KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?

 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Kütüphane
 Kahverengi Sayfalar
 FİNCAN/SİPARİŞ
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?






Kahveci Soruyor?



KAHVERENGİ SAYFALAR



KAPI KOMŞULARIMIZ

Üç Nokta Anlam Platformu


İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı Etkinlikleri
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 3 Sayı: 518

 4 Haziran 2004 - Fincanın İçindekiler

 Editör'den : Gelecekse gelsin artık şu yaz!..


Merhabalar,

Bu havalar beni mahvetti. Bir sıcak bir soğuk, bir kuru bir yaş, metabolizman buruştu. Fiziksel sızılar, zihinsel boşluklar yaratıyor olmalı ki beynim durmuş durumda ekranla yarenlik ediyorum. Esnemekten gözlerimden yaşlar geliyor. İhtiyarlıyorum galiba. Ne galibası oğlum adamakıllı yaşlandın artık. Sizi bilmem ben bu haftasonu epeyce meşgulüm. Yılsonu telaşı başladı bizim tarafta. Okuma bayramları, yılsonu gösterileri gırla gidiyor. Birinden çıkıp birine gitmek için diri olmam gerek. O yüzden ben sizi bugün erken bensiz bırakıp gideyim, olur mu?

Dün akşam miniminnacık bir parti ile güzel kızımızı Avustralya'ya yolcu ettik. Biz ettikte o Pazar günü gidecek. Arkasından döktüğüm su kurumaz inşallah. Sevgili Filiz gene aileden eşi Güven ile buluşmak üzere 18 saatlik yolculuğa hazırlanıyor. Gurbet elde her ikisine de uzun ve mutlu bir hayat diliyorum. Gülen gözlerin solmasın, şen kahkahaların hiç durmasın Filiz Mercanköşk. Hepinize de yağışsız bir haftasonu diliyorum. Hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

2 Yorum var. Yorum Yaz / Oku
Tuba Çiçek

 Rengarenk: Tuba Çiçek


   BU YAZIYI SADECE TERBİYESİZLER OKUSUN

Bugün, bu yazıyı okuduktan sonra bir kere daha anlayacaksınız ki, ben olmasam sizler birer hiçsiniz!

Kafanızdaki kördüğümleri çözmek için boşuna debeleniyorsunuz. Debelenmeyin! Beni dinleyin: Aynaya baktığınızda kılığınız, kıyafetiniz, kaşınız, gözünüz, kılınız, tüyünüz dışında şeyler de düşünün.. Mesela egonuzla didişin.

Ego: sinsi kimliğimiz. İhmale gelmez. Egonuzu cilalayıp, onunla böbürlenmeye harcadığınız vaktin onda birini onu terbiye etmeye ayırın. Yoksa o sizi terbiye eder ve bir sirk maymununa çevirir.

Yumurta ve limon suyuyla yapılan terbiyeden bahsetmiyorum yahu! Onu sonra anlatırım. (Sahi ben daha pilav yapmayı bile bilmiyorken, bu yumurta ve limon suyu ile yapılan terbiye tarifini nereden biliyorum?)

Gözlerinizi dört açın, 'terbiyeli ego' tarifini vereceğim şimdi.

* * *
İnsanın egosunu terbiye edip kendini yakından tanıması ve eldeki malzemeye göre kimliğine bir şekil vermesi için gerekli olan ilk adım monologlardır.

Evet.. evet monolog öneriyorum size. Kendi kendine konuşma.. Delilik yani..

Yeter artık başkalarının sevgi ve saygılarında kimliğinizi sınadığınız; başkalarıyla girdiğiniz dialoglardan kendinize sıfatlar bulduğunuz!

Üstelik sonuç ortada: hala kafanız karışık. Neden? Çünkü başkalarıyla konuşurken aksesuarlarınızı boynunuzdan çıkaramazsınız. Sırlarınızdan, komplekslerinizden ve ukdelerinizden büsbütün soyunamazsınız. Bu yüzden monolog öneriyorum size.

Kendinize 'Neden?' diye sormaktan çekinmeyin. Neden ağladım şimdi, neden güldüm, neden o lafı ettim, neden sevdim, neden çalışıyorum, neden yemek yedim...

Mühim bir sorudur 'neden', hem de çok mühim.

Diyelim ki kıskanç bir hatunsunuz. Hatta durumu abartmışsınız. Öyle ki, sevgilinizin yanından dişi kuş uçsa, havalanıp o kuşun tüylerini yolasınız ve olay çıkarasınız geliyor. Üstelik bu huyunuzdan nefret etmenize rağmen düzeltemiyorsunuz da... İşte monoloğun tam sırası:

- Neden bu kadar çok kıskanıyorsun onu?
- Çünkü seviyorum.
- Neden seviyorsun onu?
- Çünkü o süper bir insan. Asil, yakışıklı, iyi huylu, bana saygılı, üstelik de seviyor beni.
- Peki o süper bir insansa neden güvenmiyorsun?
- Erkek milleti değil mi, güven olmaz gene de.
- O zaman neden bir erkekle berabersin?
- Ne yani hemcinsimle mi beraber olayım?
- Neden soruma soruyla cevap verdin?
- Saçma bir soruydu da ondan.
- Neden soruma saçma dedin?
- Saçmalıyorsun da ondan.
- Ben saçmalıyorsam, sen de saçmalıyorsun, çünkü ben senim. Neden saçmalıyoruz sence?
- Bilmiyorum. Konu sevgilim olunca saçmalıyorum. Onu kaybetmekten korkuyorum ve kıskanıyorum işte.
- Peki neden onu kaybetmekten korkuyorsun?
- İnsan sevdiğini kaybetmekten korkar çünkü. Onsuz hayat, çok anlamsız olurdu.
- Neden anlamsız olsun ki, ondan önce anlamsız mıydı hayatın?
- Yoo, ama onunla daha bir anlam kazandı sanki.
- Peki onu kaybetmekten korkuyorsan neden hiç durmadan kıskançlık krizine girip kavga çıkarıyorsun?
- Elimde değil bu, engel olamıyorum.
- Demek engel olmak istiyorsun. Neden engel olmak istiyorsun?
- Çünkü beni seçtiğini ve sevdiğini biliyorum. Ama gene de....
- 'Ama gene de..' cümlesinin devamını neden getiremedin?
- Devamı yok çünkü...

Evet devamı yoktur bu cümlenin genellikle. İlla ki bir taraf tıkanır ve saçmalamaya başlar. İşte tam da bu tıkanma anında düğüm çözülür. Ya soru soran 'ben', ya da cevap veren 'ben' yanılıyordur. Nihayet 'dank' eder!

* * *
Egonun terbiyesi ve kafadaki karışıklıkları çözme işinin bir başka püf noktası da, 'neden' sorusunu sorarken tamamen 'ben'den soyutlanmış olmaktır. Başka birisine soruyormuş gibi.. Hakkında çok az şey bildiğiniz ve hatta biraz da gıcık olduğunuz birine sorar gibi.. Kazık soracaksınız yani.

En basit 'neden' sorusuyla başlayıp, karşılığında verilen her cevabı, başka bir 'neden' sorusuna dönüştürün. Giderek kazıklaşsın sorular, giderek kışkırtsın ve sinirlendirsin. İnsan en çok sinirliyken içinden geleni olduğu gibi söyler. İtiraf için, esrime anını yaşamak şarttır.

Eğer içinizde olup biten hakkında hakikate ulaşmak istiyorsanız etkili bir yöntemdir. Ama üçkağıt yapmayacaksınız. Soruları soran 'ben'iniz acımasız ve meraklı; cevapları veren 'ben'iniz de dürüst ve net olmalı. Yoksa daha siz bir arpa boyu yol kat etmeden, kendi kendinize konuştuğunuz için deli gömleğini giydiriverirler. O zaman ben bile kurtaramam sizi!

Bununla birlikte, sınav kağıdında asla cevapsız soru bırakmamanızı öneririm. Unutmayın bu bir monolog. 3 yanlış 1 doğruyu götürmüyor. Doğruyu bulana kadar kendi kendinize konuşmaya devam edin.

Sorularınızı cevaplarken, ilk aklınıza gelen cevabı değil, taa derinden gelen, yani 'en gerçek' cevabı bulmaya gayret edin. Bulana kadar da soruların zorluğunu artırın. Parçalayın, hırpalayın, öttürün egonuzu. Hiç şımartmaya gelmez bunlar. İnsanın tepesine çıkıverirler.

Düğümü çözene kadar monologun başından kalkmayın. Birinci 'ben'iniz sormaktan, ikinci 'ben'iniz de cevaplamaktan usanmasın. Ta ki, sonuca ulaşana, hafifleyene kadar... Beyniniz yorulur ama inanın, başınıza musallat olan sıkıntıdan ve egonuzun terbiyesizliğinden kurtulursunuz.

İşe yaramazsa gelin beni bulun! Yerimi biliyorsunuz değil mi? Eh iyi o zaman, haydi bana müsaade. Egomla görülecek ufak bir hesabım var da..

Tuba ÇİÇEK
tuba@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Deniz Fenerinin Güncesi: Seyfullah Çalışkan


ÖYLESİNE BİR AKŞAM İŞTE

Işıklar Köyü yol sapağındaki kahveye vardığımda güneş iyice denize eğilmişti. Çatalzeytin’in üzerine kırmızı bulutlar ve akşam iniyordu. Daha ben arabadan iner inmez Hüseyin Amca herkese kahve ısmarladı. Ben de yol kıyısındaki bir bahçeden kopardığım erikleri ceplerimden çıkarıp masanın üzerine boşalttım Hüseyin Amca Almanya ve gurbetlik hikayeleri anlatıyordu. Üç yaşlı adam ve ben aslında çok bildik ve keyifli bir sohbetin içinde geziniyorduk. İlk kez o zaman sana verdiğim sözü anımsadım. Son günlerde sen olur olmaz zamanlarda aklıma düşüyorsun. Seninle hiç ilgisi olmayan şeyler bana seni anımsatıyor.

Örneğin çardaktan kahvenin önüne, hatta yola kadar akan hanımeli kokusu. Kan gibi açmış güller. Cam yeşili eriklerin dişlerimi, damaklarımı kamaştıran tadı. Duvar gibi düz bir kayanın oyuğunda açmış kocaman bir demet papatya. Ağlardan yeni çıkmış barbunlar, alacalı beleceli mavrişgiller. Yol kıyısında kiraz satan beyaz sakallı, güleç yüzlü Davut Amca. Sahildeki sık ağaçların arasından gelen kuş sesleri…

Son günlerde aklımın kapısını sık sık aralıyorsun. Kapılarımı aralayan sen misin? Yoksa ben mi hep ardına kadar açık bırakıyorum? Farkında değilim. Belki yalnızlığımdan kaçmak kendi kendime oyunlar oynuyorum. Bu yüzden sana aşk tadında anlamlar yüklüyorum. İlk yaz akşamlarını çocukça bir coşkuya, ama her gece yıldızları mutlaka sana boyuyorum.

Işıklı Köyü kavşağında otobüs yolun kıyısında bagajlarıyla bekleyen İstanbul yolcularını bindirirken üç yaşlı adam ve ben hala sohbete devam ediyorduk. Laf lafı açmayı sürdürüyordu. Havanın iyice serinlediğini çok geç fark ettim. Çatalzeytin önlerinde denizi kırmızıya boyayan akşam iyice solmuştu. Ben artık adam akıllı üşüyorum ve aklımda hala sen varsın.

İhtimal ki sen şimdi eve dönüyorsundur. Arabanın penceresinden içeri giren hafif bir rüzgar saçlarınla oynuyordur. Senin yaşadığın kente bu saatte henüz akşam çökmemiştir. Radyodaki şarkıya eşlik ederken eve gidip gitmemek konusundaki kararsızlığın sürmektedir. Gözünün önüne gelen bir tutam saçı kulağının arkasına atıp bir sigara daha yakmışsındır. İşte yine akşam oluyor diye kendi kendine söylenmişsindir. İşte uykularını bin parçaya bölen zalim bir gece daha senin yolunu gözlemektir. Bu kenti ve geceleri kaldırıp derin bir çukura atmayı ve uzaklara gitmeyi düşünüyorsundur.

Kuş seslerini, hanımeli kokularını ve yol kıyısındaki kahveyi kendi akşamında bırakıp yürümeye başladım. Aklımda sen vardın. Dalgalar akşamın karanlığında beyaz bir örtü gibi çakılların üzerine uzanıyordu. Köpükler çakılların üzerinden kalkıp yeniden denize koşuyordu. Sonra yeniden bir daha…

Bir yanlışlık olsa, hani mucize gibi bir şey. Ne bileyim hiç beklenmedik bir şekilde yolun buralara düşse örneğin. Çıkıp gelsen… Dağ dağa kavuşmazmış ama biz senle burada birbirimizi bulsak. Aşkmış, sevdaymış hepsi palavra… Hiçbir şey istemiyorum inan bana. Birlikte yoldan aşağıya , çakılların yanına insek . Köpüklerin çakılları kucakladığı yerde, dalgaların ayak ucunda otursak. Akşamı, taze serinliği, daha karanlığı kapkara koyulaşmamış bu akşamı dinlesek… Sonra kalkıp köprünün korkuluklarına dayanıp derenin denize kavuştuğu yerde birlikte geceyi karşılasak. Denizin, derenin, köprünün kıyısındaki yaban gülünün, ılgınların huzur dolu akşamına karışsak. Eeee sonra mı? Hiç işte… Evli evine, köylü köyüne, yolcu olan yoluna gitsin. Evi olmayan da sıçan deliğine…

Benim için artık geç oldu. Birazdan odama çekilip belki kitap okurum. Hadi sen de git artık. Çok geç olmadan, sokaklar iyice tenhalaşmadan, sokaklar ite ,uğursuza kalmadan evine git. Biliyorsun seni hiç görmedim. Hatta hiç karşılaşmadık. Akşamdı ve ben sahilde gözlerimi kapatmış oturuyordum. Karanlık bana yine her zamanki gibi oyun oynadı. Belli belirsiz bir ayak sesi duydum. Kendi kendime dalgaların sesinden bir resim çizdim. Kağıdın ortasına önce seni, sonra da kendimi koydum. Sadece çakılların arasına süzülüp kaybolan beyaz köpükler vardı. Akşamı ve kuş seslerini ve dalgaları saymazsak zaten her şey siyah bir sessizlikti.

Seyfullah
seyfullah@kahveciyiz.biz

Yukarı

Ebru Kargın

 Aklıma Estiği Gibi : Ebru Kargın


   NEDENSİZLİĞİN ÖZRÜ...

Sorma işte yaaa, sorma be güzel kardeşim inan ki yok bir şey... Nedir bu ihtiras...

- Ya Ebru, hayırdır konuşmuyor muyuz ?
- Nereden uydurdun yaaa, daha neler...
- Hayır ne arayıp, ne soruyorsun da, acaba dedim.
- Ya neden böyle düşünüyorsun ?
- Başka ne düşünebilir insan ?
- Haydaaaa... Yok bir şey be, dalmış gitmişim. Aşk olsun, yeni mi tanıştık biz...
- İyi hadi öyle olsun bakalım...

Son cümle söylenirken, müthiş bir kinaye tonlaması, külahıma anlat havası... Dahası inançsızlık. Yalan mı söyleyeceğim yani... Bir de yalan söylemediğimi mi ispat etmeye çalışacağım. Yok artık ya... Ben bu işler için fazla yorgunum, kısaca çok pardon olsun...

Aslında bu duruma göre illa ki bir neden yaratmak gerek. Bir nedeni yok demek paklamıyor ayrıntı müptelası insan oğlunu... Diyeceksin ki, işte bilirsin, iş idi, güç idi, zaman yok idi... Uydur ki sormasınlar... Salla ki yakalasınlar... Doğrucu Mahmut için Kontenjan çok dolu bu dünyada... Başka gezegene lütfen...

Aramak aklıma gelmedi desen, kırılacak, bilmem farkında bile değilim desen kızacak, yok bir nedeni işte dalmış gitmişim akışa desen, önemsiz hissedecek kendini, sana da sevgisiz diyecek... İlla ki raks isteyecek... Ah canımcım, hiç olur mu aramamak unutmak... Bu günlerde aklım yerinde değil pek, denecek... Ama bu kadarlık raks yetmeyecek... Hayırdır can cazım, nedir durumlar diyecek, salla gitsin diyeceksin, gizli olduğunu düşünecek bu defa... Gizli bir şey, benimle paylaşamayacağı bir şeyleri var, diye bir güzel etiketleyecek.... Anaç biriyse eğer muhtemelen alttan alacak, ama içten içe kırgın da kalacak, paylaşmadın ya, güya çok gizli şeyleri... He süphanallah desem olmaz değil mi ? ( Böyle mi yazılır ? )

Hiç düşünülmeyecek, aslında hiçbir şey yok, sadece biraz iştahsızlık, az da uyuşukluk ve halsizlik var hayata... Hepsi bu olsa da, nedeni olmak zorunda bir şekilde...

Halbuki ben, kimsenin kulağının dibinde yırtınmam, neden diye. Yırtınmadığım gibi, altında bir şey de aramam. İnanırım ne deniyorsa, inancım var, dahası herkes olduğu gibi olmalı, deşmem de gerekmez... Böyle düşünen insanlarla da sık karşılaşmıyorum. Neden sık karşılaşmadığımı da artık anlıyorum... Bezmişler, bıkmışlar... Madem oyun bu, oynayayım gitsin diyip, koyvermişler... Yapamayacağım, koyvermeyeceğim... Böyle iyiyim. Ben bile sormuyorum kendime neden diye, sen de ısrarla çıkma tepeme olsun bitsin. Güzel kalsak, opsiyonlu olsak ya birbirimize... Çok mu zor yahu ?...

Şimdi çıkacak üç beş kendini çok iyi bilir, diyecek ki, kızım sen ne biçim bir şeysin... Peşinen söyleyeyim, sadece senden bir şey değilim. Bu da benim sindirebildiğim, ama ne biçim diyen çok bilmişin de az bilmişliği aslında...Çok bilmiş, bilmeyecek, cümlesinin sağ kulağımdan sol kulağıma bile uğramadan son sürat gidecek olduğunu... Buna dair tek itirafım; artık çok tahamüllü değerlendiremiyorum bu saçmalığı...

Halbuki ben bunu değil, daha gerçek şeyleri seviyorum....Hatta aşık olduğum haller bile var. Az ama var olması durumu kurtarıyor epeyce... Mesela... Mesela, ya bu aramadı hiç bir ses vereyim diyerek caz yapmadan, ne habersin, dese sadece. İyidir işte desek ve bir güzel konuşsak zaman aşımı yapmadan... Karşılaşınca soğuk yapmasak. Gecenin bir yarısı bile olsa bassak evini bacasını mesela... Hade kalk bir kahve falan yap bakayım desek hani.... Olmaz mı... Eğer anlatacak bir şey varsa, kendiliğimizden anlatsak, baskısız, kayıpsız... Az da pervasız kalsak hayatta olmaz mı yani... Ben bunu seviyorum, bunun içinde olmayı... Gerçek adımlara yürümeyi seviyorum... Koşayım istiyorum hatta...

Ama çoğunluk için böyle değil işte... Etiketler bambaşka çok zaman... Eğer günü gününe arayan, rapor veren biri değilsen, işin çok zor hayatta, çünkü bilir kişiler dedi ya hani, garip biri, az kopuk sanki, gel git bir şey, deli mi ne.... Say ki hepsi... Hangisi gerçek gelir, hangisi yalan, üstelik kime ? İyisi mi herkes kendi bildiği duayı etsin, ben de benimkini. Çözümse eğer; bütün dualar da kabul olsun...

Kimse bana depresyon olduğunu söylemesin, değilim, bilirim ben kendimi, herkesin bildiğinden iyi... Sadece bir çeşit rahatlık hayatta, bam teli gibi olmamış pamuk zamanlar hali...Rebeka' nın hep kavga ettiği ama yine de tekrar görmek için can attığı komşu çocuğu durumu olsun en fazlasından. ( Sevdim ben bunu Rebeka, sevdim ve burada söyleyeyim dedim, cuk oturmuş ortaya )

- Alo Ebru
- He anne
- Enişteni bir ara, geçmiş olsun de...
- Hayırdır ?
- Eniştenin eniştesinin kolu kırılmış.
- Kimin nesi...
- Sen hiç görmedin onu, Ragıp bey...
- Anne iyi misin sen ya...
- Ara dedim sana, ara...
- Hayır...
- Arayacaksın Ebru...
- Aramayacağım.
- Çok saçma... Eniştemi arayacağım Ragıp beyin telefonunu isteyeceğim ve ilk defa konuşacağım birine önce iki saat kim olduğumu anlatıp, kolunun mırılmış olmasından ötürü duyduğum üzüntüyü dile getireceğim ve acil şifalar mı dileyeceğim ?
- Aynen öyle...
- Delilik bu... Anne Ragıp beyle özel bir durum varsa bilmem gereken, tam sırasıdır söyle madem...
- Delilik senin aklının içi, ay yeterrrr...

Çattt telefon suratıma patlıyor...

Adab - ı muaşeret kaidelerine riayet etmediğim için binlerce özür dilerim sizden, hiç tanıma onuruna erişemediğim Ragıp Bey... Lütfen kusura da kalma, ancak ben sizi arayamazdım... Eğer bunu saçma bulmadığım bir dünyada karşılaşırsak bir daha ki sefere söz arayacağım...Ayrıca annemin de selamını ileteceğim size, aziz Ragıp bey...

Artık uzatmadan bağlayalım... Ama bir dakika...

Kedime kapalı tuvalet aldım. Dünyanın parası ama çok güzel... Kapısı var giriş çıkış için... Çok mutlu oldu yeni tuvaletini görünce hele de çişini edince kasıntı oldu tam. Süper bir şey ya, bir sifonu yok gerisi tamamdır... Şimdi bunu neden aldım değil mi, aldım da neden bir de anlatıyorum burada değil mi? Çok basit örnek olacak da ondan. Aldım çünkü, gereksiz kaprisi yok. Nedenlerle ilgilenmiyor... Her şekilde beni seviyor, tuvalet alsam da almasam da... İşte bunu biliyorum ya ben, onu nasıl mutlu edebilirim diye resmen saatler harcayıp düşünüyorum. Düşünme şansı veriyor çünkü bana, kapris yapmıyor, neden demiyor... Sorgu sual yok. Benim için bir tane oluyor. Onun beni takmadığı kadar ben onu takıyorum bu kesin. Daha fazla mutlu olabilmesi için oturup düşünüyorum, türlü oyunlar geliştiriyorum, oynayalım diye... Anlaşalım, paylaşalım ama esir almayalım diye...

Çok bilmişlere bir not daha, bu örneğe dayanarak sakın ola bir kaçan kovalanır arabeski çıkartmayın ortaya... Yorumlar küçük kalmasın diye söylüyorum ona göre... Sadece es vakti var, bunun adı kaç kovalan değil, benim aklımda hiç bu kadar minik değil.

Yok bu kadar yazdım yeter, 19 dakika olmuş... Yazmayacaktım aklımda yoktu... Bununda da bir nedeni yok, komik olsun diye karalayacak durumum da yok hani biline... Yazdım işte...

Ve son olarak, tüm nedensizlere sevgiler, saygılar...

Yok valla yaz falan gelmeyecek anlaşılan, yine yağmur, yine yağmur...

Ebru Kargın
ekargin@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Ümitsiz kalmayın : Ümit Yoket


YAŞAMIN İÇİNDEN DENEMELER-1

Denize ulaşmadan önceki son çağlayanın girdapları içinde başı dönen ve bir daha isyan noktasına gelen HidroOya, defalarca kendine yakınmanın bıkkınlığı ile hemen yanı başında savrula gelen HidroOktay'a;
- "Nedir bu çilemiz?... Önümüzde delta tüm ihtişamı ve dinginliği ile uzanıyor. Ama görüyor ve hissediyorum ki döküleceğimiz okyanus bize buraları aratmayacak....
- Yine sığ sular arıyorsun, hala öğrenemedin sanırım. Sen balık olarak TATLI-TUZLU- TATLI döngüsünü yaşamak üzere doğdun...
- Ama yol boyu, gördüğümüz pek çok balık, böcek ve bitki, kaynaktan sonra gördükleri ilk birkaç sığlık ve durağanlıkta yerleştiler ve oralarda yaşamlarına devam ediyor.
- Salak!... Görüp görecekleri işte o kadar!... Mevsimine göre, birkaç kulaç derinlik, durağanlıktan ileri gelen bulanıklık ve sabit bir ısı...Onları avlamaya çalışan "HAYVANA" karşıda adeta sabit bir hedef!...
- Anlamadım?...
- Kızım, biz şu anda iki boyutta isek; " Onlar, doğaları gereği tek boyutu, yaşamak zorundalar"!...Üçüncü ya da dördüncü boyutu bende bilmiyorum...

Kafası daha da karışan HidroOya, deltaya ulaşmış olmanın sakinliği ile doğduğu andan itibaren yaşadıklarını bir kez daha gözden geçirdi... Pırıl pırıl, berrak bol oksijenli bir dünya ya açmıştı gözünü... Çevresinde aynı kendisi gibi saf, temiz, adeta boyut nedir bilmeyen milyonlarca hemcinsi gibi... Ama kaçınılmaz olarak bir yöne doğru savrulup gidiyorlardı....Ne kadar savrulursan, o kadar boyut kazanırsın!...Bu mu idi, bunca çektiği çilenin yanıtı?... Halbuki, aştığı yol boyu, ne güzel ağaç altları, sakin ve sıkıntısız ne güzel sığ koylar görmüştü... Ne olurdu, yaşamının sonuna kadar o güzelliklerle iç içe yaşasaydı.....Ne vardı sanki, üstlerinde rafting yapan ve gerektiği zaman küçük bir dümen hareketi ile tekrar sığ sulara dönen yaratıklar gibi, davranıverseler!... HidroOktay, aklından geçenleri sezmiş gibi, onu daldığı düşüncelerden sıyırıverdi;
- Oralarda binlercemiz kaldı, senin düşündüğün gibi yaşamaya devam etmek adına... Ama, onları bekleyen oraların yerleşiklerine, hemen yem oluverdiler, görmedin mi?..
- Senin söylediğine göre, önümüzde ki yol boyu yine de binler cemiz yem olmayacak mı?...
- Evet, olacak, ama şu anda senin dediğin gibi burası fena değil ben burada yaşamayı istiyorum, ötesi çok tehlikeli ve maceralı, çok korkuyorum diyenler, daha çok yem olacak!...
- Ama ben tuzlu suda, nasıl nefes alıp vereceğimi bile bilmiyorum..
- Sanki senden öncekiler biliyorlar mıydı?...Ya da okyanustaki tehlikeleri bilip de, vazgeçme şansı olan kaç hemcinsimiz var ki sence?...Aaahhhhh!... Keşke o iki kollu, iki bacaklı, su üstünde yaşamayı becerebilen yaratıklar gibi, aklımız ve düşünebilme yeteneğimiz olsaydı keşke!... Gerçi, o nasıl bir akılsa, onlarda bunu çoğunlukla birbirlerine zarar verme ve hatta yok etme adına kullanıyorlarmış ama?...
HidroOya' nın aklına birden, binlerce mil yol aşıp tuzlu suya, oradan da tekrar aynı yolu, şu anda ona göre anlaşılmaz bir şekilde adeta aptalca aşarak kaynağa geri dönüp kendi doğumunu sağlayan annesi HidroMüşşerref'in, bir ayının pençesine düşmeden önce ki son sözleri geldi;
-"Kızım, ben olması gerektiği gibi yaşadım, yaşadıklarımı ve gördüklerimi sana anlatsam, biliyorum ki anlamayacaksın!.... Ama ben yaşadım ve bu yaşam döngümü, adeta BANA NE dercesine iyi ki yaşamışım diyorum... Yolculuğa daha ilk çıkışımda, çok ürkektim, ama yaşama içgüdülerim ve sezgilerim, ne yaşamam gerekiyorsa bana o yolu gösterdiler. Çok çağlayanlar, çok girdaplar , okyanusta çok vahşi hayvanlar, çok sığ sular ve özellikle de geri dönerken çok engeller, beni avlamak için bekleyen çok yaratıklar gördüm. Pek çok hemcinsim telef olup gittiler. Onlardan biri de ben olabilirdim. Aramızdan bilgin geçinen çok hesap somonu çıktı. Ama yaşam akışı öyle ki, en hesaplısının bile bir ayı pençesine kurban gittiğini gördüm...Şu andan birkaç saniye önce ben bile avlanabilirdim...Yaşamımda ki, birkaç saniyenin farkı ve anlamı ne biliyor musun?.... SEN VE BİNLERCE KARDEŞİN!.....Sizlerin birkaçının da yaşama anlamı sadece bu olacak ve siz belki de bunun farkında bile olmayacaksınız .... VE BEN KIZIM ŞU SON NEFESİM DE İYİ Kİ DOLU, DOLU, HER BOYUTU İLE YAŞAMIŞIM DİYORSAM, BU BENİM ANCAK VE ANCAK BENİM BİLE "BANA NE" DERCESİNE BİLMEK İSTEMEDİĞİM YAŞAMA AMACIM OLACAK!...

YAZARDAN: (PROYORUM) ; Sevgili dostlar, doğadan aforizmalar, bir süre sanıyorum sürecek!... İnsan denen yaratık olarak, bazen yavrularımız, bazen ürettiklerimiz ile bir iz bırakmak için doğuyoruz ve yaşıyoruz. Bunun nedeninin farkında bile olmadan çoğu kez!....Farkında olmak aslında bizim yaratılış veya mutasyon farklılığımız. Farkında olduğumuz andan itibaren ne yapıyoruz ve niçin yaşıyoruz?... (Belki de çok farkında olmanın getirdiği zafer sarhoşluğu ile sonradan pişman olabileceğimiz pek çok yanlış yapıyoruz.) Aslında yaşama karşı asıl sorumluluğumuz bu sorunun doğru yanıtı olmalı.. Eğer bir üstünlükse akıl ve zekamızı da bu yönde kullanmalıyız...Bir somon balığı gibi her şeyi olması gerektiği gibi ve doğa ile bütünleşerek BANA NE dercesine yaşayabiliyorsak ne mutlu bize ve ne mutlu öyle yaşayabilenlere....

Sevgi ve saygılarımla...

Ümit Yoket

Yukarı

Gülendam Z.Oğuz

 Double Espresso : Gülendam Z.Oğuz


   Beni kim karşılayacak?

Havaalanı Gidiş Terminallerinin garip bir gizemi vardır. Etraf kalabalık olmasına karşın her yer temiz ve düzenlidir. Yerler genellikle parlak granit ile döşendiğinden buz pistinde yürür gibi hissedersiniz kendinizi. Yüksek tavanların altında, yolcular karıncalar gibi oradan oraya koşuşturup dururlar.

Ama, yalnız seyahat edenler, hep düşüncelere dalar gider. Çoğunun gözleri yürürken bile hep tepelerde ekranları arar. Önüne bakmaz genelde kimse. Uçağa gecikilmedi ise avare avare dolaşılır önüne bakmadan. Hatta öyle ki, bazen arkadan ayak topuğunuza çıkan bir araba tekeri ile kıvranır, "sorry" ya da lütfedilmiş bir "pardon" ile kala kalırsınız, nefessiz. Ayağınızı ezen ise, çoğu kez umursamaz bir tavır sergiler.

Bu arada salona yeni giriş yapanların kimilerinin elinde sadece ufak bir el bagajı, kimilerinin ise çek-çek'lerinde kat kat bavullar vardır.Yüklerinden anlarsınız, süreli günlerine, kendilerinden başka neler neler taşıdıklarını. Çoğu zaman haybeyedir bu ağırlıklar, kullanılmazlar bile. Ancak, kendilerince bildik birer yoldaşdır insana eşyaları! El çantalı olanlarının da laptop'ları, mobil asistanlarıdır artık günümüzde.

Güvenlik bandında kayıp giden bavullarınızın iç organlarını bir bir röntgenliyen memurun durumu ise iyice enteresandır, iş anlamında! Kafasını kaldırıp bakmaz yüzünüze. Eğer son dakika tıkıştırılmışsa her şey, telaşınız ya da aceleciliğiniz deşifre olur. Yine ilgilendirmez kişi onu, tehlikeli birşey göremediyse.

Mehter takımı misali, bant birden durup da, iki ileri bir geri gitti mi işte.. Durum şudur; memur günün mönüsüne dahil edilebilecek bir nesne daha bulmuştur!.. Ama kesinlikle renk vermez. Hayır, siz merakta kalırsınız bu sefer, neydi o diye..Çünkü sizi durdurmaz. Durdursa da siz nameler yaparsınız, tek ki bavul açılmasın diye.

Bir de, defalarca "biip"leyen yolcuların, kendilerinden önce öbür tarafa geçen çantalarına yetişme telaşı vardır ki, komik ve sinir bozucudur. Kemer, toka, saat her şey çıkarılır. Kollar havada askı gibi durulur bir süre. Hele bir de yoklanıyorsanız, gıdıklanmamak için spastik hareketlere bürünürsünüz aniden. Ama her durumda gözleriniz, banttan demirlere düşen, üstüne üstlük bir de milletin de itip kaktığı çantasınızdadır. Neme lazım!.

Bilet işlemleri halledildikten sonra hafiflemişsinizdir her yönden.

Kalkışa daha zaman varsa, bir keyif kahvesi içmek, paket elden gidiyormuşçasına nikotin çekmek son saniyeye kadar ve etrafı seyretmektir en çok yapılanı, yalnızsanız eğer. İçten içe kendinizle konuşursunuz..

"Genç sayılabilecek yaşta, alnı derin çizgilere parsellenmiş adam, sigarasından derin bir nefes daha çekti içine. Arada sırada da sol elinin tersi ile füme takımının jilet gibi ütülenmiş pantalonunu temizleyip duruyor. Kaşlar çatık mı çatık! Aklı yapacağı iş anlaşmasında herhalde.. Bilmem! Etrafına bile bakmıyor, derinlere dalmış. Avukat olsa kesin sağındaki solundaki ile konuşurdu, kuvvetle ihtimal. Hatta kartvizit bile uzatabilirdi, sosyal. Anonsla uyanacak nasılsa. İyi de ..bu arada yerde devrik duran şu bond çantasını da kaldırsa yerden bir zahmet. Bond.. James Bond..! Biri takılıp düşecek, hay aksi şimdi!. Bak, yine silkeledi üstünü başını. Asabi mi ne? Sigarasını usturuplu içsin de dökmesin küllerini üstüne başına bari.."

"Yan masadakiler amma da bağıra bağıra konuşuyorlar.. Kahve yanında Cafe'yi de satın aldılar galiba."

"Aaa.. Ebru Gündeş geçti.. Yaramaz çocuklara benziyor, yüzünde muzip bir gülüş.. Bakışları kara gözlükler ardında gözükmese de kaşları alnının ortasına kadar kalkık.. Botoks abartılmış! Ah şu uzaktaki ıssız köşeden mesela..Şöyle bacaklarını havada aça zıplaya Tan Sağtürk çıkıverse, gelse de bizim dalgın adamın tozunu, dumanını alsa rüzgarıyla.. poh .. poh....pooh..! Ya da terminalde zaman dahil herşey -ben hariç - herkes donsa kalsa.. Tan hoca aralarında dans ederek dolansa.. atlasa.. zıplasa.. Fantezi işte! Ha tabii.. Andy Garcia'da donmadan yan masamda ya da karşımda oturabilirdi mesela.."

"Kadın ne çok ağlıyor, aman allahım!.. Adam da tam tersine, suratsız ve tepkisiz.. Bir mendil verse bari kadıncağıza. Makyaj, karizma falan gitti zavallının. Adam hala ruhsuz, duygusuz takılıyor. Sabır kadına!.. Giden herhalde adam ve kadın ona ağlıyor.. Ya da adam çok mutlu, çaktırmıyor. Kadından kurtuluyor. Çünkü kadın evde, işte, her yerde hep ağlıyor. İşi bu! Adam çok asık suratlı yahu.. Sarıl, pışpışla hatunu, susacak bak söz! "

"Yaşlı capon amca bir saattir teshirdeki arabayı inceliyor.. Kitabını yazabilir artık. Yazık, konuşacak biri yok yanında.. Kimbilir arabanın nesine takıldı kaldı orada kırk saattir.. Kafasında fötr şapkası, -tin-tin-tin ufak ve sık adımlarla dönme dolap gibi dolanıyor etrafında kırmızı arabanın.. Mahalle kahvesinde arkadaşlarına anlatacak mevzu arıyor ve hafızaya kaydediyor herhalde önemlilerini. Diliyorum bellek full dolu olup da dosyalar geri dönmüyordur.. Yoksa amca uçağı kaçıracak.. Amca hala aynı rotada.. baş döndürücü bir durum!. Ben de yaşlanacağım bir gün ve havaalanında hala swatchların ya da parfümlerin etrafında dolanıp duracağım muhtemelen. "

"Bu anons da beni ilgilendirmiyor şükür.. Tam ne dedi anlamadım ya neyse.. Doğu'ya giden amma çok uçak varmış meğer.."

"Aa.. Aaa.. bu süslü karı-koca yine polis memuru ile tartışıyor.. Merak oldum bak.. Konu ne? Boşver! Bana ne!"

"Midem bulandı kahve içmekten.. Biraz da kitabıma döneyim.. ARAF! Bir de kapaktaki şu çikolata resimleri olmasa.."

"Rötar var!. Off.. Kızım üzülecek.. Çocuk aç, saat kaç oldu, yemiyormuş, illa da beni bekliyor yemeğe.."

"Neyse.. Evimi özledim.. Kızımı özledim.. Yatağımı da... Buradaki herkes birilerini özlemiştir herhalde.. Dalgın adam, hala üstünü başını silkeliyor! Yok, adam cidden asabi! "

"Kahve molasinda okuyacak çok şey birikmiştir.. Ben de yazamıyorum günlerdir. 1 saat'te çok şey yazılır aslında !.. Kalem var.. Minik ama kağıt da .. "

"Tamam canım, komşu masadaki hatun ile kaça kaç oynuyoruz, mübarek! İyi de, o benim yazdıklarımı merak ediyor da.. Ben niye ona bu kadar sardım anlamıyorum.. Acep, o da Kahve Molasi'na yazıyor olmasın? Yok caaanımm..hesap kitap yapıyor o! Yanlış çarpacak, bölecek bir şey değil.. "

Havaalanlarında beklemeleri, beklenmeleri sevmişimdir hep..

"Benim uçak! Gidiyorum.."

-Hesap lütfen!

Havaalanlarının Geliş Terminallerinin garip bir heyecanı vardır. Geleni kimler ve neler bekler bilemezsiniz.

"Peki, beni kim karşılayacak? "

Gülendam Z.Oğuz

Yukarı

 Arthur'un Atelyesi : Ahmet Öztürk


Çatı

"Uzaklardan bir ses zaman zaman
fısıldar sanki adımı usul usul.
Ve eğer yağmur yağıyorsa o akşam.
Her bir damla çelik misali ağırlaşır.
Kulaklarım çınlamıyor ne zamandır.
Beni hasretle anan biri yok artık herhal.
Bir garip bencil duygu ki ruhumu saran
İçtiğim içkinin buruk lezzeti acılaşır.
Gün gelir serseri ruhum elbet acının lezzetine de alışır mı alışır.
Alt tarafı insanım işte
Herkes gibi aklım ara sıra olsa da karışır"

Sezen Aksu çalıyordu . Elimde dibine varmış bir sigarayla hala tek katlı evlerin çatılarında geziyordu gözlerim. Eğretiydiler fakat dalmışım bir kere kim tutup çıkaracaktı ki beni. Ufku izlemek, yıldızları izlemek sıradanlaşmıştı belki de. Çatılar... Evet, çatılar. Geçenlerde bir arkadaşım yazı başlığına benzetmişti çatıları da. Ben de özene bezene olmasa da aklıma gelenleri maillemiştim onun yazısına cevaben. Çatılarda binalar gibi en sonda konurmuş. Pek fazla katılmamıştım bu konuda ona. Ama yazarın tarzına da karışılmazdı. Neresinden atarsa atardı, kim karışırdı.

Gözüm hala çatılara takılmış gidiyordu. Yahu benim bir sevgilim vardı. Ayrılık derdim yoktu, mutluydum. Neden gözlerim dalıp dalıp gidiyor çatılara. Adım, sanım ve de şanım süslü duvarlarda, püslü dudaklarda zuhur etmedi hiç. Şu an bir yerlerde birileri bir demlik çay demliyorlar. Gidip oturmalı tanınmadan selamlamalı. Sorarlarsa peki adımı, sanımı ve de şanımı? Evde bıraktım derim. Nerden anlayacaklar ki onlara sahip olmadığımı. Tablo yapmalıydım belki de ama ne gerek var. Tablo dediysem çerçevesi değil. Resmi işte. Bir zamanlar tarih anlamlı ırmaklarını bu topraklarda akıtıyormuş. Şelaleler burada çağlıyormuş. Resimler burada şenleniyormuş. Hak hakikat burada kendini gösteriyormuş. Aklıma düşen düşüyor. Tarihin içindeyim ama o da ne?! Çatılar gözümün önünden ayrılmıyor. O kadar şey düşündüm halbuki.

Hangi başlık böyle saplanıp kalır akılda habire. Okurken başlığı düşünüp duran kim var? Yok işte. Yok yok yok! Takıldım kaldım burada. Güneş de çatılara turuncu rengi iyice işliyor. Akşam saati olmak üzere. Kırlangıç da dayanamamış işte, orada yuvası var. Tek değilim demek ki. Karnım acıktı, üşüdüm ve yazacak ne kaldı artık? Ben ayrılıyorum pencere önünden kardeşim. Çatıya doyamadım ama her şey doygun bir uzaklıkta saydım biliyorsunuz. Güzel çatı ve çatılar hepinize güzel akşam sefaları diliyorum.

Ahmet Öztürk

Yukarı

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 Dost Meclisi



Fotoğraf: Süha Derbent (www.suhaderbent.com)

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.477 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 Tadımlık Şiirler


VASİYET

Nazım HikmetYoldaşlar, nasip olmazsa görmek o günü
ölürsem kurtuluştan önce yani
alıp götürün
Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni.

Hasan beyin vurdurduğu
          ırgat Osman yatsın bir yanımda
ve çavdarın dibinde toprağa çocuklayıp
kırkı çıkmadan ölen şehit Ayşe öbür yanımda.

Traktörlerle türküler geçsin altbaşından mezarlığın
seher aydınlığında taze insan, yanık benzin kokusu
tarlalar orta malı, kanallarda su
ne kuraklık, ne candarma korkusu.

Biz bu türküleri elbette işitecek değiliz
toprağın altında yatar upuzun
          çürür kara dallar gibi ölüler
toprağın altında sağır, kör, dilsiz.

Ama bu türküleri söylemişim ben
                    daha onlar düzülmeden
duymuşum yanık benzin kokusunu
traktörlerin resmi bile çizilmeden.

Benim sessiz komşulara gelince
şehit Ayşe'yle ırgat Osman
çektiler büyük hasreti sağlıklarında
belki de farkında bile olmadan.

Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani
- öyle gibi de görünüyor -
Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni
ve de uyarına gelirse
tepemde bir de çınar olursa
taş maş da istemez hani...

Nazım Hikmet

Yukarı

 Biraz Gülümseyin




Zevkini yesinler senin!..

Yukarı

 Kıraathane Panosu



Yukarı

 İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan
Yamağı : Ayşe Nur Gedik


Edebiyat'ı severmisiniz? Ben hep sevmişimdir. "Susuz Yaz" vardır bilirmisiniz?...Urla''nın Bademler köyünün kuzeyinde, Ovacık''tan İzmir-Seferihisar şosesine kadar, hafif dalgalarla uzanan toprakları sulayan üç dereden ikisi, yaz ayları gelince kurur, kalın kumlu, çakıllı yataklarıyla kuraklıktan gün günden yanan, kavrulan ovanın yüzüne atılmış iki eski ustura izi gibi kalır. Artık o yörede, ilk güz yağmurları düşünceye kadar, akan tek su sesi işitilir. Tekebaşı''nda, Kocabaş''ların küçük zeytinliğinin eteğinden kaynayan pazu kalınlığında bir su damarı, bir kulaç çapındaki yatağında, önce hızla kabarır, taşar sonra yer yer aralıkları harçla sıvalı taş döşeme bir oluktan, beş altı yüz adım aşağılarda kalan bir havuza doğru akmaya başlar... diye başlar. Kaynağı: http://www.edebiyatdunyasi.com/hikayelercumalinecati.htm kısayolundaki web sayfasıdır. Necati Cumalı benim ilk tercihim oldu. Diğer sanatçılar için kısayolu tıklayıp tercihinize göre arama yapabilirsiniz.

Bir de şiir vardır. Kah sevincimizi, kah üzüntümüzü paylaşır bizimle. http://www.siir.gen.tr/ kısayoluna sahip olan kaynak en büyük şiir arşivlerinden birisidir. ...Kilim gibi dokumada mutsuzluğu, Gidip gelen kara kuşlar havada, Saflar tutulmuş top sesleri gerilerden, Tabanında depremi kara güllelerin, Duymuyor musun, Kaldır başını kan uykulardan, Böyle yürek böyle atardamar, Atmaz olsun, Ses ol ışık ol yumruk ol, Karayeller başına indirmeden çatını, Sel suları bastığın toprağı dönüm dönüm, Alıp götürmeden büyük denizlere, Çabuk ol... der bize "Rıfat Ilgaz", "Aydın mısın" isimli şiirinde.

Peki ya masal severmisiniz? Ben bayılırım. Çocukken en büyük zevkim, anneannem'den masal dinlemekti. ...Okuma, yazma öğrenmek için ilkokula gittiğimde Abece'nin (Alfabe'nin) ilk sayfasında büyük harflerle "ALİ YAT UYU" tümcesi bulunurdu. İnsan öyle yatınca hemen uyuyamaz. Ama birisi size masal okursa, öyle güzel uyursunuz ki hem de mışıl mışıl... Bir de masallar size uyarsa... Burada benim kurduğum masallar var. Amacım sizleri uyutmak değil, masal dağarcığınızı geliştirmek. Kim bilir, belki bir gün siz de birilerine masal anlatmak ve hatta kurgulamak zorunda kalırsınız... İşte size güzel masallar bulabileceğiniz bir web sayfası: http://www.aydalga.gen.tr/masaloyku/masal/index.html Hala masal anlatmayı ve dinlemeyi sevenlere.

Hemen hemen herkes, en az bir fıkra dinlemiş veya anlatmıştır. Son olarak vereceğim kısayolda bol miktarda fıkra bulacaksınız: http://www.fikralar.com/ . İşte size bir örnek: ...Yıllarca Türkiye'de de yaşamış büyük bir yabancı yazar, bir gün yine Türkiye'yi ziyaret eder. Gümrükte bir katip mesleğini sorar: -"Yazarım" der. -"Nasıl yani?" der, -"hayatını nasıl kazanıyorsun yani?" -"Kalemimle" der yazar. Katip notunu düşer: "Kalem tücccarı"...

Yukarı

 Damak tadınıza uygun kahveler


WinTricks v3.0d [651K] Win9x/2k/XP FREE
http://www.wintips-inc.com/wintricks.htm
Windows 95 ten 2003'e kadar tüm windows versiyonları için hazırlanmış ayrıntılı bir ipucu arama ve bulma programı. Registry, masaüstü ve internet gibi pekçok konuda bilgiye hızlı bir şekilde ulaşmanız mümkün. Pencereleri açıkta kalan herkese tavsiye olunur.

Yukarı

http://kmarsiv.com/sayilar/20040604.asp
ISSN: 1303-8923
4 Haziran 2004 - ©2002/04-kmarsiv.com
istanbullife.com
Kahve Molası MS Internet Explorer 4.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri