|
|
|
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 3 Sayı: 527 |
17 Haziran 2004 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Var mı bir çapanoğlu? !.. |
Merhabalar,
Yeni kahramanlarımız memleketimi köşe bucak geziyorlar. İçerde geçen 10 yılın acısını çıkartmak ister gibiler. Eee haksız da sayılmazlar. Ancak insan farklı davranışlar bekliyor onlardan. Örneğin bir kebapçıya kurulup Ali Nazik yemelerini yahut lunaparka gidip çarpışan arabalara binmelerini. Onlar n'apıyor? Komşu ülkenin iyi niyet elçileri pozunda o başkan senin bu başkan benim dolaşıyorlar. Son ziyaret bir şehit ailesinin evine yapılmış. Hepberaber ağlanılıp ağıtlar yakılmış. N'oluyoruz yahu? Ortada bir yanlış var. Biz mapusluğu başka türlü bilirdik. Oralar bir ıslahhane değil azdırma yuvalarıydı siyasi mahkumlar için. Sempatizan girer gerilla çıkardın 3 ayda. Bunlar da kural tersine işlemiş. Memleketi "tece" diye küçümsedikleri günlerden Türk Silahlı Kuvvetlerini öve öve bitiremedikleri günlere gelmişler. Buruşuk beynimin kıvrımları sağa sola yalpa yapıyor. Bir yanım "Var bunun altında bir çapanoğlu" derken diğer yanım "Yok be oğlum, yılların verdiği olgunluk ve yorgunluk onları haybeye didişmekten soğuttu." diyor. Bense hangisine itibar edeceğimi bilemiyorum. Magazincilerimiz de iş başında sağolsunlar. Bir rivayete göre Apo Zana'yı kıskandığından zona olmuş. "Yılların uğraşını yedirtmem dünkü çocuğa" diyormuş. Bir başka rivayete göre de Apo Zana'yı AB ile ilişkilerden sorumlu başbakan yardımcısı ilan etmiş. Bu senaryoda başbakanı Apo bizzat oynuyor. Paranoyak mı oldum nedir? Eşek altında karpuz arayanlar kervanına bende katıldım zahir. Ooo epeyce geç olmuş. Daha fazla hayal gücümü zorlamadan gidip yatayım. Sabah ola hayrola. Belki koptagel başı yanılır şaşırır ateşkese evet der. Biz de rahat bir nefes alırız, belli mi olur? Haydi kalın sağlıcakla.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
Bugünlerde Şang...
Bir eski zamanda, Çin'de, Şang'ın hanedanında, her kral Tanrı niteliğindeymiş. Kral ölünce, gelenek gereği, bütün sevdikleri ve akrabaları ölüdürülür, onunla birlikte toprağa gömülürmüş... Hatırladıkça irkilirim. Birilerinin ölümü, diğerlerininkine bir vesile...
Çok önceydi. Benimleyken hep mutlu ol, hep bende kalmak iste, sonra benden uzaklaş, arada derin uçurumlar olsun, varlığımın ve yokluğumun çizgisinde çelişkiler yaşa, bensizliği hep farkındalıkla karşıla, yokluğumda sen de düş o derin çukurlara ve böylece çok sev isterdim beni... Tıpkı Şang'ın zulmü gibi...
Yıllar geçmiş aradan. Yokluğumun, seni şu dipsiz kuyularda bırakacağını düşünüp, soğuk bir kış ayazında, seni uzak bir kasabaya yolcu ettiğim bir ocak akşamını, gene seninle tesadüfen karşılaştığım bir ocak akşamı örtüyor.
Seni dipsiz kuyularda bırakacağını sandığım yokluğum, tam da şimdi, yeni birinin varlığına sebep olmuş, hatta senin elinden tutturmuş, sarmaş dolaş etmiş haliyle bana doğru sürüklüyor.
O kalabalık cadde, o insanlar, nasıl algımdan silinir, nasıl sadece sizi seçebilir.... Nasıl olur da, seni dipsiz kuyularda bırakacak ve bana geri döndürecek olan yokluğum, silinir gözlerinden, ellerin bir başkasınınkine tutulur. O kalabalık caddede, acı değeri taşımayan her insan yok olur, ikiniz kalırsınız sadece. Biraz sonradır ki, belki de ilk kez şang ölür, sevdikleri yaşamaya layık bulunur.
Gittikçe yaklaşırsınız bana. Bir bilsen karşındayım. Bir hissetsen, gözümden boşalmaya kurulmuş bin bir anıyı. Benimle birlikte titriyor olsa eskisi gibi yüreğin, bana yaklaşırken, yanar, kaybolur, buram buram acımak kokardın...
Kolundan tutmak gelir içimden. Bu acıyı neden yaşadığımı bilmek, benim hakkım. Yokluğumun, seni şu dipsiz kuyulularda neden yine beni işaret etmediğini sorgular... Çin'de Şang ölürken, neden Şang'ın sevdikleri kefenlerini giyinip, ölümü beklerler...
Oysa içindeki ben ölürken, sen yeniden hayat buluyor olursun... Karşındaki ben ölürken, sen elini tuttuğun hayaletine "seni seviyorum" diyerek, aslında ona sevgini değil, bana nefretini anlatıyor olursun...
Hayaletine "seni seviyorum" diyorsun... Duyuyorum. Sümerlerin Ur'daki mezarları kazınıyorken, sen elinden tuuttuğun yokluğumun saçlarını okşuyorsun... Bu caddeye, bu tesadüfe, bu anlık sancıya dayanamıyorum... Sahi, görmüyor musun?
Ve bu sancı iliklerime kadar işleyip yere düşmemem için o tek çareyi biliyorum. Sensin. Beni kaldırırsın gene değil mi, o düşkünler arasından? Sırf üzülmemem için de olsa, elinden tuttuğun yokluğumu bırakıp, bana dokunur, "Buradayım ömrümün sebebi, yokluğunla değil, varlığınlayım bak" diyebilir misin? Ben bunu düşünürüm işte. O caddede, hayatımın hep yok saymak zorunda kalacağım, diliminde...
Dayanamıyor, kollarından tutup çekiyorum:
-Neden yaptın bunu. Neden bir başkasıylasın?
Şaşırıyorsun:
-Beyefendi, iyi misiniz?
Gene aynı döngü, aynı fobi. Gene bir benzerin. Benzer acılar. O kadar yer etmiş ki içimde o korku, biri ile mutlu olur, el ele tutuşur o caddede bana doğru yürürde, bana aldırmazsınız diye, sana benzeyenlerin birinden, hatta mutlu olanından hesap soruyor olmuşum, bilmeden, gene bir ocak akşamında...Oysa, o caddede olmayacağını, bu kente bir daha dönmeyeceğini de çok iyi biliyorum.
Ve bugün o caddede, gene sen sanarak mutlu birinin kolundan çektim.
Benimleyken mutlu ol, bensizken acı çek, yokluğumda dipsiz bir kuyuda ol, beni çok arzula isterdim. Tıpkı Şang'ın zulmü gibi. İşte bugün anladım. Ayrılıkta dipsiz kuyuya düşen sen değil, ben oluyormuşum.
Ve bugünlerde Şang, sen oluyormuşsun sevgili...
Ömür Öztürk
Yukarı
|
|
Kahvecigillerden: Ayfer Arman HAVA ALANI |
|
Zaman geçmek bilmiyordu, son yarım saattir neredeyse on kez saati sormuştu çevresindekilere.
Saati de bozulacak zamanı bulmuştu doğrusu!. Planlasa bu güne ve bu ana denk gelmezdi saatin bozulması. Sıkıntıyla cama doğru yürüyüp dışarıya baktı.
Dışarıda gözgözü görmüyordu, sağanak şiddetini iyice arttırmıştı. Uçağının kalkmasına daha bir saat vardı ama Esra çoktan gelmiş olmalıydı hava alanına. Kaç kez cep telefonunu aramış ve her defasında "Aradığınız numaraya ulaşılamıyor" diyen o sinir bozucu, duygudan yoksun, neredeyse mekanikleşmiş sesle karşılaşmıştı. Gergin bir halde çay salonuna yürüyüp bir kahve alarak boş bulduğu bir masaya oturdu.
Otuz beş yaşlarında hoş ve bakımlı bir erkekti. Uzun yıllar süren, bitip tükenmek bilmeyen çalışmaları sonucunda genç sayılabilecek bir yaşta çalıştığı şirketin genel müdürlüğüne kadar yükselmişti. Elbete ki bu yükselişte şirketin sahibi Selim Bey'in kızı Sevda ile evlenmiş olmasının da payı inkar edilemezdi. Sevda'yı düşünmek bile bir an yüzünün asılmasına neden oldu. Bitmek tükenmek bilmeyen istekleri, şımarık tavırları ve ardı arkası kesilmeyen estetik operasyonları ile Kemal'i evli oldukları yıllar boyunca deli etmiş neredeyse çıldırtma noktasına getirmişti. "Şükür bitti" diye söylendi kendi kendine. Çay salonunun duvarında asılı olan saate gitti gözü, elli dakika kalmıştı uçagın kalkmasına ve Esra hala ortalarda görünmüyordu.
Esra....Onu düşünmek bile rahatlatıyordu Kemal'i. Daima gülen yüzü, dogal dalgalı kumral saçları, hafif makyajlı güzel yüzü ve her zaman bakımlı haliyle ne kadar farklıydı Sevda'dan. Daima mütevazi ve anlayışlıydı üstelik Esra. Yedi ay önce birden girivermişti hayatına. Eski sekreteri evlenip işi bıraktıgında, eli ayagı gitmiş gibi gelmişti kendisine. Sonra Esra karşısına çıkmış ve bu iş için sanki özel eğitim almışçasına toparlamıştı işlerini.
Gülümsedi Kemal.. Saate gitti gözü kırk dakika kalmıştı uçağın kalkmasına.
Nerede kalmıştı sahi Esra? Trafiğe takılmış olmalıydı, yoldaydı Esra bundan emindi Kemal. Tam o anda karşı masada oturan genç erkekle göz göze geldi. 25 yaşlarında çok yakışıklı bir adamdı. Oda devamlı saate bakıyor birini bekliyordu anlaşılan. Tüm giysileri ince, dahası pahalı bir zevkin ürünüydü.
İster istemez hafifçe selamlaştılar. Sonra Kemal düşüncelerine geri döndü.
Sevda ile tanıştıklarında kendisi de bu genç adamın yaşlarındaydı ve böylesine parlardı gözleri. Zaman içinde Sevda o parıltıyı koparıp almıştı gözlerinden. Ve Esra gelmişti işte gelişiyle de parıltıyı geri getirmişti gözlerine. Nasıl da aşık olmuştu Esra'ya farkına bile varmadan. Kapılı vermişti bu güzel ve genç kadının büyüsüne. Önceleri bu duygusuna şiddetle karşı çıkan Esra, bir akşam ansızın cevap vermişti duygularına. Ama bir şart sürmüştü önüne boşanmalıydı Kemal ancak o zaman mümkündü beraber olmaları.
