|
|
|
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 3 Sayı: 532 |
24 Haziran 2004 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Karpuzu yarın keseriz artık!.. |
Merhaba,
Bu gece oturduğum koltuğa bir türlü veda edemediğim için dükkanı epeyce geç açtım. Daha doğrusu geçerken uğradım gibi oldu. Hemen anladığınız gibi karpuza kalamayacağım. Ama giderken size bir magazin haberi vereyim. Aslında bir gece önce saat 3 sularında televizyonda izledim ama baktım dün gazetelerde göremedim. Yani diyorum belki siz de kaçırmışsınızdır. Efendim hani bir oynak oğlan vardı, Attila Taş. Kendisi yeni bir albümle tekrar ortaya çıktı. Amma asıl haber o değil. Cem Yılmaz'ın hacizli filmi GORA varya, kodluyorum; G-iresun, O-rdu, R-ize, A-dana. İşte o filmin sinopsisi yani hikayesi Taş'a aitmiş. Cem'le de mahkemeliklermiş. Çocuğa seni de oynatırız diye söz vermişler ama nafile. O da kızmış şimdi ortaya çıkmış. Amaninnn yoksa bu da danışıklı dövüş olmasın? Olur mu olur. Yakında vizyona girecekte hani ondan şeyettiydim. Burası Türkiye, hergünümüz bayram nasılsa!.. Allahaısmarladık... Gelen giden yok...
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
Café Azur : Suna Keleşoğlu |
Sabaha daha var... korkuyu göm.
Ya geceden bize kalan uzun bir yolsa...
-İyi geceler bayım.
-İyi geceler bayan.
-3 Euro
-Buyrun.
-İyi yolculuklar.
-Teşekkürler.
Sabaha daha var. Gece kendini yeniliyor. Önce serin bir rüzgara sonra da yağmura gebe.
Saçları özensizce tutturulmuş kadın, küçücük mekanda önündeki kahveyi yudumlarken küçülen gözleri ile gelen arabalara bakıyor.
Yaşam seçimlermiş. Kendi seçtiklerimizi mi yoksa seçilmiş olanı mı yaşadık?
Soğumaya başlayan kahvesi her yudumda daha bir acılaşırken saate bakmak istiyor. Saatler sonra ilk defa evine kaçta döneceğini düşünmeye başlıyor.
Siyah spor bir araba durdu. İki kişiler. İçindeki kadın çok güzel. Sürücü olan adam biraz yaşlıca. Adam bileti uzatırken kadın dikiz aynasında rujunu kontrol ediyor. Her ikisinin de geceden alacağı bitmemiş daha.
Güne daha var...
Otoyoldaki bu para ödeme gişesinde çalışmaya başlayalı çok olmamıştı. Gece işlerine alışmıştı oysa. Ama bu başka türlüydü. Saatlerce aynı mekanda hareketsiz durması gerekiyordu. Gündüzü daha çok kazanmak için. Yağmur şiddetlendi.
Adı Patricia. Yaşı yok. Var aslında ama zaman çalmış. Daha farkında değil. Önceleri eve sarhoş gelmeye başlayan aşkı tüketti yaşını. Biri otistik iki oğlana bakmak zorunda. Başlarda gündüz işlerini denedi. Kasiyerlik, garsonluk derken hasta küçük oğlan daha çok ilgi ister oldu. Gideceğini bilseydi sevdiği adamın, kırkından sonra doğurur muydu? Seçme şansı olmuş muydu? Yaşamı mı?
Sabaha az bir gece vakti kalmış. Gün ağaracak. Ağırlaşan ise hava. Yağan yağmur otoyolun ışıklarında tam bir oyuncu. Şimdi sahnede yağmurun dansı.
Arkası tıkabasa dolu bu eski model arabadan kendisine merhaba diyecek yüzü tahmin etmeye başladı.
Yağmuru kovmaya çalışan araba sileceği eski zamanların tozlarını temizleyememiş. Taşıdığı yükten çökecek gibi duran arabanın yaşama ne çok ağırlığı binmiş. Yetmişlerindeki gözlüklü sahibi ve yanındaki köpeği yağmura yenilmeden hala yoldalar.
-İyi geceler genç bayan.
Hala genç miyim?
-İyi geceler bayım. Ne güzel bir köpek. Adı ne?
-Adı yok. Borcum ne kadar?
-Uzunca bir süredir yoldasınız demek, 13 Euro.
-Artık her gün zam geliyor bu yollara. Buyrun.
-Para üstünüz, iyi yolculuklar bayım.
Köpeğin havlaması gecenin içinde yankılanıyor. Gittiklerinde geride bıraktıkları yağmurun sessizliği...
Sahi sessiz yağmurlar cama vurdukça iç sesimiz olurlar mı?
Gündüz olmayacak sanki. Çocuk daha çok küçük. Gittiği okulda özel eğitim alıyor ama onun bana ihtiyacı var deyip gece çalışmaya karar verir Patricia. Büyük oğlan geceleri küçüğün yorganını örtme vazifesini alacak kadar büyümüştür. Biri 14 biri 4 yaşında iki oğlan. Sarhoş gelseydi eve çocukların başında dursaydı diye düşündü. Kocaman bir tır yanaşıyordu. Yabancı plakalı tır ıslak zeminde acı seslerle durabildi. Küçücük cam gişenin içinde iyice küçüldü. Gece korkuttu ilk defa Patricia'yı. Korkmak. Aynada yüzünü görebilmeyi isterdi. Yaşı olmadan korkmayı seçmek yüzünde. Hayatın kendisinden değil, çekip gitmelerinden korkar olmuştu. Kendi gidişinin korkusu geldi gece sahnesine. Arkada iki oğlan...
Yağmur sel oldu.
Tır şöförü Patricia'nın dilinde merhaba derken şarkı söylüyor gibiydi. Ya O'nun dilinde merhaba hangi şarkıya eşdeğerdi.
Sabaha az kaldı. Yağmur en belirgin gece yolcusu.
Hala ışıldayan otoyolda şimdi uzaktan gelen araçların sesleri daha bir artıyor.
Birazdan oğlanlar uyanacak. Gitmeseydi bu saatlerde gelirdi eve.
Korkuyu göm.
Patricia'nın burnuna taze kahve kokuları gelmeye başladı. Belli belirsiz aydınlıkta iş arkadaşı Michael'ın yüzünü seçiyordu. Elinde iki plastik kahve bardağı Patricia'nın saatlerdir içinde durduğu gişeye doğru geliyordu.
Nöbet değişimi. Şimdi sıcak kahve zamanı. Birazdan hava iyice aydınlanır.
Yağmur ise dinmez bugün...
SunA.K. Grasse
sunak@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Kahvecigillerden : Celal Kılıç |
BABA
Baba: sözlüklerde çeşitli pozisyonlara atfen hep stepne anlamlarıyla
birlikte tanımlanagelmiştir. hatta öz anlamından uzaklaşmaya yüz
tutmuştur kimi zamanlarda.
Babanın belki oğluyla ilk sürtüşmesine de örnektir Habil/Kabil
mücadelesi. Ama orada da tarihçilerin ve ilahi kitapların ittifak
ettikleri konudur babanın adaletin timsali olduğu noktasında.
Zihnime karşı, sıkı bir eleminasyon'la görevlendirdim süzgeç işlevini
eda edecek olan duyumu, -ki en doğru fotoğrafı karelemem gerekiyordu-
anlamına binaen zamanın.
Şairin yolun yarısı diye belirlediği zamanlara denk geliyordu o
dönem, (adam adına), adamın oğlunu ölüm çukurundan kurtarmak için
zahmetine şehadet ettiğinde züriyetsiz bakkalın. Ve bölgenin tüm
ahalisi de hayran kalıyordu adama.
İhtimal tek oğlu olması sebep değildi bu civanmert davranışa yelken
açması için. Yani oğluna karşı yapması gerekeni yapıyordu, ve
lezzetin zirvelerinde dolaşıyordu o esnada adam.
Yine şairin yolun yarısını tespit etmesinden bir kaç yıl sonra ruhunu
teslim etmesiyle denkti o adamında vedası oğluna...
Ve hanımına ve tek bekçilerini zor bela kurtardığı dört kız çoçuğuna.
Ama vedaya birlikte koştukları arkadaşının babası tarafından
red'di-diyar edilmesi ilginç bir açıyla yaklaşmak gerektiğini deklare
ediyordu cenaze alayına.
...
Ve sonra aynalı kapının çaprazında babasıyla ilgili dert yanmaya
başlayan çocuğun sızısına taraf olmaya dönük hislerim de ele
veriyordu beni babanın tarafını tutma noktasında. Çünkü üç beş gün
sonra kıyasıya eleştirdiği babasının kahramane bir tavrından ötürü
yüzünde baharlar açan çocuğun önceki hüznü mü sonraki sevinci mi
haklıydı diye korkuya kapılmak hata değildi elbette. Belki çocukla
beraber düşüncemde çelişkiyi iliklerine kadar yudumlamıştı fırsatını
bulunca hasbel-kader.
Babanın yegane anlamı; şefkatiyle değil de, belki disipliniyle öne
çıkar ,oğula karşı.
Kızlarını, şefkat abidesi anneye emanet ederek.
Neslin emanetini omuzlamak öyle sıradan bir devir-teslim'den ziyade;
ciddi bir rehavetten arınmayı, yaşamın sancılarına karşı ahlakla
kuşanmayı, değerleri gelecek nesile aktarmayı, soyun fihristini
belleğe kazımayı, kuralları despotluktan arındırıp, gerekli ve
yararlı oldukları için uygulamaya koymayı, anlamayı da zaruret
addeder oğula.
Ve akranlarının sefalarına dalmadan, kör hislerinin isteklerine
kanmadan, ("bir gençlik hevesidir, ama gelip geçecek işte"
diyerek kendine) ondan beklenen sorumluluğun ve ağır yükün altında
ancak ezilmeden başarabilir bu görevi.
Yük ağır, hammal asi, talih zebun...
Zor bir virajdır,
Sarp bir yokuştur,
Oğul adına.
Ve belki ondandır, ötelere göçtükleri zaman dedeler, tatlı bir
gözyaşıyla birlikte daha bir anılır olurlar babalar tarafından. Ve
daha bir kutsiyet yüklenir olmadıklar zaman hayatta onlara.
İşte onun için, babalar oğulları tarafından bir türlü
anlaşılamamaktan hiç şikayet etmeyerek, ve oğullarının görevlerini
nisyan edip babalarına karşı isyanlarına aldırış etmeyerek, dere
tepe yürür misali misyonlarını ifa etmeye çalışırlar, ve sessiz bir
tonlamayla "baba olduğunda ancak beni anlayacaksın ey cahil
oğul" diye seslenirler istikbal'lerine.
.....
Sokakta yürürken bana "sen kaybedeceksin ki, bende o zaman
kazanacağım, onun için normaldir bu yaptığın" diyerek kapıyı
açmaya gidiyorduk onunla.
Ve daha sonra oğluna vermişti bu görevini. Para vermekten ve
çilingirciye gitmekten yorulan zikrim, oğlundan bir yolunu bulup
öğrenmek istemişti bu maharetli para kazanma işini. Ancak, amaç
kazanmaktan evvel kaybetmeyi egellemekti kendi hanemde. Ve ondan
sonra bir kaç defa anahtarı kaybetmeme rağmen gitmedim o çilingirciye
oğlunun sayesinde.
Ama gitmesende yine mevzular kulağına bir yerlerden dökülüyor işte.
Mahallenin bakkalı bana "çilingirci, oğlunu öldürdü"
dediğinde yalnızca bana kapıyı açmanın detayını öğrettiği için rahmet
okumadım çocuğuna. Bir parça yakınlaştığım her kelam ortağıma karşı
duyduğum sızıyı da beraberinde hissettim sadece.
...
Ve bir kutlu gecede, beraber paylaştığımız mekanda, söz sultanı anne
baba hakkından bahsettiğinde, yine o çilingirci babayı da bir metre
önümde farkettim.
Cezaevinden erken salmışlardı adamı. Kimbilir belki de kanun bile,
baba-oğul arasına girmeye cesaret edemiyordu.
Ve hala gözlükleriyle beraber, sakalları biraz daha uzamış o adam,
minberin dibinde hıçkırarak ağlamakla meşguldu.
O kör duyguları bile ona yaşatacak bir oğulun yokluğunda.
Hatip o anda "Anne babanız; çok iyi geçindiğiniz bir
hanımınızdan, ya da çok iyi kazandığınız bir işinizden ayrılmayı
sizden istese, kesinlikle onları kırmayınız, onları incitmeyen bir
formülü arayınız" dediğinde ağlamamak elbette taşlara bile zor
geliyordu.
Zira olay zannedilende de fazla bir ciddiyet arzediyordu.
Ben hatırlıyorum ki,vefasızlığıma karşı yanıyordum, bir kere daha
babamın deruni buuduna duyarsız kalmama içerliyordum.
Ama o;
Pişmanlığına mı yanıyordu, yoksa eve beş dakika daha geç gelse oğul
katili yaftasını giymeyeceğine mi.
Belki kaderin ona bu rolü biçmesine tevekkül ediyor ama evlat
acısının yanında bir de evlat katili yaftasının omuzlarını çökertmesi
adamı ağlatıyordu, ağartıyordu, dağlıyordu.
Zira müsebbip hanımıydı rivayetlere binaen, ama fail o idi.
Ve belki oğluna karşı cansiperane o kuyuyla boğuşan baba o esnada
berzahtan haberi almıştı bir kaç yıl sonra dünyevi iştigaline son
verileceği hükmüyle.
Çocuk; babasının bir Marka'da çalışmasıyla övünüyor ve asla o aynalı
kapıdaki halini hatırlamamak için hafzalasını reset'e zorluyordu.
Babamın rutin aramalarının bugünde gerçekleştiği zannıyla telefonu
açtığımda hesaplamadığım bir ses girdi arama babamla.
Yandım bir kere daha hislerime tercüman edemediğim dilimin sürçmesine
sürekli babama karşı.
Ama hala dualarımın baş müdavimi yapmamla teselli oldum.
Yaşa ve oğluna ab-ı hayat ver ömrünün her zerresinde...
Yine o, bu duygularımdan habersiz açacak telefonu ve ben hiçbir şey
olmamış gibi havadan sudan konuşacağım;
En yüce (yaşayan) atam'la.
Var olmama sebep adamla..
Babam'la...
Celal Kılıç
Yukarı
|
|
Kahvecigillerden: Ayfer Arman UNUTULMAZ YAŞ GÜNÜ |
|
Araba, son iki saattir ormanlık alanda ilerliyordu. Alaca karanlıkta çakan şimşekler yolu aydınlatırken; rüzgarın etkisiyle sallanan agaçlar, tuhaf gölgeler oluşturuyordu her yanda. Canan sıkıntıyla söylendi:
-Daha çok var mı?
Cem gözünü yoldan ayırmaksızın cevapladı o'nu..
-Az kaldı sayılır. Neredeyse geldik.
