|
|
|
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 3 Sayı: 526 |
16 Haziran 2004 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Türk solu umudunu yitirdi!.. |
Merhabalar,
Böyle insanlar zor geliyor ama çabuk gidiyorlar. En verimli dönemlerinde bir kahpe kriz alıp götürüyor onları. Daha yapacak çok işleri varken bitiyor hayat. Geride binlerce şaşkın, üzgün sevenini bırakıp gidiyor. Hiç yakından görmedim Piriştina'yı. Ancak son 5 yıldır güzelim İzmir'e katkılarını görmeden geçmeye olanak var mı? Son seçimlerde kazandığı zafer küçümsenecek gibi mi? Partisinin nal topladığı bir seçimde tek başına ipi göğüsleyerek, mensubu olduğu sosyal demokrat kesimin yine yeniden umudu oldu. Tutunacak dal arayan Türk soluna doğru işler yapıldığında yeniden umut olunabileceğini hatırlattı. Ama bir kahpe kriz aldı götürdü tüm umutları. Dangalakların viagradan gitmiştir çığlıkları arasında yitti gitti bir adam gibi adam. Solun, sosyal demokrasinin son ümit ışığıda söndü. Bu sırasız, zamansız ve gereksiz ölümlerin önüne geçmeli. Geçmeli ki umutlar tükenmesin. Meydan başkent şehremini gibilerin eline kalmasın. Dürüst, çalışkan, başarılı insanlara olan özlemimiz son bulsun. Yazık oldu. Mekanın cennet olsun Ahmet Piriştina. Seni çok arayacağız. ...
Yazılara yorum yapılabildiği günden buyana epeyce badire atlattık. Serbest kullanımı içlerine sindiremeyen densizlerin saldırılarını başarıyla püskürttük ama aile içi tartışmalara karşı henüz bir silah geliştiremedik. Üreten her insan da bulunan beğenilme dürtüsünü kontrol edemeyen kahveciler zaman zaman birbirlerini üzüyor. Kendi kendime aldığım bir kararla onları uzaktan izlemekle yetinmeye çalışıyorum. Müdahaleci bir editör imajını sevmiyorum. Kaçacak yer kalmayınca yumruğu masaya vurmaya hazırım ama iki cambaz bir ipte oynamaya çalışırken ortaya çıkan beklenmeyen durumlarda taraf olmak istemiyorum. Vakit geç olduğu için bu konuda yazmayı kesmek zorundayım ama gün içinde sorularınıza yanıt vermeye çalışacağım. Kalın sağlıcakla.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
Acımız var dostlar…
Sevgili Başkanım
Sen ki benim çocukluğuma dair ne varsa yok edilmiş bu şehre yeniden can verdin.
Ankara'nın kirli puslu havasında yaşadığımız yıllarda özlediğimiz körfezin kokusunu yok ettin,
Çocukluğumun kokularını yeniden duymamı sağladın.
Bu kentin her köşesinde ayak izin,rengin ,gülümsemen var,
Biz seni çok seviyorduk be Başkanım.
Kordon'da mütevazı gülüşünle yürüyüşlerini göremeyecek miyiz artık
Düşüncesi bile yüreğimi acıtıyor.
Çok erkendi be Başkanım
Seni bizden çok sevenlerin yanındasın
Ama daha doyamamıştık.
Körfeze can verdin, gelen her balıkta, türeyen her canlısında emeğin, azmin,inancın var.
Kent Orkestrasında sesin,İzmir Sanatta güzel yüzünün aydınlığı,
Körfezde süzülen her yelkenli de esintin var.
Okul cephelerinde, çocuk yüzlerinde gülüşün var.
Şaka gibi be Başkanım..
Bir kentle bu kadar örtüşen,bir kenti bu kadar seven Sen
Bizi bu kentli olmakla onurlandırdın.
Adam gibi adamdın be Başkanım .
Anamız gibi babamız gibi sevdik, biz seni çok sevdik be Başkanım.
Yağan her yağmurda sel basardı eskiden bizim buraları
Sular seller gibi aniden gittin be Başkanım.Bizi öksüz koydun,
Bir hoşça kal bile diyemeden.
Bizim Ahmet Priştina'mız var derdik,
Bu kentli olmakla övünür,onur duyardık
Geçmişten geleceğe uzanan aydınlık yüzüydün bu kentin
Seni çok sevdik be Başkanım…
Ardından ağıt yakmak bize yakışmaz ama ağıt içinde inanmak gerek gidişine
Henüz şakadır belki diyoruz öyle olmasını dileyerek.
Nereye be Başkanım,nereye böyle aniden.
Daha körfezde denize girecektik..
Bak Güzelbahçe' de kumsallar bitti,
Ah be Başkanım yürekte söz bitti.
Güle Güle Sevgili Başkanım
Işıklar içinde git
Yolun açık olsun.
Biz buradayız.
Yarattıklarını yaşatmak sözümüz olsun sana
Güle güle Sevgili Başkanım güle güle
Hakkımız gani gani helal olsun sana.
Sevgi Koşaner
Yukarı
|
Café Azur : Suna Keleşoğlu |
İç Çöküş/İç Döküş
Bir gün aniden bozulan ve yazılan yeni yazıları yutan bilgisayarın anısına eskiden bir peçete kağıdı üzerine yazılmış bir yazıyla yas tutuyorum.
Belki de eskimiş aydan kırpıp kırpıp yıldız yapmak güncesi...
İç Çöküş
"Bedenime sözcüklerin ucundaki ünlem iğneleri battıkça büyüyen bir cüceyim. Eski dünya filozoflarından bir iki cümle ödünç alıp cam şehirleri keşfe çıkmış bir kent çorbacısı. Her yeni baharatı tadayım da çorbama katayım diye avaz avaz bağıran bir yaşam ah(ş)çısı...!!!!"
Durdurun dünyayı inecek vara geç kalmış, seferinden dönmeyen gemilere bileti gişeden alınmamış bir topal karga.
Çevir sayfaları da krepleri yakmayalım, yanında renk renk reçel kavanozları...
Bilindik şarkıların kısa boylu kemancısından tango derslerine ne dersiniz?
Avucumuzda yürek yaralı kısa mesajlar listesi. Avunduklarımız, avuttuklarımızla dolu bir teneke kutu. Boşaldıkça dolan atılamayan düş biriktiricisi, hani üzerinde küçük kız resimli olan bisküvi kutularından.
Önce susmayı öğrenmelisin. Dinlemek altın değerinde. Petrol fiyatları ile artan büyük adamlar borsasında yanıp sönen bir dijital ekran...
Söyle sen neredesin?
Bir zirveye dikili bayrağın var mı? Ya da kuşlara yem olan mısır tarlaların?
Diplerden çıkarılmış bir istiridyeden kolyeyim. Melez kızların boynunda salsa yapan bir deriden bir ipe tutunmuşum.
Ahşap evlerin nem kokan taş kaldırımları arasında büyümeye çalıştıkça ezilen küçük başlı bir çiçek ve onun vazolardan taşan yeşil yapraklı dikenli aşığı...
Bu film biryerlerde görülmüştür.
Zarflar, zarflar ve kırmızı yazılar.
Bir başkalarına yazılan mektuplara gülen bir sarı diş kümesi.
Birazdan bulacağım...
İşte burası benim kentim. Kendim.
Bir kadın, bir erkek, bir erkek kadın, bir kadın erkek...
Bir kaç sayılı farkı bulun bulmacaları gibi...3,7,12 fark?
Aslında köşe kapmaca oynuyoruz. Bu köşe yaz köşesi, bu köşe kış köşesi, içinde bir çin vazosu.
Rüzgarlara savrul, rüzgarlara
Dalgalara savrul, dalgalara
Yaşam tüm hücrelerimizde dolaşırken önümüze çıkan her yeniye tutsak oluruz. Önce bedenimizi çalar bizden, sonra ruhumuza girer gizlice.
Kanadıkça bir yerlerimiz, tuzlu gözyaşları değerse acımıza soluğumuz artar. Soludukça yaralanır en çok da yaraladıkça diriliriz.
Gülmek gümüş değerinde. Güldükçe yüzünü eskiteceksin. Bunu bil ve çizgilerini artır. Çünkü asıl yaşından çok yaşamın o belirgin ağız kenarı çizgilerinde.
Biraz sonra bitecek bir aşkın kaldı mı?
Üç beş mumluk sevdalardan puslarını sıyırda gel. En zalim masal anlatıcıları henüz geri dönmeden yemeğini bitir.
Kaç nasihatlık ömrün var, kaçına kaç para, kaç yakalanırsan,...
İşte böylesi bir kahve içimi zamana sığan bir beyin dökümü. Sağanak bir iç döküş mü? Yoksa bir yerlerde unutulup gidecek bir iç çöküş mü?
Hadi son kalan harfi sen tamamla...
SunA.K.
Yer hatırlanmıyor ama Grasse değil/ tarih belki 10 yıl öncesi, altına not düşülmemiş...
İç Döküş
Zamanın yeşerttiği bir demet kır çiçeği.
Susmayı denedim. Dinlemek altın bir kolye oldu hep boynumda taşıdığım. Önce gökyüzüne bakarak uyandım, duvarlar kendi duvarlarım.
Tavanlarda bulut resimleri. Bakmaya eşdeğer bir cam yüzük gözlerim.
Serin sabahlar ense kökümdeyken tüm parkları özlemek girdi yaşama.
Ya parklarda oynayamayan çocuklar.
Beden dövüşçülerinin kavgaları daha bitmedi. Sınırsız sanal dünyalarda şaşkın bir avuç zaman makinesi oldum.
Henüz beyazperde büyücülerinin gölgesi de belirmedi. Türevleri alınanlar kimlerdi?
Bolluk çoğalmak,
Çoğalmak yokluk.
Herşeyi çabuk tüketir olduk.
Şimdi buradan geçen kara kediyi gördünüz mü?
Hala gölge ressamlarının çizdiği karakalem tabloların oyuncaklarıyız.
Biraz sessizlik.
Sabır indi ansızın yüreğime, sakin Pazar günlerine döndüm.
Döndükçe bir dönme dolap
Bir baktım ben çoktan inmişim.
Dünya dönsün...
Kılı kırk yaran kırk çoban da gitti.
Şimdi bahçeden çilek toplama zamanı.
Sabah serin, ikindi çay vakti.
Susmak hala güzel, yazmak ilaç.
Aslında hasta olan hala kainata gözyaşı kaptıran bir boşluk.
Yerini bulamadım.
Aklın sığınağı yok.
Sadece savaşlar korkunç.
Donuk bir film karesi mi?
Yoksa aynadaki kendi yüzüm mü?
İçimde dev umutlar var.
Birazdan zamana yeniden karışacağım.
İçimi dökümüşüm farkındayım...
Çöküşe daha var.
Şimdi yeni bir sayfa çevir.
SunA.K. Grasse
sunak@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Unutmaya Dair
Her başlangıç bir sonu getirir beraberinde ve her son parçasıdır bir başlangıcın. Ne varsa sonsuzluğa dair bir bir paralanır gözlerinin önünde ve yalanlar bir bir ayyuka çıktığında anlarsın şimdiye dek hiç görmediğin sonsuzluğun koca bir hayal olduğunu... Unutursun; hafızanın aslında en büyük düşmanın olduğunu görürsün;öyle kolay harcar ki değer verdiklerini ve o kadar kolay siler ki içine sinmiş vazgeçilmezlerini, utandırır insanı kendisinden, bir iğne deliğine girercesine KÜÇÜLÜRSÜN!
Küstahtır zaman, avuçlarının içerisinden akıp giderken alır ve götürür sana ait olanları habersizce, sonra dalga geçercesine önüne seriverir tüm çaldıklarını, uzatırsın elini yetişemezsin, "sen"likten çıkmıştır sana ait olanlar. Sen kendini sorumlu tutarsın tüm olan bitenden, zamanın günahını üzerine alırsın ve hafızanın yarattığı koskoca bir uçurumda yuvarlanır durursun. unutursun! Unutmak için yaşar, yaşamak için unutursun, şimdi zor gelir biliyorum, kürek kürek alınıp, bir eleğe atılmış kum gibi SÜZÜLÜRSÜN!
Önce çırpınırsın denizden yeni çıkmış oltanın ucundaki bir balık misali. Dudakların büzülür, iki kelimeyi bir araya getiremezsin, bu kadar mı kolaydır unutmak ve bu kadar kısa mı sürer vedalar? Ya korkunç bir rüya ya tozu fazla kaçmış bir şaka olsun istersin gerçek olduğunu bile bile... Tek o değildir unutan, sen de unutursun, şimdi zor gelir biliyorum, bir kasabın kancasına taktığı koyun gibi YÜZÜLÜRSÜN!
Unutursun canım unutursun! Önce bir oyun havası bile acı bir hüzzam şarkısı gibi gelir kulağına, her söylenen söz bir küfür, her teselli bir tokat olur suratına vurulan! Ay Ağustos bile olsa, dışarıda kara kış vardır, fırtına ve kapkara bulutlar... Şimdi zor gelir biliyorum, titrersin iliklerine kadar, karların üzerine düşmüş minik bir serçe gibi ÜŞÜRSÜN!
Gözlerin artık cep telefonunun ekranında odaklanmıyorsa, her çalan kapı ziline yüreğin hoplayarak koşmaktan vazgeçiyorsan, boş bir kağıdı karalayıp şiir yazma heveslerinden kopuyorsan sonun başlangıcındasındır ve ilk adımların olacaktır bunlar nankörlüğüne!!! Bilirim hiç bir teselli fayda etmez şu an sana, her söylenen söz sadece bir harf yığınıdır aslında. Unutursun, şimdi zor gelir biliyorum, korkarsın kendi benliğinden, bir köşede iki büklüm olur BÜZÜLÜRSÜN!
Her başlangıç bir sonu getirir beraberinde ve her son parçasıdır bir başlangıcın. Demiştim sana kolaydır unutmak, küçük bir esinti söker alır hayalini hafızandan. Vazgeçersin karşı koymaktan doğanın kuralına. Küstah olan zamanın aslında tesirini geç gösteren acı bir ilaç olduğunu anlarsın. Haydi şimdi sıra başka bir başlangıçta, bir kısır döngüdür bu, bir gölge oyunu, nasıl ki her başlangıç bir "son"a bağlıysa her son da bir başlangıcın önünde ki halkadır. Tesellilere ihtiyaç duymaz, cep telefonunu kapatır Ağustos'un bir yaz ayı olduğunu anlarsın. Alışırsın canım alışırsın, ne kadar kolay olduğunu unutmanın anlarsın ve aslında bir hiç uğruna, boşuna boşuna akıttığın yaşlarınla yıkadığın yanaklarına acır, ÜZÜLÜRSÜN!
Alper Kutay
Yukarı
|
Kahvecigillerden : Gülcan Talay |
Bir Gün Gidenlerden Olacağım
Gün gelir gideceğim, dönülmez yalnızlığıma. Kimilerin gittiği yollar olacak arşınladığım... Önce geçmişlerin sessiz ayak sesleri kora yapacak, sesli ayak seslerime. Belki de, kimseler bilmeyecek çoktan gittiğimi; çoktan soluğumun kesildiğini. Hesaplar çıkacak önüme, kara kaplı defterlerin sayfalarında. Okulda öğretilen matematik hiç olacak ve 2x2= 4 etmeyecek verdiğim hesaplarda.
Bir ben olacağım yalnızlığımda. Belki sevabım günahıma, belki günahım sevabıma yenik düşecek... Tozlu terazi kantarlarında. İçsel sorgulamalarımın çığlıkları dolacak kulaklarıma, "Ne yaptım, nasıl yaşadım" diyecekler. Bir başkası hesap soracak "Ne yaptın" diye... Ve cevabını veremeden bir ses daha duyacağım "Nasıl yaşadın"... Ya okulda olduğu gibi 10 alacağım hesaplamalarımdan, ya sınıfta kalacağım bütünlemesiz. 3 günahım, 1 sevabıma denk gelecek... Eksileceğim.
Seyre dalacağım, film şeridi ömrümü. Hatırlayamadığım bebekliğime gözlerim dolacak, yaşayamadığım gençliğime hayıflanacağım. Kaybettiklerimi göreceğim film karelerinde, hasret gidereceğim. Uzaktan sessizce sarılacağım kollarına doya doya. Hatalarıma kızacak, sevaplarıma gıpta edeceğim; "keşke daha fazla yapmak elimde olsaydı" diyerek.. Ve doğmamış çocuğumun minik elleri uzanacak uzaklarıma; tutamayacağım. Doğmamış çocuğumun "anne" deyişi, keşkelerime keşke ekleyecek.
Dostlarım; el sallayacak ardımdan, "güle güle" sesleri eşlik edecek iniltilerine. Beni sevmeyenler olmayacak. Bilecekler çünkü, geniş yüreğimle herkesi çok sevdiğimi. Günahlarımdan, sevdiklerim mahsup edilecek... Kalanı sevaplarıma bölecekler, katsayısı iyiliklerime eklenecek. Ya kalansız olacağım her şey eşit, yahut ağır basacak ya günahım, ya sevabım.
Sevdiklerim, hak ettiklerim bulacaklar ellerimi. Uzanacaklar en yalnızlığıma, uzanacaklar en yeşilime... Babamın, en büyük kaybımın kapısında nöbet tutacak bacaklarım. Sonra annem gelecek şefkatli kollarıyla, sonra kardeşlerim saracak etrafımı... Yine el ele tutuşacağız yeşilliklerimde... Damla olacak her kare fotoğraf, uçuşacak gök yüzünde. Oysa hepsi beklentilerimden ibaret, gerçek olmayacak.
Ve sonunda bende gidenlerden olacağım, tek taraflı gidiş yollarında. Önce gidenlerin sessiz serüvenleri, renkli-renksiz hayatları dolaşacak etrafımda. Önce gidenler gibi; geniş tarlalarda, soğuk taşlar arasında, serin seviler örtecek gök yüzümü... Renk renk çiçekler bezeyecek duvarlarımı. Kimisi arsız sarmaşıklar, kimisi gül, papatya... Belki de kendi kendine yeşeren kır çiçeklerim bezeyecek calsiumdan ibaret bedenimi.
İlk zamanlar geniş kalabalıklar saracak mermerlerimi. Dualar okunacak baş ucumda. Yinede, günden güne eksilecekler. En sonunda, en sevildiklerim kalacak... Ve seyrekte olsa, sevenlerimin sevgisi sulayacak kurumuş topraklarımı.
Gülcan Talay
Yukarı
|
|
ARAF : Şahin Gültepe -MERHUMU NASIL BİLİRDİNİZ?.. -ÖNEMLİ BİLİRDİK |
|
Çetin Altan sık sık vurgu yapardı; önemli insanla değerli insan arasındaki farka. Birinin önemi; bulunduğu makama, oturduğu koltuğa, isminin başına ve sonuna getirilen sıfata göre belirlenirdi. Diğerinin değeri ise; makamdan, koltuktan çok arkasında bıraktığı ize, gökkubbe altında inşa ettiği sadaya göre ehemmiyet kazanırdı.
Önemli bir insanın "önem"i, altındaki koltuk kayıncaya, ya da en fazla ölünceye kadar devam eder. Değerli insan ise üzerinden yıllar geçse de, zaman değişse de hâlâ ismi yâd edilir, akıp geçen zaman değerine değer katar... Tıpkı Yunus Emre'nin çağları aşan dizesi gibi:
Biz dünyadan gider olduk
Kalanlara selam olsun.
Bu ayrımı yapmak için fazla uzağa gitmeye gerek yok. Yakın tarihe bakmamız bile yeterli; bir Özal'ın üzerimizde bıraktığı tesire bakalım, bir de halef(ler)inin. Ya da Sakıp Sabancı ile onunla aynı zenginlikte olan birini karşılaştıralım...
Merak ediyorum, Marmaris'te vaktini resim yapmakla geçiren 7. Cumhurbaşkanı'ndan haberi olan var mı? Kendileri halen hayatta. Fakat, neden kimse aramıyor, sormuyor, dikkate almıyor? Halbuki koca Cumhuriyet tarihinde hepi topu on kişiden, yaşayanlar arasında ise üç kişiden biri. Kendisiyle en son ne zaman bir röportaj yapıldı acaba?.. (Bir de "önem"ini yitiren kimi insanlarda 'tekrar sahneye çıkma' gibi bir dürtü yatıyor. Bunun tek yolu vardır: sansasyonel/marjinal/çarpıcı/provokatör beyanlarda bulunmak... Artık o da işe yaramıyor ya! Neyse)
İnsanı kişilik ve toplumsal statü diye ikiye ayırmaya kalkarsak; bu "önemli" kişilerde birinin tavan yaptığını, diğerinin (kişilik) sıfır noktasını gösterdiğini müşahede ederiz. Aslında bu "önemli insan" olgusunu biraz da popüler kültüre benzetebiliriz; kısa bir sürede zirveye çıkaran, ondan daha kısa bir sürede de indiren, çabuk tüketilen; öğütülmeden, hazmedilen bir yenisini çıkaran bir değirmen de diyebiliriz.
***
Bu günlerde (28 Haziran) "önemli" bir insan NATO zirvesi için Türkiye'ye gelecek: George W. Bush. O kadar önemli ki, neredeyse bütün Türkiye seferber oldu; askerinden özel timine, polisinden bekçisine, bürokratından politikacısına, taksi şoföründen simitçisine kadar herkes kendisine biçilen görevi yapmanın telaşı içinde, sayıları yüz binlerle telaffuz edilen Bush karşıtlarının bile.
Tamam, bu zirve için olağanüstü önlemler alınması gerek, ama işi neredeyse paranoya derecesine getirerek değil. Gazetenin birindeki manşeti okuyalım: "Bush'un başına mozaik düşer diye Ayasofya konseri iptal edildi." CIA ajanları gelip bizzat rapor hazırlamış: güvenli değil(miş), insan hayatı için tehlike oluşturabilir(miş)... Yani bir mozaik tanesi onca insan arasında, üstelik konser esnasında "önemli" insanın kafasına düşebilirmiş. Oldu olacak gökyüzünde özgürce uçan kuşlara da bir sınırlama getirelim. Hele Eminönü'ndeki güvercinler, potansiyel birer 'hava korsanı' olabilirler, üstelik sayıları da fazla. Maazallah biri yolunu şaşırıp da protokolün üstüne gelirse ve hele de o malûm kişinin kafasına mozaik tanesi yerine kuş pisliği düşerse halimiz nice olur! En iyisi hava sahasını toptan kapatmak.
Hadi konseri iptal ettiniz. Peki Hilton'un duvarlarından ne istediniz? Haberi okuyalım: "Bush için Ankara Hilton'un duvarları söküldü". Güvenlik taramasından geçirildikten sonra duvar tekrar örülmüş...
İstanbul'da Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu'nun çatıları da yeniden dizayn edilmiş. Hazırlıklar bununla bitmiyor. Bugünlerde Cemil Reşit Rey Tiyatrosu'nda hummalı bir çalışma var; protokolde hizmet verecek 2 bin kişi eğitiliyor; nerede duracağı, ne söyleyeceği, ne tutacağı, kaç adım atacağı vs gibi...
Bu hazırlıklar bağlamında Türkiye yararına olabilecek naçizane birkaç önerim var: 'tehlike arzettiği için' deprem konusunu da bu 'güvenlik tedbiri'ne dahil edelim; ne zaman, ne şiddette, ne hasarda olacağı ihtimallerini belirlesinler ileri teknolojiye sahip Amerikalılar... (Nitekim bizim "deprem uzmanları"na bir haller oldu. Son olarak İstanbul için yaptıkları isabetli (!) tespite kulak verelim: "İstanbul'da 2 saniye ile 50 yıl arasında deprem olabilir". Geçen açıklamada da 30 yıl denmişti, bir ay geçince 50 yıl oldu, pardon elli yıldan iki saniye eksik! Yani önlem almak için hâlâ vaktimiz var, iki saniye de olsa!.. Oldukça tatminkar bir zaman aralığı! Acaba o zamana kadar AB'den tarih alabilecek miyiz? İster misiniz müzakere tarihimiz de böyle olsun: "İki saniye ile 20 yıl arasında her an girebilirsiniz...)
İkinci önerim ise şu: Türkiye'de gerçekleşecek her zirve Anadolu'nun gelişmemiş değişik illerinde yapılsın. Zirve hazırlıkları yapılırken, kalkınmamış İl de otomatikman kalkınır. Böylece büyük bir ekonomik yükten kurtulmuş oluruz. Bir taşla iki 'kush'!..
***
"Önemli" insan ile "değerli" insanı birbirinden ayırmanın bir çok yolu vardır mutlaka. Ama bunların içinde tahminimce en ironik olanı, malûm kişinin cenazesi kaldırılırken cemaate sorulan o kaçınılmaz sorudur:
-Merhumu nasıl bilirdiniz?
-Çok "önemli" bilirdik... Çok!..
Şahin Gültepe
Yukarı
|
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 4.169 kahveciye doğru yola çıkmıştır.
Yukarı
|
Yağmur
Unuturum derim seni ya!
Yağmur öyle bir iner
Unutamam...
Siler bir akşamı daha
Pervazlardan
Ahım kalır kendime
Demliğin buğusu küser
Yolunu şaşırır
Çıkmaz sokağa sapar
Sigaranın dumanı
Paçamı çekiştirir durur
Senle ıslanamadığım
Isıramadığım zamanlar...
Unuturum derim seni ya!
Yağmur bir deli iner
Unutamam...
Saçaklardan akarken yüzün
Umut hamken yeşerir dalında
Öpüşür pencereyle damlalar
Şeytan tırnağı olur özlemin
Yalnızlık yalnız kalır odada
Ben giderim yağmurun peşisıra
Deniz dönmeye durur
Paslı mazgalın burgacında...
Hadi ordan!
Hangi sağanağın gücü yeter
Unutturmaya?
Saçlarıma
Vuslat beyazı aksa da...
Deniz Güney
Yukarı
|
Bak şu edepsizin ettiğine!..
Yukarı
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan Yamağı : Ayşe Nur Gedik |
Aslında Kahve Molası nerelerde var diye arama yaparken keşfettiğim bir site oldu, http://www.sapsaman.com. Birde bizim siteyi haftanın sitesi olarak açıklamış olmaları daha da hoş. Cem Yılmaz'ın oynadığı Doritos reklamlarını seyretmek için bilgisayarınıza indirebileceğiniz bir kısayol da mevcut. Aslında kısaca söylemek gerekirse sap ile samanın birbirine karıştığı ama gönüllerin kırılmadığı hoş bir web sitesi.
İlgilendiğim konularla ilgili bilgi taraması yaparken genellikle büyük arama motorlarını kullanırım ve genellikle ingilizce bilgisi gerektirir. http://www.anaportal.com/ web portalı tamamen Türkçe olmasının yanısıra kendi web sayfanızı da tavsiye edebileceğiniz bir yer. Kullanımı çok kolay ve okunaklı bir prospektüs olarak tanımlıyabileceğim bu site, her bilgisayar kullanıcısı ve web gezginine lazım.
...Uykudan uyanınca insanı uyandığına pişman eden, geri dönmek isteyip de dönemeyince çaresizlikten delirten, hayatta bir defa görülebilen harika bir rüyasın! O kadar güzelsin ki yüzüne bakamıyorum. Titriyor ellerim, ellerini tutamıyorum. Dolanıp sarmak geliyor içimden, saramıyorum. Öylesine bağlanmışım ki, sensiz duramıyorum. Seni çok seviyorum... gibi sevgi sözcüklerini bulabileceğiniz bir site http://www.cikolata.net/
Siz hiç Mavi Yengeç yediniz mi? Hayır canım çiğ olarak değil tabiki. İlk duyduğumda ben de çok şaşırmıştım. Geçen sene Dalyan'a gitmeyi planladığımız günlerde, küçük bir web taraması yapıp, Dalyan civarındaki en ilginç tad olarak Mavi Yengeç dikkatimi çekmişti. kısayolunu verdiğim http://www.sualti.net/yazilar/dalis_cenneti_dalyan.htm web sayfasında da hem Mavi Yengeç hem de sualtının güzelliklerinden bahsediliyor. Tatilinizi planladığınız bu günlerde Dalyan ve nefis doğal atmosferini pas geçmeyin.
Akın
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
Fass v0.8 [101K] Win98/2k/XP FREE
http://www.zen7800.zen.co.uk/files/fass.exe
Online Forumlara mesaj yollarken daha güzel görünümlü mesajlar oluşturmak ister misiniz? Öyleyse bu küçücük program tam size göre. Metni yazıyor, gerekli düzenlemeleri yapıyor ve kopyalayıp mesajınıza yapıştırıyorsunuz. Tabi her forumda kullanılır diye birşey yok ama müdavimleri ne demek istediğimi anlayacaklardır.
Yukarı
|
|
|