|
Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu |
|
Her hangibir kamu kuruluşunda aynı takvim yılında göreve başlayanların 15 yıl içerisindeki mesleki performansları karşılığında idareden gördükleri muamelenin ekografiği olarak kabul edilebilecek "tayin ve terfi" çizelgelerini incelemekle dahi, bazı memurların özel ilgiye mahzar olup ödüllendirildikleri (ya da kollandıkları), bazılarının ise cezalandırılıp geri bırakıldıkları, önemli bir kısmının ise vasat düzeyde seyreden birer meslek yaşamına sahip oldukları görülecektir. Bu şekilde, tesadüfi bir incelemeyle, dışarıdan dahi görülebilecek olan bu gerçek, kurum içinde tanık olunan sayısız örnek sayesinde memurlar için daha bir görünür ve anlaşılır mahiyet arzetmektedir. Bu gerçek,savunmasız durumdaki memurlarca paylaşılan ve sınırları sıkça değişen bir korku olarak kurumsal yapıya malolmuştur.
İdare ile memurlar arasında bir ilişki biçimi olarak daima gündemde olan korkunun açıklanabilir bir sebebi olması, onu paylaşanlar tarafından açıkça yanımlanmış olması ya da doğrudan doğruya idareyle irtibatlanmış bulunması zorunlu değildir. Kurumsal yapıya entegre olmanızı sağlayacak yegane sinyalin idareye iletilmesi için yeterli olan şey, davranışlarınıza bir korkunun yön verdiğini, korkunun denetimi altında bulunduğunuzu ve korku içerikli uyarılara duyarlı olduğunuzu bir şekilde hissettirmenizdir.
Peki, korku içindeyken yaratıcı çalışmalar yapmak mümkün müdür? Bankacılığın karmaşık detaylarını bir yana bırakalım ve bankada yıllık blançolar yerine Limon Festivali hazırladığımızı varsayalım bir an için... İdarenin tam denetimi altında bulunan, her şeyiyle ona bağımlı olup onun tasarruflarının sınırlarının genişliği nedeniyle ondan korku duyan memurların sadece limon ve portakallar kullanarak böyle bir festival hazırlamalar için gerekli zihinsel özgürlük duygusuna ve tasarım serbestisine sahip olabilmeleri mümkün müdür?
|
|
|