Hiç düşünmeden kabul etmişti bunu Kemal. Sevda boşanma kararını kendisinden hiç beklenmeyecek bir soğukkanlılıkla karşılamıştı. Tek şartı tüm mal varlıklarının kendisine devredilmesi olmuştu. Esra bunu duyduğunda şöyle demişti Kemal'e:
-Çok gençsin canım, yeni bir hayat olacak önümüzde. Ben servet değil seni istiyorum, tek çözüm buysa ver hepsini.
Öylesine mutlu olmuştu ki Kemal bunları duydugunda, Sevda'nın aksine Esra sadece kendisini istiyordu. Kısa bir koşuşturmacanın ardından, Kemal sadece kendisine ait eşyaları alarak ayrılmıştı evden. Ve şimdi Esra ile hep hayal ettikleri gibi Paris'e uçup, orada evleneceklerdi. Şehirden ayrılmadan önce istifasını da sunmuştu Selim beye, Sevda ile hiçbir ilgisinin kalmasını istemiyordu artık. Nasılsa referansları ona bir iş buldurur, elinde kalan nakit parası da o zamana kadar Esra ile kendisine yeterdi. Bir anda arkasında duydugu sesle düşüncelerinden sıyrıldı Kemal.
-Merhaba Kemal..
Döndü... Sevda arkasında ayakta, alaycı bir gülümseme ile kendisine bakıyordu.
-Sevda!..
-Evet ya ben. Birini bekliyorsun sanırım?
-Evet!..
-Ama sanırım gelmeyecek.
-Anlayamadım.
Bunu söylerken ayağa kalktı Kemal öylece baktı Sevda'nın yüzüne merakla.
Sevda devam etti konuşmasına.
-Gelmeyecek beklediğin dedim Kemal duymadın mı?
-Ne demek istiyorsun Sevda?
-Bak açıklayayım canım.
Sonra Sevda o sinir bozucu kahkahalarından birini atıp kelimelerin üzerine basa basa konuştu.
-Ne sanıyordun Kemal? Hiçbir şeyi olmayan bir adamla evlenip onu adam ettikten sonra, terk edilmeyi kabulenebilir miydim sence ben?
Kemal adeta donmuş bir halde dinliyordu onu ve acımasızca devam etti Sevda konuşmasına.
-Benden sıkıldıgını hissettiğimde, her zamanki gibi senden önce davrandım canım. Esra parayla tuttuğum biriydi. Seni öyle iyi tanıyordum ki ona verdiğim bilgiler doğrultusunda seni kendisine aşık etmesi zor olmadı elbette. Kısacası canım... İşsiz, evsiz ve bir başınasın hadi hoşça kal!...
Kemal donmuş gibi orada öylece dururken, Sevda kendisinden emin tavırlarla yürüyüp karşısındaki genç adamın masasına giderek genç adama seslendi.
-Hadi aşkım uçağımızın kalkmasına az kaldı, artık gidebiliriz.
Ayfer Arman
Yukarı
|
Kahveci : Oğuzkan Bölükbaşı |
BİR SONBAHAR HİKAYESİ
Bir sonbahar günüydü, yapraklar henüz sararmaya yeni başlamış, havalar yavaş yavaş tatlı bir serinliğe bürünüyordu. Kadın hergünkü gibi sabah erkenden kalkıp çocuklarına ve kocasına kahvaltı hazırlamaya başlamıştı, kaloriferler yanmadığı için gece soğuyan havanın bütün etkisi hissediliyordu,insiyaki bir şekilde sabahlığını vücuduna yapıştırmaya çalıştı, biryandan da ocağın altını yakmaya çalışıyordu. Çay suyunu koydu,bu arada diğer ocağı yakıp yumurtaları koyduğu tası ocağın üzerine koydu, kocası çok pişmiş, büyük çocuk kayısı, küçük ise az pişmiş seviyordu, yumurta kaynamaya başladıktan sonra saymaya başladı onbir olduğunda küçük çocuğun,otuz olduğunda büyük çocuğun yumurtasını tastan çıkardı,kocasınınkini kaynamaya bıraktı.Çay suyu da kaynamıştı ,çayı demledi ocağın altını kıstı,salona geçti.Daha hiçbiri uyanmamıştı,?hizmetçileri ayakta nasıl olsa ?diye geçirdi içinden,utandı bu düşüncesinden,o iyi bir anne ,iyi bir eş olmak üzere yetiştirilmişti,şikayet etmeye hakkı yoktu,hakları yok görevleri vardı, kocasına görevleri, çocuklarına görevleri, çocuklarının uyumalarını yüzünde yumuşak bir gülümseme ile seyretti. Kocasının kolunu silkeleyerek
-hadi uyan saat yedi oldu,dedi
kocası yatağın içinde hareketlenirken,hayatının büyük bir kısmını birlikte geçirdiği adama baktı, baktı. Aniden kafasından geçenlerden dehşetli rahatsız olduğunu hissederek mutfağa seyirtti.? Allahım neler geçti aklımdan? diyerek musluğu açtı elini yüzünü yıkamaya başladı,olmuyordu,aklından geçenler hızla büyümeye başlamıştı. Ekmeği ince ince kesti, son yumurtayı da ocaktan alıp altınısöndürdü. Peynir, reçel, zeytin, domates, biber, salatalık ve bardaklar hepsi kahvaltı masasının üzerine dizilmişti. Kocasının banyoda olduğunu farketti,ıslık çalarak traş oluyordu, çocukları uyandırmak üzere odalarına girdi, ne güzel mışıl mışıl uyuyorlardı,"hadi yavrum hadi uyanın okula geç kalacaksınız", perdeleri açtı içeriye sıcak bir sonbahar güneşi süzüldü, çocukların tam gözleri üzerinde durdu."Anne perdeyi kapa " diye mızıldandı büyük çocuk, küçük aynı mızıldanma ile gerneşirken "hadi tembeller çabuk kalkın" diye tatlı sert ve hafif bir sesle bağırdı, onlara hiç kıyamıyordu. Kocaman olmuşlardı, küçücük hallerini çok fazla özlemişti, büyüdükçe kendi hayatlarına doğru koşuyorlardı biranda yalnızlık hissetti üşüdü. Evlenip gittiklerinde yalnızlığı iyice artacaktı."Hadi kalkın işe gecikiyorsunuz çabuk olun çabuk" diye yeniden seslendi. Sofraya oturulduğunda saat yedi kırkbeş olmuştu.
