KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?

 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Kütüphane
 Kahverengi Sayfalar
 FİNCAN/SİPARİŞ
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?






Kahveci Soruyor?



KAHVERENGİ SAYFALAR



KAPI KOMŞULARIMIZ

Üç Nokta Anlam Platformu


İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı Etkinlikleri
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 3 Sayı: 541

 7 Temmuz 2004 - Fincanın İçindekiler

 Editör'den : Yazlık KM çıkarmalıyım!..


Çatlamamak elde mi? Kanalların hepsi sözleşmiş gibi birer turistik kanal olmuşlar. Diziler sahillere taşınmış, taşınamayanlar tatile çıkmış yerlerine yazlık diziler konmuş. Bu işin TV kanadı, sokak kanadı bir başka alem. Bronz tenliler basmış ortalığı. Her yaz olduğu gibi ben gene peynir hallerimden kurtulamayacağım için kuduruyorum. Trafik nispeten azalmış, KM postaları ' Aha şu tarihten bu tarihe ben yokum anacım, önemli bişi olursa çaycı İbraama not bırakınıs.' notlarıyla dönüp duruyor. Arap kızı camdan bakıyor, Cem çatır çatır çatlıyor. Beyin yorgunluğu hiçbirşeye benzemiyor. Taş taşımıyoruz belki ama saksıdaki beyin suszluktan kuruyor. Onu arada ıslatmak suya sokup çıkarmak lazım. Yoksa erken bunama kaçınılmaz. Ha bunları diyorum da tatile mi gidiyorum, yoooo... Benimkisi ağlamak olsun işte. Allahtan Kahve Molası'nın daimi İzmir'lileri ile geçici İzmir'lileri biraraya gelmiş 24 Temmuz'da Foça'da şenlik düzenlemişler. Ayıp olmasın diye beni de çağırdılar sağolsunlar. Kısmet olursa bir kenara ilişip gençlerin tepişmesini seyredeceğim. İzmir civarında olanların aşağıdaki ilana bakmalarında yarar vardır diyorum. Sizleri aralarında görmekten çok mutlu olacaklarını bana söylediler. Ben inandım siz de inanın. Ben de bugünlük tatil hakkımı kullanayım, kısa yazıp kaçayım. Bizimkisi de züğürt tesellisi olsun izin verirseniz...

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

 Kahveci : Cihangir Gülegen


vanilya

vanilya kokusu ve sensizlik üzre yazılmıştır

- I -
düşlerimi elime alıp sevdaya fırlattım gül kokularını. yağmuru arkama alıp denize karşı durdum. rüzgara bıraktım tüm hayalkırıklarını. birkaç dal kırıldı, kediler çöp tenekelerinden fırlayıp kaçtılar, bir yerde bir kapı çarptı, bir cam kırıldı.. tazelendi ömrüm sanki bu seher, gün yeni bir bana doğdu sandım. aldandım.

yüreğimin çığlıkları dolandı durdu sokakları, görüntümden ürküp kaçtı çocuklar, kuşlar uzak uçtu, polisler ters ters baktı, bir tek damlalar düştü üzerime. damlar saçlarımdan yüzüme aktı, yüzümü birbirine kattı bir yumruk gibi savrulan rüzgar. kendime geldim, ayıldım, her şeyi unuttum sandım. aldandım.

geriye dönecek bir yerim yoktu, geride bıraktığım bir şey yoktu, geri yoktu, son adımımın izini bile silip süpürmüştü yağmur, belki de bile bile. arkamdan sadece sokak köpekleri bakıyordu, sanırım onlar da gittiğimden emin olmak istiyordu. bu şehir beni sevmiyordu. bu şehirde kimse beni sevmiyordu. sen beni sevmiyordun. seveceğini sanmıştım, ne olursa olsun seveceğini sanmıştım. aldanmıştım.

aldanmışlığım her yüzüme vurduğunda bu şehre yağmur yağıyordu.
her yağmur yağdığında seni özlüyordum.
her seni özlediğimde ancak yazabiliyordum.
her ancak yazabildiğimde içimde bir şeyler yanıyordu.
her içimde bir şeyler yandığında seni umuyordum.
her seni umduğumda aldanmışlığım yüzüme vuruyordu.

odam vanilya kokuyordu,
sen bilmiyordun

- II -
parmaklarım örümcek olup melodiler örüyordu. sadece kendi takıldığı ağlar örüyordu. odada hiç ışık yanmıyordu. karanlıkta umutlar da kayboluyordu. gözlerim kendiliğinden kapanıyordu. sesim çatallaşıyordu. şarkılar seni söylüyordu. bazen bir kelime tutulup kalıyordu dilimde, bir türlü söylenemiyordu. bazen bir nota takılıp kalıyordu parmaklarıma, bir türlü çalınamıyordu. bazen boynum bükülüyor, başım omzuma düşüyor, nefesim odayı kaplıyordu. camlar buğulanıyordu, bebekayakizleri yapıyordum, hepsi pencerenin pervazında kayboluyordu, ayaklarım git diyordu, gidemiyordum.

odam vanilya kokuyordu
sen bilmiyordun

Cihangir Gülegen

Yukarı

Canan Şenol

 Çılgın Kahveci : Canan Şenol


   HACI AMCAM BENİM

"Tanışalım" başlıklı yazımın sonlarında Hacı amcayı yazacağımı söylemiştim ama bir türlü kısmet olmamıştı bugüne kadar. Tembellikten açıkçası. Yok yok öyle. Estağfurullah falan demeyin. Şımartmayın beni. Herşeye fırsat buluyoruz da bir ona mı, yazmaya mı zaman bulamıyoruz, değil mi? Haklıyım değil mi? Kısmet bugüneymiş. Hacı amcam benim gerçek amcam değil aramızda kan bağı yok ama o bizim ve sitemizin Hacı amcası. Orta boylu, kısa ak sakallı, minyon tipli. Yanına çizgili rengarenk lacost t-shirtiyle, boyuna çizgili rengarenk diz üstü şortuyla onu fazlaca görmeniz olasıdır. Yakışıyor da yani... Adı bende saklı. Adı, bana sevmediğim, sevmeye çalışıp da sevemediğim bir arkadaşımı hatırlatsa da onu yazacağım inadına inadına. Bu arada hanımının adını da bu yaz öğrenmeyi düşlüyorum. İsmin ne önemi var mühim olan sevgi saygı da yine de niye bilemedim dedim kendi kendime. Aynı yaz sitesindeyiz onunla. Kışları Almanya'da ikamet eder yazın bizden önce gelir Altınoluğa bizden sonra gider. Bizim kaldığımız bir aylık süre zarfında görürüz onu. Camiye mi gider pazara mı, Bursa'ya mı, Akçaya mı, Edremite mi, Avcılar altına zeytin almaya mı, Zeytinli köyüne mi, markete mi, hanımıyla akşam yürüyüşlerine mi biliriz. Tekmil çeker sanki bize. İçinden geliyor galiba. Aman hanımının üzerine bir titrer ki sormayın. Hacı teyzem de güldüğünde göz kapakları bir çizgi oluşturur sanki. Pek sevimli güler. Hacı amcayı böyle kandırmış anlaşılan. Bu kadar çocuk sebepsiz değil. Misafiri hiç eksik olmaz. Dünürler akrabalar falan. O Apartman kapısının anası ağlar tabiri caizse; gece gündüz giren çıkan, çalan zil yankılanır orta yerde, gecenin bir saatinde. Laf atarlar geçerken bizim panjur da açıksa. İki laf ederiz ayak üstü. Oturmaya çağırırız kamelyaya. Keyifliyse işi yoksa gelir. Geçen seneki onda kiracı kalan arkadaşlarımızı sormayı unutmaz. Büyüklerin bu yaz niye gelmediğini sorar. Beraber camiye gittiği canım babam niye gelmedi diye sorar. Sorma be Hacı amcam. Gelene kapımız açık....

Orada serbest meslekle iştigal ediyor açıkçası manav ama yazın Bursa'dan eşarp, tülbent, çarşaf alıp kışın oralarda satmayı da ihmal etmez. Üç katlı apartman ona ait. Orta katında oturur 1. ve 3. katları kiraya verir olmadı verdirir yaz sezonu boyunca boş kalmamasına dikkat eder. :)) Bakarsınız birinci kattadır bu yaz ya da en üstte. İhtiyacı yoktur yine de yapar. Arkadaş çevremizden bizim oraya gelmek isteyen olursa ona müracaat eder yer ayarlarım. Hacı amcamın şansından mıdır nedir gelen müşteriler (benim tuttuklarım dışında) zarar vermeyi ihmal etmeyen insanlar.

Aslında ben size Hacı amcamı yazarken yazlık ev kiralama konusunda da bilgi vermiş olacağım gaaliba. Mahzuru yok değil mi?.

Hani bu daireler gavur malıdır ya (hani öyle derler) istenildiği gibi, istenildiği kadar zarar verilebilir bu dairelere. Sen sadece bir hafta ya da on gün kiralıyorsun. Kendi evin gibi kullansana be adam. Her bir metrekaresi bir müslüman evladı tarafından alın teri ile kazanılan para ile alınmamıştır sanki. Koltuğu kirletilir. Çamaşır makinesinin parçası kırılır. Televizyon bozulur. Çaydanlığın sapı yakılır. Teyp hilkat garibesine döner. Plastik leğenler yakma suretiyle delinir. Hatıra olarak yemek takımından bir parça götürülür. Tabaklar kırılır. Fayanslar kalebodurlar her nasıl yapılıyorsa kırılır. Elektrik, su; kendi evlerinde dikkat edilenin aksine derya deniz kullanılır, gece uyurken gece lambası niyetine ara koridor ışığı sabaha kadar yakılır. Bir de o kadar para veriyoruz bu evde niye telefon yok diye kızılır. Hani bunlar bize gelen duyumlar bir de duymadıklarımız var bunun yanında.

Benim midem kaldırmaz bunları. Arkadaş evin varsa sadece sen kalacaksın. Ne o öyle tanımadığın insanlara evini, yerini, yatağını, tabağını, banyonu, tuvaletini açıyorsun. İşin esas hoş olmayan tarafı 4 kişilik ailenin evi tutması ama gece olunca evde kalan kişi sayısının onbeşi bulması. Sonradan gelenler misafirmiş. Misafir misafiri istemez, evsahibi hiçbirini istemez derler ya burada bahis konusu misafirin misafiri istemesi Hacı amcamın da bunu hiç istememesi. O yüzden 4 kişilik aileler makbuldur onun için. Ev boşaldığında onu hanımıyla beraber ev temizlerken görebilirsiniz ya da nevresim değişirken ya da merdivenleri yıkarken. Nev-i şahsına münhasır hacı amcam niye katlanır bunlara bilmem. Hem söylenir hem yapar. Ben de sormam derdi de sıkıntısı da getirisi de götürüsü de ona. Çocuklar evli barklı; torun torba sahibi. O sıcaklarda açık terasta uğraşır, akşam saatleri hemen her gün bahçe sular, bize laf atar, konuşmak için soru bulmaya konu bulmaya çalışır, ot yolar, şeftaliler yenmiş mi diye bakar.

Bir yaz hastalandı hacı amcam. Eşiyle Güre kaplıcalarına gitmiş. Düşük tansiyonu var. Fenalaşmış. Orada yığılıvermiş olduğu yere. Ne işin var senin o sıcakta orada hacı amcam. Akşamına da Edremite götürdük. Bir kusma, bir halsizlik, bembeyaz bir surat. Neyse biraz dinlendi iyileşti derken baktık Bursa'ya gitmiş. Nedennn? Birşeyler alıp Alamanyalarda satacakmış. İyi hayırlısı olsun. Hayırlı satışlar. Ne diyem. Benim yapamayacağım şeyler yapana da helal olsun derim ben.

Bu hacı amcayı niye böyle anlattım diye sorarsanız bana ilginç gelmesi tek nedenim. Hoş hani ne derler şeytan tüyü var mı derler öyle birşey işte. Her gidişimizde sorarız geldiler mi diye gözlerimiz onları arar. Seviyoruz biz bu hacı amcaları. Bakalım bu sene hangi olayla ya da zayiatla karşımıza çıkacak Hacı amcamız ??? Tatil dönüşü görüşmek üzereee....

Canan
canant@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Mahallenin Delisi : Ferhat Unsu


ÇAN..!

Üç adam yuvarlak olan masada eşkenar üçken kurmuş vaziyette oturuyorlardı. Bir sandalye ise boş bekliyordu. Masanın ortasından süzülerek tavana kadar ulaşan duman başkaları için ne ifade ediyordu bilinmez ancak; onlar için daha bir farklı anlamlar yüklüydü. Garip bir telepat vardı aralarında hiç konuşmasalar da genel olarak birbirleriyle iletişim kurabiliyorlardı. Ancak sadece üçü bir araya geldiğinde gerçekleşiyordu bu. Tuhaf bir oyun gibi masa kurulup basit hazırlıklar yapılıyor ve her zamanki yerlerine sadık olan muhabbet ehilleri, yerli yerince oturarak selamlaşmayla başlıyorlardı, vuslatın bir haftalık acımasız özlenmişliğine namzet kibarca birbirlerine gülümsüyorlar ve bitmesini hiç istemedikleri sohbetlerinin ilk kelimelerini boşluğa savuruyorlardı. Karakter yapıları inanılmaz farklıydı oysa, kendisini yaşamın gizlerini bulmaya adamış bir felsefeci, boya palet ve tuvalin haşin buluşması esnasında teypten odaya yükselen klasik müzik eşliğinde tablo yapmaya bayılan bir ressam ..; ve..; pipo & nargile tütünü aldıkları dükkanda karşılaşmış oldukları ilginç fikirleri ve farklı yorumlayış yeteneğiyle kendisine hayran bırakan saflıkta, kara yağız taşralı bir adam. Birbirlerine ne anlatabilirlerdi ki? İlk bakışta bu manzara yorumsuz bir tabloyu andırıyordu, çünkü onların konuştukları lisanda konuşabilen başka kimse yoktu, verilmemiş olan ve insanlık tarihinin asla öğrenmediği bir organları vardı sanki. Herkesten farklı bir şekilde iletişim kuruyorlar, ancak kimse bir şey duymuyor ve görmüyordu. Ara sıra yoğun sohbetlere dalıyorlardı tabi, ama bir o kadar da susuyorlardı.. Yine bir suskunluk ertesi küçük bir çan sesi duyuldu önce, birbirlerine tekrar kibarca gülümseyerek konuşmaya başladılar, ama bu çanın bir özelliği vardı, üçünden başka kimse duyamıyordu ve kimin çanının ne zaman çalacağı asla bilinmiyordu. Fark etmiyordu da, duyulan çan sesi bir dostun konuşmak istediğine işaretti. Saygıyla gülümserler ve sohbetlerine kaldıkları yerden çan sahibinin açılışıyla devam ederlerdi. Bazen sokaklara çıkıp zamanlarını, yüreklerindeki çanları çala çala etraflarında duyacak başka birilerini aramakla geçirirlerdi.
Kimsenin duymaya niyeti yoktu ama; umutlarını hiç tüketmemişlerdi, asla vazgeçmemişlerdi.

Bu toplantılarda alabildiğine rahatlık ve özgürlük vazgeçilmezleriydi. Herkes düşüncesini ve tarzını ortaya koymakta bu denli rahat olmasına rağmen nasıl oluyordu da bu kadar doğa üstü bir anlaşma sergilenebiliyor ve milyarlarca yıldır kendi ırkımızı tüketmek için kullandığımız yok edici ve ezici yanlarımız süklüm püklüm öylece kalıveriyorlardı? Bunun sırrı neydi?

Bir dahaki buluşmalarında daha uzun kaldılar, daha fazla konuştular ve daha gür ses verdiler. Konuşmalar duyuyordum kapı aralığından ve sanki uzaktan kulağıma çınlayan çan sesleri karışıyordu bu hararetli tartışmalara. Sözcükler gittikçe anlamlarını bulmaya başlıyordu, oturduğum sandalyeden kalkarak ayağa kalktım ve kapıya doğru yöneldim..

Sanatçı: "Bence artık vazgeçelim.."

Felsefeci: "Hayır bu asla olamaz, pes edemeyiz, şimdi bırakamayız.."

Taşralı: " Bana sorsanız, kahvede arkadaşlarla okey oynarken bile seslenmeye alıştım ben, devam etsek ne çıkar?"

........

Kapıyı geçebilecek kadar araladım, loş ışık altındaki odanın içine doğru süzülerek masanın yanına vardım. Sadece baktılar ve sonra suskunlukları sonsuzmuşçasına kararlı bir şekilde sustular. Belki de susarken duyduklarımı duydular, ya da hiç konuşmadılar, hayal ürünü şeyler olabilirdi pekala, ama artık içerideydim. Soru sormam gerektiğini düşündüm önce, farklılık burada olmalıydı, cevap vererek değil, soru sorabilerek girilmeliydi kapıdan. Ama gerçek bir duyumsama olmalıydı, gerçekten ihtiyaç olan ve yorumsuzlaşan şey sorulmalıydı.

Bir çan sesi duydum önce ve ardından vaktin geldiğini anladım,
"ya sor ya git" ünlemiydi bu.
Mırıldandım:
"çan seslerini duyabiliyorum artık".
Bir çan sesi daha:
"gerçekleri sormaktan kaçınma, buradayken yüreğine boyun eğ"
Gürleşen ses tonumla:
"Çan seslerini duyabiliyorum artık, ama ....... Ama çığlıkları nasıl susturabilirim..?"

İlk çan sesi duyulan Felsefeci öz bir şekilde cevapladı sorumu,

............
............

sandalyesini kenara doğru sürükleyerek bana yer açtı ve boş sandalyeyi gösterdi. Oturmadım... Sanırım anladım, sağ taraftaki duvarın kenarında duran boş sandalyeyi alarak masadaki sandalyemin yanına bıraktım. Tekrar odadan çıkarak dışarıdayken oturduğum sandalyeyi en azından tozunu almaya çalışarak sağ taraftaki duvarın kenarına bıraktım...
Ressam, duvarda asılı olan üçken, dörtken, beşken, altıgen ve daha bir sürü geometrik şekillerin yer aldığı önceden hep anlamsız gelen ve şimdi beni her bakışımda sonsuz bir tatlı yorgunluk anaforuna kaptıran yağlı boya tablosuyla,
Kara yağız taşralı adam, tespihindeki bir imame ve 32 adet oltu taşı boncuğu kah yavaş kah sert birbirine çarptırıp, cebinden çıkardığı yeni bir boncukla ilgilenmesi ve ceketine sürerek ha bire parlatmaya çalışmasıyla,
Felsefeci ise oturacağım yeri gösterirken sunmuştu bana cevabını;

"Her şeyin bir bedeli vardır, çanları duyabilmen için, çığlıkları da duyman gerekir. Biz çan sesi duymaya değil, çığlıkları susturmaya çalışıyoruz. Eğer amacın bunu gerçekten başarmaksa, gerektiği gibi davran ve bir gün seni duyabileceklere karşı saygılı ve hazırlıklı ol..!"

.........

Hoş geldin"


Ferhat Unsu

Yukarı

 Kahvecigillerden : Ayşe Nur Gedik


Düşman

Nedir ve nerede barınır bu düşman? Yenir mi içilir mi yoksa onun amacı bizleri yiyip/içip tüketmek midir? Düşman sigara mı, alkol mü, yan komşu mu, yoksa sistem mi? Galiba bu sıralama sonsuza kadar devam edebilir ve herbir sıra için de "evet" denebilir. Nedense bu dizin oldum olası pek inandırıcı gelmez bana; bu şüphenin bazen salak tarafımın düşmanı algılamadaki rehavetinden, bazen anarşist tarafımın zorlamasından, sıklıkla ise ben istemezsem kimsenin/hiçbir şeyin bana zarar veremeyeceğini savunan içimdeki salak anarşistten kaynaklandığına inanırım.

Bu düşman öyle şeyler yapabilir ki insanoğlu inanmakta zorluk çeker. Hatta nefes almak gibi doğal eylemler zorlaştıkça zorlaşır, nasıl da ölüme yaklaşılır bilerek ve isteyerek... Neden "havlu atılır" hayatı doya doya yaşamak varken? Sözüm ona çağın hastalığıymış bezginlik!!! Neden haykırmayız "çağın sunduklarına hayır demeyen benim" diye? Ve çökmeye devam eden omuzlarımızı kaldırmaya çalışmak yerine ne kolaydır değil mi sarılıp geçmişe ve kadere boyun eğmek?

Ben kendi adıma karar verdim, istemediğim davranışları nezaket/gelenek/görenek adına önceden de yapmazdım ancak şimdilerde bir de kırıcı olmamayı deniyorum "hayır istemiyorum" derken - sonuç; fena sayılmaz. Artık vücuduma daha iyi bakıp, sevdiklerimle daha çok zaman geçirmek için gerekirse "yarın yapabileceğim işleri bugünden yapmıyorum!" Kedimi daha çok mıncıklıyor, verandamdaki sardunyamın kuruyan yapraklarını temizlemek için daha uzun zaman ayırıyorum. Kitaplarımı gülümseyerek okuyor, sabah doğan güneşi gördüğüm için daha çok şükrediyorum. Dostlarımla sık sık görüşemesem bile onları daha çok düşünüyor, gelecekle ilgili planlarıma daha sıkı sarılıyorum. Kısacası düşmanımla dost olmaya çalışırken gördüm ki aslında ortada düşman yokmuş... Sadece düzene ayak uydurmaya çalışıp başaramayan bir "ben" varmış ortalıkta!

Demek ki sen sisteme uyamıyorsan sistem sana uyacak, olmadı kendi sistemini işletecek ortam sağlanacak. Bunları sizler yapıyor olabilirsiniz, ancak benim anarşist geç uyanan bir salak olduğundan ancak fark etti! Neyse ki bu anarşist bir kere karar verdi mi durdurabilene aşkolsun, "dağ başını duman almış" adımlarla yoluna devam edecek kadar militer bir izci çıkıverir karşınıza!

Sabrınıza sığınıp dünyamı sizlerle biraz daha paylaşmayı isterdim, ama şimdi gidip gün batımını seyretmek ve serin rüzgarı hissetmek istiyorum. Bakarsınız yanına güneşin hoşçakal rengi bir kadeh şarap eşlik eder, belli mi olur?

Ayşe Nur Gedik

Yukarı

 FİL GEÇİDİ : Burak Ü. KILIÇASLAN


EREKTİL DİSFONKSİYON

"Cem Bey, sizin kesinlikle bir sertleşme sorununuz var!" dedi ve bıçak kesiği sessizliğinin artçıl etkileriyle titrek, utangaç ve özür dileyen bir ses tonuyla;
"Yani, kadınlara karşı çok yumuşaksınız demek istemiştim!" diyebildi...
Bu bağlamda, Cem Bey'in sekreterine de kısaca "O.H.A." diyorum!
Açılımı konusunda ayrıntıya girmeyeceğim ama üst düzey bir yönetici sekreterinin yapmaması gereken bir hata olduğunu da belirtmeliyim. İşin ilginç yanı, bu hatanın aslında Cem Bey'in yaşadığı başka gerçekleri de yansıtıyor olmasıydı.
Sekreterin amacını aşan sözleri, üst düzey bir yöneticinin kadın çalışanlara karşı gerektiğinde sert davranamamasını ve onların da bu durumu kullandığını anlatmaya yönelikti. Ama adama hem "sertleşme sorununuz var" hem de "yumuşaksınız" derseniz, ya kovulmayı göze almışsınız ya da çok daha iyi koşullarda başka bir firmaya transfer olmuşsunuz demektir.
Cem Bey'in bir süre sessizliğe gömülmesi, sekreterin kendini kötü hissetmesine yetmişti yetmesine de başta kendisi olmak üzere şirket hisse senetlerini de etkileyen efemine bir yanıt almıştı:
"Ben, böyle ve şimdi daha mutluyum. Hiç olmazsa benden başka biri daha bunu biliyor!"

...
Pasif bireylerin kişisel mutluluğunun, kendi gibi pasif bireylerin niceliği ölçüsünde artması kadar sinir bozucu bir yaklaşım yoktur. Ataerkil bir toplum olduğumuz için yaşadığımız kronik bir sorundur "sertleşememe". Toplumsal olaylardaki duruşumuz, bize sunulan yaşam biçimlerini benimseyişimiz, öçbe insanların üretken, katma değeri olan insanlardan daha değerli olması, sessiz insanlar yaratıyor. Gerektiğinde sesini yükselten, tuttuğunu koparan, güzel olanı şehvetle yaşayan, tarihe, siyasete yön veren eril bir edamız yok! Etrafta böyle bireyler olunca da bu durum daha çabuk benimseniyor! Kişisel mutluluğu da bu gerçeği yaşayan başka bireylerin sayısının artmasıyla yakaladıklarını düşünüyorlar...
Oysa tarih, siyaset bilimi insanlığın gelişmişlik düzeyini toplumsal başkaldırının etkileriyle kazandığını işaret eder. Tepkisel davranışların yönlenememesi, çağdaş yaşam biçimlerinin hazzını almamıza da engel oluyor. Bu durum bizim "sertleşememe" sorunumuzdan kaynaklanıyor. Haz alamamak da kaçınılmaz oluyor.
Tepki veremediğimiz konulardan biri de her platformda sık sık dile getirdiğim "kürtaj ve tecavüzcüyle evlendirilme" konularında müthiş fikirleri ortaya atan, Türk Ceza Kanunu tasarısı üzerinde çalışan, TBMM Adalet Alt Komisyonu! Çalışmalarını nihayet tamamladılar.

Aklıma 3 yıl önce tecavüze uğrayan 10 yaşındaki bir genç kızın yaşadıkları geldi. 1 yıl boyunca devam eden bu olayın sonucu, yeni hazırlanan yasayla, tüm kadınları olmasa da eğitimsiz olanları ve özellikle Doğu'da yaşayan kadınları hala çözümsüz bırakmaya devam ediyor.

Genç kızın tecavüze uğradığının ortaya çıkması bebeğin alınması için geç bir zaman dilimindeydi ve onu 11 yaşında dünyaya getirmek zorunda kaldı. Çocuk Esirgeme Kurumu bebeği aldı. Tecavüzcü 18,5 yıl hapis cezası aldı. Evlenmeleri erkeği hapisten kurtaracağı için müthiş pazarlıklar başladı. Yaşı küçük olan genç kız, 2 yalancı şahit ile 3 yaş büyütüldü ve tecavüzcünün kaldığı hapishanede nikah kıyıldı. İşin ilginç yanı genç kızın doğum tarihi, anne babasının evlenme tarihinden önceydi. Pek çok olasılıkla bu olabilirdi. Ancak devlet işi daha da karmaşık bir hale getirerek anne ve baba hakkında 3-8 yıl hapis istemiyle dava açtı. Dava halen devam ediyor. Erkek hapiste. Genç kız ise...
Yok! Zaten yoktu!
Yasa; "tecavüzcü evlense de evlenmese de cezadan kurtulamayacak" şeklinde çıkıyor. Devlet Baba "HÖT" dedi yani.. Adamlar yaş büyütüp cezaevinde evlendiriyor, sen cezaevine koysan ne olur ki? Çıkınca da onunla aynı evde, aynı yatakta yaşayacak... O çıkana kadar da alnına vurulan bir mühür taşıyacak... Bu çarpık yaşam seçimi batı'dan çok doğu'da olacak! Oluyor da buralarda... Bunu kabul etmeyenler buralarda ne yapıyorlar biliyor musunuz? Alternatifsiz tek seçimi "intahar".

Yasa; tecavüz sonucu hamile kalanlara tanınan yasal kürtaj süresini de 20 hafta olarak belirlemiş.
Adam 10 yaşındaki kıza 1 yıl boyunca tecavüz etmiş zaten, anne sağlığı ve bebeğin cinsiyetinin belli olduğu gerekçesiyle neyin haftasını belirliyorsun, neye yasak koyuyorsun? Hadi tecavüzü geçtim, 10 haftayı geçen gebeliklerine son veren kadınları da 1 yıl hapse atıyorsun! Bunun adına da "nitelikli cinayet" diyorsun.

"Tıbbi gerekçelerle 10. haftadan sonra da sonlandırılabilir" derken, down sendromlu çocuk dünyaya getirmeme kararını hangi bilimsel gerekçelerle anne ve babanın elinden alıyorsun?

Down Sendromu ile ilgili testler 10 haftadan önce yapılamıyor.
10 haftadan sonra iki aşamada bu testler değerlendiriliyor.
10-14 hafta ;ikili test
14-22 hafta :üçlü test
10 -14 hafta arası yapılan tarama testi ,erken dönem tarama testi olarak adlandırılır ve bulunan risk değeri daha sonrakı üçlü test ile kıyaslanarak risk artışı olup olmadığı gözlemlenir.
Her iki testin de ortak özelliği bir tarama testi olmasıdır.Bu testler bir teşhis testi değildir.
Down sendromu yeteri kadar tanımlanabilen bir durum değil ki! Bilim bu konuda yeterli değil. Yapılan testler istatistiki değerleri ortaya koyuyor. Yani tıbbi gerekçe zeminine oturtacağın bir yaklaşım salt ve net değil!!!
2 ay sonra dünyaya gelecek kendi bebeğimle ilgili bu riski yakın zamanda yaşadım. Kordondan alınan kandan kromozom analizi ile bebeği kaybetme riskini tercih ettim. Tercihim, yasanın beni bu karara zorlamasından değil, bebeğimizin ve anne-baba olarak bizim yaşam biçimimize yönelik bir tercihti. Yasa da bu tercihimi tıbbi gerekçe olarak bana sunuyor. Bu konuya ilgim ve "sertleşme" nedenim bu işin yasaklarla çözülmeye çalışılması! Bebeği kaybetme riskimi ya da down sendromlu çocuk sahibi olma riskimi kimse paylaşmadığı gibi benim bu riskleri taşımama isteğimi yasalarla da engellemeye çalışıyorlar.


Oysa zihinsel ve bedensel engelli bir çok insanın yaşamlarına yönelik dayatmaları bir kenara bırakın, onların haklarına ve değerlerine yönelik yapılan tüm yanlış uygulamaları önleme davranışını tüm tahriklere karşın yapmıyoruz. Ağır tahrik var ama "sertleşme" yok! Bir toplumsal "erektil disfonksiyon" durumu...
Yakın zamanda yapılan yerel seçimlerde, başkan adaylarının projeleri arasında yer alan bedensel engelli bireylerin yaşamlarına yönelik kolaylaştırıcı kent tasarımlarının ne aşamada olduğu ile ne zaman ilgileneceğiz? Bir bedensel engelli olduğumuz zaman çok geç olacak çünkü bu durumu benimsemekten başka kişisel mutluluğumuz ol(a)mayacak!
Toplumsal ve bireysel olarak yaşayacağımız güzel olan her şeyin eğer dişil bir yapısı varsa; tarih, bu hazzı eril yaklaşımla almamızı öneriyor.
En tehlikeli yaklaşım ise fonksiyonunu yitirmiş bir erilliğin "alışkanlık" haline gelmesi. Bu alışkanlığın sonu üretkenlik kaybı ve sürekli tüketen, varolanla yetinen, varolanı tüketen bir toplumsal yapı. Çocukluğunuzu düşünün bir kere;
"Ne kadar küçük şeyler için ağlardık...
Bir tutam saç, bir oyuncak araba, bir bebek...
Şimdi büyüdük...
Çok büyük olaylar bile ağlatamıyor bizleri!
Ölümler, savaşlar...
Şimdi daha mı güçlüyüz?
Yoksa daha mı alışkın?
Hayatı öğrenmek
Alışmak mı acaba?"

Burak Ü. KILIÇASLAN

Yukarı

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Şeref Bilgi

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.208 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 Tadımlık Şiirler


BİR GÜN

Şayet bir gün seni görürsem,
O gün,
O gün gözlerimin doğum günü olacak.
Güneşin doğuşunu göreceğim,
İlk kez.
Renkleri göreceğim,
Saçında siyahı,
Yanaklarında alı,
Gerisi,
Gerisini gözlerinde göreceğim.

Şayet bir gün seni görürsem,
O gün,
O gün dilim tutulabilir.
Ama dilsiz değilim ben,
Bil ki yüreğimin sesi öne çıkmıştır.

Şayet bir gün seni görürsem,
O gün,
O gün ısınacağım.
Sana bir daha
Üşüyorum demeyeceğim.

Mehmet ÇETİN

Yukarı

 Biraz Gülümseyin




Seyredin!..

Yukarı

 Kıraathane Panosu


KM 1. YAZ ŞENLİKLERİ ESKİ FOÇA / İZMİR

Eski Foça24 Temmuz 2004 tarihinde Eski Foça'da Kenya Leylek Restaurant'ta planladığımız KM 1. YAZ ŞENLİKLERİ akşam yemeğine bütün KM yazar, yorumcu ve okur dostları davetlidir.

Güzel bir yaz akşamı yemeğine sıcak bir sabah kahvesinin de eklenebileceği bu haftasonu organizasyonunda sizleri de aramızda görmekten mutluluk duyacağız..

Eski Foça İl dışından ve hatta yurt dışından katılacak yazar, yorumcu ve okur dostlarımıza konaklama konusunda yardımcı olabilmek için elimizden geleni yapmaya çalışacağız.
Konaklama ile ilgili kesin rakam ve aşağıda belirtilen ücretin 07 Temmuz tarihine kadar ödenmesi gerekmektedir.

Konaklamasını kendisi ayarlamayı düşünen ya da sadece Akşam Yemeğine katılacak dostlarımızın kesin sayısının da en geç 19 Temmuz 2004 tarihinde ilgili restauranta bildirilmesi gerekmektedir. Katılmayı planlayan dostlarımızın belirtilen tarihlerden önce bizimle iletişime geçmesi ricasıyla...

NOT: Konaklama bedelleri için ödeme havuzu olarak KM Fincan Siparişi sayfasındaki Hesap No'su kullanılacaktır.
Daha ayrıntılı bilgi almak için as.demirel@superonline.com adresinden organizasyonun İzmir ayağı olan Dr. Seda Demirel ile iletişim kurabilirsiniz.

AKŞAM YEMEĞİ:

KENYA LEYLEK RESTAURANT
TEL: 0 232 8126216
Limitsiz yerli içki ve zengin balık sofrası
35 Milyon TL (Pazarlık nakit ödeme üzerinden yapılmıştır)
Yemek saat 20:00 de başlayacaktır

KONAKLAMA:

AMFORA OTEL
Tel: 0 232 8122806
25 Milyon TL oda+kahvaltı

Yukarı

 İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan


Hadi bakalim usta şöforler park etmeyi deneyin.
http://www.xbox-newz-download.de/Funny%20Things/voiture2.swf

Burada da IQ'nuzu ölçün bakalım. http://www.tolunay.com/iqtest/

Yeme içme konusunda kendinize sınır koymuyorsunuz. Öğün sayısı dikkatsiz olmanıza rağmen, asla ana öğünleri kaçırmıyorsunuz. Fazla yediğinizi farkedince mutlaka bir diet kola içiyorsunuz. Hafta sonu hem yemeği fazla kaçırıp, ardından da "bu böyle olmaz, hemen rejime başlamalıyım" diyormusunuz? Pazartesi başladığınız rejimi, öğleden sonra bırakıyormusunuz? Siz en iyisi http://www.diyetimiz.com/ kısayolundaki web sayfasına girip tavsiyeleri inceleyin. Ve mutlaka yemek konusunda "HAYIR" demeyi alışkanlık haline getirin.

Bilgisayar, cep telefonu, klima, fotograf makinası, oto müzik sistemleri gibi bir çok ürün için yerinizden bile kalkmadan onlarca mağazayı nasıl dolaşabilirsiniz? Elbette internet yardımıyla. http://www.akakce.com web sitesi istediğiniz ürün hakkında, kısa zaman içerisinde bir tarama yapıp, size fiyatlarıyla birlikte raporluyor.

Nesin Vakfı'nın amacı, eğitim olanaklarından yoksun çocukların, tükettiğinden çok üreten, toplumsal sorumluluğu olan, özgüvenli ve özverili, kendini sürekli geliştiren, kendine ve dünyaya eleştirel gözle bakan, topluma yararlı bireyler olarak yetişmelerini sağlamaktır. http://www.nesinvakfi.org/ kısayolundan web sayfasına ulaşıp, vakıf hakkında detaylı bilgi alabilir ve hatta yardımda bulunabilirsiniz.

Akın

Yukarı

 Damak tadınıza uygun kahveler


WavePad v1.03 [722K] Win98/2k/XP FREE
http://www.nch.com.au/wavepad/wpsetup.exe
Buyrun size ücretsiz bir ses editor programı. mp3 dahil pekçok formattati dosyaları kesip biçip yapıştırıp yepyeni düzenlemeler yapabildiğiniz gibi bazı temel efektleri de uygulayabiliyorsunuz. İlgili herkese tavsiye edilir.

Yukarı

http://kmarsiv.com/sayilar/20040707.asp
ISSN: 1303-8923
7 Temmuz 2004 - ©2002/04-kmarsiv.com
istanbullife.com
Kahve Molası MS Internet Explorer 4.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri