|
|
|
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 3 Sayı: 548 |
16 Temmuz 2004 - Fincanın İçindekiler |
|
Editör'den : Kuru Sıkı!... |
Merhabalar,
Oldum olası hazzetmedim o soğuk demirden. Askerde zorunlu yakınlaşmadan gayri bir temasımız da olmadı. Erişebildiğim soğuk makina sevdalılarına dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım. Bu zıkkımın seni koruyacağını sanıyorsan aldanırsın, dedim. Caydırıcı olur, dedi çoğu. Karşındakinin eli armut mu toplayacak oğlum? dedim. Sen kendi işine bak dedi beriki. Onlar ne derlerse desinler zaman beni haklı çıkarmaya devam ediyor. Sevincini, hüznünü, erkekliğini, aşkını havaya sıktığı kurşunlarla haykıran magandalarla doldu ortalık. Cehalet deyip geçiştirilecek durumda da değiliz. Kanuna uygun almak istediğinde ruhsat almak her babayiğidin harcı olmadığı gibi, maliyetini karşılamakta herkese nasip olmuyor. Kanunsuz taşıyan binlercesinin yanına şimdi bir de yasal kuru sıkıcılar eklenmiş. Sudan ucuz, 20 milyona altıpatlar almak mümkün. En babası 100 milyon. Aslından farklıymış gibi oyuncak sandıkları aletle korku salmayı hayal ediyorlar. Ama işte bazen evdeki hesap çarşıya pazara uymuyor. 38 yaşında ödüllü, pırıl pırıl bir yetenek 8 kurşunla toprak oluyor. İsmail Hakkı Sunat'ta kuru sıkıcılardan. Dağ başında adam korkuturum diye yanına aldığı kuru sıkı tabancasını ilk fırsatta çıkarıp gösteriyor ve karşısındaki doktora öğrencisini korkutacağını sanıyor. Oysa okumuş yazmış, iyi aile çocuğu doktora öğrencisi 'sen de o varsa bende de bu var' deyip sahici makinasını çekip ateşliyor. Tam sekiz kere. Beşi yerini buluyor. Bir genç tiyatro emekçisi göçüp gidiyor, bir diğer genç okumuş adam dört duvarın yolunu tutuyor. Acı değil mi? Çok acı hem de, çok acı. İnsanları korunma yolları aramak zorunda bırakan toplum mu suçlu olan, yoksa her sıkıştığında içkiye meze olan bir soğuk demirden medet uman iyi yetişmiş insanlar mı? Ben suçu kendinde arayanlardanım. Ben kendimi temiz tutamazsam toplum ne halt etsin? En verimli çağında göçüp giden Sunat'a Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun. Acaba bir şansı daha olsaydı, o kuru sıkı tabancayı eline alıp çıkar mıydı bahçeye? Bunu her aklı başında adamın düşünmesi ve cevabını bulması gerek.
Şiddet pazarlamacıları işi iyice azıya aldılar artık. İnsanları kuru sıkı tabancalar alıp kullanmaya özendiren bu pazarlamacılar en direkt yöntemi de layıkıyla(!) kullanmaya başladılar. Mafya dizilerinin gördüğü aşırı ilgiden esinlenen şiddet içerikli reklamlar tam gaz devam ediyor. Tokatla başlayan reklamlar silahlarla sürüyor. Bir sivrisinek kovucusu için tabancasını çekip sinek vuran bir metroseksüel silahşör figürü, biraz güçlü bir kamyoneti anlatmak için değme aksiyon filmlerine taş çıkartacak şiddet ögeleri kullanılıyor. Bu nasıl ucuz bir yaratıcılıktır yahu. Reklam filmi mi çekiyorsun yoksa Oscar'a aday sinema filmi mi? Reklamverene de Allah akıl fikir versin. Mafya kültüründen esinlenmeden bir kamyonet anlatılamaz mı? Alt tarafı bir sineği kovmak için silahla vurmaktan daha iyi bir yöntem bulunamaz mı? Eminim bu senaryoları yazan yeni yetme yaratıcı yazarlar bol bol şak şak almışlardır. Eeee neremiz doğru ki oramız olsun... Hepinize silahtan, mermiden, şiddetten uzak dozunda güneşli bir haftasonu diliyorum. Hoşçakalın.
Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle... Cem Özbatur
|
|
Enişte'den Erişte'ler : Ahmet Şeşen Ki eM eF eM |
|
Dat tara dat tara, dit dara dit dara, daaaaaaaaaa.......!
Kahveler söyleneceeeeek....... Söyle ..!
PC'lerde Kahve Molası nokta kom yazılacaaaaaak....... Yaz ..!
Çok kısa dalga 41.5 FM açılaaaaaaacak.......... Aç ..!
Hep beraber hüpletileceeeeeeek........ Hüüüüüüüüüüüüüüp ..!
Günaydııııııııııııııın Sevgili KM tayfasıııııı, benim aziz ve de kıymetli şüreka'm...
Kalkın layyynnn, ben sabahlara kadar KM hazırlamaktan göbeeeeem eridi ( yalana bak yalana ), siz hala küfeyi devirmiş uyuyorsunuz, gelmiiiiiim oraya ..!
Dat tara dat tara, dit dara dit dara, daaaaaaaaaa.......!
Yafff, sevgili Editör'üm Führer'im, şu radyoyu bir sabahta ben açayım n'oooolur ? Bıktım senin şu 2.Dünya Savaşı Nazi marşlarından... Hııı ?
Kes lem sesini ihtiyar, sökmez bana Enişte ayakları ..! Nerde bakiiiim benim kahvem ? Kaç kere dedim lem ben sana, sinyal müziğinde Kahve'm hazır olacak, marş çalmaya başlayınca ilk fırtımı höpürdeticem diye... Haaa ? Gebertiiiim mi lem seni ?
Tamam yaaaa, buyur afiyetle içesin ( Zıkkımın kökünü içesice Hitler bozuntusu herif ..! ). Sabah şeriflerin hayır ola Edi'ciğim, bugün pek bi neşelisin, aman da aman ..! Yüzünde güller mi açmış ne ?
Hüüüüüp, bırak bu ...ötünü yiyiiiiim ayaklarını... Yemezler ..! İçinden neler dediğini gayet iyi biliyorum, Cem The Külyutmaz ..! Bittin oooolum sen, bugün Baldız'lara öpücük yasağı getiriyorum, hele mikrofonda ( hani 3-5 dakika konuşacağın bölüm var ya ) kazara bi laf edersen ölümlerden ölüm beğen ..!
Ama Editör'üm Güzelim... Baldız yoksa Enişte yoktur ( Baldız varsa Enişte onlarla ilgileneceğinden yine yoktur.. Keh keh ..! ). Sahi, senin yüzün bu sabah biraz süzük biraz da büzük görünüyor, aaaaa, kilo mu verdin yoksa sen ? Pes walla, bu ne azim ? ( ..ok verdin, hala şişko dobişkosun ya neyse ..! )
Lan ooolm, bırak bu yağdanlığı, bu sabah yemeyecem senin numaralarını ..!
( Hasssxxxx, bugün hiç şansım yok, solundan mı kalktın be adam bu sabah ..? Ama yine de deneyeceğim, ne demişler : "Azimle yaklaşan Edi'sinin bile kalbini deler ..!" ) Editör'üm Güzelim... Bu sabah bir "Zaliiiiim, oyun bozan ..." çalsan da ciğerlerimizin pası silinse diyorum haa ..! Ne dersin ? ( Biraz da şeyini kaldırıp oynasan, belki eriyeceği tutar o haşmetli göbekinin ! ) Sonra bir de neydi son günlerde pek sevdiğin ( bi halta benzemiyor ya neyse ) o şarkı, hani dilimin ucunda da şeyyytiremedim... ( Arkasından bir de Popstar çalar şimdi Allah bilir... Töööbe töbe, ne bitmek bilmeyen bir köprüdür bu felek, geçemedik gitti anasını satiiiiiim ..! )
Hmmm, iyi fikir, afferim lem Büdü.. İhtiyarsın, mihtiyarsın ama konuya damardan girmesini biliyorsun Allah için...
He, tamam işte, sonra diyorum şu fincanlarla ilgili birkaç kelime laf etsen ..? Millet çanak çömlek alıyor, fincan almıyor bi türlü...
Başlayacam şimdi senin çanak çömleğinden... Açtırma fincan kutusunu !
"Peki pekiiiiii anladık, sen neymişsin be aabi..." Arkasından bir de bunu çal diyecektim... Ve sonraaaaaaaaaa.... "İşte karşınızda pek özlediğinizzzzzzz, yere göğe sığdıramadığınızzzzzz, Enişte'nizzzzzzzzzz...." desen ...? Ve de mikrofonu elime tutuştursan... ( Hatta, sana telefon gelse de müşteriye gitsen... ( Du bakiiiim, paravan bi şirket kursam; birkaç web sayfası dizayning, hosting, mailing, zarting, zurting hizmetleri için şu Edi'yi çağırttırtsam ... ) Walla, hiç fena olmaz hani, hay aklıma turp sıkayım ..! )... ( Ben de okurcumlarımla başbaşa kalsam, baldızları telefon bağlantısına alsam, onlar oynasa ben çalsam... Ahhhhh, ahhh ..!
Bugün açılış şarkımız Edi içindi : Jethro Tull ve Fat Man ... Heh he, hazır dışarı çıkmışkene ..!
İşte ilk canlı bağlantımızı Ege sahillerinden... Canlı yayındayız Sevgili KM FM Dostları....
"Alüüüüüüü, canlarımmmmm, hayran kitlem ve Enişte'lerimin en bi tanesiiiii.. Sizin için Ege sahillerinin altını üstüne getirip, Ters şeytttiriyordum..." dese mesela bir tanesi...
Bodrum'dan seslense, Arnavutköy'den fısıldasa, Belçika'dan kımıldasa Nur tanesi...
Birisi Arap'ça istek şarkısından bulunsa kızı için Gümüldür dolaylarında...
Sıcak bir şarkı istese bir diğer, içinde bulunduğumuz Temmuz aylarında...
Biri ABD'den dilekte bulunsa, bir diğeri kızı için Fransızca istese...
Biri La dese, diğeri eş-i nadide olsa; bir ses, olmadı bir Seda verse...
Biri Bıcırık olsa teeee uzaklarda, diğeri Böcük olsa kırlarda...
Birkaç tanesi Özlem dolsa, birileri Gülümse'rken şarkılarda...
Biri doğacak kızının yolunu beklerken birileri de Yıldız'ları yollasa...
Biri renk pınarı ile boyasa, biri de Edi'nin dönüş zamanını kollasa...
Ne dersiniz ..? DJ'iniz olayım bu yazılar devam etsin mi ..?
asesen@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
|
Pratisyen Kahveci : Seda Demirel SENİ HENÜZ TANIMIYORDUM |
|
32 YAŞINDA
OPERE MEME CA
DOSYA NA: 104
Dosyanın ilk cümlesi; "yüksek risk hastası".
Kırmızı bir kalemle yazılmış, altı çizilmiş...
Ne kötü bir cümle diyorum içimden.
Servisin bu bölümünde çalışmaya yeni başladım.
Her gün başka bir hasta grubu geliyor.
Adaptasyon sürecinde ne var ne yok inceliyorum.
"invaziv ductal Ca"
axiller lenf nodu tutulumu: 17/24
(Koltuk altlarına ulaşmış düşmanı. Çıkarılan yirmidört koltukaltı lenf nodunun onyedi tanesinde düşmana rastlanmış...)
Oysa kanser hücreleri bize hiç yabancı değil, çok da yakın tanıdıklarımız.
Öz be öz kendi hücremiz.
(İçimden bir hücre işte; koynumda yılan beslemek gibi...)
Tek bir hücre bir sabah uyanıp bölünmeye ve hiç ölmemeye karar veriyor.
Bölünüyor...
Bölünüyor...
Bölünüyor...
Çoğaldıkça büyüyor, sığamaz oluyor yerine; uzaklara atlayıp gitmeye karar veriyor.
Kişiliklerimiz gibidir bu bölünen hücreler, kimseninki kimseye benzemez. Elbette ana tipleri ve bu tiplerin karakteristik özellikleri-yedikleri içtikleri sevdikleri sevmedikleri-bellidir.
Yine de hep denir ya; hastalık yok, hasta var...
Adı Sema..
Sema yüzüme bakıyor dümdüz. Gözlerinden tek bir duygu alamıyorum.
O denli boş, o denli derin ki bakmaya devam ederse boğulacağımı hissediyorum.
Bu bakış bana "bakmamamı" tembihliyor. Gözleriyle "bana bakma!!!" diye bomboş bakıyor.
Gözlerini üstümde hissediyorum.
Göğüslerime baktığını biliyorum.
Nasıl bir güçtür bu!
İlk defa bir hastadan çekiniyorum.
İlk defa bir hastanın bana saplanıp kalan bakışlarından kaçacak delik arıyorum...
-Heyetini neden yeniliyoruz? Raporunun süresi daha dolmamış...
-Soyadım değişti. Yeni karne çıkardım.
-Anladım...
(Ellerine bakmamaya çalışıyorum. Evli mi? Eşi dönüp arkasını gidiyor mu şimdi? Evet, eşi onu bırakıp gidiyor...)
2003 de opere olmuş.
Kemoterapi ve radyoterapi görmüş.
6 ay içinde karaciğerine ulaşmış düşman.
Onun tedavisi başlamış...
Hiç nefes alamamış.
İlaçlara tepki vermemiş.
Işından fayda görmemiş.
Verilen ilaçlar bağışıklı sistemini alt üst etmiş. Lökosit dediğimiz beyaz savaşçı hücreleri yoklara kadar düşmüş. Defalarca hastaneye yatırılmış. Destek tedaviler almış. Kabarık karmakarışık bir dosya...
En sevdiğim yeşilden, haki bir gömlek var üstünde. Düşük belli bir kot pantolon.
Gözleri elleri temiz, bakımlı; hoş bir kadın Sema.
Peruğu da çok hoş. Özenle seçilmiş, belli..
Çok bakamıyorum, kaçamak bakışlar en çok.
Gözlerini kırpmıyor bile...
-Tamam, yeni heyetini yazdım, şefin imzalaması lazım. Yan binadaki odasını biliyorsun, değil mi?
-Evet... Teşekkürler...
Çıkıp gidişine bakıyorum..
Karıştım, karmakarışık oldum.
Üç hafta içinde geri geliyor.
Kapıda sabırla telefon görüşmemin bitmesini bekliyor.
Alelacele telefonu kapatıp Sema'yı içeriye çağırıyorum.
Bu ikinci görüşmemiz.
Hayal kırıklığı yaşıyorum.
Tek bir sıcaklık yok gözlerinde.
Hatırını soruyorum. İlaçlarını yazarken havadan sudan bahsediyorum. Hatta çok fazla konuşuyorum. Ama hiç yüzüne bakmıyorum. Bakamıyorum!
Bakarsam karışmaktan korkuyorum.
Karmakarışık olup susmaktan...
Tek kelime konuşmuyor Sema.
O sadece ilaçlarını alıp bir an önce çekip gitmek istiyor.
Reçetesini alıp teşekkür edip ayrılıyor yine...
Çok değil, bir hafta sonra sabah kapıda buluyorum Sema'yı. Yanında bir arkadaşı var, belki de bir akraba. Elinde kocaman bir dosyası var.
-Günaydın! Hoş geldin Sema.
-Günaydın! Ben bir şey rica edecektim.
-Elbette, hayrola?
-Haftasonu çok şiddetli baş ağrısı çektim. Bulantım, kusmam oldu. Acil Servis'e geldim. Beyin Cerrahisi konsultasyonu yapıldı. Beni tomografiye yolladılar. Sonrada şu elimdeki ilaçları yazdılar ama bir kısmı hastanede yokmuş. Dış reçete yapabilir misin?
-Tabii yaparız. Ne dedi peki doktor sana?
-Bir şey demedi, ilaçlarını al bitince de tekrar Beyin Cerrahisine gel dedi.
-Dur bir de ben bakayım filmlerine.
Pratisyen olmayı seviyorum. Tam bir yıl beyin cerrahisinde çalışmış olmanın avantajını yaşıyorum. Filmleri okuyabileceğim için sevinerek dosyadan çıkarıyorum. Sağ elimle yukarı kaldırıyorum.
Elim titriyor.
Filmi indiriyorum.
Yüzümdeki ifadeye; dudaklarıma, gözlerime hakim olmaya çalışıyorum.
-Sema bu ilaçları yazarım yazmasına ama sanırım önce şefime danışmam gerekli, beni çok kısa bir süre dışarıda bekler misin?
(Anlamış mıydın, Sema? Gerçekten anlamadın mı? Seni ikna ettim mi yoksa?)
-... evet hocam.. hocam, tomografisinde yoğun metastazı var.. evet.. eminim hocam.. tamam hocam.. geliyoruz hocam..
Kapıyı açtığım an bakışlarımı yokluyor.
Kocaman bir gülümseme var dudaklarımda.
(İçim öylesine duruldu ki öylesine boşaldı ki işleyemez artık bakışların bana... Boşuna bana bakma, Sema!)
-Hocam ilaçlarını görmek istedi, bizi bekliyor, patolojide preperat bakıyormuş. Yanına gideceğiz...
O gün bana defalarca soruyor; "Beynimde metastaz mı var?" O gün defalarca cevaplıyorum onu; "Hayır, ödem olmuş, metastaz olmasın diye radyoterapi göreceksin birkaç doz"
En sonunda susuyor. Böyle olması gerekiyor. Hocamın tercihi bu yönde, Sema savaşmaktan vazgeçsin istemiyoruz. Saklıyoruz hep beraber.
On gün sonra Sema yine kapıda bekliyor.
Yüzü gözü ödemlenmiş. Çökmüş. Dağılmış.
Sema bitiyor...
İçeri giriyor, koltuğa yığılıp ağlama başlıyor.
"Halsizim, çok yorgunum, yemek yiyemiyorum... Bana neler oluyor, hiç bu kadar kötü olmamıştım ben... "
Bütün iç organlarım katıla katıla onunla ağlıyor.
Omuzlarının her sarsılması, her hıçkırığı bana saplanıyor.
Ayağa kalkıp ona kuşburnu çayı yapıyorum, mendil ve kolonya veriyorum.
Ellerim ter içinde, yüzüm gözüm ateş gibi yanıyor.
Bardağı eline uzatırken; "Ama abarttın ha!! Yahu, kafana kafana radyasyon veriyoruz, olacak tabi bunlar ama radyoterapin bitince bunlar da geçecek, salma kendini hadi amaaaaa!" diyorum..
Susuveriyor...
(Susma Sema, ne olur susma! susma!!)
"Geçecek mi yani?" gözleri o kadar sıcak, o kadar çaresiz...
"Geçecek elbette, biz kafana balyozla vurmayı bıraktığımız an bir şeyin kalmayacak, lakin biraz daha döveceğiz seni"
Gülümsüyor...
Gülümsüyorum...
Havadan sudan bahsetmeye başlıyoruz;
"Peruğumu değiştirmek istiyorum, cesaretim olsa kazıtıp gezerdim ama uzun saç seviyorum, hem kafamın şekli de çok müsait değil, aslında hoş bandanalar da var. Kulaklarıma üçer dörder küpe takıp korsanlığa başlayabilirim... Şu kemoterapiyi de yarım bıraktık, radyoterapi bitince 3 kür de onu bitirsem de şu saçlarım geri çıksa.."
Artık gözlerimiz dost oldu..
Ona kavuniçi bir peruk takmasını salık veriyorum.
Birlikte kahkahayı patlatıyoruz..
"Sen takarsan, söz, bende o gün kırmızı takacağım!" diyorum..
Sol kaş çizgisini, göz kalemi ile çizdiği sahte kaşını, kaldırıyor.
Kadınlara has bir eda ile "Daha çok beklersin sen, maymuna mı çevireceksin beni??" diyor...
Artık gözlerimiz dost oldu..
(Takardım Sema, inan o kırmızı peruğu takardım! Ne olur kızma bana, yalan söyledim sana... İnanmıştın, değil mi? Ama inan o peruğu takardım!)
Kapıya kadar geçiriyorum onu.
Çıkarken çekinerek de olsa uzanıp yanaklarımdan öpüyor.
Mutlu oluyorum...
(Evet, ben de kendi yalanlarıma en az senin kadar inanıyorum. Mutluyum...)
Aradan epi topu iki hafta geçti, içime düştün 3 gün önce.
Hocam'a seni sordum, Sema.
Gitmeye karar vermişsin ya geçen hafta?...
Ve korkarım gitmişsin de...
Tam bir hafta olmuş sen gideli.
Henüz dost olmuştuk oysa!
Seni henüz tanımıyordum ki...
Neden acele ettin, Sema???
http://www.jinekoloji.net/kkmm.htm
http://www.meme-kanseri.com/
http://www.psikolog.org.tr/bulten/yazilar/09_mkanser.htm
Seda Demirel
Yukarı
|
|
Kıvanç'ça : Kıvanç Gülhan ÖYLESİNE, BİR GÜL HİKAYESİ |
|
Gül ağladığında bülbülün yüreğine kan damlar, hem de gülün renginde. Önce canan sonra canı bülbül anlar, belki birkaç başkası. Budur bülbülü bülbül yapan ve ayıran diğerlerinden.
İnsanoğlu öyle değil ama. Nankör çünkü. Önce can der hep ve ne umurunda cananın canının yanması hatta kuruması yeri geldiğinde. Oysa can canana ne vurulmuştu zamanında fırtınada, çöl ortasında. Fes tonu kırmızının, nasıl da aklını başından almıştı, neft yeşili yapraklar ne kadar da asil duruyordu üzerinde. Hele çiğ düştüğünde kıvrımlarının arasına kendisi üşümez miydi en başta ona bakarken.
Bu büyük aşk kendiliğinden nakşedilmedi miydi zamana ve zamana dair ne varsa ya. Dikenin teni ne yumuşaktı aslında. Kim anlayabilirdi ki bunu bülbülden başka. Batmazdı. Yada battığında akıtmazdı bülbüldeki kanı. Kolay mıydı içindekini dök-mek başkasına ve sığar mıydı mertliğe, duygu dolu yüreğinin çırpınmasına. Zaten kuş gibi çırpınan yürek aslında kendisine atadan, dededen akraba değil miydi. Ve ne düşünürdü hemcinsleri onun hakkında.
Bu büyük aşk, şöyle dura dursun.. Alem bambaşkaydı.
Kasımpatıydı lüks bahçelerin zillisi. Papatya kırların yabani serserisi. Ya Kıbrıslı Cemile, ne diye adını değiştirip begonvil yapmıştı Adana'ya indiğinde. Zakkumun hiç mi suçu yoktu pavyonlara düşmesinde. Deve tabanı, ısırgan otu, Amerikan Sarmaşığı hiç vebal almayacaklar mıydı üzerlerine.
Ne oldu nasıl olduysa Orkide geldi alemin ortalık yerine. Dedi ki "Bendeki güzellik kimde var?". Ve dedi ki abidesi benim şehvetin, aşkın, dişiliğin. Aklını başın-dan aldı bülbülün. Heyecanlandı gariban ve titredi. Ne dediyse, o oldu orkidenin.
Sıradan olanlar alkışladılar kendisini destek verdiler hepsi. Belki bize de yaprakları düşer diyerek.
Zaman selleşti, olanlar hayal aleminde ve mükemmeldi. Her şeydi orkide. Değişik, ilginç, güzel, romantik ve heyecan verici. Ne fırtınalar şahitlik etti olanlara, ne rüzgar ve ne kasırgalar.
Sel duruldu bir gün, orkidenin kutulara konulmak istemesiyle. Kadifelere uzanmak istiyordu. Fes rengi kadifelere. Kutunun üstü şeffaf olmalıydı her kes görsün ve her daim güzel kalsın diye.
Bülbül ilk kez düşündü belki uzun zamandır, orkidenin kokusuzluğunu. Gülün kokusu geldi aklına ve kadifenin özü olduğu. Bu koku ne güzeldi ve hissetmeyeli ne uzun zaman olmuştu.
Kan ter içinde güle koştu, güle baktı öncekilerden ayrı, dolu, dolu. Tersledi-ğinde ise gül ufku gözledi. Anladı ne uzak olduğunu.
Kanat çırpmaya takati olsa varacaktı ufka. Olmadığı halde çırpmaya başladı. Gücü yettiğince, gücünü tüketinceye.
Kıvanç Gülhan
Yukarı
|
Sensizliğe Ağlıyorum!
Serin bir mart sabahı;
- seni seviyorum!
Diye başlamıştı hikaye. Uzunca bir mektup ile devam etti. Mürekkep, kalem ve dahi kelam ile değil de, yüreği, canı ve kanı ile yazmıştı sanki.
Aynı günün akşamı, en karanlık vaktinde gecenin, kesif bir is kokusu karıştı boşluğa. Öyle ki yanmakta olan şeyin bir aşkı tarif eden kelimeler değil, aslında bir yürek olduğunu henüz kimse bilmiyordu.
Ve bir kaç ay sonra;
- keşke daha önce tanısaydım seni!
Demişti genç delikanlı. Öyle ki artık, yangın tüm yüreğini sarmaya başlamıştı. Araya güller, güzel sözler, çalınmış akşamlarda içilen sıcacık çaylar girmişti.
Ele yürünen sokaklar, birlikte dinlenen şarkılar vardı günleri dolduran. Bir dal tomurcuğun mutluluğu sarmıştı genç yürekleri.
Ve derken günler hızla geçmiş ve yaşlı gözlerle anlatılan bir aşkın feryadı kalmıştı genç adamın dudaklarında.
- hayatımın her anını seninle yaşamak istiyorum. Hep yanımda ol lütfen!
Kocaman bir sessizlik çöktü yeryüzüne. Kara kara bulutlar indi. Yağmur yağdı gözlerden, fırtınalar koptu yüreklerde. İmkansız olanı istemekti ya aşkın tanımı. Aşkın ta kendisi idi yaşadıkları…
Yıllar ne duyguları tüketti, ne de mutlulukları getirdi. Öylece geçip gitti. Yaşanması gerektiği için yaşandı. Yaşanmak istendiği için değil.
Bir Ağustos akşamı. Yıllar sonra ansızın. Tükenmeye yüz tutmuşken umutlar.Aniden çıkıverdi genç adam. Kısacık bir cümle döküldü dudaklarından.
- benimle evlenir misin?
Bu idi arzu edilen kuşkusuz. Lakin ilk kez telaffuz ediliyordu. Sanki sihirli bir cümleydi dudaklardan dökülen, şifa gibi, derman gibi dertleri iyi eden, birden genç yüreklere ferahlık vermişti. Gözlerin feri geri gelmişti sanki.
Heyecanla çarptı iki yürek. Gözler gözlere değdi usulca. Sıcak bir tebessüm belirdi dudaklarda. Sözler ise uzaktı. Zira sözlere hacet kalmamış, sözlerin yokluğu anlamlandırmıştı yıllarca sevdiğinin yokluğunu sözlerle dolduran yürekleri.
İnanmıştı genç aşıklar. Her şey güzel olacaktı!
Tıpkı karanlık bir gecede, yanmakta olan bir aşk mektubunun ileride yanacak bir yüreğin haberci olduğunun bilinmediği gibi, yine bilinmedi bu ılık yaz gecesinin bağrında fırtınalı günler sakladığı. Hesapsızca hayal edildi. Pervasızca sevildi.
Günler derin acılar getirdi. Hüzün ve gözyaşı yağdı sonbahar. Acı düştü soğuk kış gecelerine. Mevsimler geçti aradan, yüreklerde oluşan yaralar geçmedi.
Bir yaz günü idi yine. Sıcak bir temmuz akşamı. Genç adam hala cümleler kuruyordu umudu ve umutsuzluğu bir arada yaşadığı ve yaşattığı aşkı için. Derinden ve usulca;
- sensizliğe ağlıyorum! Duyuyor musun?
Erva Şahin
Yukarı
|
Café d'Istanbul par Mustafa Serdar Korucu |
Merhaba,
Bugün sizlerle ilk olarak ürettiği eserleriyle Türk müziğine yeni bir soluk getiren Mercan Dede'nin son albümü "Su"yu, ardından yaptığı her filmiyle fırtınalar koparan, büyük tartışmalara neden olan Cathrine Breillat'tan "Cehennemin Anatomisi"ni ve son olarak Latin kültürünün yüzyıllar öncesinden gelen atasözlerini, deyimlerini, ikna edici sözlerini içeren "Latince Deyişler"i paylaşacağım.
Keyifle dinlemenizi, izlemenizi ve okumanızı dilerim.
SU / MERCAN DEDE :
Ülkemizde etnik - elektronik müziğin başarılı temsilcilerinden, sıra dışı müzisyen Mercan Dede, mistik seslerle bezemiş olduğu son albümü "Su" ile sevenlerinin karşısına çıkıyor.
Müzik piyasasına adım attığı günden beri yükselen bir grafiğe sahip olan sanatçı için beşinci albümü "Su"yun özel bir yeri var. Çünkü Mercan Dede bu albümü kendisi için acemilikten çıraklığa geçiş olarak niteliyor.
"Su"da, pek çok medeniyetin birbirine karıştığı Akdeniz'den, çokuluslu olmasına karşın ortak müzik diline sahip Balkanlar'a ve tabii ki köklü tarihiyle göz kamaştıran iki doğu medeniyetine, İran ve Hindistan'a kadar uzanan geniş bir yelpaze yer alıyor. Batı'dan Doğu'ya bir yolculuk aslında bu albüm. Doğu ritimleri ile Batı'nın karıştığı, kaynaştığı, bir potada birbirine yedirildiği bir albüm.
"Su" albümünde, farklı alanlarda olmalarına karşın kendi kulvarlarında büyük başarı sahibi Sabahat Akkiraz, Göksel Baktagir, Özcan Deniz ve Ceza gibi yurtiçinden müzisyenlerin yanı sıra yurtdışından Susheela Raman, Hugh Marsh ve Dhafer Youssef gibi tanıdık isimler de ön plana çıkıyor.
İngiltere'nin en prestijli ödülü Mercury'e aday olmuş Hint asıllı İngiliz Susheela Raman'ın seslendirdiği "Ab-ı Beka", son yıllarda yükselişe geçen rap'i Türkiye'de başarıyla temsil eden Ceza'nın yorumuyla "Ab- ı Nafi", dünyaca ünlü Türk Halk Müziği sanatçımız Sabahat Akkiraz'ın güçlü sesiyle "Ab-ı Çeşm" ile özellikle son yıllarda yıldızı parlayan Özcan Deniz'i alışılmışın dışında bir kurgu ile dinlediğimiz "Ab-ı Beste", "Su" albümünün öne çıkan parçaları.
Doğu ile Batı'nın eşsiz güzelliğini gözler önüne seren "Su" Mercan Dede için olduğu kadar Türk müzik dinleyicisi için de unutulmayacak bir albüm.
CEHENNEMİN ANATOMİSİ / ANATOMIE DE L'ENFER :
İnsanoğlunun en büyük ortak tabusudur cinsellik. Üzerine konuşulmayan, bireyin kendi kendisine öğrenmesi beklenen bir konudur. Onun, yemek içmek gibi zorunlu bir ihtiyaç olduğu göz ardı edilmiş, hep gizlenen saklanan bazen de utanılan bir özellik haline gelmiştir. Hatta sırf bu nedenle bazı inançlarda (Hristiyanlar, Budistler gibi) özellikle ruhban sınıfına Tanrı'ya ya da yüce bilgeliğe yaklaşma yolu buymuş gibi düşünülerek yasak edilmiştir.
Toplumların çoğunlukla cinsellik ile birlikte düşündükleri önemli bir diğer tabusu ise çıplaklıktır. Çıplaklık da cinsellik gibi sert bir şekilde ele alınmış toplumdan topluma nüans farklılıkları olsa da kimi zaman mide bulandıracak kadar iğrenç, kimi zaman kahkahalarla gülünecek kadar komik araya din girdiğinde de büyük günah sayılmıştır. "Cehennemin Anatomisi" ise hem cinselliğin hem de en büyük sanat şaheseri olan insan vücudunun çıplaklığını sergileyen ve bu konuyu felsefi açıdan irdeleyen bir yapım olarak ön plana çıkıyor.
İnsanların bir arada bulunduğu ancak hiç tanışmadıkları, tekno müziğin akışına kapılıp kendini bırakanların dans ettiği bir eşcinsel mekanına gidiyoruz ilk olarak. İnsanoğlunun varolduğu günden beri olan eşcinselliğin had safhaya ulaştığı, gay adamların çılgınlar gibi dans ettiği ve gözlerinin kendi cinslerinden başkasını görmediği bir yer burası. Ancak bu mekanda bir kadın da bulunmaktadır. Nefes kesen güzelliğine karşın mekandaki erkeklerin hiçbirisinin dikkat etmediği bir kadın… Tuvalete gider ve bir jiletle bileklerini kesmeye başlar. Önemli olan ilgi çekmektir onun için. Ve istediğine ulaşır. Karşı cinse ilgi duymayan bir adam tarafından kurtarılır. Ancak bu tanışma onlar için daha başlangıçtır. Adam güzel kadını eve bırakırken sıra dışı bir teklifle karşılaşır. Kadın adamdan eve gelmesini ve vücuduna hiç bakamadığı açılardan bakmasını yani seyredilmeyecek yerlerini seyretmesini, bunun için para ödeyeceğini söyler. Adam ise bunun ona çok pahalıya patlayacağı konusunda uyarır. Fakat kadın kararından emindir ve adam ne isterse vermeye hazırdır. Böylelikle büyük bir keşfe doğru yolculuğa çıkarlar. Asla hakkında konuşulmayanla, söz edilmeyenle karşı karşıya gelecekler, sır perdesini aralayacaklardır dört uzun gece boyunca. Her şeyden uzakta yalnızca çıplaklığın olduğu bir mekanda kavramlar anlamını yitirecek, sözler yetersiz kalacaktır...
Başrollerinde Amira Casar ve Rocco Siffredi'nin yer aldığı film, sıra dışı yönetmen Cathrine Breillat imzalı. "Kızkardeşim", "Romans", "Kusursuz Aşk" ve "İlk Sevişme" gibi filmlerinde kadın cinselliğini özellikle ön plana çıkaran ve bu yüzden ağır suçlamalara maruz kalan Breillat, son romanı "Pornocratie"den uyarladığı filminde de bu çizgisini bozmuyor ve yine tartışmalı bir yapım ortaya koyuyor.
Türkiye gösterimi ilk olarak 23. Uluslararası İstanbul Film Festivali'nde olan "Cehennem'in Anatomisi", cinsellik ve insan vücudu hakkında son derece katışıksız, felsefi bir çözümlemeye giden etkileyici bir yapım.
LATİNCE DEYİŞLER YA DA YAŞAMIN RENKLERİ / ÇİĞDEM DÜRÜŞKEN :
Yılların birikimini, bir toplumun yaşadığı olaylardan çıkarttığı deneyimlerini en iyi özetleyen ve bizlere ulaştıran cümlelerdir atasözleri ve deyimler. Deyişler, bir dilin dolayısıyla da bir kültürün temel yapıtaşını oluşturur bu açıdan bakıldığında. "Latince Deyişler"de Antikçağ'dan günümüze balmumu tabletlerle ulaşan dönemine ayna tutan bir eser. Günümüzde hala kullanılanları da var bunların içinde tarihin karanlık dehlizlerine takılıp kalanları da. Bazıları en son yüzyıllar önce dile gelen bu deyişleri tanımak ve seslendirmek ise sizlere kaldı.
Bazı dilbilimci teorisyenler, anadili Latince olarak doğan kimsenin kalmadığını, bu dilin sadece İncil'de, Hristiyan dualarında geçtiğini ve Vatikan'da konuşulduğunu bu nedenle ölü bir dil olduğunu öne sürseler bile bu dil "Latince Deyişler" kitabı ile bütün renkleriyle karşımıza çıkıyor. Bir döneme damgasını vuran, Akdeniz havzasını, kıta Avrupası'nı etkisi altına alan ve günümüz Avrupa dillerinin de atası konumunda olan Latince'yi bütün görkemiyle tanımak ve yüzyıllar öncesinden gelen ancak hala geçerliliğini koruyan öğütlerini keyifle okumak istiyorsanız "Latince Deyişler" tam size göre bir kitap.
http://www.kmarsiv.com/cafe.asp
serdar@kahveciyiz.biz
Yukarı
|
Fotoğraf : Hülya Galitekin
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır. Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır. Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir. Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-)) Kahve Molası bugün 4.264 kahveciye doğru yola çıkmıştır.
Yukarı
|
Bir Damla Gözyaşı
Yüzüme bir ayrılık şiiri vurdu
Sigaram azılı bir katili kelepçeledi
Şarabımı kızıl karanlık damıttı
Ağıtlarım firari hatıralara seslendi
Parça parça yaşanmışlıkları,
Paslı bir iğnenin ucu mavi boncuklarla bezedi
Sessizliğin zalim kasrında
Sensizliğin ilk nöbetinde
Pembe çiçekli verandanın ortasında son buldu voltalarım
..........
Kan kaybederken oluk oluk,
Sesine kulak vermeden,
Bir teskereye koydular bedenimi
Bıraktılar acil servise...
Kader beste çaldı
Yaşanmışlıklar mücrim;
Ağladı
Yaşanasılar masum;
Dinledi...
Sığınmacı yüreğim aysbergin dişlerinde çırpınırken
Can tahtamı siyah gömlekli bir doktor şiddetle sarstı
Oysa...
Sevgilinin bir damla gözyaşı
Ölümü ısıtacaktı...
Nazire Balcılar
Yukarı
|
Kesinlikle fotomontaj değildir. Fotoğraf çekilirken hiçbir hayvana zarar verilmemiştir. Görgü tanıklarından alınan bilgiye göre bir bayan şöförün kullandığı bu araç kontrolden çıkarak telefon direğine çarpmış, tekerlekler direğin üzerinde ilerleyerek arabanın tellere takılıp kalmasını sağlamıştır. Bayan şöför atlaya zıplaya arabadan burnu kanamadan çıkmıştır. Yaklaşık 2 saat çalışır vaziyette ve asılı olarak o durumda kalan araba, benzinin bitmesi sonunda stop etmiş ve tellerin daha fazla dayanamaması nedeniyle de yere değip kalmıştır. Telleri koparmadan arabanın nasıl kurtarıldığına dair elimizde kesin bir kayıt yoktur. Bayan şöförü tebrik ediyor, kendisine nice tırmanışlar diliyoruz.
Yukarı
|
Merhaba,
Fethiye Hayvan Dostları Derneğinin İstanbul Şubesi olarak 2 Haziran 2004 den beri mobil kliniğimizde , sahipsiz kedi- kopekler için 2 veteriner hekim , 2 yakalama uzmanı ile çalışıyoruz.
Yıllardır süregelen sahipsiz sokak hayvanları ile mücadelede itlaf yada barınaklara hapsetme yönteminin işe yaramadığı , belediyelerin bu işler için harcadığı paraların sokağa atıldığı nihayet büyük çoğunluk tarafından anlaşıldı...
Düzenli olarak zehirlenen yada toplanıp barınaklara hapsedilen hayvanların yerini en çok iki haftada yeni sürüler alıyor çünkü yemek kaynakları sabit.
Zehirlemenin düzenli yapıldığı bölgelerde kalanlar dişi ve siyah renk çoğunlukta doğuruyor, toplanan yada zehirlene köpeklerin yerini gece ortaya cıkan , daha az sosyal daha çok agresif hayvanlar alıyor.
Ve sonuç değişmiyor ... Hayvanlar hızla ürüyor, sayıları katlanarak artıyor....
Doris Day Foundation araştırmasına göre kısırlaştırılmamış her bir dişi köpek 6 senede 67.000 yavrunun oluşmasına sebep oluyor. Artış logaritmik...
Sokak kopeklerinin artık hayatımızdan çıkması için Dünya Sağlık Örgütünün önerdiği gibi ,
insani
kalıcı
etkin
tek çözüm var ,
kısırlaştır - aşıla - yerine bırak....
İşte biz 2 haziran - 30 haziran arası Heybeliada çalışması ile toplam 230 kedi+ köpeği özel ekipmanlar ile yakalayıp , kısırlaştırıp , aşılayıp, markalayıp kayıt altına alarak bölgelerine geri bıraktık.
Bu sayının yarısı dişilerdi ve operasyona alınan dişilerin %75'i hamile idi..
Sonraki durağımız Kınalıada - Büyükada olacak , üremeyi kontrol altına aldıktan sonra , yazlıkçıların şehre dönerken terkettikleri köpeklere aynı işlemi uygulamak için Eylül sonunda tekrar gitmeyi planlıyoruz.
Her operasyona alınan hayvan hekimlerin öngördüğü bir süreyi yoğun bakım ünitesi olarak kullandığımız çadırımızda gecirerek tamamen sağlığına kavuştuktan sonra resim ve diger kayıtları alınarak geri bırakılıyor. Bu bilgiler bölgede yaşayan hayvanseverlere , belediyeye , muhtarlıklara da verilip , çevre halkı asılan pankart-afişlerle küpeli köpeklerin ne olduğu hakkında bilgilendiriliyor.
Umarım tamamen kişisel çabalarla yürüyen , ve yerel yönetimlere örnek olmayı hedefleyen bu projenin , hayvan seven sevmeyen herkes için tek çözüm yolu olduğuna inanır , bizleri ve çalışmalarımızı gelip görür ,
belki de destek olursunuz...
Sevgiler Ayşe Doğancı
0 555 339 92 92
0 532 391 87 54
Yukarı
|
İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan Yamağı : Ayşe Nur Gedik |
Bilgisayarınızın karşısında oturmuş ve işlerinizi bitirmişsiniz ya da yapacak bir işiniz kalmamış. Ne yaparsınız? Tabiki oynamak için uygun bir oyun ya da oyun sitesi ararsınız. İşte karşınızda http://www.tornadogames.com/ bu site sizi oyuna boğacak. İyi eğlenceler.
...Genel olarak ‘sivilce’ adıyla bilinen akne en sık rastlanan cilt problemidir. Gençlerin büyük bir çoğunluğu bu problemden yakınırlar; bu nedenle gençlere yönelik pek çok yayın bu konuyu sık sık ele almakta, ne yazık ki bazen de akne şikayeti olan kişileri yanlış yönlendirmektedir... Siz bu sorunun gerçek sebeplerini ve çözüm yöntemlerini merak ediyorsanız http://www.sivilcelerim.com/index.htm kısayolunu tıklamanızı öneriyorum.
Size ilginç bir flash animasyon kısayolu veriyorum. http://streams.omroep.nl/nps/dekortefilm/mixedup/flow/flow.html mouse'unuzu animasyon üzerinde gezdirip gerekli yerlerde tıklamayı ihmal etmeyin. Bazı minik süprizlerle eğlencelik hale getirilmiş orjinal bir çalışma.
...Our cell phone radiation chart is updated weekly in order to ensure it is the most complete cell phone radiation chart on the internet. We are concerned about the dangers of mobile phone safety... Yani diyorki: siz cep telefonunuzun ne kadar tehlikeli bir radyasyon yayıcısı olduğunu biliyormusunuz da ortalıkta hava atarak dolaşıyorsunuz? Ya da öyle bişeyler demeye getiriyor. Cep telefonlarınızın radyasyon yayma seviyesini öğrenmek için http://www.sarshield.com/english/radiationchart.htm kısayolundaki listeyi tıklayabilirsiniz.
Akın
Yukarı |
Damak tadınıza uygun kahveler |
Harddisk Search and Stats v2.0 [956K] Win98/2k/XP FREE
http://www.nlsoftware.com/download/hdsearchandstats.zip
Dosyalarla şişmiş hard diskinizde dosya arama bulma işlemini hızla yapabilen bir program. Anahtar kelimeyi giriyorsunuz o gerisini hallediyor. Dosyalar arasında boğulanlara tavsiye olunur. Kurmaya gerek yok. Dosyayı çalıştırmanız yeterli.
Yukarı
|
|
|