|
|
|
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 3 Sayı: 544 |
12 Temmuz 2004 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Burası Türkiye, burada olmasın artık!.. |
İyi haftalar,
Amma sıcaktı değil mi? Haftalık bit pazarı ziyaretimi sulu sepken ter yağışı altında gerçekleştirdim. Daha önce bahsetmiştim sanırım, ben bu Kadıköy'ün bit pazarına bayılıyorum. Her hafta olmasa bile 2 haftada bir mutlaka yolum düşüyor. Bu haftanın amacı patlayan far ampullerinin yerlerine yenilerini almaktı. Aldım ama diğer tarafları dolaşmaktan da kendimi alıkoyamadım. Bakın bu pazar Türkiye'nin korsan cennetidir. Ben 4 senedir giderim, korsan azalmaz aksine artar. Son çıkan kanunla vazgeçerler demiştim ama yanıldım. Tezgahlar arttı, tezgahlarda her telden müzik bangır bangır. Zabıta memurları ve polis üst taraftaki büfede çay tokuşturuyorlar. Madem uygulamayacaksın ne demeye kanun çıkartırsın kardeşim? Burası Türkiye, burada olur!...
Bir "Burası Türkiye" hadisesi daha. Ama bu tam güleriz ağlanacak halimize durumları. Bundan 2 ay önce tam turizm sezonu başlamışken THY yolları 11 tane uçağını yakıt tanklarındaki korozyon nedeniyle emekliye sevketmişti. İlk duyduğumda "Helal olsun amcamlara, sezon mezon dinlemediler rapora göre karar verdiler. En güvenli havayolu Türk hava Yolu..." demiş gıyablarında yanaklarından öpmüştüm. Gel görki Türk olmanın dayanılmaz ayrıcalığı hemen kendini gösterdi ve alınan bir başka raporla 11 adet uçak tekrar sefere kondu. Neden? Çünkü yolcu çok, uçak yok. Biri bizimle dalga geçiyor ama belli belirsiz. Burası Türkiye, burada olur!..
Allah torun tosun sahibi de yapsın. Başbakanımız üçüncü mürüvvetini de gördü Allahın izniyle. Kaldı bir tane, onu sanırım ABD başkanlık seçimleri ardına bırakacak. Eee şahit Bush mu Kerry mi olacak ancak o zaman belli olur değil mi ama? Değiştim teranesiyle eline verilen her mikrofona "Çekemiyorlar, değiştiğime inanmıyorlarrrr." diye haykırırken, kendi dilinden cami, ezan, türban, islam sözlerinin düşmediğini farketmiyor olabilir mi sayın başbakan? Memlekette camiye gitmek artık bir yükselme şartı, insanlık payesi oldu ya, şimdi sen kalk ülkenin ileri gelenlerinin(?) camiyle olan temasını halka şikayet et. Yok kardeşim yok, ben bu adamın değiştiğine, memleketi laik demokratik hak ve özgürlükler ülkesi olarak benimsediğine inanmıyorum ve inanmayacağım. Memleketin bu adam ve şürekasından kurtulduğu günü gördüğümde de deve keseceğim deve. Kesmeyen böyle olsun. Nedir bu yahu? Sabah ezanıyla kalkıyor akşam türbanla yatıyoruz. Türkiye ve İslam lafının birarada anıldığı bir başka zaman aralığı hatırlıyor musunuz siz? Bakın Suudiler İslam Olimpiyatı düzenliyorlar ve başköşeye biz davetliyiz. Ne işimiz var sorarım oralarda. Bu olimpiyatlara girmek için halkın yüzde kaçı müslüman olmalı? Nedir bunun ölçüsü? Yoksa önemli olan müslüman olmak değil de İslam devleti olmak mıdır? Light Türk İslam Cumhuriyeti kavramı çıktı çıkalı, çıkaranın dili k.çına kaçsın inşallah, yeryüzünde ne kadar İslami olay varsa biz oradayız. Bakın bakan bey ne fetva vermiş; "Tesettür şartsa kızları göndermeyiz olur biter." Hay Allah sizi bildiği gibi yapsın emi?!.. Ne işin var orada kardeşim. Ya olduğun gibi gitmenin savaşını ver ya da toptan gitme eksik olsun İslam Olimpiyatı.
Burası Türkiye, burada olan gariplikler olmasın artık yahu, yetti bıktık. Adam olalım, sağlıklı olalım, güçlü olalım, laik olalım, layık olalım, özgür olalım, yiyelim, güzelleşelim, sevelim, sevişelim... Herzamankinden daha iyi bir hafta sizlerin bizlerin olsun. Kalın sağlıcakla.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
|
Pratisyen Kahveci : Seda Demirel EKİLMİŞ ADAMLAR SOYU II |
|
Olimpos'ta Athena ve birkaç kanka tanrıça ile dünyevi magazin kanallarını seyrettiğimiz masanın başından, Athena'nın, "Şu ölümlü salağın yaptığına da bakın!!!" diyerek ayağa fırlaması ile korkumdan zıpladım.
Koskoca Zeus olarak bu şekilde zıplatılmaktan pek haz etmiyorum, elbette!
İçim geçer gibi olmuş sanki..
Olimpos'ta oturan tanrı ve tanrıçalarıma eğlencelik olarak yarattığım "renkli dünya alıcısı kase" (Kaliteli ama, plasma ekran); elinde siyah bir yılan ölüsü tutan aptal bir ölümlüyü gösteriyordu. Ölümlüyü de gözüm bir yerlerden ısırıyordu..
Hah!! Şu Kadmos ölümlüsü!
Yılanın, neden sonra, bizim gürbüz savaş tanrısı Ares'in yılanı olduğunu idrak edebildim ama kafamı çevirdiğimde Athena yoktu.
Athena, tıpkı tahmin ettiğim gibi, elindeki yılan ölüsü ile ne yapacağını kestiremeyip etrafına bakınan Kadmos'un yanında bitmişti bile..
Athena; Olimpos'un entellektüeli olarak-savaş stratejisi ve taktiği tanrıçasıdır kendisi-oldum olası savaş tanrısı Ares'ten nefret eder. Athena'nın gözünde Ares-savaş tanrısıymış, hıh!- kafa göz yarmaktan başka bir şey bilmeyen, kaba saba ve son derece de aptal biridir.
Yani ne diyeyim ki? Kendim için, haklılık payı da var kızın..
Kadmos akıllısı bizim kızın yeşil çimenlerin üzerine basan bembeyaz ve zarif ayaklarını gördü önce. Başını şaşkınlık içinde kaldırıp ayakların devamını, yukarıya doğru, keşfe çıktı. "Bu kusursuz mucize, yoktan var olabilen peri, tanrıça Athena'dan başkası olamazzz!!..." şeklinde lirik de bir cümle patlattı.
Athena;"Zeus tependen baksın diyeceğim ama zaten plasma kasenin başından seyrediyordur, ne işler karıştırıyorsun sen???" diye Kadmos'u paylamaya başladı. (Bizim kızın lirik cümlelere karnı toktur, bağlama çekenler hep avuçlarını yalarlar... Adı üstünde, strateji tanrıçası, yemez...)
"Ares seni oyacak! Çabuk yılanın dişlerini sök ve toprağa ek! Sanki birer tohummuş gibi etrafa saç onları" diye bağrındı Athena.
Yavaş yavaş uykum açıldığı için şu aptal ölümlü Kadmos'un neler karıştırdığını da hatırlamaya başladım;
Birkaç yıl önce olmalı, plasmada kanalları zaplarken benim 2 biladerden birinin, Poseidon'un, torununa denk gelmiştim. Agenor'un sevimli, narin, saf görünüşlü kızı Europa...
Elinde bir çiçek sepeti ile Agenor Denizi kıyısında, kumsalda, arkadaşları ile dolaşıyordu.
Sıkkındım, tamam kabul, gözüm hep güzel kızlardaydı.
Eğlenmek fena olmazdı.
Olaya ambians katmak için kendimi aniden bembeyaz bir albino boğaya dönüştürüverdim. Hatta boynuzlarımın arasına da tacımın taşlarını oturttum, taçsız sahneye çıkmam, mümkün değil!
Denizden yüzerek gelip karşısında dikiliverdim şu saf ama güzel Europa'nın.
Lafı da çok uzatmayacağım; Europa'yı sırtıma attığım gibi Akdeniz'i aşıp geçtim. Sırtımda taşıdığım Europa ile o kadar çok heyecan duymuşum ki, ancak Girit'e vardığımda aklım başıma geri geldi..
Gerisini anlatmayacağım elbette..
Europa'nın babası Agenor kızının bir boğa sırtında denize açıldığını öğrenince çılgına dönüp, oğullarını dünyanın dört bir yanına yolladı. Europa'yı kimin kaçırdığından habersiz, aramaya niyetliydi.
Saf Agenor...
Bu Kadmos da Europa'yı bulabilmek için sağda solda gezinen erkek kardeşlerinden biriydi. Aslında en kurnazlarıydı çünkü bizim bilmececi Apollon'a akıl danışmak için Delphi'nin yolunu tutuvermişti.
(Apollon da az değildir ha, iki laf ediyormuş gibi yapar ama olayların üstüne daha da çok düğüm atıp şu ölümlülerin düştükleri haller ile dalga geçer.. )
Apollon rahibe Phythia aracılığı ile Kadmos'a "Kız kardeşini aramaktan vazgeç!" dedirtince çok güldüm.
Apollon benim gazabımdan korktu zaar...
Onca zaman geçmiş, unutmuşum bile bu eski hikayeyi...
Bizim Apollon yine bir hinlik peşinde olacak ki, Kadmos'a "Ayaklarının seni götürdüğü yere git! Bir inek sürüsüne denk geleceksin, ineklerden birinin böğründe yarım ay şeklinde bir lekesi olacak. İşte o ineği sürüden ayır, tekmeleye tekmeleye itekle, ve ineğin yorgunluktan bayıldığı yere de yeni bir şehir kur" dedirttiğini de Olimpos fısıltı gazetesinden duymuştum.
Apollon bazen cidden anlaşılmaz derecede komplike hinlik planları yapabiliyor, ben bile bilemedim şimdi neyin peşinde diye düşünmüştüm.
Demek ki şu Kadmos ineği bulmuş.
İneğin yıkıldığı yerde de THEBAİ şehrini kurup, ineği de bana kurban etmek istemiş Sağolsun da, herhalde su bulamamış ki su aramaya başlamış.
Bulduğu kuyunun başında da suyu koruyan şu Ares'in soğuk ve sevimsiz yılanı ile karşılamış olacak...
Kalender mi, salak mı bilemeyeceğim ama Ares'in yılanını da bir güzel öldürmüş, belli...
Plasmada bizim Athena'nın sesi çınladı. "Çabuk ol dedim sana!! Ölümlü Kadmos, ek şu yılan dişlerini!"
Kadmos'un yüz ifadesine bayıldım!.
Birkaç yılan dişini toprağa savururken elleri titriyordu..
Bir sonraki adımda yüzünün alacağı yeni şekli görmek için heyecanla burnumu plasma kasenin dibine kadar soktum;
Yılan dişleri toprağa değer değmez topraktan adamlar fışkırmaya başladı!!
Kadmos şaşkınlık içinde ve küçük dilini yutmak üzereydi!!
Ay! Çok hoş bir manzara!
Kadmos olanları anlamaya çalışırken tepeden tırnağa silahlar ile donatılmış insanlar yerden son sürat bitiyor ve kökleri çizmelere dönüşür dönüşmez savaşmaya ve birbirlerini öldürmeye başlıyorlardı.
Kısa zaman içinde tek bir tanesi bile canlı kalmayınca Kadmos, avucunda kalan son dişleri de toprağa savurdu, bu işten keyif almaya başlamıştı sanki..
Bu sefer topraktan fışkıran ekilmiş adamlar daha barışsever çıktılar.
Kimsenin savaştığı yoktu.
