|
|
|
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 3 Sayı: 547 |
15 Temmuz 2004 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Rahat bırakın adamı artık!... |
Merhabalar,
Haberler güzel. Sevgili başbakanımız ve saygıdeğer zevcesi yazlık mekanlarına çekildiler. Haftasonuna kadar kafalarını dinleyecekler. Hoş adamı rahat bırakmıyorlar ki, Ekinlik'te dolaşırken dayamışlar mikrofonu soruyorlar: "2 vekili transfer ettiğiniz iddia ediliyor, ne diyorsunuz?" O özetle "Haltetmişler" diyor. Bence az bile diyor. Ben olsam "AKePenin CeHaPeden adam ayrartmaya ihitiyacımı var yavrum? Olay bir çıkar meselesidir. Sabık CeHaPe vekilleri çarşafa dolanınca devlet babaya sığınmışlardır. Bir daha böyle abuk sorular sormayınız", der konuya noktayı koyardım. Sonra da haşemamı giyer, zevcemle birlikte ıssız bir koyda horul horul uyurdum. Uyanınca biraz çimer sonra gene uyurdum. Akşam eve dönüp takı muhasebesine gömülür yatırım planları yapardım. Durun şimdi ben de cebimdeki şans topu kuponundan alabileceğim 250-300 milyarı delikleri kapamak için nasıl harcayacağımı hayal etmek üzere yatağıma yatayım, başbakanım gibi horlaya horlaya uyuyayım. Kusura bakmayın, bir göz ağrısı musallat oldu, güzelim ela gözlerim tavuk kıçına döndü. Gözkapaklarımı seyretmeden de geçeceği yok. Hem bunun yarını da var, devam ederiz nasılsa. Haydi şimdilik hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
Café Azur : Suna Keleşoğlu |
Güneşi Gördünüz mü?
Zamanı uyutmalı. Dünyanın dinlenmeye ihtiyacı var. Biraz uyku...
Bir hırsız göğün maviliğini çaldı. Ve bir daha getirmedi. Oysa sözüm vardı kızıma. Maviyi denizden, sarıyı güneşten, beyazı bulutlardan öğrenecekti. Elimizde şimdi sadece gri. Şimdi yağmur yağıyor.
Bir şeyler oluyor endişesi. Dışarıda bir şeyler oluyor.
Farkında mısın? diye soruyorum. Önce kendime.
Çocukken çiçekli eteklerimizle salına salına dolaştığımız yazlar daha gelmedi. Kiraz mevsimi de geçti. Yerde kuruyup düşenler...
Lavantalar da solgun. Su istemezler ama güneşe hasretler. Kokmuyorlar sanki. Buram buram lavanta kokularını içime çekemez oldum. Yoksa mevsimi geçti mi ?
Şimdi kışa katlanacak yazlık giysiler lavantasız konacaklar dolaba. O kokuyu birlikte özleyeceğiz.
Neredesin güneş?
Neredesin yaz?
Ben yine biraz daha kalın giysileri çıkartacağım dolaptan. Yağmur sanki bir haberci. Bahar yağmurlarının ilkine düşen uyanıştan, sonuna düşen hüzünden de eser yok damlalarında. Kuru yağıyor. Kurutuyor.
Naneler, fesleğenler boyunlarını büktüler. Bahçede kurak bir sessizlik. Kızım pencerenin arkasında yağmura bakıyor. Yağmuru anlamaya çalışıyor. Tanıdığı tek renk gri şimdi.
Benim denize ait masallarım bitti. Güneş bugün de uğramadı bizim eve. Oysa pembe bir mayosu vardı. Beyaz teni güneşle tanışırken pembe çiçekli bir mayo ile hatırlayacaktı ilk yazını. Denizin tuzu bulaşan ellerini ağzına götürmek istemeyecekti. Süte alışık diline dokunan parmakları deniz kokacaktı, o deniz kokmayı öğrenecekti.
Haydi gel güneş.
Haydi gel artık yaz.
Bir gün güneşi görüp diğer gün aramaktan yoruldum. Oysa benim sözüm vardı kızıma. Tüm renkleri, tüm kokuları zamanında yaşayarak öğrenecekti. Şimdi elinde bezden bir kitap. Sarı kumaştan yapıştırılmış güneşi çekiştirip duruyor.
Güneş, diyorum. Anlamıyor. Gülümsüyor.
Kucağıma alıp gökyüzüne bakıyorum, göstermek istiyorum.
Orada yok. O yağmura bakıp yine gülümsüyor.
Farkındayım. Bir şeylerin değiştiğinin farkında. Ya çok geçse, ya çok geç kaldıysak.
Yarın güneşi yine bekleyeceğim. Kızıma sarıyı göstermek için, denizin mavisini ve tuzlu tadını öğrenmesi için.
Ben yazı bekliyorum. Çocukken giydiğim çiçek desenli yazlık etekleri hatırlayarak. Eteklerim uçuşuyor. Yüzümde gülümseme.
Şimdi bana bakıyor. O da bana gülümsüyor.
Yaz gelmedi. Farkındayım.
O hala gülümsüyor. Ama maalesef farkında değil.
Bir haber okuyorum yüzüm asılıyor. O hala gülümsüyor beni güldürebilmek için. Ben artık yazı beklemekten çok sadece endişeliyim.
Bu haber NTVMSNBC.com'dan alınmıştır.
" Çevre, sosyal ve ekonomik konular üzerinde çok kapsamlı araştırmalar yaparak sürdürülebilir bir dünyaya ulaşabilmek için gerekli bilgi ve fikirleri insanlara sunma amacı taşıyan Worldwatch Enstitüsü tarafından hazırlanan "Dünyanın Durumu 2004, Özel Konu: Tüketim Toplumu" adlı kitap, TEMA Vakfı tarafından yayımlandı. Kitapta, Ekim 2002- Ekim 2003 arasında dünyada çevre ile ilgili önemli duyurular ve sunulan raporlar "Dünyanın Durumu: Yılın Özeti" başlığı altında toplandı.
Sürdürülebilir kalkınmaya giden yolda gelişme ve güçlerin belgelendiği çizelgeye göre, "İklim" başlığı altındaki gelişmeler şöyle gerçekleşti:
"Kuzey Buz Denizi'nden alınan uydu görüntüleri son 20 yılın en düşük buzul sayısını gösteriyor.
Avustralya'da ülke tarihinin en korkunç kuraklığında insanların yol açtığı iklim değişimleri büyük rol oynadı.
İngiltere, karbon emisyonunu 2050 yılına kadar yüzde 60 azaltmayı planlıyor. (Kyoto Protokolü'nde belirlenenden daha fazla)
Bilimadamları kuzey yarıkürenin 1980'den beri, 2000 yıldır görülmediği kadar sıcak olduğunu açıkladı.
Avrupa 2005 yılından itibaren, AB ülkelerinde karbondioksite bir piyasa değeri saptamaya yönelik ilk iklim emisyon ticareti yasasını kabul etti. "
devamı ilgili sitededir.
SunA.K. Grasse
sunak@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
|
Kahvecigillerden : Kemal Türkmen Üzüm Kültürü |
|
Kültür , bilincin yüzeyine çıkmayan bir yaşam tarzıdır Toplumların yaşadıkları doğa parçasıyla olan ilişkilerini inceleyerek onların kültürleriyle ilgili ilginç bilgilere ulaşabiliriz.
Örneğin, ağaç yetiştirmek, insanın yerleşik düzene geçtiğini ve yaşamını o mekanda sürdürme isteğinin bir ifadesidir.
Göçebelerin tarımcılığında ise, her ekme ve hasat etme çabasında, yine terk edeceği bir başka toprak parçasına gitme isteği gözlenir.
Yurt duygusu ve mülkiyet kavramları ancak ağaç yetiştirmekle doğabilmiştir. *
Üzüm bağlarının ve ağaçların etrafı çoğunluk duvarlarla çevrilidir.
Bu özel mülkiyetin ilk göstergesidir.
Ağaçların yetiştirildiği bir toprak parçasında tarım yapılanın aksine evler taştandır.
Uzunca bir süre Avrupa'nın kuzeyindeki barbar kavimlerin yaşadıkları yerler bira ve tereyağı, Akdeniz bölgesi ise şarap ve zeytinyağı diyarı olarak isimlendirilmiştir.
Asma bitkisinin ana yurdu, Hazar denizinin güney kıyısında yer alan sık ağaçlarla bezeli ormanlardır.
Bu ormanlarda, kol kalınlığında gövdesiyle asmalar, kıvrıla kıvrıla ulu ağaçların tepelerine dolanırken, ağırlaşmış salkımları yerlere kadar uzanırmış.*
Fırat bölgesinde yayılmaya başlayan Sami kavimlerinin peşine takılan üzüm, onların ileride mesken tutacağı güneybatının çöl ve cennetlerine kadar sokulmuş.
Samiler tek tanrı, ölçü, para ve yazıyla ilgili buluşlarına alkolü damıtmayı ekleyerek ilk şarabı tatma onurunu kazanırlar.
Şarap, Suriye ve Anadolu'yu boydan boya geçerek , Lidyalılara , Friglere , Mysialılara, perslere ve Yunanlılara oradan da Avrupa'ya ulaşır.
Asma anayurdu ormanlarının sıradan bir bitkisi iken artık ekilen,
büyütülen ve farklı yararları için geliştiren toplumların kültür bitkisi olmuştur.
Şarap, bugün batıya ait bir kültür olarak görülür.
Homeros'un Yunanlılarına göre üzüm ülkelerinin doğal bir nimetidir. Onu kendi tanrıları Dionysos yaratmış ve armağan etmiştir. Ve giderek küçük çocukların bile şarapla büyütüldüğü bir yaygınlığa ulaşmıştır.
Renan, Samilerin vain sözcüğünü Greko İtaliklerden aldığını yazsa da artık bu tür mesnetsiz iddiaların geçerliliği kalmamıştır.
Ama bilim adamlarının gerçeği söylemesi yine de kültürün tanımı açısından pek bir şeyi değiştirmemektedir.
Biraz iz sürüldüğü takdirde, batı kültürünü oluşturan değerlerin birçoğunun benzer şekilde doğudan kaynaklandığı görülür.
Neden acaba, doğunun güzellikleri batıda bir yaşam tarzı olabiliyor ?
Neden kendi değerlerimiz gelişip toplumun tüm bireylerine ulaşamıyor ?
Aydınlar kültürde öncül rol oynasalar da , kültür aydınlara ait bir değer değildir, O bilincin yüzeyine fazla çıkmayan toplumun yaşam biçimidir.*
*1-V.Kahn
*2-Moritz Wagner
*3-V.Hahn, Kültür tarihi eskizleri
Kemal Türkmen
Yukarı
|
|
Kahvecigillerden: Ayfer Arman İKİ ÇOCUK... |
|
- Anne ha!.. Aman ne önemli.
- Önemli tabi oğlum!..
- Hiç de bile.
- Bir annemiz olsaydı!..
- Ne olurdu?
- Ne olacak oğlum, yuvaya vermezdi bizi.
- Sana öyle geliyor bak Ali ye, annesi bırakmış onu yuvaya.
- Her anne öylemi akıllım..
- Boş ver bunları. Gel salıncaklara binelim baksana boşalmış.
- Olur.
Koşarak salıncakların yanına gittiler. Mehmet dokuz, Ahmet onbir yaşındaydı. Kendilerini bildikleri ilk andan beri bu yuvadaydılar. İkiside zayıf çelimsiz çocuklardı; hani şu kavruk kalmış dediğimiz cinsten. Ahmet ilk anlardan beri daima bir abi olmuştu Mehmet'e. Çoğu kez onu korumak adına dayak bile yemişti bakıcılardan. Mehmet delicesine severdi Ahmet'i. Onu tek akrabası görür bu hayatta ve neredeyse hiç çıkmazdı sözünden. Dakikalarca sallandılar hiç konuşmadan yanyana. Mehmet aniden Ahmet'e döndü, soran gözlerle konuştu.
- Sahi, güzelmiydi acaba annelerimiz?
- Genemi anne, sıktın ama!..
Sustu Mehmet.. Ama belli belirsiz buğulandı gözleri, başını eğip sallanmaya devam etti. Onun bu hali içini acıttı Ahmet'in yumuşak bir ses tonuyla konuştu, sevecenlikle.
- Güzeldiler eminim.
- Kim?
- Kim mi? Kim olacak oğlum annelerimiz.
Neşeyle parladı gözleri Mehmet'in, heyecanla konuşmaya başladı.
- Güzeldirler tabi oğlum, kimin annesi bee!..
Güldü Ahmet "Haklısın" dedi kısaca, devam etti Mehmet konuşmaya.
- Çok sevmişlerdir bizi değil mi?
- Evet..
- Hani geçen gün erikçi geçmişti ya parmaklığın öte yanından hatırladın mı?
- Evet!..
- Annemiz olsa bize alırdı eminim.
Cevap vermedi Ahmet, küçücük kese kağıtlarına konulmuş erikleri düşündü özlemle, nasılda canları çekmişti. Sonra hırsla Mehmet'e döndü.
- Alırdı bee!. Hemde öyle küçük değil, büyük kese kağıdında alırdı.
Güldü Mehmet durdurup salıncağı atladı yere, el çırptı çoşkuyla.
- Alırdı tabi, hemde büyük kese kağıdında alırdı, doyasıya yerdik ikimiz.
Ahmet salıncağı durdurup, yanına geldi Mehmet'in. Onu omuzlarından kavrayıp gözlerine bakarken büyük bir ciddiyetle ağır ağır konuştu.
- Birgün ben alacağım o eriklerden sana, hemde büyük kesekağıdında söz!..
....
Aradan uzun yıllar geçti, ondokuz yaşına girdiği gün müdür yanına çağırdı Mehmet'i.
- Bak oğlum, ondokuz yaşına girdin bu gün. Kuralları biliyorsun yurttan ayrılman gerek.
- Ama efendim, kimsem yok nereye gidebilirim?
- Meslek kurslarına boşa yollamadık ya seni Mehmet, okumadın ve artık ayaklarının üzerinde durman gerek. Kural, kuraldır gidiyorsun üzgünüm.
Çaresizlikle boynunu eğdi Mehmet. İki yıl önce yurttan ayrılan Ahmet'i düşündü. Neredeydi şimdi acaba? Bir kaç mektup almıştı o gittikten sonra ama sonra ses seda çıkmamıştı Ahmet'ten. Acı ve özlemle burkuldu içi sessizce çıktı odadan. Bir kaç saat sonra, elinde küçük bir bavulla yurdun büyük kapısından çıkıp bir bilinmezliğe adım attı Mehmet. Bir an ne yana gidecegini bilemedi durdu. Sonra yürümeye başladı amaçsızca, korku tüm bedenini kaplamış çaresizlik canını yakar olmuştu, inledi.
- Ah be Ahmet abi nerelerdesin?
- Mehmet.
Sesin geldiği yana döndü merak ve umutla. Ahmet karşısında elinde bir kesekağıdı gülümsüyordu.
- Ahmet abi geldin ha?
- Tabi oğlum, söz verdiğim erikleri getirmeyecegimi mi sanıyordun yoksa. Bak hemde büyük kağıtta, tam söz verdiğim gibi. İş buldum birde oda tuttum bu zaman zarfında, hadi yürü evimize gidiyoruz. Mehmet bir an öylece baktı Ahmet'e, sonra koşup sıkıca sarıldı hayattaki bu tek akrabasına. Geçen bir kaç dakikanın ardından, kese kağıdından aldıkları erikleri yiyerek başları dik ve umutla yürüyüp gittiler yeni hayatlarına.
Ayfer Arman
Yukarı
|
Kahveci : Oğuzkan Bölükbaşı |
Canışığım
Bugün bir şiirimle karşınızdayım. Bu şiirim çok farklı eleştiriler aldı. Kimileri "bu şiir mi " dedi, kimileri "bu şiir senin zirven" dedi, kimileri "zırvan" dedi, kimileri de "aşkın en güzel tasviri" dedi. Siz ne diyorsunuz.
canışığım
ben sana aşığım
bir hançer gibi saplısın yüreğimde
çıkarmak istemediğim
seni ıssız bir gecede
sokak lambalarının altına
terk etmeye çalışıyorum
kıyamıyorum
sensiz de olsa
seni yaşamaya doyamıyorum
sabah bir renkken gözlerin
akşam başka renklere dönüyor
sen açtın mı gözlerini canışığım
şehrin ışıkları sönüyor
saçlarını tarıyorum usuldan
gözlerinde baharlar açıyor
güvercinler su içerken ellerimden
haberler bekliyorum
yağmur kokulu seher yellerinden
gelmiyor
hüznümü gülüşlerimde gizliyorum
kaç bahar kaldı ömrümüzde
kaç gece düş görebileceğimiz
hasrete katmışız günlerimizi
gün diyebileceğimiz
canışığım
bu akdeniz ikliminde
rüzgara verdim ömrümün yelkenini
o yüzden dalgalı
o yüzden karışığım
her yönden geliyor kokun, sesin, nefesin
ne tarafa gideceğim
karar veremiyorum
gökkuşağının arkasındasın
ufuk çizgisindesin
gemiler yaklaştıkça uzaklaşan limanlardasın
biliyor musun
aslında yalnızca benim söylediğim şarkılardasın
bir anlasam
kaç ışık yılı uzaktasın
bu yollar hiç bitmiyor
ben sana hiç ulaşamıyorum
ben hep başındayım yolların
hep sarılmaya açık kollarım
sabah bir renkken gözlerin
akşam başka renklere dönüyor
sen açtın mı gözlerini canışığım
gökte yıldızlar sönüyor
canışığım
bu yaşadığım
bitmesidir kocaman bir kalabalık yalnızlığın
çiçeklerin açması
yağmurların yağmasıdır
ve yansıyan sulardan, pırıl pırıl
senin aydınlığın
ellerini uzat al beni, götür
nereye diye sormayacağım
sen durmadan
ben durmayacağım
sabah bir renkken gözlerin
akşam başka renge çalıyor
hüzün varsa gözlerinde canışığım
aklım sende kalıyor
sesini duymaya koşuyorum
şarkılar çalıyor sanki
sanki düğün var, coşuyorum
geceyi içmiş bir sarhoşun yorgunluğunda
son sigaramı yakıyorum gün doğarken
karşımda kızıl bir tanyeri
yakamozlar çekilmiş sulardan
düşüyor toprağa yavaşça
güneşin renkleri
canışığım
sen uykudasındır şimdi
öperek çıktığımı hissettin mi odadan
bin yıllık geleneği hiç bozmadan
bu masalı kim taşıyacak yarına
bu güzelliği kim anlatacak çocuklarına
bu şiirlerde kim anacak beni
sabah bir renkte açarken gözlerini
akşam bir başka renkte görüyorum
sen güldün mü gözlerini canışığım
bir derviş gibi etrafında dönüyorum
kolay mı sanıyorsun
gecede yıldız, yürekte ateş olmak
kolay mı sanıyorsun
çiçeği soldurmadan,
ateşi söndürmeden yaşamak
kolay mı karanlıkta yol bulmak
canışığında saklanmak
gözyaşı dökmeden ağlamak
hayatın manasını bir su damlasında bulmak
bir su damlasında
ruhunu yıkamak
tertemiz kalmak
inan ki meleğim
sakındığım, esirgediğim
sevdiğim, gözbebeğim
en güzel baharlarda hep seninleyim
sabah renklerini ışıtırken gözlerin
akşam yıldızları yansıtıyor
sen yumdun mu gözlerini canışığım
karanlık beni korkutuyor
içimden hazanları silip de atıyorum
hayatın akışına kendimi bırakıyorum
bir mahcup duyguydun bende
bir dışa çıkmaz sevgi
patlamaz volkan gibi gizli gizli yanarak
yağmayan yağmur gibi bulutlarda kıvranarak
geçen zamana ah edip de dağılarak
yaşamak pek anlamsız
yaşamayı yok edip
elimde kalan ömrüm nerde bitecek bilmem
mutluluk varsa eğer
bil ki artık kaçırmam
alev alev yanacak içimde canışığım
hayat ne kadar güzel
ben hayata aşığım
sabah tenime değince gözlerin
akşam ruhumu coşturuyor
sen baktın mı gözlerinle canışığım
içimi sevdan dolduruyor
Bir süre şiirlerimle burada olacağım. Dilerim şiir sevenlerimiz vardır. Şiir akıl işi değildir diyorlar, çünkü tanımı yok, akıl işi olsa tanımı olurdu. Sevgiyle kalın.
Oğuzkan Bölükbaşı
Yukarı
|
|
Tahayyül Ötesi : Müge Akyol Tahayyül ötesi bir hayat |
|
Tahayyül bile edilemeyecek açılımların içine çekildiğim,
Okyanus üzerinde süzülen martı’nın kanat çırpışının bile,
bir anafora sebep olduğunu derinden hissettiren,
öğrenmenin yarı zaman gözyaşı,
yarı zaman,
ufku bile aydınlatabilecek bir iç gülüşle geldiği,
Öyle bir hayat yaşıyorum ki…
Tahayyül bile edilemeyecek açılımların içine çekildiğim,
Müge Akyol
Yukarı
|
BaLdaki_Tuz__ : Uğur Erdoğan |
DeLi gömLeği ütü istemez ....
Uzaktan kumandalı, vasıtaya monte edilen teybi bozdum bu sabah ..
Aslında demonte olarak takılı olduğu vasıtayıda bozdum .. Yürümedi bir türlü ..
Motorun içinde dolaşan, vasıtanın bir tür itenek düzenin sağlayan ve ateşleme imkanı veren benzin diye bir maddenin bitmiş olabileceğini, eğer bitmemiş ise yine bu madde ile boğmuş olabileceğimi söyledi başıma toplananlar dan biri ..
Bir anlam vermedim dediklerine ..
Birazda salakça değil mi bu yani şimdi , balığın denizde boğulması gibi bir şey geldi aklıma anlam olarak ..
Önüme çıkan ilk vasıta ile bu olay yerini terk etme güdüsü dürttü beni ..
Sanırım elli yada ikiyiz elli adım geriye doğru gittim ..
Hareket halindeki tek aracın önüne atladım adeta ..
Polis otosu yazıyor üstünde ..
Acilen buradan uzaklaşmam gerektiğini ifade eden bir tavırla vasıtanın arka kapısından içeri girdim .. Önce oturan aynı kıyafeti giymiş iki şahıs bana göre safça ,
onlara göre meraklı olan bakışlarını gözlerimin bebeklerine diktiler ..
nereye gideceğimi sordu sanırım aynı kıyafetli şahıslardan biri ,
burası hariç, her yer dedim ..
kalabalığın ,boğulmuş vasıtanın ve içinde demonte vaziyette duran teybin yanından süzülerek uzaklaştık . ..
beni oldukça kalabalık bir sürü şahsın olduğu bir yerde bıraktılar.
Şimdi buradan aşağıya doğru yürü bir tünel gibi yere gireceksin ve uzun bir vasıta gelecek ona bin herkes inince baktın ki senden başka kimse kalmadı sende in ve kalabalığı takip et dedi ..
Görevli gibi bir şahıs vardı tam geçerken beni tuttu . akbil basacaksınız burası metro dedi .. Aynı kostümü giymiş iki kişiden biri sol gözünü kırparak bir nevi iletişim haline geçti şahısla ..
Uzun vasıta ile giderken bu seyahatin kaç metreküp toprak boşaltılmış bir tünelin içinde olduğunu hesapladım en ve boy arasındaki mesafe ile ..
arada sırada durduğu seyahat edenlerin inip bindiği yerlere gelince bu hesabımda sapmalar olmadı değil ama, yinede buradan 970 milyon tonluk bir toprağın çıkarıldığını saptadım .. Yanımdaki şahsa bunu ilettiğimde yukarıya doğru yürüyen cihazı daha hızlı bir yürüme ile geçmeye çalıştığını fark ettim.
Gün ışığına doğru ilerliyorum şimdi .. büyük bir meydan çıktım kitleyi takip ederek ..
Çıktım çıkmasına da hiç yabancı bir yer değilmiş gibi hem de yabancı bir yermiş gibi durdu bana . .
Sabah evden çıkarken yanıma vesikalık resim alıp almadığım geldi aklıma ..
Zaten aklımda bir boka yaramıyordu son zamanlarda ya neyse ..
Kitleler halinde şahısların aktığı bir cadde fark ettim birden .. uzun bir yer ..
Ne güzel .. bir vasıta yok ortalıkta derken üstünden yukarıya doğru biri pozitif biri negatif enerji aldığını düşündüğüm iki direk uzanan ve düzgün bir ray sistemi ile hareket eden eski zamanlardan kalma değişik bir vasıta ile karşılaştım ..
Yanıma yaklaşıyordu gitgide ..
Hangi yanıma baktığımı şimdi hatırlamıyorum .. hatırladığım yukardan iki tane tokalı , vücudunun üstünü yarım olarak ve bacak kısımlarını tamamen kapatan masmavi elbiseli ve vücudunun üst kısımları benimkine oranla daha şişik olması nedeniyle benimle aynı anatomide olmadığını anladığım bir şahıs adeta bir uçaksavar çevikliği ile üstüme atladı ve beni ray sistemi içinden kopartarak aldı ..
Hareketine bir anlam vermedim ..
ardından oluşan kalabalık içinde iki şahıs verilmiş sadakadan filan bahsetti ..
Anatomisi değişik olan şahıs yerden kalktı .. üstündeki çiçeklerin yeni sulanması nedeniyle oluşmuş toprak ve su karışımını maddeyi temizleme çabasını fark ettim . bir iki çırptıktan sonra mavi elbisesini, yüzüme baktı ..
Sadece baktı ..
neden bilmiyorum ama şimdi bu şahsı izliyor buldum kendimi ..
önce oldukça büyük bir kitapçıya girdi .. şiirler ve dünya klasiklerinin bulunduğu bölüm önünde kazancakis' in bir romanını inceledi ..
çöpten oluşmuş gibi duran ve oldukça uzunluğa erişmiş olan saçlarım etkisiyle yanıma yaklaşan görevli şahıs istediğiniz bir şey var mı diye bir soru yöneltti .. yok dedim .. hepsi bende var .. !!
kazancakis'in kitabında karar kıldı ..
bir sokağa saptı .. balıkçıların ve manavların bir arada olduğu bir yeri düşün öyle bir yer .. çok ışıltılı bir yer .. oldukça büyük bir balığın önünde durdu .. balıkçı şahıstan balık hakkında bir takım bilgiler aldığını düşündüm ..
ilgilendiği balıktan değil de çok daha küçük balıklardan oluşan iki kez sarmalanmış bir poşet aldı eline ..
balıkçı tezgahlarından akan kanlı suyun aktığı bir logar önünde masmavi elbisesi suya dokundu .. fakat önümdeki şahısın bu konuda bir bilgisi olmadığı sonucuna vardım . .
birkaç adım sonra kolundan tuttum ve elbisen kana bulaşıyor dedim ..
ama o kolunu tutmanın sıkıntısından olsa gerek ne var ki iki saattir peşimdesin diye adeta gürleyerek elindeki balık dolu poşeti yüzüme savurdu .. bu savrulma nedeniyle dengemi kaybettim ve sırtımın üstü denilen şekilde yere kapaklandım ..
etraftaki balıkçı şahıslardan ziyade , tezgahın üstünden atlayan birkaç meyve satıcısı da sırtımın üstü denilen şekilde yerde yatarken üstüme çöktüler ..
sayamadığım kadar şiddet hareketinden sonra yerimden kalktım ..
pislik, adi hırsız, kodumun delisi gibi laflar ediyorlardı hakkımda ..
bir tanesi kolumdan sıkı sıkı yapıştı .. sanırım aynı elbiseyi giymiş şahısların arkadaşlarını çağırdılar ..
sakin sakin bütün bu olayları izleyen fırıncı ince bir acıma edasıyla ;
allah .. dedi allah yüzüne baksın bu delinin ..
dayanamadım ..
ulan dedim ..
bakacak ne var .. ve sence ben allahın gözünde kaç paralık bir i.neyim ...
Uğur Erdoğan
Yukarı
|
Fotoğraf : Recep Pehlivanlar
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 4.264 kahveciye doğru yola çıkmıştır.
Yukarı
|
GÜNAYDINLA AYRILIK
Uzak bir ada sahili
Dolunayla aydınlık
Kumda yürüyen
İki ayak izi
Biri deniz kızı
Biri '0' yabancı
Ney nefesi gibi
İnce seher yeli
İlk ışıkla ilk hıçkırık
Eski bir ada talihi
'Günaydın'la ayrılık…
Kumda yürüyen
İki aşık izi..
Biri benimdi
Hala orda şimdi
Armağan Konyalı
Yukarı
|
Böyle yanılsamaya can kurban!..
Yukarı
|
DUYURU
"... Okulumuz 2002/2003 eğitim öğretim yılında açıldı. Devlet imkanları ile yaptırılmış 21 derslikli fiziki şartları iyi olan bir okul. Öğretmen sıkıntımız yok çünkü valiliğimiz ve Milli Eğitim Müdürlüğümüz bu konuda hassaslar. Bizim sıkıntımız bilgiye ulaşamamak. Bırakın interneti daha bilgisayarın nereden açılıp kapanacağını bilmeyen öğrencilerimiz var. Dikkatinizi çekerek söylüyorum, bu evlatlarım lise öğrencisi, onlardan teknolojiyi en iyi şekilde kullanmayı bekliyoruz ama imkan sunamıyoruz. Kan ağlıyorum. içim acıyor, imkansızlıklar belimi büküyor. Evden getirdiğim bilgisayarımla bütün öğrenci öğretmen ve yazışmalarımızı iyi kötü bir yazıcı ile idare etmeye çalışıyoruz. O da çökecek diye korkuyorum. Bakanlığımızın tahsis ettiği bilgisayarımızı henüz alamadık. Gelse nispeten rahatlayacağız. Öğrencilerime bir bilgisayar laboratuvarı kurmak, iyi donanımlı bir kütüphane ile onların derslerine yardımcı olabilecek bir ortam yaratabilmeyi bana inşallah sesimi duyanlar sağlayacaktır..."
Yukarıdaki sözlerin sahibi Diyarbakır 500 Evler Lisesi Müdürü Tolga Bileyzik.
Araştırdım ve bizzat görüştüm. Ses tonu ve minnettarlığı ona yürekten inanmama yetti. Siz de araştırın ve inanırsanız yardımcı olun.
Diyarbakır 500 Evler Lisesi
Tolga Bileyzik ( Müdür)
0 412 255 08 49
0 533 723 40 44
500 evler lisesi hesabı
Finansbank / Diyarbakır Mrkz Şube 10270061
Kütüphane , kitap ve bilgisayar(en çokta bilgisayar). Diyarbakır da işadamlarıyla fabrikalarla görüşmüş kendisi ama onlar uçak kiralayıp futbol maçına bedava seyirci götürmeyi yeğlemişler. Tolga Bey sorunların altında ezilmiş anladığım kadarıyla. İnanın sevinçten ağlayacak gibiydi sesi.
Şimdiden teşekkür ederim. Saygılarımla, Pınar Özkan
Yukarı
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan Yamağı : Ayşe Nur Gedik |
...minicik olmak gerekir damlanin buluttan ciktiktan sonra bi nevi damlanin icine isinlanip artik su icinde gargara yaparmiscanisa sarki soyleyip yere carpmadan once geri disari isinlanmak gerektirir... Siz sözlük okumayı severmisiniz. http://sozluk.sourtimes.org sitesinde ekşimi ekşi bir sözlük var. Okuyunca ağzınızda garip bir tad bırakıyor, ama değer.
Çıktı çıkacak derken iyice gündemimize giren ve fazla gürültü koparmamasına rağmen hayatımızı derinden etkileyecek "Yeni Türk Lirası" çalışmaları hızla yol almaya devam ediyor. Nedir? Ne değildir? Geçişler nasıl olacak, gibi sorularınızın cevaplarını http://www.ytl.gen.tr/ytl/index.php kısayolundaki web sayfasında bulabilirsiniz. Sıfırların az olduğu günleri özleyenlere ve yeni gelişmeleri merak edenlere duyurulur.
Çocuklarınız için eğlencelik bir web sayfası http://www.aslanmax.com/swf/default01.asp Aslında Algida dondurmalarını tanıtmak amacıyla hazırlanmış bir web sayfası ama e-kart, oyun, tanıtımlar ve benzeri eğlencelik çalışmalar ile çocuklara uygun hale getirilmiş.
...e-kolay oyun yenilendi. Broadband oyun servisimizin ardından 9 yepyeni masa oyunuyla sizlere yepyeni bir oyun deneyimi sunuyoruz. Yepyeni bir teknoloji kullanılarak hazırlanan oyunlarımızı beğeneceğinizi umuyoruz. Çok yakında süper ödüllü turnuvalarda buluşmak üzere... E-kolay web sayfasındaki oyunlar için http://oyun.e-kolay.net/ Hem büyüklere hem küçüklere.
Akın
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
Harddisk Search and Stats v2.0 [956K] Win98/2k/XP FREE
http://www.nlsoftware.com/download/hdsearchandstats.zip
Dosyalarla şişmiş hard diskinizde dosya arama bulma işlemini hızla yapabilen bir program. Anahtar kelimeyi giriyorsunuz o gerisini hallediyor. Dosyalar arasında boğulanlara tavsiye olunur. Kurmaya gerek yok. Dosyayı çalıştırmanız yeterli.
Yukarı
|
|
|