KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?

 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Kütüphane
 Kahverengi Sayfalar
 FİNCAN/SİPARİŞ
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?






Kahveci Soruyor?



KAHVERENGİ SAYFALAR



KAPI KOMŞULARIMIZ

Üç Nokta Anlam Platformu


İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı Etkinlikleri
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 3 Sayı: 535

 29 Haziran 2004 - Fincanın İçindekiler

 Editör'den : Saldırıya uğradım !..


Merhabalar,

İnanır mısınız, zirvenin ilk günü ile ilgili zırnık haberim yok. Konuyla ilgili tüm algı unsurlarım kapatıldı sanki. Ancak sabah gelecek gazetelerden biraz bilgi sahibi olacağım. O nedenle bugünlük burada atıp tutmayı doğru bulmuyorum. Ayrıca dün Bush'uma 'Kim takar seni' dedim diye başıma bir ağrı musallat oldu ki, kafamı kaldıramıyorum Allah sizi inandırsın. Yanında taşıdığı çanta güvenlik güçlerinin işi bu biliyorum. Başımı 2 gün ağrıtıp beni etkisiz hale getirmeyi planlamışlardır mutlaka. Bugünlük pes ediyorum. Gidip dördüncü aspirinimi içip yatıp uyuyayım izin verirseniz. İletişim hatlarımı bozan kaynakları bertaraf edebilirsem yarın biraz dedikodu yaparız umudundayım. Şimdilik hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

 PASTORAL EFEMER : Zeki Yıldırım


ZAMAN AKIP GEÇERKEN

Bir kurul toplantısında, karar oluşmasında söz sahibi bir yetkilimiz, yurt dışı görevlendirmelerle ilgili çalışma raporlarını sade ve itina ile seçilmiş düzgün cümlelerle açıkladıktan sonra ve önerilerini sıralıyordu. Önerilerde bir paragraf dikkatimi çekmişti. Yetkilimiz yurt dışı bilgi ve görgüyü artırma amaçlı görevlendirmelerde 40 yaşın bir üst sınır olmasını teklif ediyordu. Gerekçesi son derece anlamlıydı ve çok özel bir hedefe yönelikti. İsteniyordu ki gençlerimize yol açılsın, geleceği kuracak yeni beyinlere fırsat verilsin isteniyordu. Son derece doğru bir tespitti ve desteklenmeliydi. Söz aldım: - Çalışmanızı ve uzak hedefli bakışınızı takdirle karşılıyor ve destekliyorum. Ancak yaklaşık 15 yıl önce aynı kurul, yurt dışı görevlendirmelerde öngörülecek esaslar uzun tartışmalar sonunda kabul edilmişti. Kararda "Yurt dışı bilgi ve görgüyü artırma amaçlı görevlendirmelerde temel koşul doktorayı tamamlamış ve dil sorununu çözmüş olmaktır" deniliyordu. Bunun anlamı 35 yaşın üstünde olmakla eşti. Gerekçesi de akademik ve bilimsel olarak belirli bir mesafe kat etmiş insanların yurt dışına yetkinleşmiş olarak çıkmalarının daha yararlı olacağıydı. O yıllarda ben asistandım ve o karardan sonra bir çok hocamız en az bir defa üçer, altışar ya da daha fazla sürelerle yurt dışına görevli olarak çıktılar. Ben ve benim gibi olanlar, kariyerimiz ve belli bir birikimimiz olmadığından sus pus yerimizde oturmuş, yurt dışına çıkacağımız günlerin bize de geleceği umudunu en güzel hayallerimiz içine yerleştirmiştik. Kısacası yolun başında olan bizlerin hiç biri bu hakkı kullanarak yurt dışına çıkamamıştı. Oysa şimdi kurulumuza sunulan bu hazırlık çalışmasının önerileriyle o gün bu hakkını kullanmamış ancak bu gün kariyer ve yaş olarak bu hakkı yakalamış bizlerin mağduriyeti ortaya çıkmaktadır" dediğimde kuruldaki arkadaşların çoğu gülmüş "Hocam yaş kaç" diyenlerden "Hocayı mağdur etmeyelim" diyenlere kadar çok değişik cevaplar ortaya çıkmış ve nihai kararda yaş sınırlaması ortadan kalkmıştı.

Evet, zaman akıp geçerken ülkemizde gençlere eğilme konusunda ciddi yönelmeler söz konusu. Bunu bu ülkenin geleceğine kendini adamış bir bilim adamı olarak yürekten destekliyor, bir utku olarak kabul ediyorum. Ancak yüreğimin bir köşesindeki buruk birkaç yaşanmışlığı da yazmadan geçemeyeceğim.

60'lı yıllardı, ilkokuldaydım, babam küçük memurdu. Anadolu'nun taşra ilçelerinden birindeydik. Yaz tatilinde mühendis olan bir akrabamız bizi ziyarete gelmişti. Babamlar o zamanlarda en çok el üstünde tutulan meslekteki akrabamızın tatilini hoşça geçirmesini sağlamak için seferber olmuşlardı. Her yemek neredeyse o günkü yediklerimizin yanında bir ziyafet özelliği taşıyordu. Ancak bu ziyafet gibi yemekler öncelikle misafirimizi ve büyüklerimize, kalanlarda biz çocuklara sunuluyordu. O günlerde babam sade ve meyveli olmak üzere iki kasada gazoz almıştı. Akrabamız her yemekte mutlaka bir iki şişe gazoz içiyordu, tabi ki biz çocuklar için sadece görüntüleri kalıyordu. Zaman zaman harçlıklarımızdan arda kalınca ayda yılda bir içtiğimiz o olağanüstü içecek sabrımı fazlasıyla zorlamış ve dayamayarak kasadan bir tane alarak içme teşebbüsüme yol açmıştı. Ne yazık ki, daha şişenin yarısında babam tarafından enselenmiş, epey bir azar sonunda o sevincim yarım kalmıştı. Tabi ki canım babamı asla suçlamadım, o günlerde ciddi bir para olan o sevimli içeceğin parası dört çocuğunu okutmaya çalışan küçük bir memurun hangi hayallerini bir parçasıydı kim bilir. Zaten o günlerde çocukların yaşam ve aileler içindeki konumları açısından tam uygun örnekti yaşadığım. Sadece kendi ailemde değil bütün yaşamda benzer olaylara rastlanıyordu. Büyüklerin yaşamın her alanında müthiş bir belirleyiciliği vardı. Verilen her türlü ziyafetlerde çocuklar en geri plandaydı. Sinemalara ve düğün gibi sosyal eğlence yerlerine çocukların götürülmesi yasaktı, götürülmezlerdi de. (Şimdilerde sahne ve pistlerde, ciddi konuşmaların yapıldığı yetkili insanların mikrofonlarının etrafında çığlıklar atarak koşturan çocuklara hepimiz tanığızdır). Yaşamın en güzel olanakları, eğlenceleri, statüleri, yiyecekleri büyükler içindi. Küçükler bu koşullara uydurulurdu. Çocukların çocuk olma gibi bir bahaneleri yoktu.

Yıllar geçti bizler yetişkin olduk, anne baba olduk. Daha ilk günden çocuğumuz yaşamımızın önceliği oldu. Uyku başta olmak üzere bir çok yaşam düzenimiz o minicik canlı üzerine endekslendi. O büyümeye, ailemiz içindeki yeri de artmaya başladı. Alışverişlerde sepetin önemli bir kısmı ona alınan yiyeceklerle doluyordu. Anne baba olarak çok az ve hesaplı tükettiğimiz besinler onun için bir ölçüt taşımıyordu. En güzelini o giyiyor, en sağlıklısını, tazesini ve pahalısını o yiyordu. Tabi ki yıllar içinde gelişen ve değişen bu davranış biçimine sahip olan tek kişi biz değildik. Hatta biraz taşralı ve gelenekçi bir ailenin oğlu olarak, çocuğumu bu iki eğilimin ortasında yetiştirdiğim daha doğrudur. Bir düşünelim; Pazar günü kırkın üstünde bir baba ve 15 yaşında zıpır gibi çocukları var, aksilik ya kahvaltı için ekmek gerekli. Şimdi iki yüz metre ilerdeki markete gidip ekmek almak görevi kime aittir ? Bu soru yıllar önce sorulmazdı bile. Şimdilerde cevap açık "Tabi ki baba". Büyüklerin çocukların karşısında büyük olma gibi asla bir bahaneleri kalmamıştır. Çocuklar içinse, onlar birinci derecede öneme haiz canlılardı ve her türlü bahaneleri geçerlidir.

İşte yüreğimin bir köşesindeki buruk birkaç yaşanmışlık. Tabi ki çocuklarımız geleceğimiz ama her şeyimiz değil, biz gibi onlarda yaşamın bir parçasıdır. Ben ve benim gibi yaşamışlar için dünde haksızlığa uğradık serzenişinden öte, çocuklarımız yarınlarımıza en iyi şekilde hazırlamalıyızın endişesi bulunmaktadır. Bu anlamda bizler dün de bu gün de kaybetmiş bir nesiliz. Zaman asla geri çevrilemeyecek bir boyuttur. "Dünün ikinci sınıf statüsündeki bizler bu gün çocuklarımızı gerektiği gibi yetiştirmeliyiz" olmalıdır peki ne yapmalıyız sorusunun yanıtı. Yoksa yaşam onlara ne olduklarını öğrettiğinde zaman çoktan geçmiş olmaktadır. Tıpkı bizim için zamanın geçtiği gibi.

Zeki Yıldırım
zekiyildirim@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Gülümse'nin Dilinden : Gülcan Talay


Kahvecistan Milleti

Bir varmış, bir yokmuş... Kahve içen çok, çay içen yokmuş. Yüksek mi yüksek dağların ardında sevgi yumağı ile yoğrulmuş, kahvenin anavatanı olan Kahvecistan adında küçük bir ülke varmış.

Ülkenin başında despot mu despot, astığı astık, çaldığım düdük bir padişah varmış. Oysa; dışı gaddar görünen padişahın pamuktan mı pamuktan bir kalbi varmış. Bu yüzden Pamuk Padişah olmuş... Sadece çevre ülkelerin ileri gelen adamlarına karşı gaddar bilinirmiş. Halkı padişahlarını çok severlermiş. Sürekli çalışır, kahve üretir, bol bol kahve içerlermiş. Zamanla padişah ve halkının birbirlerine olan bağlılıkları komşu milletlere de tesir etmiş. Harita üzerinde topraklarını genişletemeseler de, büyük yürekleriyle geniş gönül toprakları fethetmişler. Kahvecistan' ın namı yedi düvele yayılmış. Akın akın yeni insanlar gelmeye başlamış. İlk gelişlerinde konuksever kervansaraylarında konaklamışlar, lezzetli kahvelerinden içmişler. Kahvecistan!ın güzelliğini fark edebilen, aynı yüreğe sahip insanlar bu sıcak halktan olmaya karar vermişler.

Padişahın en büyük yardımcısı Büdü adındaki baş veziriymiş. Eli kolu olur, her işini halledermiş. Tek kusuru cariyelere olan düşkünlüğü imiş. Saray hareminde birbirinden güzel cariyeler varmış. Bu haremin başında ters mi ters bir Sultane dururmuş. Ama haremindeki cariyeleri çok sever, onlara neşe saçarmış. Haremin çoğunluğunu Asitane' den gelmiş cariyeler oluştururmuş. Hepsi kendi isteği ile gelirmiş. Öyle zorla hareme satılmazlarmış. Hatta Ters Sultane, bazı yeni gelenlere sınav bile yaparmış. Sınavı geçenler ancak hareme kabul edilirmiş.

