|
|
|
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 3 Sayı: 546 |
14 Temmuz 2004 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Zenginin malı züğürdün çenesi... |
Merhabalar,
Dokunulmazlıkların kaldırılmasına "ııhhh" diyen sayın iktidarımız bir kocaman temizlik operasyonundan daha yüzlerinin akıyla(!?) çıktılar. Eski başbakan Yılmaz ve bakanları yüce divana yollayarak günah çıkarttılar. Elleri dert görmesin ama gün gelip devran döndüğünde aynısıyla başlarına gelebileceğini unutmasınlar. O gün esen rüzgarda başlarına ne gelir bilinmez ama şu aralar birtakım medya tarafından üstü kapalı geçiştirilmeye çalışılan pekçok haklı olay pişirilip önlerine konacaktır. Devlet eliyle ev'lendirilen vekiller ve evlendirilen çocuklar ileride ayaklarına bağ olacaktır. Başbakanımızın yaptığı düğün en kocaman medya yazarlarınca bile görmezden gelinip "Abartmayın canım, hiçte öyle şaşalı birşey değildi." denilirken bize aval aval bakmak düşerdi belki. Ama dilin ve beynin kemiği yok ki konuşmayı düşünmeyi bir kenara bıraksın. Edindiği serveti oğlunun düğünündeki takıları borç alarak yaptığını söyleyen bir başbakan, üçüncü çocuğunun mürüvvetini de devlet eliyle yaparda bizim dil susar öyle mi? Yok ya, yağma Hasan'ın böreği... Beşbini aşkın davetliye Lütfi Kırdar'da yapılan nikah töreni... Çiftlere hediye edilen yükte hafif pahada ağır binlerce takıyı takmak için sıraya giren avane unutulacak ve sadece uluslararası diplomasinin gereğini layıkıyla yerine getirmiş bir başbakan ve 6 şahit yabancı devlet büyüğünden söz edilecek. Neymiş? Avrupa diplomasiyi böyle götürüyormuş. Biri birinin vaftiz törenine, diğeri berikinin barbekü partisine gider ahbaplık kurarmış. Bizim neyimiz eksikmiş.. Çok şeyimiz eksik çok. Başta dilimiz yok. O dediğin arkadaşlık konuşarak olur. Pandomim yaparak yada araya bir başka kafa koyarak olmaz. Şimdi ben diyorum ki, sayın başbakanımız son mürüvvetten elde edeceği geliri, geçinemeyip kurmak zorunda kaldığı şirketinin holdingleşmesine değilde, Amerika ya da İngiltere'de bir dil okuluna yatırsın. Hepsini değil canım. Bir kesecik yeterde artar. Hem yalnızlıkta çekmez. Toni ve Corc onu hayatta yalnız bırakmazlar. Boru mu? Birbirlerine boşuna mı kirve oldular... Hem ziyaret hem ticaret olur, arada diline dil katar gelir. Emine Hanım'ın dilini de dördüncü çocuğun mürüvvetinden hallederler artık. Yokluğunda n'aparız diyemeceğim üzgünüm, benim adağım var biliyorsunuz. Altı aylık kursa ben devenin 2 ayağını keserim vallahi.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
|
Double Espresso : Gülendam Z.Oğuz Daha dün gibi.. |
|
Avuç içi kadar bir güzel baş yaslanmıştır göğsünüze. Yumuk gözleri yeni hayattan ürkmüşçesine sımsıkı kapalı olsa da, sıcaklığınızla huzur içinde uyumaktadır. Işığına kavuşmuş -da heyecanla çırpınan kelebek gibi hızla atar minik kalbi. Yürek hep bu buluşmaya hasret, sessizce derinlerinize koklarsınız onu.
Karnınızda taşırken sorun yoktur. Çünkü her yerde berabersinizdir. Rüzgar eser, farkında olmadan örtünürsünüz. Uyumak istersiniz ama o istemez ve kıpır kıpır sizi uyutmaz. Bir bakarsınız, gecenin sessizliğinde vakitsiz bir oyunun içinde buluverirsiniz kendinizi. Çok sevdiğiniz lezzetlerden vazgeçer, hiç sevmediğiniz yemekleri yemeye başlarsınız. Yeni sahip, bedeninize hükmediyordur artık. Tuhaftır anneliğe ilk adımlar.. "Neme lazım.." deyip nazarlara falan takılıverirsiniz aniden -de fayton atı gibi dolanmaya başlarsınız, maviş maviş.. Bu dönemde tek sizindir minik! Son günlere gelindiğinde ise, karşılıklı olarak sabırlar biter. Ona açtığınız yer iyice daralmıştır artık.
Karşılaşıldığı ilk anda ise, berrak ve hafiftir her şey. Mucize kollarınızdadır. Birkaç dakika geçer, sevincinizi endişe örter. Paylaşma zamanı gelmiştir. Parçanız başkalarının da kucağındadır artık. "Ya elinden düşürürse" gibilerinden tuhaf korkularla garip bakarsınız etrafa. Beyniniz ise "delirme hatun!" der durur size, ve mecbur, susarsınız. Yıllar geçiyormuş gibi gelir hemşire onu alıp gittiğinde. Onu hemen özlersiniz ve sancınızı bıçak gibi kesen bir sonraki buluşmayı iple çekersiniz.
Eve çıkıldığında, gerçekler "zıbank" diye kafanızda patlar. Hayat farklıdır artık! Evde devamlı gözetilmesi gereken bir sultan vardır artık. Geceler gündüze, gündüzler geceye karışır. Uzun bir süreliğine zaman mevhumu diye bir şey kalmaz. Aynadaki sizi ilk gördüğünüzde, beklenmedik bir yabancı ile tanışıyor gibi afallarsınız. Üstüne üslük, onu doyururken aniden gözlerini açıp da tavanın belli bir noktasında takıldı mı, garipçe ürperir, şaşkınca korkarsınız. Bir garip korkular silsilesi içindesinizdir. Ancak, onu seyrederek yaptığınız keyif anları muhteşemdir. Neyiniz varsa onundur artık. Hatta, " ona verebileceklerimden daha ne vardır acaba atlamış olabileceğim " diye didinirsiniz.
Aradan 6 ay geçmiştir. Gerek tepkileriyle, gerekse ele avuca gelme anlamında, o bir bireydir artık. Siz ise eskisinden olgun, eh biraz da dolgun, ilk albümünün, ilk fotoğrafının altına, hislerinize tercüman Asaf'tan şöyle yazarsınız:
Sana bu güzellikler bizden kalsın
Bugünlerden bir şeyler bizden kalsın
Senden almak isterler, bize söyle
Geleni bize gönder, bizden alsın.
136 ay ve 25 gün sonra..
Sen, öyle bir meleksin ki..
Eşi yok, tarifi yok, benzeri yok..
Bebeğim, seni öyle derin seviyorum ki..
Tarifi yok, sonu yok..
Hersey daha dünmüş gibi..
Görmeyeli 3 hafta oldu.. Asır geçmiş gibi..
Seni çok özledim, Aslı'm..
Gülendam Z.Oğuz
Yukarı
|
SEVGİLİDEN
Hep söylerdim ya... Tanıştığımızdan bu yana hiç kavga etmedik, tartışmadık bile... Burçlarımız aksini söylese de, hiçbir ayrı noktamız olmadı.
Önceki acılarımda yaşadığım -zaman- bu olamazdı. Seninle o kadar kısa geliyordu ki bana... Mutluydum çok mutluydum seninle. Kısıtlı, yasaklı olmana rağmen hep yanıbaşımdaydın.
Canım, her bişeyim, birtanem, balböceğim bu sözler senin için üretilmiş olmalıydı.
Işığımdın..., Elektrikler kesildiğinde bile seni arardım...
Ah şu telefon faturaları, gerçekten zengin ettik Telsim' i.
Sabahlara dek konuşurduk, bıktırana kadar arardım seni. İşini engellerdim. Çalışma, başkalarıyla konuşma, bakma, düşünme, hep benle ol diye.
Asla birini kıskanacağımı düşünemezdim. İlk kez sendeyken yaşadım, karnımda, içimde şimşekler çaktıran bu hissi.
İnce ince sarmalar, özel soslu mantılar, krepler yapardım sana. Ne kadar yetenekli olduğumu görmeni isterdim.
Bir termos çay yapıp, iki şeker atıp bardağını karıştırmayı, ellerimle içirmeyi, tost yapmayı, sen yerken peçeteyle dudaklarının kenarındaki kırıntıları temizlemeyi... ve bunları yaparken gözlerine bakmayı ne çok özledim bir bilsen.
Başkaları psikolojik sorunlarım var sanırdı oysa ben senin okşamalarını daha iyi hissedebilmek için kısacık kestirirdim saçlarımı. Kimse senin gibi dokunmamıştı onlara, kimse de dokunamayacak biliyorum.
Çocuğuma bir başka sevgiyle yaklaşır olmuştum, ona dokunup, koklar, dudaklarımı yapıştırır uzun uzun öperdim. İnan hep seni hissederdim.
İlk hediyemi sen aldın...
İlk kez sevgiyi paylaşmayı sende öğrendim...
Senden başka Anneler Günümü kutlayanda olmadı...
Eş ruhumdun...
Sigara elimden düşmüyor, Senin de biliyorum.
Uyuyamıyorum. Tıpkı senin gibi.
Nasıl yaptım, nasıl becerdim bunu?
İkimizi de yıkmayı....
Ne lanet bir kadınım ben ya... Taktım ya, birkez kafamın içine girdi ya o kurt. Gözüm görmez oldu ya bir kez. Bir adi karar verip, kesip attım, "senle olamaz" dedim ya kendi kendime...
Affetmeyeceğini bile bile ,
Ben de, sana yaşattım ilk kez bir şeyi. İlk kez ben de tattın,
"İhaneti"...
Levent Bedir leventbedir@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
KAÇAMADIM DİYEBİLMEK
Erken yatmak istemek nasıl birşeydir biliyor musun? Sabahın geldiğini görmek istersin rüyanda. Çok birşey değil, sadece sabahın gelmesini istemek...
Saklamak istersin düşlerini yarına. Paylaşmamak için başkalarıyla. Bir an önce yastığına kavuşmak ve yalnız olmak istersin. Kendinle...
Gözyaşlarını gözlerine hapsetmek yalan bir dünyayla başetmenin en kolay yoludur belki de. Gerçek ise bazen tam yanı başında, bazense çok uzaklardadır. İnanmaz gözlerin yalanlara. Kalbin bile inanabilir, ama gözlerin asla...Bir çocuk seversin bazen. Masal gibi. Masum, deliksiz uykularında...
Uyanmayı istemezsin gerçeklere. Yalan bir dünyaya uyanmak, hiç uyanmamaktır. Seversin ya, sınırsız olsun istersin. Gönlünce yaşamak olur en büyük umudun. Ama umutlar bile bir gün gelir gerçeklere dönüşür.
Dünyadaki umutsuzluk rüzgarları olur yüreğin. Kaçmak istersin, kaçamazsın...
‘Kaçamadım’ diyemezsin, ‘Kaçmak istemedim’ diyebilirsin ancak gerçeklere.
Şimdi sen bu dünyaya ‘gerçek’ diyorsun ya, nasıl da acıyor yüreğin, biliyorum...
Özlemek nasıl birşeydir allah aşkına? Anlayamadım. Coşku mu verir bedenine, yoksa hayalkırıklığı mı? Biliyor musun? Çözebildin mi sen özlemi?
Bana sorarsan, özlemek hayatın ta kendisidir.
Yok mudur özlemeyen hiç kimseyi? Vardır elbet. Kendine ‘güçlü’ der insan sureti, sana göre korkağın tekidir oysa...Ve korkaklara yer yoktur senin yaşamında, biliyorum...
Gerçekten sevmek, son vermektir hayalkırıklıklarına. Kalbinin artık kırılmamasıdır belki de. Ancak bir benzerin anlayabilir seni. Ancak o veda edebilir tüm kırılmışlıklara...
Dokunabiliyorsan gözlerinle gözlerine, hatta dokunmadan anlıyorsan, ellerindeki hüznü... Kucaklayabiliyorsan yüreğini yüreğinle, alnındaki terde atan kalbinin vuruşunda, artık sen yaşlanmaktan falan korkma...
Sen yaşayacağın kadar yaşamışsın be arkadaş...
Öykü Özü
Yukarı
|
Yolculuk günceleri : Sevgi Koşaner |
Yolculuklar ...
Hani bazen kendi içine, bazen bir dosta yapılan, bazen bir başka mekana, bir başka dünyaya yapılan yolculuklar. Kimi kısa kimi uzun kimi derin yolculuklar.Her birinden bir şey çıkartabildiğin, bazen bir ders, bazen bir gülümseme, bazen bir iç çekiş, bazen eski bir dost, hani kucaklayıveren, bazen bir hüzün yüzünü yalayıveren, bazen bir sevinç içini coşturan, bazen bir damla gözyaşı içini temizleyen. Her yolculuk insanın kendi yüreğine, bazen daha derinlere inilen bir iç yolculuk aslında. İster bir araçla ister içsel varlığınla yapılsın. Bu yolculuklar ki her zaman bir riski göze almayı gerektirir. Yaşamın ta kendisi gibi. Yolun sonunda seni neyin beklediğini bilemezsin. Sürprizlere hazırlıklı olman gerekir. Tabi eğer yolculuk yapmayı seviyorsan. Yaşam sahnesinin seyircisi değil oyuncusuysan.
Aracın camına yansıyan bir görüntü alır götürür seni bir başka iç yolculuğa. Bulunduğun mekan kaybolur artık bir başka gerçekliktesindir.Yoldan geçen yansımalar camda kalmıştır ama sen bir başka zamandasındır, kim bilir neyin çağırıp getirdiği düşsel bir andasındır. Birden bir ses, bir sallantı olur ve camdaki gerçekliğe dönüverirsin. Şöyle bir silkinip kafanı geriye doğru sallayıp gerçekliği algıladığında yine cam yansımalarına dönüverirsin. Ta ki yeni bir anlık görüntü gelinceye kadar.
Bazen bir havaalanında, bazen bir otogarda, bir pencerenin içinde veya dışında elin birilerine sallanırken veya gözün birilerini ararken ya da uzaklaştığın veya varacağın mekana dair anılara dalıp gitmişken buluverirsin kendini. Sessiz yolculuğun başlar o hengamenin içinde.
Bir de koltuğunda otururken, bilgisayarında çalışırken, kitap okurken, parkta oturmuş oynayan çocukları seyrederken hiç yerinden kalkmadan esrik bir tavırla gidip geldiğin yolculuklar vardır. Hani bir anlık yolculuklar. O bir an ki aslında çok uzun bir zaman dilimiymiş gibi geliveren. Bazen bir kelime, bazen bir ses, bazen bir koku, bazen bir renk eşliğinde eflatun uçuculuğunda çıkıverdiğin yolculuklar ki bunlar anlık fotoğraf karelerinin neden olduğu yolculuklar gibi alıp götürüverir seni. Öyle ki bir kış günü karlar içindeyken kendini baharın limon kokusunda, imbatın eflatun renginde buluverirsin. Hiç aklında yokken saat kulesinin gölgesindeki mor renk aklına düşüverir ve gelsin alıp götüren yolculuklar. Sonra da bir sürü renkle, kokuyla, dokuyla kendini geri gelmiş bulursun aslında hiç ayrılmadığın bir noktada. Bir bakmışsın elinde bir tutam yumuşaklık, gözünde bir farklı renk, güvercin ürkekliğinde bir yürek. Gerisi sana kalmış. Ya bir avuç yem alıp güvercinleri besleyeceksin, yeni yolculuklara çıkmayı göze alıp ya da avucunu ve gözlerini kapayıp içinde boğacaksın yolculuk isteğini. Yaşamın ta kendisi gibi risklidir yola çıkmak. Nereye gidersen git, her seçtiğin yolculukta en yüreğini titreteni, hiç hesaplamadan aniden çıkıverdiklerindir. Hatta yolun sonuna geldiğinde bile farkına varmamışsındır yaptığın yolculuğun. İndiğin yerden uzaklaşırken, bir şeylerin değiştiğini fark ettiğinde anlarsın yine bir yolculuktan gelmişsindir. İşte bu anda gülümseyebiliyorsan hoş geldin.
Böylesine aniden, farkına varılmadan çıkılan ama zenginlikle dönülen yolculuk anlarında çıkıverdi yolculuk günceleri, arada sırada buradan sizlerle paylaşmak, birlikte olabilmek dileğiyle.
Sevgi’yle...
Sevgi Koşaner
Yukarı
|
|
Kahvecigillerden : İlker Şengün RESMİ ARABA SALTANATI BİTMİYOR |
|
Aslında bu konu hiç aklımda yoktu, fakat Kızılay'da yürürken simsiyah, pırıl pırıl parlayan, son model, sanki gemi büyüklüğünde bir Alman arabasını görmem ve bu arabanın plakasınında simsiyah olması bana böyle bir yazı yazmam gerektiğini hissettirdi.
Kamu-sen'in Ar-Ge merkezinin son yaptığı araştırmaya göre 4 kişilik bir ailenin yoksulluk sınırının 1 milyar 587 milyon, asgari ücretin ise net 225 milyon 999 bin TL, olduğu bir ülkede hangi vicdan sahibi insanlar bu kararları alıyorda böyle lüks arabalar hâlâ alınabiliyor merak ediyorum doğrusu!
Konu hakkında biraz basında çıkmış haberleri derdest edince, Alman devletindeki resmi araç sayısının 12,500 adet, bizde ise tam sayı tesbit edilememekle birlikte 120,000 ile 150,000 adet arasında olduğu ortaya çıktı.Üstelik T.B.M.M'den daha onceki hükümet döneminde çıkarılmış olan 26,000 aracın satılması kararına rağmen sadece 2,048 adet araç satılması için iade edilmiş.Bundan benim çıkardığım sonuç, devletin içinde kurumlar kendi bildiği gibi hareket edebilmektedir, korkunç bir durum.
Alman devletinin 12,500 adet araçla yapabildiğini, biz maalesef 120,000 adet araçla ancak yapabiliyoruz demek! kişi başına düşen milli gelirler ortada, gerisini siz hesap edin...
....
....
Geçenlerde dinlediğim bir haberde, kamuda 225 bin çaycı, odacı ve şoför, bunun iki katı kadarda düz memurun var olduğu söyleniyordu ve bu kadrolara yaklaşık 5 katrilyon yıllık maaş ödemesi yapılıyormuş.
Müsteşar kendi makam aracının, yıllık bakım ve şoför masraflarının 18,000$ olduğunu hesaplamış, makam sayısına göre inanılmaz rakamlar çıkıyor ortaya.Sadece Türkiye'de resmi makam aracı bakım ve şoför gideri 1,5 milyar Dolar oluyormuş, 150,000 makam aracı varsa eğer vay bizim halimize.
Hani resmi araç alımı artık yapılmayacaktı, bu konuda ciddi bir rehabilitasyon'a gidilecekti, ne olduda yapılamıyor bu düzenlemeler. Benim Ankara Kızılay'da gördüğüm gemi büyüklüğündeki resmi araç çok yeniydi, hatta o modelleri piyasada dahi yeni yeni görüyorum, bu demektirki hâla hem pahalı, hem ithal, hemde yeni araç alımı kamuda devam etmektedir.
Neden ey devletim neden? Bu savurganlık ne zaman sona erecek, bu kadar lüks yaşamayı şu aşamada millet olarak hakediyormuyuz? Ne gibi bir çalışma yaptık da? Ne kazandık da, Dünya ya ne sattık da? İsveçli gibi, Fransiz gibi, Alman gibi, bu kadar refah'ı hak ettik. 4X4'ün en son çıkanı Türkiye de, Gemi büyüklüğündeki ithal arabaların son modelleri dünya piyasaları ile aynı anda Türkiye de, iş jeti, motor yatlar deseniz, en uzunları ve en konforluları yine Türkiyemiz de, belediyeden kömür yardımı alamazsa kesin hasta olup kalıcı hastalıklara yakalanması kuvvetle muhtemel 3 yaşındaki bebecik de Türkiye de! ...
İlker Şengün
ilkersengun@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Kahveci : Serhat Küçükkurt |
" O "
Senden sonra seninle olmak mı
Seninleyken sensiz olmak mı zordu bilmiyorum..
Kendi yazmadığın bir romanın baş kahramanı olmak,
Seçemediğin bir hayatı,
Değiştiremediğin bir kimlikle yaşamak gibiydi sonraki yaşamım..
Acaba gerçekten var mıydın?
Ve daha önemlisi sen o muydun?
Yok, yok o sen değildin herhalde.
O olsaydın burada olurdun,
Ya da ben orada..
"Ben"lerimizi terk etmeyip biz olmadığımıza göre,
"O" değildik ikimiz de...
Peki o kimdi ?
O aradığın mıydı, ya da bulabildiğin?
Seninle olan mıydı? Senin olduğun mu?
Yoksa..
Yoksa o yok muydu?
Oysa tüm şarkılar, şiirler onlara yazılmamış mıydı?
İzlediğin filmler onların hikayesi değil miydi?
Acaba o sadece geceleri rüyalarında gördüğün,
Ya da gündüzleri düşlediğin miydi?
Neden yoktu o?
Ben olmak biz olmaktan kolay, ya da belki iyi olduğu için mi?
Veya o aslında var ve karşılaşmadım mı?
Yahut karşılaşıp fark etmedim mi?
Belki de kendi yazmadığın bir romanın kahramanı olmanın gereğidir,
Bunu son sayfada öğrenmek..
Serhat Küçükkurt
Yukarı
|
Fotoğraf : Recep Pehlivanlar
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 4.208 kahveciye doğru yola çıkmıştır.
Yukarı
|
RAS' a Nükte
Kahve Molası yaptı yeni sohbet odasını,
Başına koydu opluk yapsın diye RAS' ını,
Yanlış yapan yedi tekme eşliğinde banı,
Yerlerden topladı tası tarağını.
Gülümse dedi sana yapmam yanlış,
Ama sen git hamsi ye, opluk sana mı kalmış,
Bunu duyan RAS' ın tepesi atmış,
Gülümse' ye tekmeyi basmış..
Tekmeyi yiyen Gülümse şaha kalkmış,
Gitmiş Edi' nin huzuruna varmış,
Opluğunu şahsi emelleri için kullanan Ras' ın
yaptıklarını şiir yapmış,
Cümle Kahve Molasına yaymış..
Bana atarsan tekme,
Sende gidersin tekte,
Bu benden sana bir nükte,
Bir daha huzurumu dürtme.
Gülümse derki;
Sohbet etmek bahane,
Dostlarla bir arada olmak şahane,
RAS' a takıldığıma bakmayın,
RAS bu alemde bir tane.
Edi' ciğime selam olsun,
Eniştem de Safranbolu' dan koşsun,
Arsızım,
İsterim ki şiirim cümle alemde duyulsun.
Gülcan Talay
Yukarı
|
Goril
Bir bahar günü adam ve karısı hayvanat bahçesine giderler.
Kadın hoş bir kolsuz pembe elbise giymiştir.
Hayvanat bahçesinde fazla kimse yoktur. Gezerlerken gorillerin olduğu
bölümde oldukça kıllı ve iri bir goril görürler.
Goril kadını görünce heyecanlanır ve çite tırmanıp tek eliyle göğsünü
dövmeye başlar. (Gorillerin kur yapma biçimi)
Herhalde kadının açık giysisinden etkilenmiştir.
Adam bunun komik olduğunu düşünür ve karısına gorili daha fazla tahrik
etmesini önerir.
Kadın elbisesinin omuzlarını indirir ve goril çığlıklar atmaya başlar.
Adam karısını biraz daha teşhirciliğe ikna eder ve kadın elbisesinin eteğini
biraz yukarı kaldırır ve goril çıldırır, zıplamakta ve bağırmaktadır.
O anda adam karısını yakalar, gorilin kafesini açar ve karısını içeri atarak
kapıyı kapatır. Ve,
- Şimdi ona başının ağrıdığını söylesene.. der. <#><#><#><#><#><#><#>
Esas eğlence uyandıklarında!..
Yukarı
|
DUYURU
"... Okulumuz 2002/2003 eğitim öğretim yılında açıldı. Devlet imkanları ile yaptırılmış 21 derslikli fiziki şartları iyi olan bir okul. Öğretmen sıkıntımız yok çünkü valiliğimiz ve Milli Eğitim Müdürlüğümüz bu konuda hassaslar. Bizim sıkıntımız bilgiye ulaşamamak. Bırakın interneti daha bilgisayarın nereden açılıp kapanacağını bilmeyen öğrencilerimiz var. Dikkatinizi çekerek söylüyorum, bu evlatlarım lise öğrencisi, onlardan teknolojiyi en iyi şekilde kullanmayı bekliyoruz ama imkan sunamıyoruz. Kan ağlıyorum. içim acıyor, imkansızlıklar belimi büküyor. Evden getirdiğim bilgisayarımla bütün öğrenci öğretmen ve yazışmalarımızı iyi kötü bir yazıcı ile idare etmeye çalışıyoruz. O da çökecek diye korkuyorum. Bakanlığımızın tahsis ettiği bilgisayarımızı henüz alamadık. Gelse nispeten rahatlayacağız. Öğrencilerime bir bilgisayar laboratuvarı kurmak, iyi donanımlı bir kütüphane ile onların derslerine yardımcı olabilecek bir ortam yaratabilmeyi bana inşallah sesimi duyanlar sağlayacaktır..."
Yukarıdaki sözlerin sahibi Diyarbakır 500 Evler Lisesi Müdürü Tolga Bileyzik.
Araştırdım ve bizzat görüştüm. Ses tonu ve minnettarlığı ona yürekten inanmama yetti. Siz de araştırın ve inanırsanız yardımcı olun.
Diyarbakır 500 Evler Lisesi
Tolga Bileyzik ( Müdür)
0 412 255 08 49
0 533 723 40 44
500 evler lisesi hesabı
Finansbank / Diyarbakır Mrkz Şube 10270061
Kütüphane , kitap ve bilgisayar(en çokta bilgisayar). Diyarbakır da işadamlarıyla fabrikalarla görüşmüş kendisi ama onlar uçak kiralayıp futbol maçına bedava seyirci götürmeyi yeğlemişler. Tolga Bey sorunların altında ezilmiş anladığım kadarıyla. İnanın sevinçten ağlayacak gibiydi sesi.
Şimdiden teşekkür ederim. Saygılarımla, Pınar Özkan
Yukarı
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan Yamağı : Ayşe Nur Gedik |
...minicik olmak gerekir damlanin buluttan ciktiktan sonra bi nevi damlanin icine isinlanip artik su icinde gargara yaparmiscanisa sarki soyleyip yere carpmadan once geri disari isinlanmak gerektirir... Siz sözlük okumayı severmisiniz. http://sozluk.sourtimes.org sitesinde ekşimi ekşi bir sözlük var. Okuyunca ağzınızda garip bir tad bırakıyor, ama değer.
Çıktı çıkacak derken iyice gündemimize giren ve fazla gürültü koparmamasına rağmen hayatımızı derinden etkileyecek "Yeni Türk Lirası" çalışmaları hızla yol almaya devam ediyor. Nedir? Ne değildir? Geçişler nasıl olacak, gibi sorularınızın cevaplarını http://www.ytl.gen.tr/ytl/index.php kısayolundaki web sayfasında bulabilirsiniz. Sıfırların az olduğu günleri özleyenlere ve yeni gelişmeleri merak edenlere duyurulur.
Çocuklarınız için eğlencelik bir web sayfası http://www.aslanmax.com/swf/default01.asp Aslında Algida dondurmalarını tanıtmak amacıyla hazırlanmış bir web sayfası ama e-kart, oyun, tanıtımlar ve benzeri eğlencelik çalışmalar ile çocuklara uygun hale getirilmiş.
...e-kolay oyun yenilendi. Broadband oyun servisimizin ardından 9 yepyeni masa oyunuyla sizlere yepyeni bir oyun deneyimi sunuyoruz. Yepyeni bir teknoloji kullanılarak hazırlanan oyunlarımızı beğeneceğinizi umuyoruz. Çok yakında süper ödüllü turnuvalarda buluşmak üzere... E-kolay web sayfasındaki oyunlar için http://oyun.e-kolay.net/ Hem büyüklere hem küçüklere.
Akın
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
Harddisk Search and Stats v2.0 [956K] Win98/2k/XP FREE
http://www.nlsoftware.com/download/hdsearchandstats.zip
Dosyalarla şişmiş hard diskinizde dosya arama bulma işlemini hızla yapabilen bir program. Anahtar kelimeyi giriyorsunuz o gerisini hallediyor. Dosyalar arasında boğulanlara tavsiye olunur. Kurmaya gerek yok. Dosyayı çalıştırmanız yeterli.
Yukarı
|
|
|