-çocuğum yumurtanı yesene
-canım istemiyor
-eşek kadar oldular hala yemeklerine karışıyorsun, dedi kocası
-ben onlara karışmasaydım ne olurlardı
-ne olurlarmış bize birşey mi olmuş
-tamam anne tama yiyorumyine kavga etmeyin
-kavga falan etmiyoruz
-etmeyiz tabii annene laf söylenir mi
Sustu, eskiden susmaz söylenecek herşeyi söylerdi, artık susuyordu, yorulmuş muydu, tenezzül mü etmiyordu, umursamaz mı olmuştu kendini anlamaz bir hale gelmişti. Evlendikten sonra işini bıraktığına ve sonra çalışmak için çaba göstermediğine pişmandı, kocasının eline bakıyor gibi hissediyordu, hayatın bir köşesine hapsolup kalmıştı.
-n'oldu anne niye konuşmuyorsun
-ne konuşacağım,hadi kahvaltınızı bitirin
-akşama ne pişireceksin diye sordu kocası
-ne istiyorsun
-ne bileyim, etli birşeyler yap
-olur
-ben geç geleceğim
-iyi
kahvaltı sofrasını kaldırırken, aklı hayatına takılmıştı yıllardır sofra kur, sofra kaldır, yemek pişir, çocukları düşün
kendi hayatını nasıl yediğini düşününce rahatsız oluyordu.
Evliliği hayal kırıklıkları ve mutsuzluklarla geçmişti, fakat kendini oyalayacak iki çocuk ve arkadaşlıkları vardı, çocuklar da büyümüştü ve kendi hayatlarına doğru yavaş yavaş gidiyorlardı. Kocasını evlenmeden önce peşinde nasıl koştuğunu hatırladı,kısa sürede o peşinde koşan adamdan eser kalmamıştı, evlilikleri boyunca sevgisini bir kez söylememişti. Yapmak istedikleri için hiç teşvik görmemişti."Ne salaklık etmişim" dedi kendi kendine "çalışmaya devam etmeliydim" "ben böyle iyi ev kadını rolünü üstlenecek birimiydim". Düşündükçe sinirlenmeye başladı. Korkuyordu,hayatın içine doğrudan kendini yaşamak için atılmaya korkuyordu, yıllarca bunu denemiş becerememişti, şimdi nasıl becerecekti, güvenlik duygusu, alışkanlıklar gururundan birşeyleri alıp götürse de
korkusunu azaltıyordu. Korku sözcüğünü sevmiyordu ,korkmak yerine, çaresizlik, mecburiyetler ve en önemlisi insanların en çok sığındığı çocuklar evine sığınıp onlar için yapılan fedakarlıkların kutsallığı ile avunuyordu. Kocaman olup kendilerine bakacak hale gelseler bile kendine özgürlük tanımamanın sebebini çocuklarına karşı olan görevlerine yüklüyordu.
Birazdan Neriman gelecekti, onunla birlikte Necmiye'ye gideceklerdi yılların arkadaşlarıydı Neriman ve Necmiye herşeyini onlarla bölüşüyordu, onların yanında rahat ediyordu. Neriman biraz çılgın bir kadındı hep insanın aşık olması gerektiğinden sözederdi. Kendinin bu lafları ne çok ayıpladığını düşündü. Ama kocasını uyandırırken, ah birine aşık olsam diye içinden geçen düşünceyi engelleyememesine anlam verememişti.Nasıl bir duyguydu aşk acaba. "Ayıp,ayıp" diye söylendi yine de içini belli belirsiz saran sıcaklığa direnemedi. Hiç aşkı tanımamıştı,Neriman biliyor muydu acaba korkusundan ona da soramayacağını biliyordu.Geçen yıl üst katlarındaki kadın aşık olup kocasını terk ettiğinde,ne kadar sinirlenmişti, kadına söylemediğini bırakmamıştı, hatırladı birden yüzünün kızardığını hissetti.
Kapı çaldı, Neriman gelmişti şen şakrak içeri girdi
-ne haber kız, ev işlerini bitirip sabah görevlerini tamamladın mı ?
-Neriman hiç aşık oldun mu
-Neeeeee,anneciğim, kız sen hasta mı oldun
-alay etme
-n'oldu,kocanla kavga mı ettin
-ne ilgisi var şimdi
-böyle konuları açınca bizi döversin sen,evet aşık oldum
-nasıl birşey
-sadece adını söyleyebiliyorsun anlatması zor,ama yaşanılacak en güzel duygu
-kime aşık oldun
-adı bende saklı
-niye beraber değilsiniz ?
-ben de az salak sayılmam
-nerede şimdi ?
-çok uzakta
-görüşmüyor musunuz ?
-görüşemiyoruz
-niye ?
-öldü
-neeeee
-yaa öyle işte,benim yüzümden
-nasıl yani?
-bugün yarın derken cesaretsizliğim yüzünde çok oyaladım adamı, hastalandı
-seninle ne ilgisi var bunun
-hep kendimi suçladım, sahi sen niye soruyorsun bunları ?
-ne bileyim
-ne bileyimi yok seni yıllardır tanırım, mutsuz bir şekilde ama mutluluk maskesiyle dolaşıp duruyorsun
-niye canım,ben kocamı severim
-yalan söyleme
-niye yalan söyleyim ?
-sen konuşmaya bile korkan birisin bu konuları, böyle birden sorunca hayatını farkettiğini anladım, eğer aşık olursan bana haber ver
-sen ne yapacaksın ?
-benim yaptığım hataları sana yaptırmayacağım
-ama biz evli kadınlarız
-evli,mutsuz ve huzursuz
-öyle deme o kadar da değil
-evli olunca herşeye katlanmak mı gerekiyor, sevgiyi bilmeden ölmak mi gerekiyor, hayata hizmetçilik ederek mi devam etmek gerekiyor
-ben hiç öyle düşünmedim
-düşünmezsin, doğal olarak görevlerinle ilgilendin kendinle değil
-bencillik etmemek lazım, tabii ki görevlerimiz var
-bir tek senin mi görevlerin var, bir tek sen mi mutlu etmek zorundasın,ya sana karşı yapılması gerekenler
-??????????
-niye sustun ?
-??????????
-selmayı gördüm geçen gün, geçen yıl sevgilisi ile evlenmişti kocasını terkedip, hani kadına neler söylemiştin
-nasıl mutlu mu ?
-gözlerinin içi gülüyordu,
-yalan söyleme
-niye yalan söyleyim
-kocası, zengin, iyi sessiz bir adamdı
-senin kocan da, iyi, sessiz bir adam,ama yetmiyor di mi ?
-Hadi Necmiye bekliyor çıkalım
-sen bu konuları konuşma ve aklına getirme mutsuz olursun
dışarı çıktıklarında, altın renkli bir sonbahar güneşi gökyüzünde gülümsüyordu, içinin hafiflediğini hissetti yıllarca konuşamadığı şeyleri konuşmaya başlamak onu rahatlatmıştı. Ama yine de içinden dua etti "Allahım lütfen beceremeyeceğim duyguları bana yaşatma" hala korkuyordu. Dolmuşa binmek üzere koştular.
Oğuzkan Bölükbaşı
Yukarı
|
|
Tahayyül Ötesi : Müge Akyol ÇOCUKLUĞUMU ÖZLEDİM |
|
Annemin milattan kalan nişan kıyafetlerini giyip,
ilk sanat eserimi,
icra ettiğim günleri...
Dumanı üstünde tüten çorbayı,
kamışla içmeye yeltenip,
bundan sonraki yaşamımı yemek borumsuz geçireceğimi düşündüğüm,
ömrümün film şeridi gibi geçtiği,deneyerek öğrenme stilini acı bir şekilde benimsediğim,
hayatta olduğuma şükrettiğim günleri...
Kiremit parçalarını,
taşla öğütüp suyla karıştırıp,
ilk yerli üretimime kına imalatıyla,
başladığım,
girişimcilik günlerimi...
Sınıfta resim dersinde,
herkes papatya çizerken,
lale çizimimle,
geleceğin Leanardo da Vinci si,
muamelesi gördüğüm günlerimi...
Pikniklerde karıncaların beslenme tarzını mercek altına alıp,
zeytin, peynir gibi gıdaları yuvalarına "bir hayrım dokunur" diye bıraktığım,
sosyal sorumluluğun ne olduğunu,
yeni yeni deneyimlediğim günleri...
Dut ağacının en tepesine çıkıp,
inemeyince "beni kurtarın" diye avaz avaz bağırdığım günleri...
Gecenin 12 sine kadar mahallede saklambaç oynama sevdasına,
en karanlık,
en kuytu,
yerlere girip,
kendimi sakladığım,
cesaretimin en üst seviyede olduğu günleri...
Yeşil pantolonumun üstüne pembe kazağımı giydiğim,
ponponlu tokalarla,
zerafetimi tamamladığım,
haftanın rüküşü seçilme gibi
bir derdimin olmadığı
özgün hallerimi...
Envai çeşit gazoz kapaklarımı,
" kaşıkçı elması" gibi koruduğum,
mal varlığıma
paha biçemediğim günlerimi..
Mahallemizin köpeği Arap'ın
sürekli öksürmesine
"zehirlendi" teşhisi koyup,
anneannemlerin dolabından (yerine koymak kaydıyla) ödünç aldığım yoğurdu yedirdiğim,
sonra da
Nobel tıp ödülünü kazanmış,
hastasını tedavi eden doktor edasıyla ,
gururlu bir şekilde
ortalarda gezindiğim günleri...
********
Beni ben yapan günleri özledim...
BEN ÇOCUKLUĞUMU ÇOK ÖZLEDİM
Müge Akyol
Yukarı
|
KRAL KAFESTE
Burası neresi , ben neredeyim? Bu ses de neyin nesi? Çalar saatmiş. Ben de yataktaymışım. Bardak sesleri... Annem mutfakta kahvaltı hazırlıyor olmalı. Su sesi... Babam lavaboda traş oluyordur. Yine mi sabah oldu? Yeni birgün, yeni bir sabah, yeni bir ben. Hayır ben yeni değilim, aynıyım. Niye acaba? İşte bu niyeler beni delirtiyor. Kalkayım da yüzümü yıkayayım. Lavabo epey soğuk. Su daha soğuk, ellerim suyun soğuğundan yanıyor. Yüzüm soğuk suya dokununca irkildi. Omuzlarım kasıldı. Evin içi sıcak, çay suyu sıcak, yumurta sıcak. Ya ben... Yüzümü yıkadığm sudan daha soğuk.
- Herkese günaydın.
Annem: - Günaydın yakışıklı oğlum.
Babam: - Günaydın.
Çaylar dolar başlarım kahvaltıya.
-Pazar günü gidecek misin Afyon'a?
-Evet anne.
-İstersen geç git. Erken gidipte rezil olma oralarda.
-Olmaz erkenden gitmeliyim. Hocalarla muafiyet durumumu yeniden konuşmalıyım. İçimden diyorum ki: buradan biran önce kurtulmalıyım. Belki Afyon'da daha rahat olurum.
-Ablanlarla beraber bu hafta sonu beraberce mangal keyfi yapacağız. Bir ara mangal kömürü alırsın.
Bayramdan beri gelmemişlerdi. İbrahim'i gitmeden son kez göreyim bari. Bir ay sonra gelicem. Ayrılık zor olur, kerata çok şirin.
-Dün akşam arkadaşınla nerelerde gezdiniz?
-Gezecek bi yerler bulduk baba. (Sana ne nerleerde gezmişsek. Gece saat kaçta geldiğimi sorsan hadi neyse. Abuk soru.) Halbuki arkadaşımla beraber gezmemiştik. Son anda dayısı çağırmış yemeğe.
-İbo ne yapıyoruz? Nereye geleyim?
-Şey Ahmet gelecektim ama dayım yemeğe çağırdı.
-Önemli değil sen oraya git. Dayın yani senin akraban ve büyüğün. O benden önde gelir. Biz başka zaman görüşürüz.
-Sen okula ne zaman gideceksin?
-Pazar sabah dokuzda
-Beş gün var.
-İbo bak bundan sonra buluşamayabiliriz. Benim başka planlarım var.
-Ben bir ay sonra yeniden izne gelicem.
-Usta birliğin neresi?
-Tekirdağ topçu birliği.
-Tamam haydi görüşmek üzere.
-Tamam görüşürüz, bay.
-Haydi bay bay.
Babamın annemin bu konuşmadan haberi yok. Olmaması daha iyi. Buna da boşver. Boşver, boşver, boşver. Nereye kadar boşvermeliyim acaba? Yine mi acaba. Üfff bıktım bu acabalardan, niyelerden.
İçim hep karanlık, soğuk ve sessiz. İçime konuşuyorum; içimde yankı yapıyor, ses yine bana dönüyor. İnsanlar yok görüntüleri var. Gölgeleri belki. O da güneşli havalarda. Ben yokum. Konuşamayan konuştuklarını duyuramayan insan var olur mu ki? Yine bugün sorularla başladı. O ne?, bu ne?, şu ne? Allah'ım bana yardım et. Kurtar beni bu beladan. Allah'mı? Sahi o nerede? Madem ki var nerede öyleyse? Ne için göremiyoruz? Yada bize kendini neden göstermiyor? Varlığını bizden ne diye gizlesin ki? Acaba bu din meseleleri yalnızca aldatmacadan mı ibaret? Yani biz binlerce yıl aldatıldık mı? Matematik, fizik ,kimya ve diğer bilimler de varlığını kesin olarak ispatlayamamış. Bilimsel sonuç ortaya koyulamamış. Peygamberler? O'nlar nasıl çıktı ortaya? Allah'ın varlığının habercileriymişler. Niye yalnız onlar? Bizim farkımız ne? Rab bütün insanlara diyemezmiydi? "Ey insanlar bana bakın ve sesimi duyun beni görün. Ben sizin rabbinizim" diye. Yoksa peygamberler halüsülasyon gören ileri derecede şizofrenler miydi? Peki ya Firavun... Kızıldenizin ortaya secdeye yatmış olarak niye bulundu? Musa'nın peşinden giderken deniz aniden kapanıp ortada kalmış. Ya Ashab-ı kehf, Muallak taşı... Genlerimizin milyarlarca şifresi nasıl bir araya geldi? Timinin karşısına adenin gelirse sakatlık meydana geliyor. O da radyasyon etkisine maruz kalınca oluşuyor. Şifreler nasıl yerleşti acaba çekirdeğin içine?
Satanist mi olmalıyım acaba? Değişik bi yaşam tarzı. Değişiklik de iyi gelebilir. Ama kedi kesmek mi? O bana ters geliyor. İğrenç birşey. Hem kediler çok şirin yaratıklar. Küçüklüğümde biz de evde kedi beslemiştik. Bir de sapıkça seks ayinleri benim duygularımı perişan eder. Karanlık mağaralar, ayinler. Budizm: heykellere tapmak.Y ok oda olamaz. Hristiyanlık, musevilik, ataizim bunlar da bana mantıksızca geliyor. Ben öyleyse nasıl mutlu olurum? Ben neyi arıyorum? Mutluluğu. Niçin mutlu olamıyorum? İnsanlarla sosyal ilişkilerim zayıf. Arayış içindeyim. İnsanlarla sosyal ilişkilerim niçin zayıf? Ailem de bu konuda zayıf onlardan bulaşmış olmalı. Pekala onların zayıf diye benimde mi zayıf olmalı? Hayır. Kendimi geliştirmeliyim, hem de zayıf ailemin bana farkınde olmadan çektirdiği eziyetın arasında mı? Evet doğru benim Afyon'a gitme vaktim geldi. 22 Şubat gelse de gitsem artık. Ya ailem onları böyle zayıf bırakmalı mıyım? Ne halleri varsa görsünler demek... Önce kendimi geliştirmeliyim, daha sonra da psikolojik olarak yaklaşmalıyım. Yada onları olduğu gibi kabullenip kendi işime bakmalıyım. Bu fikir doğru olabilir. Onların kalıplaşmış fikirlerini değiştirmek çok zor veya imkansız. Hergün böyleyim, arıyorum. Mutluluğu... Hayvanat bahçesindeki aslanı düşünüyorum. Yüreğim yanıyor. Kral kafeste. Ne işi var orada, niye tutsak? İnsanlar mı o nu tutsak etti, acaba tutkuları mı? Hangi tutkular? Sahip olama tutkusu mu? Aslanın neyine sahip olunacak? Aslana mı? Yada iktidara mı? İnsan doğal yaşamı gösterme tutkusu belki de. Bakın işte aslan bu görerek tanıyın kültürü olmalı. Genç kuşaklara faydalı olmakmış. İnsanlar mutlu da aslan mutlu mu? Beni kafese hapsedince mutlu olacak mıyım? Ben karanlığa kapanmışım ve mutsuzum. Aslanla ortak yanımız : ikimiz de özgürlüğü arıyoruz. Aslan fiziksel ve duygusal özgürlüğü, bense duygusal özgürlüğü arıyorum.
Ben mutsuzum. Çünkü Sevgisizim. Birşeyler sevmek istiyorum, fakat sevemiyorum. Ailem bana sevgi vermediği için mi? Evet yanıt burada, ailem beni seviyordu ama sevgisini gösteremiyordu. Çocukluğumda sevgiyi alamamışım. Ailem vermeye çalışmış fakat yanlış vermişler. Suyu çatalla içirmeye çalışmak gibi bişey.
Bir konuyu daha anladım ki küçük çocuklar görsel duyguları ön planda tutarlar. Sadece gördüklerini severler. Aşkı bilmezler. Yaşamadıkları aşkı nereden bilecekler ki. Hissel duyguları annlerini babalarıı sevmekten başka gelişmemiştir. Çocuk kendisine duyulan sevgiyi kucaklandığında anlar. Bana hediye alarak sevdiklerini göstersinler diye beklerler. Babasından uzun zaman ayrı kalan çocuğa babasından bahsedildiğinde içinde duygular ayaklanamayabilir. Ancak babası eve geldiğinde ne yapar? Evet doğru sayın okuyucum koşar ve babasının boynuna sarılır. İşte bu görselliktir. Sen de çocuğuna sevdiğini o'na hediye alarak, okşayarak gösterirsin. Hani şu zararlı gördüğün geyik muhabbeti varya; çocuğuna verebileceğin en kıymetli sermayen, mirasın ve yatırımındır. Çocuğunla sen konuşmayacaksın da satanistler, ataistler, budistler mi konuşacak? Senin vermediğin sevgiyi çocuğun onlarda mı arasın? O'nlarda da sevgi yok ki. Aileleri O'nlara da verememiş. O'nlar da arıyorlar.
Ben sevgiyi böyle arıyorum, böyle susadım. Kaybolan sevgisiz yıllarım nasıl geri gelecek? Sorarım sizlere anneler ve babalar. Ne yazık ki gelmeyecek. Ağacın kesilen dalının yerine yenisi gelmeyecek. Belki filizler ufak ufak kıyısından kenarından çıkacak fakat dalın kesik olduğu çürüyünceye kadar belli olacak. Ey insanlar duyun dinleyin; sevgisiz çocuk teröristtir, eşkiyadır, kuduz bir köpektir. Sevgisini çalanlardan hesap sorar. O'nları ısırır katleder.
İşte ben böyleyim. Ama ısırıp katledemiyorum. Çok şükür yine de kendimi aramaya devam ediyorum. Mutlu olamayan annelere babalara kardeşlerime neden maddesel zenginliklere sahip oldukları halde mutlu olamadıklarını gösteriyorum.
Yeni öğrendim, Oğuz Saygın hocam sağolsun. Benim için çok değerli bir insan. "İnsanlar geçmişteki yaptıkları hatalardan pişmanlık duyuyorlarsa mutsuz olmaya mahkum kalırlar. Mutlu olmaları için geçmişteki ya unutacaklar veya kendilerini mutsuz eden sebepleri gördüklerinden bu sebeplerden uzak kalacaklar."diyor.
Yeni bir karar almalıyım. Biliyorum ki kararsızlık dünya üzerindeki; insanın en tehlikeli iç bombasıdır. Kendimi geliştireceğim. Ailemi olduğu gibi kabulleneceğim. Suya sabuna el sürmeyeceğim, tabiki insanlarla mutlu yaşamaya devam edinceye dek. Suya sabuna dokunmama olayı uzun sürmeyecek planıma göre iki yada üç sene. Kendime tamamiyle güvenen, tuttuğunu koparan genç ve güçlü bir delikanlı olacağım. Geleceğe artık daha bi güvenle bakıyorum.
Annem bana yine abuk subuk şeyler söylüyor.
-Altmış milyonu geçen alışverişlerde evlere servis yapıyorlar. O kadar eşyayı eve getiremem. Servis aracıyla eve getirsinler.
-Altmış milyonu geçmezki bunlar oğlum. Ondokuz milyon deterjan...
-Detarjan iki tane be aney ikisi otuzsekiz milyon yapıyor. Ivır zıvır, altmış beş yetmiş milyon.
Artık bu durumu hoş karşılamaya başladım. Utanmaz kadın utanmadan ben lavabodayken bu yazdıklarımı benden habersiz okumuş. "İnsan annesine abuk subuk konuşuyor" dermiymiş. Ben derim kardeşim. Hiç affetmem sokarım lafı.
Ahmet Göleç
Yukarı
|
Fotoğraf: Hülya Kaçar - Eğirdir Gölü
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 4.169 kahveciye doğru yola çıkmıştır.
Yukarı
|
SENİN DÖNEMİNDE
seni tarih sandım. yapmam gereken işler
sandım, bıçağın altında uyuyan tehdit
anlayamadığım şeyler, otların arasında parlayan.
senin döneminde taştı süt.
sendin, yağmur altındaki akasya ormanı
trafik levhalarındaki kurşun delikleri
ankara'daki evlerin karanlık damları
bir dal hanımelindeki içtenlik.
senin döneminde geçildi çit.
kırlangıçlar afrika'ya varmıştır, diyor otobüs şoförü
-otoyoldan yanarak geçen bir tilkiyi gösteriyor-
yorulmuşlardır, deniz boyunca uçmaktan.
sana vardığımı sandım, düşler boyunca koşmaktan.
senin döneminde silindi flüt.
Salih Bolat
Yukarı
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan Yamağı : Ayşe Nur Gedik |
Aslında Kahve Molası nerelerde var diye arama yaparken keşfettiğim bir site oldu, http://www.sapsaman.com. Birde bizim siteyi haftanın sitesi olarak açıklamış olmaları daha da hoş. Cem Yılmaz'ın oynadığı Doritos reklamlarını seyretmek için bilgisayarınıza indirebileceğiniz bir kısayol da mevcut. Aslında kısaca söylemek gerekirse sap ile samanın birbirine karıştığı ama gönüllerin kırılmadığı hoş bir web sitesi.
İlgilendiğim konularla ilgili bilgi taraması yaparken genellikle büyük arama motorlarını kullanırım ve genellikle ingilizce bilgisi gerektirir. http://www.anaportal.com/ web portalı tamamen Türkçe olmasının yanısıra kendi web sayfanızı da tavsiye edebileceğiniz bir yer. Kullanımı çok kolay ve okunaklı bir prospektüs olarak tanımlıyabileceğim bu site, her bilgisayar kullanıcısı ve web gezginine lazım.
...Uykudan uyanınca insanı uyandığına pişman eden, geri dönmek isteyip de dönemeyince çaresizlikten delirten, hayatta bir defa görülebilen harika bir rüyasın! O kadar güzelsin ki yüzüne bakamıyorum. Titriyor ellerim, ellerini tutamıyorum. Dolanıp sarmak geliyor içimden, saramıyorum. Öylesine bağlanmışım ki, sensiz duramıyorum. Seni çok seviyorum... gibi sevgi sözcüklerini bulabileceğiniz bir site http://www.cikolata.net/
Siz hiç Mavi Yengeç yediniz mi? Hayır canım çiğ olarak değil tabiki. İlk duyduğumda ben de çok şaşırmıştım. Geçen sene Dalyan'a gitmeyi planladığımız günlerde, küçük bir web taraması yapıp, Dalyan civarındaki en ilginç tad olarak Mavi Yengeç dikkatimi çekmişti. kısayolunu verdiğim http://www.sualti.net/yazilar/dalis_cenneti_dalyan.htm web sayfasında da hem Mavi Yengeç hem de sualtının güzelliklerinden bahsediliyor. Tatilinizi planladığınız bu günlerde Dalyan ve nefis doğal atmosferini pas geçmeyin.
Akın
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
SplitCam v3.0 [326K] 2k/XP FREE
http://www.splitcamera.com/setup.exe
Webcam kullanıcıları bilirler. Bir programda görüntüyü kullanırken gene görüntü kullanan bir başka programı açmaya olanak yoktur. Hata mesajı alırsınız. Bu program sanal bir video yakalama sürücüsü ekliyor sisteme. Programı çalıştırıp ana görüntüyü bu programla yakalıyorsunuz. Daha sonra görüntü kaynağını kullanan programları teker teker çalıştırıp sürücüsünü de bu yeni sanal sürücüye ayarlıyorsunuz. Volaaa! Hepsi gayet güzel çalışıyor. DirectX 9.0 ve üstü gerekiyor. Görüntü ve multimedya çılgınlarına şiddetle tavsiye olunur.
Yukarı
|
|
|