Sıkıntıyla arkasına yaslandı canan. Nazlı neredeyse yola çıktıklarından beri arka koltukta uyukluyordu. Bir sigara yakıp Cem'e döndü.
-Suat neden bizimle gelmedi anlamadım.
-O sonradan gelecek canım. Hafta sonu için birlikte tuttuk evi. Nasılsa yolu biliyor.
-Evet ama bizle gelseydi keşke.
-Toplantısı uzamış, söyledi ya telefonda. Ne yapsın?
-Ne yaş günü ama güya unutulmaz bir yaş günü yaşamak istemiştim. Ömrümüz yolda geçti!.
-Canım, tüm gece ve yarın bizim.. Doyasıya kutlayacağız inan.
-Tamam..
Yagmur gittikçe şiddetleniyordu. Şimşekler ardı ardına çakıyor, rüzgar agaçları sökmek ister gibi sallıyordu. Dört arkadaş Canan'ın dogum gününü degişik bir biçimde kutlamak istemiş, ormandaki bu eski av köşkünü kiralamışlardı. Suat ve cem birkaç gün önce gelip bu evi tutmuş ve gerekli hazırlıkları yapmışlardı. Özel bir doğum günü olmasını istediklerinden; diğer arkadaşlarına haber vermeden yola çıkmaya karar vermişlerdi. Son anda Suat'ın toplantısı uzayınca, Canan ve Cem yanlarına Nazlı'yı da alıp yola çıkmışlardı. Araba patika bir yola sapıp, sarsıntılarla ilerlemeye devam ederken, nazlı gözlerini açıp sordu:
-Daha gelmedik mi?
-Yolun sonunda varmış olacagız Nazlı.. Neredeyse geldik.
Nazlı ve Cem konuşurken, Canan dikkatle yolu izliyordu. Az sonra yol büyük ve eski bir yapının önünde son buldu. Dışarıdan bakıldığında, yıllar önce terkedilmiş hissini veren bu yapı Canan'ın ürpermesine neden oldu. Cem'e
dönerek:
-Geldik ha sonunda.
-Evet canım.
Nazlı neşeyle konuştu.
-Nihayet!.. Hadi inelim.
Arabadan indiler. Cem bagajdan bavulları alırken, kızlar koşarak kapının üzerindeki saçağın altına sığındılar.Az sonra içeride, oldukça büyük bir salondaydılar. Canan seslendi.
-Cem... Elektrik yok mu burada?
-Yok.. Mumları yakın.
Her biri çakmakları yardımıyla ilerleyip, buldukları mumları yaktılar. "Çok soğuk" dedi Nazlı. Cem gülerek:
-Şimdi şömineyi yakarım merak etme, geldiğimizde hazır bırakmıştık.
Yirmi dakika kadar sonra yanan şöminenin karşısında oturuyorlardı. Anlatmaya başladı Cem:
-Yatak odaları yukarıda, Suat geldiğinde yukarıya çıkıp odaları seçer yerleşiriz. Biz Suat'la geldiğimizde gerekli alıverişi de yaptığımızdan, mutfakta iki günlük yiyecek ve bolca içeceğimiz mevcut.
Nazlı atıldı.
-İyi ama nerede yemek yapacagız, ocak var mı burada?
-Mutfakta kuzine bir soba var. Üzerinde yemek pişirip, fırınından da faydalanabiliriz.
Güldü nazlı.
-Dogal bir ortamda yaşayacagız desenize... Ne güzel.
Cem'in gözü o an Canan'a ilişti. Canan bir şey duymak ister gibi dikkatle etrafı dinliyordu.
-Ne oldu canım?
-Bir ses duydum sanki Cem.
-Sana öyle gelmiştir canım.
Tam o anda yukarıda, düşen bir şeyin çıkarttığı tok bir ses duyuldu. Nazlı endişeyle sordu.
-Neydi bu?
-Korkmayın kızlar, cam falan açık kalmıştır. Rüzgar bir şeyleri devirmiştir yukarıda. Tamamen güvendeyiz burada. Kızlar dikkat kesilip dinlemeye başladılar, hiç ses yoktu. Cem ayağa fırladı.
-Hadi bakalım, suat gelene kadar boş mu duracagız?... Kim bira içiyor?
Canan ve Nazlı aynı anda bağrıştılar.
-Ben..Ben.. Ben..
"Tamam" deyip oda kapısına yöneldi Cem. Daha kapıya varmamıştı ki, yukarıda telaşla koşan bir kaç ayak sesi duyuldu. Kızlar korkuyla bakıştılar, Canan neredeyse bağırarak.
-Ne oluyor Cem?
-Bilmiyorum canım.. Ama merak etme şimdi çıkıp bakarım.
Nazlı ve Canan birlikte itiraz ettiler.
-Bizi yalnız bırakma, gitme Cem.
Cem güldü.
-Saçmalamayın kızlar, korkacak bir şey yok hemen dönerim.
Kızlar daha cevap vermeye fırsat dahi bulamadan Cem odadan çıkmıştı.
Sessizce evi dinlemeye başladılar, Cem'in ayak sesleri önce yavaşladı sonra duyulmaz oldu. Neredeyse nefes bile almadan, dikkat kesilmiş bir ses duymaya çalışıyorlardı. Birkaç dakika öylece kaldılar sonra Nazlı ayağa kalktı.
