|
Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu |
|
Kamu yönetimimizin insan kaynaklarının fiziksel prangaları, el ve ayaklarına takılmış kelepçeleri ya da onları boyunlarından bir noktaya bağlayan zincirleri yok elbet...
Çünkü böyle bir görüntü yöneticilere de, memurlara da, yönetilenlere de ağır gelirdi.
Fakat fiziksel alandan uzaklaşıp zihinsel kapasitenin, yaratıcılığın ve girişimciliğin o gözle örülemeyen alanına girildiğinde insan kaynaklarının ne yazık ki bu durumda olduğu anlaşılıyor...
Kamu sektöründe personelin zihinsel yeteneklerini, entelektüel kapasitelerini, kişisel becerilerini ve yaratıcılıklarını kullanabilme olanakları açısından ne ölçüde serbest olduklarına ilişkin manzara, gözle görülemese de, varlığı hissedilen haliyle tamamen böyle…
Yaratıcılığın ön şartı olan özgürlük ortamının bu şekilde, adeta kurumsal bir gereklilik olarak kısıtlanmış olması, kamu sektörünün içine saplandığı hantallığın temel nedeni olarak çıkıyor önümüze. Bu koşulların tam aksi yöndeki tezahürü olarak düşünebileceğimiz, yaratıcılığa ve yeniliğe odaklanmış çalışma anlayışına sahip özel sektörün ulaştığı yüksek dinamizmin de kaynağında düşünsel özgürlük yatıyor.
Anlıyoruz ki korkunun olduğu yerde özgürlük barınamıyor. Özgürlüğün olmadığı yerde duyarlılık kepenklerini kapatıp gidiyor beşeri mekanizmalar çarşısından... Duyarlılığın olmadığı yerde daha iyisini arayıp elde etme çabası ortadan kalkıyor. Daha iyisini aramakta değilsek yenilikle, yaratıcılıkla, keşifle, gelişme-kalkınma-verimlilik-üretkenlik gibi kavramlarla ne işimiz olabilir ki? Böyle büyük işlere kalkışıp şimşekleri üzerine çekmek ve sonunda gazaba uğramak yerine bütün bunları yöneticilerin bilecekleri şeyler olarak kabul edip sadece kendisine verilen işleri yapmak kolaycılığı ne güne duruyor?
İnsanların ruh halinin içinde yaşadıkları ortama göre
şekillendiğini gösteren 2000 yıllık bir hikayeye
bakılırsa Mısır Firavunu Ramses, Hititleri yenebilmek
için onların savaşçı ruhlu olmalarını sağlayan
etmenler hakkında daha fazla bilgi edinmek üzere
bir elçisini Hitit Başkentine gönderir. Elçi görevini
tamamlayıp geri döner ve şu bilgileri verir:
Ramses'in yaklaşımını benimseyerek kamu sektöründe görev yapan insanların neden yaratıcı ruhlu olamadıklarının çevresel sebeplerini araştırmak istersek, bu sektöründeki çalışma ortamı bize yeni bir kitap yazmaya yetecek kadar bol malzeme verecektir.
Yetki, mali olanaklar, çalışma ortamı açısından içinde bulunduğunuz yokluklar, benliğinizi saran korkular, tanık olduğunuz kıyımlara rağmen, mesleğinizin tüm gereklerine sahip çıkan farklı birisi olup yenilikler peşinde koşmaya, sonu iyiye ve doğruya varmayan güdük tasarruflara ve keyfiliklere direnmeye nasıl cesaret edebilirsiniz ki?
Bütün rüzgarlar sizi bu yönde eğiyorsa, kamu sektöründe sadece tek bir tip memur yetiştirilmek isteniyorsa, o ortamda hayatta kalabilmek için bu kalıplara uymaktan başka çare yok demektir. Büyük amaçlar gütmeyi siz de eninde sonunda bırakacak ve yetkili bir konuma gelene kadar tüm yanlışlara, tüm eksiklere, tüm aykırılıklara sessizce katlanmayı öğreneceksiniz demektir.
Zaten her türlü olumsuzluğu göze alıp yeteneklerini ortaya koyarak güzel şeyler yapanların alkış ve destekten ziyade kıskançlık, haset ve engelleme ile karşılaştıklarını bilmeyen var mı? İşte Sabah gazetesinden kim bilir ne zaman alınmış bir kesit...
Kamu görevlilerini idareye bağımlı kılarak onları gerçek yeteneklerini ve yaratıcılıklarını kullanmaktan uzaklaştıran, onlara pasif-edilgen iş kimlikleri empoze eden, böylelikle onları (işlerini en iyi şekilde yapan birer profesyonel olmak yerine) amirlerinin beklentilerini karşılamakta kusur göstermemeye odaklayan mevcut sistem hakkında şimdiye kadar dile getirilen bütün bu düşüncelerin işaret ettiği bir "en kötü olasılık senaryosu" şekilleniyor zihnimde…
|
|
|