|
Milenyumun Mandalı : Sait Haşmetoğlu |
|
Buradaki somut örneklerden anlıyoruz ki korkuya dayanan bir yönetim anlayışının hüküm sürdüğü ortamlarda çalışan insanlar aklın, insanlığın, mesleğin, ahlakın, hukukun ve akla gelebilecek tüm soylu şeylerin gerektirdiği asil davranışları bir kenara bırakarak korkudan uzak kalmak için ne gerekiyorsa onu yapabiliyorlar... Peki bu kendi iç saygınlığından uzaklaşma, bu değerlerden kopuş nasıl gerçekleşiyor?
Bu sorunun cevabını bulmak için yine işin en derinlerinde yatan özgürlük ve esaret kavramların çağımızın kavram kargaşası içinde özünden uzaklaşmış hallerini terk ederek yüzlerce yıl öncesine uzanarak, bu kavramların erozyona uğramamış hallerine tanık olabileceğimiz emin kaynaklardan birisi olarak, Molesworth Ustanın 200 yıl kadar önce yazdıklarına bir göz atmakta yarara var:
Bugünkü kavramsal dağarcığımızın iç duvarlarını zorlayan bu zehir gibi sözlerde esaretle ilgili önemli bir başka etki-tepki ilişkisi yansıyor yüzümüze: özgürlüğünün kısıtlanmasına ya da daha açık bir deyimle esarete sabır göstermenin insanları "umursamaz ve duyarsız" yaptığı şekilnde yeni bir matematiksel denkleme ulaşıyoruz adeta... Yani insan, ruhuna acı veren esareti kabullenebilmek için bu acıyı hissetmesine neden olan içsel mekanizmalarından birisi olan duyarlılığını her halde koparıp atıyor yerinden. Bu sayede dayanabiliyor özgürlüğünün kısıtlandığı ortamlarda bulunmaya...
Kendi fiziksel varlığını sürdürebilmek, onun için en önemli amaç haline geldiğinden insan sadece bu amaca odaklanıyor ve bunun dışındaki herşeye karşı duyarsızlaştırıyor kendisini.
Belki de bu yüzden, özgür ve duyarlı insanlara yaptırılamayan pek çok iş, özgürlüğü kısıtlanmış bulunan insanlara yaptırılabiliyor.
Sonuç olarak korku içinde olanlar özgürce davranamıyor, özgürce davranıp başlarına daha kötü bir iş gelmesine sebep olmamak için de özgür düşüncenin telkin ettiği asil ve soylu davranışlara, yüksek amaçlara, hak ve görevlere karşı, bilerek ya da bilmeyerek, kendi kendilerini duyarsızlaştırıyorlar.
|
|
|