-Böyle bekleyecek miyiz burada? Dayanamıyorum!..
-Yapma Nazlı yalvarırım otur.
Tam o anda bir çıglık duyuldu ve odanın dışında bir şey merdivenlerden yuvarlandı. Canan bir çığlık atıp bağırmaya başladı.
-Allah'ım ne oluyor? Cem!... Cem!...
Hiç ses yoktu. Nazlı Canan'ın şaşkın bakışları altında yerinden fırladı bagırarak odadan çıktı. Canan olduğu yerde neredeyse donmuş kalakaldı.
Nazlı'nın sokak kapısını açtıgını duydu, kapı kapandı. Bir dakika geçmemişti ki bahçeden korkunç bir çığlık sesi duyuldu. Canan bir kaç saniye ne yapacagını bilmez halde durdu, sonra yerinden fırlayıp eline ne geçerse kapının arkasına yığmaya başladı. Sonra geri çekilip beklemeye başladı. Az sonra kapıya yaklaşan ayak seslerini duydu ve birileri kapıyı zorlamaya başladı. Canan'ın nefes alışları sıklaşmış, kalp atışları neredeyse dışarıdan duyulur hale gelmişti korkuyla haykırdı.
-Kimsiniz? ... İMDATTTTTTTT...
Kapı dışardan gelen dirence daha fazla dayanamayıp, yavaş yavaş açılmaya başladı.Canan bir çığlık atıp elleriyle yüzünü kaparken aynı anda oda kapısının büyük bir gürültüyle açıldığını duydu...
--SÜPRİZZZZZZZZZZZZZZZZ....
-İYİKİ DOGDUN CANANNNNNN....
Canan sendeledi, şaşkınlıkla ellerini yüzünden çekti. Kapı eşiğinde Cem, Nazlı ve Suat arkalarında diğer arkadaşları gülerek ona bakıyorlardı.
Ayfer Arman
Yukarı
|
Kahveci : Oğuzkan Bölükbaşı |
bir adamın hikayesi
-Bu akşam kafaları çekelim mi, sorusuyla başladı konuşmaya,
-Niye sen pek içmiyordun?
-Anlatacaklarım var ??
-Olur, nereye gidelim
-Salaş bir yer olsun
Merak etmeye başlamıştım, Kemal yıllardır arkadaşımdı, hayata kendi doğruları ile bakan ve doğrularına göre hayatı yaşayan, tutarlı bir insandı. İçki içerek bir konuyu anlatma isteğine hiç rastlamamıştım, söylemek istediği bir şey varsa lafı dolandırmadan söylerdi. Çocukları ve karısı ile mutlu bir aile tablosu çiziyorlardı.
Akşam Ankara'nın balıkçı lokantalarından birinde bir araya geldik. Lokanta tıka basa doluydu, ekonomik kriz içki tüketimini artırmıştı.Yıllardır gittiğimiz bir yer olduğundan garsonlar kısa sürede köşede bir masa buldular bize.
-Ne içeceksiniz abi?
Bu emektar Mustafa idi,bildiği halde biraz muhabbet ve Fenerbahçe konuşmak için aynı soruyu sorardı.
-Bu Fener bizi öldürecek Mustafa
-Sen korkma abi bu yıl da şampiyonuz
-Sen bize bir ufak aç, biraz da meze getir önden kavun, peynir, karides falan
-Tamam abi, güzel levrek var ayırtayım mı
-Boş ver levreği biz barbun yeriz, di mi Kemal?
-Bana fark etmez
Mustafa servis için ayrıldığında Kemal ikinci sigarasını yakıyordu
-Hayrola neyin var
-Nasıl söyleyecem bilemiyorum, birisi ile de bölüşmem lazım senden başkası ile de konuşamam bu konuyu
-Sağlık sorunu mu
-Yok be oğlum
-Kemal
-Ne var
-Sen aşık mısın
-Nereden anladın
-Bizim yaşımızda sağlık sorunun yoksa gönül sorunun vardır
-Öyle gibi bir şey
-Fahriye?mi
-Evet nasıl anladın
-Biz bu dünyada kıç gezdirmedik oğlum, o gün anlamıştım
-???????????.
-Onun tepkisi ne
-Olumlu
-Ne zamandır
-İki yıl oldu
-Neeeeee
-İki yıl
Mustafa rakıyı getirdi bardaklara koydu, yanında kavun, peynir, karides güveç
-Buz ver biraz Mustafa
-Hemen abi
Buzlar tepeleme bardaklara kondu, Mustafa diğer müşterilere bakmak için ayrıldı
-Şerefine Kemal,işin zor galiba
-Hem de nasıl
-İki senedir süren ilişki ne durumda şimdi
-Fahriye karından boşan diye bastırıyor
-Fahriye bekar mı
-Evet
-Sen ne düşünüyorsun
-Oğlanlar okuyor, karım dünyanın en fedakar insanı, ne Fahriye?den vazgeçebiliyorum, ne de karımdan
-Al bir kaya nereye dayarsan daya, batmışsın sen yavrum, çek bir yudum daha
-Battım ki ne battım,senden akıl alacam,ya da ne bileyim belki beni boğan baskılardan kurtulmak deşarj olmak isteyeceğim
-Ben akıl verirsem sapıtırsın
-Yok ya sen akıllı adamsın, bana bir çıkış yolu gösterirsin
-Yolu insanın kendisi bulur ben ancak söylerim
-Söyle bir şeyler
-Sen ne yapmayı düşünüyorsun
-Beni tanırsın, hayatımda kimseyi yarı yolda bırakmadım, çocuklarıma örnek bir baba olmaya karıma iyi bir eş olmaya çalıştım bunu da becerdiğimi sanıyorum. Karım çok fedakar, benim yaptığım her şeyi destekleyen biri
-Klasik anlamda olaya baktığında, kime söylesen?sen manyak mısın, bela mı arıyorsun?der,ama monotonlaşmış bir hayatın sonbahar başlangıcında yakaladığın bu heyecana da saygı duymak lazım galiba
-Haklısın hayat monoton gelmeye başladı, yalnızca kendimi düşündüğümde şeytan bas git Fahriye ile yaşa diyor, çevre ve sorumluluklarımı düşündüğümde olduğum yerde kalıyorum,çok mutsuzum bilemezsin
Bir sigara yaktım, sessizlik başladı ben de düşünmeye başladım,arkadaşıma ne diyebilirdim, başkalarının hayatı üzerinde konuşmak kolay diye düşündüm, ama Kemal için kolay konuşamıyordum doğru olması gereken bir şeyler söylemeliydim.En doğrusu biraz empati yapmaktı,ben olsam ne yapardım.Dayım rahmetli , bir kadını sevip yengemi boşamaya kalkınca ne çok tepki göstermiştik,ne çok ayıplamıştık, yaşım yirmi idi o zamanlar,daha sonra o tepkilerin ne kadar anlamsız olduğunu düşünmüştüm.Dayım üçüncü karısı ile evli iken rahmetli oldu, bütün karıları yaşıyor, o genç yaşta uçtu gitti, ama mutluydu.Aşk hissediliyorsa ve karşılığı varsa yaşanmalıydı galiba. ?aşk varsa suç yoktur.?
-Niye daldın
Kemal?in sorusu ile irkildim
-Hiiç dayım rahmetli geldi aklıma,onu düşünürken dalmışım
-Eeee
-Kemal niye tercih yapamıyorsun
-Dedim ya karımı yarı yolda bırakamam
-Ne yapacaksın
-İkisine de durumu anlatıp herkesin mutlu olacağı bir dünya oluşturacağım
-Hass??
-Niye
-Yani ikisi ile birlikte bir hayat kuracaksın,hangi kadın bunu kabul eder
-Kabul etmezlerse ben ve onlar yani herkes mutsuz olacak
-Peki hiç çıtlattın mı
-Biraz
-Tepki nasıl
-Daha pek anlaşılır değil, karım olay hiç yokmuş gibi davranıyor, Fahriye olmaz diyor
Mustafa barbunları masaya koyarken ikinci kadehimi doldurmaya başladım, içimden geçenleri analiz edemiyordum, bana olmaz gibi geliyordu Kemal'in istediği ama yine de insanların ne yapacağı belli olmazdı.Karısı böyle bir beraberlikte onurunun kırılacağını düşünecekti mutlaka, Fahriye evliliksiz bir ilk beraberlik için aynı duyguları taşıyor olmalıydı. Kafam karışmadı dersem yalan olur.
-Sen andropozda olmayasın
-Yok be oğlum
-Bence aşk diyorsan Fahriye?ye karşı duyduğuna git onunla hayatını sürdür, ben aksini düşünemiyorum, karın sana böyle bir teklifle gelse ne dersin
-Olur mu lan öyle bu erkeklere mahsus bir durum
-Saçmalama Kemal sen cahil misin
-Niye oğlum,bu yaştan sonra karım kiminle yapabilir
-O belli olmaz
-Sen böyle bir durumla karşılaşsan ne yaparsın
-Gereğini yaparım, karıma ben aşık oldum ve bu aşkı yaşamak istiyorum derim
-Sonra
-Sonrası bu
-Peki sosyal hayatın, şimdiye kadarki düzenin, alışkanlıkların, onları nasıl bırakacan
-Eğer tercih yapamayacak kadar korkak isen böyle bir haltı yemezsin
-Bekara karı boşaması kolay, başına gelsin de gör
-Bak Kemalcim tercih yapmak zorundasın, insanlar bencildir ama burada insanların onurları da var onlarla oynayarak bencillik pek hoş değil
-Ben kimsenin onuru ile oynamıyorum
-Peki bu ne,ben iki kadınlı hayat yaşamak istiyorum bana uyun ,kim karı veya kocasını başkası ile bölüşmek ister
-Ama mutsuz olacaklar ben mutsuz olunca
-Merak etme, sensiz bir hayatın yaşanılamayacağını zannetme, yaşamak alışmaktır.
-Doğru söylüyorsun, herkes her şeye alışıyor, peki ben ne yapacağım
-Karar vereceksin, tercih yapacaksın,ya karın ya Fahriye
-Sen ne yapardın
-Benim yapacağımla senin bir ilgin olamaz ki ben benim, sen sensin, başlangıçta aynı olan bir şey yok ama sordun bir kez daha söyleyim ben yapılması gerekeni yapardım, tercihimi yapar,hayatımı o tercih doğrultusunda yaşardım
-Peki neyi tercih ederdin, aşkı mı, statünü mü
-Yaşamak istediğimi tercih ederdim, neyi yaşamak istiyorsam onu
-Yine politikacı gibi konuştun cevap vermeden çok şey söyledin
-Yanılıyorsun çok güzel ve net bir cevap verdim, sen ne yapacağına karar veremediğin için, anlamaktan kaçıyorsun, senin hayatını ve tercihlerini ben yönetemem.Şu andaki durumun iyi değil,çok bencilce ve kurnazca,çok karılı köy ağası gibi yaşamayı istemek pek uygun değil.
-Öyle değil ama
-Nasıl peki,beyimiz aşkı ve karısı ile ortak yaşayacak ve bu çok eşlilik olmayacak,yani adamın okumuşu iki kadınla yaşarken iyi,köydeki yaşarken kötü,ben bunu anlamam.
-Ooffffffffff
-Of mof yok bana sordun ben böyle düşünüyorum,zaten aşık oldum diyorsan bunun bir manası olmalı,bir farklılığı olmalı,düşün Fahriye evli olsaydı hem kocası ile kalıp hem de sana aşığım deseydi ve kocası ile konuşup senin ona yapacağın teklifi o sana yapsaydı kabul eder miydin
-Olur mu lan öyle
-Sen isteyince nasıl oluyor
-Ben erkeğim
-Onun kocası yumuşak mı olacaktı
-Kafamı karıştırma , zaten çıkmazdayım
-Kafan karışacak tabi, karışmamış olsa beni çağırıp bunları konuşmazdın.
Ankara meyhaneleri gece saat 11.00 den sonra yavaş, yavaş boşalmaya başlar,memur kentidir Ankara'm benim,efkarları bile saatlidir insanlarının.Kemal öyle duruyordu yanan sigarasına bakıp. Ne çok insanın derdini dinleyip onlara yardımcı olmaya çalıştığımı hatırladım,ve ben kimseye bir şey anlatmadığımı kendi hakkımda.
-Eee Kemalcim,napcen
-Aynı şekilde devam edecem,oluruna bırakacağım
-Bu korkakların lafıdır Kemal ve dahi bencillerin,idare-I maslahatçıların,en kolay sığınmalardasın, iyi baba sığınmasındasın Fahriye?ye gidemezken, çocuklarına hayat verip onlara en büyük ödülü verdiğini düşünmüyorsun, ve hatta okutup bugünlere getirdiğini düşünmüyorsun, cesaretsizliğini onları bahane ederek örtüyor,Fahriye'ye yazık ediyorsun.
-N'oldu birden niye sinirlendin
-Sözümü kesme,Karını bırakamaz gibi davranıp iyi eş havasına sığınıp onu küçümsüyor,sanki sensiz bir şey yapamaz sanıyorsun, ona ayıp ediyorsun. Hep kolayındasın işin, adeta bir kadın karakterinde, sağlamcı, risk almaz, anaç tavuk gibi kollarını çocukları üzerine gererken, kendi hayatını yok eden kadınlar gibisin, seveceksen insan gibi sev sevemeyeceksen bu haltı yeme.
Bazı kadınlar vardır napalım bir kere oldu kader deyip sevgisiz bir ömrü sığındıkları bahaneler arkasında yaşarlar,o bahaneler kendi hayatlarını yaparken kendileri için bir hayatın feda edildiğini anlamazlar bile.Sen herkesi feda ediyorsun
-Gecenin sonuna gelirken iyi konuştun,ama senin çocuğun yok bazı şeyleri..
-Hadi siktir, anlamam di mi,niye anlamayım,insanın oluşumunun ne olduğunu bilmiyor muyum,şefkat,ana,baba
ne demek bilmiyor muyum,her derdini açan dayar önüme bu lafı bu laf dahi sizin bir yerlere sığınma iç güdünüz,o zaman benimle tartışmayın bana derdinizi açmayın
-Kızma öyle demek istemedim
-Ne demek istersen iste ama yalnızca ne yapmak istediğini bil bizim yaşımızda eşek kalmadı bile o nedenle eşek kadar adam olduk diyemiyorum, işte hayat , yaşadığımızın yarısını yaşar mıyız bilmiyorum,karasızlıklar,kuşkular, endişelerle yaşanacak meçhul bir gelecek korkuları taşıma,kararlı ol,tercihini yap hayatını devam ettir.
Kemal masadan kalkarken,kafası iyice karışmış bir vaziyette idi,sigara paketini cebine koyarken
-Haklısın galiba,ben bir korkak ve bencilim,dedi
Sokağa çıktığımızda serin bir Ankara sonbahar gecesi bize merhaba diyordu.
Oğuzkan Bölükbaşı
Yukarı
|
|
Tahayyül Ötesi : Müge Akyol Derya'ya... |
|
Koşuyorum, aşıyorum yolları...
Zaman zaman yutuyorum,
tozlu patikaların o gri kumlarını.
Başımı kaldırıyorum ki bir arpa boyu yol almışım.
Hepsi bu muydu ? diyorum.
Sendelediğimde yanına düştüğüm, cılız ama yaşamın ruhunu yansıtan,
yeşilin her tonunu,
nispet yaparcasına,
gri taşların,
kimsenin girmeye cesaret edemediği,
tehlikeli alanında,
göstermeye çalışan çiçek...
Feyz mi istiyorsun ?
Alsana işte feyz diyorum...
Dağın sonundaki derya ya koşuyorum,
Çıtkırıldım çiçeği gibi mücadelemi vererek,
hem de hayatın renklerini es geçmeden
yaşamak istiyorum...
Müge Akyol
Yukarı
|
Fotoğraf : Recep Pehlivanlar
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 4.169 kahveciye doğru yola çıkmıştır.
Yukarı
|
Dön Diye
Sen dön diye,
Binip gelmen için,
Yelkeniler bıraktım engin denizlere,
Her nefesim rüzgarındı,
Döktüğüm göz yaşlarım dalga.
Sen dön diye,
Kanatlarına binmen için,
Uçurtmalar uçurdum uçsuz bucaksız gökyüzüne,
Her koşuşum çırpınışındı,
Bakışlarım masmavi sema.
Sen dön diye,
Mektuplar bıraktım posta kutularına,
Sana olan hasretim adresin,
Yapıştırılmış pullar resmindi,
Dökülmüş kelimeler pranga.
Sen döndün diye,
Bende kalman için,
Kuşlar uçurdum yüreğimden uzak ufuklara,
Gittikleri uzaklar sana olan özlemimdi,
Döndükleri mesafe hasretinle yarattığım dünya.
Gülümse'nin Dilinden : Gülcan Talay
Yukarı
|
Sanatçı: Jurij Kosabukin
Yukarı
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan Yamağı : Ayşe Nur Gedik |
Arada bir kaçıversem buralardan. Her gördüğümü resmedebilsem ve sizlerle paylaşabilsem. Arada bir sadece gözlerimi kapatıp uzaklaşabilsem, kaygılarımdan. Tek başıma gibi sakin, sevdiklerimin arasında gibi mutlu ve sadece güzel resimlere bakar gibi huzurlu. Sevgili Uğur Akbulut http://www.aradabir.com kısayolundaki web sayfasını hazırlarken bunları mı düşündü bilemem ama bana gerçekten böyle hissettirdi.
...NLP’ nin bir özelliği de durumlara göre uyarlanabilir olmasıdır. Eğer belirli bir yöntem kısa sürede sonuç vermiyorsa, amaçladığınız şeyi elde edene kadar, özel durum veya sorununuzla ilgili düşünme ve davranma biçimlerinizde değişiklik yapma olanağını sunar. Birkaç temel kuralı kavradığınızda bu değişiklikleri kolayca hayata geçirebilirsiniz... http://www.basariyolu.com/tr/genel.asp?durum=acik&id=793 kısayolunda NLP ile ilgili bilgilerin devamını bulabilirsiniz.
Can Yücel'in dizelerindeki gibi "Durdukça yosundan yeşil / Kulaç attıkça mavi" suların kıyısındadır, Datça ya da Reşadiye Yarımadası. Burası Ege ile Akdeniz'in coğrafi olarak birbirinden ayrıldığı yer. Ya da tam tersi; yosun yeşili, turkuvaz mavisi hareli, gümüş balıklı suların birbirine dalga dalga koştuğu, kucaklaştığı bir dünya cenneti... http://www.datca.cc/html/knidos.html Siz hiç Akdeniz ve Ege Denizi'ni aynı anda gördünüz mü. Ben gördüm.
Yılın en sıcak günlerini yaşıyoruz. Bu yaz her zamankinden daha sıcak geçiyor. Tatilde olanlar için fazla sorun değil ama bizim gibi çalışanlar için durum pek iç açıcı değil. Şu anda tatilde olanlara iyi tatiller dilerken çalışmak durumunda olanlara sabır diliyorum. Tabi, ekonomik durum nedeniyle hem tatile gidemeyip, hem de çalışacak bir işi olmayanlar içinse durum çok daha kötü... Diyor http://www.fotografya.gen.tr/issue-10/editor.html kısayolundaki fotografya web dergisinin sevgili editörü.
Akın
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
Switch Off 2.3 [64K] 98/ME/2k/XP FREE
http://yasoft.km.ru/files/swoff23.exe
Bilgisayarı kapatıp açma, logout, dial-up hattı kesme, kitleme, uykuya yatırma gibi işlemleri tek elden hızla yapabildiğiniz bir programcık. En büyük özelliği web üzerinden çalıştırmanıza imkan sağlaması. Yani çalıştığı makinayı uzaktan web üzerinden yönetebiliyorsunuz. Minik ama becerikli bir program.
Yukarı
|
|
|