KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?

 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Kütüphane
 Kahverengi Sayfalar
 FİNCAN/SİPARİŞ
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?






Kahveci Soruyor?



KAHVERENGİ SAYFALAR



KAPI KOMŞULARIMIZ

Üç Nokta Anlam Platformu


Babalar Günü için buyrun
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 3 Sayı: 528

 18 Haziran 2004 - Fincanın İçindekiler

 Editör'den : Cennet babaların da ayakları altındadır!..


Merhabalar,

"İlk Babalar Günü Washington'lu Sonora Dodd'un fikriydi. 1909 da Anneler Günü kutlamaları sırasında aklına gelmişti. Sonora babası William Smart'ı özel ve güzel bir günle onurlandırmak istemişti. Smart'ın karısı altıncı çocuğunun doğumunda ölmüş, yeni doğan bebek ve diğer beş çocuğun bakımı baba Smart'a kalmıştı. Smart kendini Washington'un batısındaki çifliğinde altı çocuğunun bakımına adadı.

Sonora büyüyüp yetişkin bir genç kız olduğunda babasının çocuklarını yetiştirmek için gösterdiği özveriyi daha iyi anlamıştı. Onun gözünde babası cesaret ve iyilik timsali sevgi dolu bir adamdı. Sonora'nın babası Mr. Smart Haziran'da doğmuştu. O nedenle Sonora ilk kutlamayı 19 haziran 1910 da Washington Spokane'de gerçekleştirdi.

Başkan Calvin Coolidge 1924'te Babalar Günü fikrini ulusal düzeyde yaygınlaştırmaya karar verdi. Daha sonra Başkan Lyndon Johnson 1966 da Haziran'ın üçüncü pazarını Babalar Günü ilan eden başkanlık deklarasyonunu imazalayarak bu özel günü ölümsüzleştirdi."


Babalar Günün Kutlu Olsun Baba.Bu hikayeyi bileniniz vardır mutlaka ama ne yalan söyliyeyim ben ilk defa duydum. Bu basit anlatımı bir yabancı sitede buldum ve sizler için binbir meşakkate katlanarak çevirip kullandım. Neden mi? Çünkü ben de bir babayım. Hikayelerimiz farklı olsa da hepimiz hayata Sonora olarak başlayıp Mr. Smart olarak bitirmiyor muyuz? Çocuklarının gözünde birer kahraman süpermen olmayan baba varmıdır? Hatırlarım, kardeşim babama hayranlığını belirtmek için 'Sen makas bile yaparsın baba' derdi. Şimdi o oğlunun gözünde bir makas fabrikatörü. Öyle ya, gün gelip roller değiştiğinde çocukları için elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışanlar gene bizler değilmiyiz? Analarla aşık atmaya olanak yok ama biz babalar da en az onlar kadar Cennet'i hakediyoruz. Aksini söyleyen çarpılır vallahi.

Anneler günü kadar popüler olmasada bizleri adam yerine koyan bu özel gün nedeniyle tüm zamanların babalarına onlara baba olduklarını hissettiren yavrularıyla birlikte mutlu ve sağlıklı bir ömür dilerim.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

13 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

 Café Azur : Suna Keleşoğlu


Gizli akıtılan gözyaşları gibidir bazı sözcükler...

"Şimdiki bebekler çok şanslı" der ihtiyar adam.
-Biz çocuklarımızı bu kadar çok sevemedik. Kundaklara sararlardı, analarının süt kokusundan ayırmazdı büyükanneleri. Kucağımıza almaya korkardık bazen. Büyürlerdi biz fark etmezdik. Büyürlerdi biz fark etmeyiz zannederlerdi...
Oğlanın gözleri ne renk diye sorulduğunda bilememişti bir gün anası. Ben griye çalan yeşil diye cevapladığım zaman, hadi sen nereden bileceksin bir gün kucağına aldın mı bebeni diye kızmıştı bana. Bilmezdi ben onu geceleri beşiğinde severdim gizliden gizliye. Bizim zamanımızda er adamlara bebek sevmez düşmezdi. Biz bebelerimiz okula gittiklerinde siyah önlükleri ile ellerimizi öperken baba olduğumuzu bildik.
Köylerde, şehirlerde bizim zamanımızda er adamlar bebelerden konuşmazdı.

"Şimdi biz şanslıyız" der bebek.
-Burası neresi? Şimdi neredeyim ben? Karanlıktan aydınlığa çıktım ama burası çok soğuk. Bu bağıran annem olmalı, ya bu mavi önlüklü amca ve teyzeler anneme ne yapıyorlar? Ağlamam lazım. Durun durun beni nereye götürüyorsunuz? Bu mavi önlüklü teyze bana ne yapacak şimdi? Her yanımı siliyor, çok üşüyorum. Başka bir cift göz beni sürekli izliyor? Kim bu adam? Beni ölçüp biçip üzerime birşeyler giydirdiler. Şimdi çıplak değilim. Daha sıcak. Anneeee neredesin? Teyze beni kocaman elli adamın kucağına verdi ve gidiyor? Şimdi ben neredeyim? Bir çift göz bana bakıyor. Baktıkça üşümem geçiyor.

"Oğlan ilkokula başladığında anası arkasından ağlamıştı" der ihtiyar adam.
-Sıcacıktı elleri oğlumun. Beraber okula giderken sıkı sıkı tutmuştu ellerimden. Baba okul güzel mi? diye sorduğunda uzun uzun konuşmuştum onunla. İlk harçlığını cebine koyarken, askere gideceği günleri de görmek için uzun uzun ömrüm olsun istemiştim. Onları, büyüyüşlerini, torunlarımı görebilmek için uzun bir ömür. Kürek sallamaktan nasır tutan ellerime bakarak, onlar için bir ömür diledim sadece. Çalışmak yormazdı da eve gelince geldiğim anlaşılmazdı ya en çok o zaman yorulurdum. Analarının kurduğu sofrada bıcır bıcır konuşurlardı da anlamazdım bazen. İşte o zamanlar kızım ve oğlumun başlarına uzanırdı ellerim ama dokunamazdım. Ne yerler, ne içerler, hastalar mı, nasıl okuyacaklar, ne zaman evlenecekler diye konuşurduk da analarıyla, kucağıma alıp doya doya öpemezdim yanaklarından. Sen babasın biraz korku sal da çocuklara şımarmasınlar diye belletmişti bize analarımız.

"Ben daha çok küçücüğüm okula gidemem ki" der bebek.
-Yaşam buysa şimdilik herşey yolunda. Sadece isteklerimi anlatmam için yüksek sesle bağırmam lazım. Ağlamak diyorlar burada. Ağladıkça annem süt veriyor bana, bir de habire beni soyup popoma kağıtlar bağlıyorlar. Annem bu işi yaparken çok sıkıcı oluyor. Aç,kapa, kremle, arada gülümse yaaa şöyle güzel bir şarkı söylesene. İşte yine sevdiğim adam (ısrarla baba dememi istiyorlar, oysa o benim sevgilim yaaa) yıkayacak beni. Altımı da hep o değiştirsin bana komik komik dil çıkartıyor. Beni yıkarken çok eğleniyorum. Çok seviyorum ben bu adamı yaaa...benimle oyunlar oynuyor, geceleri kucağında gezdiriyor, habire konuşuyor, o televizyon seyrederken kucağında uyuyorum tüm seslere rağmen. Su yatağı gibi kocaman kolları var, bir de beni öyle sıkı tutuyor ki. Hiç düşmeyecekmişim gibi. İşte o zaman hiç korkmuyorum.

"Kız gelin etmek en zoruymuş" der ihtiyar.
-Oğlan askere giderken de gizliden gizliye ağlamıştım ama kızımı beyaz gelinliğinde görünce dayanamadım biraz kızardı gözlerim.. Er adam olmayı öğretmişler bize, baba olmamıza izin vermemişler. Eve para getiren ve varlığıyla çocuklar kötü birşeyler yapınca korkutan adamlar diye tanıttılar bizi. Kızın ateşi çıktığında, kucağımda hastaneye götürürken babam demesi hala kulaklarımda. Uzaktan uzağa sevmiş beni çocuklarım. Benim sevgim hep yüreğimde gömülü kalmış. İşte şimdi biri gidiyor evimden.

"Ben evlenecek miyim?"der bebek.
Babası yanıtlar.
"Seni kimselere veremem."
Çok küçüğüm daha. Şimdi evlenemem. Benimle dans eden bu yakışıklı adamı da annem kapmış. Öfff oysa biz ne güzel eğlenecektik...

-Baba kiminle konuşuyorsun? diye sorar genç adam ihtiyara.
Oysa kucağındaki bebekle koltukta uyuyakalmıştır ihtiyar. Konuşan yaşamın iç sesleridir. Zamanın değiştirdiği ise, sadece sevgileri anlatış biçimleridir. Çünkü tüm babalar bebeklerinin ilk çığlığıyla gizli gizli ağlamaya başlarlar. Bazen sevince bazen de üzüntüye akar gözyaşları...

SunA.K. Grasse
sunak@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Kahveci : Şükriye Ayder


Güle güle nesildaşım, hemşehrim

Dostum PriştinaYıllar geçip yaşlar ilerledikçe daha bir koyuyor insana, ha senden birkaç yıl sonra yada birkaç yıl önce doğmuş birilerini yitirmek. Seninle gençliğimizi aynı gökyüzünün altında, aynı körfezi seyrederek, okulu kırdığımızda aynı pastanelere giderek, aynı meltem rüzgarlarında aşık olarak geçirdik be dostum. Seninle hiç yanyana gelemedik, tanışmadık, konuşmadık, bizimkisi bu güzel kenti paylaşmanın verdiği, yüreklerdeki İZMİR sevgisinin neden olduğu bir dostluktu. Sen benim adımı bilmezsin, bende senin gibi buralarda doğmuş, büyümüş, yaşlanan, seni çok seven binlerce, milyonlarca İzmirliden biriyim işte. Bizler çok şanslıyız, çünkü dünyanın -her alanda- en aydınlık kentinde yaşıyoruz. Aydınlık çünkü demokrat, aydınlık çünkü sosyal, aydınlık çünkü kültürlü, aydınlık çünkü binlerce yıldır oluşan uygarlık mozaiğinde yaşayan bir kenttir burası. Gün geldi bu resmi bozmaya yeltendiler, gün geldi sokaklardaki kimsesiz çocuk misali ilgisiz, sevgisiz, bakımsız bırakıldı. Bunları seninle beraber yaşadık, üzüldük ama hiçbir zaman umutsuz değildik. Belki de bir gün senin gibi birisinin başkanımız olup kentimde rönasansı başlatacağını biliyorduk. Beş yıllık birlikteliğimizde yine çok yağmurlar yağdı ama biz sellere kapılmadan yaşadık, daha çok tiyatro, konser izledik, yaşasaydın rüyan olan ADNAN SAYGUN kültür kompleksinide görebilecektin, varoşlardaki çocuklarda ardından gözyaşı döküyor, çünkü sen hep yanlarında, hep oralardaydın. Bir beş yıl daha dedik tüm yürek olduk kenetlendik, çünkü bu şehir bizimdi, BAŞKA BİR İZMİR YOKTU... Ama artık SEN YOKSUN, AYNI GÖKYÜZÜNÜN ALTINDA DEĞİLİZ, BİZ YİNE BURADAYIZ, SENSE ÇOK UZAKLARDA... İZMİR ÖKSÜZ, İZMİR SENSİZ, HOŞÇA KAL SEVGİLİ ADAM GİBİ ADAM BAŞKANIM, DOSTUM...

Şükriye Ayder

Yukarı

 Kahvecigillerden : Gülcan Talay


Sessiz Postalarda Bir Mektup

Bu sana yazdığım ilk mektubum...Belki de bininci. O kadar mektup yazıp gönderdim ki sana yüreğimden; hep sessizdi, sessiz postacılardan iade geldi...

Gittiğinin ardından kaç sene geçti; saymadım, sayamadım. Önceleri sana yazma gücünü bulamadım kendimde... Bu gün dedim ki "artık hazırım, yazabilirim".

Hatırlar mısın? Daha küçücük bir kız çocuğuydum... Kelimeleri hep bir birine karıştıran. Fincana fincan diyemezdim mesela ve bu seni çok güldürürdü. Bu yüzden uzun süre "filcan kızım" diye çağırmıştın beni. Bense ne kadar çok kızardım, çocuk aklımla... O kadar çok şey öğrettin ki bana; hangisinden başlasam, hangi birini yazsam. Ben elinde boş bir kağıttım dünyaya geldiğimde... Sen şekil verdin, renk verdin, ses verdin karakterime. Bir de, hayatım da ki ilklerimdin sen daima... İlk sevdiğim adam, ilk oyuncağım, ilk kalemim, ilk örgü örüşüm, ilk yemek yapışım, ilk gülüşüm, ilk ağlayışım ve ilk başarım.

Bana ilk okumayı, yazmayı da sen öğretmiştin... Henüz okula bile gitmemiştim. Hani beni 6 yaşımda okula almamışlardı; büyük çocukların yanında hırpalanır, çok minyon mazeretiyle... Ne kadar çok ağlamıştım o gün. Sen de ben üzülmeyeyim diye, günlerce okuma - yazma eğitimi vermiştin... Bıkmadan, usanmadan.

Anımsıyor musun? Sanırım orta sona gidiyordum. Evde ciddi bir konuşma cereyan ediyordu, aile içinde. Ben bir köşede dinlemekteyken, öne atılıp yaşımdan büyük bir laf etmiştim... Yaşıma göre akıllı. Sense "kızım sen sus, daha küçüksün" demiştin. Biliyor musun, artık büyüdüm ben babacığım. Yokluğunda beni çepeçevre kuşatan bu hayat, erken büyümek zorunda bıraktı. Çünkü; güçlü olmalıydım, aileme destek olmalıydım, yıkılmamalıydım; tıpkı senin gibi... Oysa ben o gün çocuk olmayı unuttum... Kendim için yaşamayı unuttum... Ergenlik sancılarımı ve gençliğimi unuttum, 15 yaşındaki halimle.

O gün, işte gittiğinin öncesi gün başladı sana dair karabasanlarım... Ürkek, korkak, başıboş. İşte o gece uyandım annemin feryadıyla yatağımdan. İşte o gün sen bende sondun, ben sende son... Elimden bir şey gelmedi, uzandım ama yetişemedim sana. Önce, bir gecelik hasret dedim kendime, soğuk hastane koridorlarında... İşte o gün yitip gittin hayatımdan; ansızın, habersiz... Yanına gelmiştim. "Babacığım, beni duyuyor musun?" duymadın sesimi. Seni son görüşümdü, beyin ameliyatının ardından... Saçlarını kazımışlardı ya, yüzünde tatlı bir tebessüm ve yeni doğan bir bebeğin nurlu ifadesi vardı.

Koridora çıktığımda, doktor usulca yaklaşmıştı yanımıza? Annem "nasıl?" diye sormuştu; doktor "sizin haberiniz yok mu?" demeden önce. Ve ardından koridorun diğer ucunda acı bir feryat; ablam diğer bir doktorla konuştuktan sonra. O an anlayabildim, haberimiz olmayan şeyi. Habersizce gitmiştin bizden; öyle suskun, vedasız. Bense oracıkta dona kaldım, ne yapacağımı bilemeden... İlk kez ölmek istedim oracıkta, ölemedim. Meğer seni son görüşümmüş, o nurlu yüzüne bakarken.

Uzun bir süre geleceksin diye bekledim, gelmeyeceğimi bile bile. Sana her gün bin kez uzandım, bir kez bile tutamadım o pamuk ellerini. Öpemedim yanaklarını, koklayamadım doyasıya kokunu. Sen gittin gideli sevmiyorum bayramları artık. Özellikle de babalar gününü. Her babalar gününde içim parçalanıyor, kahroluyorum...Sanki sessiz, sanki dipsiz kuyularda boğuluyorum.

Sana gittiğin gün veda edemedim, yine veda etmeyeceğim babacığım. Biliyorsun ki içimde sonsuza kadar yaşayacaksın. Unutmadım seni, ne içtiğin sade kahveni, ne bam teline bastığın sazını. 'Bir türkü söylerdin üzgün nağmelerden, bir türkü söylerdin neşeli bestelerden'. Sana dair hiçbir şeyi unutmadım.

Sen benim babam; ilk dostum, ilk sırdaşım ve ilk sevdiğim adam.

Çimen gözlün..... kızın.

İşte o gün,
Gittiğinin ardından başladı
Sana dair karabasanlarım.
Acımasız kör delikler,
Karanlık ve yalnızlığım.
İşte o gün,
Sen bende sondun
Ben sende son.
Öyle habersiz
Öyle vedasız.
İşte o günden sonra,
Sana uyudum gecelerimde,
Sana uyandım sabahlarımda.
Olmadığını bile bile.
Günde bin kez uzandım sana
Bir kez yetişemedim
Erişemedim senli varlığıma.
İşte o günden sonra,
Sana akar göz pınarlarım,
Sana söyler duaları dillerim ,
Sana bakar aynası kalbimin,
Sensizliktendir özlemlerim.
İşte bu gün,
Sensizlik vurmuşken başıma,
Sen rahat uyu topraklarında.
Yeşiller, renkler sarsın duvarlarını,
Serviler korusun başını
Kızgın güneşlerden.
İşte bu gün,
Sen rahat uyu,
Bil ki özlemler taşsa da yüreğimden,
İyiyim ben özlemim,
Çok iyiyim.


Gülcan Talay

Yukarı

 Ümitsiz kalmayın : Ümit Yoket


YAŞAMIN İÇİNDEN DENEMELER-3

Yağmurlu ve bulutların gri tonlaması koyuluğunda, kasvetli bir sonbahar akşam üzeri... Her zaman yittiği yerde, körebe oynarcasına maskelenmiş olan güneşin, damla ve nem taneciklerinden kırıla kırıla adeta sarhoş olmuş bir şekilde kendine yol arayan ışınımları, her yönden serserice aydınlatmaya çalışmakta ortalığı...Giriştikleri mücadeleden artık yorulmuş, bıkkın bir şekilde giderek gücünü yitirircesine ve yerini yüzyıllardır umutsuzluğun ve çaresizliğin sembolü olmuş karanlığa teslim olurcasına....Biteviye sürüp giden tıpırtılardan hipnotize olmuşçasına uzaklara dalıp giden Esra, ani bir ışık seli ve ardından kopan gümbürtü ile silkelendi. Ruh halinin, şu anki iklim koşulları ile ne kadar örtüşmekte olduğunu fark etti birden....

Daha dün, felsefe hocasının kendisine söylediği sözler aklına geldi;

-Bazıları hayat boyu gerçeği arar, bazılarıysa kendi gerçeğini bulduğunu sanıp ona sıkı sıkıya tutunup kalır. Ama bana göre ise yalnızca korkaklar, yaşamın, toplumsal ve ahlaki kurallara göre yaşanması gerektiğine inanır veya buna sığınıp kalır, galiba kolaylarına geldiği için; demişti hocası...

Uzandığı yerden uykulu gözlerle kendini izleyen kankası Belgin'e hocasının sözlerini aktardı. Kendisini yeniden şarj edebilmek amacı ile....

- Bense, tükenircesine yaşamak değil, hayatın içinde kendime düşen yerde durmak istiyorum dedi Belgin. Sanki onun içinde duyumsadıklarını söze dökercesine...Sonra devam etti , tatlı bir uyuşukluk içinde görünüyordu;

- Hemen yanı başında ya da hiç kestiremediği kadar uzaklarda neler olup bittiği ile ilgilenmeyen , öylece boşluğa dalıp, yavaşça kararan gökyüzüne bakmanın, belki de her şeyden güzel olduğunu kabullenmek daha doğru gibime geliyor.

- Ben o kadar teslimiyetçi ve derin dep dep takılmıyorum, dedi Esra. Benim ki biraz daha minör dep... Zaman zaman kendimi, içinden çıkılmaz girdaplarda savrulurken bulduğum zaman, bunun hayatımı kurma çabalarından veya fırsatlarından biri olduğunu anlayıp, telaşlanıveriyorum. Hemencecik de sakin bir yaz günü, sessiz, çarşaf gibi sakin denizin üzerinde yelkenli ile süzülürcesine, yaşanan yaşamlara, imrenmelere geri dönüyorum.

Aniden patlayıveren binlerce flaşın eşliğinde kopan müthiş gümbürtü, Belgin' i ruhu ile birlikte yerinden sıçrattı; ayağa dikilmiş ve bambaşka biri oluvermişti birden;

- Bizim gibilerin tek bir hayatı vardır. Her şeyi bilenen bir yaşam!.. Her yanı camdan bir küre de gibi yaşamak. Ne aptallık, ne yalan!... Yalan, çünkü, hiç birimiz camdan bir küre içinde yaşamıyoruz. Öz benliğimizi, korkusuzca dökebilsek ortaya, kim bilir neler çıkacak. Söylediklerimizle, görüntümüzle hiç ilgisi olmayan ne çok şey!...Kendimizi bile şaşkınlıktan kıç üstü oturtuverircesine...

Esra öncelikli davranarak söze devam etti;
- Aptallık, çünkü, neden insan kendini tek bir hayata tutsak etmek istesin?.. Benimse önümde toprak sanki ikiye parçalanıyor, gitgide açılan bir uçurumun kenarında duruyorum. Bir an önce hangi tarafta kalacağıma karar vermem gerekiyor. Ama ben uçurumun iki yakasının giderek açılmasını izliyorum sadece, gibime geliyor. Böyle bir kararlı belirsizlik yaşıyorum anlayacağın. Biraz önce ayaklarım yere sağlam basarken, ait olduğum yeri bilirken, biraz sonra yersiz yurtsuz kalıvermiş gibi hissediyorum kendimi.

- Aslında, sende bende, pek çoğu gibi, kendi evimizi, bize göre ait olduğumuz, hiçbir şey yapmadan, yalnızca içinde oturduğumuz için bile mutlu olabileceğimiz o eşsiz yeri, ruhumuzun sığınağını arıyoruz, öyle değil mi?...diye atıldı Belgin.

- Kaç kişi bulabilmiştir ki, acaba ?...diye öykünerek sordu, Esra. Kaç kişi, kendisine göre eşsiz bir maceranın ardından güverteye çıkıp, ufka bakarken " kara göründü" diye bağıracak kadar şanslı olmuştur?...Ya da kaç kişi gerçekten çıkmaya cesaret edebildikleri çılgın bir yolculuğun amacını anlayabilmiştir?...Oofffff, şu yaşam denen şey öyle karma karışık ki!....

Belgin' in aklına birden üç sene önce yaşadıkları deprem ve TV den izledikleri geldi.

- Kendi tercihleri olarak, hep birlikte oturdukları cam fanus birden parçalanıp, kendini, yıkıntıların arasında bulan ve az önce diz dize oturduğu sevdiğine, sesini bile duyuramayanların, bir anda tuz buz oluveren, avucunun içinde iken, bir daha asla geri dönmeyecek biçimde silinip gidivermiş yaşamlarını düşünse bir... O zaman düşlediğimiz tek boyut için bile kıçımızı yırtmaya ne kadar değer bu yaşam!...

- Galiba, bu dünya üzerinde sağlam sandığımız hiçbir şey yok, hayatın, hepimizden güçlü döngüsünün içinde savrulup gittiğimizi, günün birinde , büyük olasılıkla farkına bile varmadan, o döngünün bizi de kolumuzdan tutup bir köşeye fırlatıvereceğini düşünüyorum. O zaman da her şeyden, ama her şeyden vazgeçivermek geliyor içimden...

- Bir atlıkarınca gibi dönüyoruz yalnızca...Ya kısacık, göz açıp kapayana kadar geçen an içinde, sonraki anları düşünmeden, mutluluktan uçuvermeyi tercih edeceğiz ... Ya da kendi kendimize neden orada dönüp durduğumuzu düşünmekle geçireceğiz zamanımızı....Oysa evrende her şey dönüyor, amacının ne olduğunu bilmeden. Biz bilemediğimiz için, onlarda bilmiyor diye mi düşünüyoruz yoksa ?...

Birden aklına ateş böcekleri geldi, Esra'nın. Bir romanda okumuştu..Hasletlerine kavuşuncaya kadar uçuyor uçuyor, sonra birden ışığı bulunca hiç düşünmeden kavrulup gidiveriyorlardı, huzurlu bir sonun, sıcacık kucağına atlarcasına... Galiba kendi yaşamları da bundan farklı bir amaç taşımıyordu..."Yaşamın amacı" konulu felsefe dönem ödevini kafasında yazmıştı artık. Bu sefer tam notu alacaktı belki de, ama ya bu düşündüklerini yaşamda uygulama başarısının notu?... Ateş böcekleri hiç ödev hazırlamadan her seferinde tam not alıyorlardı oysa ki!...... Yaşamın farkında idiler mi acaba?.... Ama alacakları not onları hiç ilgilendirmiyordu!....

Ümit Yoket

Yukarı

 Budha Bar : Levent Bedir


Mehmet'in Türküsü

Çok kalabalık olur muydu acaba... Çok kimse gelir miydi bu soğukta. Bir kez daha baktım aşağılara doğru, hala kimseler yoktu. Kaldırdım yine öfkeyle vurdum donmuş toprağa kazmayı, ellerim paralandı, yaklaşık iki saat olmuştu ama bir metre bile kazamamıştım. Kan topladı avuçlarım... İçim titriyor, gözlerim yaşarıyor ve burnum akmıyor artık çünkü dondu.

Nihayet göründüler evet kalabalıklar, Konvoy halinde yavaş yavaş geliyorlar... En önde yeğenim Mehmet. Herkesler arabaların içindeyken, onu kamyonetin açık ardına koymuşlar. Üşüyor mudur acaba ?

Şu harman yerinde gözüken taşın üzerine yatırdılar. İmam, uğurlayanlarla birlikte son görevini yapıyor. Ölenin ardından konuşuyorlar... Yukarıya yalnız kendileri değil ağıtlarıyla da birlikte geliyorlar şimdi. Nasıl donmaz ki gözyaşları her şey donmuşken....

Gençti Mehmet. İki erkek biri kız, üç kardeşten en büyüğü. Ama öksüzdü. Babasını trafik kazasında kaybetmişti çok vakit evvel.
İş, Aş, Vatanım demiş asker olmaya gitmişti. Maaşa geçtiğinde, kendinden önce erkek kardeşinin tüm eşyalarını almış, kız kardeşinin çeyizini düzmüştü... Kendi beklesindi henüz erkendi, ne de olsa abiydi....

1 Manga asker duruyor sol tarafımda ellerinde tüfekler, emir geliyor ve ateş ediyorlar.
Yani…; Güle Güle Yeğen Mehmet, Abi Mehmet, Oğul Mehmet, Can Mehmet, Asker Mehmet, Sevgili Mehmet...,
Bakma sen kız kardeşinin ağıttan bayıldığına, o mutlu gururlu... Sadece hasret sana, kokuna, abiliğine ama yinede göğsü kabarık, o'da biliyor Annen gibi, senin şerefli ve kutsal bir yerde olduğunu ve aslında ölmediğini.

Şunlar silah arkadaşların besbelli... Gözlerinde görüyorum o hain pusuyu. Seni uyarmışlar Mehmet, "yaaat, yat" demişler, sense duymamışsın onları koşmuşsun hainlerin üstüne doğru. Sağına soluna el bombaları düşmüş, yüzün parçalanmış, düşüp kalkmış yine de koşmuşsun.
Azrail' in bekçileri bile, seni vurduklarından o kadar emin olmalarına rağmen o şahlanışı görünce şaşırmış, kaçmışlar...
Ama bak geç kaçmışlar, onlar değil şimdi toprağın altındaki. Ve onların emmioğlu yazmıyor bu satırları...

Hakkını helal et herkese Mehmet, herkes sana ediyor.
Seni tanımayanlar da sana ve senin gibilere minnettar...

Benimse dilimde "Senin Türkün" ve bir intikam sözüm var.

Her oğul asker doğanda
Nicesi şehit olanda
Otuz bini yatıyor orda
Adı Mehmet Konanda


Levent Bedir

Yukarı

Kemal Türkmen

 Kahvecigillerden : Kemal Türkmen


   Gizem

Yıllar gerilere doğru aktıkça, mutlu olabilmem için kimi zaman belirsizliğin ve bunun getirdiği gizemin önem kazanması ilginç bir gerçek.
Bilimin yaşamımda mutluluğum için etken olduğunu sandığım yaşlarımda olgular ve onların kesin olması önemli bir gereksinimimdi. Ve bunu hiç şüphesiz bilim sağlardı.
Ama varoluşum ilgimi çekmeğe başladığından beri belirsizliğin ve gizemlerin renklendirdiği olağanüstü bir tablo çıktı karşıma.
Bütünün sadece küçük birer parçası olan olguları sadece bilimsel yöntemlerle inceleyebilirken, kesinliğin arttığı oranda gördüğüm şeylerdeki gizemin buharlaşıp yok olduğunu fark ettim.
Kimselerle bilim ya da bilimsel yöntemlerin değerleri hakkında tartışmaya girmeyi hiç düşünmüyorum.
Onları yadsımıyorum.
Ama ne zaman ve nerede ?
Mutlu olma çabalarımın hangi basamağında ?
Ben çağdaş dünyada yaşamlarımızı birilerinin gözlemlediği, etkileyebildiği bir deney ve dünyamızı kapısı olmayan bir labarotuvar olarak görmek istemiyorum.
Kimi zaman bilimsel dünyadan çıkıp, bilimsel yöntemleri bir kenara bırakarak, dışımdaki şeylerle kaynaşmak ve onlarla bütünleşmek isterim.
Büyük sanat eserleri her yorumlanışlarında sanki yeniden yaratılırlar.
Matematik keskinlikle yapılan kusursuz bir icra, onun güzelliğinin tek şartı olamaz.
Tıpkı dans etmede olduğu gibi.
Salt tekniği ön çıkaranlarda onu mükemmelleştirenlerde sanki bir şeyler eksik kalır.
Onlar kendilerini bir türlü dansın içinde eritemez ve onunla bütünleşemezler.
Dansın ya da müziğin kendisi olabilmek tümüyle farklı bir deneyimdir.
Bir şairin ve bir bilim adamının baktıkları gülün ayni olmaması gibi.
Çünkü şair betimlemelerinde bir güldür, sanki onun içinde erimiş ve o olmuştur.
Onun gibi konuşabilmektedir.
Sorgulamalarının yarattığı özgün yolda yürüyebilenler bu yolculuklarında akıl kadar keyif veren ama ondan çok farklı bir güzellik olan ‘gizemle’ tanışırlar.

Ölüm kapımı çaldığında bütün emin olduğum şeyler kimbilir ne saçma ve aptalca gelecek.

Kemal Türkmen

Yukarı

 Café d'Istanbul par Mustafa Serdar Korucu


Merhaba,

Bugün sizlerle ilk olarak büyüleyici sesiyle insanı kendine hayran bırakan Dany Brillant'ın son albümü "Jazz à la Nouvelle-Orléans"ı ardından aşkı hiç tatmamış bir adamla kör ama tecrübeli bir kadının aşkını anlatan "Kalbim Başka Yerde"yi ve son olarak Türkiye'deki kadın komedyen boşluğunu doldurduğuna inandığım Gülse Birsel'in ikinci kitabı "Hala Ciddiyim"i paylaşacağım.

Keyifle dinlemenizi, izlemenizi ve okumanızı dilerim.

JAZZ À LA NOUVELLE-ORLÉANS / DANY BRILLANT :

Küba müziği ile 50'lerin rock'ını bir araya getirerek yarattığı sentez ile kendine farklı bir hayran kitlesi oluşturan Dany Brillant, son albümü "Jazz... à la Nouvelle-Orléans" ile üç yıllık suskunluğunu bozuyor.
1991 yılında "C'est ça qui est bon" albümü ile müzik piyasasına adım atan Tunus doğumlu sanatçı, bu albümdeki "Suzette" parçası ile Avrupa müzik listelerinde ilk sıralara yerleşti. Müzik yapımcıları tarafından "eski" tarzda bulunan ve modern müzik piyasasına uyum sağlanamayacağı düşünülen Brillant, 1993'te çıkarttığı ikinci albümü "C'est toi" ile yerini sağlamlaştırdı. Küba dans ritimlerini sonraki albümlerinde de sıkça kullanan sanatçı, Avrupa'daki yükselişine devam etti ve 2001 yılında 5. albümü "Dolce Vita" ile Amerika ve Kanada'yı fethederek okyanus ötesi bir ün kazandı.

Üç yıl sonra Danny Brilliant, son albümünde ise farklı bir senteze yöneliyor. Frankofon Paris'in Saint-Germain'i ile Anglosakson Amerika'nın New Orleans'ını biraraya getiriyor ve ortaya özgün bir çalışma ortaya çıkıyor.

Albümde öne çıkan parçalar ise "Fly me to the Moon", "Ca l'fait ... Le big band" ve "J'habitais Saint-Germain-des-Près". 11 parçanın bulunduğu "Jazz à la Nouvelle-Orléans", jazz ve sentez sevenler için kaçırılmayacak bir albüm.

KALBİM BAŞKA YERDE (IL CUORE ALTROVE) :

Aşk, insan hayatında ne zaman ve nasıl ortaya çıkacağı belli olmayan en güçlü duygudur. Bazı insanlar vardır aşkı aralar ancak bulamazlar, çünkü nerede arayacaklarını bilmezler. Aslında onun aranacak tam bir yeri de yoktur. O heryerde karşımıza çıkabilir. Ancak her nedense illa aşık olacağız dediğimizde asla bulamayız da en ummadığımız yerde o, aniden karşımıza çıkıverir. İşte "Kalbim Başka Yerde"de aşkı hiç ummadığı bir partide bulan genç bir adamın öyküsü anlatılıyor.

Kendini akademik kariyere adamış, 35 yaşındaki Nello, aşkı hiç tatmamış bir adamdır. Papa'nın terzisi olan babasının tek isteği ise soyunun devamıdır. Ancak Nello, içine kapanık ve utangaçtır. Çapkın baba oğlunu torun amacı gerçekleşebilsin diye 20'lerin İtalya'sının özgürlük şehri Bologna'ya gönderir. Ailenin amacı bellidir: Genç adam bu özgür bir ortamda hayat arkadaşını bulacak ve aileye varis getirecektir.

Bologna'ya giden Nello, bir pansiyona yerleşir ve oda arkadaşı olan bir berber aracılığıyla karşı cinsi yavaş yavaş tanımaya başlar. Öğretmenlik konusunda oldukça yetenekli olmasına karşın kadınlarla ilişkilerinde o kadar başarılı değildir bu adam. Ancak kör kadınlar evindeki dans partisi utangaç genç adamın bütün talihsizliğini değiştirecektir. Nello, partide Angela Gardini adında çekici bir kadın ile tanışır. Bir kaza sonucu görme yeteneğini kaybeden ancak kaza öncesinde şehrin bütün erkeklerinin peşinden koştuğu bu etkileyici kadın ile içten ama utangaç genç adam arasındaki yakınlaşma ile ilişkileri başlayacak ve Nello'nun hayatı altüst olacaktır.

Hangi dönemde geçtiği filmde gizli olan ancak Papa Benedict'in aday gösterilişini göz önüne alırsak 1920'lerde geçtiğini anladığımız "Kalbim Başka Yerde", birbirinden çok farklı iki insanın komik yanlarıyla anlatılan aşk hikayesini merkez alıyor.

Oyuncuların muhteşem bir performans sergilediği filmin hem senaristliği hem yönetmenliği ise Bologna doğumlu Pupi Avati'ye ait. "Kalbim Başka Yerde", İtalya'nın Oscar'ı niteliğindeki "David di Donatello"'da 7 dalda aday gösterildi ve En İyi Yönetmen ödülünü kazandı. Cannes Film Festivali'nde de yarışmaya hak kazanan film, Hollywood'un yüksek bütçeli, bol aksiyonlu filmlerinden birkaç saat de olsa uzaklaşmak ve kendini İtalyan sinemasına bırak isteyenler için kaçırılmaz.

HALA CİDDİYİM / GÜLSE BİRSEL :

İlgi çekici yorumları ve yazım diliyle bir anda bütün ülkeyi kendine hayran bırakan, keskin zekasıyla kimi zaman günümüz Türkiye'sini kimi zaman insan psikolojisini eleştiren Gülse Birsel, beğeni toplayan ilk kitabı "Gayet Ciddiyim"in ardından ikinci kitabı "Hala Ciddiyim"le karşımıza çıkıyor.

Birsel, bir yandan köşe yazılarıyla, bir yandan G.A.G. ile bir yandan da "Avrupa Yakası" ile gönüllerimize taht kurdu. Onu bu kadar sevmemizin bir nedeni de toplumu çok iyi gözlemlemesi ve yorumlamasıydı bence. Zaten bu kitap da aslında bir toplumsal gözlem kitabı. Ancak sosyolojik içeriğinden çok espri içeriği olan bir kitap. Bunu da ilk olarak Birsel'in kitabı için yazdığı yazıda buluyoruz. Bu yazı bile onun hayata ve toplum yaşantısına bakışını özetliyor aslında.

"Ne oldu?
Aldınız birinci kitabı, pişman oldunuz mu? Eğlenmediniz mi? Benimle konuşurken gözümün içine bakın!
"Gayet Ciddiyim" adlı birinci eserim yüzünden mutsuz olan var mı? Asla! Başta korsan yayıncılar olmak üzere, herkes çok memnun!
E o zaman?
Alın size ikincisi.
Yok "İşi ticarete döktü", efendim, "Birşey tutulunca cılkını çıkarıyorlar", "Ayıp, ayıp" falan, bu laflar, birgün yalan olacak.
Geriye sadece güldüklerimiz kalacak.
Bana inanın. Hâlâ ciddiyim!"

Yaz sıcaklarında yüzünüzde tebessümle (arada bir kahkahayla) okuyacağınız bir kitap arıyorsanız "Hala Ciddiyim" tam size göre.

http://www.kmarsiv.com/cafe.asp

serdar@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,578,578,578,578,578,578,578,578,57
              445 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 Dost Meclisi



Baba gibi yar olur mu?

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.169 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 Tadımlık Şiirler


GELİRSEN EĞER

Bir tek yaprak düşmüyor yeşil gibi
Ve tek bir gül dönmüyor kırmızıya
Ne eskisi gibi gülüyorum sana,
Ne de şimdiki kadar seviyorum

Sabırdı geleceği yazan geçmişe
Ortada kalan düşleri için bir sığınak aradı hep
Bir de gerçekleri kovmak için,
Bir korkuluk öylesine

Yoldan geçenler heyecan vermiyor
Sardunya kokusu sarmıyor artık balkonları
Yağmur, ıslatamıyor
Kendini bile

Sende kalmaktan kaçtım ya yıllarca
Şimdi de "nerde kaldın?" diye çıktım pencerelere
Meğer sen mağrur,
Çaresiz
Ve sebepsizce
Bekliyormuşsun yolun köşesinde

Seneler önce "kal" diyemediğim gibi
"gel" de diyemem şimdi sana
Ama sen gelirsen eğer...

Saçlarının her köşesine diktiğim hasretimi koparır
Balkondaki sardunya saksılarına dikerim

İşte o zaman balkonlar
Hep "sen sen" kokar...

Öykü Özü Şen

Yukarı

 Biraz Gülümseyin




Sanatçı: Ali Şükrü Fidan

Yukarı

 İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan
Yamağı : Ayşe Nur Gedik


Pazar günü Babalar Günü. Hala birşeyler almadıysanız buybye.com emrinizde. http://www.buybye.com/ShowProduct.asp?cid=28&pg=1 Haydi daha ne duruyorsunuz? Sevindirin bizleri:-))

İşte sizlere nasıl oluyorda oluyor diyen meraklı gözlere sağlam bir kaynakça. http://www.kameraarkasi.org/ kısayolundaki web sayfasında kamera kullanılarak yapılan her türlü çekim çalışmasında neler yapılması gerektiği, ne tür malzemeler kullanıldığı gibi konu başlıklarının tamamı bu sayfalarda. Örneğin kısa film: ...gevezelik yapmadan kısa zamanda çok şey anlatma esasına dayanır. Kısa filmler kısa süre içerisinde birçok şeyi ifade edebilen yapıtlardır...

Hep bilgi hep bilgi, nereye kadar sürer. Yeter artık diyor ve size eğlencelik bir kısayol veriyorum. http://www.miniclip.com/gamefiles0304/redbeard.swf Buradaki oyun mario isimli oyunun sulu versiyonu. Yapmanız gereken su altında 5 saniyeden fazla kalmadan, (yoksa boğulursunuz), puanları önceden tanımlanmış olan baloncukları toplamak. Toplayınca ne oluyor, başımız göğe mi eriyor demeyin. Oyun işte, kazanınca kimse size madalya vermiyor; ama kafanızdaki karmaşık düşüncelerden kısa bir süre için olsa bile uzaklaşıyorsunuz.

Evet...Bundan binlerce sene once yasamış olan ve amacı sadece kotülere karşı dünyayı korumak olan Kata ve onu kendi gezegenine tutsak ederek üzerinde yaşam bulunan yedi gezegeni ele geçirmeye çalışan, ruhunu ve bedenini şeytana sunmuş şeyhil...Amacımız önce bulunduğumuz mahzenlerden kurtulup, Fasel gezegeninden kaçmanın yolunu bulmak. Ve tabii daha sonrada şeyhil'in kafasındakileri gerçeklestirmesine engel olacak büyüleri oğrenip....Neyse gerisini ful versiyonda görürsünüz http://www.chipotek.com/yazilim.html. Oyun abisi oyun :))

Bazı anlar vardır. Aslında kolay olmasına rağmen nasıl yapıldığını bilemediğimiz küçük bir ayrıtı, zamanımızın çoğunu çalar bizden. http://www.sorunne.net/ kısayolunda bilgisayarla ilgili teknik konulara ağırlık verilmiş ve bir çok sorun, kısa ve öz açıklamalarla sorun olmaktan çıkartılmış.

Akın

Yukarı

 Damak tadınıza uygun kahveler


SplitCam v3.0 [326K] 2k/XP FREE
http://www.splitcamera.com/setup.exe
Webcam kullanıcıları bilirler. Bir programda görüntüyü kullanırken gene görüntü kullanan bir başka programı açmaya olanak yoktur. Hata mesajı alırsınız. Bu program sanal bir video yakalama sürücüsü ekliyor sisteme. Programı çalıştırıp ana görüntüyü bu programla yakalıyorsunuz. Daha sonra görüntü kaynağını kullanan programları teker teker çalıştırıp sürücüsünü de bu yeni sanal sürücüye ayarlıyorsunuz. Volaaa! Hepsi gayet güzel çalışıyor. DirectX 9.0 ve üstü gerekiyor. Görüntü ve multimedya çılgınlarına şiddetle tavsiye olunur.

Yukarı

http://kmarsiv.com/sayilar/20040618.asp
ISSN: 1303-8923
18 Haziran 2004 - ©2002/04-kmarsiv.com
istanbullife.com
Kahve Molası MS Internet Explorer 4.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri