KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?

 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Kütüphane
 Kahverengi Sayfalar
 FİNCAN/SİPARİŞ
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?






Kahveci Soruyor?



KAHVERENGİ SAYFALAR



KAPI KOMŞULARIMIZ

Üç Nokta Anlam Platformu


İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı Etkinlikleri
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 3 Sayı: 542

 8 Temmuz 2004 - Fincanın İçindekiler

 Editör'den : Alıcılarınızın ayarlarıyla oynamayınız!..


Merhaba ve Allahaısmarladık,

Teknik bir aksaklık nedeniyle yayınımızı dağ başındaki aktarıcımızdan sürdürmek zorunda kaldık. Karlı buzlu görüntü pencereden görünen manzaradır, alıcılarınızın ayarlarıyla oynamamanız yararınızadır. Oynamak nedeniyle oluşacak arızalardan dolayı açılacak tazminat davaları umursanmayacaktır. Tüm Kahvecistan halkına özenle ve gururla duyurulur. Ya anlayın işte, dükkanı erken açıp erken kapatmak zorunda kaldım, aklımca name yapıyorum. Yarın normale dönmek umuduyla hepinize güzel bir Perşembe günü dilerim. Hoşçakalın.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

 TEYZUŞ : Ferda Önler


Dönüm Noktası...

Hemen herkesin yaşamında, hayatın tüm akışını bir anda değiştiren veya benimkisi gibi, yaşamını allak bullak edip, bir bakıma cehenneme çeviren bir "dönüm noktası" mutlaka vardır.

Benim yaşamımdaki dönüm noktası, bundan sekiz yıl öncesinde, baharı uğurlayıp yaza henüz "merhaba" dediğimiz bugünlerde ortaya çıkmış; bana göre, hem o yazı hem de ondan sonra yaşayacağım diğer yazları, hatta mevsimlerin tümünü bir cehenneme döndürmüştü...

Soluk alamaz bir halde, "ACİL" olarak kaldırıldığım hastanede yapılan ilk tetkikler sonucunda, solunum fonksiyon testlerinin ve kan gazı değerlerinin verdiği tehlike sinyallerine ilaveten, morarmış dudak ve tırnaklarla, ödemden dolayı şişmiş el ve ayakların da dış görünüm itibariyle durumun vahametini yansıtıyor olması, derhal hastaneye yatırılarak tedavi altına alınmamı kaçınılmaz kılmıştı. Konulan tanı: (KOAH) Amfizem + bronşektazi (*) ve buna bağlı olarak da kalp yetmezliği idi!..

Yoğun bakım ünitesindeki onuncu günün sonunda ancak normal servise alınabilmiş, hastanedeki tedavim yaklaşık bir ay boyunca sürmüştü. Hastalığım uzun süreli "oksijen" tedavisini gerektirdiğinden, doktorlarım hastaneden taburcu olup evime dönebilmem için "oksijen konsantratörü" denilen bir cihazın teminini şart koşmuşlardı.

Hayli yüklüce bir maddi külfeti olan bu solunum cihazının temininde bizi asıl zorlayan, maddi yönünden çok yurtdışından sipariş üzerine getirtiliyor olmasıydı. Sonuçta formaliteler tamamlandı, gerekli cihaz sağlandı ve nihayet iple çektiğim hastaneden eve çıkış günü geldi...

İşte o gün, hayatımın "dönüm noktası" olan gerçeği de öğrendim!.. Aslında taa başından beri belli olan ancak, moralimin son derece bozuk olmasından ve büyük bir ruhsal çöküntü içerisinde bulunmamdan dolayı ailemin ve doktorlarımın hastanede yattığım sürece benden gizlemeyi uygun gördükleri gerçeği...

Ben, o süreyi eve dönüşten çok, kısa bir dönem daha dinlendikten sonra hemen işimin başına, yani ofisime döneceğim günün özlemiyle geçirmiş, onca sıkıntıya katlanmaya çalışmıştım. Çünkü beni hayata bağlayan en sıkı bağ, çok sevdiğim işimdi. O güne dek çalışmak, yaşamın anlamı ve amacı olmuştu benim için.

Ama, ne yazık ki artık çalışamayacaktım! İş hayatına son noktayı koymamı gerektirecek, günlük yaşantımı alt-üst edecek kadar beni engelleyen bu hastalığın izlerini, arta kalan ömrümün sonuna dek taşıyarak yaşayacaktım maalesef!..

Oysa daha henüz kırk yaşımı bile doldurmamıştım!.. Üstelik, tam da iş hayatımın zirvesindeydim. Yılların bilgi birikimi ve deneyimleri, nihayet beni düşlediğim yere getirmiş, meyvelerini toplamaya 3-5 sene öncesinde başlamıştım. Şirketçe yürütülen projelerde söz sahibi olmamın yanı sıra, birçoğunun altında artık benim imzam da bulunuyordu...

İş yerindeki sıkı performansım, herkeslerin beğeni ve takdirini kazanmamı kolaylaştırıyordu. Yoğun çalışma temposuna dayanıklılığım, işimi son derece severek yapmam, mesai saatlerine aldırmaksızın, "iş bitiminde paydos!" prensibiyle çalışmayı tercih etmem, iş seyahatlerine "gönüllü" çıkışım, senelerdir yerli ve yabancı patronlarımın gözünde beni vazgeçilmez bir eleman yapmıştı. Öyle ki, küçük seyahat çantam, içinde acil ihtiyaçlarımı karşılayacak iki-üç parça eşyam mevcut halde, ofisimde her an hazır durumda bulunurdu... "Hadi" dendiği anda çıkardım yola.

Belki başkaları için "erken emeklilik" cazip veya özlenen bir kavram olabilirdi; ama, benim yapımda, benim kişiliğimde biri için ASLA! Hele de bu yaştayken işten ayrılmak fikri, ölümden bile beter bir "SON" demekti!..

Doktorumdan bunu duyduğum anda, koskoca hastane binası başıma yıkılmıştı adeta...

"Unut!" diyordu bana... "Unut bu fikri şimdilik; eve çıkıyor olsan bile, en azından önümüzdeki üç ay çok sıkı kontrolümüz altında olacaksın. Zaten raporlusun bu süre zarfında. İlk üç aylık kontroller neticesinde alacağımız değerlere göre de sonraki üç aylık dönemin tedavi ve kontrol seyrini belirleyeceğiz. Yani bu durumda sen yılbaşına kadar evinde dinleneceksin... Sonrasında yine bakarız..."

Söylenenlerin, oyalama taktiğinden başka bir şey olmadığını ben de biliyordum bilmesine; ama, insan yine de zaman zaman sığınmak istiyordu bu türden yalanlara... kendini kandırmacalara... Hiç kolay olmayacaktı, hatta büyük bir ihtimalle eski yaşantıma yeniden dönmek, artık imkansızdı! Böylesi bir gerçeği kabullenmek ve bu gerçekle yaşamaya alışmak da kolay değildi kuşkusuz!..

Hastane sonrası evdeki nekahet döneminde nelere alışmak zorunda kalmadım ki?.. Her şeyden önce bu yeni cihazla yaşamayı öğrenmem gerekiyordu; günün minimum 14-16 saatini ona bağlı bir şekilde geçirmek zorundaydım. Belki zamanla bu süre, biraz daha aşağı çekilebilecekti. Akciğerlerim iflas etmiş olduğundan, yaşamımı, uzunluğu topu topu bir-bir-buçuk metrelik bir hortumun ucundaki cihazın sağladığı oksijen sayesinde sürdürebiliyordum. Çünkü vücudumda dolaşan kan böylece temizlenebiliyordu.

Yıllardır tek başıma sürdürmekte olduğum yaşantım da kesintiye uğramış; annem bir süre için yanıma gelmişti. Ablam, gündüzleri sürekli etrafımdaydı zaten. Evimin her türlü işinden sorumlu hanım da haftanın üç-dört günü bendeydi artık. Bir anda nüfusu artan evin içinde neredeyse kendime ait bir köşe bulmakta zorlanmaya başlamıştım!.. Ev düzenim başkalarının kontrolüne geçmişti ve bu durum beni fazlasıyla huzursuz ediyordu... Senelerce her şeyi kendisi yapmaya alışmış birinin, birden bire bir başkasının yardımına muhtaç, bağımlı hale gelmesi kolay değildi şüphesiz. Son derece "aciz" hissediyordum kendimi!

Bu hastalığın en zor yanı; "efor" sıkıntısı... Güç ve enerji sarfı gerektiren her hareket büyük bir yorgunluk veriyor, nefes almayı iyiden iyiye zorlaştırıyordu. Örneğin; eğilip-kalkmak, banyo-duş yapmak, giyinmek, soyunmak, uzun süreli konuşmak, hatta evin içinde yürümek, yemek dahi... başkaları için sıradan olan şeyler, benim için son derece sıkıntı ve yorgunluk verir hale gelmişti.

Ne sırtüstü ne de yan yatamıyorsun. Arkandaki üç-beş yastık desteğiyle, yatakta neredeyse oturur vaziyette uyumak zorundasın... Kaldı ki, bir de burnuna takılı oksijen hortumuyla, başucunda bir körük gibi çalışan cihaza bağlısın üstelik... Uykularımın bir kabusa dönüşmesine sadece bu bile yetiyordu...

Bunalımlarımın hat safhaya ulaşmış olduğu bir altı aylık dönemin sonunda, doktorumun da onay ve iznini almak suretiyle "part-time" çalışmak üzere iş başı yapmıştım! Bu kadarı dahi beni çılgına çevirmişti sevinçten... Teklif, patronlarımdan gelmişti... Benim derhal moral-motivasyona, onların ise, en azından tamamlamak zorunda olduğum projelerin (raporlar, şartnameler, ihale dosyaları, brifing-tanıtım-sunum-fuar organizasyonları, vs. gibi) bir bakıma sonlandırma aşamasına getirilmesine karşılıklı olarak ihtiyacımız vardı... Yürütebildiğim takdirde çalışmaya devam edecek, aksi halde emeklilik işlemlerimi tamamladıktan sonra ayrılacaktım...

Şirketim tarafından bir şoför ve araba tahsis edildi. Beni, öğlene doğru gelip evden alıyor, 6-7 saat sonra tekrar getirip eve bırakıyordu; dolayısıyla ulaşımda bir sorun yaşamıyordum. Ancak, ofis temposuna eskisi gibi ayak uydurmakta çok zorlanıyordum... İşlerimi gereği gibi yapabilmem için ne mevcut enerjim, ne de çalışma gücü kapasitem yeterli olamıyordu maalesef. Günlük işlerimin bir parçası olan ofis dışındaki toplantılara katılmakta güçlük çekiyor, çabuk yoruluyor, konsantrasyon sıkıntısı yaşıyordum. Gerek yurtiçi, gerekse yurtdışı iş seyahatlerine de çıkamıyordum artık. Çalışmalarım, önceden olduğu gibi verimli ve herkesten önce beni tatmin edici değildi. Bu da benim aşırı gergin ve huysuz biri olmama neden oluyordu...

Bir yılın sonunda, bu kez kendi isteğimle "işten ayrılma" kararı aldım! Meğerse, doktorum zaten bunun beklentisi içindeymiş ve sırf bu yüzden ses çıkarmamış, razı olmuş işe dönmeme... Eksikliklerimi kendimin görüp kabullenmemin daha kolay olacağını düşündüğü için... Ne denli güç gelse de, iş hayatımın sonuna gelmiş bulunduğumu, yetersizliğimi bire bir kendim yaşayarak ve deneyerek anlamıştım... O sıralar sadece, hayatımın kırıldığını düşünüyordum!..

O günden sonra tümüyle değişti hayatımın akışı... Dış dünyaya olan pencerelerimi kapatıp, iç dünyama çekildim. Zamanla, çevremle olan ilişkilerim zayıfladı... bağlantım koptu... sosyal yaşantım sıfırlandı... Kaçarcasına uzaklaşmıştım artık yapamaz olduklarımdan!..

Yıllardır, bir çok şeye hasretim... mesela; seyahat etmeye... denize... iyot solumaya... yosun kokusuna... köpük köpük dalgaları seyretmeye... kumsalda yürümeye... yüzmeye... ve dağlara... tırmanıp, koşmaya... uzun uzun yürüyüşlere... spor yapmaya... en sevdiğim şeye; BİSİKLETe binmeye!.. gönlümce çarşı-pazar gezmeye... gece hayatına... konserlere... sinemaya... ve de AŞKa!.. Yaşama dair, yaşamın renklerinden olan, akla gelebilecek her şeye özlem doluyum kısacası...

İlk zamanlar, defalarca geçirmiştim aklımdan ölümü!.. ama, her seferinde beni seven en yakınımdaki birkaç kişiye bu acıyı ve bu üzüntüyü de tattırıp, yaşatmaya hakkım olmadığına karar verip VAZ geçtim!.. Ablam ve Annem için yaşamam gerekti!.. bin-bir güçlükle de olsa, alabildiğim bu soluk, bu nefes dahi, hayatta kalmamdan ötürü onları mutlu kılmaya yetiyordu ve bu mutluluğu onlara çok görmeye hiç hakkım yoktu!..

Kaçmakta yoktu öyle! Zorluklarla iç içe yaşamayı öğrenip, bunlara katlanarak hayatta kalmam gerekiyordu... Galiba becerebildim de... en azından yedi-sekiz yıldır sabırla sürdürüyorum bu tarz "kısıtlanmış" yaşantımı...

95 m²'lik bir evin duvarları arasında "prangam" dediğim cihazımla (yaklaşık 30 kg. ağırlığında ve bir başucu komodini büyüklüğünde) "müebbet mahkumu" gibi yaşamaktayım... Ayda birkaç kez, o da zorunlu olarak bankaya veya evimin ufak tefek ihtiyaçlarını karşılamak için, ki mutlaka yanımda birinin bulunmasına gayret ederek, en yakınımdaki alış-veriş merkezlerine gitmek üzere evden dışarı çıkıyorum. Ağır kış koşullarında ve yazın çok sıcak saatlerinde bu bile çoğunlukla mümkün olmayabiliyor!..

Depresyonlar geçirmiyorum(!), bunalım takılmıyorum(!) dersem... Hiç inandırıcı gelir mi sizlere?.. Elbette bunalıyorum, sıkılıyorum, patlıyorum... ama, her seferinde bir çıkış yolu bulmayı her nasılsa başarabiliyorum... Geçinip gidiyoruz işte anlık kriz ve bunalımlarımla... Neyse ki, birlikte, sarmaş-dolaş yaşamayı, birbirimizi idare ve kontrol etmeyi öğrendik zamanla...

Hayatın her aşaması bir okul değil mi ki zaten?..

Artık, aktivite olaraktan sadece okuyabiliyorum... Günlük gazetelerin hemen hemen hepsini ve ilgi alanıma giren konulardaki kitap ve dergilerden elime geçenleri... Nadiren de olsa yayınevlerince düzenlenen söyleşi günlerine katılıyorum... Çocuklara burs veren bir vakfın gönüllü sekreterliğini (evimden) yapıyorum...

Ha, bir de artık dünyaya açılan yeni bir pencerem var sahi... bilgisayarım ve internet... iş hayatındayken de kullanıyor olmaktan ötürü adapte olmak veya kullanmak konusunda fazla zorlanmasam da hızla gelişen teknolojiye ayak uydurmakta hayli güçlükler çekiyorum... ipin ucu da kaçtı zaten... yeni teknolojiyi izleyemez oldum!.. Bildiklerimle yetiniyorum bende...

Bu sayede tanıştım "Kahve Molası" ile... Çok eski bir dostum (baldan tatlı baldızların Sevgili EniŞTe'leri...); "gel, seni de Kahvecigiller'den yapalım" dedi... Tabii ki, Sevgili Editörümüzün katkı payı çok daha fazla oldu bu konuda... (Yalan mı, Şeşen'ciğim?!.)

Benim gibi solunum sıkıntısı çeken birine, elbirliği ederek öylesine bir "Hayat Öpücüğü" kondurdular ki, o öpücük sayesinde yeniden "güler yüzlü" biri olarak dolaşmaya başladım ortalarda...

Yine bu sayede tanıştım Sevgili; "Sazan Kardeşim" Arap'la, Su Perisi "TersKöşe"yle, bir mercan adası kadar renkli "MercanKöşk"le ve bana "FRIDA" ismini vermekle, kendimi çok özel biri gibi hissetmemi sağlayan "Pratisyen Doktor"la... İyi de, "La"cım!.. peki, ya sen nerelere saklandın?.. çık artık ortaya... özlettin kendini...

... Ve iyi ki de taşınırken atmamışım, saklamışım bu sandığı... ara sıra açıyorum kapağını... her ne kadar hafiften naftalin kokuları da gelse, anılarımın bazılarını içlerinden seçip gün yüzüne çıkarıyorum... bunlardan, paylaşabildiklerim sizlerle buluşuyor; gerisi de bende saklı!..

Bugün de hayatımın "Dönüm Noktası"nı paylaştım sizlerle... dilim döndüğünce, kelimelere dökebildiğimce...

Asla sevmem nasihati veya bir konuda ahkam kesmeyi; ama, bağışlayın beni bunu söylemeden geçemeyeceğim:

Siz, siz olun sağlığınızı sakın hafife almayın! Yaşamınızda her şeyi ihmal edebilirsiniz; ama, sağlığınızı asla ihmal etmeyin! Bunun bedeli çok ağır bir faturayla dönüp, gecikmenizi faiziyle ödettiriyor size... Ben ödedim ve ödemeye de devam ediyorum gördüğünüz gibi... üstelik geri de alamıyorum giden sağlığımı!..

Hayatınızın dönüm noktalarının rotası, önce SAĞLIKTAN, sonra iyilikten, güzellikten, mutluluktan yana olsun hep...

Sağlıkla, sevgiyle kalın...

(*) Amfizem-Bronşektazi: (KOAH-kronik obstrüktif akciğer hastalığı / pulmoner kan damarlarında ve bronş düz kaslarında spazm)

Ferda Önler
fonler@kahveciyiz.biz

Yukarı

Kemal Türkmen

 Kahvecigillerden : Kemal Türkmen


   Özgür, özgün ve yaratıcı olabilmek

Biz yetişkinler bebekleri yaratıcının ufak tefek ayrıntılarla ürettiği sıradan ürünler olarak görürüz.
Onları hep kendi duygularımız doğrultusunda yetiştirirken, sonraki yaşamlarını dayatmalarımız doğrultusunda sürdüreceklerini umarız.
Ama onların çizdiği bir resim, yarattığı bir sabun yontusu, ya da telden bükerek yaptığı arabanın gözlerine yansıyan mutluluk ışıltıları, özgün olma isteklerinin çoğunluk farkına bile varmadığımız ilk belirtileridir.

Yaratıcılığa çok önem veririz.
O çok öğündüğümüz modern bilimsel literatürümüz bile ilk özgün aletle başlamıştır.
Ama bilinemeyecek bir nedenle yaratıcılığımız yaşamımızda çoğunluk bir şimşek gibi parlar ve hemen kaybolur.
Sanki bir nedenle tembelliği yeğleriz.
Başkalarının özgürlüğünde yaratılanlar bize daha cazip gelir.
Acaba bunun nedeni onların sıradan ve tehlikesiz olmalarımıdır ?
Bilincimiz neden alışkanlıkları yeğleyerek, yaşamın hemen her alanında kendisinin mümkün olduğu kadar az kullanılmasını ister acaba ?

Dinsel açıdan bakıldığında yaratıcılığımız varoluşumuzun nedeni olarak görülür.
Yahudi mistik geleneği Kabala, Tanrının insanı yaratıcılıkta bir ortağa
ihtiyacı olduğu için yarattığını söyler.
Davranışlarımızın temelinde hep yaratıcılık itkisi vardır.
Ama özgün olanı ortaya çıkarabilmek, benzerlerinden farklı bir varlık olabilmek için özgür olabilmek gerekir.

Bir fabrikasyon ürün gibi gördüğümüz bebeğin, dayatmalarla geçen bu yaşamı ve sonrasında nasıl yaratıcı olabilir acaba ?
Birey yaşamının bir evresindeki seçimini nasıl gerçekleştirmektedir acaba?

Özgürlüğümün kontrolü ne derece olasıdır ve bu beni ne dereceye kadar seçimlerimden sorumlu tutabilir ?

Einstein "Bir insan istediğini yapar ama istediğini isteyemez"* tümcesinin yaşamında diğer insanlarla olan ilişkilerinde sabır ve hoşgörü kaynağı olduğunu söyler.
Ona göre bu düşünce insanın elini kolunu bağlayan suçluluk duygusunu yumuşatır ve gerek kendini gerek başkalarını gereğinden çok ciddiye almamamızı sağlayabilir.
Ben istemeyi bu denli basit bir şey olarak göremiyorum.
Sigarayı bırakma seçimini ele alalım. Tüm mantığım onu bırakmamı söyler.
Aklımı dinlersem şüphesiz bırakmam gerekir. Ama bir türlü bırakamam yani akla karşı gelirim.
Ama bir gün hiç olmadık bir anda paketi çöpe atabilirim.
O an bırakmayı seçmişimdir.
Ama niçin?
Kierkegaard'a göre bu seçim tümüyle farklı başka bir müthiş özgürlük anında yapılmıştır.
Ve o buna "Kader sıçraması" diyecektir.
Bu kararda benim dışımda kimsenin ve hiçbir şeyin sorumluluğu olmadığı gibi aklın hiçbir etkisi yoktur.

Yaşam bir anlamda ölüme hazırlığa benziyor.
Bebek ve çocuk oynadığı oyunlarla bunu en güzel bir şekilde geleceğe taşır ama yetişkin birey bilemeyen bir nedenle oyunlarını çok ciddiye alır Yaratıcılığını alışkanlığa dönüştürüp, yine büyük bir ciddiyetle yaşadıklarının sorumluluğundan kaçar.

Rilke, "Bizler görünmeyenin arılarıyız. Görünenin balını delice toplar ve görünmeyenin yüce altın kovanına depolarız." der.

Siz görünmeyenin yerinde olsaydınız hangi balı yeğlerdiniz ?
Bilinmeyen dağların adını bile bilmediğiniz binlerce çiçeğinin kokusunu taşıyanlarını mı ?
Yoksa kulübe bozuntusu bir kovanının, makine imalatı ikinci el balmumu peteklerine doldurulan şeker katkılı olanını mı ?

Ben anlamlı bir yaşamı ancak özgür, özgün ve yaratıcı olanlar sürebileceğine inanıyorum.
Bu nedenle sanatçılar varlığımızın anlamına en yakın duran bireylerdir.

*schopenhauer , İstencin özgürlüğü

Kemal Türkmen

Yukarı

Ayfer Arman

 Kahvecigillerden: Ayfer Arman


   AYFER

-Ayfer!.. İçeri gel çabuk!..
-Yaa... Erken daha.
-Gel diyorum gözü kör olmayasıca..
-Bana ne bee!.
-Vallahi almam içeri!.
-Almazsan alma..
-Peki... Sen görürsün.
Annesi içeri girdiğinde devam etti Ayfer oyuna, yedi yaşının umursamızlığıyla. Akşam ezanı okunduğunda kimseler kalmayınca sokakta, gidip çaldı kapıyı.
-Kim o ?
-Benim.
-Sende kimsin?
-Ayfer yaa..
-Ayfer de kim?
-Anne benim!. Açsana kapıyı.
-Ne annesi, Ayfer diye bir kızım yok benim.
-Annee!...
Oturdu kapının eşiğine kara kara düşünmeye başladı. Acıkmış, susamış en kötüsü de tuvalete gitmesi gerekiyordu acilen... Tekrar ayağa kalktı abandı zile.
-Kim o ?
-Ya anne, aç kapıyı ya... Tuvalete gitmem gerek.
-Almazsan alma derken düşünecektin bunları, almıyorum işte!.
-Peki!..
Koşar adımlarla üst kata çıkıp, çaldı komşunun zilini.
-Kim o ?
-Benim Neriman teyze. Ayfer.
Açıldı kapı.
-Buyur evladım.
-Annem varsa yarım ekmek istiyor Neriman teyze.
-Tamam, gir içeri de vereyim.
-Sokaktan geldim ellerim pis, banyoya gidebilir miyim?
-Git tabi..
Az sonra rahatlamış, elinde yarım ekmek gelip çöktü kendi kapılarının önüne.
Dayanamadı son bir gayret zili çaldı yeniden. Annesinin sesi duyuldu içeriden.
-Boşa çalma kapıyı baban gelene kadar giremezsin içeri..
Çaresiz gene olduğu yere çömelecekti ki vazgeçti.Koşar adım inip merdivenleri bakkala yöneldi.
-Bakkal amca.
-Buyur.
-Annem bir Çamlıca Gazoz, birde Karper Peyniri istiyor.
Verdi bakkal istediklerini, verirken de sordu.
-Veresiye defterini getirmedin mi?
-Yok acele geldim yarın yazarsın deftere.
-Peki.
Tam kapıdan çıkacaktı ki, içinden olmuşken tam olsun deyip döndü gülümsedi bakkala en sevimli haliyle.
-Ha unutuyordum bir pakette çikolata sütlü olacak.
-Çikolata mı?
-Evet..
-Eminmisin annenin çikolata istediğinden?
-Tabii.. Misafirimiz var çocuguna alıyor.
-Tamam...
Elinde torbayla bakkaldan çıkıp, gelip kapılarına oturdu. Gazozu açıp karperle elindeki ekmeği iştahla yedi. Karnı doyunca da çikolatasını açıp kapıya sırtını verip zevkle yemeğe başladı. Tam o esnada annesinin sesi duyuldu içeriden.
-Orada mısın?
-Evet.
-İyi otur orada bir yere gitme gebertirim.
-Tamam..
Bir saat kadar sonra aşağıda sokak kapısı açıldı ve babasının o tanıdık ayak sesleri duyuldu merdivenlerde. Hemen ayağa fırlayıp, başı önünde en masum tavrını takındı.
-Ayfer.. Ne işin var kapıda?
-Annem içeri almadı.
-Neden?
-Bilmem...
-Gel bakayım..
Az sonra içeride oturma odasındaydılar, annesi sinirli bir ses tonuyla söyleniyordu.
-Bıktım bu kızdan laf dinlediği yok.
-Tamam canım, bir daha yapmaz.
Sonra Ayfer'e döndü sevecen bir ifadeyle sordu.
-Yapmayacaksın değil mi bir daha?
-Evet.
-Gördün mü bak. Yapmayacakmış.
-Yarın unutur verdiği sözü.
-Unutmaz annesi, hem karnı da acıkmıştır şimdi.
-Yok yemek yemeyeceğim ben.
Annesi merakla sordu.
-Yemeyecek misin?
-Evet.
-Neden, acıkmadın mı?
-Hayır canım bir şey istemiyor.
-Hastamı oldun yoksa?
-Bilmem, yatıcam ben.
-Hay elim kırılsaydı, neden açmadım kapıyı. Üşüttü tabi taşın üzerinde.
İyice nazlandı bu sözleri duyunca.
-Başımda ağrıyor zaten.
-Gel bakayım buraya ateşin mi çıktı yoksa?
-Yatıcam ben..
Gidip yatağına yattı aceleyle. Tüm gece boyunca annesi gelip gidip ateşine baktı dualar ederek vicdan azabıyla.
Ertesi sabah.....
-Ayfer..Gözü körolmayasıca gel buraya.
-Ne var?
-Ne varmış, bakkaldan geliyorum ne olacak.
Korkuyla çekti yorganı başına. Ama annesi çoktan dikilmişti başına.
-Aç değilmişte, başı ağrıyormuşta.. Tüh utanmaz.
Kımıldamadı yatakta...
-Kalk diyorum çabukkk!:...
Babası gürültüye kalkıp geldi.
-Ne oluyor hanım?
-Daha ne olsun? Veresiye öteberi almış bakkaldan birde üzerine çikolata yemiş hanımefendi akşam.
-Doğru mu Ayfer?
Sustu nefes bile almadı yatakta.
-Doğru mu dedim sana?!..
Fısıltı gibi çıktı sesi.
-Evet..
-Kalk bakayım..
Kalktı korkarak, babası hiç bu kadar büyük görünmemişti gözüne. Annesine döndü babası.
-Kaç paralık alışveriş yapmış?
-İki buçuk liralık..
-Günde yirmi beş kuruş harçlıgın var Ayfer, buda demek oluyor ki on gün harçlık yok sana.. Hadi şimdi yat yatabildiğince o yatakta..

Ayfer Arman

Yukarı

 Kahveci : Oğuzkan Bölükbaşı


ÜNİVERSİTELİ BİR KADININ KISA ANLATISI

"Kocam lise mezunu, ben üniversite" diye söze başladı kadın. Gözündeki morluğu saklamak için başını öne eğerek konuşuyordu. Yediği dayağın izi yalnızca gözündeki morartı değildi, ruhundaki izler daha belirgindi. "Bir çocuğumuz var" diyerek devam etti, "on yıllık evliliğimizde gün aşırı dayak, her gün kavga, ne yapacağımı bilemez haldeyim".
- Ayrılmayı düşünmüyor musun?
- Öldürür beni.
- Öyle kolay mı adam öldürmek?
- Birkaç kez ayrılmayı denedim, sen eve dönünceye kadar ya anneni, ya da babanı sakat ya da ölü görürsün. Bir telefon ettiğimde, niye olduğunu sormadan benim için adam öldürecek adamlar var diyor. Ölse de kurtulsam.
- Çalışmayı, bir işe girmeyi denesen.
- İstemiyor.
Genç kadın son yarım saat içindeki onuncu sigarasını yaktı. Sigarayı yer gibi tüketiyordu.
- Çok sigara içiyorsunuz.
- Evet.
- Çocuğunuz kaç yaşında?
- Altı
- Onun yanında da içiyor musunuz?
- Evet
- Yazık değil mi?
- Yazık , ne yapabilirim.
- Bırakabilirsiniz.
Sen ne diyorsun yahu der gibi baktı yüzüme.
- Anlaşmazlıklarınızın nedeni tahsil farkı mı?
- Kıskançlık
- Kim kimi kıskanıyor?
- İkimiz de birbirimizi kıskanıyoruz.
- Kocanızı seviyor musunuz?
- Hayır.
- Niye kıskanıyorsunuz?
- Kadınların ona ilgi göstermesine sinir oluyorum.
- Niçin?
- Bilmiyorum.
- O niçin kıskanıyor?
- Erkek değil mi, ufacık bir ilgi görsem, bana "orospuluk etme" deyip yapmadığını bırakmıyor.
- Ne zaman tanıştınız ve evlenmeye karar verdiniz?
- İlk aşkım.
- Ne güzel , her insan ilk aşkıyla evlenemiyor, neyini beğenmiştiniz?
- Bana sahip çıkmasını, benim için dövüşmesini.
- Nasıl yani
- O dönemler bana dönüp bakan biri olduğunda gider o adamı veya çocuğu eşek sudan gelinceye kadar döverdi, bu bana inanılmaz haz verirdi.
- Niçin ?
- Bilmem, gençlik işte, güven içinde olduğumu sanırdım.
- Siz üniversiteyi okurken o neredeydi?
- Aynı şehirdeydik.
- Üniversitedeki sosyal faaliyetlere onunla mı katılırdınız?
- Evet
- Bir eziklik duyar mıydı?
- Kesinlikle hayır.
- O dönemlerde de kavgalarınız olur muydu?
- Evet, o zaman da döverdi beni.
- Yani durum evlenmeden önce de aynıydı?
- Evet.
- Niçin evlendiniz sorusunun bir anlamı var mı?
Gülümsedi , başını öne eğdi, "salaklık bende değil mi" dedi yavaşça.
- Sanmam.
- Ne peki?
- Tutku, mazoşist bir aşk duygusu.
- Yani ben psikolojik olarak rahatsız mıyım?
- Ben öyle bir şey demedim, yalnızca dayağa rağmen evlenmeyi kabul etmenizin sebebini bulmaya çalışıyorum.
- Ne yapmalıyım?
- Ayrılmak en doğru çözüm.
- Yakınlarıma bir kötülük ederse….
- Sığınma evleri var, kaçın iziniz kaybettirin, polise başvurun.
- Siz onu tanımıyorsunuz o beni her yerde bulur.
- Bu kadar çaresizlik içinde yaşadığınız bir hayatı değiştirme cesaretinizi kaybetmişsiniz çözümlere yanaşmıyorsunuz, kendinize yardım etmediğiniz sürece kimse size yardım edemez.
- Çözüm bende yani.
- Kesinlikle.
- Ben bu hayata mahkumum öyle mi?
- O kadar çok çözüm şekli var ki, siz hiçbirine yanaşmıyorsunuz üniversiteyi boşuna okumuşsunuz.
- Doğru söylüyorsunuz.

Genç kadın yavaşça doğrularak, yerinden kalktı.

- Bana müsaade
- Niçin gidiyorsunuz, henüz konuşmaya başlamıştık.
- Sıkıldım.
Kapıya doğru yürüdü ve çıkıp gitti. Arkasından baka kaldım. Kimse göründüğü gibi değildi. Genç, modern giyimli okumuş yazmış bir kadın feodal yapılı bir kafaya sahip adamla evleniyor, işkence dolu bir hayata katlanıyor.çocuğunu nasıl büyütecek, o çocuk bu kadar sorunlu bir anababadan ne kazanacak.?

Yaşanmış , yaşanan hayatları yazmayı seviyorum. Olduğu gibi ve fazla yorum yapmadan. Bir ayna mı tutuyorum, yoksa fotokopi mi çekiyorum, buna okur karar versin diye düşünüyorum.
Hayat bir hediyedir, bu hediyenin konduğu kutunun en derin noktalarını kurcalamadan yaşayanlara üzülüyorum. Bu genç kadın da öyle biri, kutunun bir karanlık noktasına tıkılıp kalmış, ve yaşadığı hayatı herkes gibi kendisi yapmış, o da bunu farkında. Onun isyanı kızgınlığı kendi çaresizliğine.

Kocasının ölümüyle kurtulacağını düşünen kaç kadın var acaba. Çaresiz, sindirilmiş, korkutulmuş. Mutluluk öyküleri de var şüphesiz.
Bir gün bana mutluluğunu anlatmaya gelen olursa onun da öyküsünü yazacağım.

Oğuzkan Bölükbaşı

Yukarı

 Tahayyül Ötesi : Müge Akyol


   

Talan olmanın çıktısı

Kendin olabilmek, kendin kalabilmek...
Yeri göğü inleten bir iç hesaplaşma
şu olgunluk dedikleri…
gökteki yıldızların toprağa karışmadıysa,
elindekiler zaman zaman boşluğa savrulmadıysa,
her taraf talan olmadıysa ruhunda,
hiç burnunuz kanamadıysa,
olgunlaştım diyebilmek,
ne kadar gerçek ???
ne kadar hakikat ???

Müge Akyol

Yukarı

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 Dost Meclisi



Fotoğraf : Şeref Bilgi

<#><#><#><#><#><#><#>

Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.208 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 Tadımlık Şiirler


ben en çok o'nu sevdim

ben en çok o'nu sevdim
hayatımın en temiz en beyaz yanıydı sanki
göklerin maviliği kırların yeşilliği
hepsi iyi güzel ne varsa
o'nda bütünleşmişti
ben en çok o'nu sevdim
ne zaman ne düşünsem
bir o'na bir banaydı...
ne alsam bir değil ikiydi
bazen ne kadar kızsam
öfke değil sevinçti benimkisi
ben en çok o'nu sevdim
bazen iyi şeyleri o başarınca
duyduğum sevinç benim değil onundu
o olmuştum çünkü
denizden geçen teknelere
yanımdaki insanlara
kuşa ağaca güneşe neye baksam
o'nu görürdüm hep
her şeyimde bütün benliğimde
o vardı çünkü
hani Allah korusun o'na bir şey olsa
sonra bana gelip ömründen ömür deseler
yemin olsun bir an bile düşünmem
verirdim
ben en çok o'nu sevdim
bırakın görmeyi düşündüğüm zamanlarda bile
hani bazen fırtınanın ardından
güneş doğar ya öyle
o güneşin sürekliliğini hissederdim
gecenin en koyu yerinde
ben en çok o'nu sevdim
kadehimde şarabım küllükteki sigaramdı
yıldızların en parlak olduğu gecelerde bile
o daha parlaktı benim için
bazen saçlarıyla oynaşan rüzgârı kıskanırdım
gözlerini daldırdığı
mavi denize bile öfkelenirdim
bazen de aramıza giren
dağlara lanet ederdim
o
o en demli çaylardan bile
daha demliydi benim için
çiğdemlerin kokusunu
ilk o'nun teninde öğrendim
yolların tükenmezliğini
belki saçma olsa bile
bulutların bazen insana gülümsediğini
yaz mevsiminin en sıcak
en kurak yerinde bile
mutlaka yağmur yağabileceğini
sevgi olduktan sonra
dört mevsim çiçeklerin açabileceğini
ama bazen de
bazen de insanın yazgısını
kendinin değiştiremediğini öğrendim
ben en çok o'nu sevdim
hiç alışık olmadığım şeyleri bile
o'nunla yaparsam güzeldi
en kararsız olduğum anlarda bile
en kararlı yanımdı o benim
coşkuyu da o'nunla birleştirdim
korkuyu da öfkeyi de...
en büyük kavgam bile
yine o'ydu benim
bazen elim gözüm kulağım
bazen de günahım ve sevabımdı
ben en çok o'nu sevdim
sonu gelmez bir karanlıkta
uzakta küçücük bile olsa
en kuvvetli ışığımdı benim
en büyük telaşım koşuşturmam
bazen de en sessizliğimdi
ben en çok o'nu sevdim
bazen buğulu bir cam gibi
bazen pırıl pırıl aynamdı benim
bazen en kalın kitabım
bazen de tek mısralık şiirimdi
bazen apaçık gün gibi ortada
bazen de yine o en mistikti
ben en çok o'nu sevdim
ne zaman çevremdeki kalabalığın arasında
sıkılıp bunalsam
yanıma baktığımda hep o'nu görürdüm
bazı geceler kâbuslarla
kan ter içinde uyandığım da
hep o'na sarılırdım yokluğunda
bazen özgürlüğüm kurtuluşum
bazen de en büyük teslimiyetimdi
ben en çok o'nu sevdim
tek bir güzel söz beklenen anlarda
buruşuk bir kâğıda yazılıp verilmiş
aşk şiirimdi o benim
ben en çok o'nu sevdim
şairin dediği gibi
"açarken gök, büyürken deniz..."
ben en çok o'nu sevdim
hem de en...

Önder Sayan

Yukarı

 Biraz Gülümseyin



Yukarı

 Kıraathane Panosu


KM 1. YAZ ŞENLİKLERİ ESKİ FOÇA / İZMİR

Eski Foça24 Temmuz 2004 tarihinde Eski Foça'da Kenya Leylek Restaurant'ta planladığımız KM 1. YAZ ŞENLİKLERİ akşam yemeğine bütün KM yazar, yorumcu ve okur dostları davetlidir.

Güzel bir yaz akşamı yemeğine sıcak bir sabah kahvesinin de eklenebileceği bu haftasonu organizasyonunda sizleri de aramızda görmekten mutluluk duyacağız..

Eski Foça İl dışından ve hatta yurt dışından katılacak yazar, yorumcu ve okur dostlarımıza konaklama konusunda yardımcı olabilmek için elimizden geleni yapmaya çalışacağız.
Konaklama ile ilgili kesin rakam ve aşağıda belirtilen ücretin 07 Temmuz tarihine kadar ödenmesi gerekmektedir.

Konaklamasını kendisi ayarlamayı düşünen ya da sadece Akşam Yemeğine katılacak dostlarımızın kesin sayısının da en geç 19 Temmuz 2004 tarihinde ilgili restauranta bildirilmesi gerekmektedir. Katılmayı planlayan dostlarımızın belirtilen tarihlerden önce bizimle iletişime geçmesi ricasıyla...

NOT: Konaklama bedelleri için ödeme havuzu olarak KM Fincan Siparişi sayfasındaki Hesap No'su kullanılacaktır.
Daha ayrıntılı bilgi almak için as.demirel@superonline.com adresinden organizasyonun İzmir ayağı olan Dr. Seda Demirel ile iletişim kurabilirsiniz.

AKŞAM YEMEĞİ:

KENYA LEYLEK RESTAURANT
TEL: 0 232 8126216
Limitsiz yerli içki ve zengin balık sofrası
35 Milyon TL (Pazarlık nakit ödeme üzerinden yapılmıştır)
Yemek saat 20:00 de başlayacaktır

KONAKLAMA:

AMFORA OTEL
Tel: 0 232 8122806
25 Milyon TL oda+kahvaltı

Yukarı

 İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan


Hadi bakalim usta şöforler park etmeyi deneyin.
http://www.xbox-newz-download.de/Funny%20Things/voiture2.swf

Burada da IQ'nuzu ölçün bakalım. http://www.tolunay.com/iqtest/

Yeme içme konusunda kendinize sınır koymuyorsunuz. Öğün sayısı dikkatsiz olmanıza rağmen, asla ana öğünleri kaçırmıyorsunuz. Fazla yediğinizi farkedince mutlaka bir diet kola içiyorsunuz. Hafta sonu hem yemeği fazla kaçırıp, ardından da "bu böyle olmaz, hemen rejime başlamalıyım" diyormusunuz? Pazartesi başladığınız rejimi, öğleden sonra bırakıyormusunuz? Siz en iyisi http://www.diyetimiz.com/ kısayolundaki web sayfasına girip tavsiyeleri inceleyin. Ve mutlaka yemek konusunda "HAYIR" demeyi alışkanlık haline getirin.

Bilgisayar, cep telefonu, klima, fotograf makinası, oto müzik sistemleri gibi bir çok ürün için yerinizden bile kalkmadan onlarca mağazayı nasıl dolaşabilirsiniz? Elbette internet yardımıyla. http://www.akakce.com web sitesi istediğiniz ürün hakkında, kısa zaman içerisinde bir tarama yapıp, size fiyatlarıyla birlikte raporluyor.

Nesin Vakfı'nın amacı, eğitim olanaklarından yoksun çocukların, tükettiğinden çok üreten, toplumsal sorumluluğu olan, özgüvenli ve özverili, kendini sürekli geliştiren, kendine ve dünyaya eleştirel gözle bakan, topluma yararlı bireyler olarak yetişmelerini sağlamaktır. http://www.nesinvakfi.org/ kısayolundan web sayfasına ulaşıp, vakıf hakkında detaylı bilgi alabilir ve hatta yardımda bulunabilirsiniz.

Akın

Yukarı

 Damak tadınıza uygun kahveler


WavePad v1.03 [722K] Win98/2k/XP FREE
http://www.nch.com.au/wavepad/wpsetup.exe
Buyrun size ücretsiz bir ses editor programı. mp3 dahil pekçok formattati dosyaları kesip biçip yapıştırıp yepyeni düzenlemeler yapabildiğiniz gibi bazı temel efektleri de uygulayabiliyorsunuz. İlgili herkese tavsiye edilir.

Yukarı

http://kmarsiv.com/sayilar/20040708.asp
ISSN: 1303-8923
8 Temmuz 2004 - ©2002/04-kmarsiv.com
istanbullife.com
Kahve Molası MS Internet Explorer 4.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri