|
Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu |
|
Özgürlük kavramının erozyona uğramamış haline ulaşmak için Fransız İhtilali yıllarına kadar geri gitmem gerekebileceğini düşünürken elime 1770 yılında basılmış, sayfaları lime lime bir kitap geçti: Lord Molesworth'un "An Account of Denmark" adlı seyahatnamesi… Kitapta yer alan, ancak artık kullanılmayan bazı harf ve sözcüklerin günümüzdeki karşılıklarını öğrenince, 230 yıllık bu kitabın sayfalarında gezinmek bir hayli zevkli hale gelmişti doğrusu.
O günün koşullarında Danimarka, Fransa ve Korsika gezileri… Kişisel özgürlüklerimizden toplum yararına feragat etmemizle ilgili ünlü "Toplum Sözleşmesi"nin yazarı Jean Jack Russau ile mektuplaşmalar… Kaleme alınmakla çok büyük bir isabet kaydedildiğine için için sevindiğim bunca hoş şeyi okurken birden bire bir hazinenin içinde buluvermiştim kendimi… Moleswort, bir arkadaşına yazdığı bir mektupta özgürlüğü tarif ediyordu…
Bilmediği topraklarda rastlantısal kazılar yapan bir arkeologun hiç beklemediği bir anda müstesna güzellikte bir dinozorun binlerce yıl öncesinden toprak altında kalıp korunmuş kemiklerine rastlaması ve onları adeta kendisiyle yarışırcasına, tek tek toplayıp bir araya getirmeye koyulması esnasında duyabileceği hazza eş değerde bir keyifle satırları günümüz diline deşifre ettim…
230 yıl önce özgürlük şöyle tarif ediliyordu:
"Özgürlük insanoğlu için son derece doğal ve son derece değerlidir. Hem bireyler olarak, hem de toplum olarak mutluluğumuz için özgürlük, onsuz olmaz bir gerekliliktir. Değerli olan ne varsa ondan doğmuştur. Özgürlük zihne sağlık verir ve sahip bulunduğumuz tüm yetenekleri tam olarak ve sonuna kadar kullanmanın zevkine varmamıza imkan sağlar."
Bu cümleleri okuduğumda elektriğe çarpılmış gibi olmuştum... Bizim sandığımız gibi ele güne bir bayrak gibi göstermek ya da dev harflerle onu bir yerlere yazmak için değil, sahip olduğumuz yetenekleri tam olarak ve sonuna kadar kullanmak için, zihnimizin sağlık bulması için ihtiyacımız olan şeydi özgürlük... Biz onu dışımızda hayal ediyor, dışımızda bir yerlere koymaya çalışıyorduk yıllardır. O ise içimizde yanan bir alev, durgun motoru harekete geçiren bir güç kaynağı gibi bir şeydi. Onu dışarılarda aradığımız için de içimizde o ateşin, o enerji kaynağının artık yerinde olmamasının verdiği eksiklik hissine bir anlam veremiyorduk.
Zihnimde şimşek gibi çakan bu sözlerin hemen ardından, bu kez diyalektik bir anlatımla özgürlüğün yokluk halini tanımlıyordu Molesworth... Açlığı anlatmak için sünger gibi yumuşaklığı, mis gibi kokusu, çıtır çıtır kabuğu ve altına benzeyen rengiyle sıcacık bir somun ekmeği anlatmayı seçen bir Fransız film Yönetmeninin yaptığı gibi, Molesworth da tam zıddını anlatarak özgürlüğü kavramamıza yardımcı olmak istiyordu.
"Zincire bağlanmış birisi ne kolaylıkla, ne de onurlu bir biçimde hareket edebilir... Ruhları tiranlık (gücün adaletsiz ya da kaba bir biçimde kullanılması) tarafından esir alınmış; bedensel, ruhsal ve zihinsel tüm yetenekleri kendi kendini alıkoyma saplantısı tarafından dumura uğratılarak kaskatı kesilmiş insanlardan seçkin, güzel, asil ya da değerli herhangi bir şey beklenemez."
Bu sözlerdeki derin anlamı düşünürken gözümün önünde derhal bir esir kampı canlandı... Oradaki esir insanların "ne kolaylıkla, ne de onurlu bir biçimde" hareket edemeyeceklerine benim de aklım yatıyordu... Bir lokma ekmek bulabilme, itilip kakılmadan akşamı edip bir gün daha hayatta kalabilme mücadelesiyle sınırlı olmalıydı o zavallıların günlük yaşamı... İçlerinde kim bilir ne yetenekli insanlar vardı; ancak üstadın sözlerine bakılırsa "ya başıma kötü bir şey gelirse" korkusuyla kendi kendilerini engelleyen bu insanlar, giderek o yeteneklerini kullanamaz hale geliyorlardı.
|
|
|