bir iş gününün ardından, durağa geldi yine genç kadın. Etrafına bakınırken, genç adamı hatırladı. Uzun zamandır hiç görmemişti onu. Belki de görmüştü ama farketmemişti. Ama, hayır! Görse, mutlaka hatırlardı.
Durağa gelmediğine göre minübüsle gidip gelmiyordu demek ki! Belki de başka bir muhite taşınmıştı. Ya da çalışma saatleri değişmişti. Veya rahatsızdı.
Genç kadın, birbiri ardına bu ihtimalleri sıralarken, bir yandan da bunların hiçbirinin gerçek olmamasını diliyordu. Nedenini bilmiyordu ama, o genç adamı yine görebilmeyi çok istiyordu.
Ve çok değil, birkaç gün sonra gördü genç adamı...
O gün, kendini pek yalnız hissediyordu genç kadın. İçinden hiçbir şey yapmak gelmiyor, yapılacak bir yığın işi olduğu hâlde, dolap beygiri gibi dönüp duruyordu odanın ortasında.
Kararsız bir hâlde dışarıya attı kendini. Ne yapacağını, nereye gideceğini bilmiyordu. Âni bir kararla önce pazar yerine doğru yürümeye başladı. Hiçbir şey almasa dahi, çarşı-pazar dolaşmayı, su gibi akan, kımıldayan, fıkır fıkır kaynayan o debdebeli kalabalığa karışmayı seviyordu.
Biraz evvel hemen önündeki o kadınla, şimdi aynı serginin başındaydılar işte! Ötedeki adama domatesin fiyatını sormuş, berikiyle pazarlık etmişti. İşte şu kız da, az evvel yanından geçmiş olan kızdı. Herbirini sanki daha önceden tanıyor gibiydi. Bu türden ufak paylaşımlar hoşuna gidiyordu genç kadının.
Pazar yerinin ardından, ilerideki büyük alışveriş merkezine doğru yürümeye başladı. Az evvelki o canlı, coşkulu kalabalığın yerini, şimdi kendi hâlinde, sessiz insanlar almıştı. Sakin sakin reyonları geziyor, raflara bakıyor, kimi ürünleri raftan indirip sepetlerine koyuyorlardı. Göz temasının dahi olmadığı bu soğuk ortamda üşüdüğünü hissetti genç kadın. Üst kattaki kafetaryaya çıkıp, sıcak bir kahve siparişi verdi. Kahvesini yudumlayıp, bir yandan da ilgili ve meraklı gözlerle etrafına bakınıyordu. İşte o anda gördü genç adamı.
Sanki yakın bir tanıdığını görmüşcesine sevinen genç kadın, adamın yanındaki iyi giyimli, zarif ve narin genç bayanı farkedince durdu. Bakışlarındaki ışıltı birdenbire sönüverdi.
İki genç, kendilerini izleyen bir çift gözden bîhaber, yürüyorlardı. Sevgili gibi görünmüyorlardı. Ama sadece arkadaş da değillerdi sanki.
Belki de evliydiler. Genç kadın aklına bir anda geliveren bu ihtimalin doğru olmadığını pek çabuk anladı. Hayır! Evli olamazlardı. Hiç durmadan konuşuyorlar, birbirlerine devamlı birşeyler anlatıyorlardı. Evli insanların bu kadar çok konuştukları görülmüş şey miydi? Hem evli bir çifte de benzemiyorlardı zaten.
Genç kadın, onlara bakarak, aralarında ne türden bir ilişki olduğuna dair yorumlar yapmaya devam etti. Kardeş ya da kuzen olabilirlerdi. Birbirlerini iyi tanıdıkları ve iyi anlaştıkları belliydi.
Belki de eski sevgiliydiler. Ama, hayır! Eski sevgili de olamazlardı. Bitmiş bir ilişkinin ardından, tarafların böylesine dost ve yakın kalabilmeleri mümkün müydü? Bu, bitmiş değil, yeni başlayan bir ilişkiydi muhtemelen.
Genç kadının yüreği, aklına gelen bu son ihtimalle hafif hafif dalgalandı. Onlar hakkında verdiği hükümde yanıldığını anlamak istercesine bir süre daha izledi onları. Ve nedenini anlayamadığı garip hisler içinde, alelacele kahvesini bitirip merdivenlere yöneldi.
***
Devam eden günlerde, kocasıyla görüşme fırsatı buldu genç kadın. Katıldığı tıp kongresinin hemen ardından, soluğu karısının yanında almıştı adam. Sanki karısının hislerini sezmiş gibi ansızın çıkıp gelivermişti.
Kocasını gördüğüne memnun oldu genç kadın. Bu görüşmeye her zamankinden daha çok ihtiyacı vardı çünkü. Son zamanlarda hislerini kontrol edemiyor, gizli bir el tarafından genç adama doğru çekildiğini hissediyordu. Kocasıyla geçirecekleri birkaç gün, onu kendine getirebilirdi.
Ancak umduğu gibi olmamıştı ne yazık ki. Kocası her zamanki gibi ilgisiz ve duyarsız davranmış, güya ona ayırdığı o birkaç günde bile, uzun telefon görüşmeleri yapmaktan, randevular vermekten geri kalmamıştı.
Kocasının gidişinin ardından en ufak bir üzüntü bile duymadı genç kadın. Hatta gittiği için memnundu. Birlikte geçirdikleri birkaç gün boyunca içten, gönülden, hissederek paylaştıkları hiçbir şey olmamıştı. Üstelik, onun yanında, huzursuz ve tedirgin hissetmişti kendini. Böyle olmaktansa, ayrı yaşamak en iyisiydi herhalde.
Fakat, bu ne zamana kadar böyle devam edecekti? Buradaki görevi sona erip, döndüğü zaman, yeniden birlikte yaşamaya başladıkları zaman ne olacaktı?
Evliliğini ilk kez sorgulamaya başlamıştı genç kadın. Evet, kocası ilk evlendikleri yıllarda, bu denli yoğun çalışmıyor, kendisini böylesine ihmal etmiyordu. Ama o zaman da, tıpkı şimdi olduğu gibi hırslı ve azimliydi. O zaman da hassas ve ince ruhlu bir erkek değildi. Ve zaman ilerledikçe, daha hırslı, daha duyarsız, daha umursamaz bir adam olmuştu.
Bu hep böyle mi devam edecekti?
***
Bir akşam, genç adamı yine durakta gördü genç kadın. Hep böyle oluyordu. Ne zaman unutmaya başlasa, böylesine bir rastlantıyla karşısına çıkıyordu genç adam. Sanki gizli bir güç onu unutmasını engellemeye çalışıyordu.
Genç adamın yanında, yine aynı kız vardı. Henüz yirmili yaşlarını sürmekte olan bu tazecik kıza bakarken, genç adamın gözlerinde kıvılcımlar çakıyor, o her daim dalgın ve sönük gözler, için için yanıyor, tutuşuyordu. Genç kadın, aşk denen o mucizevî iksirin neler yapabildiğine bir kez daha şahit oluyordu işte.
Onlara bakarken, kocasını ve evliliğini hatırladı genç kadın. Paylaşımın olmadığı, sığ duygularla örülü evliliğini... Hayatının sonuna dek böyle bir evliliği devam mı ettirecekti?
Henüz çok gençti. Tüm yaşanmışlıklara rağmen, şu gördüğü gençlerden ne farkı vardı? Böyle bir sevgi onun da hakkı değil miydi?
***
Genç kadın, zihninde az evvel yaptığı görüşmenin yankılarıyla, uzun ve loş merdivenleri bir bir iniyordu. Avukat, kocasının da razı olması halinde, bu işin fazla uzamadan sonuçlanacağını söylemişti.
İçinde buruk bir sevinç, yüzünde yarım bir tebessümle giriş kapısına ulaştığında, durdu. Muhtemelen üst kattaki fotoğraf stüdyosuna gitmekte olan gelinle damada yol vermek üzere kenara çekildi.
Kısa bir an bakıştılar. Bu bir anlık bakışma, genç kadının aklını başından almaya yetmişti. Yüreğinin ortasına bir ateş topu düşmüştü sanki. Nefes alamıyordu. Kımıldayamıyordu. Öylece durmuş, bakıyordu sadece.
Nicedir gözlediği, uzaktan uzağa takip ettiği genç adam evleniyordu demek! Hem de kendisinin boşanmak için ilk adımı attığı böyle bir günde...
Toparlandı. Gülümsemeye çalıştı. Hafifçe sendeleyerek kendini birkaç adımda dışarıya attı. Yüreğinde ne zamandır taş gibi duran o ağırlık, önce boğazına yükseldi; oradan da gözlerinden yağmur gibi boşaldı.
Serpil Yüzlü
Yukarı
|
Fotoğraf: Recep Pehlivanlar
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı değerlendirilecektir. Kahve Molası bugün 4.451 kahveciye doğru yola çıkmıştır.
Yukarı
|
HASRETİN
Sen yaşamadın ve bitmedin diye mi bütün bu yalnızlığım
Ve sen yokken hissettiğim bu sonsuz boşluk içimdeki?
Seni yaşamak bitirir mi hasretini?
Bitirme hasretini o zaman
Varsın yaşamayayım seni...
Öykü Özü Şen
<#><#><#><#><#><#><#>
Düşkün
Korunmaya muhtaç,
Çocuklar gibiyim sensiz.
Üşümüş, ürkek, aç,
Kimsesiz...
Merih Günay
Yukarı
|
FOTOGRAF SERGİSİ
"VAHŞİ YAŞAM" SÜHA DERBENT
8 MAYIS - 4 HAZİRAN 2004
FOTOTREK NIKON FOTOGRAF MERKEZİ, 8 Mayıs - 4 Haziran tarihleri arasında, hayvan davranışları üzerine fotograf çalışmalarıyla tanınan Süha DERBENT'in "VAHŞİ YAŞAM" isimli sergisine yer veriyor.
Ayrıntılı Bilgi: http://www.suhaderbent.com
FOTOTREK NIKON FOTOGRAF MERKEZİ
Meşrutiyet Caddesi Ravanda İşhanı No : 85 Kat : 1 - 2 D. 1 - 3 Beyoğlu, İSTANBUL
Tel : (212) 251 90 14 - 251 83 74
www.fototrek.com
Yukarı
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan Yamağı : Ayşe Nur Gedik |
http://www.kediler.gezegeni.com
Konumuz kedi olunca ben de dayanamayıp kendi çıtır'ım için hemen zeka testi yaptım (gerçi benden zeki olduğu kesin -beni bu kadar iyi kullandığına göre- gene de insani zaaflarıma yenik düştüm!) sonuç tahmin edeceğiniz gibi. Kedi severler şöyle bir dolaşabilir, belki de yeni kedi sahibine "dolma", "fırfır" veya "tekire" gibi bir sürü isim içinden seçim yapabilirler -kedilere hep "şerafettin" diyecek halimiz yok ya...
http://www.kedimveben.com
Komik kediler mi istersiniz, kedilerin banyosu hakkında bilgi mi istersiniz kesinlikle doğru adres. Hatta "Kavrayıcı Analitik Tedavi" ile kedi davranışları arasındaki bağlantıyı bile keyifle okuyabilirsiniz.
İnanmayanlar baksın "Tekir'in Kahvesi" diye bir köşeleri bile var!!! Führer Edi'ye duyurulur :)
http://www2.postcards.org/postcards/cards/5100/
Kedinizi köpeğinizi posta ile göndermek isterseniz, buyurun bu adrese...
http://www.rathergood.com/punk_kittens
Kediciklerin yaptığı müziği dinlemeye hazırsanız, tıklayın... Minnak bir kaçamaktan zarar gelmez - çalışma arkadaşlarınıza özellikle patronunuza yakalanmak istemiyorsanız sesi kısık tutun.
Ayşe Nur
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
Pivot Stickfigure Animator v2.1 [365K] Win9x/2k/XP FREE
http://files.webattack.com/localdl834/Pivot.zip
Heyyy çok güzel bir program. Çöpten adamları hareket ettirip film yapmak hoşunuza gider mi? Hayal gücünüzü kullanıp biraz da el becerinizi eklediniz mi Tarantino olmanız işten bile değil. Mutlaka deneyin.
Yukarı
|
|
|