Haremdeki cariyelerin sağlık sorunlarını gidermesi için İzmiristan' dan lokman bir cariye getirtilmiş. Lokmanlığı şurda dursun, tatlı dili ve güzelliği ile kısa sürede haremin gözdesi olmuş.. Havalı cariyelerin bir kısmı buna çok bozulmuş. Sarayın eğlence gecelerinde sazını kaptığı gibi Baş Ozan çıkarmış sahneye. Ama yüzsüzmüş. Bir gün padişahın huzuruna çıkıp "Padişahım! Bende bir eyalet istiyorum yüce gönlünüze sığınarak. Bakın ailemde genişliyor." demiş. Padişah eyaletinde sadece ozan ve müzisyenler olması koşuluyla kabul etmiş. Böylece Gamze Sultan ile Baklagiller eyaletinin başına getirilmişler. Ve baklagillerin sayısı artması için başlamışlar çalışmaya.

Donanmanın başında Captan-i Derya Paşa dümen tutarmış. Ama yan gelir yatar, ne olursa Miço'suna olurmuş. Gemilerdeki düzeni sağlamak için çabalar dururmuş. Sarayın eğlence gecelerinde Baş Ozan çalar, baş dansçıları, Kırıkdak Kıvırtık eşlik edermiş... Padişah tahtına oturur oturmaz atarmış kendini meydane. Başlarmış saatlerce gerdan kırıp, göbek atmaya. Onun gibi dans etmeye hevesli cariyeler için kurs açmış. Diğer devletler de namını duyulmuş. Defalarca sandık sandık altın geldiği halde, Kahvecistan' ı bırakıp gitmezmiş.

Sarayın birbirinden değerli, ünlü medreselerde talebelik etmiş, çeşitli memleketlerden getirilmiş değerli bilginleri varmış. Bilgileri ile Kahvecistan halkına ışık tutarlarmış. Sarayın Gezgin' i sınırlar ötesinde yol tutup, ülkesine döndüğünde gördüklerini halkı ile paylaşırmış. Birde, ülkenin Mimar-i Raskat adında baş mimarı varmış. Ama yeni kervansaraylar, konaklar yapmak yerine, vaktini hamsi yiyip, kımız içerek öldürürmüş. Üstüne üstlük; çok paragöz olduğu için, kendisine bir sual sorandan, iki akçe istermiş.

Gün gelmiş ülkenin kuruluşu şerefine eğlenceler düzenlenmiş. Yemekler yenilmiş, içkiler içilmiş. Üstüne eşsiz kahvelerinden yudumlanmış. Kırk gün kırk gece eğlenilmiş. Uzun asırlar birlikte yaşamak adına dilekler tutulmuş, adaklar adanmış.

Gökten üç okka kahve düşmüş. Biri pamuk Padişah' ın, biri Büdü Vezir' in başına denk gelmiş. Üçüncü okkayı, masalı anlatan ile Kahvecistan haklı paylaşmışlar. Şişeleyip, formülünü asırlarca saklamışlar. Zamanı gelince, neskafe ve Türk kahvesi olarak ikiye ayırmışlar.

Yazarın Notu : Belirtmediğim dostlar kırılmasın... Çünkü; ilhanım çalmış kapınızı, evde yokmuşsunuz.

Gülcan Talay

Yukarı

 Kahveci : Mesih Eroğlu


SANAL DÜNYAYI DOĞRU YORUMLAMAK

Sanal dünyanın, YALAN DÜNYA olduğu ve buradan, ne gerçek dostluk ve arkadaşlıkların ve ne de kalıcı ilişkilerin çıkmayacağı gibi yaygın bir kanaat var. Uzatmaya gerek yok...Bu düz mantıkla bakanlar meseleyi şöyle yorumlayıp ortaya koyuyorlar:

Gerçek hayatta, çevresiyle iletişim kuramayan, mahallesindeki, sokağındaki insanla, komşusuyla, hatta aynı apartmanı paylaştığı insanlarla arkadaşlık, dostluk kuramayan insanlar, sanal dünyada yalancı dostluklar, arkadaşlıklara sığınıyorlar!

Düz bir mantıkla bakıldığında bu yargı doğru gibi görünüyor. Gerçekten, benim de aynı apartmanda oturduğumuz insanlarla bile, sanal alemde olduğu kadar iletişimim ve arkadaşlığım yok! Ancak, meseleye bir de tersinden bakmayı deneyip, sıradışı ve AYKIRI(olumlu manada) bakacak olursak, benim -aynı zamanda rahatlıkla ve genişçe kanıtlayabileceğim- tam aksi bir iddiam var ve şu:

AKLI BAŞINDA OLAN VE NE İSTEDİĞİNİ TAM BİLEN BİR KADIN VE ERKEK İÇİN, SANAL ALEM, EN AZ GERÇEK DÜNYA KADAR GERÇEKTİR; HATTA, ÜSTÜN TARAFLARI OLDUĞU BİLE SÖYLENEBİLİR!

Doğrusu şu ki; burada insanları tanıma imkanına sahip olduğumuz kadar, gerçek hayatta çoğu zaman sahip olamıyoruz! Uymuyor çünkü...

Bir kere, herkesin kendine göre bir telaşı var...Siz, mahalle ve sokağınızda, apartmanınızdaki bir insana, sanal alemde olduğu gibi sorular sorup, ne düşündüğünü söylemesini isteyemezsiniz!...En basitinden tuhaf kaçar...Ancak sanal alemde bunu rahatlıkla yapabiliyorsunuz...Mesajlaştığınız bir insanla ilgili her şeyi, ne istediğini, ne istemediğini hangi meseleye nasıl baktığını, zaaflarını, fantezilerini...sorabiliyorsunuz! Gerçek hayatta bunu yapmanız mümkün değil! ( istisnaları saymıyorum, genel manzaradan söz ediyorum).

Yanlış anlaşılmasın:Ben reel hayat karşısına sanalı çıkarmıyorum... Söylediğim çok farklı bir şey...

Sanalın, reel hayat kadar reel olduğunu, hatta aklı başında olanlar için üstün tarafları bile olduğunu söylüyorum...İstisnalar her zaman olabilir ama, genel manzara benim anlattığım gibidir...Ancak, insanın zorunlu olarak tanışmak ve ilişkide bulunmak durumunda kaldığı kitleyi bundan ayırmak lazım...Yani, bizzat yeni ve farklı bir insan tanıma, onlarla bir şeyler paylaşma anlamında söylediklerimin doğru olduğuna inanıyorum...Tabii, kendimizi kandırıp polyannacılık oynamazsak...İnsan ilişkileri şu anda benim tasvir ettiğim gibi...

Sanalı YALAN DÜNYA olarak algılayanlara şunu sormak lazım: Siz, bugüne kadar, zorunlu olarak tanıştığınız insanlar dışında, sokakta, otobüste, şurada burada gördüğünüz kaç insana (kadın veya erkek) tanışma teklifinde bulundunuz, kaç kişiyle arkadaşlık/dostluk kurdunuz?

Kısacası;istisnai olarak bunu becerebilen insanlar olabilir...Ancak,bu şekildeki iletişimler son derece sınırlıdır, denilebilir...Uymaz bir kere...Neye göre ve nasıl yanaşıp teklif edeceksiniz...Huyunu, suyunu, düşüncelerini, nasıl bir insan olduğunu nereden anlayacaksınız? Ters bir tepki almayacağınızın garantisi nedir?

Elbette ki, ret cevabı alma, sanalda da ihtimal dahilinde ama, en azından, hayır, cevabı aldığınızda, reel hayattaki gibi gururunuz incinmez, yolunuz açık olsun!, dersiniz! Fakat, gerçek hayatta böyle mi? Bir de belki azar ve istiskal işitirsiniz!Yani, deyim yerindeyse, olay format meselesi...Sanalın formatı bu iş için ideal...Ancak, tekrar belirteyim, tabii ki, belli bir birikimi olan, aklı başında insanlardan sözediyorum...Karşısına çıkacak insanı tanıyacak kadar birikimi ve deneyimi olan, ne istediğini, ne istemediğini tam biler birilerinden sözediyorum...

Şu format meselesini biraz daha açmak istiyorum: Reel hayatta, herkesin kendine göre bir düzeni var...Hayatını tek başına devam ettirmek isteyenler olabilir...Mutsuz da olsa, bir başkasıyla tanışıp arkadaşlık kurmak istemeyenler olabilir... Bunu, hayatın akışı içinde tanımak imkanına ne yazık ki sahip olamıyoruz...Kimsenin alnında yazmıyor yani...Fakat, sanala giren insan, açıkça şu veya bu şekilde buna hazır olduğunu ortaya koymuş demektir...Dolayısıyla; reel hayata göre, sanaldaki insanlara yaklaşıp onlarla tanışmak, arkadaşlık kurmak daha kolaydır... Hatta, örneğin; arkadaşlık/dostluk sitelerine girip, orada bir profil oluşturup arkadaş, dost, sevgili, eş...aradığını açıkça belirten bir insana rahatlıkla mesaj atıp tanışma isteğinizi iletebilirsiniz...Fakat, reel hayatta böyle bir şey bu kadar kolay olmaz...Çünkü, insanların iç dünyalarını, burada kopan fırtınaları bilmeniz, içlerinde çeşitli fırtınalar kopan insanların, kendi hayatlarına dokunulmasını isteyip istemediklerini anlamanız mümkün olmuyor...

Ayrıca; reel hayatta karşınıza çıkacak olan veya tanışacağınız bir insan -çoğu zaman- öncelikle sizin kılık-kıyafetinize, dış görünümünüze, arabanıza, statünüze...vs. bakarak size yaklaşacak ve sizi böyle değerlendirecektir...İtiraz etmenin anlamı yok, bu böyle...Örneğin; pejmurde -ya da mütevazi- bir kıyafet ve kirli bir sakalla girdiğiniz bir toplumda, kimse sizin beyninizin içinde olanları, dünya görüşünüzü, kişiliğinizi merak etmez...Reel hayattaki tanışma istek ve taleplerinin büyük bir kısmı, sırf bu yüzden sonuçsuz kalmaktadır...(Kadın-erkek veya duygusal ilişkileri bırakın, sosyal veya ticari-kültürel hayatta bile bu böyle...) Fakat, insanlar sanal dünyada karşıdakini nötr olarak değerlendirip, onun düşüncelerini, hayata bakışını, kişiliğini...vs. beğendikten ve bunu kendi kafalarında çözdükten sonra, daha sonra karşılarına çıkan insanın soyu-sopu,fiziği, mevkii...ne olursa olsun, bunu görmüyorlar bile...Düşüncelerini tanımadan önce, aynı insanı sokakta veya bir topluluk içinde görseler, belki dönüp bakmazlar...

Burada, üzerinde durulması gereken tek önemli nokta, sanal alemde yazılan ve söylenenlerin gerçekleri ne kadar yansıttığıdır? ...İşte burada, hayat deneyimi ve birikim devreye giriyor!

Kanaatimce; sanaldan istenilen düzeyde verim alınamamasının en önemli sebebi insanların ketum oluşu sonucu, kendilerini, açık, net ve mertçe ifade edip ortaya koymamaları ve bunu belirtmemeleridir...

Bir de, gerçek hayatta hiçbir karşılığı olmayan şeyler peşinde koşan veya bunu arkadaş, dost, eş... seçiminde bir ölçü olarak almaya çalışan, hatta hayatını bunun üzerine kuran bayanlar var... Örneğin; aynı burçtan olmak/olmamak...

Benim bu konudaki düşüncem şu: Bir şey, ya BİLİM-in konusudur ki, bu taktirde, doğruluğu kesin olarak kanıtlanabilir ve laboratuarda test edilebilir olmalıdır... Ya da DİN-in (ve inancın) konusudur ki, bu taktirde de kutsal metinlerde, hiçbir yoruma yer bırakmayacak bir açıklıkta ve kesinlikte yer almalıdır... Bu açıdan bakıldığında, burçların (ve bununla bağlantılı olan tüm şeylerin) bu her iki referansta da bir yeri yok...(Bu her iki referansı temsil iddiasında olan kimi insanların, bu söylediklerime aykırı olan ve bu tür şeylere prim veren düşünceleri ise kaale alınmaz...Çünkü, onların kişisel düşünceleridir...) Dolayısıyla; burç olayına sadece bir eğlence ve -belki- folklor olarak bakmak gerektiği kanısındayım...

Sanal hakkındaki en yanlış, tehlikeli ve şık olmayan düşünce, öyle ise, burada işin ne? anlamına gelebilecek yorumlardır... Bu düşünceyi tehlikeli buluyorum... Çünkü, bu ve benzeri düşüncelerin -eski tabirle- mefhum-u muhalifi şudur:Sanala, aklı başında, toplumsal problemlerle ilgilenen, bunlar için projeler üreten, insanlara yardım etmeyi seven, organik bağı olan insanlar için kendini feda edebilen....vs. düzeyli insanlar girmez! Peki, biri kalkıp, bu tür yorum yapana şunu sorsa ne olur ve bunun ucu nereye dayanır: Ne yani, buraya hep kalitesiz, bir işe yaramayan, insanlar mı giriyor?...Peki sizin yeriniz neresi?

Bu, kabul edileceği gibi hiç şık bir soru olmaz....

Kendi adıma, sanala girdiğim -yaklaşık- 1 yıllık zaman içinde -sanala ilk girişteki düşüncelerimi de aşan- olumlu bir dünya ile karşılaştım...En az reel hayattaki kadar içten, özverili, dürüst, kendisiyle barışık, iyi niyetli...insanlar tanıdım...İçlerinde, doktor, mühendis, avukat, öğretim üyesi, müzisyen...vs. her sınıftan insan vardı...Ülke olarak; Almanya, Kanada, Kosova, Bulgaristan, Avusturya, Hollanda...dan bile arkadaşlarım oldu...

Tekrar, sanal alemin gerçek hayat karşısındaki konumuna dönecek olursak, aklı başında olan ve ne istediğini ne istemediğini tam olarak bilen ve bunu açıkça ve net olarak ifade eden birisi için, sanal alemin gerçek hayattan hiçbir farkı yoktur;hatta, yukarıda kısaca değindiğim üstünlükleri bile vardır...Yani sanal alemden, en az gerçek dünyadaki kadar gerçek bir dost ve arkadaş da bulunabilir; gönlünün sultanı da...

Son olarak temas etmek istediğim bir nokta ile yazımı bitiriyorum: Reel hayatta -muhtemelen- buradaki bazı yazarların yazdığı bir ortamda düşüncelerimi insanlara ulaştırmam hiç de kolay olmazdı ama, buradaki tek ölçü, yazının, sitenin temel kurallarına aykırı olmamasıdır sadece... Bu da hiç de az bir kazanım sayılmaz...

Ve son söz: Keşke sanal dünya ile 10 yıl önce tanışmış olsaydım!

Mesih Eroğlu

Yukarı

 Güller ve Dikenler : Hülya Ateş


HAYATINIZDA Kİ İNSANLARI KAHRAMANLAŞTIRMAYIN...!

Yine daldım geceye bu kez çıkması belki daha kolay olacak çünkü beni şimdi yaşanmak için bir hayat bekliyor.... Bir hikayem var paylaşacağım ama önce soruyorum size; hiç karanlık bir gecede, balkonunuzda oturup, saçlarınız ılık bir rüzgardan darmadağın olurken(tıpkı yüreğiniz gibi) tüm yaşadıklarınızı, nedenleriyle, sonuçlarıyla, kendi kendinizi sorguladınız mı? Ben mi, ben çok sorguladım, bazen beynimdeki açık oturumun hızına kendim bile yetişemedim öğle bir an oldu ki hiç bir şeyi ben yönetemez hale geldim,benden habersiz harekete geçti tüm uzuvlarım,sonra bin bir soruyla karşı karşıya kaldım ve ilk defa beynimdeki soru işaretlerinin cevaplarını buldum ve gözümün önüne karanlıkların içinde hayal meyal bir yazı takıldı "hayatımda ki insanları neden kahramanlaştırıyorum..?".

Aslında bu kahraman,benim ve tüm insanların içinde bir yerlerde mi yaşıyordu? Belki doğru olan buydu,uzun zamandır kanayan bu yaranın kaynağını bulunca onu sarmak belki şimdi daha kolay olacak,eğer kan kaybından hala ölmediysem tabii. Evet, ben varsam bu dünya vardı, ben yoksam zaten dünya denilen bir şeyde olamazdı usumda...

Şimdi yaşanmışlıkları düşünüyorum geçmişe dair, anıları hatırlamak acı verirdi bir zamanlar, oysa geçmişi unutmanın, onun izlerini kaybetmenin insana daha çok acı vereceğini söyleselerdi inanmazdım. Benim de bir kahramanım vardı içimde bir zamanlar, çocukluğunun tüm temiz duygularıyla bir ruh yaratırsın beyninde sonra zamanla tüm hayallerini, ümitlerini ona yüklersin ve bir an gelir yıllardır biriktirdiğin her şeyi bir kalıp yapıp bir varlığa giydirirsin, bir süre hiçbir şekilde o kalıptan başka bir şey göremezsin, gün gelir yaptığın kalıp kahramanına uymaz, belki ağır, belki de büyük gelir ve o hareket ettikçe, kalıp çatlamaya başlar ve çatlakların arasından korkunç bir şey çıkar, dehşete düşersin, gördüklerine, duyduklarına bir süre daha inanmazsın sonra bir gün anlarsın ki, karşındaki varlığa tüm rengini, parlaklığını, saflığını veren senin kalbindir o kalp kırılınca işte kalıpta çatlamaya başlamıştır....

Dedim ya bir hikayem var size, meğer bende yıllardır kendi yarattığım kahramanın izini takip etmişim,oysa benim kahramanım zaten içimde bir yerlerde beni bekliyormuş. Şimdi anlıyorum ki bir masal gibi başlamıştı her şey.Sen beyaz atınla bir Burak gibi bin bir hışımla geçmiştin yüreğimden.Beni karanlıklardan aydınlığa çıkaracak bir er gibiydi gelişin,hiç bırakmamak uğruna tutmuştum ellerini,hiç ayrılmamak umuduyla sarılmıştım sıkıca sana ve ömrüm boyunca başka bir göz değmesin diye gözlerime,öyle sıkı zincirlerle kilitlemiştim beynime gözlerini,gözlerin güneş misali yakarken kalbimi,bende içmek istemiştim varlığının,yanımda oluşlarının o büyük zehrini, bilemezdim ki o zehrin bir gün damarlarıma karışıp,tüm varlığımı sarıp beni günden güne eriteceğini bilemezdim ki....Hani beyaz atınla beni bambaşka bir diyara götürecektin, temiz olan, güzel olan ne varsa bir bir toplayıp, bir buket gibi onlardan başıma taç yapacaktın? Hani seninle semahaneye kadar el ele göz göze,gönül gönüle hiç ayrılmadan,huzurla yürüyecektik. Hakkın o güzel yolunda, bırak dağları denizleri bile hiçe sayacaktık ve engellere karşı tek beden savaşacaktık, beni en küçük taş parçasında,belki de en çok yanımda oluşuna ihtiyacım olduğunda,bir de kanatlarımı kırarak, savunmasız bırakacağını bilemezdim ki.. Şimdi bir 'ah' desem sebebini bile anlayamazsın ki,içimde ki sevginin her şeyden üstün olduğunu bilemezsin ki... Tüm biriktirdiklerimi sana adamıştım oysa umutlarımı, hayallerimi sana emanet etmiştim, inanırdım çünkü, bilirdim güven ellerindeydi, sevgi gözlerinde ve mutluluk dudaklarının arasından çıkacak iki kelimede...Ama her şeyin gönülde başlayıp orda bittiğini bilemezdim ki, senin emanete böyle sahip çıkacağını söyleselerdi,inanmazdım ki ...Bir umuttu senin varlığın ama sen hiç bilmezdin, bir bebek masumiyetiyle dokunurdum saçlarına, sen temizin, güzelin, iyinin hala olabileceğine dair hayata verdiğim belki son şanstın çünkü koca bir yürek taşıdığını sanırdım, hani biraz canımı acıtsan ağlardın, ağlamama dahi dayanamazdın, seni sevmekten yorulmazdım, çünkü bilirdim sen doymazdın, bir gün 'kahramanım' dediğim insanın "sevgin bana büyük geldi ufaklık" diyeceğini bilemezdim ki, sende bunu bana hiç hissettirmezdin ki..

Şimdi dön desem bile sen mi gelirsin yoksa bir yabancı mı döner yeşil bakışlarıyla? Bir burakla gelmiştin bir zamanlar döneceksen bir burakla dön bana,kim bilir belki onu da yitirmişsindir o temiz kalbinin yanında, benim için onsuz bir 'hiç' olduğunu bilemezdim ki, sana bunu hiç söylemedim ki, işin kolayına kaçıp senin uğruna ölmediğimi sadece uğruna ölünebilecek biri için yaşadığımı sana anlatamadım ki....

Kalıbında ki çatlakları, yıllardır örtmek uğruna nasıl çaba harcadığımı, nasıl yorulduğumu ve şimdi o çatlakların kapatılamayacak kadar büyüdüğünü söylesem bile anlayamazsın ki....

Seni kahramanlaştıran sadece ve sadece ben olduğumu artık kabullenemezsin ki.....

"Yaşamınıza giren insanları kahramanlaştırmayın, binalar yanar, insanlar ölür ama gerçek aşk ölümsüzdür .."

Hülya Ateş

Yukarı

Şahin Gültepe

 ARAF : Şahin Gültepe


   KÂBUS!..

- Az önce, sıra dışı bir bilim-kurgu filmini izlerken, akşam yediğimiz yemek aklıma geldi... Sahi, nasıl bir yemekti o; patlıcan ve biberler neden o kadar değişik renkteydiler? Hiçbir tat alamadım. Ayrıca, yemekten sonra yediğimiz meyvelerin hâli neydi öyle? Elma ve portakallar neden böyle nohut tanesi büyüklüğündeler? Ne zamandan beri ilaç kapsülleri gibi tabletlerde satılıyor bunlar. Sakın yanlışlıkla manav yerine eczaneye gitmiş olmayasın?

- Hayır canım, ne alâkası var. Üstelik bunlar daha doyurucu, zamanını hiç almıyor. Sabah, kibrit kutusu büyüklüğündeki bir karışımı yedin mi; yumurta, zeytin, peynir, bal, süt ihtiyacın karşılanıyor. Öğle yemeğinde ise; zeytin yağlı dolma ve yayla çorbası tatlarını içinde barındıran bir "milenyum menü" yiyorsun. Akşam yemeğinde ise salata ve meze aromaları veren tozları yutunca bir günlük yemek ihtiyacın karşılanmış olur, üstelik sindirim, boşaltım sorunları çekmeden... Kadınların öyle eskisi gibi mutfakta geçirecek vakitleri yok...

- Eskiden öğlen kuşağında, neredeyse bütün kanallarda uzun uzadıya yemek tarifleri veren programlara yer verilirdi. Her gün yeni bir yemek çeşidi öğrenen kadınlar ekran başından ayrılmazlardı... Ne oldu o programlara?

- Artık o tür programları pek seyreden kalmadı. Şimdi "reality show"lar var. Yaşanmış hayat hikayelerinden hareket edip olayın gerçek kahramanlarını davet ederek yapıyorlar bu tür programları. İsteyen herkes katılabiliyor. Bunun ucunda meşhur olmak da var. Geçen gün çıkan, yüzünü kese kağıdıyla kamufle eden kadın artık meşhur biri. Biraz sansasyon yarattı, herkes ondan bahseder oldu. Mutlaka keşfeden biri çıkar, onu... Canlı yayında eski kocasını görünce; saç saça, baş başa birbirlerine girdiklerini, ağza alınmayacak küfürler savurduklarını gördün; tam bir doğaçlama... Ertesi gün ne oldu; hemen keşfedildi. Bir dizi filmde başrol oynama teklifi aldı... Fena mı yaptı kadıncağız. "Acıların kadını"yken Türkiye'nin en çok konuşulan kadını haline geldi. Yoğunluktan TV programlarına bile yetişemiyor.

- Ama o kadın onur kırıcı hareketler yapıyordu bütün insanların önünde... "Canlı yayında gergin dakikalar" yaşanan programın sunucusu nasıl sahte bir tavır içindeydi, bunu nasıl anlamazsın?

- Olur mu canım. O sunucu Türkiye'nin önde gelen kadın hakları savunucularından. Yaptığı programlarla, yardımlarla halkın gönlünde taht kurmuş biri. 'Kadının sesi'ni bütün Türkiye'ye duyuran biri için nasıl böyle söyleyebilirsin...

- Bana pek öyle gelmedi. Sömürü ve magazin kokan sıradan ve son derece seviyesiz bir program, o kadar...

-Ay sen magazin programlarına da karşısın! "İnsanların psikolojik ve ahlakî yapısını olumsuz yönde etkiliyor" diye eleştirdiğin 'Öz Hiper Magazin' programı, gündeme flaş bir haberle damgasını vurdu; Türkiye'nin en önde gelen sanatçısı ile ünü sınırları aşan mankenin 'düzeyli ilişkilerini' Türk halkına ilk bu program haber verdi. Ayrılacakları zaman da bütün yayın hakları 'Öz Hiper Magazin' programının elindeymiş; yine bu şok gelişmeyi canlı yayında izleyeceğiz. Sırf bu haber yüzünden 'Araştırmacı ve Soruşturmacı Magazin Gazetecisi' ödülüne lâyık görüldü...

- Demek bir de ödül verdiler. Ne diyeyim, Allah akıl fikir versin...

- Akıl da veriyor, fikir de. Çünkü bu hafta, yine aynı program; Türkiye'nin 'öz hakiki gerçek mega star'ının özel hayatını, mutfağını, yatak odasını, geçmişteki/şimdiki/gelecekteki aşklarını, düzeyli ilişkilerini, seviyeli beraberliklerini, kademeli flörtlerini, hiçbir yerde göremeyeceğimiz cesur pozlarını ve daha birçok flaş gelişmeyi gözler önüne serecek, gizli saklı hiçbir şey kalmayacak. Her bir ayrıntı an be an görüntülenecek...

- Görüntü dedin de aklıma geldi; şu kapı üstünde ve tavanda duran aletler de neyin nesi?.. Gözlerim beni yanıltmıyorsa bu bir kamera...

- Evet, yanlış görmüyorsun, bu bir kamera. "Evlensek Nasıl Olur" yarışmasına aday aday aday adayı olduk. Lütfen kameraya bakma, hiç yokmuş gibi doğal davran, biraz "cool" ol!.. On binlerce aday arasından finallere kalırsak gerisi çorap söküğü gibi gelir; şan, şöhret, para, teklifler, daha neler neler...

- İyi de karıcığım, biz zaten evliyiz?

- Nikah tazeleriz, fena mı? Hem, Avrupa Birliğine girelim, diyen sen değil misin? Onlar bizden hep bir adım önde. Geçen uydudan "Eş Değiştirme" diye bir yarışma izledim...

- Ya ne alakası AB'ye girmeyle. Bizde de mi böyle bir yarışma olsun yani!.. Milyonlarca insanın gözü önünde evlenme mi olur? Zaten televizyonda; görücü usulü gibi eş avına çıkan, aşkları elektrik kesintilerine endeksli genç gelin ve damat adaylarını; menopoza girmiş kadınlarla yaşını almış erkeklerin tıkıldığı bir villada bayağı, işveli laflar edip "ikinci bahar"larını yaşayan, zeka ve ahlak seviyeleri yerlerde sürünen bu insanları seyretmekle kendimize yeterince işkence etmiş olmuyor muyuz?..

- Ne işkencesi... Bütün Türkiye izliyor bunu... İşkence dedin de aklıma geldi. Geçen gün CBC'de yeterince işkence görüntülerini izledim, itiraflarıyla birlikte... "Yaptıkları işi eğlenceli" bulan kadın er Lynndie England'a bir sürü film teklifi gelmiş. Neydi o "garip" cezaevinin ismi?..

- ...

- Tarık?..
- Tarık... Tarık...
- Uyanır mısın hayatım...
- Ne de çok terlemişsin... Kalk bir yüzünü yıka. İyi gelir...

- Ne... Evde kamera filan yok değil mi? Kimsenin bizi gözetlemediğinden emin misin?..

- Neden bahsediyorsun...Ne kamerası, ne gözetlemesi... Kâbus görmüş olmalısın.

- Evet, sanırım kâbus gördüm. O kadar enteresan ki, anlatsam inanmazsın...

- Hadi şimdi biraz uyumaya çalış, yarın anlatırsın...

- Neden televizyonu açıyorsun bu gece vakti?

- Son dakika bir haber var da ona bakıyorum: Caner ile Tülin sabah programlarının birinde tartışmışlar. Ardından Caner bunalıma girip kendini yaralamış... Bir şey olmuş mu diye bakıyorum...

- Olamaz!..
* * *

Yaşamsal işlevlerin zayıfladığı, çok derin ve baygın bir uykuda gibiyiz. Ne kadar gayret göstersek de bir türlü uyanamıyoruz, tepemizdeki heyulâyı bir türlü defedemiyoruz...

Bütün hepimiz, gerçek sandığımız bu hayat dokümanteri içinde bize biçilen rolleri büyük bir başarıyla oynuyoruz. Tıpkı Truman Show'daki gibi...

Gördüklerimiz sanki bir yanılsama, sanki bir hayal, sanki bir rüya, sanki bir kâbus...
Hayat bir letarjiden mi ibaret!..

Şahin Gültepe

Yukarı

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Hülya Galitekin

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.208 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 Tadımlık Şiirler


YARIN SENİN DOĞUM GÜNÜN...

Yarın senin doğum günün ...
Zaman, kağıt kesiği gibi değil mi?
İnce bir çizgiyle ayırıyor tenini.
Bir sızı hissediyorsun,
olmadık bir yerde rastlıyorsun,
ne olduğunu hatırlayamıyorsun,
acısına ağlamıyorsun...
Zaman çoktan geçmiş oluyor,
Kimseye nazlanamıyorsun.

Yarın senin doğum günün
Zaman, ağlamak gibi değil mi?
Sıcak bir göz yaşı gibi yüzünden akan.
Asla dokunup silemeyeceğim,
geri gönderemeyeceğim,
Saklamaya çalışsan da gözlerinden belli olan...

Yarın senin doğum günün...
Ve ben, ne yazık ki! yaşlanmanı seyredemeyeceğim.
" üstüne titreyerek erittiğim bu sevda için
Özür dilerim" diyemeyeceğim...

Yarın senin doğum günün...
Zaman benden de alıp götürecek, engellemeyeceğim...

Koyu bir kahve gibi olacak zaman, sabah ayıltmayan,
Akşam uyutmayan.
Senin gibi olacak, kendinden asla emin olamayan.

Yarın senin doğum günün...
Sana hiçbir zaman,
"Uyuyarak hiçbir sevda büyümez, "
bak ikimizde yaşlanıyoruz" diyemeyeceğim.
Soylu sadakat yeminleri edemeyeceğim

Yarın senin doğum günün...

Bu şiir,
Her şeye rağmen...
Sen ve ben yaşadıkça,
Soylu bir sadakat yemini gibi,
Bir kağıt kesiği gibi,
Yüzünden akan göz yaşı gibi,
Üstüne titreyerek erittiğim sevdana, tuttuğum yas gibi,
Sürüp gidecek .........

İyi ki doğdun .....

Nurgül Eryeşil

Yukarı

 Biraz Gülümseyin




Sanatçı: Thomaz Plabmann

Yukarı

 İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan
Yamağı : Ayşe Nur Gedik


İşte sizlere nasıl oluyorda oluyor diyen meraklı gözlere sağlam bir kaynakça. http://www.kameraarkasi.org/ kısayolundaki web sayfasında kamera kullanılarak yapılan her türlü çekim çalışmasında neler yapılması gerektiği, ne tür malzemeler kullanıldığı gibi konu başlıklarının tamamı bu sayfalarda. Örneğin kısa film: ...gevezelik yapmadan kısa zamanda çok şey anlatma esasına dayanır. Kısa filmler kısa süre içerisinde birçok şeyi ifade edebilen yapıtlardır...

Hep bilgi hep bilgi, nereye kadar sürer. Yeter artık diyor ve size eğlencelik bir kısayol veriyorum. http://www.miniclip.com/gamefiles0304/redbeard.swf Buradaki oyun mario isimli oyunun sulu versiyonu. Yapmanız gereken su altında 5 saniyeden fazla kalmadan, (yoksa boğulursunuz), puanları önceden tanımlanmış olan baloncukları toplamak. Toplayınca ne oluyor, başımız göğe mi eriyor demeyin. Oyun işte, kazanınca kimse size madalya vermiyor; ama kafanızdaki karmaşık düşüncelerden kısa bir süre için olsa bile uzaklaşıyorsunuz.

Evet...Bundan binlerce sene once yasamış olan ve amacı sadece kotülere karşı dünyayı korumak olan Kata ve onu kendi gezegenine tutsak ederek üzerinde yaşam bulunan yedi gezegeni ele geçirmeye çalışan, ruhunu ve bedenini şeytana sunmuş şeyhil...Amacımız önce bulunduğumuz mahzenlerden kurtulup, Fasel gezegeninden kaçmanın yolunu bulmak. Ve tabii daha sonrada şeyhil'in kafasındakileri gerçeklestirmesine engel olacak büyüleri oğrenip....Neyse gerisini ful versiyonda görürsünüz http://www.chipotek.com/yazilim.html. Oyun abisi oyun :))

Bazı anlar vardır. Aslında kolay olmasına rağmen nasıl yapıldığını bilemediğimiz küçük bir ayrıtı, zamanımızın çoğunu çalar bizden. http://www.sorunne.net/ kısayolunda bilgisayarla ilgili teknik konulara ağırlık verilmiş ve bir çok sorun, kısa ve öz açıklamalarla sorun olmaktan çıkartılmış.

Akın

Yukarı

 Damak tadınıza uygun kahveler


ObjectDock v1.02 [7M] 2k/XP FREE
http://www.stardock.com/products/objectdock/
Görev çubuğuna hareketli bir program erişim sistemi eklemeye ne dersiniz? Macintosh kullananlar bilir, yeni nesil makinalarda programlara erişim için güzel bir animasyon var. İşte onun tıpkısının aynısı. Masaüstüne hareket getirmek isteyen herkese tavsiye edilir. Bizzat tarafımdan büyük bir memnuniyetle kullanılmakta ve tüm dostlara tavsiye edilmektedir:-))

Yukarı

http://kmarsiv.com/sayilar/20040629.asp
ISSN: 1303-8923
29 Haziran 2004 - ©2002/04-kmarsiv.com
istanbullife.com
Kahve Molası MS Internet Explorer 4.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri