KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?

 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Kütüphane
 Kahverengi Sayfalar
 FİNCAN/SİPARİŞ
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?






Kahveci Soruyor?



KAHVERENGİ SAYFALAR



KAPI KOMŞULARIMIZ

Üç Nokta Anlam Platformu


İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı Etkinlikleri
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 3 Sayı: 516

 2 Haziran 2004 - Fincanın İçindekiler

 Editör'den : Sıra bizim şapkada!..


Merhabalar,

Birgün evvel yediğim dayağın acısını dün bir güzel çıkardım. Dünkü yazımdan sonra birgün önce sessiz kalan bana hak vericiler harekete geçip posta kutuma tam 6 tane eposta attılar. Hatta bir tanesi bir gün önce sopayla olmasa da elindeki fırçayla beynime beynime vuran bir hanımdı. Ama ben dersimi aldım, akıllandım. Bundan sonra siz hanımlara laf edeceksem mutlaka tam teşekküllü bir hastahaneden rapor alacağım. 'Akli melekeleri çalışmakla birlikte psikosomatik davranışlarında standart sapmalar (Bu aralar pek moda!) görülmüştür. Bu nedenle dedikleri dinlenebilir ama gülüp geçilmesi gereklidir.' gibi bir notun üzerini de başhekime bizzat imzalatacağım. Bakın babamın bir lafı vardır. Hanımların altın gününe bizzat gözlemci olarak katılmak istediğinde 'Yahu hekimden, hakimden ve emekliden kaçılmaz.' der dolmaları lüpletip dedikodu dinler. İşte o hesap siz de beni emekli sınıfına koyabilir dediklerimi ciddiye almazsınız olur biter, değil mi? Ama ciddiye alsanız siz kazanırsınız, benden söylemesi. Hohhohho....

Bakın şimdi size kendimi nasıl affettireceğim. Sizin tabunuz var da bizim yok mu sanki. Var elbet. Sallayın saksıyı düşsün jeton. Düştü mü? Tamam şimdi alın şu kondomları saklayın bir kenara. Yaaa.. İşte bu da bizim tabumuz. Şimdi varsa çıksın bir babayiğit şöyle göğsünü gere gere desin bakalım 'Ben eczaneye girer, ver bana çilekli bir kutu OK.' diyebilirim diye. Diyen varsa kalan 3 tek dişimi onun için kırarım. Şu koca koca süpermarketler piyasaya yayılmasaydı, erkişi tezgahtan bizzat alıp sepete atamasaydı ne olurdu halimiz ve de haliniz bir düşündünüz mü? Karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmediğimiz insanlar haline gelirdiniz maazallah. Allahtan devlet eliyle dağıtılmaya başlanıp, rengarenk broşürlerle tanıtımları yapıldı da bizim kanımız kaynadı bu balonlara. Bakın gördünüz mü yazarken bile adını söyleyemiyorum. Prezervatif diyecek yerlerim acıyor sanki. Nerde efendim o eski günler? Eskiden tek tipi vardı, gider çeker alırdın tezgahtan iş biterdi. Ama şimdi kokulusu, tırtıklısı, incesi, kalını, alev alev yananı çıktı mertlik zaten azdı hepten yokoldu. Tezgahta dizili rengarenk kutuları eline alıp şöyle bir incele inceleyebilirsen. Neyin neye yaradığını anlamak için incelemek gözlemlemek belki bir kabinde denemek lazım halbuki. Gel gör ki buna ne yetişme tarzımız, ne geleneğimiz, ne göreneğimiz ne de etrafta dolaşan satış temsilcisi hanım kızlarımız izin verir. Kardeşim ne işiniz var bu tezgahın önünde. Siz gidip Veeet pavyonuna takılsanıza. Haydi süpermarketin serbest dolaşım ve alım özelliğini kullanıp lastik topumuzu aldık, şimdi buyrun kasaya da ödeyin parasını kolaysa. Önce erkek kasiyer aranıp bulunacak, ardından paket diğer malzemelerle kamufle edilecek, mümkünse paket kasiyere direk elden uzatılıp sonra yine elden kapılacak ve torbanın en dibine atılacak. Bu arada arka sıradakilerle göz göze gelmemeye özen gösterilecek ve harekat tamamlanacak. Bu kadar imtahandan geçtikten sonra elde edilen zaferin de hakkı verilmeli artık değil mi? Aavvvvvv...

Ha bunları diyorum diye başıma sık sık geliyormuş intibası uyanmasın sakın. Başta dedikya biz emekliyiz. Bizden kaçılmaz, göçülmez.Ve bizle dalga hiç geçilmez. Bir soran olur, ayıp olur, kötü olur. İşte böyle sevgili hanımlar, sizin pediniz bizim paraşütümüz derken hayat tabusal takıntılarımızla geçip gidiyor. Oysa kurtulmalı, dobra dobra, doya doya yaşamalı hayatı. Varsa sizin de tabularınız yazın görelim, karşılıklı tokuşturalım. Haydi kalın sağlıcakla.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

 PASTORAL EFEMER : Zeki Yıldırım


ÇEKİCİLİK -II-

Biz insanlarda, görsel uyarılar, seçici eşey erkeğe nazaran seçilen dişilerde daha belirgin bir hal almıştır. Bu görsel ziyafet destekli sektörler, kurduğumuz medeniyetin her dönem en canlı ve karlı alanları olmuştur. Görsel çekicilik sutyen, korse, jartiyer gibi gereçler kullanılarak, dudak boyaması gibi yapay yollarla arttırılmaya çalışılır. Böylece oluşturulan normal üstü uyarılar ortaya çıkmaktadır. Bu zayıf noktamız da, özellikle reklâmcılıkta kullanılan en yaygın materyaldir (Burada son yılların düşük bel pantolonları, G-stringleri, tavuskuşu gibi boyanmış saçları vb. yazmaya elim varmıyor). İnsanın doğal yapısı içerisinde ise oluşturduğu çekicilik şeması bulunmaktadır. Buna göre;

