KAHVE MOLASI
ISSN: 1303-8923
ABONE FORMU

ABONE OL
ABONELiKTEN AYRIL
HTML TEXT
Arkadaşlarınıza önermek ister misiniz?

 SON BASKI
 Ana Sayfa
 Arşivimiz
 Yazarlarımız
 Manilerimiz
 Forum Alanı
 İletişim Platformu
 Sohbet Odası
 E-Kart Servisi
 Sizden Yorumlar
 Kütüphane
 Kahverengi Sayfalar
 FİNCAN/SİPARİŞ
 Medya
 İletişim
 Reklam
 Gizlilik İlkeleri
 Kim Bu Editör?






Kahveci Soruyor?



KAHVERENGİ SAYFALAR



KAPI KOMŞULARIMIZ

Üç Nokta Anlam Platformu


İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı Etkinlikleri
Yazılan, Okunan, Kopyalanan, İletilen, Saklanılan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yıl: 3 Sayı: 551

 21 Temmuz 2004 - Fincanın İçindekiler

 Editör'den : Bana kimse SPAM MPAM demesin!...


Merhabalar,

SPAM çıkıp mertlik bozulduğundan beri bu canavarla her iki cephede birden savaş veriyorum. Öncelikle alıcıların yanındayım çünkü ben de bir alıcıyım ve bir de bunun üstüne yüzlerce posta kutusunu barındıran bir sunucum var. Postahane ful çalıştığı zaman %60 kapasitesini bu canavara kiralıyor. Şikayetler dizboyuydu, ya da bana öyle geliyordu. Libidoya destek araç gereç satışları, uzatma, daraltma, incelme derken posta kutularına gelen dört mesajdan üçü bunlardan oluşuyordu. Her sorumluluk sahibi Türk evladı gibi bu trafiği azaltmanın yöntemlerini aramaya başladım. Buldum da. Postahaneler için geliştirilmiş en iyi Spamsavarlardan birine parayı bastırdım aldım. İnce ayarları ile bir bütün gün uğraştım üzerinize afiyet. Bu arada bir parantez açarak bu Spamsavarlar ne gibi bir yöntem kullanıyorlar onu açıklamam gerek. Bunlar epeyce akıllı programlar. Seçtiğiniz 200 kadar spam postayı alıyor bir klasöre koyuyorsunuz. Sonra bu programı çalıştırıyorsunuz. Eleman bu postaların altından girip üstünden çıkıyor ve bir puanlama sistemi oluşturuyor. Kriterler çok çeşitli, burada anlatmaya zaman yetmez. Sizin seçtiğiniz postalardan hazırladığı filtreden geçirdiği gelen postalara bir puan veriyor. Yüzde bilmemkaçlarla ifade edilen bu rakamlara göre gelen postanın spam olup olmadığına karar veriyor. Damgaladığı postayı geriye yollayıp, sahibine fırça çekiyor. Bu program çalışırken spam kabul edilme yüzdesini siz belirliyorsunuz. Mesela %50 den fazla spam'e çalıyorsa eğer onu kaldır at diyorsunuz. Uzatmayalım bu programı kullanmaya başladım. Önce kendimde test ettim tabi. Posta kutuma düşen günlük posta adedi yarı yarıya azaldı. Oh be ne güzel dedim. Şimdi millet birer ikişer arayıp teşekkür eder bana diye de ekledim düşünce balonuma. İlk gün sessiz geçti. İkinci gün telefonlar çalmaya başladı. "Yahu n'oluyoruz kardeşim, bizim meyiller azaldı. Bize meyil atanlara meyilleri geri meylediyormuş." gibi serzenişlere cevap yetiştirememeye başladım. Doğal olarak kurunun yanında yaşda yanacaktı, öyle de oldu. Ama bu yaşlar benim sandığımdan da fazlaymış dostlar. Kabul edilme yüzdesini 90'a kadar çıkardım ama şikayet azalmadı. Meğerse millet SPAM sevdalısıymış da haberimiz yokmuş. Hemen herkes durumu öğrenince "Aman sen bize filtre felan koyma." demeye başladı. Ve sonunda ısrarlara dayanamayarak dün akşam saat 20:00 itibariyle bizim Spamsavar'ı "parasık.çakaçanlar" klasörüne kaldırdım. İşte o nedenledir ki bundan böyle kimse bana SPAM demesin. Onu alır aynı klasörün içine bekçi olarak atarım, ona göre!.. Haydi hoşçakalın, spam'iniz bol olsun.

Bir sonraki sayıda buluşuncaya kadar bulunduğunuz yerden bir adım öne çıkın. Sevgiyle...

Cem Özbatur

7 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

 PASTORAL EFEMER : Zeki Yıldırım


ET VE TIRNAK

Görebildiğim ve izleyebildiğim kadarıyla gelişmiş dünyada, hemen hiçbir kayda değer önemi kalmayan akrabalık ilişkileri, Anadolu insanı için hala sönmemiş bir meşe közü gibi yürekleri ısıtmaktadır. O kadar sıcak ve yakındır ki, insanımız bu ilişkiyi et ile tırnak olarak açıklamaktadır. Nasıl ki et ile tırnak yan yanadır ve ayrılmaz bir bütünlük oluşturmaktadır, bizim akrabalarımıza verdiğimiz değerde bu bağlamda onurlu bir koşutluk sergilemektedir. İçinde tavşanların eyleştiği kekik kokan Anadolu insanın gönlünde, akrabasının her zaman tartışılmaz bir yeri ve önceliği vardır. Ne zaman köyüme gitsem uzaktan, yakından akrabalarımla görüşür onlarını varlığından tanımsız bir güç bulur, tadımsız bir keyf alırım. Hep bu yaşamda bazı özel dostlarım gibi, sırtımı dönebileceğim yakınlarım olduğu için mutlu olurum. Onlarda biraz kendimi bulur, onların tırnağı olduğumu düşünürüm.

Gittikçe özele indirgenen ilişkileriyle yalnızlaşan insan için son derece olumlu bulduğum bu davranışın homolog ya da analoglarına, bazı yer sincaplarının uyarı verme davranışlarında rastlayabiliriz. Uyarı verme davranışa genel olarak kuş ve diğer memelilerinde de rastlanılmaktadır. Yani sürüler ya da topluluklar bir avcı tarafından izlendiğinde, bunu fark eden sürüdeki bazı bireyler yüksek sesle bağırmaktadırlar. Bu uyarılar, etraftaki diğer bireyleri uyararak hemen saklanmalarını veya kaçmalarını sağlamaktadır. Burada olayı sıradanlıktan kurtaran ve önemli hale taşıyan kısmı uyarıyı yapan hayvanın üstlendiği risktir. Örneğin yer sincaplarında uyarı çağrısı yapan özverili bireylerin %13'ü avcılar tarafından izlenmiş ya da kovalanmışken, çağrı yapmayanların yalnızca %5'i bu durumlarla karşılaşmıştır. Bir bireyin diğer türdeşlerinin yaşama şansını artırmak için kendi yaşam şansını azaltması ne anlamlı bir duygudur.

Bu bağlamda incelenen belding sincapları, yüksek rakımlarda bulunan çayırlıklarda koloniler halinde yasayan kemiricilerdir. Erkekler doğdukları yuva oyuklarından uzaklara dağılırken, dişi yavrular bu oyukta kalmayı ve bir arada çoğalmayı tercih ederler. Dolayısıyla, bir arada bulunan dişiler çok yakın akrabadırlar. Yapılan araştırmada yer sincaplarının gelincik, kırkurdu veya porsuk yaklaştığında çıkardıkları uyarı çağrılan hakkındaki veriler edinildiğinde iki model göze çarpmıştır: Dişiler erkeklere nazaran daha fazla uyarı davranışı göstermektedirler (burada dişil cinsiyete sahip olanlarının değerliliği konusunda küçük bir kanıt da ilgi sahiplerine iletilmek üzere buralarda bir yerde beklemektedir). İncelemeler göstermiştir ki yakın akrabaları işitme mesafesinde ise dişilerin uyarı çağrısı yapma olasılığı daha da fazla olmaktadır. Aynı zamanda bu veriler, uyarı çağrısının gelişiminde akraba seçiliminin sorumlu olduğunu savunan hipotezi güçlü bir şekilde desteklemektedir.

Yapılan incelemelerde, savunaklanndan geçen diğer sincapları kovalamada uzak akraba ya da akraba olmayanlara göre ana, kız ve kız kardeşlerin kendi aralarında işbirliği yapmalarının çok daha olası olduğunu da göstermiştir. Bu veriler özverili davranışın rastlantısal olmadığını göstermektedir. Kendini feda etme davranışı yakın akrabaya yöneliktir ve dolaylı uyum gücü ile ilişkilidir.

Diğer omurgalılarda bu tür akraba tanıma ve kayırma davranışlarına sıklıkla rastlanılmıştır. Örnek olarak çok farklı familyalara ait kuş türlerinde üreme çağına gelmiş gençlerin kendilerinin üreme aktifliği içine girmediklerini, bunun yerine kendi erkek-kız kardeşlerinin ya da üvey kardeşlerinin yetiştirilmesinde ebeveynlerine yardım ettikleri gözlenilmiştir. Yardımlar yuva yapımında, yuva savunmasında veya kuluçkaya yaran ebeveynlere ve yavrulara besin getirmede yardım olma şeklinde gerçekleşmektedir.

Bu konuda son bir örnekte çok tanıdık, bildik hayvanlar yani ev farelerinden verelim. Ev fareleri komünal yuvalar oluşturur ve birbirlerinin yavrularına bakarlar. Bireyler ürettiklerinden daha fazla miktarda süt payı alarak bu kooperatif sistemden avantaj sağlayabildiklerinden, araştırıcılar anaların yavrularını yakın akrabaların bulunduğu yuvalara yerleştirmeyi tercih edeceklerini varsaymışlardır. Buradaki mantık, onların dolaylı uyum güçlerine zarar verebileceğinden, birbirlerini aldatma olayının yakın akrabalarda daha az olacağı şeklindedir.

Yaşadıkça ve öğrendikçe aslında yaşamın ne kadar hoş öğretici ve örnek oluşturacak dengeler sergilediğine tanık olmaktayız. Ama, et ve tırnak oluşturduğu akrabalarını görmekten uzaklaşmış olan insanoğlu mağrur kafasını, kurduğu medeniyet çölünün ılık kumları arasında tutmaya devam ediyor. Hem de varlığı ve oluşturduğu olumsuz medeniyetiyle bu güzelim dünyayı ve diğer canlıları yok ederek.

Zeki Yıldırım
zekiyildirim@kahveciyiz.biz

Yukarı

 Kahveci : Öykü Özü


YAŞAM VE TEZATLIK

Ağlayamamak, nedenini bilememek.Gülememek, neden bile arayamamak...Ya da en istenmedik anda, gözyaşlarını tutamamak...

Dizginleyememek kahkahanı.Umudunu yitirdiğinde kanının kaynaması,coşkun içine sığmazken, umutsuzluğun çok, ama çok yaklaşması.Birini özlediğinde gitmesini istemek.Nefret ettiğinde bir başkasından, yanıbaşında olmasını özlemek...
Özlemleri, saklamak, saklamak, saklamak ve biriktirmek.
Sonra biriktirdiklerini sonuna kadar harcamayı seçmek. Ama, vazgeçememek...

Yalnız olmak isterken, sevilmeyenle dans etmek. Sevileni kovmak kalbinden.Zorla...Haksıza bütün dünyalarını,
haklıya sadece, rüyalarını verebilmek...

Yalnızlıktan ağlarken, herkesle kavga etmek.Kalplerini kırmak, onarmaya çalışmamak...Bazen sadece kendini, bazense sadece “diğerleri” ni düşünmek.Ama ne bencil ne de düşünceli olamamak ve tüm hedeflerini, yitirmek....

Amaçlarken amaçsız,
Hedeflerken hedefsiz;

Severken sevgisiz,
Nefret ederken nefretsiz;

Yalan söylerken yalansız
Ve ağlarken gözyaşınsız kalmak mı?

Tezatlıklarla geçen bir yolculuk mudur yaşam?
Yoksa kendisini yaşam zannettiğimiz bir tezatlık mı?

Öykü Özü

Yukarı

 Yolculuk günceleri : Sevgi Koşaner


İzmir’den Helsinki’ye…

Yüreklerde saklanmalıymış sevgiler..
Yüreğim,
Can yüreğim, yine dolu dolu dolu oldun. Gittikçe içimde büyüyor sessizce.
Sessizce konuşuyoruz yürek diliyle, gönül diliyle, oysa dilimizden düşen;
“Kendine iyi bak”
“Kendinize iyi bakın.Ha ! Şu alınganlığını da bir yana bırak.Unutma buradaki yeri ( göğsümün sol yanında) sana ben verdim.”

“THY 363 sefer sayılı uçağın yolcuları pasaport kontrolü için…. vs…vs..”

İşte ayıran,uzaklaştıran ses. Mikrofonik,
Rahatsız etmeyen, yumuşak ama ayıran, ayrılıkların saatini söyleyen ses.
Yüreğim büyüyor, gözlerime kadar büyüdü, doldu doldu.
Yalnız, hüzünlü, kontrolü elden bırakmayan ses;
“Ömrü yollarda geçen çocuğum benim.”
Döndü arkasını uzun saçlı kız, elini salladı.
Pasaport kontrolü ve sonrası, o orada yalnız biz burada.
Ses bu kez kaygılı
“Bu uçağın kontrolü doğru mu? Tam mı? Bunlara güven olmaz,her şeyi eksik yaparlar.”
Yüreğimi bastırmaya çalışıyorum.
Karşımda hüzün ve kaygı taşıyan bir yüz,
Sarılıyorum. Burnumuzu cama dayayıp dev kuşu izliyoruz,
Ayrılığın koru yüreğimizde.
Yüreğim büyüyor, köpük köpük kabardı.
Zaman geçiyor, hepimiz kendi yüreğimizle.Son anons.
Uçak kalkışa hazır. İnsanlar gidip geliyor, ışıklar yanıp sönüyor. Bir hareket var ortalıkta.
Koca kuş geri geri gidiyor. Minicik ışıklı pencereler.
Bir umut?
Yüreğim göğsümü zorluyor, gözlerimden damlamaya başladı.
Bir kuş,
Nasıl çırpınıyor yüreğimde,
Dışarı çıkmak istiyor.
Yüreğim dolu dolu, dalga dalga
Parmağımı uzatıyorum dalgalardan sıçrayan damlaları alıyorum.
Ayrılığın hüznü çökmüş ses dile geliyor;
“Hadi gidelim daha fala dayanamayacağım.”
Çıkıyoruz, soğuk yüzümüze çarpıyor.
“Araba biraz ileride” dedi içindekileri yansıtmayan ses.
Tepemizde bir ses. Uçak kalktı.
Yüreğimdeki kuş çırpınıyordu
Uzattım elimi yüreğime
Aldım yüreğimin bembeyaz kuşunu. Saldım.
O gideceği yeri biliyordu.

Sabah;
Yüreğimin penceresine iki mavi kuş konmuştu.
Belliydi çok uzaklardan gelmişlerdi.
Alıp yüreğime koydum onları.
Yüreğim ısındı.

Sevgi Koşaner

Yukarı

 Kahveci : Bekir Gürgen


SOKAK - LİMAN - GECE

Zamanı kovalama ellerinle; Yapışan kirleri yıkarken, sinsi çıraklık acıyor tükenmişliğin peşinden. Bir tufanın kenarında oturmuş payımıza düşen kadar öğreniyoruz hayatı. Küçük ellerimiz eskirken, çatlarken amma çok yokuş çıktık ömürde. Sıra ustalığa geldiğinde unutup olan biteni, yakamıza taktığımız fiyakayla sokağı izler buluyoruz kendimizi. Ya da bir şişe elimizde birkaç kediye sığınıyoruz derdimizle. Yavuz, çetrefilli, dişleri keskin.

Berber soyka, başlamayla bitiş arası hep onun derdi, onun rızkı. Kurt işte? İnine girerken bellenmeden, sezilmeden ve durmaksızın sinsiliği taşır sırtında. Nihayetinde gece kurt, gündüz dilenci ömrü kovalayan. Tırpan gidip geldikçe bir çıngı koparır senden. Ateşlersin kuruyan yerlerini; ya da yontulur eskirsin otururken bir bardak demli çayın yanında.

Hayatı tutmaya çalışırken, yumsan parmaklarını ölecek, bıraksan küsecek, ağlayacak. Düzen bulmak, edeple, huşu içinde arsız bir yosmaya eş. Şarapla kıskandırdığın ayyaşların naraları, bir hece etmese de şiire bir mısra çıkarıyor işte. Sokalar sessiz, durgun. Korkak sokak lambalarına paylaşacak dert tasa lazımken. Tekirin kelimesi yetmez bir hikâyenin başlamasına. Elinde şişesi sallanan berduş lazım fotoğrafı dolduracak. Güz yaprakları eskitip getirir kapına. Bir hışırtı, bir dinginlik. Üzerine koyabilsem sarhoşluğu, bu kışı koynunda geçirirdim anızın. Oysa limanlar nede yakındır yol bilene. Köşeden sola, yüz yüzeli metre ileride karşına çıkan mahpustan sonra kime sorsan gösterir. Hangi gemi alır ki bu eski bedeni. Hadi aldı, cesaret lazım. Cebine hiç uğramayan, banknotluk cesaret. Karşıya geçtin mi dert, tasa, yorgunluk yok. Yeni var, taze zaman var ömre. Gece üşümeden, acıkmadan, hayata küfretmeden ömür nasıl eskir; eskimez elbet. Geceyi okumak lazım; içinde olmadan okuması külfetli meretin. Bir sokak atladın mı hikâyeyi üzersin bozarsın. Zaman özler, gecikirsen. Tekir geceyi yırtar küser, okşayan avuçlarına. Gece hüzündür bilene; kadındır berduşa; şarabın tadı ya limanda çıkar umutları süsleyerek, ya gecede şiir belleyerek. Zamanı kovalama ellerinle.

Bekir Gürgen

Yukarı

 Gülümse'nin Dilinden : Gülcan Talay


Umut Denizinde Çırpınış - I -

Konu : Ana tema Umut Sokağındaki Ev romanından alıntıdır. Üzerinde değişiklikler yapılmış; kişiler, mekanlar ve diyaloglar değiştirilmiştir.

Kişiler:

Derya : Savunma avukatı, 35 yaşında, 4 çocuk annesidir. Sakin, sevecen, kanaatkar bir anne, işinde uzlaşmacı bir avukattır. Orta boylu, orta kiloda, kumral, ela gözlüdür.
Can : Yüksek tazminatlı boşanma davaları ile ünlenmiş, hırslı bir avukattır. 38 yaşında, işinde saldırgan, aile içinde sakin, sevecen bir babadır. Uzun boylu, kumral yakışıklı bir beydir. Eşi ile birlikte on sene önce açtıkları hukuk bürosunda çalışmaktadırlar.
Cem : 16 yaşında, lise 2.sınıf öğrencisi, ailenin en büyük oğludur. Yakışıklı ve uzun boylu, havai bir delikanlıdır.
Ece : 14 yaşında, orta son sınıf öğrencisidir. Annesinin aksine kızıl saçlı ve kendisini beğenmeyen bunalımlı bir kızdır.
Ceren : 14 yaşında, orta son sınıf öğrencisidir. Ece ile ikiz olmalarına rağmen, fiziksel ve karakter özellikleri oldukça farklıdır. Tıpkı annesine benzemektedir.
Mert : 10 yaşında, ailenin en küçük oğludur. Hiperaktif, doğum sırasında yaşanılan problemler nedeniyle, beyinsel gelişimi ağır ilerleyen, hassas, vicdanlı, saf bir çocuktur. Kendisi gibi problemli çocuklara eğitim verilen, özel bir okulda okumaktadır.
Aslı : Hukuk bürosunda çalışan sekreter ve yardımcılarıdır. Yıllardır birlikte çalıştıkları için, aileden sayılır. İnce, naif, güzel, 28 yaşında bekar bir kadındır.
Nesrin : Derya' nın annesi. Dırdırcı ve kızının yaptıklarını hiçbir zaman takdir etmeyen, hep kusur bulan bir yapıya sahiptir. Bu yüzden çok sık görüşmezler.
Hülya : Derya' nın en yakın dostu ve sırdaşıdır. İzmir'de oturduğu için sık görüşemeseler de, arkadaşının ihtiyacı olduğunda daima yanındadır. Evli bir çocuk annesi ve öğretmen.
Haluk : Doktor, bekar ve evlilikten korkan, 42 yaşında olgun, sevecen bir beydir.
Emine : Ev işlerine yardımcı olan, emektar çocuk bakıcılarıdır.

1. Bölüm

Derya - (Çalışma odasındaki eşinin yanına gidip, şefkatle sırtını okşar.) Canım artık yatsan diyorum , çok geç oldu.
Can - (Gözlüklerini eline alıp, iki parmağı ile alnını ovar ve eşinin elini avucuna alıp hasretle öper.) Az kaldı hayatım, hepsi hazır sayılır. Biliyorsun yarınki dava çok önemli benim için. Biraz daha göz atayım dedim... Az sonra geliyorum.
Derya - Senin bu hırsın bazen beni korkutuyor. Ben senin kadar saldırgan savunmalar yapamıyorum.(Yüzü endişelidir.)
Can - Yine de, kazandığın dava sayıları ile benimle yarışıyorsun ama. ( Alaycı, muzur bir ifade takınır).
Derya - Ben kolay ve kazanabileceğime inandığım davaları seçiyorum. Senin gibi zor davalar kazanamazdım sanırım. Seninle yarışmam mümkün mü? (Çalışma odasının kapısına yönelir, kapıdan çıkmadan eşine döner. İmalı bir ifadeyle.) Geç kalma.

(Can odaya çıktığında Derya çoktan uyumuştur. Peş peşe sorunlu davalarla uğraşmaktan, karısını çok ihmal ettiğini düşünür. Bunu telafi etmek için, haftaya yeni bir dava almayıp, iki gün bile olsa mutlaka eşi ile kısa bir tatil yapmaya karar verir. Kafasında zorlu davasının savunma metnini tekerrür ederken uykuya dalar.)

Mert - Anne, anne kalk hadi. Bugün birlikte omlet yapmak için bana söz vermiştin. Mızıkçılık yok... Kalk. ( Yatağın üstüne çıkmış, şen kahkahalar atarak zıplamaktadır.)
Derya - Tamam kalktım sincabım... Zıplama artık... Gel buraya. ( Kollarında tutup, yatağa yatırıp gıdıklamaya başlar.) Demek beni uyandırırsın haa. Şimdi yandın. Seni küçük sincap seni.
Mert - Anne yapma, söz bi daha yapmıcam.

(Derya aşağı indiğinde, eşi çoktan hazırlanmış, tıraşını olmuş, gazetesini okumaya koyulmuştur. Fincanından bir yudum kahve alır...)

Can - Oooo günaydınnn, yine inlettiniz bütün evi. Ne yaptı yine sincap bey. (Gözlerini oğluna dikmiş,kafasını iki yana sallamaktadır.)
Mert - (Suç işlemiş bir insan edasıyla kafasını yere indirmiştir.) Şeyyy...yatakta zıpladım da, annemde beni gıdıkladı. Ama bir daha yapmıcağıma söz verdim. (Sonra merakla kafasını kaldırır.) Peki sincaplarda benim gibi zıplıyo mu? O yüzden mi bana sincap diyosunuz ?
Bu sene olimpiyatları kazanırsam, bana sincap alır mısınız?

(Her sene, hiperaktif çocuklar arası yapılmakta olan, koşu, yüzme, atlama dallarında yapılan bir yarışmadan bahsetmektedir.Ama daha önce iki kere katıldığı halde, bir türlü kupa alamamıştır.)

Can - Neden olmasın..? Kesin kazanacaksın...iki ay sonra seni çalıştırmaya başlayacağım. Sana koçluk yapacağım. Haziran ayına kadar hazır olursun. (Daha önce kaybetmesine rağmen, bu kadar azimli olmasının verdiği gururla bakmaktadır oğluna.)
Mert - Yaşasınnnn... Hadi anne omlet yapalım. En büyüğünü de babama verelim. (Kafasına annesinin aldığı aşçı şapkasını geçirip, ocağın başına dikilir. Elindeki spatulayı sallayarak, Mengen' li usta bir aşçı edasıyla, kıkırdayarak devam eder konuşmasına.) Yumurtalar kırılıp, geniş bir kapta güzelce çırpula, içine bir çimdik tuz konula...sonra tavaya bir kaşık tereyağı konulup, eritüle... Yumurtalar içine döküle, bir tarafı kızdıktan sonra, spatula ile ters düz edüle.

(Cem, Ceren ve Ece okul kıyafetlerini giyinmiş mutfağa girmektedirler. Hep bir ağızdan "günaydın" diyerek masadaki yerlerini alırlar.)

Cem - Immmm mis gibi koktu aşçı bey. Çok açız, bekliyoruz. (Hep birlikte masaya çatallarını vururlar.)
Mert - Tamam... beylerrrr...bayanlarrrrr!! Omletimiz hazır, geliyor. (Mahçup bir ifade ile)Yalnız çevirirken parçalandı. (elinde tava, servis yapmak için masaya gelir.)
Ceren - Oooo çok lezzetli görünüyor. Nerden öğrendin bakalım omlet yapmasını. (Diğerleri de başları ile onaylar.)
Mert - (Gururlanmış, başını havaya dikmiştir.) Meslek sırrı söyleyemem. Geçenlerde tv. de izlediğim aşçıyı ve biraz önce konuşmasını taklit ettiğimi size söylemem ki...Hiiiiiğğ!! (Ağzından hayati bir sırrı kaçırmış gibi,ağzını eli ile kapatır.)

(Birbirlerine bakıp, defalarca kahkahalar atarlar. Sahip oldukları aile, mutlu olmalarına yetmektedir. Neşe içinde kahvaltılarını yaparlar.)

Can - Ben artık çıkayım... (Saatine bakar) Ohooo... çok geç olmuş. Hadi çocuklar size iyi dersler. (Hepsini, her sabah olduğu gibi tek tek öper.)
Derya - (Eşinin peşinden kapıya kadar gider.) Emine öğlen gelecekmiş. Benim Mert'i okula bırakmam gerekecek. Sonra geleceğim büroya.
Can - Tamam hayatım. (Dudağına bir öpücük kondurur.) Benim davam saat onda. Öğleden sonra görüşürüz o zaman. (Eşinin ardından el sallar. Giyinmek için odasına çıkar.)

Arkası Yarın...

Gülcan Talay

Yukarı

 Tadı Damağımızda Kalanlar : Dilek A. Bishku


BALIK OLAN KADIN

Melahat Hanım güneşli bir Mayıs sabahı banyo küvetinin deliğinden kayıp gitti. Tabi böyle bir şeye kimse ihtimal vermediğinden içerden kilitli banyoda nasıl olup da ortadan kaybolduğu meselesi herkesi fena halde afallattı. Hatta kısa bir süre için işe cinayet masası ekipleri bile karıştı ama ortada hiç bir delil olmadığından ve banyoyu açmak için gelen çilingir de buharla dolu banyoya girdiklerinde içeriyi nasıl bomboş bulduklarını, suyun nasıl hala şakır şakır akmakta olduğunu, banyo penceresindeki ufak aralıktan insan değil kedi bile geçemeyeceğini, Melahat Hanım'ın kocasının durumu görünce öfkeye kapılıp duvarları nasıl tekmelediğini uzun uzadıya anlatınca dosya kapandı. Komşu Meral Hanım'ın kayınvalidesi, fel fecir okuyan gözleri ile küvet deliğinin kenarlarına taklmış bir kaç parlak balık pulunu farkettiyse de kendisine zaten yarı deli muamelesi yapıldığından gözlerini devirerek susmakla yetindi. Olay zamanla unutuldu ve apartmanda hayat normale döndü. Geriye sadece rulo pastalı ve kıymalı börekli misafir günlerinde çaylar tazelenirken Melahat Hanım'ın kaderinin de böyle olduğuna, alınyazısına karşı elden bir sey gelmeyeceğine ve böyle işlerin hikmetine akıl sır ermeyeceğine dair edilen tek tük sohbetler kaldı. Bütün bunlar olup biterken kimsenin Melahat Hanım'in o sabah gümüş rengi küçük bir istavrite dönüştüğünden ve Marmara'nn serin sularında sert ve parlak kabuklu, havalı bir yengeçle büyük bir aşk yaşamakta olduğundan haberi olmadı.

Melahat Hanım balık olmayı kendisi planlamamıştı. Bu şaşılası metamorfoz aslında masum bir tesadüften ibaretti. O sabah kaba, bencil ve duygusuz kocasının kahvaltıda kendisine yağdırdığı emirleri yerine getirmek için koşuşturmaktan yorulan, kendisini yapayalnız, sevgisiz hisseden ve adamın tereyağlı ekmeği bıyıklarına bulaştırarak yerken çıkardığı şapırtıdan sinirleri gerilen Melahat Hanım ılık bir duşun kendisine iyi geleceği umuduyla banyoya girmişti. Gözleri küvetin deliğinden döne döne akan sulara takıldığında da derin derin iç geçirmiş, "Allahım, ne olurdu sanki balık olsam, şu sularla akıp gitsem, denizlere karışsam' diye mırıldanmıştı. Melahat Hanım böyle şeyleri sık sık söylerdi; ilk kez böyle bir dilekte bulunuyor değildi. Ama o gün Hıdrellezdi ve yılda bir kez su kenarında buluşup kulaklarına çarpan dilekleri yerine getirme adetleri olan Hızır ve İlyas herkes onları deniz kenarında beklerken, hasret gidermek için arka balkondaki banyo penceresinin altını, orada duran yedek su bidonunun gölgesini seçmişlerdi.

Melahat Hanım işte böylece hiç beklemediği bir anda gümüş renkli, kaygan sırtlı kıpır kıpır bir istavrite dönüştü. Önce ne olduğunu anlamadan panik içinde çırpındı, kendisini daha önceki gün kendi elleri ile ovarak parlattığı beyaz fayanslara vurdu ama kısa sürede gücü tükendi, musluktan akan sularla sürüklenmeye başladı ve nihayet küvetin deliğinden kayıp gözden kayboldu. Karanlık dehlizlerden döne döne hızla geçerken bayılan Melahat Hanım ayıldığında Marmara'nın ışıltılı sularında yüzmekteydi.

Kocaman, etli butlu bir kadınken minik bir istavrite dönüşmek alışılması zor bir durumdu ama Melahat Hanım denizde yaşamanın sandığı kadar fena bir şey olmadığını keşfetti. Eskiden yüzmekten korkar, suya ancak beline kadar, o da alıştıra alıştıra, üzerine sular sıçradıkça bağıra çağıra girerdi. Hele saçlarının ıslanmasına hiç tahammülü yoktu. Ama şimdi aynı sularda zarafetle yüzüyor, yosunların arasında istediği gibi dolaşıyor, eskiden ancak sofralarda roka ve dilimlenmis domates eşliğinde gördüğü deniz mahlukatı ile selamlaşıyordu.

Yolunun üzerine ne çıkarsa hiç umursamadan yediği halde vücudu yağsız ve dipdiriydi, üstelik üzerine güneş vurduğunda pulları çok güzel parlıyordu. Melahat Hanım önceki hayatında pullu bir gece elbisesi olduğunu, o elbiseyi ne kadar sevdiğini, ama tembel kocası ya evde televizyon seyretmekten ya da arkadaşları ile içmeye gitmekten hoşlandığı için elbisenin dolapta giyilmeden kalakaldığını hatırladı. İşte artık üzerinden hiç çıkarmadığı pullu bir elbisesi vardı ve giymek için de kimsenin fikrini almak zorunda değildi. Melahat Hanım buna memnun olmak istedi ama olamadı. Hayatında eksik bir şeyler olduğu duygusuna kapıldı ve yanında güzelliği ile gözleri kamaşacak, ona iltifatlar yağdıracak bir erkek olmadıktan sonra güzelliğinin ya da pullu elbisenin bir anlamı olmadığına karar verdi. Bu hissi giderek kuvvetlenen Melahat Hanım o günden sonra mercanların arasında küçük kuyruk hareketleri ile yüzerken, rengarenk güneş ışıkları ile yıkanmış yosunlarla kahvaltı ederken ya da geceleri kıyıdan yayılan müziği dinlerken kocası ne yapıyor diye düşünmeye, acaba beni özlüyor mudur diye merak etmeye ve kendisini pek yalnız hissetmeye başladı. Gün geçtikçe denizaltı dünyasının hiç bir güzelliğı ile ilgilenemez, hayattan zevk alamaz oldu, iyiden iyiye içine kapandı.

Bir süre sonra deniz altındaki yalnızlığını çekilmez bulmaya başlayan Melahat Hanım kendisini sevecek, hayran olup güzelliğini övecek, iltifatlarla şımartacak bir hayat arkadaşı aramaya başladı ve tanıştığı deniz yaratıklarına alıcı gözüyle bakar oldu. Hamsi ve sardalyalar çok cana yakın ve onunla vakit geçirmeye hevesliydiler ama Melahat Hanım onları yeterince gösterişli bulmuyordu. İyi huylu ve şefkatli palamutlar ise fazla iri ve yağlıydılar, üstelik çok yavaş yüzüyorlardı. İstakozlar fazla takır tukur ediyorlardı, yunuslar hiperaktifti, tanıştığı tek uskumru ise hayli yakışıklı olmasına rağmen Melahat Hanım'a pek ilgi göstermemişti. Melahat Hanım aslında buna fena halde içerleyebilirdi ama neyse ki o sıralarda iri düğmeli beyaz bir kalkan balığı ona sırılsıklam aşık oldu da olayı gururu fazla örselenmeden atlattı. Gerçi kalkanla birlikte yüzüp arada yakamozlu sularda gezintilere çıkmaya başlamışlardı ama Melahat Hanım yine de aradığını bulduğu kanısında değildi. Kalkanın gün boyu yerlere serilip hareketsiz yatması Melahat Hanım'a ileride problem yaratabilir gibi geliyordu.

İşte tam o günlerde karşısına parlak kabuklu, kibar tavırlı, yakışıklı bir yengeç çıktı. Gerçi yengeç çapkınlığı ile şöhret yapmıştı ve pek iyi huylu olduğu da söylenemezdi ama herkesin ilgisini çeken bir yaratıktı. Diğer deniz canlıları ondan hem çekiniyor, hem de hayranlıkla söz ediyorlardı. Söylentilere göre açıktaki mercanların arasında büyük bir sarayı da vardı ama sık sık değiştirdiği sevgililerinden hiç birini sarayına götürmemişti. Karşılaştıkları anda yüreği küt küt çarpmaya başlayan Melahat Hanım bütün gözalıcılığı ile yengeci kendine aşık etmeye karar verdi.

Yengeç de kendisine ilgiyle bakan pırıltılı istavriti farketmiş ve aklından neden olmasın diye geçirmişti. Böylece yengeç ve Melahat Hanım giderek alevlenen bir aşk yaşamaya başladılar. Yengeç, Melahat Hanım'ın elinden diğer sevgililerinin elinden kurtulduğu gibi kurtulamadı. Zira eski hayatından kapris çekmeye ve bir erkeği memnun edebilmek için gerekli her şeyi yapmaya talimli olan Melahat Hanım yengecin kaprislerinden, huysuzluklarından yılmıyor, onun üzerine titriyor, o ne isterse daha da fazlası ile yapıyordu. Sonunda yengeç de ona alıştı, hiç kimsenin kendisine bu kadar iyi davranamayacağına inandı ve Melahat Hanım'ı kendisi ile birlikte yaşamak üzere sarayına davet etti. Bu teklifi sevinçten nefesi kesilerek kabul eden Melahat Hanım mutluluk içinde yengecin mercan sarayına taşındı ve kendisini onu mutlu etmeye adadı.

Yengecin huysuzluk ve kabalıkta kocasından kalır yeri yoktu ama yalnız yaşamanın anlamsızlığından ürken Melahat Hanım halinden şikayet etmemeyi öğrenmişti. Tüm huysuzluklarına rağmen güzel bir yemek yediği zaman keyfı yerine gelen ve neşelenen biriydi yengeç. Melahat Hanım da bunu bildiği için ona hep seveceği yiyecekler hazırlıyor, yüzünü güldürmeye uğraşıyordu.

Bir akşam yengeç yine eve suratı bir karış geldi ve yampik yampik gidip köşesine çekildi. Melahat Hanım o sırada yosunlardan yaptığı hamakta kestirmekte ve öğle sonrasının tadını çıkarmaktaydı. Ama yengecin bozuk bir moralle geldiğini görünce ona yemek pişirmek üzere kalktı, önceki gün yakaladığı yavru pavuryalardan ve sarayın onündeki yosunlardan güzel bir salata yaptı. Yengeç buna bayılırdı. Tam o sırada gözüne suların arasında parlayan tombul bir karides ilişti. Bu karidesi salatanın tepesine yerleştirirse yengecin daha da mutlu olacağına karar verdi ve saklandığı yerden atlayarak karidesi yutuverdi.

Boğazını yırtan iğneyi hissedip ne olduğunu anladığında artık çok geçti. Kaba saba bir çift el onu çoktan kayığa çekmiş, iğneyi burarak çekip çıkarmıştı bile. Melahat Hanım boğulacağını hissederek kuyruğunu ordan oraya vurmaya, kendisini tutan avcun içinde çırpınmaya başladı. Tam bayılmak üzereyken tanıdık bir sesin verdiği şaşkınlıkla açtı gözlerini.

"Pek de ufakmış ama yine de çıtır çıtır kızarınca akşama rakının yanında salata ile iyi gider," diyordu bu aşina ses.

Melahat Hanım'ın giderek bulanıklaşan dünyada son duyduğu işte bu ses, son gördüğü de bu sesin sahibi, yani eski kocası oldu. Melahat Hanım'ın gecesi kızgın yağlı bir tavada son buldu. Kocası ise geceyi arkadaşları ile tuttukları balıkları kızartarak, salata yiyip rakı içerek geçirdi ve çok eğlendi. Yengece gelince: O da o gece söylene söylene pavuryalı salatasını karidessiz yemek zorunda kaldı.

Kıssadan hisse: aşklarını tüm dünyayla değil sadece erkeklerle yaşamaya çalışan kadınların kaderi değmeyecek adamların masasında meze olmaktır.

Dilek A. Bishku

Yukarı

 Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu


Milenyumun Mandalı

Editör'den Önemli Not:Sevgili Sait Haşmetoğlu'nun e-romanı görsel öğelerle süslendiğinden, aşağıdaki adresten tek tıklamayla zevkle okuyabilirsiniz. Üşenmeyin... Tıklayın... Ayrıca bugünden itibaren duygu ve görüşlerinizi yorum olarak yazabilirsiniz.
http://www.kmarsiv.com/xfiles/mandal_1.asp

Devamı yok. BİTTİ

hasmetoglu@kahveciyiz.biz

Bu romanı arkadaşına önermek ister misin?

Rating: 8,588,588,588,588,588,588,588,588,58
              444 Kahveci oy vermiş.
58261 Yorum var. Yorum Yaz / Oku

Yukarı

 Dost Meclisi


Kahve Molası, siz sevgili kahvecilerden gelen yazılarla hayat bulmaktadır.
Her kahveci aynı zamanda bir yazar adayıdır.
Yolladığınız her özgün yazı olanaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.
Gecikme nedeniyle umutsuzluğa kapılmaya gerek yoktur:-))
Kahve Molası bugün 4.264 kahveciye doğru yola çıkmıştır.

Yukarı

 Tadımlık Şiirler


şehir hikayesi

şehrin göbeğinde bir kargaşa var sanki. Kalabalığın ortasında yalnız başına
aval aval gezinen insanlar, çılgın bir gürültü, kadınların üzerinde heri
biri birbirine karışan parfüm kokuları, yaşlı bir adamın o yaşlanmış
edeninden çıkan ter kokusu ve sesizliğe gömülmüş milyonlarca çığlık

Her gün bunları görüyorum evimin penceresinden bir yanım güneşe bakıyor
oysa ama ne deniz mavisi var baktığımda ne de ıstanbul. Gözlerimi dolduran
ter, parfüm, ucuz sigara kokusu ve çığlıklar.

Sokaklarda pis suratlı serseriler tinerciler cirit atıyor ve bir sigara
dilenen çocuklar.
Bir holywood filminin underground sahnesinin içinde gibi hissediyorum her
akşam, bardan cıkan bir polisi vuracak sanki bir zenci ya da ne bileyim
hemen önüme bir adam düşüverecek kafasında bir kurşun deliği. Burası ne
kadar ben se ben de o kadar burasıyım işte.
Karanlık sokaklarda ucuz bira içip geziyorum en eğlenceli yanı bu hayatımın
ucuz bira, şerefine kaldıracak biri ya da bir şey olmadan sadece ucuz olduğu
için içtiğim cinsten.
Sokakların yarı yorgun insanlar takılır ayaklarıma çoğu lise öğrencisi kaygıları
standart, ya da kaprisleri doğmuş olmaya, bilmiyorum nedendir hep o çağın
isyankarlığı ve o bildik isyan “kimse beni anlamıyor” olayı.
Gerçekten anlamıyor mu insanlar birbirini yoksa herkes “kimse benim gibi
düşünmüyor” demek mi istiyor “kimse beni anlamıyor” derken.
Aslında soru şu olmalı
Doğru hayat hangisi?
Bir ihtiyar düşünün adamın hayatında alkol var sadece bir kaç ta içki arkadaşı
oldumu deymeyin keyfine
Ya da bir başkası hep elinde kitap daha fazla öğrenmek derdi yaşı gelsede 70 e
Bir başkası daha bu ise emeklilik için çalışıyor aklında sadece yaşlanınca ssk
dan muayene olabilmek kaygısı
Ve sadece günü yaşayan bir başkası
Doğru hayat hangisi
Hayatın bir standardı var mı yoksa herkesin doğusu kendine mi bunu anlamak
zorundayım aslında
Emeklilik günleri için yaşamak sıkıcı olsa gerek ama onu da düşünmek lazım
ve bu günün da tadını almalı insan e kitap ta okumak lazım ve işte en önemli
soru bir hayat yeter mi acaba yaşadım demek için.
Akımda binlerce soru ve boğazımdan ağır ağır kayan bir ucuz bira daha
Ve sabaha olduğunda az önce bahsettiklerimden aklımda kalan sadece parfüm,
ter kokusu ve çığlıklar olacak
Ya senin ?
Neyse iyi uykular sana ve binlerce doğru hayat sorusunu sormayan insana...

Savaş Yeşildağ

Yukarı

 Biraz Gülümseyin




Fred Çakmaktaş'ın taşsayarı!..

Yukarı

 İşe Yarar Kısayollar - Şef Garson : Akın Ceylan
Yamağı : Ayşe Nur Gedik


Bilgisayarınızın karşısında oturmuş ve işlerinizi bitirmişsiniz ya da yapacak bir işiniz kalmamış. Ne yaparsınız? Tabiki oynamak için uygun bir oyun ya da oyun sitesi ararsınız. İşte karşınızda http://www.tornadogames.com/ bu site sizi oyuna boğacak. İyi eğlenceler.

...Genel olarak ‘sivilce’ adıyla bilinen akne en sık rastlanan cilt problemidir. Gençlerin büyük bir çoğunluğu bu problemden yakınırlar; bu nedenle gençlere yönelik pek çok yayın bu konuyu sık sık ele almakta, ne yazık ki bazen de akne şikayeti olan kişileri yanlış yönlendirmektedir... Siz bu sorunun gerçek sebeplerini ve çözüm yöntemlerini merak ediyorsanız http://www.sivilcelerim.com/index.htm kısayolunu tıklamanızı öneriyorum.

Size ilginç bir flash animasyon kısayolu veriyorum. http://streams.omroep.nl/nps/dekortefilm/mixedup/flow/flow.html mouse'unuzu animasyon üzerinde gezdirip gerekli yerlerde tıklamayı ihmal etmeyin. Bazı minik süprizlerle eğlencelik hale getirilmiş orjinal bir çalışma.

...Our cell phone radiation chart is updated weekly in order to ensure it is the most complete cell phone radiation chart on the internet. We are concerned about the dangers of mobile phone safety... Yani diyorki: siz cep telefonunuzun ne kadar tehlikeli bir radyasyon yayıcısı olduğunu biliyormusunuz da ortalıkta hava atarak dolaşıyorsunuz? Ya da öyle bişeyler demeye getiriyor. Cep telefonlarınızın radyasyon yayma seviyesini öğrenmek için http://www.sarshield.com/english/radiationchart.htm kısayolundaki listeyi tıklayabilirsiniz.

Akın

Yukarı

 Damak tadınıza uygun kahveler


Skype - Beta v0.98.0.42 [8.4M] 2k/XP FREE
http://www.skype.com
Mükemmel bir P2P internet telefonu ve Instant Messenger. Icq benzeri bir rejistrasyonla mükemmel bir ses kalitesinde internet üzerinden telefon görüşmesi ve yazılı chat yapabiliyorsunuz. Tabi konuştuğunuz bilgisayarda da aynı programın yüklü olması gerekiyor. Özellikle kablonet ve ADSL kullanıcıları, mutlaka deneyin memnun kalacaksınız.

Yukarı

http://kmarsiv.com/sayilar/20040721.asp
ISSN: 1303-8923
21 Temmuz 2004 - ©2002/04-kmarsiv.com
istanbullife.com
Kahve Molası MS Internet Explorer 4.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiştir.
Uygulama : Cem Özbatur - Her hakkı saklıdır. Yayın İlkeleri