Şimdi de Kadmos'un yüzündeki hayal kırıklığı ile eğlenmeye başlamıştım..
Kadmos'un yere eğildiğini gördüm.
Yerden bir şeyler topluyordu.
Gözlerindeki bakış bu sefer beni pek eğlendirmedi doğrusu.
Kadmos yerden aldığı taşları gizlice bu insanlara atmaya başlamıştı!
Vay uyanık!
Karşılıklı olarak birbirlerini suçlayan ekilmiş adamlar kısa süre içinde yine dövüşmeye başladılar... (Bu hikaye bir yerlerden tanıdık ama..)
Adamların tümü ölmeden, nihayet, Kadmos bu oyuna bir son verdi.
Geriye sadece beş adam kalmıştı...
Ekilmiş adamlar; Spartoi; yani Spartalılar'ın ataları; gelmiş ve geçmiş en savaşcı kavim artık Kadmos'a aitti...
Tam savaş tanrısı Ares'e layık bir güruh..
Ares gerçek anlamda bir aptaldır. Onun için savaşmak sportif bir müsabakadır. Hatta dövüşmek her zaman için ölüm anlamına bile gelmez; ana hedefi hep rakibi yaralamaktır. Muhatabının yaraları iyileştiğinde tekrar tekrar mağlup edebilmek için...
Bizim kız, Athena , Ares'i bu aptalca tutumundan dolayı hor görür ve dostlarına şunları öğütler; "Önce ne istediğini iyi düşün, bir rakip yok edilmek için vardır. Eğer sen onu yok etmezsen günün birinde o seni yok eder. O halde işini bitir!!! (Bu da size çok tanıdık gelmiş olmalı)
Ares Kadmos'a sinirlendi tabii. Sevgili yılanı ölmüştü...
Tam sekiz yıl emrinde çalışmaya zorladı onu.
Kadmos ise Ares'in her türlü isteğini yerine getirip bu istekler doğrultusunda, biz tanrıları da çok eğlendiren, bir ton çılgınlık yaptı durdu.
Sekizinci yıl dolduğunda Ares Kadmos'tan o kadar memnun kalmıştı ki, ona bir hediye vermeye karar verdi!
Afrodit'ten olma öz kızı Harmonia'yı!
Böylece ilk kez bir tanrı tohumu, iki Olimpos sakininin kızı, bir ölümlüye eş olarak verildi!
Ares'in kendi kızıydı, benim vermeye pek gönlüm yoktu ama...
Bu müstakbel evlilik, bizlerin de Olimpos sakinleri olarak, aşağıya inmemiz için hoş bir bahane oldu. Kız vermiştik bir kere, elbette düğününde bulunacaktık!
Thebai şehrinin pazar yerinde kurulan şölen masasına bir güzel kurulduk.
Kadmos ve Harmonia'nın düğününde pek de eğlendik!
Çok mutlu bir evlilikleri oldu, hatta pek çok da çocukları..
En sonunda ölülerin götürüldüğü Hades'e olmadığı gibi, Olimpus'a da kabul edilmek istenilmeyen mutlu insanların yaşadığı "ELSİYUM"'a götürüldüler...
Ne hoş, değil mi?
Mutlu son sanmış olmalısınız...
Kadmos ve Harmonia için belki de doğru sandınız..
Lakin size iki çift lafım var, kulak verin.
Geçenlerde bir yerlerde bizim masum-günahkar Ödipus'un da kendi hikayesini ballandıra ballandıra anlattığını işittim. Şuçu da hep babasına ve benim hatun Hera'ya atıyormuş..
(Apollon'nun Ali-Cengiz oyunları için çok saf biriydi aslında.)
Bizim Olimpos'ta en sevdiğimiz şey aşağıda yaşanan karmaşa ve trajedilere tanık olmaktır. Yani aşağısı karıştıkça mest oluruz, köşelerimizin sayısı artar, yüzümüze renk gelir, birbirimize olan biteni gösterdikçe, değil gülmek, kuşlar gibi şakırız..
Birbirimize sürpriz karışıklıklar ve trajediler hazırlarız.
Kısacası, biz tanrılar iyi!! bir şeyler yaptığımız zaman çok dikkatli olmanızda fayda var. Muhakkak altından bir çapanoğlu çıkar.
En iyisi göze batmadan sakin ve sessiz ve barış içinde yaşamanızdır.
Gerçi Kadmos ve Harmonia'yı görmezden gelmedik, bolluk ve bereket içinde yaşamalarını sağlamış gibi gözüktük!!
AMA!..
Ama tam dört nesil boyunca, doğan bütün çocuklarının da mutsuz ve talihsiz olmalarını sağladık; ya yaşamlarına kendi elleri ile son verdiler, ya kendi oğullarından gebe kaldılar...
Ya da kendi gözlerini kör ettiler!
Diyeceğim şu ki; kahenetler her zaman doğru çıkar, ama iyi bir şeyler söylendiğinde kuşku duymanızda fayda var!
Ha, unutmadan, son bir şey...
Siz insanoğulları geçmişte zaman zaman-çok nadir de olsa-numaralarımızı yutmazdınız.
Hani Kadmos'un, Ares'i mutlu edecek Sparta kavmini, barışçıl ekilmiş adamlara gizlice attığı taşlar ile onları birbirine düşürerek yaratmayı akıl etmesi ve son beş adamı da canlı tutabilmesi gibi...
Ares'in gazabından sıyrılmıştı uyanık!
Şimdilerde ise ortalığı karıştırmak için müdahale etmemize dahi gerek kalmıyor.
Size neler oluyor böyle kuzum?
Tüm dünya kendini yarı tanrı ilan etmiş ölümlü kaynıyor..
Teessüf ederiz..
Seda Demirel
Yukarı
|
Kahvecigillerden : Serdar Pakırel |
EY EDİP ADANADA PİDE YE
Çalıştığım işyerinden açık öğretim sınavları için 2 hafta izin aldım... Bu 2 hafta boyunca hesaplarıma göre 8 derse de zaman ayırmıştım... İlk gün 1-2 saat çalıştıktan sonra biraz güneş görmek için pencereyi açtım... Dışarı da insanlar vardı... Ve yolda çok güzel bi kız yürümekteydi..
- Üff be... dedirtiyordu kız adeta...
Bu kızı gördükten sonra insan nasıl ders çalışır ki şimdi... Dışarıda hayat var be usta... Şu sınavlar bir bitsin... Bitince napcaksın?
O zaman, zamanımın hepsini kızlarla geçireceğim... He heh... Şimdi de karnım acıktı... Buzdolabında makarna olacaktı, onu ısıtayım da yiyeyim bari... Ocağın altını da yaktım iştee... Ocağı yakarken geçen gün izlediğim film aklıma geldi... Filmin ismi : Üç Renk Kırmızı...
Polonyalı yönetmen Krzysztof Kieslowski'nin filmin de bi hukuk öğrencisi, sınav için okuluna gitmektedir... Öğrenci çocuğun koltuk altında da hukuk kitabı vardır... Arkasından bi araba gelir... Araba süratli bi şekilde, hukuk öğrencisinin yanından geçerken, bizim hukuk öğrencisinin kitabı koltuk altından yere kayar... Ağır çekimde kitap yere düşerken, kitap çok estetik bi şekilde yere yapışır... Öğrenci çocuk, açılan sayfaya dikkatlice bakar... Bu öğrenci ayrıntılara düşkün bi kişidir... Birazdan hukuk sınavına girer ve o da ne: Sorulardan bi tanesi yolda açılan sayfadan çıkar... Öğrencimiz çok mutludur... Ne güzel iş be... Ben de mutlu olmak istiyorum... Ulan ben de böyle yapsam mı? Koltuk altıma bi kitap koyayım, yanımdan da bi araba geçsin sonra kitap yere düşsün... Olmaz öyle, şimdi evdeyim...
O zaman şu kitabı bi havaya atıyım... Hooop düştü... Açılan sayfaya bakayım... Önsöz çıktı... Sınav da önsöz mü çıkar be... Dur bi daha atıyım şu kitabı... Bu sefer de hiç bi sayfa açılmadı... Bi daha atıyım.. Bi daha, bi daha derken... Hassittir kitap yırtıldı lan... He heh... Ne yapcam şimdi? Kitabı toparlamak için bant gerekli... Bant da geçen gün bitmişti... Bakkala gideyim de bi bant alayım... Bi şeyi de beceremiyorum he... Bant için kapı önündeki bakkala indim hemen...
Se : Merhaba Muharrem, bi bant istiyorum...
Muharrem : Banttan önce senden bi şiy rica etcem...
Se : Bandı ver ondan sonra...
Muharrem : Bandı veririm de... Abi bakkala bi kaç dakika bakabilir misin?
Se : Sana bakıyorum ya iştee... He heh...
Muharrem : Abi çok sıkıştım ya... Şakanın sırası değil, daha fazla konuşamayacağım... Ben tuvalete gidiyoruum...
Se : Hiç bi fiyatı bilmiyorum olum ben...
Duymadı ki hıyarağası... Napıcam ben şimdi? Muharrem, bana güvendiği için bıraktı bakkalı... Vay be, ben güvenilecek bi adammışım demek... Keşke ders kitaplarımı alıp da gelseydim buraya... Ama böyle bi şey olacağını bilmiyordum ki... Sanki kitaplarını alsaydın, bakkal da ders çalışacaktın he... Ulan ev de zor çalışıyorsun... Neyse, müşteri geldi...
Se : Buyur abi...
Müşteri : Burada ki bakkal arkadaş ne oldu?
Se : O mu? E e e...Burayı yeni devraldık da biz... O arkadaş yok artık.
Müşteri : Öyle mi? Hayırlı olsun o zaman... Bi kibrit alabilir miyim?
Se : Malazlar var, Kav var... Hangisinden istersiniz?
Müşteri : Malazlar olsun... Ne kadar veriyorum...
Se : Ne verirsen...
Müşteri : Üzerimde bozuk yok... Sonra versem olur mu?
Se : Tabii, ne demek...
Ardından bi müşteri daha geldi... Kızın elinde kitaplar var...
Açık öğretim kitapları bunlar... Demek kız da benim gibi açık öğretim de okuyor... Daha önce üniversite de bu kızı hiç görmemiştim... Sanki açık öğretim örgün eğitim veriyormuş gibi konuşuyorsun he... Dur kıza hemen söyleyeyim...
Se : Ben de açık öğretim de okuyorum...
Açık öğretim öğrencisi : Öyle mi?
Se : Size bi şiy sorabilir miyim? Şimdi bu sınavdan 60 alırsam, ikinci sınavdan kaç almam gerekiyor?
Açık öğretim öğrencisi : Size isterseniz not çizelgesi vereyim, bu çizelgeden kaç almanız gerektiğine bakabilirsiniz?
O çizelgelerden evde bin tane var be... Muhabbet olsun diye sorduk... Kız da kalkmış bana çizelgeyi veriyor... Ulan, aklıma da güzel bi şiy gelmedi ki... Gele-gele not geldi...
Se : Çizelgeyi hemen alayım... Bende de yoktu zaten biliyor musun? Çok teşekkür ederim size...
Açık öğretim öğrencisi : Bir sakız aldım.. Buyurun parası...
Se : Hiç önemli değil efenim... Müesseseden olsun...
Açık öğretim öğrencisi : Teşekkür ederim... İyi günler...
Se : İyi günler... Yine bekleriz, ben her zaman buradayım....
50 SANİYE SONRA
Se : Aa, Muharrem de geldi işte...
Muharrem : İşler nasıl?
Se : Bi adama kibrit sattım... Parasını sonra verecekmiş... Bi de bir kız sakız aldı... 100 bin lira istemeye utandığım için para almadım...
Muharrem : Ne biçim adamsın lan sen... Allah'tan tuvalette fazla kalmadım he... Sen ne bandı istiyordun...
Se : Koşu bandı... He heh... Var mı koşu bandı?
Muharrem : İşin gücün makara yapmak hee...
Se : Muharrem telefonun çalıyo...
Muharrem : Edip naber? Nolsun bakkaldayım... (Bana bakarak) Manyaklarla uğraşıyorum işte...
Edip mi? Bakkalın karşısında da pide dükkanı var... Bunlar bana bi şiy çağrıştırıyor ama ne... Edip... Pide... Edip kelimesini tersten oku... Pide... Pide kelimesini de tersten oku, o zaman da Edip oluyor... Bu kelimelerin cümle içinde olduğu uzun bi laf vardı ya... O cümleyi baştan ve sondan okuyunca da aynı çıkıyordu... Bunu bulmam için biraz daha düşünmeliyim... Bi müşteri daha geldi bakkala...
Başka bi müşteri : Bi çubuk makarna alabilir miyim dedi...
Çubuk makarna mı? Evet makarna dedi... Ben makarna yiyecektim evde... Ama yemedim, niye yemedim...
İnanmıyoruum, makarnayı ocakta unuttum...
İMDAAAT... MAKARNAYI OCAKTA UNUTTTTUUUUUMM...
Serdar Pakırel
Yukarı
|
Şair Kahveci : Filiz Güner Mercanköşk |
Kıymık Bakışların Var
Dişlerini fırçaladı. Her biri inci beyazlığındaydı. Diş etlerinin arasına sıkışmış, irin toplamış, kötü kokulu siyah yalanlar yoktu. Bu yüzden damakları sedef beyazlığındaydı. İyi geceler dedi ve yatmaya gitmeden önce gül kokulu bir öpüş kondurdu yanağıma. İçim rahatlamadı. Kıymık kıymık bakışları kaldı üzerimde. Yalansız yüzünde güvensiz, doğruyu arayan bakışlar vardı. Duygularımın gerçek olduklarına inanamıyorsun değil mi? İstesen de, korkuyorsun bu kez. Koruduğun yalnız dünyana, inandığın ve güvendiğin birince zarar gelmesi çok incitir, anlıyorum seni. Yüreğini gösterdiğin biri yaparsa bunu dayanılmaz olur, biliyorum. Yasaklısın kendine.
Sen şimdi uyu tatlı tatlı. Öpsün seni melekler. Ben takılıverdim ya kıymık bakışlarına bir kez… Uyuyamam artık bir süre.
Kıymık kıymık bakışların. Acıtarak bakıyorsun. Sen bile farkında değilsin. Acımışlığın yakıyor gözlerinin değdiği her yeri. Öyle sanıyorum ki; yaşamınca yumrukların, gözlerin kadar güçlü olmayacak.
İçimi okuyorsun. Kanım çekiliyor adeta. Kendimi hiç bu kadar nedensiz ve apansız savunmasız hissetmemiştim. En değerli eşyayı kırmış yaramaz bir çocuğun, suçunu kabullenişi, suskunkuğu çöktü üzerime. Gözlerimi kaçırmak istiyorum, ama buna anlam verip incineceksin diye kaygılanıyorum. Yüzüne bakmaksa ayrı dert. Sorularından korkuyorum yavrucağım. Cevap veremem, çünkü yalan söyleyemem. Beceremem, al al olur yanaklarım; hemen anlarsın. En iyisi hiç bir şey sorma. Sadece bak. Kıymık kıymık bat, şimdilik razıyım. Kanasın yaralarım.
Bu duruma başka zamanlar da düştüm ben. İsmi iç kanamasıymış:)) `Deli misiniz doktor bey?` dedim. `Epey yaşadım bunu, bu güne sağ kalmazdım allah korusun.` Güldü. Söyledim ya çok geçirdim bu mereti, korkma ölmeyeceğim. Sen bakmaya devam et. Zaten ölünce bu kanamaları da geçirmeyeceğim. Yaşıyorum, anlıyorsun değil mi?
Şimdi de gitmek istiyorsun ha. Bizim oralarda zengin kalkışı derler bu yaptığına. Korkma yavaş olurum. Azar azar severim seni. Alıştıra alıştıra… Sevgiden korkan gözlerin gerçekleri her seçişinde bir adım daha gelirim. Kıymık kıymık battığın içimden benden beklediğin gibi yavaş yavaş çekil ki, kalbim sökülüp gözlerinde kalmasın. Kalbime sürekli bakmaya dayanamazsın. Orda senin kıymık bakışlarının üç boyutlu bir karesi var. Kendini görmeyi kaldıramazsın. Yavaş git...Kalbime sahip olayim. Kıymıkların içimde kalsın, dert etme… Bir iç kanaması olur en fazla. Sonra düzelirim.
Filiz Güner Mercanköşk
Yukarı
|
|
Arthur'un Atelyesi : Ahmet Öztürk |
|
İki Fırtına
Nereye gidersen git diyorum gözleri yangın
Alevlerle nereye kadar gidebiliyorsan git
Telefonum sesini duyurmayacak artık
Sevgililer günü hediye bakmayacak
Gördüğüm bir gülü dalında bırakacak
Resimlerini göz önünden kaldıracağım
Hayat yenilikleriyle üstüme saldıracak
Biliyorum
Ve gene biliyorum sen alıştığın ayrılığınla
Belki ufak bir rahatsızlıktan sonra
O kurulu dünyanın kurulmuş bir oyuncağı olacaksın
Sanki hiç yaşanmamış bir ilişkiyi hatırlayacaksın arasıra
İnsanoğlu sever
acı çeker
ve hayatın üstüne saldırmasını bekler
Biz de bu kadere boyun eğeceğiz
Başka bir memlekette
başka bir işte
başka bir zamanda bulmuş zannedeceğiz kendimizi
Ama alışır insan
Alışır ayrılığa
Alışır acıya
Eski dostların yeni tanıştığın dostlarımız gibi gelecek
Dört elle sarılacağız bir süre
Ve sonra anlayacağız ki hiç kaybetmemişiz onları
Birbirimizden önce kimdiyseler öyle olacaklar
Gözlerin yeni bir yürek yeni bir sima arayacak
Ama göremeyeceksin
Çünkü
Damarlarına kadar dolanmış bir ilişkiden sonra
Ayrılık körlüğüdür gözlerin ve bitik bir yüreğin
Bazen şu an nerede kimle olduğumuzu düşünecek
Mutlu mu acaba diyeceğiz
Mutluluğu bulabilmek için değil miydi ayrılık
Madem öyle hayat saldırsın üstümüze diyeceğiz
Çünkü yapacak bir şey yoktur bilirsin bilinçsizce
Sevgi sözcüklerinin yalan olduğunu anlayacağız
"Seni ayrılsak da sonsuza kadar seveceğim
seni hala seviyorum" demek mezar taşı olacak
ölmüş bir sevdayı kabre koyduktan sonra hain ceylanım
Şimdi yokuz birbirimizin hayatında
Çekip gitmişiz başka bozkırlara
Ne kaldı elimizde?
Koskoca bir boşluk açıldı hayatımızda
Anlıyorum ki aşkımız iki fırtınanın aynı yerde görülmesiydi
İmkansızı başarmaz mı aşk ?
Başardı işte, iki fırtına koptu
aynı mekanda, aynı zamanda
ama fırtına da diner
Biz de öyle olduk
Ahmet Öztürk
Yukarı
|
Kahvecigillerden : Oktan Erdikmen |
Dalga Geçer Gibi
AİHM’nin Türkiye’de uygulanan üniversitelere türbanla girme yasağını laiklik açısından değerlendirip haklı bulmasının ardından tartışmalar yepyeni bir boyut kazandı. İslamcı basın elin Hıristiyanlarına böyle bir konuyu götürmenin en başından yanlış olduğu konusunda uzlaşırken, kararın tartışılması gerektiğinin altını çizmeyi de ihmal etmedi. Söz konusu dava, Leyla Şahin isimli bir öğrenci tarafından açılmıştı ve Abdullah Gül’ün eşi Hayrunnisa Hanım’ın kocasının hükümet üyesi olmasının ardından nerdeyse bir yıl geçtikten sonra aklını başına toplayıp(!) “kocamla karşı karşıya gelmek istemiyorum” gerekçesiyle geri çektiği davayla benzerlik gösteriyordu! Böylelikle, Hayrunnisa Hanım’ın davayı kaybedeceğini anladığı için geri çektiği görüşü haklı çıkmış oldu.
Hafta içinde halkı imam hatipler için eylem yapmamakla suçlayan başbakan, hafta sonunu da boş geçmedi ve türbanlı öğrencilerin en azından vakıf üniversitelerine girebilmeleri için sivil toplum örgütlerince bir mutabakat sağlanırsa buna hazır olduklarını açıkladı! Başbakan biz bunu yapmak istiyoruz demiyor, böyle bir mutabakat sağlanırsa hazırız diyor. Nabız yokluyor. Oysa Tüpraş’ta, Telekom’da, Kıbrıs’ta ve Irak’a asker gönderme konusunda kimseyle mutabakat arayışına girmemişti başbakan. Amerika’yla oluşturduğu mutabakat yetmişti. Ama bu konuda Amerika da yardım edemiyor. Başbakan, üniversitelerde türbanı haklı göstermek için kendi çocuklarının Amerika’da okumak zorunda kaldığını gösteriyor! Yeri gelmişken söyleyelim. Tayyip Bey’in çocuklarının Amerika’nın en pahalı üniversitelerinde burslu okudukları iddia ediliyor. Oysa gerçek başka türlü. Sözgelimi, başbakanın oğlu o bursu üstün zekalı olduğu için değil, yalnızca başbakanın oğlu olduğu için, o da bir özel şirket (RAMSEY) sahibinden alıyor. Yani üniversitede burslu değil, bir işadamının kaz gelecek yerden esirgemediği paralarla okuyor! Tayyip Bey, çocuklarının Türkiye’de türban taktıkları ve İmam Hatip Lisesi mezunu oldukları için okuyamadıklarını söylüyor. Oysa, basından izleyebildiğimiz kadarıyla başbakanın oğlu türban takmıyor(!) ve Türkiye’de özel üniversitelerde okuyan bir sürü İmam Hatip Lisesi mezunu bulunuyor.
Evet, Tayyip Erdoğan en azından vakıf üniversiteleri formülüyle türban sorununa son noktayı koymuş görünüyor. Bence başbakan dikkatleri vakıf üniversitelerine çekerek kendi açısından oldukça önemli bir hata yapmıştır. Çünkü vakıf üniversitelerine türbanlı öğrenciler zaten alınıyor! İnanmayan ders yılı başladığında gidip bakabilir. Kafaya dolanan bezlerle, şapka olduğu iddia edilen ama şapkadan başka her şeye benzeyen başlıklarla devletle dalga geçer gibi kampuslarda dolaşılıyor. Kimileri türbanlarının üzerine taktıkları şapkaları içeri girdikten sonra çıkararak türbanla derse de girebiliyor. Güvenlik görevlileri olan bitene göz yumuyor. Zaten az sayıda olan bilinçli öğretim üyesi de sesini çıkaramıyor. Çünkü işin ucunda para var. Bir öğrenci nerden baksanız yılda 10.000 dolar ediyor. Bu ülkede, yüz binlerce dolar yatırım yaparak özel üniversitelerde İmam Hatip Lisesi mezunu öğrenci okutan vakıflar var. Bu ülkede, herhangi bir özel üniversiteye giren İmam Hatip mezunlarının tamamına ayda 100 dolar burs veren vakıflar var. Yeşil sermaye geleceğin karanlık dehlizlerinde köşe başlarını tutacak ağları şimdiden örüyor. Bürokraside kadrolaşma başını almış gidiyor. Olup bitenler karşısında harekete geçmesi gereken kurumlar iç hesaplaşmalar peşinde, çırpınıyor.
Yıllardır hep üniversiteler tartışılıyor. Dikkatlerden kaçan bir konu var. Peki bu çocuklar üniversiteye kadar nasıl geliyor? Söylediklerine göre türban 13-15 yaşından itibaren takılmalıymış. Bu çocuklar ya ortaokula ve liseye de türbanla giriyor, ya da tam üniversite çağına geldiklerinde türban takmaya karar veriyorlar! Sanıyorum bu sorunun yanıtı, türbanlı fotoğraflarla bezeli mezuniyet yıllıkları dağıtan İslami isimli kolejlerde ve cumhuriyet okullarında “Ahiret Hava Yolları’na ait ilanlar dağıtan” öğretmenlerde aranmalı.
Son olarak, Kuran’da türban yok. Ama Medeni Kanun’la çelişen onlarca başka hüküm kesin olarak var. Miras hukuku böyle, şahitlik esası böyle, dört kadınla evlenme böyle. Başta başbakan olmak üzere tüm İslamcılar, bunca konuyu içlerine sindirdikleri halde, neden sadece türbanla uğraşıyorlar? Yoksa yüksek yerlerden emirler, yalnızca türban için mi geliyor?
Oktan Erdikmen
Yukarı
|
|
YILDIZINIZ KIPIR KIPIR, YA SİZ?
Ailenizin Yıldız Falcısı : Nurettin Özdemir |
|
KOÇ (21 Mart-20 Nisan) Sevgili koçlar bu hafta evinizle ilgili konular sizleri oldukça zorlayacaklar. Bu çetrefelli uğraşları enerjilerinizin yüksekliği sayesinde halledeceksiniz. Yaşasın sıcak ilişkiler, dostluklar ve seyahatler, bitsin bir an evvel bitemeyen aile boyu tansiyonlar !.. İşte haftanızın parolası koçlar..
BOĞA (21 Nisan-20 Mayıs) Hassas dengelerdesiniz sevgili boğalar. Nasıl mı ?.. Basit gözüken ama bir o kadar da beceri ve bilhassa diplomasi gerektiren konumlarda bulacaksınız kendinizi. Altın değerinde fırsatların haftasında sakın kendinizi zamansız tatile çıkarmayın !. 12 ve 13 temmuz günlerini pozitif bilin. Ve siz de öyle olun..
İKİZLER (21 Mayıs-21 Haziran) Haftanız fıkır fıkır sevgili ikizler. Bir yandan içinizden dünyaları kucaklamak geçiyor ve çareyi banka hesaplarınızı oymakta buluyorsunuz, öte yandan volkanik enerjilerinizin verdiği zıplamalarla çevrenize illallah(!) dedirtiyorsunuz !.. Makul bir yol tutsanız olmaz mı ?. Siz ikizler ile elbette olamaz !.. Huylu huyundan…
YENGEÇ (22 Haziran-22 Temmuz) Her ne kadar şanslı bir hafta da bulunsanız da sevgili yengeçler alınacak bazı zor kararların zihinlerinizi yoracaklarını da sizlere söylemeliyim.. Yakın ilişkilerde bilek güreşlerinin, hükümranlık takışmalarının sırası değil. Bunlar yarı şaka görüntüsü altında yapılmış olsalar bile..
ASLAN (23 Temmuz-22 Ağustos) Evet sevgili aslanlar, günlerinize bariz bir yorgunluk hakim olsa bile, gereken ihtimamı gösterin gecelerinize. Düşüne düşüne vardığınız tek nokta enerjilerinizi sıfırlamak oluyor. Gereken angajmanları alın, ilk adımı atın ve geriye dönüşleri unutun. Gelecek şimdi başlıyor. Yarın diye birşey yok.. Allah'tan kalpler sağlam !..
BAŞAK (23 Ağustos-22 Eylül) Hafif de olsa bir gün elektrik çarpmasına maruz kaldıysanız elinizin nasıl havalandığını unutamazsınız asla. İşte bu hafta siz topyekün havalanacaksınız başaklar !.. Çevrenize yıldırımlar saçarak ilişkileri zedeleyeceksiniz. Durulun azıcık, çekilin bir köşeye, tansiyonlar insin. Halbuki şanslar beklemedeler..
TERAZİ (23 Eylül-22 Ekim) Sakın sizler de başaklardan örnek almayın teraziler. Ne bu sabırsızlıklar, ilişkiler de parlamalar, dayılıklar. Herşey bitti de bu mu kaldı yani… Haydi, haftanın ilk günlerinden itibaren sizleri seven ve ihtimamlarınızı bekleyenler var. Aynen sevgili başakları bekleyenler misali. Sevenler ve kısmetler.
AKREP (23 Ekim-22 Kasım) Parçalı bulutlu geçen bir hafta sonundan sonra haftanın ilk günlerinde şunu kabul edin artık sevgili akrepler, herşeyi dayatma huyunuzdan vazgeçmelisiniz.. Halbuki gelecek günler oldukça bereketli sürprizlerle dolu. Yolculuklar, yabancı diyarlara seferler gündemde olacaklar. Euroların döküm haftası, yanılmaya gelmez !..
YAY (23 Kasım-20 Aralık) Sevgili yaylar bu hafta şu gereksiz inatçılığınızdan ne olur vazgeçin yahu !.. Herşey neredeyse dört dörtlük ve siz halen kılı kırk yarma operasyonlarındasınız…Var mı böyle birşey !. Sevdikleriniz, dostlarınız da sizlere mutlaka benzeyecek diye birşey yok. Kompülsif alış verişlere, harcamalara dikkat edin.
OĞLAK (21 Aralık-19 Ocak) Projeler pupa yelken ve özellikle dış ülkelere endeksli olanlar için geçerli bu hareketlilikler..Yalnız bir takım engeller isteklerinizi yokuşlara sürmekteler. Bütün bunlar sizleri çekilemez hale getirmemeli elbette. Mülayim olmakta yarar var bence. Parlamadan(!) önce dillerinize patinaj yaptırın ki düşünme şansınız doğsun.
KOVA (20 Ocak-18 Şubat) Bir bu eksikti sevgili kovalar !.. Ne diye sormayın canım, kılıçları kuşanmış ve kesmeye adam arıyorsunuz sanki.. Provokasyonlara yenilmeyin, alçak gönüllü davranın, şanslarınızı ürkütmeyin, sizlerden beklenen büyüklüğü ve yüceliği gösterin.. Hafta sonu daha sakin ve sevgi dolusunuz.. Of bre kovalar of !..
BALIK (19 Şubat-20 Mart) Kısmetlerin gezegeni Jüpiter sayesinde sürprizlere açık olun sevgili balıklar. Uzun vadeye yayılabilecek angajmanlarınızı sağlam zeminlere inşa edin. Dandik proje ve sözlere sakın pabuç bırakmayın. O meşhur 6. hissiniz yoldaşınız olmalı bu hafta. Duygusallık yok, aksi halde oltaya takılmanız işten bile olmayacak.
Nurettin Özdemir
nozdemir@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Fotoğraf : Recep Pehlivanlar
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 4.208 kahveciye doğru yola çıkmıştır.
Yukarı
|
İSTEMİYORUM BU VAKİT
Orta hararetli bir renk seçtim,
Turuncuya boyadım yeni zamanı.
Ne kırmızının şehvetini,
Ne heyecanların hevesini,
İstemiyorum işte bu vakit…
Vadeli hesaplara vurulsun kilit,
Ne alacaksan hadi al ve git.
Kasamda kazandığım bir kaç nakit;
Yaşlılık vakti olsun bu vakit…
Turuncuya boyadım ümitlerimi,
Ne pembe hayallerin olmazlığını,
Ne mor gerçeklerin dayanılmazlığını,
Ne yarına kalan günün sırrını,
İstemiyorum işte bu vakit.
Vadeli hesaplar kapansın bu vakit,
Durma, alacaklarını al ve git.
Hayattan çektim bir kaç nakit;
Yaşlılık vakti olsun bu vakit…
Bu olsun benim en yalın anım
Susup sonra huzurla konuşayım
Lekesiz kalsın bu dem beyazım
Mazhar olmak için ne pasak, ne kir,
İstemiyorum işte bu vakit.
Filiz Güner Mercanköşk
Yukarı
|
Bir parmağını keçiler yemiş!..
Yukarı
|
DUYURU
"... Okulumuz 2002/2003 eğitim öğretim yılında açıldı. Devlet imkanları ile yaptırılmış 21 derslikli fiziki şartları iyi olan bir okul. Öğretmen sıkıntımız yok çünkü valiliğimiz ve Milli Eğitim Müdürlüğümüz bu konuda hassaslar. Bizim sıkıntımız bilgiye ulaşamamak. Bırakın interneti daha bilgisayarın nereden açılıp kapanacağını bilmeyen öğrencilerimiz var. Dikkatinizi çekerek söylüyorum, bu evlatlarım lise öğrencisi, onlardan teknolojiyi en iyi şekilde kullanmayı bekliyoruz ama imkan sunamıyoruz. Kan ağlıyorum. içim acıyor, imkansızlıklar belimi büküyor. Evden getirdiğim bilgisayarımla bütün öğrenci öğretmen ve yazışmalarımızı iyi kötü bir yazıcı ile idare etmeye çalışıyoruz. O da çökecek diye korkuyorum. Bakanlığımızın tahsis ettiği bilgisayarımızı henüz alamadık. Gelse nispeten rahatlayacağız. Öğrencilerime bir bilgisayar laboratuvarı kurmak, iyi donanımlı bir kütüphane ile onların derslerine yardımcı olabilecek bir ortam yaratabilmeyi bana inşallah sesimi duyanlar sağlayacaktır..."
Yukarıdaki sözlerin sahibi Diyarbakır 500 Evler Lisesi Müdürü Tolga Bileyzik.
Araştırdım ve bizzat görüştüm. Ses tonu ve minnettarlığı ona yürekten inanmama yetti. Siz de araştırın ve inanırsanız yardımcı olun.
Diyarbakır 500 Evler Lisesi
Tolga Bileyzik ( Müdür)
0 412 255 08 49
0 533 723 40 44
500 evler lisesi hesabı
Finansbank / Diyarbakır Mrkz Şube 10270061
Kütüphane , kitap ve bilgisayar(en çokta bilgisayar). Diyarbakır da işadamlarıyla fabrikalarla görüşmüş kendisi ama onlar uçak kiralayıp futbol maçına bedava seyirci götürmeyi yeğlemişler. Tolga Bey sorunların altında ezilmiş anladığım kadarıyla. İnanın sevinçten ağlayacak gibiydi sesi.
Şimdiden teşekkür ederim. Saygılarımla, Pınar Özkan
Yukarı
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan Yamağı : Ayşe Nur Gedik |
en son çilek'te kalmıştık...
http://www.evyemegi.com/Receller/cilekreceli.htm Çilek mevsimi bitti bitiyor. Ben elimi çabuk tutup hemen yapıp yağmurlu günlerde güneşi hatırlatması için tel dolabıma kaldıracağım. Anne yöntemini de vermişler belki bu yaz onu denerim.
http://www.gecekusu.com/Icki/DisplayIngredient.asp?val=82 Çilekle hazırlanan alkollü ve alkolsüz kokteyl tarifleri hem çok hoş hem de çok romantik!
http://www.deppo.com/shop/group.phtml?id=5612 Siz de benim gibi "çilek varsa şampanya isterim" diyenlerdenseniz, buyrun deppo'ya... Her keseye ve zevke uygun bir şişe bulmak mümkün. Depp.com'dan alışveriş yapmayı ayrıca çok eğlenceli buluyorum.
http://www.dharma.com.tr/dkm/article.php?sid=24 Yok sadece içmekle yetinmesem biraz da geçmişini bilsem diyenlere şampanya'nın tarihçesi. Köpüklü şaraba da şampanya diyor olsak da ne kadar uğraş gerektirdiğini ve çok çabuk soğutulup içilmesinin uygun olmadığı öğrenince buz kovasında bir şişe şampanya hazır tutmaya karar verdim! Çilek de yanında geliyor nasıl olsa :)
Ayşe Nur
Yukarı |
|
|