KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?

 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Kütüphane
 Kahverengi Sayfalar
 FİNCAN/SİPARİŞ
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?






Kahveci Soruyor?



KAHVERENGİ SAYFALAR



KAPI KOMŞULARIMIZ

Üç Nokta Anlam Platformu


İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı Etkinlikleri
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 3 Sayı: 536

 30 Haziran 2004 - Fincanın İçindekiler

 Editör'den : Bitti... en sonunda bitti... bim bam bom!..


Merhabalar,

Gözümüz aydın olsun, sayılı gün çabuk bitti, hapislik sona erdi. Onu dedik bunu dedik, sıra zirve sonrası diyeceklerimizde. Maşallah misafirperverlikte elimize kimse su dökemedi. Öyle ki kraldan çok kralcı bushttan çok Bush'cu olduk gene yetmedi. Duydum ki otelden havaalanına Bush'umu ve lazımlığını Air Force helikopteri götürmüş. Bizim çocuklara yanında eskortluk etme görevi bile verilmemiş. Böyle gölgesinden bile korkan adam Topkapı'daki gösterileri nasıl izledi acaba? Lazımlığı altındamıydı? Yoksa erişkin bezi mi tercih edilmişti? Yahu kolay mı? Ata'nın defterini bile özel getirilen kalemle imzalayan ödlek, önünde 'Allah Allah' diye nara atan mehter takımını seyretti. Kılıcın biri kazara yiğidin elinden düşüp ona doğru seyirtseydi niceydi halimiz. Temizlik için vidanjör gerekirdi alimallah. Ucuz atlattık ucuz, verilmiş sadakamız varmış.

Eeee sonuç? Sonuç, monuç yok. Üçbin tane adamı beyler gibi ağırladık, yedirdik içirdik, masrafı karşılamak için akaryakıta zam yaptık, cebimize birkaç kuruş temenni koyup gittiler. Kuzey Irak'ta düzensizliğe çare ararken ve de bunu büyük abimizden hassaten istemişken, abimizin egemenliği Irak güçlerine(?!) devrettiğini öğreniverip apışıp kaldık. Tevekkeli Bush'umuz canımız sürekli bir NATO askeri eğitimi tutturup Irak'ı NATO'yla yamamaya boşuna çalışmıyormuş. Ama sanki zamanlamada bir yanlışlık oldu. Ya da nasılsa böyle bir karar çıkmayacak bari biz de şirinlik yapalım mı dediler, kimbilir? Ben bilmem, Bush'um belki bilir.

Geçen gün 'Kim takar seni Bush.' demiş idik. Haklı olduğumuz çıktı ortaya. Fransa'lı Şrak 'Etme Bush'um, ufak atta civciler yesin.' deyiverdi. Anafikriyle 'O kadar da uzun değil başkanım Bush'um. Herkes kendi çöplüğünde ötsün. Burası bizimdir bizim kalacak. Alacağımız vereceğimiz bizim işimiz sana ne loo.' demek istedi. Sayın RTE'de konudan muzdarip olmuş olmalı ki hemen bir açıklama gereği hissedip 'Onun ki bir temennidir. Samimi arkadaşım olarak gönlünden geçeni zikretmiştir.' deyip noktayı koydu. O kadar resmin arasından şu yandaki resmi ne halt etmeye buraya koyduğumu merak edenleriniz olabilir. Pekçoğunuz anlamıştır ama birazda ben yardımcı olayım. Şimdi o resme dikkatli bakın. RTE yani Türkiye ilgi odağı, tam merkezde ama yalnız. Diğerleri ikişerli guruplar halinde sohbete dalmışlar, RTE bitse de gitsek gari havalarında. Haa bunda üstün dil yeteneğinin rolü ne kadardır bilemem ama Türk milletinin en tepesindeki 3 zatın dil fakiri olmasını pek içime sindiremiyorum doğrusu. Tarzanca ve vücut diliyle pek iyi anlaştıkları kesin. Enseye tokat, omuza kol gırla gidiyor pekte iyi anlaşıyorlar ama iş sohbete geldi mi arada üçüncü bir kafa. Iııhhh olmadı paşam olmadı.

Türban konusunda yaşanan krizi burada yineleyip gene polemik konusu yapmak istemiyorum ama gelen bir küçük haber Cumhurbaşkanı'nın hassas olduğu konuda ne kadar haklı olduğunu bir kez daha gözler önüne sermesi açısından ilginç oldu. AİHM türbanla eğitim konusunda Türk Devletini haklı buldu. Böylece bir kapı daha kapandı. Hoş RTE için bu kararın bir önemi yok. O bildiği gibi, küçük dağları ben yarattım edasıyla smokinli davetlere takım elbiseyle gidip, Bush'umun karşısında ayak ayak üstüne atmayı sürdürecektir. Hem Emine Hanım'da Mrs.Bush'u ayak atmada yenmiştir, o zaman sorun da yoktur. Gözlerinizden öperim. Ne demekse...

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

12 Yorum var. Yorum Yaz / Oku
Hasan Kaya

 Not Defteri : Hasan Kaya


   İnsan Denen Garip...

İnsan var olan canlılar içinde en garip olanıdır. Karmaşıktır. Bir biri ile çelişen bir çok özelliği bir arada taşır. Hiç bir canlı ile karşılaştırma yapamayacağımız özellikleri vardır.

En önemli özeliği her zaman kullanmasa da düşünme ve üretme yetisidir.

İnsan sadece ortaya koydukları ile garip değildir. O aynı zamanda kendisi ile ilgili düşünceleriyle de gariptir. Kendisini yerin dibine batırabileceği gibi göklere de çıkarabilir.

İnsanı yücelten sözlerin tümü yine insana aittir. İnsanı yeren, aşağılayan sözlerde öyle. Aynı şeyi eylemleri için de rahatlıkla söyleyebiliriz.

Sözün kısası ve özü: İnsan kolay anlaşılabilecek bir canlı değildir.

En gelişmiş teknolojiyi var eden odur. Ama aynı insan en olmaza inanabilendir de. Bilim teknoloji insanın marifetidir. Ama hurafeleri var eden ve inananda yine aynı insan.

Aklını sınırsız kullanıp sanatta, bilimde devasa adımları atan insan öcülerden, cinlerden perilerden de korkar.

Derdine derman için bilime sarılabileceği gibi hacıya hocaya da koşar. Muskalar, nazarlıklar takar.

Bütün tarihte yenende yenilende odur. Seven ve yaratanda insandır. Masallar üretmiş, türküler söylemiştir. Kahramanca doğayla savaşıma girmiş diz çöktürmüş ve kendi yararına dönüştürmüştür. Ama korkular büyütüp kaçan korkusuna yenilende insandır.

İyilik edende odur en katmerli zulmü yapanda. Kıskanç, haris ve kendini düşünen olduğu kadar cömert, paylaşan ve koruyup kollayandır. Adaleti bulanda, adaletsizliği yapanda insandır.

İnandığı bir şeyi kanıtlamak için yalan söyleyebileceği gibi en akla hayale sığmayan şeyleri kabul eder veya inananda odur.

İnsan denen bu garip yaratık. Kendine yalan söyleyen, kendisini kandıran tek canlıdır.

Bilmediğini bilir gibi yapar. Hem aklı ile övünür hem de on paralık yararı için aklını, yüreğini devreden çıkarabilir. Egosuna yenilir...

Kendisine kullanmadığı aklını başkasına akıl vererek kullanır. Omuz silkip gidende odur nasihatler, öğütler veren candan bezdirende.

İnsan günün sorunlarıyla baş edemediğinde tarihe sığınır. Geriye kaçan bir asker gibidir. Hem kaçar hem zafer şarkıları söyler.

Günle baş edemez, gelecekten korkar. Dünü allar pullar. Mitler yaratmayı onların eteğine tutunmayı sever insan. Onlara güvendiği kadar güvenmez kendisine. Olura olmaza inanır ama kendisine inanmak aklına gelmez.

Aydınlığı sevdiğini söyler ama karanlıkta gezende odur.

Doğanın dışında var edilmiş her şey insanın emeğinin ürünüdür. Yaşamını kolaylaştıran her şeyin mucididir o.

Hayatı daha yaşanılır kılmak için olduğu gibi zorlaştıran yaratmaların sahibidir.

İnsan kendi özelliklerini yadsıyandır. Kendisinde ki güzeli, iyiyi olduğu gibi kötüyü ve çirkini görmezden gelen başkasına/başka şeylere kolay yoldan ihale edendir. O, kendi içindeki çelişkilerin yansımalarını kendinde değil kırık aynalarda arayandır...

Kumdan kaleleri yapanda odur yıkanda.

Hasan Kaya
h.kaya@hkaya.com

Yukarı

 Kahveci : Cihangir Gülegen


öylesine

kokun ve yağmur üzre yazılmıştır.

gece. salonda uyumuşum. ışık yakmamıştım. mumlar sönmüş. karanlık.
dışarıdan bir hışırtı geliyor. belli ki yağmur yağıyor. dalları balkonumun penceresine çarpan kiraz ağacının sensiz koparmaya kıyamadığım meyveleri acaba dökülür mü ? dökülürse "sensiz yapamadıklarım" defterine bunu da mı ekleyeceğim? "sensiz yapamadiklarim" defterini iptal edip de "sensin yapamadıklarım" diye bir defter mi açsam ki?

yağmur hızlanıyor. derenin sesi coşar simdi. ya da derecik. ya da "yağmur yağınca su miktarı artan, sesi çoğalan, pencerem açıksa yağmur damlalarıyla birlikte içeri kaçan akan su parçası" her neyse işte..

hızla kalkıp pencereyi açıp yine uzandım koltuğa. sanki hızla kalkıp pencereyi açmamışım da, o hep açıkmış gibi olsun diye. hemen serin hava doldu içeri ve derenin sesi. ve ayak parmaklarıma düşen yağmur damlaları. sensizlik belki çıkar diye bekledim dışarı ama sanırım yetmedi yoğunluğu. sensizlik dışarıda daha mı çok ne ?

bir kaç gün önce bu koltukta benim uyuduğum gibi uyurken sarıldığın yastığa sinmiş kokuna sarılıyorum hala. senden koparabildiğim anlık dokunuşlar, anlık bakışların yanında bu koku ömür kadar uzun sayılır.
azaldı ama gitmedi. ve sana ait hiç bir şeyin olmadığı kadar gerçek işte. bunca zamanın sonu, hepi topu, bir yastığa sinmiş bir koku.

azalır diye korkuyordum ama giderek hızlanıyor sanki yağmur. karanlığın içinde çoğalan su sesi, ayaklarıma -sanki- batan yağmur damlaları, yokluğunun varlığı bu koku, gökyüzünde koyu gri bulutlar. bir bilimkurgu filminde esas cocuğun gerçekle sahteyi anladığı sahnedeyim sanki. ama benim gerçekle sahteyi anlamaya cesaretim yok. sahteye kanmak daha kolay kokun bu kadar burnumdayken. gerçeği alıp da koyacak yerim yokken, hem zaten böyle karanlıkken, hem zaten yağmur yağarken, su sesi içeri dolarken, "sen sen sen" çok daha kafiyeliyken..

yedibinyediyüzdoksanbeş şarkının arasından rasgele seçe seçe "gönlüm senin esirin kalbim senindir" i seçti gitti alet. ben sözde teknoloji hayatı kolaylaştırır diye aldıydım bunu. mastika vardı bir yerde, roman havası vardı, neden bu şimdi ? tüm gerçekliğiyle yüzüme vurmak için mi bu kurgusal olsun diye umduğum hasreti. "rüya falan değil, rüyalar iki yıl sürmez, yarın sabah uyanınca da bu hayata devam edeceksin" mi demek istiyor bana utanmadan parasını benim ödediğim bu mepeüççalar bozuntusu.

görünen pencerelerin hiç birinde ışık olmaması, piyanonun başına oturup da bu şarkının nasıl söylendiğini o salak alete göstermek icin yanlış bir zaman olduğunu göstermese, ben ona gösterirdim ama ... ama yağmur yağıyor. ama burnumda onun kokusu. ama uçtu uçacak açık pencereden yüreğim. ama gözlerimde bulut yüzümde yağmur. ama çıkmaz ki sesim benim sensizliğin bu saatlerinde..

şimdi artık bunlara katlanmak için gerçekten hayale kaymanın zamanı.

kapımı vuran biri mi var,
yoksa çıkıp sana gelmek için göğsümü mü zorluyor kalbim.
bulutlar mı örtüyor üstümü,
toprak mı;
ölüyor muyum,
gümüşlere mi gömülüyor düşlerim.

'sıcacık bir yağmur siner kara gecenin içine toprak somun gibi kabarır tak tak vurulur kapıma kişner kapımda kır atım dünyam gümüşler kuşanır'(a. kadir)

Cihangir Gülegen

Yukarı

 Kahveci : Yalçın Çınar


GİDENLERE MEKTUP

Astronotum kozmonotum !.. Eh artık saatlerle de saymak mümkün gidiş vaktinin gelişini, değil mi? Şu kısacık zamanda bana göre çoğunlukla güzel şeyler paylaşsak da az ama ağırlıkta çok daha zor şeyler de paylaştık. Şu an artılarını ve eksilerini ölçüp biçecek değilim. Zaten ben uzaklara gidişinle her şey bitecek diye düşünmüyorum.Belki bir mail ile de olsa ulaşılmak mümkün olur diye umut edeceğim.Olmasa ne olur?! Bilemiyorum... ama hissettiklerimi isimler gibi hemencik unutmuyorum. Seni sevebilmek farklı bir güzellikti ve sen bu güzelliği bana yaşattın, benimle paylaştın.Bunun için sevmesem de belki senin için önemlidir "Teşekkür ederim sana".Çünkü ben paylaşılan böyle bir şeyin güzelliğini teşekkür kelimesinin asla ifade edemeyeceğini düşünürüm.Seni özlediğim gerçek ama alışacağım.Hatta zaman öyle bir acayip şey ki bir süre sonra aklıma geldiğinde sen,bütün bu yaşadıklarımıza ek olarak o okuduğun,yazdığım hayat hikayemde aynı rengin tonlarında boyanmış soluk bir duygu simgesi olarak yerini de almış olacaksın !.. Ben içimde yine "bir gün" diyerek bekleyeceğim doğanın renklerini paletime koyabilecek zamanları yada biri(leri)ni !.. Şimdi seni "henüz geçmişime"kaldırmak zorunda olmak hiç güzel değil. Büsbütün tadı kaçmış bir yaz tatili gibi! Gerçi hiç de bilmem, hep şarkılarda geçen yaz aşklarını ben. Şimdi seni "erken geçmişime" kaldırmam gerekecek, rüzgardan saklayamadığım büsbütün kurudukça grileşen "HAYATIM". Aklıma ilk okul sıralarındayken o kuru renkli boyaların ne kadar pahalı olduğu geldi! Alamazdı annem de ancak işte onun 6 renkli olanlarını alabilirdik. Sonra sınıfta resim dersi başladığında kimi arkadaşlar 12 renk, kimileri 24 renkli kuru boyalarını çıkardıklarında kendinden şüphe ederdin. Adaletsiz bir yarışta bu durumda sana bırakılan sadece yüreğini yeşertebilmektir, yaşatabilmektir doğanın tüm varlıkları ve renkleri içinde. Ne farkı var ki şu andan? Şimdi sen 24 renkli boya kaleminden bir yenisini çekip çıkartıyorsun ve ben 6 renkli boya kalemlerimle asla senin resimlerin gibi resimler yapamayacağım!.. Issız bırakıp gittiğin o uzaklardan bana seninkiler gibi boya kalemleri getirir misin?..

TEŞEKKÜR EDERİM.

Yalçın Çınar

Yukarı

 Kahveci : Serhat Küçükkurt


Babam...

Bazen umutsuzluğa kapılınca, Babamın o tatlı gülümsemesi ve söyledikleri aklıma geliyor..

"Her şey zamanında" güzel derdi Babam
Her şeyin zamanını söylemez,
Bazen direttiğimde "Hayat sana zamanı geldiğinde söyler" derdi...

Ya kötü bir öğrenciyim, ya dersi sevmedim
Ya da belki o dersin öğretmeni kötüydü, bilmiyorum..
Ama aşktan sınıfta kaldım..
Kalbimde hep kırıklar var.
Çalışır geçerim diye uzun süre uğraştım,
Ama bu dersten çalışarak geçilmediğini, şansıyla geçenleri gördüğümde anlamıştım aslında.

Zamanında yürüdüm, zamanında konuştum..
Galiba zamanında ilk kez aşık oldum, veya oldum sandım..
Şimdi "Olsun, sanmak da güzeldi" diyebiliyorum..
Okulu, tam zamanında bitirdim.
Sözün özü, zamanla aramdaki ilişkide hep dürüst olmaya çalıştım..
Uyanışlar ve aldanışlar dışında onu boşa tüketmemeye özen gösterdim..

Ama artık uzun süredir aklımda olan o amansız soru, benliğimi kemirmeye başladı..
"Peki ya aşk, gerçek aşk ne zaman?"
Belki dün erkendi,
Ya da yarın geç olacak
Belki de ilk kez ne yapacağını bilememe girdabındayım
Oysa, Babam bana yalan söylemez ki..
Ama o zaman neden hayat bana bir şey söylemiyor?
Üstelik sorabileceklerim de yok artık...

Bazen umutsuzluğa kapılınca, Babamın o tatlı gülümsemesi ve söyledikleri aklıma geliyor..

Serhat Küçükkurt

Yukarı

 Misafir Kahveci : Kader Yılmaz


UZAK NERESİ?

Hayat Arkadaşım Zafer 'e

"Sen gittiğinde hiçbir şey aynı kalmayacak " dedi Erhan . Zaten ne kalmıştı ki ...
diye ekledi mırıldanarak. İç çekti.'Git bakalım ... nereye gideceksen .. sanki beynindeki sorunları burada bırakarak kurtulacaksın da , kuşlar kadar özgür olacaksın gittiğin yerde .." gülümsedi sonra .Yüzündeki gülüşte geride bıraktıkları gibi yarım ve acıydı. İçinin sızladığını hissetti . Yumruğunu sıktı bilinçsizce , bir küfür savurdu . Yavaş adımlarla yürüdü denize doğru . Uçsuz bucaksız denize baktı , olabildiğince , gözünün görebildiğince uzaklara .. Bütün hücrelerinde uzakların kokusunu duymak istiyormuş gibi ,derin ve uzun nefesler aldı .Ona ağır gelen bedenini bir çuval gibi kumların üzerine bıraktı. Deniz kenarındaki çocukların kahkahaları onu sinirlendirmekle birlikte, kalkıp gitmek için yerinden kalkacak gücü kendinde bulamadı .Sımsıcak kumlara uzandı boylu boyunca .Gözlerini yumdu.
Yan tarafında bir ses duydu.Ses :
-Unut ! dedi

İlk önce şaşırdı. Sesin onu rahatsız etmesi canını sıktı. Sese doğru dönüp bakmamaya karar verdi. Ses tekrar :
-Unut !dedi .Bütün olanları unut.
-Sende kimsin ? Niye bana karışıyorsun? Çekil git başımdan !
-Unut! Unutmalısın!
-Nereden çıktın sen?
-Unut diyorum sana. Unutmayarak acı çekiyorsun.
- Sana ne?
- Yardım etmeye çalışıyorum.
- Yardım isteyen mi oldu senden? Unutmak için sana ihtiyacım yok.
- Sen öyle sanıyorsun.
- Git ! Beni yalnız bırak!
- Birilerinin sana yardım etmesi gerekiyor.
- Ben başımın çaresine bakarım.
- Nasıl baktığın görülüyor !

Erhan, sol elini hızla havaya kaldırıp
-S....r git! dedi. "Unut"muş! Çok biliyor ! Unutmak bu kadar kolay mı? . Ya sabır ! 'Sinirlendi.
Ses:
- Unut diyorum sana!
- Bu kolay bir şey mi sanıyorsun sen ? diye bağırdı Erhan . Bu benim bütün benliğimi kemiren kabusum . Gecemi de gündüzümü de kaplayan kara bir boşluk...
Ses:
- Niye kızıyorsun? Ben yanlış bir şey söylemedim. Sadece unutmanı söyledim.
- Kes sesini. Hadi al voltanı.
- Sahi , sen neden sürekli uyuyorsun ?
- Şimdi de uykuma mı karışıyorsun?
- Yoksa uykuya mı sığınıyorsun?
- Ne demek istiyorsun sen? Daha açık konuşsana.
- Uyuyarak sorunlarından kaçabileceğini düşünüyorsun.
- Saçma !
- Saçma mı? dedi ses ve acı acı güldü. Söylediğimi bir düşün istersen...
- Sen ne biliyorsun ki; benim hakkımda böyle konuşabiliyorsun?
- Yanılıyorsun. Senin hakkında en az senin kadar bilgim var benim.
Erhan sesin cevabına şaşırdı.
- Nasıl yani ?
- Unuttun mu? Ben hep senin yanındaydım. Düşün!. Hem boş ver sen beni .
Erhan düşünceli , bitkin bir ses tonuyla
-'Çok yorgunum !Tükendim.' dedi .Sustu .' Offf!' diyerek iç geçirdi. Yüzündeki çizgiler derinleşti.
- Uyumak ,her şeyin üzerine bir tül örtmek benim için. O tülü kaldırınca bütün yaşananların kabus olmadığını anlayıp , yenildiğimi görmek istemiyorum galiba ,dedi yılgın bir şekilde.Gözlerini araladı. Masmavi gökyüzüne baktı yattığı yerden.
- Bu ise daha büyük bir acı benim için .Ve ben bununla nasıl baş edeceğimi bilmiyorum. Acımın beni boğmasından korkuyorum.!
- Korkularla savaşmak gerek. Bu da ne yazık ki ,uyuyarak değil korkularla savaşarak olur.
- Ama benim savaşacak gücüm yok ki .Ve ben savaşlardan nefret ederim. Savaş' KAN' demektir .Kan ise' ÖLÜM'!
- Unuttuğun bir şey var .
- Neymiş o ?
- Her ölümden yeni bir canlı doğar. Doğa yasası bu!
Erhan alaylı
-Aman, aman neler de duyuyorum.?! Karşıma geçmiş gururla savaşlardan yana olduğunu söylüyorsun.
Erhan hiddetlendi:
- Sen biliyor musun o savaşlarda milyonlarca masum insan ölüyor !
- Doğru ama aynı zamanda bu güç meselesi.
- Ne demek bu şimdi?Her zaman güçlü olan kazanır mantığı da ne oluyor?O zaman güçsüz olanlar hiç yaşamasın!
- Ben böyle bir şey söylemedim.
- Peki ne dedin?
- Güçlü olmak zorundasın ,dedim.
- Fark ne?
- Güçsüz olanlar yenilmeye mahkumdur,dedi ses. Ve ne yazık ki senin bu savaşta güçsüz olmak gibi bir lüksün yok.
Erhan :
- Ya hazırlıksız yakalandıysam...?
- Bu senin hatan .
-Ne?
- Sen önlemini almalıydın.
- Bak , senin saçmalıklarını çok dinledim. Yeter artık.
- Korkuyorsun.
- Korkuyor muyum ? Ne var da ,neden korkacak mışım?
- Gerçeklerden korkuyorsun!Gerçeklere de korkularla savaşarak varılır.
- Gerçeklerden mi?dedi Erhan. Yattığı yerden doğruldu. Sese doğru döndü. Yüzü sinirden kıpkırmızıydı.
- Git işine.!Dedi .Kendini, sese vurmamak için zor tutuyordu. Git yoksa...
- Yoksa ne olacak?
Erhan ayağa kalktı. Hırsla kumlara bir tekme savurdu.
- Lanet olsun ! diye bağırdı.
- Bana ne yapacağını merak ediyorum Erhan Bey.
- Yeter ! Yeter! Yeter artık!Beni rahat bırak !dedi Erhan
Ayağa kalktı. Öfkesi hala geçmemişti. Yürümeye başladı
- Kaçıyor musun Erhan Bey?

Erhan arkasından sesin geldiğini duyunca koşmaya başladı. Ondan kaçmak , kurtulmak istiyordu. O kadar hızlı koşuyordu ki; nefes almakta zorlanıyor ama duramıyordu. Nerelerden geçtiğini , kimleri gördüğünü fark etmeden koşuyor, koşuyordu... Deli gibiydi. Aniden Erhan vücudunda büyük bir acıyla yere kapaklanıverdi. Afallamıştı. Şaşkınlık içinde ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Bir şeye çarptığını anladı. Neye çarptığını aramak için sağına soluna bakındı. Çarptığı şeyi görünce şaşkınlığı daha da arttı. Bu bir duvardı!Evet , bir duvar!Erhan;'bu duvarın burada işi ne ? ' diye düşünürken ortalığın kararmaya başladığını fark etti. 'Allah ,Allah! Akşam mı oldu? Saat iyice geç olmadan eve gitmeliyim.' Dedi. O anda önündeki duvarı hatırladı. Sağına döndü. Orada da büyük bir duvar olduğunu gördü. Erhan olanlara bir anlam veremiyordu .'Acaba ,acaba öbür tarafta da ...?!'diye korkuyla geçirdi içinden... yavaşça soluna döndü .Düşündüğü şey tam yanında duruyordu .Kocaman bir duvar daha!! ! 'Tanrım , bu nedir böyle?'dedi. Ani bir hareketle arkasına döndü. Arkasında da bir duvar vardı ' Bu korkunç bir kabus olmalı!'.Erhan olanlara bir anlam veremiyordu ,korkudan ne yapacağını şaşırmıştı. ' Buradan hemen kaçmalıyım .' diye düşündü. 'Peki nasıl kaçacağım?'Dışarıya çıkmak için duvarlara tekrar baktı, onları elleriyle yokladı. ' Yok ! yok ! Kaçış yolu yok!Buradan çıkamayacağım!' diye söyleniyordu bir yandan. Başını gökyüzüne çevirdi. ' Olamaz !' diye bağırdı Erhan. Yukarıda da bir duvar vardı. O anda her yer zifiri karanlığa gömüldü .Erhan çılgınca sağa sola koşuyor durmadan duvarlar çarpıyordu. 'Şimdi 'dedi ' o yanımda olsa... bir çıkış yolu bulurdum o zaman.' Birden adının söylendiğini duydu. Durdu , dinledi.

-Erhan ! Erhan! Bana bak. Buradayım canım!
Erhan şaşkındı.' Bu ses! Onun sesi.!'dedi heyecanla.
Erhan'ın duyduğu seste de heyecan vardı. Ağlamaklı , hüzünlü ama yumuşak, sıcacık!
Ses devam etti.
- Canım ,ben geldim!
- Sen ,sen ...ne zaman geldin? diye sordu Erhan.
- Biraz önce.
- Ama burası .. burası dört duvarla çevrili ... sen içeriye nasıl girdin?
- Öyle mi?
- Öyle değil mi? diye sordu Erhan. Kendi etrafında tekrar döndü. Ortalık hala karanlıktı. Hiç bir şey göremedi. Yürümeye çalıştı. Duvara çarptı.
. - Lanet olsun! Görmüyor musun? Her yerde duvar var!
- Erhan, sakinleşmen gerekiyor. Bak ben buradayım. Seni çok özledim.
- Seni göremiyorum. Neredesin?
- Yanında.
- Yalan söylüyorsun!diye hiddetlendi Erhan.
- Niye sana yalan söyleyeyim? Böyle konuşarak yine beni üzüyorsun...
- Bıktım senin yalanlarından!Üzüyormuş!Kim kimi üzüyor acaba?
- Sen hep böylesin zaten!
- Nasılmışım?
- Hep böyle beni yargısız infaz edersin!
- Sen de her zaman yalancıydın .
- Şimdi, sen buradan bir çıkış yolu bulamıyorsun diye suçlu ve yalancı mı oluyorum?
- Bak, buraya nasıl geldiğimin farkında değilim,dedi Erhan. Sesinde çaresizlik vardı. Devam etti:
- İşin kötü tarafı buradan nasıl çıkacağımı da bilmiyorum. Oysa ; sen kendi isteğinle geldin ve dışarıya çıkmanın yolunu da biliyorsun. Bunu bana söylemiyorsun!
- Ben buraya kendi isteğimle gelmedim.
- Gelmedin mi?
- Hayır!Sen çağırdığın için geldim.
- Ben mi?
- Buradan kurtulmak için çağırdın.
- Hayır çağırmadım!
- Evet! ilk önce kendini bu odaya hapsettin , sonra kurtulmak için beni çağırdın!
- Ben kendimi buraya hapsetmedim. Birden duvarlar etrafımı sardı. Kurtulmak için de seni çağırmadım!
- Her zaman ki gibi en zor anlarında yine bana sığınmak istedin...Çünkü kendini çaresiz ve güçsüz hissediyordun.
- Yalan söylüyorsun!Ben kendi başımın çaresine bakabilirim!
- Ben, senin değiştiğini düşünmüştüm....
- Hayır değişmedim.
- Yanılmışım.
- Evet yanılmışsın!
- Biz ikimiz ..
- Biz mi? Biz olabilmek için onca yıl nerelerdeydin ? Ben acı çekerken , dayanacak gücü kendimde bulamadığım zamanlarda nerelerdeydin? "Biz ikimiz" yok !' "Ben" var artık Ben!
- Allah kahretsin ! Neden saçmalıklarını dinliyorum? Senin zayıflığının bedelini niye ben ödüyorum ?
- Git ,dedi Erhan. Ne duruyorsun ,yine git !
- Gidiyorum!
- Git!

Yere oturdu Erhan. Uzun bir sessizlik kapladı odayı. Neden sonra ' Burada mısın?'diyebildi. Sesten cevap gelmedi.

- 'Burada mısın? Lütfen gitme! Beni yine bırakma ! Sana ihtiyacım var!'

Ses gelmedi! Erhan hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.' Gitti ! yine beni bıraktı!yine! yine!!' Duvarları hırsla tekmeliyor, yumrukluyordu. Terlemişti. Bir ara sağ elini terini silmek için alnına götürdü. Alnında bir sıcaklık duydu. Eli çok acıyordu. Sağ elini sol elinin arasına aldı. Sol eli Kan ile doldu! Büyük bir kinle duvarları tekrar tekmelemeye başladı. Aniden vurduğu yerden tok bir ses duydu ve bir ışık hüzmesi içeriye süzüldü. Ardından bir kapı yavaşça açıldı. Erhan şaşırdı. Yavaş adımlarla dışarıya çıktı. Çevresine göz gezdirdi .Gökyüzüne baktı. Ay çıkmıştı. .Bir süre öylece bir aya bir kapıya baktı. Sonra olanca gücüyle koşmaya başladı. Bir süre koştuktan sonra bir ışık gördü Kurtulmak ümidiyle o tarafa koşmaya başladı. Daha hızlı , daha hızlı....
Işığa yaklaştıkça çevresinden sarhoş adamlar geçmeye başladılar. Sarhoşlar Erhan'ı fark etmemişlerdi. Etrafı keskin bir içki kokusu sarmıştı. Yürümeye başladı.

Meyhane küçük bir yerdi. Küçüklüğüne rağmen dışını her renkten yanıp sönen lambalarla süslemişlerdi. İçeride bir kaç kırık dökük masa ve tabure vardı. Erhan içeriye girdiğinde ilk gözüne çarpan şey ,tavanın ortasında içeriyi aydınlatan tek bir lamba oldu. Ortalık ise sigara dumanından görülemeyecek kadar bulanık ve rahatsız ediciydi. İçeride hiç kimsenin olmadığını fark etti .Durdu, etrafına bakındı. Susamıştı. Masaların birinde bir sürahi ve birkaç bardak vardı. O tarafa doğru yürüdü. Sürahiyi almak için uzandığında ise:
- Vay Erhan Bey !Sonunda geldin. Bizde seni bekliyorduk.,diye bir ses duydu. Ses ince ,aynı zamanda ukala ve kendine güvenliydi.
Erhan' Kahretsin !'dedi
- Buyurun, buyurun !Sizi bu tarafa alalım!
Erhan'ın aklı karışmıştı. Dehşetten titrediğini hissetti. Sonra çaresiz masaya oturdu.
- Ne bu şimdi Erhan ? Yoksa benden hala korkuyor musun? Korkma! Sana bir şey yapmayacağım. Bu defa dost olarak geldim.
- Titriyorsun. Çay içini ısıtır. İçer misin?
Ses çayı masaya bıraktı.
Çay bardağı Erhan'ın önünde duruyordu. Erhan çay bardağına bakıyor ama içmiyordu.
- Eee , Erhan neler yaptın görüşmeyeli? Yoksa Mehmet mi demeliyim?
- Ben Mehmet değilim. Karıştırıyorsunuz herhalde...
- Yapma Mehmet!Bizi mi kandırıyorsun?
- Mehmet değil!
- Peki öyle olsun !Erhan görüşmeyeli ne yaptın?
- .......
- Niye cevap vermiyorsun?
- Çünkü hiç bir şey yapmadım.
- Biz öyle duymadık ...
- Ne duyduğunuz umurumda bile değil!
- Erhan, bak yine zıtlaşıyorsun. Oysa ben san yardım etmeye çalışıyorum.
- ......
Ses yumuşak , içten olmaya çalışarak;
- Bize yardım etmezsen bende sana yardım edemem, .
- Nasıl olacak bu ? diye sordu hırçın bir tavırla Erhan
- Sen bildiklerini öteceksin , biz de sana bir şey yapmayacağız.
- Ben bir şey bilmiyorum.
- Bak evlat! Diyen kalın , gür bir ses duydu Korku içinde sindi Erhan.
Belli belirsiz 'Aman Tanrım ! sözü döküldü dudaklarından, iyice büzüldü .O anda yok olmak istedi.
- Sabrımı zorlama... dedi ses. Kızmaya başlıyorum. Kızdığımda neler olduğunu biliyorsun!
Ses inceldi :
- Al Erhan , bir sigara yak. İyi gelir , dedi.
Erhan sigarayı aldı. Çakmağın sesi duyuldu. Yanan sigaradan bir nefes aldı.
- Erhan, böyle yaparsan biz anlaşamayız ki. Hadi beni uğraştırma.
- Ben, ne öğrenmek istediğini bilmiyorum!.
- Yapma Erhan, yapma yazık olacak. sana.
Ses kalınlaştı. Gürledi:
- Yapma mı? Bunlar ne anlar iyi niyetten? Ne anlar samimiyetten? Basacaksın yumruğu beynini dağıtacaksın ...Bak o zaman nasıl bülbül gibi şakır!
Ses inceldi. Kibar ,nazik:
- Dur bir dakika, Erhan akıllı çocuktur, onun için en iyisi nedir bilir.
- Bırak , diye gürledi ses korku saçarak, kıçına copu sokunca konuşacak nasıl olsa...
- Ben bir şey bilmiyorum! Bilmiyorum.! dedi Erhan. Omuzlarını göğsüne doğru çekti.
- Üşüyorum! diye mırıldandı.
- O zaman seni ısıtalım!diye gürledi ses. Ve o anda Erhan yüzünde yumruk acısını duydu. Oturduğu yerde sallandı. Çenesinin yamulduğunu düşündü. Çenesini tuttu. Ağzından KAN geldiğini fark etti. Eliyle ağzını sildi .Eli KAN dolmuştu. Aniden:
- Hayır! Hayır! Hayır!diye bağırarak masadan kalktı Erhan. Kapıya doğru olanca hızıyla koştu. Kapı açıktı. Dışarıya attı kendini ve koştu, koştu... Dar sokaklardan, insanlar arasından geçti. Nefesinin kesildiği bir anda durdu. Yere doğru çömeldi. Ellerini beline koydu. Bir kaç dakika öylece kaldı. Başını kaldırdığında sıra sıra evler gördü. Evlere bir sürü insan girip çıkıyordu. Kadınlarsa ya bikinili yada üstsüz salını salını, cilvelenerek geziyordu. Erhan o kalabalığın arasına kapıldı ve içeriye sürüklendi. Bir ses ;
- Ayy, civanım gelmiş ! diye onu görünce sevinçle bağırdı. Bir yandan ağzını şapırdatarak sakız çiğniyordu.
- Gel civanım, gel! Sana yaşayacağın en mutlu anlardan birini yaşatayım, dedi ses. Erhan sakız sesine sinir oldu ama sese karşıda gelemedi. Sesin gittiği yere doğru yürüdü. Bir odaya girdiler. Erhan odaya baktı .Duvarların ne renk olduğu kirden belli değildi. Odadaki eşyalar tek kişilik yatak ve bir küçük dolaptan ibaretti. Erhan ne yapacağını bilmeden öylece duruyordu.
Ses:
- Ne duruyorsun civanım ? Soyunsana.... Hayatında tatmadığın zevkleri tattırayım sana.
Erhan utangaç arkasını döndü. Soyunmaya başladı.
- Mehmet !Kaç saatten beri seni arıyorum. Nerelerdesin sen? dedi ses birden. Erhan afalladı. Ne olduğunu anlayamadan yarı çıplak kalakaldı.
- Bir tek , dedi Erhan , bir tek onlar bana ...
- Mehmet niye konuşmuyorsun?
- ....
- Boş ver şimdi! Başımız dertte! Bizimkileri yakalamışlar! Fena halde kapana sıkıştırıldık. Kaçmak için sana ihtiyacımız var.
- Bana mı?
- Evet! Şimdi sana bir adres vereceğim. Oraya bu mektubu bırakacaksın .Gerekirse saklanırsın bir süre...
Erhan mektubu aldı.
- Sonra?
- Tehlike geçince biz seni buluruz.
- Bana baksana sen; ben artık yokum dememiş miydim size?
- Ne oluyor?
- Ben artık yokum diyorum size.
- Şimdi sırası değil.
- Tam sırası.
- Biz tehlikedeyiz diyoruz. Beyefendi 'yokum' diyor!
- Bana ne siz tehlikedeyseniz! Ben tehlikedeyken siz neredeydiniz?
- Aynı şey değil.
- Bal gibi aynı şey. Ben gözaltındayken, içerdeyken siz neredeydiniz? Sırra kadem basan ben miydim?
- Bir tek sen değilsin hapse atılan, gözaltına alınan!
- Öyle mi?
- Evet! Hiç kimsede senin gibi kalleşlik etmez tamam mı?
- Kim kalleş , ben mi?
- Sen!Göz altında , hapiste binlerce kişi yiğitçe ölürken senin gibi kendi çıkarını düşünerek hareket etmez.
- Ben mi çıkarcıyım?
- Evet!
- Ben, dedi Erhan sinirden kaskatı olmuştu. Ben de işkencelerden geçtim, on iki yıl hapiste çürüdüm. Bunun bedelini kim ödeyecek?
- Bedeli sen ödedin .Çünkü sen bir döneksin!Sattın sen bizi .Pis faşistlere sattın!
- Ben kimseyi satmadım!
- Sen gözaltına alındıktan sonra örgüttekilerin hepsini içeri aldılar .Göt korkusuyla sattın!
- İşkencede bir kelime dahi söylemedim ben!
- Sen korkak bir böceksin. Şimdi de sırf kendini düşündüğün için böyle yapıyorsun!
- Siz hiç bir zaman beni düşünmediniz. Şimdi size niye yardım edeyim ?
- Senin halkına bir borcun var ve ödemedin . Bizde sana son bir şans veriyoruz.
Erhan sustu. Elinde hala mektup duruyordu. Korkudan elleri titriyordu.
Ses küçümser bir edayla:
- Sen zaten hep böyle korkaktın, böyle zavallı... Hep korkularının arkasına sığındın ve yenildin! Yenildin; çünkü korkaklar yenilmeye mahkumdur!Ne çare ki şu an sana muhtacız!
Erhan bir suçlu gibi başını önüne eğdi ve odadan çıktı. Yürümeye başladı.İçinde büyük , onu boğan bir acı vardı .Acıdan kurtulmak için koşmaya başladı. Deniz kenarına geldi. Deniz kenarında büyük büyük taşlar vardı. Erhan elindeki mektupla bir taşın üstüne oturdu. Mektuba baktı. Yüzünü tiksinti ve hırsla buruşturdu.
- Lanet olsun!Yeter artık ! YEEETEER! Rahat bırakın beni! diye bağırmaya başladı.
- Ne oluyor burada!
Ses ,öfkeden kudurmuş gibi burnundan soluyordu.

- Gece yarısı oldu siz hala konuşuyorsunuz!Lambaları kapatın yatın artık .Yoksa , elindeki sopayı göstererek, Haydar 'ı mı özlediniz?Ses bir an durdu .Ve gökyüzünde ay o anda kayboldu .Her yer karanlığa gömüldü.
Erhan oturduğu kayalığa sessizce sindi. Sesin onu görmesini istemiyordu.
- Vay Erhan Bey de buradaymış!
Erhan ',Anasını ....' dedi alçak sesle.
- Saklanıyorsun !.Saklan bakalım! Saklansan da gözüm üzerinde, unutma!
- Yeter ! Yeter! YEETEEER! diye haykırarak yattığı yerden fırladı Erhan .Sese doğru hızla koştu.
Ses ' Hey ! Neler oluyor ?' diyemeden Erhan bir yumruk salladı. Ses dengesini kaybedip yere düştü .Erhan sesin başını yakaladı. Hiddetle taşlara vurmaya başladı .Bir yandan ;
- Öldüreceğim! Seni öldüreceğim! Kurtulacağım !diyordu . Vurdu vurdu... ta ki sesten ne bir ses ne bir nefes kalana kadar ... Durdu sonra . Derin bir nefes aldı ve olduğu yere uzandı.
.........
- Erhan, yavrum neyin var ?Ne oldu?Aman Allah'ım!Erhan ! Erhan!
Erhan'ın başından kanlar akıyordu. Annesinin yüzü korkudan sapsarı kesilmişti. Erhan'ı kucağına aldı. Kanlar , annesinin mavi üzerine pembe çiçeklerle süslenmiş eteğine bulaştı. Etek bir anda kıpkırmızı oldu. Kanlar sonra halının üzerine damlamaya başladı. Annesi ağlayarak:
- Yavrum , yavrum benim! Ne oldu böyle sana ? dedi ve başını göğsüne bastırdı .Yüzü ve elleri de kana bulandı. Erhan neden sonra gözlerini açtı. İlk önce annesine, sonra yavaşça etrafa baktı. Kendi odasında olduğunu anladı .Elinde hala mektubu tutuyordu. Annesine döndü .
- Yok anne , hiç bir şey yok! Her şey şimdi yoluna girdi, her şey yolunda, dedi.
Başı acıdı. Elini başına götürdü. Başındaki kan eline bulaştı .Gülümsedi.
- Kan ölüm demekmiş , ölümse yeni bir başlangıç! Bana sarıl anne ! Beni hiç bırakma...
Annesi şefkatle :
- Güzel bebeğim benim ! dedi.

Kader Yılmaz

Yukarı

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Ferhat Unsu - Balıklı Göl

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.208 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 Tadımlık Şiirler


UYAN

Gece saat 00:40, 37 ekran Tv de;
Bir erkek, bir bayan tuhaf hareketler içinde. Tv nin sesi kısık...
Açtım.
Kanada Ulusal Balesi, Balet ve Balerini.
Müthiş bir müzik...
İzmir Devlet Konservatuarı Öğrenci Orkestrası
Four Season. Vivaldi. Hem de yaz bölümü...
Herkes uyuyor...
Bu ayda, bu sıcakta, bu uyuşuklukta
Vivaldi' yi keman virtözleri eşliğinde dinlemek
insanı serinletiyor.
Süper...
Sandalyeden kalkıyorum,
Kanatlarımı şöyle bir sallıyorum, tüylerim yerlerde...
Balkona çıkıyorum. 5. kattayım...
Gözlerim gökyüzünde... Yıldızlarda...
Uçuyorum,
Şehrin sönmeyen ışıklarında.
Aynı anda soluk aldığımızı hissediyorum.
Sana geliyorum...
Uyuyorsun...
Boncuk boncuk terlemişsin,
Kanatlarımı çırpıyorum.
Gülümsüyorsun.
Rüya görüyorsun....
Hala o tılsımlı müzik
Keman kulağımda,
Yanıbaşındayım,
Buradayım.
Sonbahar, kış olmadan
Kemancı o bölümü çalmadan
Uyan...
Rüya görmüyorum....
Görmüyorsun....

Levent BEDİR

Yukarı

 Biraz Gülümseyin




Sanatçı: Viktor Zuev

Yukarı

 İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan
Yamağı : Ayşe Nur Gedik


İş veya eleman aramak genellikle birsürü detaylarla uğraşmayı gerektirir. Oysa en güzeli ortak bir platformda buluşup, talepleri paylaşmak olacaktır. Küçük bir araştırma yapınca karşıma nev-i şahsına münhasır diyebileceğimiz sakin yapılı, detaylara boğulmamış, mesaj kaygısı taşımayan ve henüz reklamlarla bezenmemiş bir web sayfası çıktı http://www.elemanilan.com . Hatta bir adet eleman ilanı da bıraktım.

Ben, şahsen, bizzat kendim, internette herhangi bir konuda araştırma yapacağım zaman öncelikle http://www.google.com.tr web adresini kullanıyorum. Nedeni aslında çok basit. Bu arama motoru hem Türkçe hizmet verebiliyor, hem de çok yaygın. Ama bir süre sonra aynı konularda hep aynı web sayfalarının adlarını duymaya başladım. Tabi doğal olarak farklı web sitesi arayışlarım başladı. Çok değil iki arama hamlesi sonucunda ulaştığım http://www.search.com/ isimli web arama motoruna ulaştım. Bu kadar kolay ulaşabilmem çok hoşuma gitti ve kullanmaya başladım. Meğer Akın Ceylan adını kullanan başka insanlar da varmış :))) Şaka biryana aradığınız bilgilere ulaşabilmenin en kolay yollarından bir tanesi kesinlikle internet ve internette bilgi edinmek için mutlaka arama motorlarına ihtiyacınız var.

Siz pıtırak nedir bilirmisiniz? Çocukluğumda en sevdiğim şeylerden biri, bağlarda bahçelerde dolaşmaktı.Amasyada geçti çocukluğumun bir kısmı, hem de en zevkli kısmı. Bağların kenarlarında, özellikle ilgilenilmeyen kısımlarında yetişen bir ayrık otu vardır. Bu bitkinin küçük ve üzeri kanca dikenli bir meyvası vardır, pıtırak derler bu parçaya. Siz farkına varmadan paçanıza veya çorabınıza yapışır ve davetsiz misafir gibi yanınızdan ayrılmaz. Kilimlere desen olarak bile seçilmiştir. İnanmazsanız http://www.folklor.org.tr/turkish/elsanat/elsanat_dokumalar.htm kısayolunu bir inceleyin.

Akın

Yukarı

 Damak tadınıza uygun kahveler


AM-DeadLink v2.00 [780K] Win9x/2k/XP FREE
http://majorgeeks.com/download2880.html
Tarayıcımızı 'Sık Kullanılanlar' (Favorites) bölümü zamnla dolar taşar. Bu arada pekçok adreste erişilemez olmuştur. Tek tek kontrol edip temizlemek yerine bu programı çalıştırıyor ve tüm linkleri kontrol ettiriyorsunuz. Gerisi size kalmış, ister silin isterseniz turşusunu kurun:-)) Netçilere şiddetle tavsiye edilir.

Yukarı

http://kmarsiv.com/sayilar/20040630.asp
ISSN: 1303-8923
30 Haziran 2004 - ©2002/04-kmarsiv.com
istanbullife.com
Kahve Molası MS Internet Explorer 4.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri