|
Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu |
|
Kalıpların adamı olmak zor iştir aslında... Sanal bir ortamda gibi, sadece o yazılımın gerektirdiği adımları atarak tamamlanabilecek bir serüvene benzer böyle birinin günlük yaşamı:
Sabah kalktığında duş alıp traş olmayı tıklar... (Bu yüzden duş aldığını ve traş olduğunu farketmeyecek kadar aklı ve benliği başka alemlerde geziyordur o anlarda.) Sonra elbäse dolabından bir gömleği, bir kravatı ve bir elbiseyi tıklar isteksizce... Kahvaltıda her zamanki seçeneği tıklar: beyaz peynir, reçel ve siyah zeytin... sokağa çıkıp arabasını tıklar havanın açık mı, yoksa kapalı mı olduğunu dahi fark etmeden... Kavşakta ana caddeyi, yolda orta şeridi, radyoda da o her zamanki kanalı tıklar otomatik bir biçimde... İşyerine geldiğinde önce otoparkı, sonra güvenlik kapısından geçişi sağlayan manyetik kartını, sonra asansörü, dokuzuncu katı, 925 numaralı odayı ve en son olarak da odada pencereye yakın olan masayı tıklayıp tamamlar yolculuğunu... Evinin önündeki gül fidanının bu sabah ilk kez gül verdiğini, yeşilli siyahlı sarılı bayramlık giysileri içindeki bir tırtılın onu selamlarcasına incecik bir daldan aşağıya doğru sarktığını, durakta otobüs bekleyen yaşlı bir meslektaşının onu tanıyıp heves ve ümitle ona el ettiğini, daha kim bilir başka neleri göremeden, hissedemeden, duyumsayamadan yaptığı bu yolculuk gibi gün boyu yapacağı işlerde de kendisinden birşeyler olmayacak ve o adamcağız, hayatının en güzel günlerinden birisini daha o odaklanmış olduğu yazılıma uygun komutlar verip ekrandaki menüye göre tepkilerde bulunarak geçirmiş olacaktır.
İnsanın bırakın dış kaynaklara uzanıp mesleğiyle ilgili gelişmeleri takip ederek yaptığı işe yeni katkılar sağlamasını, sahip olduğu iç kaynakları dahi bütünüyle kullanmasına fırsat vermeyen bu istihdam biçiminin artık kesinlikle terk edilmesi gerekiyor. Zira kamu sektöründe yönetici durumundaki kadroların işini kolaylaştıran bu eğilgen insan kaynakları modeli, giderek büyüyen bir maliyet unsuru olarak ülke çıkarlarının aleyhine sonuçlar doğuruyor.
Siz bu ülkenin çıkarlarının korunup geliştirilmesi, fabrikalarının çalıştırılıp tarlalarının ekilmesi, elde edilmesi mümkün olan her türlü mal ve hizmetin en yüksek kalitede bizzat Türk işçisinin emeğiyle ve yerli girdiler kullanılarak üretilmesi için kurulmuş olan devlet aygıtının yapılanmasında ve yönetiminde söz sahibi birisi olsaydınız, aşağıdakilerden hangileriyle çalışmak isterdiniz? Önünüzde diz çökmeye hazır, her bakımdan size bağımlı ve lütfunuza muhtaç insanlarla mı; yoksa sahip oldukları tüm yetenekleri, mesleki bilgilerini, ileri görüşlülüğünü ve yaratıcılığını profesyonel bir anlayışla işine yansıtan özgür ruhlu insanlarla mı?
Eminim ki şu zavallı tutsakların korku ve çekingenlik içinde yapacakları yarım yamalak işleri hiç kimse beğenmeyecek, özgür ruhlu, girişken ve yaratıcı insanların müthiş yetenekleriyle ortaya koyacakları mükemmel işlerin ve parlak fikirlerle açacakları yeni yolların sahibi olmayı ise kimse red etmeyecektir.
Öyleyse kamu sektörümüzde hakim iş kimliği olarak neden özgür ruhlu insanlar değil de tutsaklığın ruh haline yatkın insanlar yetiştirilmek isteniyor? Bunu mutlaka bir sebebi olmalı! Sebepsiz yere bunca yıldır aynı yapının korunmasını sağlayan uygulamalar geliştirilip bunların dayanağı olacak yeni tüzük ve yönetmelikler hazırlanması düşünülemez. Bu istihdam modeli belirli bir amaca hizmet ediyor olmalı ki, ciddi aksaklıklarına rağmen, yıllardan beri terk edilmek istenmiyor.
|
|
|