Kadın şemasında göze çarpan özellikler, yumuşak yüz hatları, dolgun göğüsler, dar omuzlar, şişkin, geniş kalça ve düzgün, ince, uzun bacaklardır. Erkek şemasında ise, keskin yüz hatları, geniş omuzlar, dar kalça, belirgin kaslar ve sakallar dikkat çeker. Eşeysel uyarıcıların ilgi çekici etkisinden, özellikle reklâmcılıkta sıklıkla yararlanılır. Reklâmcılar, genellikle -Örneğin uzun boy, uzun bacaklar, gözler, dudaklar, göğüsler, ince bel gibi- kadınsı nitelikleri tek tek abartarak (normalüstü uyanlar oluşturma) ya da etkiyi artıracak biçimde bir araya getirerek kullanırlar. Erkek şemasının özellikleri de, reklâm etkisini yükseltmek için, benzer biçimde abartılır. Açık ya da gizli çekiciliğin öne çıkarıldığı reklam sektörünün gelirler hanesi ne kadar büyüktür.

Diğer bir çekicilik materyali kokulardır. Filogenetik olarak, kokulu maddeleri algılayan duyu organları, gerek işitsel ve gerekse görsel uyanları algılayan organlardan daha önce geliştiği kabul edilmektedir. Eşeyli üremeye geçişle birlikte, karşı eşeyden hücreler ya da bireyler üzerinde etkili olarak onları çekimleyen birtakım kimyasalların ortaya çıktığı sanılmaktadır. Örneğin gelişim basamağının en altlarında yer alan esmer suyosunlarından Ectocarpus siliculosus'un erkek eşey hücreleri, dişi eşey hücrelerince salgılanan bir maddenin etkisiyle onlara doğru yönelmektedirler.

Türdeşler arasında iletişim sağlayan feromenler, tıpkı hormonlar gibi, çeşitli bezlerde oluşturulan, ancak onlardan farklı olarak -vücut içine, örneğin kana değil- vücudun dışına salınan ve aynı türden bireylerin davranışlarını, kimi zaman da gelişimlerini etkileyen özgün kokulu bileşiklerdir. İpek-böceği dişilerinin salgıladıkları -on altı karbonlu doymamış bir alkol yapısındaki- bombikol, antenleriyle bu bileşiğin 101! molekül hava içindeki tek bir molekülünü algılayan erkekleri kilometrelerce öteden çekmeye yeter. Actias selene erkeklerinin, kozadan yeni çıkmış dişileri, kırk altı kilometre öteden saptadıkları kokular yardımıyla bulabildikleri belirlenmiştir. Düğün uçuşuna çıkan ve yüzlerce ateşli erkeği çevresine toplayan, kraliçenin çekiciliğinin sırrı da, kullandığı parfümdür. Dişi köpeklerin belli zamanlarda çevrelerine yaydıkları koku, kendileri o sırada görünürde olmasalar bile, erkek köpekleri "çılgına çevirir". Ya tekelerin o bize iğrenç gelen kokusu, karşı eşey için ne kadar anlamlı ve hoştur kim bilir. Peki hormonal yükseltgenmesiyle ortalıklarda vız vız gezen ateşli bir bayan sivrisineğin kan emmek için daha ziyade erkekleri emmesine ne demeli ? Bunun yaşadığı dünyada erkek eğemen bir sosyolojik olgunun intikamını birinci öğelerden almaya çalıştığını düşünemeyiz bile.

Alyanaklı maymunlarla yapılan bir deneyde, Koşullu Eylemle Öğrenme yoluyla, dişinin kafes kapısını açtırmak için bir pedala 250 kez basması gerektiğini öğrenmiş olan erkek maymunların, dişilerden yayılan kokunun etkisiyle, onlara ulaşmak için yoğun çaba gösterdikleri, dişilerin yumurtalıklarının alınmasından sonra ise, komşu kafeste bulunan dişilere ilgisiz kaldıkları gözlenmiştir. Dişi üreme hormonlarının etkisiyle üretilerek vajina mukozasından salınan ve topluca kopulin adı verilen, asetik asit, propiyonık asit. izobütink asit ve izovalerik asit gibi uçucu bileşikler, erkeklerde çiftleşmeyi uyarıcı bir etki yapar.

Kokular insan yaşamını da sanıldığından daha fazla etkiler. Diğer memelilerle karşılaştırıldığında iyi bir koku alma duyusuna sahip olmamakla birlikte, insan, özellikle eşeysel davranışlarında, kokulardan büyük ölçüde etkilenir. Koku yayan bileşiklerin molekülleri, insan burnunun koklama mukozası üzerinde ver alan yaklaşık 100 milyon koku reseptörünce karşılanır. Böylece, sözgelimi bir litrelik hava içinde yer alan 0,000.000.000.7 g nane yağının kokusu algılanabilir. Molekülün reseptöre bağlanmasından sonra oluşan uyartı, 20 milyon koku siniri aracılığıyla beyindeki "koku merkezi"ne, oradan da limbik sisteme iletilir. Gelişim açıdan beynin en eski bölgesi sayılan bu sistem, -açlık ve susuzluk, sevinç, kösnü. korku, öfke gibi- duyguların kaynağını oluşturur ve bellekle de doğrudan ilişkilidir. Limbik sistem, eşey hormonlarının salimim denetleyen htpotalamusu uyarmakla, eşeysel davranışları da etkilemiş olur.

Erkek hormonlarının ter bezleriyle dışarı salınan türevleri olan kimi feromonların kadınlarda menstruasyon düzenini etkilediği, çeşitli deneylerle gösterilmiştir. Düz zincirli yağ asitlerinden oluşan kopulinin belli zamanlarda -özellikle adet döngüsünün 9.-15. günlerinde, günde 160 µg'a varan miktarlarda- kadınlarca da salındığı ve erkekler üzerinde eşeysel uyarıcı etki yaptığı belirlenmiştir. Buna karşılık erkeklerde, daha çok, vücudun kıllarla kaplı bölgelerinde yer alan özel ter bezlerinden testosteron ve androsterol salgılanır. Misk geyiği erkeklerinin eşey organı yakınındaki bir bezin salgısından elde edilen "mis" kokusunun yüzyıllardır aranarak kullanılmasının belli başlı nedeni, bu kokunun benzer bir "afrodizyak" etkiye sahip olmasıdır.

Genel hatlarıyla yansıtmaya çalıştığım "çekicilik ve çekimleme" bütün canlılar gibi biz insanoğlunun da en temel özelliklerindendir. Tüm canlılar olarak var oluşumuzun ve yaşamaya devam edişimizin en önemli sigortalarındandır. İstenen odur ki, bu özelliğimiz doğal yapısı içerisinde değerlendirip yaşamda olağan yerinde tutulabilinsin. Yaşamımıza daha sağlıklı ve yararlı bireyler halinde devam edebilelim…

(Yararlanılan Kaynaklar: Demirsoy, A., Yaşamın Temel Kuralları; Şahin, R & Biricik, M. Etoloji; Çıplak, B. Evrimsel Analiz)

Zeki Yıldırım
zekiyildirim@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Café Azur : Suna Keleşoğlu


SENSİZLİK VE SESSİZ ÖZLEM -I-

Her zamankinden daha farklı bir gün değildi. Biraz geç kalkmış, yarım saat kadar yatakta tembellik ettikten sonra kahvaltısını dışarıda yapmak için giyinmeye başlamıştı. "Önce bir kahvaltı yapar, daha sonra izinli olduğum bu ilk günün keyfini çıkarmaya çalışırım," diye geçirdi içinden.

Bir hayli uzaklarda ise, sabahın aynı saatlerinde, otuz yaşlarında bir kadın sahil kenarındaki bir kafeteryada oturmuş, sütlü kahvesini yudumlarken, günlük gazeteleri gözden geçiriyordu. Onun için de sıradan bir gündü. Sabah erkenden evden çıkmış, gazete bayiinden gazetesini aldıktan sonra, sık sık geldiği sahil kenarındaki kafeteryada, ay çöreği eşliğinde sütlü kahvesini yudumluyordu. Gazetelerde olağan dışı bir şey yoktu. Bir kaç güncel siyasi haber ve manşetten verilen bir hırsızlık kovalamacası. "Her şey ne kadar aynı," diye düşündü. Diğer sayfalarda yeni bir şeyler bulma umuduyla, sayfaları hızla çevirdi. Bölgesel haberler ve spor sayfalarını şöyle bir taradı. Kahvesinden bir yudum daha aldı. Artık eve dönüp çalışmalıyım diyerek, hesabı istedi ve hızla yerinden kalktı.

O sırada, diğer şehirde olan yirmi beşlerindeki genç kızda evden çıktı, yoldaki bir simitçiden poğaça alarak sahil kenarındaki çay bahçelerinden birine oturdu. "İzinli olduğum on gün boyunca her sabah buraya gelip çay içerim," diye sevindi denize bakarak. Kıyıya bir vapur yanaşıyordu. "Kadıköy'den geliyormuş," diye düşündü. "Belki bende birazdan oraya geçerim." Nasıl olsa bugün sadece ona aitti. Şehir çoktan uykusundan uyanmıştı. Henüz sonbahar yağmurlarının damlası değmemiş sokaklarında, insanların koşuşturmalarına sıska bir rüzgar aracılık ediyordu. Güneş bulutların arasından bir görünüp, bir kaybolsa da ılık bir öğlenin habercisiydi. Eh saatte hayli yol almış, şehrin dinginsizliğinde hızla tükeniyordu. Karşıya geçme fikrini bir başka güne erteleyerek, Beyoğlu'na gitmek üzere bir dolmuşa bindi.

Gözlerini, sahilin uçsuz bucaksız altın renginden ve kıyıya vururken mavisini yitiren beyaz dalgaların dansından alamıyordu. Denizin henüz sabaha yeni uyanmış inatçı dalgaları dinmeden, kıyıya vuran seslere kulak vermek isteğiyle, ayakkabılarını eline aldı ve kumlarda yürümeye başladı. Şehrin en işlek caddesinden bile, denize girebilme zevkiyle çıplak ayaklarını serin sulara bıraktı. Akdeniz sahilindeki bu şehir, son yıllarda hayatında ne çok sayfalar açmıştı. Tam bir sınır kenti olmasa da, hem İtalyan hem de Fransız etkilerini gösteren şehrin, sahil boyunca devam eden büyük bulvarındaki kafeden çıkıp, yolun ortasındaki palmiyelerin arasından geçip, denize ulaşmak. Her şey ansızın olmuştu. Buralara henüz sonbaharın adı gelmişti. Ne dökülen yapraklar, ne de esen serin rüzgarlar uğramamıştı daha. O, arkasında toprak kokusu bırakan sicim gibi yağan sonbahar yağmurları ise daha geç gelirdi. Eylül'ün adını çalan bir yaz günü demek daha doğru olurdu. Kolundaki saate bakmadan, uzunca bir süre yürüdü kumsalda. Geri dönmeye niyetlendiğinde ise yorgun, yaşlı ama neşeli bir ses duyunca arkasına döndü. Köpeğini gezdirmeye çıkarmış yaşlı bir adam kısık gözleri ile gülümsüyordu kendisine.
- İyi günler bayan,
- Size de iyi günler bayım.
Orada öğrenmişti, birbirini tanımayan insanların bile gülerek birbirini selamlamasını. Adam sanki onu önceden tanıyormuş gibi konuşmasına devam etti. Bir yandan da, köpeğinin ağzında oynadığı plastik topu alarak denize doğru attı.
- Ben bir iki gündür dışarı çıkamıyordum, ama bugün ben de dayanamadım. Hem kızım da özlemişti denizde oynamayı.
Artık yadırgamıyordu bir merhabayla başlayan, sahiplerinin kızım, oğlum diye hitap ettiği irili ufaklı köpeklerin canyoldaşlığı ettiği yaşlıların ayaküstü sohbetlerini.
- Bende ansızın karar verdim gelmeye, sabah kahvemi aldıktan sonra... diye devam etti konuşmaya...
Böyle ayaküstü ne kadar konuştuklarını hatırlamıyordu, konuşmaları denize doğru koşan bir çiftin kahkahaları ile bölündü. Adam biraz yorulmuş olacak ki, köpeği yanına çağırdıktan sonra,
- Eh ben gideyim artık, biraz alışveriş yapacağım, sonra yemeğimi yer biraz kestiririm, diyerek veda etti kadına.
Kadın kolundaki saate baktı, eh hayli vakit olmuştu. Yavaş yavaş ayaklarındaki kumları temizledi, ayakkabılarını giydi ve arkasını dönüp yavaş adımlarla kendinden uzaklaşan adama doğru bakarak yürümeye başladı. Bir an evvel arabasına binip, eve gitmeliydi. Daha onu bekleyen onlarca işi vardı.

Beyoğlu'nun olağan kalabalığından kaçıp ara sokaklardaki bir kitapçıya sığınan kız, uzunca bir kararsızlıktan sonra, dakikalardır incelediği kitabı almaya karar verdi. İlk tatil gününde yine kendisini heyecana sürükleyen bir alışveriş yapmıştı. Kitabı okumaya başlamak için sabırsızlanıyordu. Kitapçıdan çıkıp, yine aynı sokakta bulunan, bir arkadaşının işlettiği kafeteryaya doğru yöneldi. Arkadaşı henüz gelmemişti. Öğle saatlerinin yoğunluğuna karışmadan, hem bir şeyler atıştırırım, hem de kitabımı okumaya başlayabilirim düşüncesiyle kuytu bir masaya geçti. Daha sandalyeye oturmamıştı ki, kendi ismininin seslenildiğini duyduğu tarafa baktığında uzun zamandır görmediği üç arkadaşını farketti. Masaya bıraktığı eşyaları toparlayıp onların yanına gitti. Verilen siparişlerin ardından hayli koyu bir sohbete koyuldular. Konu, arkadaşlarının tarihi binalarla ilgili yapacakları bir fotoğraf tezi çalışmasına gelmişti. Elindeki yeni aldığı kitabı göstererek,
- Ben bu kitabı biraz evvel aldım, içinde hayli güzel yazılar var. Beyoğlu ile ilgili yazılmış hemen hemen herşeyi bulabilirsiniz bu kitapta, dedi
Arkadaşlarından biri
- Bizim düşüncemiz öncelikle Beyoğlu'ndan başlamak, ama unutma ki İstanbul'da daha fotoğraflanacak onlarca tarihi güzellik var. Aslına bakarsan hepimizin ilk önce buradan başlamak istemesinin ayrı nedenleri var.
Bana gelince, ben kopamıyorum buralardan.
- Peki daha önce yapılmış diğer çalışmaları incelediniz mi?
- Hemen hemen çoğundan haberimiz var, piyasada kitap olarak satılanları aldık. Gel gör ki, artık bir de bu işin sanal kısmı var.
- Eee siz de internetten araştırın, çalışmaya başlamadan önce.
- İyi söylüyorsun ama; birincisi bizim hiçbirimizin evinde bilgisayar yok, ikincisi açıkcası pek fazla zamanımızda yok. Hem mekanları gezip, hem de araştırma yapmak bizi hayli geriletecek. Hocaların süre konusunda fazla bir toleransları yok, bir de üstüne üstlük final sınavları var. Anlayacağın zaman kısıtlı.
- Eğer kabul ederseniz bir teklifim var. Benim on günlük iznim var, evde de bilgisayarım var. Hem bizim dergiden birkaç arkadaşın bu konularla ilgili başvurdukları web sayfalarını daha önce görmüştüm. İsterseniz ben size biraz araştırma yapayım, sonrasında oturup karar verirsiniz.
- Yaşa iyi fikir, ama senin tatilini böyle bir iş için feda etmene razı olamayız.
- Aman canım ne diyorsunuz, benim içinde hayli iyi bir tecrübe olur. İleriki günlerde dergi için hazırlayacağım işlere faydası olur. Hem o kadar çok zamanımı almayacak ki, günde bir-iki saat yeter. Çayın dumanına karışan bu hararetli konuşmalarla, masadakilerin hepsinin gözleri heyecanla parladı. Kız, tatilde yapacak bir uğraş bulmanın sevinci ile arkadaşlarıyla iki gün sonrası için randevulaşarak, bir an evvel evine gitmek için kafeteryadan ayrıldı.

Alışveriş merkezine yaklaştığında "Yine geç kaldım," diye geçirdi içinden kadın. Büyükçe bir alana yayılan alışveriş merkezinin çevresindeki lokantalar, öğle paydosu vermiş çalışanları ağırlıyordu. Uzunca bir arayışın ardından, ilk bulduğu boş yere park etti arabasını. Ve büyük bir telaş içinde süpermarketin yolunu tuttu. Alacaklarının hepsini daha önceden not etmişti. Ama alışveriş nereden baksa yarım saate yakın zamanını alacaktı. İçerisi beklediğinden tenhaydı, kısa sürede listesindekileri almayı tamamladı ve kasaya yöneldi. Aldıklarını arabaya yerleştirdi ve şehrin kalabalığından uzaklaşıp, yaşadığı eve giden yola saptı. Adeta bir yılanı andıran bu ağaçlı yolda, ağaçların yeşilliklerine gizlenmiş evlerin arasından geçerken, daha on dakika önce geride bıraktığı şehrin gürültüsünün yerini kuş sesleri almıştı. Hayal falan değildi. Yaşadığı bu bölgede, yerleşim genellikle şehirde gibi görünse de, doğal dokusu bozulmamış köyler ve kasabalar arasında kalan onlarca site vardı. Bilinenin aksine daha çok müstakil evlerden oluşan bu siteler, dağın ve denizin kendini esirgemediği bu yörede, şehirler ve köyler arasındaki ince çizgide tercih edilen yaşama mekanlarıydı. Başlarda yadırgamıştı. Daha önceleri apartman dairelerini sığdırdığı yaşamını, daha sonraları küçük bir bahçe kapısından girilen iki katlı evinde panjurlarla beraber güneşe açmaya öylesine alışmıştı ki...

Kafeteryadan çıktığında, sabahın serinliği yerini ılık bir öğleden sonraya bırakmıştı, sokak simitçilerinin tezgahlarından yayılan kokulara daha fazla dayanamadı. Arkadaşları ile konuştuklarını hayata geçirmek için bir an evvel eve gitmeliydi. Aklına ilk gelen hemen bir taksiye atlamak oldu. Ama İnönü yokuşundaki trafiğin taa Taksim'e kadar uzanmış olduğunu görünce fikrini değiştirdi ve yürüyerek indi Beşiktaş'a. Oradan sonra eğer trafik yoksa bir sahil otobüsüne binerdi. Yolda yürürken, yere dökülmüş yaprakları süpüren bir çöpçü ona sonbaharı hatırlattı. Yerleri süpüren çöpçü, ilkokul kitaplarında yer alan mevsim tablosundaki resimlerden fırlamıştı sanki. Artık mevsimlerin birbirine karıştığı şu günlerde "Ne garip, eskiden mevsim tablolarımız ve her mevsim yapılan işlerimiz vardı," diye düşündü. Beyninin bir yerlerinde tozlanmış eski ilkokul kitabının, mevsimleri anlatan fotoğraflarındaki yere dökülen sonbahar yapraklarını, kestaneciyi ve soba borusu temizleyen adamı hatırlayınca gülümsedi kendi kendine.
"Yakında kış gelecek....."
Yokuşun ilk mola yerine gelince, karşısındaki parkın ağaçlarının dalları arasından denizin mavisine takılan gözleri, bir "Oh" çekti. Hala havalar güzel diye. Yoksa karda kışta ne mümkündü bu yokuşu kaymadan düşmeden inmek. Denizi görünce adımlarını hızlandırdı, stadın yanından geçip hızla denize paralel ana caddeye indi. Aklını çelen elindeki gazete kağıdına sarılı simitin kokusu, ona sarayın yanındaki çay bahçesinde bir mola verdirmeyi başarmıştı. İnce belli çay bardakta servis yapıldığında daha lezzetle içtiği çayına simiti katık edip, iştahla yedi. İkinci çayını sipariş vermek üzere garsonu arayan gözleri, Kız Kulesi'nin yalnızlığına takıldı. İki yaka arası çalışan vapur ve motorların dalgalarıyla savrulan denizin maviliğinde kendi başına, oracıkta duruveren bir güzel kız. Kalabalığın ortasında yalnız durmayı becerebilmiş, estetikli hali ile eski gizemini biraz kaybetse de, güzeller güzeli bir masal prensesi. Ve güneş, bu prensesi kıskanırcasına daha bir parlıyordu üzerinde. Ona bakan gözleri kamaştırıp, daha fazla seyredemesinler diye. Gözlerinin iyice kamaştığını hissetti. Daha fazla bakamadan, tekrar garsonun olduğu tarafa doğru döndü. Gözleri garsonun gözlerini yakaladığında ise, dudaklarını hafifçe hareket ettirerek eliyle bir çay daha istedi.

Kadın eve geldiğinde, kendisine bir salata hazırladı ve salatasını televizyonda öğle haberlerini izleyerek yedi. "Daha geç olmadan çalışmaya başlamalıyım." diye geçirdi içinden. Yaklaşık altı aydır devam ettiği dil kursunun son sınavı için, geldiği yerlere ait bir konuyu hazırlayıp arkadaşlarına sunması gerekiyordu. Geldiği ülke, geldiği şehir onu hiç bırakmamamıştı. Ama farklı ülke ve kültürlerden gelen, aynı dil kursuna devam eden arkadaşlarına ne anlatabilirdi? Nereden başlamalıydı? Nerede bitirmeliydi? Tüm vücuduna ve ruhuna karışmış şehrin sokaklarında beraber gezebilirler miydi? Ya da dinlediği müziği bir kaç kelime ile anlatabilecek miydi? Bir saatlik konuşma metnine görsel tanıklar bulmalıydı. Hala bir yerlerinde dolaştığını hissettiği şehrin güzelliğini anlatmaya, yeni öğrenmeye başladığı bir dilin hafızasına yazılı kelimeleri yetecek miydi? Telefonun çalması ile kendine geldi. Hattın ucundaki tanıdık ses ile bildik konuşmalarına devam ettiler.
- Yılmamalıyım, tembellik etmeye başladım. Fakat nereden başalayacağıma henüz karar veremedim.
- Daha önce yazdıklarını tercüme etmeyi dene.
- İstediğim bu değil. Yepyeni bir şey olmalı. Ama aklıma hiç bir şey gelmiyor.
- Kitapları tekrar tekrar karıştır, belki ilginç bir şeyler bulursun.
- Bilemiyorum, aslında keşke bir fotoğraf olsaydı, ne bileyim belki ona bakıp başlayabilirdim.
- Arkadaşların gönderdikleri kartpostallara bakmayı dene.
- Hayır, hayır daha başka bir şey arıyorum. Baktığımda tüm şehri anlatabilecek kelimeleri bulabileceğim bir kare.
- İyi o halde. O zaman neden internete girip bir şeyler bakmıyorsun? Belki aradığın şeyi orada bulursun.
- Bak bu iyi fikir, çok sağol. Akşama görüşürüz.
Hiç zaman kaybetmeden bilgisayarının başına oturdu ve yudumladığı kahvesi eşliğinde yeni keşifler için tuşlara basmaya başladı.

Diğer şehirdeki kız, içtiği çayların parasını ödeyip deniz kıyısındaki çay bahçesinden ayrıldı. En yakın otobüs durağına kadar yürüdükten sonra, sahil otobüsünün gelmesini beklemeye koyuldu. Kısa bir bekleyişin ardından, tüm kalabalıklığına rağmen kendisini evine götürecek otobüse binmeyi başarmıştı. Eve vardığında, ilk işi posta kutusunda birikmiş faturaların zarflarını açmak oldu. Her seferinde artan rakamlar moralini biraz bozsa da, arkadaşlarına söz verdiği çalışmayı yapmak üzere bilgisayar masasına doğru yöneldi. Bilgisayarını çalıştırdı ve internete bağlanıncaya kadar üzerini değiştirip rahatladı. Elini yüzünü yıkayıp şehrin üzerine bulaştırdığı kirlilikten arındıktan sonra, bilgisayar masasının sandalyesine oturdu. Her zaman hızından yakındığı bilgisayarını değiştirmenin zamanının geldiğini düşündü. Artık böyle devam edemeyecekti. Hazır izinliyken bu sorunu çözebilecek zamanı olacağı için sevindi. Önce her zaman yaptığı gibi önce elektronik postasını kontrol etti, yeni bir mesaj gelmediği için biraz rahatladı. Bekletmek ve bekletilmekten hoşlanmadığından, gelen mesajları hemen yanıtlamak prensipleri arasındaydı. Daha sonra günlük gazetelere bir göz gezdirip, arama servislerinin yardımıyla araştırmaya koyuldu. Ekrana gelen onlarca sayfayı gördükçe, hiç kolay olmayacak bir işe kalkıştığı için biraz pişmanlık hissetti. Ama söz vermişti. Herşeyden önce bu konuda araştırma yapmak kendine büyük bir heyecan verecekti. Yıllardır içinde yaşadığı şehrin geçmişe bıraktığı izlerin peşine düşmüştü.

Şehir ise, kendini seçmiş milyonlarca bedene yaptığı evsahipliğinin yorgunluğu içerisinde, kendisi için çarpan yüreklerden habersiz, akşamın alacalığına bürünmüştü. Yüzyıllardır nice olaylara direnen bedeni yaşlanmış, ruhunu anlayamayan kalabalığın içinde kendini tüketmemek için mücadele veriyordu. İki yakasına savurduğu saçlarını inatla çekiştirmeye çalışan hırslı niyetlerden bıkmıştı. Kollarında uyuttuğu deniz ortasındaki kızının ağırlaşan makyajla soluklaşan yalnızlığına bakarak, ince bir sonbahar yağmuruyla gözyaşlarını bırakıyordu akşama. Nice romana sokaklarını açmış, onlarca şairin dizelerinde soluk almış şehrin, iç çekişlerinden haberdar binlerce seveni, onu sanal dünyada yeni dostlarla paylaşmaya açmıştı. Birbirinden güzel fotoğraflarla bezenmiş web sayfalarında, adına yazılan methiyelerle kızaran yanaklarındaki masumiyeti ve yaşlanan bedeninin mücevherleri ile herkese kollarını uzatıyordu. O bir kere sarılınca bırakılamayan sevgililer gibi hep peşinizden gelecekti...

Uzaklardaki diğer şehirlerde de akşamın gölgesi düşmüştü. Kadının yaşadığı şehir, sokak lambaları eşliğinde akşama davetiyesini hazırlamıştı. Sabahları gökyüzünün mavisini ödünç alan deniz, kıyısında oyun oynayan çocuklara dalgalarla veda ediyordu. Kumsalda yavaş yavaş eşyalarını toplayan onlarca insanın telaşsızlığı, caddeyi dolduran arabaların gürültüleri ile tezat oluşturuyordu. "Sevdiğim adam, şehrin büyük meydanlarının birindeki kalabalığa karışmış, eve gelmeye çalışıyordur." diye düşündü kadın. Sabah kendi halinde bıraktığı şehrin, akşama hazırlanışını hissediyordu parkta unuttuğu gözleriyle. Ayrıldığı ilk sevgilisinin acısıyla bağrına bastığı bu yeni şehir, sanki kalbine küçük heyecanlar veren bir yaz aşkıydı. Unutamadığı şehrinin yokluğunda, özlemlerini gideren yeni bir sevgili...

Kadın, neredeyse nefes bile almadan, bilgisayarın başında arayışlarına devam ediyordu. Onlarca sayfaya bakmıştı, ama henüz başlangıcı yapacak bir şeyler bulamamıştı. Birbiri ardına gezindiği sayfalarda karşısına çıkan fotoğraflarla özlemini hatırlamaktan başka bir şey yapmıyordu. Kendisini öylesine kaptırdığı bu geziye, akşam yemeğinden sonra devam etmek üzere ara verdi.

Arkası yarın

SunA.K. Grasse
sunak@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Budha Bar : Levent Bedir


TÜNEL...

Dolambaçlı tren yolları öküzleri de şaşı'ya çevirmiş olmalı.
Bahar geldi...

Artık geceleri, o hiç sevmediğim ışıkların fahişeleri neonlar, ortalığı gizemli bir şekilde yeniden aydınlatacak.

Kulağımda hala Garry Moore...
ve birde tonlarca metalin sürtünmesinden doğan iğrenç ray sesleri...

Hiçbir şeyi yanıma almadan çıktığım seyahatin yıldönümünde, time after time.
"Still got the blues" yani.

Uzun zamandır yazamadığımdan dem vurduğum hislerim, ardına binlerce katarı katmış, varacağı istasyona ulaşamadan rötar yapmış durumda.
Girdiğim tünelden tam dört mevsimdir çıkamıyorum.

Bekleyenim mi var sanki…
Mavi gökyüzünü kapkara ise boğan lokomotifin kazanındaki kurum, ciğerlerimdeki katranı hatırlatıyor bana.
Şu sigarayı içime çekmeyi kim öğretti ise kömür yutsun…

Gözlerimde gördüğüm her şey boş bir tuval. Ve öylesine natür ki, dünya mahremiyetine el sürülmeden önceki haliyle gülümsüyor sanki bana. Salaklığıma yani…
Tünelde yağan ilk yağmur ben olmalıyım, mevsim şizotipali sümüklü ben…

İçi renkli gaz dolu yaşamların sunduğu aydınlıklarda bıraktım seni…
Kaçışım senden, benden ve ondan.
Ve ilk kez seni NÜ yazıyorum. Ne pembe tokandan bahsettim, ne papatya kokulu teninden, ne de mavilerine nazar değen lensli gözlerinden.

Işık varken bir ucunda, bekletmeyelim öküzleri hadi makinist efendi…

Levent Bedir

Yukarı

 Kahvecigillerden : Kemal Türkmen


Doğa

Hemen her akarsuyun kendine özgü bir yaşamı vardır.
Doğar, büyür, olgunlaşır ve ardından yeniden doğmak için deniz olur, göl olur.

Onun damlaları karlı dağlardan yeşil vadilere, oradan tembel tembel gezindiği ovalara uzanışın öyküleriyle doludur sanki.
Gençliğinde coşkusunu köpük köpük anlatırken, denize kavuşmanın hemen öncesi sessizleşir, derinleşir, akmaz gibi olur .

Doğadaki her doğuş evrendeki saf yalnızlığın dramatik bir anlatımına benzer.

Dinarın ötelerinde , Burdur'a varmadan yolun geniş bir koltuğunda kayaların altından Büyük Menderes doğar.
Işıltılı kristal duruluğunda sularında akan parlak yeşil otları, beyaz akıtmalı kömür karası meke'leri ve dost ördekleriyle burası zamanı durdurmak isteği uyandırır insanın içinde.

Gün batımında, yeşiller, maviler, sarılar birden silinir ve sanki tüm doğa ateşe keser. Ve insan o an yalnızı ister, salt yalnızlığı özler. Sanki bir damla su, rüzgarda eğilen bir kamış, ve sevgilidir.

Kırmızılık her şeyi birleştirir, bütünleştirir
Onun dışındaki her şey yabancıdır farklıdır ve anlamsızdır.

Ve sanki hiç olmamıştır.

Sevgilerimle

Kemal Türkmen

Yukarı

 Misafir Kahveci : Adnan Bilen


ESMER BİR SûRET...

Esmer bir suret, ve gülünce yüzü büzülen, gülüşü kursağına takılan, en çokta üşüyen ellerini sokacak bir kor özlemini duyduğu her şey uzakta bir sokak çocuğunun öyküsü... sizce sokakta çöp toplayan bir çocuk en çok hangi şarkıyı dinler, hüznünü hangi nehire salar, hangi yemekleri yer, hangi stil saçlarını tarar, en çok hangi tip giysileri sever. Acaba sokağa düşen umutları mı toplar Çöpçü çocuk? Ülkemde hangi çocuk onlar kadar emekçi, hangi çocuk o kararan yüreği ile bu kadar güneşi içine çeker, hangi çocuk babasından o kadar dayak yer??

Çocukluğunun en tatlı anılarını acaba büyüyünce hatırlayabilecek yada derin bir nefes çekerek keşke çocuk olsaydım ne güzeldi o günler diyebilecek mi? Yoksa kendinden nefret edip omuzunda biriken bütün o kiri bir daha mı silecek.. Çöpçü çocuklar, hani o emekçiler, Ülkemde yaşarlar onlar haberiniz varmı? Kokular, renkler, hatta temaslar ne kadar canlı oysa duymadınız hala.

Gözlerimi kapatıp O anlara dönmek ne kadar kolay. Bu anılar hayatlarımızın köşe taşları mı oluyor? Bizi sevgilere, sevgisizliklere, umutlara, korkulara ve daha bir çok duyguların peşine mi sürüklüyorlar? Yoksa biz bu anları gördüğümüzde tanıyacak ruhları mı taşıyoruz? Cevap ne olursa olsun gecenin bir yarısında, yorgun bir günün ucunda; çocuklarım rahat uykularında yatarken bu anılara gidip gelmek ne kadar güzel! Acı da olsalar; tatlı da... cebimde benimle buraya, bu ana kadar geldiler. Uzun örgülü saçlı, çırpı bacaklı, iri yeşil gözleri ürkek bakışlı, sivri çeneli küçük kızla gizli arkadaşlığımızın sürüp gideceğini bilmek ne kadar huzur verici. Ya çocuklar; Onlar hangi anıları seçe seçe yollarına devam ediyorlar?

Yıllar sonra ellerinde hangileri kalacak? Hangi kokular, hangi duygular, hangi olaylar ruhların derin köşelerinde ve zihinlerinin en canlı hafızasına işlenecek? Top oynarken düştüklerini mi yoksa kendilerini kaldıran eli mi? Örselenen dizlerini mi; iyileşsin diye öpen dudakları mı hatırlayacaklar? Tarçınlı kekin kokusunu mu yoksa taze dikilmiş bir pazen pijamayı mı hatırlayacaklar? Oysa bitmiş olacak hayatın tüm ahengi. Çöpçü çocuklardan söz ediyorum elleri arasına sıkışmış yarım küflü bir ekmekle karınlarını doyuran, lokmayı iştahla yutan çocuklardan.

Mevlana 12 yıl önce hayata ilk gözlerini açtığında hayatın bu kadar çöplük olduğunu tahmin etmemişti belki. Evlerinin yanı başında, en çokta belki bir kız çocuğun yanına oturmak geçecektir içinden. Her sabah okul gidişlerinde annesinin beslenme çantasına koyacağı bir dilim kare peynir, 2 adet siyah zeytin, biraz da ekmek olağan keyif sokacaktı hayatına. Bu küçük kız Mevlana diye tanıdığım kaşları simsiyah, saçları hangi tarafa tarandığı belli olmayan ufacık hayallere güzel ve ağır çöpleri koyan biri.. Biz tanıştıktan sonra her hafta parka oturur beraber çay içerdik. Anlattıkça hayatın derinliklerini çok daha iyi anlıyordum. Bende içimden geçenleri, yani şu metni Mevlana'ya okudum çok beğendi. Hayat Sadece Çöp Kadar Kara değil…
Sağlıcakla kalın.

Adnan Bilen

Yukarı

 Misafir Kahveci : Songül Kaya


KİMSELER NİSAN VAADETMEDİ BANA

Tenime sinen yağmur kokusunu atmaya çalışıyorum; nisan yağmurlarında yıkanarak.....

Kimseler ''nisan'' vaadetmedi bana; ama ''eylül''üm de olmadı benim. Kimsesiz, mevsimsiz, en çok da sensiz kaldım hep bu yüzden. Gökkuşağının üç, ebemkuşağının yedi renk olduğunu daha yeni öğrendim lirik bir yürekten. Renklerim de olmadı benim. Sevdaların, ayrılıkların, hüzünlerin en karası nasibim. İşte bu yüzden hep bu yüzden karayım, karanlığım. Yüzüme iliştirdiğim eğreti bir gülüşle ''baş-göz üstüne'' diyorum hepsine bir bohem edasıyla. Gelsin hepsi üstüste. Yerden yere vursun. Dipsiz kuyularda kalayım katıksız, nefessiz. Gelsin hepsi üstüme üsteme.

Gayretli bir boşvermişlikle alıp başımı gitmeliyim belki de. Dilimde bir sevda türküsü olacak, muhtemel. Heybemde azığım,yüreğimde tarifsiz, onulmaz acılar. Göğsümde fırtınalar kopacak, beynimde depremler olacak bilmem kaç şiddetinde. Tüm köprüleri yıkıp,gemileri yakmalıyım. Dönüp bakmamalıyım ardıma, ardımca gelenleri tanımamalıyım. Ayrılıkların katran karası bir rengi, buruk bir tadı var; tadına varmalıyım.
(Kimseler ''nisan vaadetmedi bana; ama ''eylül''üm de olmadı benim.)

Yalnızca annemin arkamdan döktüğü bir bardak şefkat serinletir yüreğimi....

Songül Kaya

Yukarı

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,578,578,578,578,578,578,578,578,57
              445 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 Dost Meclisi



Fotoğraf: Şeref Bilgi

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.477 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 Tadımlık Şiirler


AYNI SU

Çakarlı deniz feneri
Karşı kaledeki ışığa aşık
Umutsuz

Karanlık kayalıklara çakılı
Hiç kavuşamayacak
Mutsuz

Karşı kalede tutsak ışık
Karşı kale karanlık
Gündüz

Karşı kale uzak
Karşı kale yüksek
Sonsuz

Yine de aynı suya düşüyor
İki ışık yan yana
Koyun koyuna

Armağan Konyalı

Yukarı

 Biraz Gülümseyin




Kaçan kurbanın peşine düşen kolluk kuvvetleri!..

Yukarı

 Kıraathane Panosu



FOTOGRAF SERGİSİ

"VAHŞİ YAŞAM" SÜHA DERBENT
8 MAYIS - 4 HAZİRAN 2004

FOTOTREK NIKON FOTOGRAF MERKEZİ, 8 Mayıs - 4 Haziran
tarihleri arasında, hayvan davranışları üzerine fotograf çalışmalarıyla tanınan Süha DERBENT'in "VAHŞİ YAŞAM" isimli sergisine yer veriyor.
Ayrıntılı Bilgi: http://www.suhaderbent.com

FOTOTREK NIKON FOTOGRAF MERKEZİ
Meşrutiyet Caddesi Ravanda İşhanı No : 85
Kat : 1 - 2 D. 1 - 3 Beyoğlu, İSTANBUL
Tel : (212) 251 90 14 - 251 83 74
www.fototrek.com

Yukarı

 İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan
Yamağı : Ayşe Nur Gedik


http://www.freedownloadscenter.com/Games/
Dilediğiniz kadar oyun. Hepsi bilgisayarınıza indirip oynayabileceğiniz durumda. Freeware olanları sorunsuz indirip oynayabilirsiniz. Shareware durumda olanları ise deneme süresince oynayıp, para istemeye kalktıklarında silebilirsiniz. İyi eğlenceler.

http://www.afacancocuk.com/
...Derslerden mi sıkıldınız, artık okul kapansın diye mi bekliyorsunuz yada son sınavlarınızın nasıl geçeceğini merak etmekten mi bunaldınız ? Bunun için yoga yapmaya gerek yok sizin için hazırladığımız dergiyi okuyun yeter :)... Çocuklar için eğlencelik bir site.

http://www.hilink.com.au/times/
Gereksiz bilgiler ansiklopedisine girmeye aday bir bilgi kaynağı. Herhangibir anda Dünya üzerinde herhangibir yerdeki yerel saati merak ettiğiniz takdirde başvurabileceğiniz sağlam bir kaynak. ...This guide attempts to list all of the world's countries, and many of its islands, with a pointer to the local time in the region...

http://www.odevsitesi.com/
Öğrenciler ve araştırmacılar için pratik bir kaynak. Hazır kaynaklar insanı tembelliğe alıştırır derler ama siz aldırmayın. Bu sitede yaklaşık 100.000 kadar döküman mevcut. Tek bir kusuru var, üyelik için 30 milyon ücret isteniyor.

Yukarı

 Damak tadınıza uygun kahveler


WMP Scripting Fix v1.0 [9.5K] Win9x/2k/XP FREE
http://www.javacoolsoftware.com/wmpscriptingfix.html
Bilgisayarlarımızdaki güvenliği tehdit eden programlardan biri de 'Windows Media Player' dır. Daha doğrusu onun içindeki 'scripting' denilen bir özellik bu güvenlik açığını meydana getiriyor. Bu özelliği sıklıkla kullanmadığımız için kapatabiliyor ve güvenliği sağlayabiliyoruz. Kapatma işlemini yapabilmek için bu miniminnacık programa ihtiyacımız var. Tabi ki sonradan istediğimizde açma şansımız herzaman baki. Bu minicik aracı yükleyip çalıştırmanız menfaatiniz icabıdır. Benden söylemesi.

Yukarı

http://kmarsiv.com/sayilar/20040602.asp
ISSN: 1303-8923
2 Haziran 2004 - ©2002/04-kmarsiv.com
istanbullife.com
Kahve Molası MS Internet Explorer 4.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri